16 Mart 2019 Cumartesi

ALMANYA’DA FETÖ YAPILANMASI VE ALMANYA’NIN FETÖ POLITIKASI BÖLÜM 10

ALMANYA’DA FETÖ YAPILANMASI VE ALMANYA’NIN FETÖ POLITIKASI BÖLÜM 10



FETÖ’NÜN STRATEJI DEĞIŞIKLIĞI 

15 Temmuz sonrası örgütün Türkiye’deki merkezini tamamen Almanya’ya taşıyacağı hem örgüt mensuplarınca hem de FETÖ üzerine araştırmalar yapan bazı Alman akademisyenlerce açıkça dile getirilmektedir. Federal Göç ve Mülteciler Dairesinin (Bundesamt für Migration und Flüchtlinge, BAMF) açıkladığı verilere göre darbe girişiminden 7 Mart 2018’e kadar geçen sürede 288’si diplomatik ve 771’i de yeşil pasaport sahibi olmak üzere toplam 1.059 Türk vatandaşı Almanya’ya iltica başvurusunda bulunmuş ve bunun yüzde 42’si kabul edilmiştir. Açıklanan rakamlara söz konusu kişilerin eş ve çocuklarının da dahil olduğu belirtilmektedir.155 

Amaçlarına ulaşmak için pragmatist hareket eden ve ideolojik olarak takiye 
siyaseti izleyen örgütün değişen şartlara hızla adapte olarak söylem ve siyaset değişikliğine gidebildiği bilinmektedir. FETÖ sözcüsü Ercan Karakoyun örgütün şeffaf olmadığı yönündeki eleştirileri bertaraf edebilmek için röportajlarında örgütün öz eleştiri yaptığını belirtmiştir. Bu bağlamda müstakil okullar açma gayretlerinin aslında yanlış olduğunu, eğitime önem veren bir yapılanma olarak Alman okullarında “entegrasyon” çalışmalarını yoğunlaştırmalarının daha iyi olabileceğini ifade etmiştir. 

Bu şekilde Alman kamuoyunda öz eleştiri yapıldığı izlenimi verilerek örgütün eski “günahları”nı affettirmeye ve kamuoyu nezdinde sempatik olmaya çalıştığı görülmektedir. Gerçekte ise örgütün yeni okullar açacak mali ve insani kaynakları kalmadığı bilinmektedir. Karakoyun ayrıca örgütle ilgili Alman kamuoyunda sıklıkla dillendirilen şeffaflık suçlamalarına cevaben kişisel Facebook sayfasında bir deklarasyon yayımlamıştır. Karakoyun bu deklarasyonda 28 Şubat sürecinde Kemalistler ve sonrasında da 
“Türkiye rejimi” tarafından kendilerine baskı uygulandığı için kapalı ve şeffaf olmayan bir yapılanmaya gitmek zorunda bırakıldıklarını ileri sürmektedir.156 FETÖ’nün kurulduğu ilk günden bu yana faaliyet yürüttüğü tüm ülkelerde aynı stratejiyi takip ettiği ve özellikle de 28 Şubat sürecinde Kemalist ideolojiyle uzlaşarak iş birliği yaptığı hesaba katıldığında Karakoyun’un iddialarının doğruyu yansıtmadığı ve Alman kamuoyunun gözünü boyamaya yönelik bir girişim olduğu anlaşılacaktır. 

Karakoyun yine bir röportajında FETÖ’nün Türkiye’de faaliyet imkanı kalmadığını söylemiş ve Almanya’nın örgütün yeni merkezi olduğunu açıkça itiraf etmiştir. Söz konusu röportajdan Türkiye’den Almanya’ya firar eden FETÖ’cülerin bu ülkeye gider gitmez diğer örgüt mensuplarınca hem finansman hem de lojistik olarak desteklendiği, ülkeye yerleşmeleri ve entegre süreçlerinin kolaylaştırıldığı anlaşılmaktadır. 

SWP’nin Türkiye uzmanı Günter Seufert’in de öngördüğü gibi Almanya’daki 
Türk topluluğunun büyük oranda FETÖ’den desteğini çekmesi örgütün Almanlara daha çok yaklaşmasına ve onlardan destek arayışına girmesine neden olacaktır. 

Nitekim 
Almanya’da FETÖ’nün sözcülüğünü ve kamuoyu çalışmalarını yürüten Ercan 
Karakoyun bir röportajında yapının giderek daha bölgeselleşeceğini hatta örgüte 
bağlı okul ve kurumların “Almanlaşacağını” ifade etmiştir.157 Bu açıklamalara göre Almanların da örgütün Almanya ve diğer ülkelerde sahip olduğu altyapı ve organizasyon gücünden yararlanmayı düşündüğü öne sürülebilir. FETÖ Afrika’da yüzden fazla okula sahiptir. Türk devletinin diplomatik çabaları sonucunda bu okullar satışa çıkarılmıştır. Söz konusu okulların bazılarının Alman vatandaşı olan FETÖ’cü iş adamları tarafından satın alınması Alman devletinin himayesine girdiği anlamına gelmektedir. Bu himaye Afrika’da nüfuz alanlarını artırmaya yönelik siyaset izleyen Almanya için iyi bir imkan olarak durmaktadır. Nitekim Etiyopya’da iki bin çocuğun öğrenim gördüğü FETÖ’ye ait bir okula Alman yönetici arandığı bilgisi ülke medyasında yer almıştır.158 

Almanya’da yaptığımız saha çalışmasında edindiğimiz izlenime göre 
FETÖ’nün bir diğer stratejisi de örgüte ait okulların mültecilere eğitim veren merkezlere dönüştürülmesidir. Örgüt böylelikle mültecilerin entegrasyonu ile ilgili altyapı sorunları yaşayan Almanya’dan maddi ve manevi destek alarak kurumlarını yaşatmayı hedeflemektedir. Örgütün Türkiye’den Almanya’ya kaçan kendi mensupları için de özel sığınma merkezleri açmayı planladığı bilgisi basında yer almıştır. Sahada edindiğimiz bilgilere göre FETÖ’nün 15 Temmuz’un ardından Türklerden aldığı desteği büyük oranda kaybetmesi sebebiyle Alman kuruluşlarla daha çok dayanışma içine girme eğiliminde olduğu gözlemlenmiştir. 
FETÖ ile ilgili çalışmalarıyla bilinen araştırmacı Kristina Dohrn örgütün yaşlı 
ve büyük abilerinin Türkiye’den Almanya’ya sığınmasıyla içe kapanma ve muhafazakarlaşma eğilimlerinin daha çok artacağı öngörüsünde bulunmaktadır.159 

Almanya FETÖ konusunda PKK sorununda olduğu gibi Türkiye’yi yoracak 
bir yol izleyeceğinin işaretlerini vermektedir. Berlin yönetimi 15 Temmuz darbe 
girişiminin FETÖ tarafından gerçekleştirildiğini kabule yanaşmamış ve kendisine 
sığınan Türkiye’de suç işlemiş örgüt mensuplarını iade etmemiştir. Ayrıca 
FETÖ’ye bağlılığı açıkça bilinen Almanya’daki kurumlara karşı herhangi bir işlem 
yapmaya karşı çıkmış ve Türkiye’nin örgütle mücadelede attığı adımları ağır bir 
şekilde eleştirmiştir. Bütün bunların yanında darbe girişimine karşı Köln kentinde düzenlenen mitinge Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın telekonferansla bağlanmasını engellemek için bizzat Anayasa Mahkemesi kararı çıkarmıştır. Berlin yönetimi bu politikasıyla Türkiye ile ilişkilerini riske atmaktadır. 

SONUÇ 

Almanya’nın FETÖ’yü bir terör örgütü olarak tanımayıp faaliyetlerini engellememesi Türkiye için olduğu kadar Ankara-Berlin ilişkilerinin geleceği açısından da ciddi bir sorundur. PKK’nın Almanya’daki faaliyetleri, Berlin’in Türkiye’nin AB üyeliği konusundaki tutumu ve Türkiye’nin içişlerine müdahale ettiğine dair Ankara’daki algılar nedeniyle zaten sorunlu olan Türk-Alman ilişkilerinin FETÖ meselesiyle daha da gerginleşmesi iki ülke açısından geri dönülemez zararların ortaya çıkmasına neden olabilir. Bu yüzden Almanya’nın FETÖ konusunda Türkiye ile iş birliğine yönelmesi ve Ankara’nın da Berlin’i buna sevk edecek politikalar geliştirmesi gerekmektedir. 

Bunun için öncelikle FETÖ’nün nasıl tehlikeli bir örgüt olduğu ve Türkiye’nin 
güvenliği için teşkil ettiği tehdit açık bir şekilde Alman kamuoyuna anlatılmalıdır. Örgütün bu ülkede sahip olduğu medya ağları ve siyasi bağlantılarıyla Türkiye’de haksızlığa uğradığını anlatıp mevcut yönetimi karalamaya yönelik yoğun bir çaba içerisinde olduğu düşünülürse bu alanda ciddi çalışmaların yürütülmesi gerektiği daha iyi anlaşılır. FETÖ’nün gerçek yüzü sadece siyasi karar vericilere değil onlar üzerinde etkili olan sivil toplum kuruluşları ve halka da izah edilmelidir. Alman medyasında her geçen gün artan Türkiye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan karşıtlığının ülke halkı üzerindeki olumsuz etkisi düşünüldüğünde Alman kamuoyunun Türkiye ve FETÖ konusunda doğru bilgilendirilmesinin önemi açığa çıkar. Alman hükümetlerinin Türkiye karşıtı politikalarının arkasında Türkiye karşıtı lobilerin olduğu unutulmamalıdır. 

Bu çerçevede medya ve siyaset dünyasından FETÖ ile olağan dışı 
ilişkiler kuranların ortaya çıkarılması Alman hükümeti ve halkı üzerinde Türkiye 
konusundaki olumsuz etkilerinin hafifletilmesi açısından faydalı olacaktır. 
FETÖ’nün izlediği manipülatif stratejiler ve takiyeci ideoloji Türkiye örneği 
üzerinden gereğince anlatılır, Alman toplumu ve devleti açısından bunların riskleri açıkça ortaya konulursa örgütün gerçek kimliğinin anlaşılması sağlanabilir. 

Türkiye’nin FETÖ’nün ifşa olmasının ardından girdiği tutum değişikliğinin 
gerekçelerinin Alman kamuoyu tarafından yeterince anlaşılmadığı görülmektedir. 

Bu tutum değişikliğinin anlaşılmasına yönelik örgütün Türkiye’de geçirdiği 
gelişim ve ifşa süreci, eski FETÖ mensuplarının itirafları ve mahkeme kayıtları 
eşliğinde Alman kamuoyuna aktarılmalıdır.

Almanya’daki bazı gazeteci ve siyasetçiler kendi ülkelerinden çok Türkiye ile 
ilgilenmektedir. Uluslararası ilişkilerin genel kabul görmüş kuralları ve medya 
etiğine aykırı bir şekilde Türkiye’deki seçilmiş iktidar aleyhinde karalama kampanyaları yürütmekte ve hakarete varan suçlamalarda bulunmaktadır. Bu durum Almanya’daki Türkiye karşıtı lobinin gücünü ve etkinliğini göstermektedir. 

FETÖ’nün bu lobinin organizasyon ve finansmanında çok önemli bir rolü vardır. 
Bu hususlar göz önüne alınarak örgütün Türkiye ve Almanya için nasıl bir tehdit 
olduğu etkili bir şekilde anlatılmalıdır. 

İkinci olarak FETÖ Almanya’daki Türkiye kökenli insanlara bütün yönleriyle 
anlatılmalıdır. Bu ülkedeki üç milyondan fazla Türkiye kökenlinin örgütlü olarak 
hareket etmeleri durumunda Berlin yönetimi üzerinde sahip olacağı lobi gücü iyi 
kullanılarak Alman kamuoyu ikna edilmelidir. Bu sağlandığı takdirde Alman kamuoyunun siyasiler üzerinde baskı kurması mümkün olabilir. Ayrıca Türkiye’nin bu insanları bilgilendirmesi FETÖ’nün Almanya’daki Türk toplumu içerisinde örgütlenmesini ve finansal destek bulmasını zorlaştıracaktır. Bunun dışında Alman basın mensuplarının örgüt hakkında Almanca kaynak azlığından yakındığı dikkate alındığında özellikle örgüt yapısı ve stratejileriyle ilgili yapılacak yayınların önemi anlaşılmaktadır. Gerçekçi bir bakış açısıyla değerlendirildiğinde Alman hükümetinin örgüt hakkındaki politikasını değiştirmesi sağlanamasa bile ülke kamuoyu Berlin’in FETÖ’ye yönelik himayeci tutumunun yanlışlığı konusunda ikna edilmelidir. Son dönemde FETÖ’nün içe kapalı ve gizemli yapılanmasına yönelik Alman kamuoyunda yapılan eleştiriler ve şeffaf olması yönünde baskılar giderek artmıştır. 

Örgütün bu yeni durum karşısındaki şeffaflık stratejisinin bir manipülasyon 
yöntemi olduğu Alman kamuoyuna izah edilmelidir. Zira yalnızca Fetullah Gülen 
ile ideolojik ve örgütsel bağın artık gizlenmiyor oluşu şeffaflık manasına gelmemektedir. 

Örgütün dayandığı ideolojik ve yöntemsel temel “takiye”dir. FETÖ 
Türkiye örneğinde açıkça görüldüğü gibi devlet ve toplum kurumlarına sızmasını 
tam anlamıyla gerçekleştirip yeterli güce ulaştığında gerçek yüzünü göstermekte ve esas hedeflerini belli etmektedir. Birleştirici ve hoşgörülü bir hareket olma iddiası ile Alman kamuoyunda da sempati toplamaya çalışan örgütün sızdığı kurumlarda yeterince güç elde ettikten sonra kendine dahil edemediği farklı görüş ve bireyleri fişlemek suretiyle tasfiye ettiği bilinmektedir. Nitekim bir örgüt mensubunun mahkemedeki ifadesinde itiraf ettiği gibi TSK’ya sızan örgüt mensupları Alevi kökenli askerleri “A Takımı” başlığı altında fişlemiştir. Örgütten olmayan asker ve subaylar yaşam tarzları, namaz kılıp kılmadıkları ve alkol içip içmediklerine göre bir fişlenmeye tabi tutulmuştur.160 

Örgütün kurulduğu günden açıkça eyleme geçtiği 15 Temmuz darbe girişimine 
kadar geçen süreçte Türkiye’de izlediği siyaset, strateji ve yürüttüğü söylemler 
tüm çelişki ve tutarsızlıklarıyla Alman kamuoyuna aktarılmalıdır. Bilhassa örgütün söylem ve eylemleri arasındaki zıtlık ifşa edilmelidir. Türkiye’de “Siyasete uzağız ve girmeyiz” sloganı ile kendine siyaset yapma imkanı ve meşruiyeti sağlayan örgüt161 şeffaflaşacağı yönündeki söylemleriyle de gizli ajandasını yürütmek için daha da komplike ve sofistike yöntemler geliştireceğinin sinyallerini vermektedir. Son dönemde iki ülke ilişkilerinde girilen normalleşme arayışları kapsamında Alman tarafının FETÖ konusunda atacağı ciddi ve somut adımlar ikili ilişkilerin iyileşmesine ciddi katkı sunacaktır. Nitekim Alman kamuoyunda örgütün şeffaf yapılanmasına yönelik kaygıların daha yüksek sesle ifade edilmeye başlanması Berlin yönetiminin FETÖ konusundaki tutumunda revizyona gitmesi gerektiğini işaret etmektedir. Bu noktada antidemokratik, tek merkezden yönetilen ideolojik ve idari bir yapılanmanın hakim olduğu örgüte ait dernek ve okulların Alman makamları tarafından daha yakından incelenmesi yerinde bir adım olacaktır. 

Son olarak Berlin hükümetine FETÖ gibi illegal bir örgütü korumaya devam 
etmesinin Türkiye ile ilişkilerine vereceği zarar şüpheye yer bırakmayacak 
şekilde anlatılmalıdır. Almanya’nın terör örgütlerine destek vermek ile Türkiye’yle sağlıklı ilişkiler kurmak arasında tercihini yapması gerektiği ifade edilmelidir. Almanya’da FETÖ ve PKK gibi terör örgütlerine hareket imkanı sağlamak suretiyle bunları Türkiye’ye karşı bir baskı aracı olarak kullanmak isteyen siyasetçilerin bu hesabının yanlış olduğu ve bunun Türkiye kadar Almanya’ya da zarar vereceği izah edilmelidir. Terörün kendisini destekleyenlere bumerang gibi döneceği gerçeği hatırlatılmalıdır. 

A. İLLEGAL YÖNTEMLER 

Kara Para Aklanması.,

Toplanan yardım ve zekat paralarının amaç dışı kullanımı 
Banka promosyonlarına “haram” olduğu gerekçesi ile el konulması 

B. BAĞIŞLAR 

“Himmet” 
Kimse Yok mu Derneği 
Maaşlardan kesinti 
Alman devletinin örgüt dernek ve okullarına sağladığı sübvansiyonlar 

C. TICARI VE FINANSAL FAALIYETLER 

1. EĞITIM KURUMLARI 

150’den fazla etüt merkezi 
25-30 Özel okul 
Yüzlerce “Işık Evi” isimli öğrenci evleri 

2. ŞIRKETLER 

Girişimciler Derneği Federal Birliği (Bundesverband der Unternehmervereinigung-BUV) 
20'den fazla derneğin üye olduğu BUV 3.000'den fazla işletmeyi temsil ettiğini 
iddia etmektedir. 

3. DERNEKLER 

Alman Diyalog Kurumları Birliği (Bund Deutscher Dialog Institutionen) 
Diyalog Dernekleri adıyla örgütlenen 300’den fazla STK 

4. BASIN-YAYIN-MEDYA 

World Media Group AG 
Zukunft Medya Ltd. Şti. (Zukunft Medien GmbH) 
Zaman Avrupa 
Zaman-online.de 
Deutsch-Türkisches Journal (dtj-online.de) 
Deutsch-türkischenachrichten.de 
Peyk Medya Limited Şirketi (Peyk Media GmbH) 
Ebru TV/QLAR 
Samanyolu TV Avrupa 
Tuwa Medya&Pazarlama Ltd. Şti. (Tuwa Media&Marketing GmbH) 
Sun Basım&Dağıtım Ltd. Şti. (Sun Print&Vertriebs GmbH) 
Die Fontäne (Çeşme) 




EK 1. FETÖ’NÜN ALMANYA YAPILANMASI 

1. EKONOMİK FAALİYETLER

2. SİYASİ YAPILANMA 

3. LOBİ VE PROPAGANDA FAALİYETLERİ 




Almanya’nın FETÖ Politikası 

• Berlin yönetimi FETÖ’nün terör örgütü olduğunu kabul etmemektedir. 
• Almanya FETÖ ile 15 Temmuz darbe girişimi arasındaki ilişkiyi kabul etmemektedir. 
• FETÖ mensubu firari savcılar Zekeriya Öz ile Celal Kara Almanya tarafından Türkiye’ye iade edilmemektedir. 
• Almanya FETÖ mensubu NATO’da görevli Türk subaylarını iade etmeye yanaşmamaktadır. 
• 7 Mart 2018 itibarıyla binden fazla kişi (288 diplomatik pasaport ve 771 yeşil pasaport sahibi Türk vatandaşları) Almanya’ya iltica başvurusunda 
  bulunmuştur. 2018 Şubat ayı itibarıyla bu taleplerin yüzde 42’si kabul edilmiştir. 


FETÖ LIDERI (FETULLAH GÜLEN) 
FETÖ AVRUPA İMAMI 
(ABDULLAH AYMAZ) 
FETÖ ALMANYA İMAMI 
(HAYRETTIN ÖZKUL) 
FETÖ ALMANYA SÖZCÜSÜ 
(ERCAN KARAKOYUN) 
EYALET İMAMLARI 
İL İMAMLARI 
ABILER/ABLALAR 

Kültürlerarası Diyalog Forumu (Forum für Interkulturellen Dialog) 
Pangea Matematik Oyunları 
Alman-Türk Kültür Olimpiyatları 
Alman Diyalog Ödülleri (Alman Diyalog Ödülü) 
Diyalog ve Eğitim Vakfı (Stiftung Dialog und Bildung) 
Farklı isimler altında kurulmuş diyalog dernekleri 
Siyasi partilerle iletişim kurma, üye olma


11.Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

***

ALMANYA’DA FETÖ YAPILANMASI VE ALMANYA’NIN FETÖ POLITIKASI BÖLÜM 9

ALMANYA’DA FETÖ YAPILANMASI VE ALMANYA’NIN FETÖ POLITIKASI BÖLÜM 9




Benzer şekilde değişik partilerden çok sayıda Alman siyasetçi yaptıkları açıklamalarla darbe girişimi ve FETÖ’cülere dolaylı destek vermiştir. Cem Özdemir, Jürgen Trittin (Yeşiller) ve Katarina Barley (SPD) gibi isimler “Erdoğan kolunu Stuttgart, Berlin ve başka hiçbir yere uzatmasın” ve “Başbakan Merkel’in mevcut durumu göz önüne alarak şu anki Türkiye’ye herhangi bir iade söz konusu olamayacağını açık şekilde söylemesi gerekir” gibi ifadeler kullanmıştır. Söz konusu siyasetçiler Almanya’daki FETÖ yapılanmasına zarar gelmesini istemediklerini göstermiş ve Türkiye’nin darbe girişimi sonrası örgüte karşı operasyonlarını eleştirmiştir.140 

FETÖ’cülerin iadesi ile ilgili liste skandalı Almanya’nın örgüte yönelik himayeci 
tutumunu açıkça ortaya koymuştur. Sol Parti’nin Alman Meclisine sunduğu 
soru önergesine verilen cevaptaki iddialara göre Türkiye Şubat 2017’de Alman 
istihbarat teşkilatı BND’ye (Bundesnachrichtendienst) 400’ten fazla FETÖ 
mensubu ve örgüte bağlı 242 kuruluşun yer aldığı bir liste iletmiştir. İki istihbarat kurumu arasında iş birliğini öngören anlaşmalar uyarınca bunların araştırılması konusunda Ankara Berlin’den yardım istemiştir. Ancak Alman İstihbarat Kurumu bu isim ve kuruluşları araştırarak gerekli bilgileri Türkiye’ye vermek yerine telefonla arayarak uyarmıştır. Sol Parti’nin bir soru önergesine Alman hükümetinin 22 Mayıs 2017’deki cevabından bu kişilerin kimlik tespitleri ve uyarılma süreçlerinin o tarihte de devam ettiği anlaşılmaktadır.141 

Almanya’daki iktidar sorumluluğuna sahip siyasetçiler bu tutumlarıyla ya 
FETÖ’nün Türkiye için ne kadar büyük bir tehlike teşkil ettiğini anlamak istemediklerini gösteriyorlar ya da bu tehlikeyi bilmelerine rağmen söz konusu örgütü korumaya çalışıyorlar. Baden-Württemberg Eyaleti Anayasayı Koruma Teşkilatının yukarıda değinilen raporunun 2015’te söz konusu kurumun web sayfasından kaldırılması da bu konuda soru işaretlerinin oluşmasına yol açmıştır. BND’nin uzun süredir Türkiye’yi dinlediği de dikkate alınırsa Almanya’nın FETÖ’nün masum bir dini cemaat olmadığını, Türkiye’de devlet kurumlarını nasıl ele geçirdiğini ve 15 Temmuz darbe girişiminin arkasında olduğunu bilmemesi mümkün değildir. Buna rağmen Almanya’nın FETÖ’yü koruyan bir tavır içerisine girmesi Türkiye’de çok büyük rahatsızlığa yol açmıştır. 

Mülteciler konusunda çok sert politikalarıyla bilinen ve Başbakan Merkel’i 
Suriyeli mültecileri ülkeye kabul ettiği için eleştiren koalisyon ortağı Hristiyan 
Sosyal Birliği’nin (CSU) söz konusu FETÖ mensupları olunca kapıları açma 
taraftarı olması Almanya’nın bu örgüte dair niyetleri konusunda Ankara’daki 
kuşkuları artırmıştır. CSU Genel Sekreteri Andreas Scheuer katıldığı bir televizyon programında “Erdoğan ve partisinin baskılarından kaçan insanlar”ın 
Almanya’da mülteci olarak kabul edileceğini söylemiştir.142 Suriye, Irak ve Afganistan’dan gelen mültecilere bile kapıları kapatmayı savunan CSU’nun FETÖ 
mensuplarına yönelik neden bu kadar “mülteci dostu” bir tavır takındığı soru 
işaretlerine neden olmuştur. 

Almanya’nın Türkiye’den kaçan FETÖ, PKK ve diğer terör örgütü mensuplarına 
bu şekilde kucak açan bir politika izlemesi 13 Aralık 2016’da The 
Wall Street Journal’de yayımlanan “Turkish Opposition Finds Base in Germany” 
başlıklı yazıya konu olmuştur. Andrea Thomas imzasıyla çıkan yazıda Almanya’ya 2016’da Türkiye’den yapılan iltica başvurularının 2015’e göre üç kat 
artış gösterdiği, özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden sonra bu sayıda büyük 
artış yaşandığı, Kasım ayına kadar yapılan toplam 5 bin 166 başvurunun 
neredeyse üçte birinin FETÖ mensuplarına ait olduğu ifade edilmektedir.143 
Darbe girişimi öncesinde de çok sayıda FETÖ mensubunun Türkiye’den Almanya’ya kaçtığı bilinmektedir.144 Darbe girişimi sonrasında örgüt mensuplarının bazısı Türkiye’den Almanya’ya kaçarken145 Türk diplomatik ve askeri misyonlarında görevli olanların da Alman makamlarından iltica talebinde 
bulundukları kaydedilmiştir.146 

Almanya’nın FETÖ konusunda takındığı tutum Alman İstihbarat Şefi Kahl 
Bruno’nun açıklamalarıyla farklı bir boyut kazanmıştır. Kahl 18 Mart’ta Der 
Spiegel’e verdiği röportajda FETÖ’nün şeffaf olmayan yapılanmasına yönelik 
daha önce Alman kamuoyunda dillendirilen iddiaları ve uzmanların örgütle 
ilgili uyarılarını göz ardı ederek örgütün yalnızca dini ve seküler eğitim faaliyetlerinde bulunan bir STK olduğunu ifade etmiştir.147 Kahl’ın açıklamaları 
sadece Türkiye’de değil Alman kamuoyunda da şaşkınlıkla karşılanmıştır. 

Bruno Kahl’ın açıklamaları Alman hükümetinin FETÖ ile ilgili tutumunun Alman 
siyasetinde yeniden sorgulanmasına neden olmuştur. Nitekim Sol Parti Kahl’ın 
açıklamalarını konu alan ve Almanya’nın FETÖ ile ilgili tutumunu sorgulayan soru önergesini 10 Nisan 2017’de Meclise sunmuştur.148 Burada Bruno Kahl’ın hangi bilgi kaynaklarına dayanarak örgütün sadece seküler ve dini eğitim veren bir STK olduğu kanaatine vardığı sorulmuştur. Hükümet 22 Mayıs 2017’deki cevabında açık kaynaklarda yer alan bilgilere atıfta bulunarak Almanya’da “Gülen Hareketi” olarak bilinen yapılanmanın sadece eğitim ve öğretim faaliyetlerinde bulunduğunu ifade etmiştir. 

Önergede ayrıca örgütün ekonomik alanda kardeş kuruluşu olan BUV vasıtasıyla 
ticari faaliyetlerde bulunduğu gerçeğine rağmen BND başkanının nasıl olup da örgütün yalnızca seküler ve dini eğitim faaliyetlerinde bulunan bir STK olduğu kanaatine vardığı sorulmuştur. Hükümet FETÖ’nün açık kaynaklardaki bilgilere göre bir eğitim STK’sı olduğu yönündeki görüşünü tekrar etmekle yetinmiştir. Yapılanma ve propaganda stratejisi “takiye” olan ve manipülatif yöntemlere sıklıkla başvurduğu bilinen bir örgütle ilgili olarak açık kaynaklarda geçen bilgilerin sorgulanmadan veri olarak kabul edilmesi oldukça ilginçtir. Soru önergesinde geçen İstihbarat Şefi Bruno Kahl’ın örgütle ilgili bilgileri hangi açık kaynaklardan edindiği sorusuna ise açık kaynakların yanında istihbari bilgiler de kaynak olarak gösterilmiştir. 
Önergeye verilen cevapta örgütün Anayasa Koruma Teşkilatı tarafından izlenmediği ısrarla vurgulanırken bu istihbari bilgilere Alman istihbaratı BND vasıtasıyla mı yoksa yabancı servisler üzerinden mi ulaşıldığı konusuna ise açıklık getirilmemiştir. 

Aynı soru önergesinde 15 Temmuz darbesine karışan güçlerin kimler olduğuna 
dair Berlin’in bilgisi olup olmadığı sorulmuştur. Hükümet bu soruyu cevaplamanın Alman devletinin ali menfaatleri gereği mümkün olmadığını belirtmiştir. Ayrıca BND’nin bu bilgileri açıklaması durumunda bilgi kaynaklarının 
zayıflayacağı ve bundan sonraki istihbarat çalışmalarına zarar verebileceğini ifade etmiştir. Bu durum Alman makamlarının darbeye karışan güçler hakkında bilgi ve fikir sahibi olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. 

Daha önce de değinildiği gibi Alman hükümeti ülkesine kaçan Zekeriya Öz 
ve Celal Kara gibi FETÖ’nün önemli isimleriyle diğer örgüt mensubu kamu görevlilerini de Türkiye’ye iade etmeyi reddetmektedir. 

Bruno Kahl’ın açıklamaları yalnızca siyasilerin değil Alman medyasının 
da Berlin yönetiminin FETÖ konusunda Türkiye’ye karşı tutumunu sorgulamasına yol açmıştır. 

Jürgen Gottschlich 11 Eylül 2017’de TAZ gazetesinde yayımlanan “Wo Erdoğan 
Recht Hat” (Erdoğan’ın Haklı Olduğu Noktalar) başlıklı makalesinde Kahl’ın 
FETÖ lehine yaptığı açıklamalardan ya meseleye vakıf olmadığı ya da kasıtlı bir 
biçimde örgütü himaye ettiği ihtimalini akla getirdiğini ileri sürmüştür. Aynı yazıda Türk kamuoyunda darbeyi FETÖ’nün gerçekleştirdiği yönünde görüş birliği olduğu vurgulanmış, Almanya’nın darbeye karıştığını bildiği halde örgütü himaye ettiği görüşünün de hakim olmaya başladığının da altı çizilmiştir. Makalenin ilerleyen bölümlerinde Erdoğan karşıtlığının masum sayılmak için yeterli gerekçe olamayacağı belirtilmiştir. Ayrıca Almanya’ya kaçan Zekeriya Öz ve Adil Öksüz gibi FETÖ üyelerinin demokratik ve özgürlükçü olmadıklarına, aksine Ergenekon davaları sürecinde belli kesimden insanları düzmece delil ve iddialarla yargılayıp suçsuz yere hapis yatmalarına neden olduklarına dikkat çekilmiştir. Kahl’ın açıklamalarının siyaset kulislerinde konuşulan bazı iddiaların aksine Merkel’den habersiz yapılmış olamayacağı yazıda ifade edilmiştir. Devamında Berlin’in FETÖ’yü koruyan tutumunun darbenin ABD ve Almanya’nın bilgisi dahilinde gerçekleştiği yönündeki “komplo teorileri”ni güçlendirdiği vurgulanmıştır. Ayrıca Alman hükümetinin FETÖ politikasında bir düzeltmeye gitmediği takdirde Türk kamuoyunda sadece AK Parti çevrelerince değil toplumun diğer kesimlerince de inandırıcılığını ve etki alanını yitireceği iddia edilmiştir.149 Bu makalenin yayımlanmasından bir hafta sonra konu bu kez Almanya’nın itibarlı gazetelerinden FAZ’da gündeme getirilmiştir. Söz konusu yazıda Türkiye’de anayasal düzeni yıkma amacıyla gerçekleştirilen 15 Temmuz darbesine katıldıkları ispat edilmiş FETÖ’cülerin Almanya’da saklandıklarının ortaya çıkması durumunda Berlin’in bir suç örgütünü hiçbir hukuki kovuşturmaya tabi tutmadan topraklarında barındırma sorumluluğunun altından kalkamayacağı uyarısında bulunulmuştur. FETÖ ile ilgili hazırladığı eleştirel haber dosyaları ile örgütün hedefi haline gelen Der Spiegel dergisi İstanbul muhabiri Maximillian Popp da Posta gazetesinden Nedim Şener’e verdiği bir röportajda Bruno Kahl’ın açıklamalarının kendisini şaşırttığını ifade etmiştir. Popp FETÖ yapılanmasının gizli ajandası olan mafyatik bir örgüt olduğunu ve Türkiye’de demokrasiye zarar verdiğini belirtmiştir.150 

Kahl’ın söz konusu mülakatına Türkiye’den de tepkiler gelmiş ve Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın bir televizyon programında istihbarat şefleri- nin bu gibi spesifik konularda basına ayrıntılı açıklama yapmalarının alışılmış bir durum olmadığını ve Alman istihbarat şefinin sözlerinin açıkça FETÖ’yü aklama operasyonu anlamına geldiğini belirtmiştir. Kalın ayrıca Almanya’nın bu tutumu ile FETÖ konusunda da PKK örneğindeki gibi bir siyaset izleyerek dolaylı yoldan örgüte arka çıkacağından endişe duyduğunu ifade etmiştir.151 

Ocak 2018 itibarıyla iki ülke arasında bakanlık düzeyinde istişare toplantılarının 
yeniden başlatılması ile Türk-Alman ilişkilerinde yeniden iş birliği ve 
normalleşme arayışlarına girilmiştir. Bu bağlamda Alman kamuoyunun ikili 
ilişkilerde gerçek manada bir normalleşmenin ancak Almanya’nın FETÖ meselesinde somut adımlar atması ile mümkün olacağı noktasında ikna olduğuna dair emareler mevcuttur. Nitekim Alman devletince finanse edilen ve devlete danışmanlık yapan Berlin merkezli düşünce kuruluşu Bilim ve Politika Vakfı’nın Türkiye uzmanı Günter Seufert FETÖ’nün ikili ilişkilerde ciddi bir sorun 
oluşturduğunu belirtmekte ve Almanya’yı örgütle ilgili tutumunu gözden geçirmeye davet etmektedir. Almanya’nın örgüte yönelik tutumunun Türkiye’de 
hiçbir kesim tarafından kabul görmediğine değinen Seufert, Berlin yönetimini 
örgüte karşı daha mesafeli bir tavır takınması noktasında uyarmaktadır. Seufert’in FETÖ meselesinde Türk tarafının argümanlarının dinlenilmesi gerektiği yönündeki uyarısı oldukça önemlidir. FETÖ’nün kapalı iç organizasyon yapısının Alman kamuoyunda da biri açık diğeri gizli olmak üzere ikili bir ideolojik ve idari yapılanma şüphesi uyandırdığı görülmektedir. Bu noktada Seufert’in örgüte ait kurumların Alman devleti tarafından daha titizlikle mercek altına alınması yönünde yaptığı uyarı dikkat çekicidir.152 
Son dönemde ikili ilişkilerde gözlemlenen normalleşme arayışları çerçevesinde 
Alman tarafının Türkiye’nin FETÖ mensupları ile ilgili taleplerini ciddiye 
aldığı gözlemlenmektedir. Darbenin sivil aktörlerinden Adil Öksüz’ün Almanya’da bulunduğuna dair basındaki iddiaların ardından Türkiye Kasım 2017’de iade talepnamesi hazırlamıştır. Alman makamlarının 14 Kasım 2017’de Öksüz’ün ikamet yerinin tespitine yönelik başlattığı soruşturmanın halen devam ettiği bilgisi ise Alman Süddeustche Zeitung gazetesinin 24 Ocak 2018’deki haberinde gündeme getirilmiştir. Son yıllarda iyice gerilen Türk-Alman ilişkilerinin normalleşme sürecine girdiği bir dönemde gazetenin “Bir İyi Niyet Göstergesi” (Ein Zeichen des guten Willens) başlığıyla bu habere yer vermesi dikkat çekicidir. 

   3 Şubat 2018’de Der Spiegel dergisinde “Diplomatik Krize Neden Olacak 
Olay” (Diplomatischer Kriesenfall) başlığı ile bir yazı yayımlanmıştır. Yazıda Almanya’nın sahte pasaportlarla Yunanistan üzerinden Almanya’ya kaçan FETÖ 
mensubu eski Kara Harp Okulu Kurmay Başkanı Albay İlhami Polat, Yarbay Atakan A., askerler İbrahim Y. ve Hasan E.’ye iltica hakkı tanıdığı iddia edilmiştir. 

Batı Almanya’da bir kasabada yaşadığı belirtilen İlhami Polat der Spiegel’deki beyanında Alman İç İstihbarat Teşkilatı (Verfassungschutz) ve polisinin kendisine Almanya’da güvencede olduğu teminatını verdiğini belirtmiştir. Darbenin Fetullah Gülen’den gelen emirle gerçekleştirildiği Polat’ın eşi dahil pek çok şahidin ifadelerinde açıkça ortaya çıkmıştır. Fakat İlhami Polat Alman polisinin kendisini konuşmaması gerektiği noktasında uyardığını belirtmiş, dergi muhabirinin bu iddiaların doğru olup olmadığına yönelik sorusuna cevap vermekten kaçınmıştır. Makaleden anlaşıldığına göre Türkiye’den Almanya’ya kaçan darbeci subay ve albaylara yerleştirildikleri yurtların önüne polis araçları konuşlandırılarak özel koruma sağlanmıştır. Yazıda darbecilerin Türkiye’ye iadesinin insan hakları noktasındaki bazı kaygılardan dolayı mümkün olmadığı iddia edilmiştir. İnsan hakları örgütlerinin tüm uyarılarını ve Alman kamuoyundaki tepkileri kulak ardı ederek kaçak Afgan sığınmacıları can güvenliğinin bulunmadığı Afganistan’a geri gönderme kararı alan Almanya’nın FETÖ’cülere karşı sergilediği bu korumacı tavrın siyasi olduğu açıktır.153 Nitekim der Spiegel dergisi bu olayın Türkiye’de FETÖ ile Almanya arasında bir iş birliği olduğunu savunanların iddialarını güçlendireceğine ve son dönemde ilişkileri düzeltme arayışına giren iki ülke arasında yeni bir diplomatik krize neden olabileceğine dikkat çekmektedir.154 

10.CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

***

ALMANYA’DA FETÖ YAPILANMASI VE ALMANYA’NIN FETÖ POLITIKASI BÖLÜM 8

ALMANYA’DA FETÖ YAPILANMASI VE ALMANYA’NIN FETÖ POLITIKASI BÖLÜM 8



ALMANYA’NIN FETÖ POLITIKASI 

Almanya’nın FETÖ’ye yönelik politikasında iki önemli dönüm noktası göze çarpmaktadır: 

Bunlardan ilki 17-25 Aralık’ta örgütün Türkiye’de yargı organları ve 
emniyet teşkilatındaki mensupları üzerinden girişmiş olduğu darbenin başarısız 
olmasının ardından Türkiye Cumhuriyeti devletinin FETÖ’ye karşı başlatmış olduğu mücadeleye Berlin’in tepkisiyle ilgilidir. İkincisi ise 15 Temmuz darbe girişiminin arkasında FETÖ’nün Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içerisindeki mensuplarının yer aldığının anlaşılması karşısında Almanya’nın izlediği politikaya işaret etmektedir. Bu bölümde Berlin’in söz konusu iki gelişmeyle birlikte Türkiye Cumhuriyeti devletine açıkça savaş açan FETÖ konusundaki politikasının ne olduğu ele alınmıştır. Özellikle Türkiye’deki darbe girişimleri sonrasında Almanya’da FETÖ konusunda bir politika değişikliğinin söz konusu olup olmadığı ortaya konularak Berlin’in politikalarının nedenleri incelenmiştir. 

15 TEMMUZ’DAN ÖNCE 

Almanya’da muhafazakar Türklerin kurduğu birçok dernek ve vakıf Alman siyasetçiler tarafından şüpheyle karşılanırken FETÖ’ye ait kurumlar ya görmezden gelinmiş ya da açıktan desteklenmiştir.112 Özellikle eğitim alanında oldukça hassas olan ve muhafazakar Türk derneklerinin okul kurmalarının önüne çeşitli engeller çıkaran Almanya’nın, gizli gündemlerinin olduğu açık olan FETÖ’nün eğitim ku- rumlarına göz yumduğu ve desteklediği görülmektedir. Böylece FETÖ kısa bir süre içerisinde Almanya’da devlet tarafından tanınan çok sayıda okul ve dershane açmayı başarmıştır.113 Federal ve eyalet düzeyinde eğitim ve entegrasyon politikalarından sorumlu bazı siyasetçiler FETÖ’ye bağlı okulların göçmenlerin çocuklarını Alman eğitim kurumlarından daha iyi bir şekilde üniversiteye hazırladığını gerekçe göstererek örgütün eğitim faaliyetlerini desteklediklerini açıklamışlardır.114 

Alman basınının FETÖ’den ayrılan şahıslarla yaptığı mülakatlarda örgütün 
üyelerini farklı siyasi partilere üye olmaları konusunda teşvik ettiği bilgileri yer almaktadır.115 

Böylece FETÖ üyeleri Yeşiller, Hristiyan Demokratlar ve Sosyal Demokratlar 
arasına karışmaktadır. FETÖ’nün kurduğu ilişkiler ve lobi faaliyetleri sonucu 
bazı önemli Alman siyasetçilerin örgütün kültürlerarası diyalog derneklerinin 
danışma kurullarında görev aldıkları bilinmektedir. Bu dernekler vasıtasıyla FETÖ farklı zamanlarda Alman siyasetçilere çeşitli ödüller vererek yakın ilişkiler kurmak için lobi faaliyetleri yürütmektedir.116 Bunların arasında geçmişte bakanlık ve 1988- 1998 arasında Alman Federal Meclisinin Başkanlığını yapmış olan CDU üyesi Rita Süssmuth ve Yeşiller Partisi Milletvekili Omid Nouripour bulunmaktadır.117 Her iki siyasetçi de FETÖ’nün Almanya’daki faaliyetleri ile ilgili soru işaretleri ve kamuoyu baskısı nedeniyle 2014’te örgüte ait derneklerdeki görevlerinden istifa etmiştir. 

Bunların dışında çok sayıda Alman siyasetçi de FETÖ’ye bağlı dernek ve vakıfların düzenledikleri faaliyetlere katılarak destek vermişlerdir.118 
CDU partisinden Federal Eğitim Bakanı Johanna Wanka Ekim 2013’ten 
2015’in sonuna kadar FETÖ tarafından düzenlenen Pangea Matematik Olimpiyatları’nın hamiliğini üstlenmiştir.119 2015’ten sonra ise Johanna Wanka’nın da FETÖ ile ilgili artan soru işaretleri nedeniyle söz konusu organizasyonun hamiliğine devam etmediği anlaşılmaktadır. 

Ergenekon operasyonları çerçevesinde FETÖ mensubu polis ve hakimlerin 
örgüte muhalif bazı gazetecileri çeşitli kumpaslar kurarak mahkum etmeleri ile 
Almanya’da da FETÖ ve faaliyetleri ile ilgili ilk soru işaretlerinin ortaya çıktığı 
görülmektedir. Bu tarihten itibaren özellikle Almanya’daki sol gazeteler, partiler 
ve bunların içerisinde bulunan Türkiye kökenli milletvekilleri FETÖ’nün 
Almanya’daki faaliyetleri ile alakalı eleştirel bir tutum takınmıştır.120 FETÖ tarafından planlanan ve uygulanmaya çalışılan 17-25 Aralık darbe girişimi sonrasında ise örgüt ile ilgili soru işaretleri Almanya’daki bu çevreler arasında daha da artmıştır.121 

Bu durumun bir sonucu olarak 2014’te Baden-Württemberg Eyalet Parlamentosu Milletvekilleri Bernhard Lasotta ve Jörg Fritz, Gülen’e bağlı kuruluşların Baden-Württemberg Eyaleti’ndeki faaliyetleri ile alakalı tartışma başlatmıştır. Tartışma söz konusu eyaletin iç istihbarat birimi olan Anayasayı Koruma Teşkilatının Gülen’in Alman anayasal düzeni için bir tehdit olup olmadığı ile ilgili bir rapor hazırlamasıyla sonuçlanmıştır.122 

Söz konusu rapor Gülen’in ideolojisini ve Almanya’da ona bağlı kuruluşların 
faaliyetlerini incelemektedir. Rapor ilginç bir biçimde Gülen’in kitapları ve vaazlarında demokratik düzene aykırı fikirler ileri sürdüğünü tespit etmesine rağmen ona bağlı kuruluşların Almanya’da anayasal düzenin temel ilkelerini ortadan kaldırmak için planlı bir faaliyet içerisinde olmadığını iddia etmektedir. Rapor FETÖ’nün faaliyetlerinin Anayasayı Koruma Teşkilatı tarafından sürekli olarak gözetim altında tutulmasına gerek olmadığı yönünde bir tespitle bitirilmektedir.123

   Burada ilginç olan nokta neredeyse kırk yıldır Almanya’da faaliyet gösteren 
şiddete bulaşmamış Milli Görüş hareketini yıllardır sudan sebeplerle gözetim ve 
baskı altında tutan Alman makamlarının demokratik düzene aykırı fikirleri savunduğunu tespit ettikleri Gülen örgütünün faaliyetlerini göz ardı etmeleridir. 
Alman basınında FETÖ’nün faaliyetleri ile ilgili haberlerde örgütün gizli 
ve demokratik olmayan yapısı, ışık evlerindeki katı disiplin ve tek tipçi eğitim 
tarzı eleştirilmektedir. İlginç bir biçimde Türkiye’deki tartışmalara benzer şekilde bazı Alman uzmanlar FETÖ’nün Almanya’da paralel bir toplum inşa etmeye çalıştığını söylemektedir.124 

Artan tartışmalar sonucunda Alman Federal Meclisinde Sol Parti tarafından 19 
Mayıs 2016’da “Federal hükümetin Gülen Hareketi’ne Karşı Tutumu” adı altında bir soru önergesi verilmiştir.125 Soru önergesinde Şubat 2016’da Ankara’da başlayan bir davada Gülen ve 121 kişinin Türkiye’de hükümeti devirmek üzere paralel bir devlet inşa ettikleri ve silahlı terör örgütü kurmak suçundan yargılanmaya başladıkları belirtilmektedir. 

Buradan hareketle Federal hükümete Gülen ve faaliyetleri ile alakalı 
yirmi soru sorulmuştur. Alman hükümetinin bu soru önergesine verdiği cevap 15 Temmuz darbesi öncesinde FETÖ ile ilgili tutumunu özetlemektedir. 
Soru önergesinde şu hususlar dikkat çekmiştir: 

- Türkiye Cumhuriyeti yetkililerinin çeşitli vesilelerle Alman makamlarına 
FETÖ’nün faaliyetleri hakkında bilgi ve belgeler sunduğunun soru önergesine 
verilen cevapta ifade edilmesi 

- Federal hükümetin söz konusu bilgi ve belgelere rağmen FETÖ’yü bir terör 
örgütü olarak tanımlamaması 

- 17-25 Aralık ve sonrasında Türkiye’de yaşananların Federal hükümetin 
Gülen ve faaliyetlerine karşı tutumunda bir değişikliğe neden olmaması 
Yine söz konusu önergede dikkat çeken başka bir husus ise “Gülen ve takipçilerinin siyasi motiflerle Türk hükümeti tarafından takibat ve baskı altına alındığı konusunda Alman hükümetinin ne düşündüğü” sorusuna verilen cevaptır. Cevapta bu malumatın Almanya’nın siyasi maslahatı ve çıkarları gereği gizli istihbari bilgiler statüsünde olduğu belirtilerek yayımlanamayacağı ancak milletvekilleri tarafından görülebileceği açıklanmıştır. Soru önergesine verilen cevaplarda Federal hükümet yetkililerinin FETÖ temsilcileri ile çeşitli vesilelerle yaptığı görüşmelerde Türkiye’nin örgüte karşı attığı adımların da gündeme geldiği dile getirilmiştir. 

Bütün bu resme bakıldığında Federal Alman hükümetinin FETÖ ile arasına 
mesafe koymasına yetecek kadar bilgi ve belgenin Alman medyasında yer almasına ve muhalefet partilerinin örgütün antidemokratik yapısı hakkında dile getirdikleri eleştirilere rağmen örgütle alakalı kurum ve şahıslarla ilişkilerini ve pozitif tutumunu sürdürdüğü görülmektedir. 

Alman Parlamentosunun düşünce kuruluşu olan SWP’nin Türkiye uzmanı 
Günter Seufert’in bazı tespitleri Almanya’nın FETÖ politikasını anlamamız açısından bazı önemli ipuçları vermektedir. Seufert Almanya ve Türkiye’de FETÖ 
faaliyetlerini incelediği bir yazısının sonunda Türkiye’de yaşanan gelişmeler sonrasında zor durumda kalan Gülen ve takipçilerinin Almanya’ya entegre olma ve Alman makamları ile iş birliği yapma konusunda daha fazla istekli olacaklarını belirtmektedir. Seufert’e göre Almanya bu fırsatı kullanarak FETÖ’yü finansal, organizasyonel ve kurumsal açıdan daha fazla saydam olmaya zorlayabilir.126 

Sonuç olarak Almanya’da hem hükümet hem de uzmanların FETÖ ve illegal 
faaliyetleri hakkında yeterli derecede bilgi sahibi oldukları görülmektedir. Buna 
rağmen FETÖ’nün Alman hükümeti açısından siyaseten kullanışlı bir araç olduğu 
için korunduğu ve kollandığı anlaşılmaktadır. 

15 TEMMUZ’DAN SONRA 

15 Temmuz darbe girişiminin Almanya’nın FETÖ konusundaki politikasını nasıl 
etkilediği sorusu gündeme geldiğinde net bir şekilde şu tabloyla karşı karşıya kalıyoruz: 
Başta Başbakan Angela Merkel olmak üzere Alman hükümeti Türkiye’nin 
bu konudaki bütün açıklamalarına rağmen darbe girişimi ile FETÖ arasında bağ 
kurmaktan açık bir şekilde kaçınmaktadır. Almanya darbe girişiminin bu örgüt 
tarafından yapıldığını görmek istemediği gibi FETÖ’nün bir terör örgütü olduğunu da kabul etmemektedir. Bu noktada Almanya’nın FETÖ’nün bir terör örgütü olduğu ve 15 Temmuz darbesinin arkasında bulunduğuna dair Türkiye’de oluşmuş geniş toplumsal ve siyasi mutabakatı göz ardı ettiği görülmektedir. İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) ve Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) gibi kuruluşların FETÖ’yü terör örgütü olarak nitelendirerek Ankara’ya bu konudaki mücadelesinde destek vermelerine rağmen Almanya’nın FETÖ’yü terör örgütü olarak görmekten ve darbe ile ilişkisini kabul etmekten kaçınması, bu yapıya karşı mücadelesinde Türkiye’ye destek vermeye yanaşmak istemediğinin göstergesi olarak okunmuştur. Almanya’nın bu tutumu PKK konusunda Ankara-Berlin arasında yaşanan gerginliklerin FETÖ konusunda da yaşanabileceğini işaret etmektedir. PKK’yı da uzun süre terör örgütü olarak tanımak istemeyen Almanya, Türkiye’nin baskıları karşısında 1993’te bu örgütü yasaklamıştır. Ancak bu yasaklama kararına rağmen PKK diğer birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi Almanya’da da değişik isimler altında faaliyetlerini sürdürmeye, militan devşirmeye ve finansal kaynak toplamaya devam etmiştir. Ankara Berlin’in PKK’ya karşı müsamahalı tavrından şikayet etmiş ve NATO çatısı altında güvenlik ortaklığına sahip olduğu Almanya’yı bu terör örgütüne karşı mücadele konusunda yeterli destek vermemekle suçlamıştır.127 Bu yüzden FETÖ’nün gerçekleştirdiği darbe girişimi sonrasında Almanya’nın verdiği ilk tepkiler PKK konusunda Ankara ile Berlin arasında yaşanan sorunların tekrarlanabileceğini 
göstermiştir. 

Almanya’nın FETÖ konusunda bundan sonraki politikasını belirleyecek olan 
üç temel faktörden bahsedilebilir: İlk olarak Berlin’in Türkiye’de çok iyi örgütlenmiş, başta güvenlik kurumları olmak üzere bürokrasinin neredeyse tamamına sızmış ve finansal kapasitesi hayli yüksek olan bu örgütü Ankara’ya yönelik politikasında bir baskı aracı olarak kullanmak isteyip istemeyeceği FETÖ’ye yönelik politikaları açısından en belirleyici unsur olacaktır. PKK’nın da başta Almanya olmak üzere Batılı ülkeler tarafından Türkiye’yi kendi eksenlerinde tutacak bir manivela olarak sık sık kullanıldığı hatırlanırsa FETÖ konusundaki bu ihtimalin altının çizilmesi gerekir. 

İkinci olarak 1990’lardan beri Almanya’da güçlü bir şekilde örgütlenen Gülencilerin Alman siyaseti üzerindeki lobi gücü Berlin’in bundan sonraki FETÖ 
politikasının nasıl şekilleneceği konusunda etkili olacaktır. Örneğin Sol Parti 
ve Yeşiller başta olmak üzere PKK’nın Alman siyasetindeki uzantıları sebebiyle 
Berlin örgütün faaliyetlerine kısıtlama getirme konusunda yeterince aktif olamamıştır. Ayrıca PKK militanlarının eylem kapasitesi ve toplumu huzursuzluğa sürükleme ihtimali de Almanya’nın örgüte karşı toleranslı olmasının nedenleri arasındadır. FETÖ’nün Alman siyasetine ne kadar sızdığı ve güvenlik makamlarını endişelendirecek eylem kapasitesine sahip olup olmadığı Berlin’in bundan sonra örgüte yönelik politikasının nasıl şekilleneceği konusunda hesaba katılması gereken bir faktördür. 

Üçüncü olarak Ankara’dan FETÖ konusunda gelecek talep ve baskıların 
düzeyi de Berlin’in örgüte yönelik politikasında önemli etkiye sahip olacaktır. 
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti hükümetinin FETÖ’ye karşı mücadeleyi 
Türkiye’nin en öncelikli meselesi olarak gördükleri dikkate alındığında Berlin yönetiminin örgüte desteğinin Almanya’ya ve Türk-Alman ilişkilerine maliyeti çok ağır olacaktır. Darbe girişimi sonrasında Türkiye’nin FETÖ’nün dış bağlantıları konusunda dikkatini ABD’ye yönelttiği ve örgüt lideri Fetullah Gülen’in iadesi konusunda çok ısrarcı olduğu görülmektedir. Donald Trump’ın ABD başkanı seçilmesiyle birlikte bu konudaki beklentileri artan Ankara’nın Gülen ile birlikte örgütün diğer lider kadrosunun da Türkiye’ye iadesine yoğunlaşacağı öngörülebilir. 

Bu çerçevede Türkiye’nin, FETÖ’nün en güçlü örgütlendiği ülkelerin başında 
gelen Almanya’ya yönelik baskıyı artırması da söz konusu olacaktır. Gerek 17-25 Aralık süreci gerekse 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında FETÖ’nün çok sayıda üst düzey üyesinin Almanya’ya kaçtığı,128 burada bulunan bazı NATO görevlisi Türk subayların iltica başvurusunda bulunduğu düşünülürse129 bu kişilerin iadesi meselesinin Türk-Alman ilişkilerinin geleceği açısından önemli sonuçlar doğuracağı muhakkaktır. Ankara’nın artan iade talepleri karşısında Almanya’nın Türkiye ile ilişkilerinin bundan sonraki seyri konusundaki kararları Berlin yönetiminin FETÖ politikasının da yönünü belirleyecektir.

Bu genel tespitlerin ardından 15 Temmuz darbe girişimi sonrası Almanya’nın 
FETÖ konusunda nasıl bir politika izlediğini somut gelişmeler üzerinden okumak 
mümkündür. Öncelikle darbe girişimi konusunda Alman hükümeti ve medyasının tutumuna değinmekte yarar vardır. Bu tür önemli siyasi gelişmelerde verilen tepkilerin zamanı, açıklamaların içeriği ve kimler tarafından yapıldığının sembolik açıdan çok önemli olduğu bilinir. Fransa’da Paris saldırıları gerçekleştiğinde Türkiye dahil birçok ülke hemen tepki vererek saldırıları kınamış ve Paris’te düzenlenen anma törenlerine bizzat Başbakan Davutoğlu da katılarak güvenlik, kamu düzeni ve demokrasiyi hedef alan saldırılar karşısında Fransa’ya kayıtsız şartsız desteğini göstermiştir. 

15 Temmuz darbe girişimi karşısında Türkiye de doğal olarak Almanya ve 
diğer Batılı ülkelerden aynı dayanışmayı beklemiş ancak bu konuda çok rahatsız 
edici bir tavırla karşılaşmıştır. Almanya Başbakanı Merkel’in darbe girişimine 
dair ilk açıklaması 16 Temmuz’da darbenin başarısız olduğu anlaşıldıktan sonra 
gelmiştir. 15 Temmuz öncesindeki bir yıllık süreçte Türkiye’ye beş kez gelen Merkel darbe girişiminin üzerinden beş aydan fazla süre geçmesine rağmen destek ziyaretinde bulunmamıştır. Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier ise darbe girişiminden ancak üç ay sonra Türkiye’ye gelmiştir. Almanya ve diğer önemli Avrupa ülkelerinin bu tavrı Ankara’da darbe girişimine ve onun arkasındaki FETÖ’ye dolaylı destek olarak algılanmıştır. 

Almanya’nın 15 Temmuz hakkında yaptığı açıklamalarda darbeye yönelik 
eleştiri kadar Türkiye’ye yönelik uyarıların da öne çıkması130 Ankara’da rahatsızlık uyandırmıştır. Darbe girişimi sonrasında FETÖ’nün devlet birimlerindeki güçlü örgütlenmesi nedeniyle Türkiye uzun süre yeni bir saldırı tehdidi altında kalmıştır. Türkiye’nin muhtemel bir saldırıyı bertaraf etmeye yönelik operasyonları Berlin tarafından sürekli olarak eleştirilmiştir. Bu eleştiriler Almanya’nın örgüte dolaylı desteği olarak algılanmıştır. Alman medyası FETÖ’nün Türkiye için ne kadar büyük bir tehdit olduğunu anlamak istemeyerek Ankara’nın bu tehdide karşı atmış olduğu adımları diktatörlüğe gidiş olarak nitelendirmiştir. Bununla birlikte Alman medyasının Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hakarete varan ağır eleştiriler yönelten tutumu Merkel hükümetinin Türkiye politikasına da yansımış ve Ankara’ya yönelik eleştirilerinin artmasına yol açmıştır. Bu eleştiriler Türkiye’nin terör örgütlerine yönelik mücadelesine yeterince destek verilmeden yapıldığı için Ankara’da “iyi niyetli” olarak görülmemiştir.

Merkel 16 Temmuz’da Almanya saatiyle 15.30’da yaptığı açıklamada bir 
yandan darbeyi kınarken diğer yandan hukuk devleti vurgusu yapmıştır. Bu 
yersiz vurgu zaten açıklamanın gecikmesinden rahatsız olan Türkiye hükümeti 
için ayrı bir memnuniyetsizlik kaynağı olmuştur. Çünkü o saatlerde Batı medyasında Erdoğan ve AK Parti yönetimi aleyhine çok sayıda yayın yapılmaktadır. 

Darbecilere karşı devlet düzenini yeniden tesis etmeye çalışan hükümet ve 
darbeci askerlerin saldırısından yeni kurtulmuş Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yapılan “hukuk devleti” uyarısı Almanya ve diğer Batılı ülkelerin darbecileri korumaya yönelik bir girişimi olarak algılanmıştır. Sonraki günlerde ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin Türkiye’nin NATO üyeliğinin tehlikeye girebileceği 
yönündeki açıklamalarıyla birlikte düşünüldüğünde darbeci FETÖ ve diğer 
terör örgütleriyle mücadelede kritik bir dönemden geçen Türkiye’ye yönelik 
demokrasi ve hukuk devleti eleştirileri samimi görülmemiştir.131 Bu dönemde 
Türkiye’de ilan edilen olağanüstü hal (OHAL) uygulaması Alman basınında 
ağır bir şekilde eleştirilmiş ve bazı siyasetçiler de aynı dozda destek vermiştir. 
Benzer kaygıların daha uzun bir süredir OHAL uygulayan Fransa’ya yöneltilmemesi ise Ankara’da tepkiye yol açmıştır. 

Türkiye darbe karşısında kendisine desteğini geç açıklayan, hükümete hukuk 
devleti uyarısı yapıp darbenin arkasındaki FETÖ’ye dair herhangi bir şey söylemekten kaçınan, OHAL uygulamasını eleştiren, medyasıyla darbe sırasında ve sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı –çoğu zaman hakarete varan şekilde– eleştiren bir Almanya ile karşı karşıya kalmıştır. 

15 Temmuz darbe girişimiyle FETÖ bağlantısını kabul etmeye yanaşmayan 
Alman hükümeti Türkiye’nin bu yapıya mensup kişilerin iadesine yönelik 
taleplerine de olumsuz yaklaşmıştır. Türkiye Almanya’da bulunan FETÖ 
mensubu firari savcılar Zekeriya Öz ve Celal Kara’nın iadesine dair talepte 
bulunmuş ancak Alman makamları bu kişilerin Almanya’da bulunduğunu 
reddetmiştir. Söz konusu örgüt mensuplarının Berlin’de olduklarına dair medyada çıkan haberler üzerine Eylül sonunda Türkiye’nin Berlin Büyükelçiliği 
Öz ve Kara’nın yakalanarak Türkiye’ye iade edilmeleri için ilgili makamlara 
talebini yeniden iletmiştir.132 Ancak Berlin’in iade talebi karşısındaki tavrı 
Ankara’da ciddi rahatsızlığa yol açmıştır. Alman Adalet Bakanı Heiko Mass 
yaptığı açıklamada adli yardımlaşma konusunda ancak cinayet gibi ağır suçlarda 
Türkiye’den gelen talepleri dikkate aldıklarını ve siyasi nedenlerden dolayı 
gelen taleplere olumlu cevap vermeyeceklerini ifade etmiştir.133 Almanya 
FETÖ mensuplarının iadesine yönelik sergilediği isteksiz tavrına Türkiye’de 
insan hakları konusunda sorunlar olduğu iddiası ile meşruiyet kazandırmaya 
çalışmaktadır. Alman Adalet Bakanı’nın açıklamaları Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 
sert tepkisine yol açmıştır. Beştepe Millet Kongre ve Kültür Merkezi’nde 
yapılan bir törende konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Heiko Mass’ın iadeler 
konusundaki olumsuz tutumu ve “Türkiye’deki gelişmeleri kaygıyla izliyoruz” 
şeklindeki açıklamasına karşı “Biz de Almanya’nın bu yaklaşımını ve bu uygulamaları kaygıyla, dehşetle izliyoruz” ifadelerini kullanmıştır.134 Erdoğan 
Almanya’nın terör konusundaki genel tutumunu da şu şekilde eleştirmiştir: 
Almanya, biz sizin bu duruşunuzdan endişeleniyoruz. Siz şu anda teröre çanak tutuyorsunuz. 

Bu terör belası bumerang gibi gelip sizi de vuracaktır. Türkiye olarak 
bizim sizden bir beklentimiz yok ama siz teröre yataklık yapmaktan tarih boyunca anılacaksınız. DHKP-C, FETÖ gibi terör örgütlerinin mensuplarına yıllardır kol kanat geren Almanya’nın şimdi de ısrarla FETÖ’nün arka bahçesi haline dönüşmesi dolayısıyla biz de endişe ediyoruz.135 

Cumhurbaşkanı Erdoğan Almanya’nın PKK, FETÖ, DEAŞ ve Avrupa’daki 
ırkçı örgütlerle mücadele etmek yerine başka ülkelerin milli güvenlik hassasiyetlerini hiçe sayarak teröristlere kucak açan bir ülke haline gelmesini hayırlı görmediğini söyleyerek şu ifadeleri kullanmıştır: 
Şu anda teröristlerin barındığı önemli ülkelerden birisi haline gelmiştir Almanya. 
Bu kadar açık konuşuyorum. Halbuki bu ülkede Türklere yönelik çok sayıda ırkçı 
saldırı yapılıyor. Almanya’nın bu saldırıları önlemek yerine Türkiye’nin terörist olarak tanımladığı ve kendisinden istediği örgüt üyelerine sahip çıkmayı tercih etmesi kabul edilebilir bir durum değildir.136 

Cumhurbaşkanı Erdoğan Alman yetkililerinin FETÖ ile darbe arasındaki 
ilişkiyi görmek istemeyen tutumlarına karşı sert eleştirilerde bulunmuştur: 
Şayet Almanya FETÖ’nün terör örgütü olduğu konusunda şüphe ediyorsa buyursunlar ülkemize gelsinler, 15 Temmuz’da bombalanan Meclisimizi ziyaret etsinler. 

Bombalanan Özel Harekatı gezsinler, görsünler. Külliyemizin etrafında neler meydana geldi, bunu görsünler. Gecenin şahitleriyle konuşsunlar. Şehitlerimizin yakınlarıyla, gazilerimizle bir araya gelsinler. Hala hastanelerde yatan gazilerimiz var, onlarla konuşsunlar. Eğer buna rağmen FETÖ’yü terör örgütü olarak kabul etmezlerse anlarız ki niyetleri başkadır.137 

Almanya’nın FETÖ konusundaki “niyeti”nin ne olduğuna dair bir gösterge 
Baden-Württemberg Eyalet Hükümetinin tavrına da yansımıştır. Stuttgart Türkiye Başkonsolosu Ahmet Akıntı darbe girişimi sonrasında söz konusu eyaletin Anayasayı Koruma Teşkilatının raporunda FETÖ mensubu olduğunu tespit ettiği kuruluşların durumlarının değerlendirilmesini talep etmiştir. “Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın çok iyi bir araştırma yaptığını” söyleyen Akıntı FETÖ’ye ait okul, dershane, dernek ve şirketlerin tehlikeli olduğunu ifade etmiştir. Ancak Türkiye’nin bu talebi Baden-Württemberg Eyalet Hükümeti tarafından kabul edilmemiştir. 

Eyalet Başbakanı Winfried Kretschmann konunun kendi iç meseleleri 
olduğunu, başka ülkelerin Almanya’nın içişlerine karışmasına müsaade edilmeyeceğini açıklamıştır. Eyaletin İçişleri Bakanı Reinhold Gall da “bu tür listelerin bu şekilde suistimal edilmesinin kabul edilemez olduğunu” ifade etmiştir.138 Başbakan Kretschmann daha sonra yaptığı açıklamalarda Türkiye’deki darbe girişiminden “Gülen Hareketi”nin sorumlu olduğuna dair herhangi bir belge olmadığını ileri sürmüştür. Kretschman söz konusu kurumlardan başkalarının değil kendilerinin sorumlu olduğunu ve kendi ölçütlerine göre değerlendirmeye tabi tuttuklarını dile getirerek Türkiye’nin talebini karşılamayacaklarını yinelemiştir. 

Federal koalisyon hükümetinin büyük ortağı olan CDU’nun önemli isimlerinden 
Wolfgang Bosbach da Kretschmann’a destek vererek Türkiye’nin talebinin 
reddedilmesinin doğru olduğunu ifade etmiş ve darbecilerin iadesinin de söz 
konusu olmayacağını belirtmiştir. Başka birçok Alman siyasetçi gibi Bosbach da 
Erdoğan hakkında hakarete varan ifadeler kullanmış ve “otokratik yönetici” olarak tanımlamıştır. Bosbach “Erdoğan’ın Almanya’daki Türkleri ezmesine yardımcı olmayacaklarını” ifade etmiştir.139 Bu tavırlarıyla Bosbach da darbenin mağduru olan meşru hükümetin değil darbecilerin yanında olduğunu göstermiş ve ülkesindeki FETÖ mensuplarına sahip çıkmıştır. 

9.CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

***