1 Aralık 2019 Pazar

İDLİB MÜZAKERELERİ

İDLİB MÜZAKERELERİ


The Godfather (Baba) filminde, mafya lideri Don Vito Corleone'un, " Ona reddedemeyeceği bir öneri yapacağım," ya da "Bize katıl ve bizim için birşeyler yap " repliği; Kılıçtan keskin güce karşı zayıfın boynunun kıldan ince olduğunu işliyordu.

*
21 Ağustos'ta ABD Başkanı D.Trump Rusya'ya benzer bir teklifte bulundu.

"Moskova, Washington için iyi olacak bir şey yaparsa" Rusya'ya karşı yaptırımları kaldırmayı düşünmeye hazır olacağını söyledi.
Trump, Moskova'nın Suriye ve Ukrayna konusunda ortak adımlar atması gerektiğini belirtti...

*
22 Ağustos'ta Rusya Dışişleri Bakanı S.Lavrov, "Suriye yönetiminin daveti olmadan varlık gösteren tüm dış güçlerin bu ülkeyi terk etmeleri
gerekiyor"dedi.
23 Ağustos'ta Dışişleri Bakanı M. Cavuşoğlu,
24 Ağustos'ta Milli Savunma Bakanı H. Akar ve MİT Başkanı H.Fidan bir hafta sonra yeniden Moskova'ya gittiler.
Suriye'de yaşanan son durumu ve İdlib'e ilişkin gelişmeleri görüştüler.

*
Rusya'nın İsrail ile müzakereleri sonrasında oluşturulan Astana Süreci'nde;
Suriye'de Ürdün sınırında: Guta: Humus kuzeyinde: İdlib'te olmak üzere dört de eskalasyon bölgesi oluşturuldu.
Bu suretle; Suriye'de İsrail lehine kurtarılmış Sünni Arap Bölgeleri kuruldu.
Suriye rejimi savaş alanını daralttı ve muhalefete karşı birden fazla cephede savaşan güçlerini yeniden toparladı.

*
Nitekim Suriye Arap Ordusu Rusya'nın desteği ile giderek topraklarını özgürleştirdi.
Bugün rejim, ülke topraklarının yüzde 96.5' inin denetimini yeniden ele geçirmiştir.
Şimdi sıra ülkenin kuzeybatısında Kürtler de ve İdlib ilindedir.

*
İdlib yıllardır silahlı direnişin ve El Kaide bağlantılı operasyonların merkezidir.
Bugün Suriye Arap Ordusu tarafından kuşatılmıştır.
Suriye Hava Kuvvetler İdlib'in dış bölgelerini düzenli olarak bombalıyor.

*
Bu sırada Suriye Hükümeti, bir taraftan da Kürtlerle; taleplerinin karşılanması konusunu aynı zamanda bölünmeyi engelleyecek önlemleri garanti
eden yönetimsel ve kültürel otonomiyi tartışıyor...

"Üniter desantralize " sistemi müzakere ediliyor.

Müzakerelerde 23 Ağustos 2011' de 107 sayılı Suriye Başkanlık Kararnamesi temel alınıyor.
Bu kararname ile;

Seçilmiş ve kısmen atanmış yerel otoritelere çeşitli seviyelerde yetki verilecek,
Yerel otoriteler ise başkanlık tarafından atanan valilerin ve aynı zamanda
başbakana bağlı Yerel Yönetim Yüksek Kurulu'nun denetimine tabi olacaktır.
Şu sırada iki tarafın kurduğu 7'şer kişilik komisyonlar bu konular üzerinde çalışıyor...

*
Diğer tarafta karmaşık ve kaotik bir görünümde İdlib'in geleceği bulunuyor!
Ve İdlib bugünün diplomatik çözümün merkezini oluşturuyor.
Astana Anlaşmasına göre Türkiye İdlib de-eskalasyon bölgesinde; Suriye yönetimiyle işbirliği yolu çizerek çatışmaların bitmesine çaba
göstermek,

İdlib'teki yönetimi silahlı terör gruplarından alarak sivil idareye devretmek,
Radikal unsurları elimine ederek kentteki çatışmasızlığı denetlemek ve güvenliği yerel polis güçlerine bırakmak görevini yerine getiriyor.

*
Türkiye bu görevi, görünürde Suriye toprak bütünlüğü ve bölgedeki nufusunun artacak olmasıyla sağlanabileceği öngörüsünde bir strateji ile yürütüyor.
Yani Türkiye bu görevi aldığı andan itibaren bölgeye çok sayıda Sünni Arap taşıyacağını ve yeni bir demografik yapı oluşturacağı bildirmiştir!
Ama esasen Erdoğan'ın stratejisi; Osmanlı'nın eski topraklarında mesela
Ortadoğu'da ağırlıklı olarak İslam din ve gelenekleri ile uyumlu bir ekonomik ve siyasi düzeni oluşturmaya dayanıyor.

*
Nitekim İdlib'in gerçeği, Türkiye'nin kuzeybatı Suriye'nin kontrolünü ele geçirme konusundaki işbu riskli yatırımlarından kaynaklanıyor...
Erdoğan'ın istilacı stratejisi Suriye İç Savaşının başladığı günlerden geliyor.
Baştan beri Türkiye, bu bölgede ekonomik kaynaklar üzerinde egemen olunacağı senaryosunu IŞİD ile birlikte yürüttü.
İŞİD ile birlikte Suriye'nin petrol gelirlerine el konuldu, kaçak petrolden kazanıldı, tarihi eserlere ve bankalardaki altın ve döviz kaynakları yok edildi.
Ama pastayı Kürtlere yedirmemek için uzun süre hem Nusra Cephesi, hem Müslüman Kardeşler örgütü, hem de IŞİD'le birlikte Suriye'de hem Kürt
köylerine hem de Alevi köylerine yapılan saldırılara ortak olundu.
Böylece cihatçı muhalefet aktörleri üzerinde güçlü birliktelikler oluşturuldu.
İdlib bugün Türkiye'nin kontrolündeki Özgür Suriye Ordusu, El Kaideci el-Nusra Cephesi, Ahrar al-Şam, Failaq el-Şam'dan sonra kendisine Hayet
Tahrir el-Şam (HTS) adını veren Nusra Cephesinin işgalindedir.
El Kaide ile bağlantılı en az 70 bin silahlı militan aileleriyle birlikte Idlib' te yaşıyor...

*
Şimdi Suriye Hükümeti ve Rusya; Türkiye'den İdlib'ten çekilmesini ve bölgeye sığınmış cihatçıları kendi kaderleriyle baş başa bırakmasını istiyor...
Türkiye ise İdlib " kırmızı çizgim dir" diyor ve Suriye rejimine asla bir girişimde bulunmaması için dikkat çekiyor!

*
Ancak Türkiye'nin ABD ile süren "Pastör Brunson" krizinin altında da yatan İdlib Sorunu ile ilgili, Bugün Rusya Savunma Bakanı S. Şoygu, Milli Savunma Bakanı H. Akar ve MİT
Başkanı H.Fidan'ın görüşmesinde,
Suriye'deki durum, bölgesel güvenlik ve askeri-teknik işbirliği istişare edilmiş,
Rus tarafı, Türk meslektaşlarına Suriye'nin kuzeybatısındaki durumun normalleşmesiyle ilgili tekliflerini sunmuştur.

*

Bir süredir Türkiye'ye fısıldanan bu teklife göre;
Türkiye, bölgedeki Suriye Arap Ordusu'nun İdlib müdahalesine karşı çıkmayacak, Rojava'da Kürtlere özerkliğin verilmeyeceği bir planı onaylayacaktır.
Moskova'nın bu planı ABD' den kismi olarak onay almış, Başkan D.Trump' da olumlamıştır.
Türkiye'nin İdlib'e hiçbir şekilde müdahalede bulunmayacağı belirtilen teklifte,
İdlib'ten kaçacak olan silahlı militanların Türkiye'ye geçmesi Ruslar tarafından engellenecektir...

Suriye ve Rusya; Kürtlere herhangi bir özerklik verilmeden haklarını tanıyacak,
Ve İdlib operasyonunun ardından Türkiye Suriye'den çekilecek, Suriye yönetimi ile Ankara normalleşme sürecine girecektir.

*
Mazi severlikle ve boş bir peşinde Türkiye'nin değerleri yok edilmiş, manevi ve maddi kayıplara uğranılmış tır.
Elbette bu akılsız başa, önünde sonunda gerekli ders verilecektir.

25. 8. 2018

Ahmet Kılıçaslan AYTAR
ahmetkilicaslanaytar@gmail.com


****


ABD'den küstah açıklama! TL'ye, Saldırıyı itiraf ettiler.,

ABD'den küstah açıklama! TL'ye, Saldırıyı itiraf ettiler.,



ABD başkanı Donald Trump 

Türkiye'ye Dış Politikada Diz Çöktürme operasyonunun kamuflajı olarak kullanılan tutuklu papaz Brunson davası ile birlikte TL'de son 1.5 ayda yaşanan düşüşün ardında ABD'nin 'kur saldırısının' olduğu tescillendi. ABD Başkanı Donald Trump

https://www.takvim.com.tr/index/donald-trump   'ın Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton 
https://www.takvim.com.tr/index/john-bolton, 

Türk Lirası'nayapılan operasyonu itiraf etti.
https://www.takvim.com.tr/index/brunson 


*SERBEST BIRAKIN TEHDİDİ*

Reuters'a konuşan Bolton, "Türkiye Brunson'ı koşulsuz serbest bırakırsa, döviz krizi hemen sona erebilir" diyerek, dolarda ekonomik gerekçeklerden
yoksun yaşanan yükselişin de nedenini ortaya koydu. Tehditlerini sürdüren ve Türkiye'nin Katar'la yaptığı 15 milyar dolarlık anlaşmadan tedirginliği ni de gizleyemeyen Bolton, "Katar'dan gelen para Türkiye ekonomisini kurtarmaya yardım etmez" dedi. Türkiye'nin bağımsız yargısını
da hiçe sayan Bolton, "Türkiye rahip Brunson'ı bırakmayarak büyük bir hata yaptı" ifadelerini kullandı. Bolton, Türkiye'nin NATO'dan geçici olarak
uzaklaştırılması gibi bir durumun söz konusu olup olmadığı ile ilgili bir soruya "Şu anda böyle bir şey söz konusu değil" dedi. Danışman İdlib'de
eğer kimyasal ya da biyolojik silah kullanılarak bir müdahalede bulunulursa ABD'nin buna "şiddetle" cevap vereceği uyarısında bulundu. Öte yandan
Bolton İran'a uygulanan yaptırımların beklediklerinden daha fazla etki gösterdiğini belirterek, Avrupalı ülkeleri ABD ya da İran'la ticaret yapmak
arasında seçim yapmaya çağırdı.

*KÜSTAHLIK, HADSİZLİK...*

"Muhalif iktisatçı olmak başka şey, Türk Lirası'nın bu kadar yüksek oranda değer kaybı yaşamasında ABD'nin finansal operasyon yaptığını görmemek başka
şey" değerlendirmesinde bulunan Prof. Dr. Kerem Alkin, "Ekonomi yönetimi rahibi bahane etti sözü, Bolton'ın 'Katar parası Türkiye'yi kurtaramayacak'
sözü kadar küstahlık, hadsizlik" açıklamasını yaptı. Alkin sözlerine şöyle devam etti: "Bolton'ın 'Papazı bırakın, kriz bitsin' sözlerinden sonra
'Türkiye zaten ekonomik krize gidiyordu, rahip bahane oldu' diyen beri gelsin. Bu sözler TL'ye ABD'nin siyasi operasyonunun tescilidir."

*ALMANYA'DAN ABD'SİZ EKONOMİ ÇAĞRISI*

Trump'ın doları şantaj aracı haline getirmesi ve art arda aldığı yaptırım kararları, Avrupa ekonomisinin lokomotifi Almanya'nın da sabrını taşırdı.
Dışişleri Bakanı Heiko Maas, Alman Handelsblatt gazetesi için yazdığı makalede, "Avrupa, İran ile nükleer anlaşmayı kurtarmak istiyorsa
Amerika'dan bağımsız bir ödeme sistemi kurmak zorunda" dedi. ABD'nin İran nedeniyle Avrupa'ya rest çekmesi, son dönemde AB'nin elini zorlayan bir
durum oluşturmuştu. Alman Bakan Maas, "Amerika'dan bağımsız ödeme kanalları olarak bir Avrupa Para Fonu ve bağımsız bir SWIFT sistemi kurarak
Avrupa'nın özerkliğini güçlendirmemiz işte bu nedenle önem taşıyor" değerlendirmesinde bulundu.

*ABD ŞİMDİ DE BORUYA SARDI*

Demir çelik ve alüminyum ürünlerine getirdiği ek vergilerle yaptırım sopasını kullanmaya devam eden ABD, ticaret savaşında dün yeni bir cephe
açtı. ABD Ticaret Bakanlığı Türkiye dâhil 6 ülkeden ithal edilen, petrol ve doğalgaz boru hatlarının inşasında kullanılan kaynaklı boruların ABD
pazarında değerinin altında satıldığı yönünde ön karar aldı. ABD Ticaret Bakanlığı haziran ayında yaptığı ön incelemede Türkiye, Çin, Hindistan ve
Güney Kore'den yapılan kaynaklı boru ithalatının adil olmayan şekilde finanse edildiğine karar vermişti. Bu ülkelere Kanada ve Yunanistan da
dâhil edildi.

*KUR ATAĞI MİLLET MUKAVEMETİYLE BERTARAF EDİLDİ*

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Mahir Ünal, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin önemine dikkati çekerek, sistemin yüksek bir koordinasyon ve
görev dağılımıyla, daha yüksek bir koordinasyonla çalıştığını belirtti. Geçtiğimiz günlerde ekonomiye yönelik kur atağı yaşandığını hatırlatan
Ünal, "Bu hem yeni hükümet sisteminin ne kadar iyi çalıştığının bir göstergesiydi, hem de ekonominin tek bir çatı altında toplanmasının
sonuçlarını görmemiz açısından son derece önemliydi. Hazine ve maliyeden sorumlu bakanımızın, Sayın Cumhurbaşkanımızın kararlılığı ve yüksek
koordinasyonla bu kur atağı, bir millet mukavemetiyle birlikte bertaraf edildi" diye konuştu.

https://www.takvim.com.tr/ekonomi/2018/08/23/abdden-kustah-aciklama-tlye-saldiriyi-itiraf-ettiler-1535015291

***

Kemalizm Cehaleti.,

Kemalizm Cehaleti., 


Kemalizm Cehaleti 
İsmail Çağlar

KEMALİZM,  
Büyük konfor; düşünmüyorsun, Okumuyorsun, Yıllarca aynı nakaratları tekrarlayıp duruyorsun ve üstüne kendini, çağdaş, batılı, eğitimli, kültürlü diye kutsuyorsun.

Bu öyle bir alışkanlık ve hayat pratiği ki can çıkar huy çıkmaz misali terk
etmek mümkün olmuyor. Malum *Kurban* *Bayramı'*ndayız. *Müslümanların*
*Allah'*ın emrini yerine getirip, O'nunla yakınlaşmak için kurban kesiyorlar.
İslamiyet ile ilgili diğer tüm meselelerde olduğu gibi kurbanla alakalı da hatırı sayılır bir birikim var. İslam uleması asırlardır konunun farklı yönlerini tartışmış.
*Günümüze kadar gelen büyük bir* *gelenek var. *Farklı görüşler, yaklaşımlar, uygulamalar gündeme gelmiş tartışılmış.
Kimisi taraftar bulmuş, kimisi ise kabul görmemiş.
*Ama o da ne!*

    Meğerse hiçbirisi bizim ergen sosyal medya Kemalistleri kadar akıllı değilmiş. Kimsenin aklına bizim klavye Atatürkçülerinin, sanal vicdanlılar ın, bulgar batıcıların aklına gelenler gelmemiş.

Neymiş efendim kurban keseceğimize fakirleri doyuracak mışız, yetimleri giydirecek mişiz, borçluların borcunu ödemesine yardım edecekmişiz.
Öncelikle kocaman bir *SANANE *demek gerekiyor.

Hani *"benim bedenim, benim* *kararım" *diyorsunuz ya. İşte aynen öyle.
Benim param, benim zamanım, benim ibadetim; *SANANE*. Ve tabii bir diğer soru; kurban kesenlerin bu saydıklarını yapmadıklarını nereden biliyorlar.
İyilik yapmanın sınırı yoktur. Bir kişi hem kurban kesip hem de diğer iyi şeyleri yapabilir. Hatta genelde yetim doyurmak, borçluların borcunu ödemek, muhtaçla yardım etmek gibi hayır işlerini ağırlıklı olarak dindarların yani kurban kesenlerin yaptığı da ortada duran bir gerçek.

Haydi diyelim dindarlar kurban kesiyor ve sayılan diğer güzel işleri yapmıyorlar. Elliniz den tutan, önünüze engel çıkartan mı var.
*Onları da siz yapıverin. *Hem belki diğer insanlar da sizden örnek alırlar, fena mı olur? Hepsi bir yana bu türden laflar büyük bir had bilmezlik.

Küresel İnsani Yardım 2018 raporuna göre Türkiye dünyada en çok insani yardım yapan ülke.

ABD ve Almanya gibi dünyanın en müreffeh ülkelerini geride bırakarak listenin başında yer alıyor. Böyle bir topluma hayırseverliği, garibanı, fakir fukarayı gözetmesini öğretmek kimsenin haddine değil. Çok uzağa gitmeye gerek yok; devletin ve sivil toplumun Suriyeli mülteciler için neler yaptıkları ortada.

Sayısı 4 milyonu bulan mülteciyi yıllardır misafir eden bir topluma hayırseverlik ve yardımlaşma dersi vermek kimsenin haddine değil. Hele ki bu yardımların büyük çoğunluğunun dindar sivil toplum örgütleri, cemaatler ve tarikatlar tarafından en sar şuuruyla yapıldığı gün gibi ortadayken, bu insanlara kim ne hakla hayırseverlik dersi verebilir? Böyle bir had bilmezlik ancak Kemalizm'e mahsus cehaletle mümkün. Ancak Kemalist ezberlere sıkı sıkıya sarılanlar hala bu tür saçmalıkları dillendirebilir ler.

Kendilerinde herkesi yargılamak, kimseyi beğenmemek ve herkese ders vermek cüretini görebilirler. Bu bir davranış bozukluğu aslında. Kolay kolay da
düzelmeyecek ama her fırsatta hakikati bir kez daha haykırmak gerekiyor.
Söyledikleri sözlerin akıl, mantık çerçevesinde bir karşılığı olmadığını, boş konuştuklarını, düşünmek yerine sloganları tekrarlamayı, incelemek
yerine ezberlerini kuvvetlendirdikleri sık sık hatırlatmak gerekiyor; cahil cahil konuşmayın!

https://www.takvim.com.tr/yazarlar/yrd-doc-dr-ismail-caglar/2018/08/23/kemalizm-cehaleti


***


29 Kasım 2019 Cuma

MHP HAKKINDA BÂZI DÜŞÜNCELER

MHP HAKKINDA BÂZI DÜŞÜNCELER


Buğra Atsız Beğ : 
06 Temmuz 2011, 11:22:45


      Türkiye 2011 seçimlerini geride bıraktı. Muhâlefetin basîretsizliği ve beceriksizliğinin de büyük rol oynadığı bu seçimlerin iki gâlibi var. Biri AKP, diğeri ise hiç şüphesiz 35 vekille meclise girmeyi başarabilen Kürtçü ve Kürt ırkçısı olan BDP. Garipliğin de ötesinde bir ucûbeye dönmüş olan CHPden söz etmek bile insanın içinden gelmiyor. İflâhı artık imkân dâhilinde olmayan bu müessese nedir, ne değildir, ne olmak ve ne yapmak istiyor, bilen varsa beri gelsin. Başına ite kaka me’mûr emeklisi bir Kürdün getirildiği, onun da gidip Türkiyenin doğu bölgelerinde belki oy alırım diye kandaşlarına bol keseden tutamayacağı vaadlerde bulunması, batıda başka sözler vermesi, kendilerine Atatürkçü ve Kemâlist (bu kavramların târifi ve aralarındaki fark nedir?) yaftası yapıştırmış olan insanların da gidip bu partiye cumhûriyeti kurtaracak diye oy vermeleri de ayrı bir garâbet örneği. Yıllardır Kürtlerle savaşan Türkler cumhûriyeti kurtarsın diye bir Kürtten medet umuyorlar. Doğrusu gâyet mantıklı (!). Seçimlerin hemen akabinde karışan CHPde anlaşılan dalgalanmalar devâm edecek. Arttırılan 23 vekil sayısı işe yarayacak mı göreceğiz. Vekil sayısı 18 eksilen MHP ise kaybeden tek parti. Kimse lâfı evirip çevirmeye kalkmasın, sayılar ortada.

      Hatâyı, kabahati, yanlışı başkasında aramak yerine MHPnin aynaya bakıp “Yâhû, nerede yanlış yaptık?” sorusunu kendisine sorma zamânı geldi de geçiyor bile.

MHP ve Milliyetçilik

Milliyetçi olduğunu iddiâ eden MHP acaba ne kadar milliyetçi? Buradaki milliyetçilikten kasıt elbet Türk milliyetçiliği. Türk milliyetçiliğinin adı da Türkçülüktür. 

Türkçülük 4 kaynaktan gelir. 

1- Kökü çok eskilere dayanan Türk uruğunun şuuraltında yüzyıllardan beri yaşayan milliyetçilik; 

2- Tanzîmattan sonra Avrupadaki milliyetçiliklere benzeyen halkçı bir hareketin bizde de tatbîk olunmasını isteyen milliyetçilerin hareketi; 

3- Devletimizin içindeki yabancı unsurların ihâneti dolayısıyla doğan tepki; 

4- Türklerin 200 küsûr yıldan beri çektikleri büyük sıkıntılar ve geçirdikleri felâketlerin verdiği uyanıklık. Ayrıca Türkçülük amansız bir vazîfe ahlâkı isteyen bir ülküdür. Kimin Türkçü olduğunu da babam Nihâl Atsız 1950 yılında “ Kim Türkçüdür?” isimli makâlesinde açık ve seçik olarak belirtmiştir.

Kısaca Türkçü, Türk ırkının üstünlüğüne inanmış olan kimsedir. Türkçü hiç şüphesiz Türkten olur. Her Türkçüyüm diyen Türk Türkçü olamaz. Türkçülük, ayrıca herkesin kendi meşrebine göre biçebileceği bir don da değildir. Irkçı olmadan Türkçü olunmaz. Yalnız Atsızı anlayarak okumuş olanlar bu ırkçılığın faşizmle veyâ Hitler ırkçılığıyla eşanlamlı olmadığını bilirler.

      Yukarıda kısaca verdiğim târifleri isteyenler Atsızın makâlelerini açarak daha teferruatlı olarak okuyabilirler. Son zamanlarda Atsızı sâdece bir iki romandan ibâret sanan odun kafalı “ülkücü”lerden bu ne kadar beklenebilir, o da ayrı bir konu tabiî. Üstelik bunlar köşe yazarı. Peki MHP ne kadar milliyetçidir? Yukarıda, Türkçülüğü şüphe götürmez olan babam Atsızın yaptığı târiflerin hangisine uymaktadır MHP? Hiçbirine. Dolayısı ile MHP ne Türkçü, ne milliyetçi bir partidir. Olsa olsa MHP vatanperver insanların çatısı altında bir araya gelmeye çalıştığı bir parti olabilir. İçinde Kürt, Çerkes, Çeçen, Gürcü vs. gibi her türlü Türk ırkından olmayan unsuru barındıran bir partinin kendisine milliyetçi veyâ Türkçü demeye hakkı yoktur. Derse de kimin ve neyin milliyetçisisin diye sorarlar. Efendim, Türkiyede bunlar da yaşıyorlar, onları dışlamak olmaz, MHP birleştirici ve bütünleştirici olma gâyesini gütmektedir, biz 1000 yıldan beri kız alıp, kız veriyoruz, bizi kimse birbirimizden ayıramaz, zâten siz de aslında Türksünüz de haberiniz yok gibi mâzeretler de inandırıcı olmaktan ötedir, gülünçtür. Öyle olsaydı Kürtlerle 30 yıldan beri savaşmazdık. Ama biz PKK ile savaşıyoruz, Kürtlerle değil gibi ahmakça mâzeretlerin arkasına sığınmanın da hiç bir kıymet-i harbiyyesi yoktur, zîrâ PKK bir Kürt teşkilâtıdır ve hangi Kürdün PKKlı olduğu alnında yazılı değildir. Kardeşlikmiş. Daha şu son seçimlerden önce MHPde bulunan bâzı Kürtlerin asıllarına rücû ederek BDPye girdiklerini gazeteler yazdı. Hani birleştirici idi MHP? Kaldı ki, “Ne mozaiği ulan!” diyen ben miydim, yoksa yere göğe sığdıramadığınız başbuğunuz mu? Eski ülkücüler, yeni ülkücüler gibi ayrılmalar neyin nesi? Bunlar üst kademelerin partiyi idâre etmek, siyâseten millî meselelere çâre bulmak yerine kendi menfaatleri ile uğraşmalarından mı ileri geliyor acaba? Zanparalığı bile doğru dürüst beceremeyen, üstünde kadın oynaşırken elinde televizyon kumandasıyla kanal değiştirirken filmi çekilen hödüklerden mi milliyetçilik veyâ vazîfe aşkı bekleyecek bu millet? Bu adamların filmlerinin gizlice çekilip kamuoyuna teşhîr edilmesi ahlâksızlığı kabûl edilebilir bir nesne değildir elbette, ama bu, adamların ne mal olduğu gerçeğini de değiştirmemektedir.

MHP nin Milliyetçiliği 1969 Adana Kongresinden sonra bitmiştir. Çocukluğumdan beri tanıdığım, âilesi ile bizim evi ziyâret eden, hattâ bizde kalan, kendisine amca diye hitâb ettiğim Türkeş, babam Atsız, Amcam Necdet Sançar ve diğer Türkçülerin desteğiyle CKMPyi devr alarak partiyi kurmuş, ama o zamana kadar değil namaz kılmayı, duâ ettiğini bile görmediğim insan daha fazla oy toplamak gâyesi ile olsa gerek arkadaşlarının karşı gelmesine rağmen İslâmiyeti de işin içine sokmuş, yâni siyâsîleştirmiştir. Bir kurmay subaya yakışmayan bu hatânın ceremesini MHP uzun zamandan beri çekmektedir. Daha o zaman doğmamış bir takım zibidilerin bana Türkeşi anlatmaya kalkmamaları da tavsiye olunur.

     Türk-İslâm Ülküsü

Türkiye Gazetesinin yazarlarından Rahim Er 2 Ağustos 2010da Washington DC’den yazdığı bir makâlenin başlığını “Kimse Ahmet Arvasi Bey’den Daha Milliyetçi değildir” koymuş (İmlâ Rahmi Er denen zâta âittir). Dikkatimi çekmişti. Demek ki Rahmi Er kimin başkasından daha milliyetçi olup olmadığının çetelesini tutuyormuş diye düşündüm ve geçtim. Ahmet Arvâsî peygamber soyundan gelen bir kişiymiş, yâni seyyid ve tabiî ırken Arap. Bu seyyidliğin ne gibi vesîkalara dayandığını, dayanıp dayanmadığını bilmiyorum. Umurumda da değil. Ama bu gibi isbâtı mümkün olmayan iddiâlara hep ihtiyatla yaklaşmak gerektiğini bilirim. Ayrıca şecere uydurmanın da o kadar zor olmadığını bilirim. Su katılmamış Türk olan Çakırcalı Efenin de kendisinin Hazret-i Alinin soyundan geldiğini iddiâ ettiği bilinen bir gerçektir. Bunlar bir bakıma kendine pâye biçmek, kendini olduğundan daha ehemmiyetli göstermek çabalarından başka bir şey değildir.

MHPliler Arvâsînin Türk milliyetçiliği üzerinde önemli bir rolü olduğunu iddiâ etmekteler. Benim de aklıma ilk gelen soru “Türk milliyetçiliği olan Türkçülük üzerinde ahkâm kesmek bir Araba mı kaldı?” oluyor. Öyle ya, Estonya milliyetçiliği hakkında Ugandalı bir zencî, Rus milliyetçiliği hakkında Nikaragualı bir öğretmen ahkâm kesebilir mi? Her ikisi de adı geçen milliyetçilikleri inceleyebilirler, haklarında elbette yazı yazabilirler, ama o milliyetçilikleri systematize etmeğe kalkmak haddini aşmaktır. Ne diyor Atsız? Türkçü Türk ırkından olur. Akçuralar, Gaspıralılar, Gökalpler, Atsızlar, Toganlar ve daha başkaları dururken en büyük Türk milliyetçisinin bir Arap olduğunu iddiâ etmek en kibar tâbiriyle gülünç, saçmalıktır. Ben burada Arvâsînin şahsını değil, fikriyâtını tenkîd etmeye çalışacağım. Zîrâ adım gibi biliyorum ki okuduğunu anlamaktan âciz bozkurt postuna sarılmış bâzı çift toynaklılar her zaman olduğu gibi bana sövüp saymaya başlayacaklardır.

Arvâsînin iddiâsına göre “Din ve milliyet, zıt değerler değildir. Bu sebepten, 'sentez', tez ile anti-tez arasında söz konusu olacağına göre, yıllardan beri kullandığımız 'Türk-İslam sentezi' yerine, 'Türk-İslam Ülküsü' sözü daha uygun olur düşüncesi ile kitabımızın adını, 'TÜRK-İSLAM ÜLKÜSÜ' olarak seçtik. Bunu ısrarla kullanacağız.”

Din ve milliyet birbirlerine zıt değerler olmadıkları gibi birbirleriyle tamâmen alâkasız kavramlardır. Bu ikisinin sentezi olmaz. Doğru. Pekiyi, Türk-İslâm Ülküsü nasıl olacak? Sentez olmadı, ülkü verelim pazarcılığı mı? Milliyetçilerin ülküsünün millî olması gerekir. İslâmın neresi millî? Hiçbir yanı. Türk-İslâm Ülküsü tâbiri bir kalemde müslüman olmayan Türkleri silip atmıyor mu? Atıyor. Bu lâfı Türk diline hediye eden bir adam nasıl milliyetçi oluyor ve dünyâ Türklüğünün ümîdi olmaya namzet bir gençlik yetiştirmek istiyor? Yetiştireceği gençlik de Türkün sâdece müslüman olanına îtîbâr edecek, diğerlerini dışlayacak mıdır?

Arvâsî diyor ki “……..cepheler meydana getirmek isteyen hain ve kahpe oyunların
karşısına, bir Müslüman-Türk olarak ve tarihine yaraşır bir biçimde çıkmalıdır. Bunun için, Türk-İslam kültürüne, Türk-İslam medeniyetine, Türk-İslam ülküsüne bağlı, Türklük şuur ve vakarına, İslam iman, aşk, ahlak ve aksiyonuna sahip, Türklüğü bedeni, İslamiyeti ruhu bilen, milletini teknolojik hamlelerle dünyanın bir numaralı devleti yapmak özlemi ile çırpınan, Dünya Türklüğünün, İslam dünyasının ve bütün mazlum milletlerin ümidi olmaya namzet bir gençlik yetiştirmekten başka çaremiz yoktur.” (İmlâ bana âit değil).

Yukarıdaki Türklüğü bedeni, İslamiyeti ruhu bilen lâfı Gagauzlara, Yakutlara, Altaylılara hakâret değil midir? Türklük sâdece beden, yâni kılıf mıdır? Türklük rûhu denen bir kavram vardır. Bu kavram İslâmiyetten önce de var olduğu için Türklüğün sâdece bir beden olduğu iddiâsı kabûl edilemez. Ama bir Araptan Türklük rûhunun ne olduğunu bilmesini ben şahsen bekleyemem. İslâm îmân, aşk, ahlâk ve aksiyonuna sâhip… ne demektir, AKPnin İslâm îmân, aşk ve aksiyonunu tâkib edenler bilirler, İslâm dünyâsının içinde bulunduğu sefîlliği dünyâ politikasını tâkib edenler de bilmektedirler. Mazlûm milletlerin umûdu olan gençlik bugün yanlız Filistinli Araplara ağlamakta, ama katledilen Uygurlar için kılını kıpırdatmamaktadır.

“ Türk-İslam Ülkücüsü 'Cahid-ü fillah' (Allah için savaşan) dır. “(İmlâ bana âit değil). Demek ki askere gidip Kürtler ile savaşırken şehîd olan ülkücüler Allah değil vatan için öldüklerinden ülkücü sayılmayacaklar. Kimse onlar da Allah için savaştılar palavrasının arkasına saklanmasın. Yukarıda sahîh bir şekilde câhid-i fillah denmektedir.

Resûl-ü Ekrem'e Hasret adı altında yazılmış olan ve aşağıda dünyâya sâdece İslâmiyet gözlüğünden bakmayanların midesi kaldırmaz endîşesiyle baş kısmını naklettiğim vıcık vıcık yağ kokan, bir Arabın diğer bir Araba yazdığı medhiyeye bakınız:

“Kavurucu bir yaz mevsiminin ramazanında, susuzluktan dudakları kurumuş bir müminin iftar saatini bekleyişinden, hayır hayır derin yaralarından kan sızarak şehadet şerbetini içmeye yaklaşan bir mücahidin bir yudum serin suya iştiyakından daha fazla bir hasret içindeyiz.
İnsan kainatın hülâsası, sen ise bu hülasânın ruhusun. Sen yaratılmasa idin, âlem yaratılmaya değmezdi. Bütün yüce değerlerin mihengi sensin. Allah seni varlığın ve değerlerin merkezi olarak yarattı. Varlık seninle manalandı.

Bu ‘dünya’ seninle şereflendi. Şimdi, o senin mübarek toprağını bağrında taşıdığı için, fezada şevkle dolaşmaktadır. Yaratıkların en aşağısı olan toprak bile, seninle nurdan daha aziz oldu. Senin dolaştığın Mekke toprakları, ‘Sûr üfürüldüğü zaman’ tozlarını silkip kalkacağın Medine toprakları, üzerinde ve sinelerinde seni taşımakla ‘mükerrem’ ve ‘münevver’ oldular.” (İmlâ bana âit değil).

Türk gençliğinin beynini bu gibi ortaokul birinci sınıf seviyesinde edebiyât paralamalarıyla doldurmaya çalışan birisinin büyük bir mütefekkir olduğunu sanmıyorum. Başkaları sanabilirler, onların da edebiyâttan haberleri olduklarını sanmıyorum.

Bir diğer şâheser de şu paragrafta saklı: “Böylece, vahyin aydınlığına ulaşan Türk'ün akıl ve idraki, İmam-ı Buhari'leri, İmam-ı Gazali'leri, Mevlana Celaleddin'leri, Yunus Emre'leri, büyük mantıkçı ve şeyhülislam Mollafenari'leri, Yunan felsefesini İmam-ı Gazali çapında tenkid edebilen ve yüce hünkar Fatih Sultan Mehmed Han'ın takdirlerine mazhar olan Hocazade Efendileri, İmam-ı Brigivi'leri, İbn-ı Kemal'leri...” (İmlâ bana âit değil).

Vahyin aydınlığına ulaşan Birgili için Atsız Mehmed Efendi Bibliyografyasında Birgili hakkında bütün kaynakları elden ve gözden geçirmiş biri olarak bakın ne demiş: “Şeriattan kıl kadar sapmak istemeyerek her bid'atin şiddetle aleyhinde bulunması, diyânet ve takvâda pek ileri bir taassupla fikirlerini söylemekten çekinmemesi, Kur'an okumak gibi dinî işlerden para almanın harâm olduğunu ileri sürmesi, çağının din bilginleriyle sözlü ve yazılı tartışmalara yol açmış ve fikirleri kabul olunduğu takdirde evkaf idâresi çöküp devlet sarsılacağı için zamanın akıllı ve tedbirli şeyh islâmı Ebussu’ûd Efendi paranın vakf olunabileceğini kabûl ederek Birgili aleyhine fetvâ vermek zorunda kalmıştır.”

Türk gençliğine tavsiye edilen ‘akıl ve idrâk’ şeriattan kıl kadar sapmak istemeyen bir adamın akıl ve idrâki. Bunlardan birinin de Yunus olması bana doğrusu pes dedirtti. Neden mi?

Oruç, Namâz, Zekât, Hac cürm ü cinâyetdürür,
Fakîr bundan âzâddır hâs-ı heves içinde.

Çünki yukarıdaki mısrâ tevil ve tefsîre mahâl bırakmayacak şekilde müslümanlar için küfürdür. Yunusun bir de Allaha resmen hakâret ettiği mısrâ vardır ki onu burada yazmam yakışık almaz. Ama meselâ

Yetmiş iki millete bir göz ile bakmayan
Halka müderris olsa hakîkatta âsîdir.,

demesi de küfürdür. Millet kelimesini Arapça aslı olan din anlamında kullandıysa İslâmın diğer dinleri kendisiyle eşit tutmadığı için kâfirdir, Türkçedeki anlamında kullandıysa da milliyetsiz ve vatansız bir adamdır. Bu mudur büyük mütefekkirin Türk gençliğine vahyin aydınlığına ulaşmış Türkün akıl ve idrâki diye empoze etmeye çalıştığı. Ne mütefekkirmiş ama.

Mevlânânın, Şemsi Tebrîzî ile îzâhı hâlâ mümkin olmayan halvet âlemlerinin “vahyin aydınlığına” ulaşmaktaki rolünün ne olduğunu Arvâsî Türk gençliğine anlatmamış. Hele hele Mevlânânın Tebrîzîye Türkçe yazdığı bir şiirde

Kiçkinen oğlan hey bize gelgil!
Dağdanan dağnan hey geze gelgil!
Ay bigi sensing, gün bigi sensin!
Bî-meze gelme, bâ-meze gelgil.

demesinin yüksek tasavvufî mânâsı “vahyin aydınlığı” ile nasıl îzâh edilir, doğrusu çok merak ediyorum.

Diğer adı geçenler hakkında yazmak lâfı uzatmak olur.

Arvâsînin aşağıdaki satırları kısmen doğru olabilecek unsurlar içermekle birlikte ırk kavramını birinci planda tutan Türkçülük için anlamsızdır. İçtimâî ırk gibi sun’î kavramlar üzerine kurulmuş bir teori Türklere, aranızda bir yığın Türk olmayan var, bunlar yüzyıllardır sizinle birlikte aynı coğrafyada yaşıyorlar, gelin bunları da kendinizden sayın demekten başka bir şey değildir. Bunda Arap olmanın tesiri var mıdır, yok mudur, ona psikologlar karar versin.

"Türk milliyetçiliği, politikasını biyolojik ırkçılık üzerine kurmayı reddetmekle beraber, içtimaî ırk gerçeğini inkâr ve ihmâl etmemelidir. İçtimaî ırk, biyolojinin konusu değildir, sosyolojinin konusudur. Bir milleti teşkil eden fertlerin, ailelerin, sınıf ve tabakaların soy birliği şuurudur. Ortak bir şuur tarzında beliren mensubiyet duygusunun kan birliği şuuru biçiminde duyulmasıdır. Zâten biyolojik verasetin yanında, ortak kültür, ortak coğrafya, ortak hayat tarzı ve ortak mücâdeleler, bir milletin fert ve tabakalarını hem ruhî, hem de fizik bakımından bir birine yaklaştırır."

"Kimse biyolojik verasetini tâyin irâdesine sahip değildir. Ama içtimaî ırk tercihe açıktır. Aynı tarihe, aynı kültüre, aynı din ve ülküye sahip olan insanlar arasında kan ve soy birliği şuurunun güçlenmesine yol açar."

       Pekiyi, o zaman Türklerin aynı Coğrafyayı paylaşıp, ortak hayat tarzı sürdüğü, ortak mücâdeleler verdiği ortalama 500 yıl hükmettiği Bosna-Hersek, Sırbistan, 400 yıl hükmettiği Arnavutluk, 480 yıl hükmettiği Yunanistan vesâire ile de mi kan ve soy birliği şuuru var? Aynı kültürü, coğrafyayı, ortak hayat tarzı vesâireyi daha uzun zaman paylaştığımız kardeş (!) Kürtler neden bizimle yıllardır savaşıp dururlar ve ayrılmak isterler? Daha geçenlerde Leylâ Zana denen kevâşe “Devlete ortak olmaya geliyoruz!” kabîlinden bir lâf etti. Behey dangalak! O zaman ortağı olmaya çalıştığın devletin 30 yıla yakın bir zamandan beri silâhla köküne kibrit suyu dökmeye çalışman neyin nesi oluyordu diye sormazlar mı adama. Bu da Kürt mantığı herhâlde. Devletten tık yok. Devlet hâricinde tek sorması gereken organ olan MHP den ses sedâ yok. CHP nin başı zâten Kürt. Başka ne soran var, ne eden. Ne de olsa 1000 yıllık kardeşiz (!).

Temelsiz palavralar üzerine kurulmuş 1000 yıllık kardeşlik siyâsetinin neden iflâs ettiği anlaşılıyor mu? Bir Arabın Türk Milliyetçiliğini, yâni Türkçülüğü, İslâm ile sulandırarak Türkü Araplaştırmaya çalışmasını hâlâ kabullenen MHPliler varsa diyeceğim yok, uğurlu olsun. Yâ Allah, bismillah diye bağırmaya devâm edin. Yere göğe sığdıramadığınız başbuğunuz bu adamı MHP nin idâre heyetine getirmesiyle güdülen ve güdülmekte ısrâr edilen siyâsetin MHP yi bırak ileri götürmeyi, barajı ancak geçecek seviyeye düşürmesi de mi sizlere birşeyler söylemiyor? Arvâsî nin fikir babası olduğu bu politikaları devâm ettirmek Türkeşin Türk milliyetçiliğine vurduğu ikinci darbedir.

Türklükten ziyâde İslâmiyet üzerinden yürütülen politikalar Türkiyede yaşayıp, Türk olmayan azınlıkları da MHP tarafına celbetme gâyesini gütmeyi hedefliyorlardı. Dolayısıyla partiye kabûl edilen her türlü etnik döküntünün yanısıra cemaatlerle de ilişkiler kuran MHP bunların da desteğini almaya çalışmıştır. Türkeşin Türk milliyetçiliğine vurduğu üçüncü darbe Gülen denen adamla kucaklaşmasıdır. Sâid-i Nûrsî denen Kürt hakkında "Nûrculuk Denen Mâneviyât Çöplüğü" adlı makâlemde uzun uzadıya yazmıştım. Bu meczûb Kürde hâlâ değer veren ülkücüler (!) olduğunu biliyorum. Bakın bu herif-i nâ-şerîf Emirdağ lâhikasında ne demiş: "Müslümanlık-Hristiyanlık ittifâkını bozmaya çalışanlara karşı üç zümre; Nûrcular, Hristiyan rûhâniler ve misyonerler uyanık olmalıdır". Aynı alçak Kastamonu lâhikasında da diyor ki: "Birinci Dünyâ Savaşında bizimle savaşmış olsa da bir Hristiyan ölmüşse şehit sayılır, âhirette mükâfatı vardır".

Bu adam öldüğünde henüz 18 yaşında bir tıfıl olan Gülen bilinen sebeblerle Nûrcuların lideri olmuş, Türkiyenin başına belâ kesildikten sonra bütün dindârlar gibi müslüman bir ülkeye tüymek dururken efendisinin yanına, Amerikaya kaçmış ve oradan hizmetlerine devâm etmiştir ve hâlen etmektedir. 10.4.1998 târihli Zaman Gazetesinde yayınlanan Papaya yazılmış mektubunda Fetullah bakınız ne diyor: En âciz bir şekilde, hattâ biraz cür’etle, bu pek kıymetli diyalog hizmetinizi icrâ etme yolunda en mütevâzî yardımlarımızı sunmak için size geldik. Buna tevâzû değil yanaşma ağzı denir. Aynı zât Nevval Sevindi ile Amerikada yaptığı bir mülâkatta ABD’nin egemenliğinin zayıflamasından kaygı duyulmalıdır diyebilecek kadar alçalmış ve efendisine ne kadar sâdık olduğunu açıkça göstermiştir.

Ve Türkeş, Türk milletine hıyânet içerisinde olan bu adamla kucaklaşmıştır. Bunun adı da MHP milliyetçiliği oluyor. Buna ben kısaca Türk milliyetçiliğine vurulan üçüncü darbe diyorum. Ülkücüler isterlerse zafer desinler ve kargaları güldürsünler.

Arvâsî gibi bir Arap, Saîd gibi bir Kürt, Gülen gibi Ermeni şîvesiyle Türkçe konuşan, ama ne olduğunu tam kestiremediğim, tekke mezarlıklarında büyümüş Türkümtırakların bu milletin geleceği üzerinde tâyin haklarının olmaması gerekir. Ama maalesef Etrâk-i bî-idrâk tâ’ifesi sâyesinde bu da mümkin olmaktadır.

Bir de kısaca MHP lilerin Necip Fâzıl Kısakürek gibi bir kepâzeye neden büyük bir aşkla yanaştıklarını araştırmak lâzım. Nedense hep yanlış atlara oynayan MHP nin bu husûsu da gözden geçirmesinde bence sayısız menfaat var, ama elbette bu kendi bilecekleri iş.

Bakınız bu adamın bir mârifeti de şu: İstiklâl Marşının değiştirilmesi kampanyasına katılır... Dereceye giremeyince de yazdığını Büyük Doğu Marşı yapar. Bu Büyük Doğu Maşrık-ı Â’zam'ın Türkçesi değil mi? Maşrık-ı Â’zam'ın ne olduğunu bilmeyen ülkücüler Masonluk Târihini biraz araştırsınlar, âyet ezberlemekten vakit bulurlarsa tabiî.

Bir risâlesinde “Engels, Hegel, Marks... Bu Üç ayaklı sehpa” diyen NFK'ye birisi (gâliba Serdengeçti) sormuş: " Dünyânın en büyük şâirisin, tamam. 
Dünyânın en büyük yazarısın, kabûl. 
Dünyânın en büyük bilmem nesisin, eyvallah. 
Dünyânın senden büyük bilmem nesi yok. 
Bütün bunların yanında KISA Kürek nasıl oluyor?"
Necip Fâzıl bir kahkaha savurup cevap vermiş: “ Ben o Soyadını Sülâleme Şeref olsun diye aldım...”. Ne müthiş zekâ!

Necip Fâzıl’ın müritlerinin sâde Türkiyede değil, dış ülkelerde de Türkçülük aleyhinde sistemli çalışmalarda bulundukları bilinen bir gerçektir. 
Komünistler, Kürtçüler, Nûrcular, Masonlar ve benzerleri gibi Türk düşmanı kadroların Türkçülük düşmanlığı yolundaki ittifakına, bu suretle, Necip Fazıl’ın
müritlerinin de karışmış olduğu anlaşılıyor. Kendisine “Büyük Üstâd!!!!” dedikleri Necip Fâzıl’ın Almanya’daki müritlerinin parolası da şu ahmakça ve alçakça yalan imiş: “Türkçüler Allahsızdır, onlara yaklaşmayın.

Almanya daki bu kısa kürekli takım, ümmetçilik ve şeri’atçılık maskesi altında Türkçülük düşmanlığı yürütürken, İslâm’ın ırkçılığı reddettiği safsatasını ileri sürdükleri halde, bu yolla buz gibi Arapçılık, yani Arap ırkçılığı da yapmışlardır.

Bu Türkçülük düşmanı beyinsizlere demek lâzım ki, üstâdları Necip Fâzıl, bundan yıllarca önce İstanbulda bir kumarhânede basılmış ve bu basılma aylarca gazetelere sermaye olmuştu.

Ama NFK nın Cemâl Gürsele yazdığı bir mektup var ki, kendisine Üstâd diye tapanlara zamâne tâbiri ile kapak olsun.

   “Pek Sayın Cemal Gürsel,

    Şu anda Balmumcu da nezâret altında bulunuyorum. 
Hiçbir suçumun olmadığı kanaatindeyim. 

Ama beni suçlu görüyorsanız, ben sizden ve şanlı Türk Ordusu mensuplarından özür dilerim.
     
    Politikanın ne olduğunu artık anlamış bulunuyorum. 
Sizler en iyi müdâhaleyi yaparak güzel yurdumuzu kötü politikacılardan kurtardınız. Demokrat Parti kötü idâresiyle zaten bunu hak etmişti. 
Ben çok hastayım. Beni zindandan kurtarabilirsiniz. Esâsen nâmusum, şerefim üzerine yemin ederim ki, serbest kaldıktan sonra hayâtımın sonuna kadar 
politika ile ilgili hiçbir yazı yazmayacağım. Siz büyüklük gösterip de beni af edin, beni kurtarın, dâima sizlerin emrinde olacağım.”

Yukarıdaki mektup 15 Eylül 1968 tarihli EKSPRES gazetesinden alınmıştır. Kısakürek’in diğer mârifetlerini öğrenmek isteyenlere adı geçen gazetenin o günlerdeki nüshalarını karıştırmaları hassaten tavsiye olunur.

Bahsettiği nâmus ve şeref de herhâlde bir kumarbazın nâmus ve şerefi olsa gerek.

İşte size Ülkücülerin önderlerinden biri daha.

Kültür Milliyetçiliği

Kültür kelimesi Lâtince “colere”den gelir. Colere ihtimam göstermek demektir. Kültür milliyetçiliği denen ucûbe tâbiri kimin ilk defa kullandığını bilmiyorum. 
Ama MHP bu terimi çok kullandığına gore gene MHPnin ortaya attığı o içi boş lâflardan biri olsa gerek. Burada kültür hakkında uzun uzadıya yazmak gereksiz. 
Kültürün ne olduğunu, kaç çeşit kültür olduğunu vs. öğrenip araştırmak isteyenler Internete müracaat ederek işe başlayabilirler. 
Ama hiçbir yerde “kültür milliyetçiliği” gibi ne idüğü belirsiz bir lâf kalabalığına rastlayamazlar. 

Çünki kültürün milliyeti olmaz. Hele hele artık zamânımızdaki teknoloji ile küçücük bir köy hâline gelmiş olan dünyâmızda başka kültürlerin tesiri altında kalmamak, bir kültürü ne kadar ilkel dahî olsa hiç olmazsa kısmen benimsememek gibi bir şey bahis konusu olamaz. Misâlleri günlük hayatta mevcûd olduğundan uzatmıyorum.

Dîni Arap, Yazısı Lâtin, takvimi Hristiyan, sokak tabelâları İngiliz, kılık kıyâfeti Avrupa özentisi vs. olan, yâni bir sürü kültürü içinde barındıran, kimini adapte edebilmiş, kimi üstünde sakil duran bir toplumda kültür milliyetçiliğinden bahsetmek kadar abes bir şey olamaz.

Bahsedene de sanırım MHPli diyorlar.

Yukarıda anlatmaya çalıştıklarımın özeti MHP nin fikrî yapısının Türkçülükten ayrıldığı veyâ Türkçülüğü aslî yapısından uzaklaştırdığı için sağlam değil, sun’î bir takım temeller üzerine oturtulmuş olmasından kaynaklandığı idi. Bir partinin fikrî yapısının liderine bağlı olduğu herhâlde inkâr edilemez. MHP, eğer birinci sınıf parti olmak istiyorsa, yapısını fikren de değiştirmek mecbûriyetindedir. Seçmeni aksiyonlar değil fikir birleştirir. Yoksa adı bir takım seks rezâletlerine karışmış üst düzey yöneticilerin yerine yeni adamlar koymakla yapının değiştiğini sanmakla, câmi kapısına asma kilit yerine elektronik kilit takmakla İslâmiyetin modernleştiğini sanmak ahmaklığı arasında bir fark yoktur. MHPde bugün bir liderlik problem olduğu muhakkaktır. Her türlü karizmadan uzak, doğru dürüst Türkçe konuşmaktan âciz, silik, seçim propagandaları yapılırken iktidâr partisinin zaaflarını millete anlatmak yerine telâffuz problemleriyle uğraşan, sürekli tâviz veren ve hâlâ teslimiyetle bir yere varılamayacağını anlamamış birinden liderlik beklenemez. Ama seçim öncesi her yerde hâzır ve nâzır olan, karizmatik, konuştuğu zaman kendini dinleten bir profesörü üçüncü sıradan aday göstermek ve seçilmesini, herhâlde ileride bana rakib olur endişesi ile önlemek, şarklılık ve köylülüğün tipik örneğidir. Köylülük de bir zihniyettir ve önlenmesi elzemdir.

AKP Türk olmayanları Türk gösterme gibi bir çaba içine girmemiştir. Fakat azınlık ırkçılığına müsaade etmektedir. Dolayısıyla bugün Türkiyede ırkçı ve milliyetçi bir tek parti vardır, o da Kürtlerin partisi olan BDPdir. Halbuki MHP Türk olmayanları da Türk gibi göstererek ırkçılığa yol vermemektedir. Dolayısıyla Türkçü olamayacakları gibi hâlâ anlamamakta ısrâr ettikleri husûs Kürt ırkçılığının tek ilâcının Türk ırkçılığı olduğudur. Zirâ ırkçılık târihî bir şuur meselesi olduğu kadar aynı zamanda bir millî savunma vâsıtasıdır. İçindeki devşirme döküntülerini temizleyip yeniden bir fikrî yapılanmaya gitmeyen bir MHP sıradan bir parti olmaktan öte geçemez. Irkçılığa karşı olanlara da söylemek gerekir ki karışmamış ırk yoktur, ama bir karışıklığı tabiat temizler. Fakat sürekli olarak karışmaya devâm eden bir ırk bir müddet sonra düzelmemek üzere bozulur ve kaybolur. Irkçılığa şiddetle karşı çıkanlara da beğlik soruyu sormak lâzım. “Bir Çingene ile evlenir misin?” yâhut “Kızını bir Çingeneye verir misin?”. Evet derlerse mesele yok. Hayır derlerse ırk ayırımı yapıyorlar demektir ki onların Çingeneye karşı yaptıklarını Türkçüler başka ırklara karşı da yapıyorlar.

Türkçülüğün değişmeyen tarafı ırkçılığı ve Tûrancılığıdır ve bunun netîcesinde Türk millet ve vatanı üzerindeki düşüncelerdir. Ekonomik, sosyal ve hukûkî görüşler zamanla değişebilir. Bunlar hal edilmesi kolay olan teferruattır.

Yeniden fikrî yapılanmada din unsurunun siyâsetten çıkarılıp herkesin vicdânî meselesi olarak genel kabûl görmesi lâzımdır. 
Din tenkîd edilemez diye bir kâide yoktur. 
Ama İslâmiyet gibi kul, yâni köle olmayı baştan kabûl eden bir din siyâsîleştiği zaman daha da tenkîd edilebilir hâle gelir. 
Bu kültürlü insanlar için bir problem olmayabilir. Ama dünyâyı din gözlüğü ile görmeye alışmışlar için, ki MHP bünyesinde bunlardan yeterince mevcûd, 
sağa sola saldırma vesîlesidir. 
Örneklerini son zamanlarda Türkiyede görmekteyiz. 
Bunların öğrenmeye niyetli olmadıkları husûs da gerçek demokrasilerde inanma hürriyeti olduğu kadar inanmama hürriyetinin de olduğudur, tabiî demokrat olmak gibi bir endişeniz var ise.

İnsanlar fikirleri değiştiremezler, olsa olsa bir fikri kabûl etmezler. Ama fikirler insanları değiştirebilirler. Bu aynı fikirde olanları da birbirine bağlar.

MHP nin hâl-i pür-melâlini nereye kadar değiştirebileceğini bakıp birlikte göreceğiz.


http://www.turkcuturanci.com/turkcu/turkcu-ogreti/bugra-atsiz-beg-mhp-hakkinda-bazi-dusunceler/


***

Ahlaksızlık, Bir Milli Güvenlik Sorunudur!

Ahlaksızlık, Bir Milli Güvenlik Sorunudur!




Alınları secdeye değen ama hırsız ve sahtekâr olan bu örgüt sonunda gerçekten bir Millî güvenlik sorunu olmuş ve alçakça bir darbe teşebbüsünde bulunmuştur. Ancak 250 şehide mal olduktan sonra örgüt mensupları cezalandırılmaya başlanmıştır.


 Ahmet Bican Ercilasun bu haftaki pazar yazısında uyarıyor: “Yalan söylemek, hırsızlık yapmak, rüşvet almak bütün toplumlarda ahlaksızlık sayılır. Ahlakı sadece cinsî konulara indirgeyen; hırsızlık, yalancılık gibi ahlak dışı hareketleri hafife alan toplumlar çürümeye yüz tutmuş toplumlardır. “
23 Kasım 2019,. 
Ahmet Bican Ercilasun

    Ahlaksızlık, az sayıda kişilerle sınırlı olursa bir millî güvenlik sorunu hâline gelmeyebilir. Ancak ahlaksızlık bütün toplum katmanlarına yayılırsa ciddi bir güvenlik sorunu hâline gelir.
Ahlak toplumların en önemli değerlerinden biridir. Toplumdan topluma değişen ahlak anlayışları vardır ama bütün toplumlarda ortak olan, ortak olması gereken, evrensel ahlak değerleri de vardır.
Yalan söylemek, hırsızlık yapmak, rüşvet almak bütün toplumlarda ahlaksızlık sayılır. Ahlakı sadece cinsî konulara indirgeyen; hırsızlık, yalancılık gibi ahlak dışı hareketleri hafife alan toplumlar çürümeye yüz tutmuş toplumlardır.
Batının cinsî konulardaki serbestliğini vahim ahlaksızlıklar olarak gören toplumumuz ne yazık ki aynı hassasiyeti diğer konularda göstermiyor. Son yıllarda yaygın olarak işitilen “Çalıyor ama çalışıyor.” söylemi bu duyarsızlığın en tipik göstergesidir.
    Müslümanlığı en iyi temsil etme iddiasında olan bir örgüt yıllarca soru çalmış, soru çalarak kendi adamlarını üniversitelere ve harp okullarına yerleştirmiş, böylece on binlerce insanın da hakkını yemiştir. Örgütün yöneticileri ve bağlıları bütün bunları normal saymışlar, hatta sevap işlediklerine inanmışlardır.
Yıllarca süren bu hırsızlıkları görmek, önlemek ve suçluları cezalandırmak mevkiinde bulunan yöneticiler de “Alınları secdeye değiyor.” diye düşünerek bunları görmemişler, gördülerse de göz yummuşlardır.
Alınları secdeye değen ama hırsız ve sahtekâr olan bu örgüt sonunda gerçekten bir millî güvenlik sorunu olmuş ve alçakça bir darbe teşebbüsünde bulunmuştur. Ancak 250 şehide mal olduktan sonra örgüt mensupları cezalandırılmaya başlanmıştır.
Benzer örgütler bugün de vardır. Yalan dolanla insanları kandırmanın, üstelik bunu din kisvesi altında yapmanın dinle de ahlakla da ilgisi yoktur. Tarihimizde olumlu rolleri de bulunan tasavvuf cereyanlarıyla da ilgisi yoktur. Filan tarikatın veya cemaatin mensubu olduğu için, başka insanların haklarının yenmesi pahasına işe alınan, belli mevkilere getirilen kişiler belki ahlaksızlık yaptıklarını düşünmüyorlar. Belki “ideal”leri uğruna sevap işlediklerini de sanıyorlar. Ama yaptıkları düpedüz ahlaksızlıktır. Buna yol verenler, buna müsaade edenler de aynı ahlaksızlık girdabının içindedirler. Çünkü ortada hakları yenen insanlar vardır. Liyakatsiz oldukları hâlde kayırılan insanların, başında bulundukları işleri bozmaları, devleti zarara sokmaları vardır. Neresinden bakarsanız bakın, hak yemek, liyakatsiz insanları iş başına getirmek ve bütün bunlara müsaade etmek ahlaksızlıktır.
Ahlaksızlığın en vahimi din görüntüsü altında yapılanıdır. Dinler, özellikle bizim dinimiz ahlak kavramı üzerine kurulmuştur. Ahlak, Müslümanlığın en önemli kavramlarından biridir. Neredeyse bütün emirler ve yasaklar ahlak kavramı için vardır. Namaz kılmak da oruç tutmak da öyledir. İbadet, kötülüklerden, ahlaksızlıklardan arınmak için yapılır. Sadece Allah’ın kulu olduğunuzu bilirsiniz. Başkalarına kulluk etmezsiniz. Kul hakkı yemekten korkar, Allah’a sığınırsınız. Böyle bir dinin mensubu olan, bununla gurur duyan insanlar başkalarının hakkını yer mi, yalan söyler mi, insanların malına, hele hele devletin malına el uzatır mı?
Eğer bir ülkede bu tür ahlaksızlıklar toplumda mazur görülür, hele hele insan kayırmalar, devlet malına el uzatmalar, yönetim kademelerinde aşağıdan yukarıya veya yukarıdan aşağıya doğru yayılırsa o zaman ahlaksızlık gerçekten bir millî güvenlik sorunu hâline gelir. Düşününüz ki bir ülkenin millî varlıkları ona buna peşkeş çekiliyor, stratejik değeri olan tesisler yabancılara satılıyor, devlet bankalarından hakkı olmayan iş adamlarına krediler veriliyor, “Sen benim için şunları yap, ben de sana şunları sağlayayım.” deniliyor… Böyle bir durum millî güvenlik sorunu sayılmaz mı?
Yazarların hüküm cümlesi yerine soru cümleleri kurmak zorunda kalmaları bile ciddi bir sorunla karşı karşıya kaldığımızın belirtisidir.
Telefonumuza, televizyonumuza güvenemiyoruz. Topumuza, tankımıza, tüfeğimize güvenemiyoruz. Hangi ihalede hangi iş adamına ne verildi acaba, diye şüpheler içinde kalıyoruz. Şüphe insanı kemirir. Toplumun büyük çoğunluğunda böyle şüpheler varsa toplumdaki birlik ve güven duygusu da kemiriliyor demektir. Ahlaksızlığın yol açtığı bu durum da başlı başına bir millî güvenlik sorunudur.

28 Kasım 2019 Perşembe

Sedat Peker'e Tertip mi Yapıldı?

Sedat Peker'e Tertip mi Yapıldı?



29/10/2002 - 03:42 
      




















Sedat Peker. O kendini iş adamı olarak tanımlıyor, artık karanlık dünyadan uzaklaştığını ve kanunsuz bir işi olmadığını söylüyor. Neden bir iş adamı oradan oraya, arkasında 15-20 kişilik bir grupla gider belli değil ama Polis’in onun yakasını bir türlü bırakmadığı açık.

Son günlerde ismi yine gazete sayfalarında;

-İstanbul'da önceki gün vefat eden Sedat Peker'in babası Ahmet Peker, kılınan cenaze namazının ardından uzun bir konvoy eşliğinde Adapazarı'na getirildi. Sedat Peker'in babası Ahmet Peker, Adapazarı Emirdağ Mezarlığı'nda toprağa verildi. Adapazarı Emirdağ Mezarlığı'nın önü tarihi kalabalıklarından biri daha yaşadı. Sedat Peker babasını kendi elleriyle defnetti.

-Tatlıses-Peker buluşması Akmerkez’i karıştırdı. İbrahim Tatlıses ile Sedat Peker'in Akmerkez'de buluşması üzerine polis harekete geçerek alışveriş merkezini bastı. Siyah takım elbiseli 15 kadar adamıyla dün saat 18.30'da Akmerkez'e gelen Sedat Peker'in İbrahim Tatlıses ile buluşması, her iki isme karşı da hassas olan polisi harekete geçirdi. Cinayet Büro Amirliği ve Organize Suçlar Şube Müdürlüğü ekipleri, Akmerkez'e doldu. İbrahim Tatlıses ve Sedat Peker, Beymen mağazasına girdiklerinde polis tarafından alı konuldular. Tatlıses ve Peker, mağazanın depo bölümüne götürüldüler. Beymen'de 2.5 saat mahkemeden çıkacak üst arama izni için alıkonulan Tatlıses serbest bırakılırken, Peker gözaltına alındı.

-Peker’in adamı komiser çıktı. Peker'le birlikte gözaltına alınan eski komiser Aziz Saka'nın ise Peker için çalıştığı ve 15 trilyon liralık bir servete sahip olduğu iddiaları ortaya atıldı. Dün Peker'i, şoförü Yener Keskin ile korumaları Boğaç Kağan Murathan ve Gaffar Karademir ile birlikte gözaltına alan Organize Suçlar Şube Müdürlüğü ekipleri, Aziz Saka ve Hepdeğer Urhan'ı da şubeye götürdü. Bu kişilerden Aziz Saka'nın eski bir komiser, Hepdeğer Urhan'ın ise polis memuru olduğu ortaya çıktı. Aziz Saka'nın, adına kayıtlı biri Rusya'da diğeri Romanya'da iki şirket bulunduğu ve yaklaşık 15 trilyon liralık bir servete sahip olduğu ileri sürüldü. Polis memuru Hepdeğer Urhan'ın ise, Ağustos ayında otomobilinin bagajında ölü olarak bulunan Şişecam'ın Eski Müdürü Ali Osman Karar'ın öldürülmesiyle ilgili olarak gözaltına alındığı belirtildi

-İstanbul Organize Suçlar Şube Müdürlüğü'ndeki sorgu ve işlemleri tamamlanan Peker, gözlem altına alınan diğer kişilerle birlikte bu sabah şubeden çıkartılarak İstanbul DGM'ye götürüldü. Mahkeme Peker’i tutuksuz yargılanmak üzere serbest bıraktı.

SEDAT PEKER









-İstanbul DGM'de önceki gün akşam geç saatlere kadar sorgulanıp 7 arkadaşıyla birlikte tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılan Sedat Peker'in sevinci kısa sürdü. Emniyette 4 gün gözetim altında kalan Peker ile arkadaşı Ersin Kuştemir'in serbest bırakılmalarına, sanıkların ilk sorgularını yapan DGM Cumhuriyet Savcısı Ali Cengiz Hacıosmanoğlu itiraz etti. Savcı Hacıosmanoğlu, İstanbul 5 No'lu DGM Yedek Hakimliği'nin serbest bırakma kararına, aynı mahkemenin asıl hakimliği düzeyinde itirazda bulunarak sanıklardan Peker ve Kuştemir'in tutuklanmalarını istedi. Mahkeme dosya üzerinden yaptığı inceleme sonunda savcının istemini kabul ederek Peker ile Kuştemir hakkında gıyabi tutuklama kararı çıkardı. Hemen harekete geçen Organize Suçlar Şubesi ekipleri, Peker'i Beykoz'daki evinde yeniden gözaltına alarak Emniyet Müdürlüğü'ne getirdiler. Peker, DGM çıkışında gazetecilerin, "Neden tutuklandınız?" şeklindeki sorusunu, "Kırmızı ışık ihlalinden tutuklandım" diye yanıtladı.

-Sedat Peker meydan okudu. Çıkar amaçlı suç örgütü oluşturmak suçundan DGM'ye çıkarılan ve geçtiğimiz günlerde tutuklanarak Tekirdağ F Tipi Cezaevi'ne konulan Sedat Peker, avukatı aracılığıyla yaptığı açıklamada meydan okudu. Hayatının hiçbir döneminde ölümden korkmadığına dikkat çeken Sedat Peker, "Bu film daha önce Türkiye'de oynandı. Ben böyle bir filmde rol almam. Bana bu komployu kuranlar, zekamı unutmasınlar" dedi. Peker, "Bana karşı söylenen mafya nitelemesi; şahsımı rahatsız ettiği için bana karşı komployu düzenleyen insanları benim bu şekilde nitelemem haksızlık olur. Polis tahkikatında Nuri Ergin'in kardeşini vurdurttuğum ve bir adamını öldürttüğüm, daha sonra da öldüreni Makedonya'ya yolladığım soruldu. Bu insanları bana düşman etmek isteyen kişilerin, tutuklanmama sebep olan komployu kuranlar olduğunu zannediyorum" ifadelerini kullandı.

Sedat Peker konusunda yazmamızın sebebi, aldığımız bir mektup. ‘Ben devlette görevli bir şahısım’ diye kendini tanıtan mektup sahibi şunları yazmış:

”İnsanlar üzerine senaryolar hazırlayıp oynanması hiç hoş değil. Yazıyı okuyunca ne demek istediğimi anlayacaksınız.

Peker dosyasında çok ilginç olaylar oluyor. Devletin içinde bazı birimler şöyle bir tezgah hazırladı;

Alakasız bir dosyadan Peker hakkında zorla ifade alındı. Yaklaşık 1 aydır da aranıyor gözüküyordu.

Bir aydır aranan adam oldukça kalabalık bir Cenaze töreni yaptı ve devletin bütün kolluk güçleri oradaydı.

Aranan adam da oradaydı. Nitekim bundan iki gün sonra gözaltına alındı. Sahte bir dosyadan mahkemeye çıkarıldı. Mahkemeye Ersin Kuşdemir adında bir şahıs getirildi. Şahıs aleyhte ifade verecekti ancak mahkemeye çıkarken görüldü ki haplanmıştı ve bayıldı. Bunu anlayan Savcı ve Peker’in avukatları kan tahlili istedi. Şahıs Şişli Etfal’e gitti. Ne hikmettir ki orada kan tahlili yapamadılar. Orası sağlık ocağı olduğu için kan tahlili yapılamıyordu.

Oradan Adli Tıb’a gidildi. Orada da doktor yok olmuştu. Şahsı, oradan arabaya tekmeleyerek bindirdiler. Hem de öz abisinin gözleri önünde. Ve ortadan 2 saat kaybolmasını müteakip 8 saat sonra DGM’ye şahıs kan tahlili yapılmadan geri getirildi ve ifade verdi.

Hakim, gözünün önündeki adamın davranışlarına itibar etmediği için Peker’i serbest bıraktı.

Ama düğmeye basılmıştı bir kere.

Bir gün sonra Peker tutuklandı ve Tekirdağ’ı Cezaevine gönderildi ve neticede kanlı tezgah başladı.

Aynı cezaevinde Vedat Ergin’de yatıyor. İçerde bir şey olmasa bile , dışardan ziyarete gelindiğinde iki tarafın tanıdıkları arasında bir çatışma kesin çıkacak. Bunun sonunda çok büyük bir kan pazarı oluşacak. Çünkü Peker’in grup yapılanması çok başkadır. En ufak bir çatışmadan sonra göreceksiniz ki bunun önüne kimse geçemeyecek.

Bu tezgahın devamı var. Aleyhte ifade veren Ersin Kuşdemir, Edirne cevaevine gönderildi. Orada da Nuriş lakaplı şahıs yatıyor. Orada söz sahibi devlet, Ersin Kuşdemir’i Peker’in adamı diye yolladı. Göreceksiniz ki Ersin Kuşdemir orada ölecek! Mafya, aleyhinde ifade veren adamı öldürmüş olacak.

Bu komplo teorisi değil. Bu yaşanacak bir süreç...”

Evet, böyle bir tertip var mı? Varsa amacı nedir, bu kime, ne fayda sağlıyor?

Bütün bu suallerin cevabını bilmiyoruz, herhalde zamanla onlarda ortaya çıkar.

Baş edemediği kişileri birbirine kırdırmak devletin işi olamaz ve asla olmamalı.


Suçlu dahi olsalar, kişilerin hayatını korumak devletin en önemli görevi...


***

Suriye Çıkmazında Türkiye Tek Başına.,

Suriye Çıkmazında Türkiye Tek Başına.,




İç savaşın dünya savaşına dönüştüğü Suriye’de her gün,her saat, hatta her dakika yeni yeni senaryolar üretilip sahnelendiği kanlı bir sinema setine dönüşmüştür. Kanlı senaryonun baş aktörü Beşşar Esed ve rejimi olsa da senaryoyu yazan, yönetenler ise yüzyıllardır haçlı ruhu ile beslenen, insan ve İslam düşmanı olan, Büyük İsrail Devleti’ni kurma hayali ile Ortadoğu coğrafyasını kan gölüne dönüştüren vampir siyonist devletlerdir.

Bu devletler zamanın ve dönemin şartlarına göre kostüm değiştirerek bazen rejim yanlısı, bazen muhalif gruplar yanlısı çoğunlukla da Suriye’de isimleri 100’leri geçen sayıları 100.000’leri geçen terör örgütleri ile ittifak halindeler. Bu örgütler Suriye’yi yok etmek için birlik oluşturan her devlet için ayrı bir anlam ve mana ifade etmektedir. Kimi devlete göre ‘X’ Örgütü terörist iken diğer bir devlet için ‘X’ Örgütü barış elçisi veya müttefik olarak kabul edilmektedir. Hal böyle iken ‘’At İzinin, İt İzine Karışmış’’ olduğu Suriye’ye huzurun ve barışın gelmesi yakın bir tarihte ufukta gözükmüyor. Çünkü hem Esed Rejimi hem de söz sahibi devletlerin bugün aldıkları barış yanlısı bir karar, mutabakat veya sözleşme bireysel menfaatleri çakıştığı andan itibaren susan silahlar bir anda savaş haline dönüşerek, kanlı dram durduğu yerden yeniden devam edilebiliyor.

Silah tüccarı devletlerin poligon alanına dönüşen Suriye’de maddi tahribat boyutu 2011 yılı öncesi mevcut durumuna bakıldığında en az 50 yıl geriye gitmiş, insani tahribat boyutu ise tarihin en kanlı sayfalarında 1000 yıllarca konuşulacak,yazılacak bir yıkım, dram ve acı merkezi olmuştur. Bu tahribat ve acıya neredeyse bütün dünya spor müsabakası izler gibi seyirci kalmış iken, Türkiye acının başladığı günden itibaren 4 milyondan fazla Suriyeliye ev sahipliği yapmış,kanayan yaralarına derman olmuş,toprak bütünlüğü için uluslararası aktörleri bir araya getirmiş, DEAŞ/PKK/YPG/PYD gibi terörist grupları etkisiz hale getirmek için büyük askeri harekatlar yapmış,yapmayada devam etmektedir.

MAKALENİN DEVAMINI DERGİMİZE ABONE OLARAK OKUYA BİLİRSİNİZ...

İmbat MUĞLU
Dr., Güvenlik ve Terör Uzmanı

http://stratejistdergisi.com/entries/g%C3%BCvenlik/suriye-%C3%A7%C4%B1kmaz%C4%B1nda-t%C3%BCrkiye-tek-ba%C5%9F%C4%B1na

***

Suriye'de hedef doğru, 'Ortak' yanlış

Suriye'de hedef doğru, 'Ortak' yanlış 



Erol MANİSALI

Sal Eki 15, 2019 11:40

Suriye'de hedef doğru, 'ortak' yanlış Ankara’nın Suriye’de ABD tarafından YPG üzerinden kurdurmak istediği Kürdistan ayağını “engelleme hedefi” doğrudur: müdahale esas olarak bunun için yapılıyor: hem ABD’nin bu girişimini engellemek hem de Suriye’nin bütünlüğünü korumak.
Ama bu doğru hedefe varmak için “Kürdistan stratejik amacını 1980’li yıllardan beri, fiili politikaları ile yürüten ABD ile uygulamak yanlıştır”. Aynen 1990’ların başında Ankara’nın ABD “talebi” üzerine Çekiç Güç’ü kabul ederek Irak’ın parçalanmasına yol açması gibi. ABD bugün, 1990’lı yıllarda olduğu gibi, “Ankara’yı razı ederek, BOP ve Kürdistan politikasını yürütüyor.”
Bu gerçek aklı başında herkes tarafından, iki artı ikinin dört ettiği kadar biline biline “Ankara doğru hedefine yanlış ortakla gidiyor”, neden? Türkiye’nin stratejik ulusal çıkarları, Ankara’nın Şam ile stratejik bir ortak gibi işbirliği yapmasını gerektirdiği halde bu siyasi irade neden gösterilemiyor?
- İşler, ABD’nin uzun vadeli stratejisi doğrultusunda yürüyor.
- “Mutabakata göre” Ankara, sadece sınırlı bir koridorun dışına çıkmayacak, YPG’yi onun ötesinde kovalamayacak.
- Peki, YPG o zaman dar koridor dışında, Güney’de Suriye’nin parçalanmasına ABD güvencesi altında kavuşacak ve Irak’taki durum tekrarlanacak. Ve Türkiye’nin esas hedefi gerçekleşemeyecek.
- “Uluslararası hukuk sonucu”, Ankara’nın Suriyelileri zorla gönderip idari kararla yerleştirmek istemesi, “konuyu zaten istismar etmeye başlayan Batı çevreleri ve Arap çevreleri tarafından engellenecek”.
- Elimizde de “bonus” olarak, dünyanın en azılı dinci radikal katiller gurubu IŞİD kalacak.
Bütün bu yazdıklarım, Türkiye’de aklı başında büyük bir çoğunluk tarafından benimsenen gerçekler olmasına karşın, Ankara tarafından neden değerlendirilemiyor? Arap Baharı felaketi ile ABD’nin başlattığı operasyona Ankara “dahil ettirilerek” Türkiye işin içine, çıkmamacasına sokuldu. Yemen’den Mısır’a, Suriye’den Libya’ya, Ortadoğu (ve Araplar) birbirine düşürüldü.
Siyasal İslam odaklı politikalarla Ankara’nın Şam’la arası açılarak Suriye’nin parçalanmasına yol açıldı. Şimdi biz, YPG’ye 50-60 bin TIR silah vererek onu eğiten ABD ile birlikte, YPG’ye karşı “haklı müdahalemizi yürütüyoruz”: hedef doğru, ortak yanlış.
“Ortağımız” Trump bize her türlü tehdidi ve şantajı yapıyor. ABD’nin bize karşı inşa ettiği PKK ve YPG’ye , “ABD ile mutabık kalarak” engel olmaya çalışıyoruz.
Yalnız Batı’yı değil, olmayan Arap dünyasını da karşımıza aldık, Körfez’den Mısır’a kadar. Prof. Brian Arthur’un “karmaşa kuramı” her şeyle hiçbir şey, varlar ve yoklar arasındaki silkelenmeleri, geliş gidişleri inceler. Tesadüfler, “pozitif dışsallıklar ve negatif (!) dışsallıklar” bizim bugünkü durumumuza çok uyuyor.
Hep anlatmaya çalıştığım gibi, siyasal İslam ve “Batıcılık” birbirlerinin ayrılmaz parçalarıdır. Emperyalizm son 150 yıldır bu sayede yaşadığımız coğrafyayı sömürerek bir bataklığa çevirmiştir. Körfez, Hazar, Karadeniz, Doğu Akdeniz dörtgeni kan gölü haline sokuldu ve bitmedi.
Atatürk Türkiyesi bu bataklığa karşı çıkıp Lozan’a ve Atatürk devrimlerine ulaşabildiği için “içerideki Batıcılar tarafından karşı çıkıldı”. Batı açısından, “bölgede kötü örnek oldu”.
Ankara Suriye’nin bütünlüğü ve YPG (PKK)’nin hakkından gelmek için, ABD ile değil, Şam ile “mutabık kalmak” zorundadır. Aksi halde sonuç, Çekiç Güç ve Irak’tan farklı olmaz. Ankara, bu siyasi iradeyi ortaya koymak zorundadır.
Yoksa Suriye bataklığından hiçbir şekilde çıkamadığımız gibi, emperyalizmin Kürdistan projesinin önünü kesmemiz imkânsız hale gelir.
Ankara’nın Esad’la kavgası en çok ABD’yi, İsrail’i, FETÖ’yü ve Kürtçüleri mutlu eder. Bu çok açık duruma karşın Ankara’nın Şam’la yoğun işbirliğine girememesinin arkasında başka nedenler mi var? Bunu bilmek, 82 milyonun en doğal hakkı: çünkü canıyla, kanıyla, ekonomisiyle bedeli ödeyen halkımız oluyor.

Erol MANİSALI, 
15 Ekim 2019
erolmanisa@yahoo.com
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."
***