16 Mart 2019 Cumartesi

ALMANYA’DA FETÖ YAPILANMASI VE ALMANYA’NIN FETÖ POLITIKASI BÖLÜM 8

ALMANYA’DA FETÖ YAPILANMASI VE ALMANYA’NIN FETÖ POLITIKASI BÖLÜM 8



ALMANYA’NIN FETÖ POLITIKASI 

Almanya’nın FETÖ’ye yönelik politikasında iki önemli dönüm noktası göze çarpmaktadır: 

Bunlardan ilki 17-25 Aralık’ta örgütün Türkiye’de yargı organları ve 
emniyet teşkilatındaki mensupları üzerinden girişmiş olduğu darbenin başarısız 
olmasının ardından Türkiye Cumhuriyeti devletinin FETÖ’ye karşı başlatmış olduğu mücadeleye Berlin’in tepkisiyle ilgilidir. İkincisi ise 15 Temmuz darbe girişiminin arkasında FETÖ’nün Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içerisindeki mensuplarının yer aldığının anlaşılması karşısında Almanya’nın izlediği politikaya işaret etmektedir. Bu bölümde Berlin’in söz konusu iki gelişmeyle birlikte Türkiye Cumhuriyeti devletine açıkça savaş açan FETÖ konusundaki politikasının ne olduğu ele alınmıştır. Özellikle Türkiye’deki darbe girişimleri sonrasında Almanya’da FETÖ konusunda bir politika değişikliğinin söz konusu olup olmadığı ortaya konularak Berlin’in politikalarının nedenleri incelenmiştir. 

15 TEMMUZ’DAN ÖNCE 

Almanya’da muhafazakar Türklerin kurduğu birçok dernek ve vakıf Alman siyasetçiler tarafından şüpheyle karşılanırken FETÖ’ye ait kurumlar ya görmezden gelinmiş ya da açıktan desteklenmiştir.112 Özellikle eğitim alanında oldukça hassas olan ve muhafazakar Türk derneklerinin okul kurmalarının önüne çeşitli engeller çıkaran Almanya’nın, gizli gündemlerinin olduğu açık olan FETÖ’nün eğitim ku- rumlarına göz yumduğu ve desteklediği görülmektedir. Böylece FETÖ kısa bir süre içerisinde Almanya’da devlet tarafından tanınan çok sayıda okul ve dershane açmayı başarmıştır.113 Federal ve eyalet düzeyinde eğitim ve entegrasyon politikalarından sorumlu bazı siyasetçiler FETÖ’ye bağlı okulların göçmenlerin çocuklarını Alman eğitim kurumlarından daha iyi bir şekilde üniversiteye hazırladığını gerekçe göstererek örgütün eğitim faaliyetlerini desteklediklerini açıklamışlardır.114 

Alman basınının FETÖ’den ayrılan şahıslarla yaptığı mülakatlarda örgütün 
üyelerini farklı siyasi partilere üye olmaları konusunda teşvik ettiği bilgileri yer almaktadır.115 

Böylece FETÖ üyeleri Yeşiller, Hristiyan Demokratlar ve Sosyal Demokratlar 
arasına karışmaktadır. FETÖ’nün kurduğu ilişkiler ve lobi faaliyetleri sonucu 
bazı önemli Alman siyasetçilerin örgütün kültürlerarası diyalog derneklerinin 
danışma kurullarında görev aldıkları bilinmektedir. Bu dernekler vasıtasıyla FETÖ farklı zamanlarda Alman siyasetçilere çeşitli ödüller vererek yakın ilişkiler kurmak için lobi faaliyetleri yürütmektedir.116 Bunların arasında geçmişte bakanlık ve 1988- 1998 arasında Alman Federal Meclisinin Başkanlığını yapmış olan CDU üyesi Rita Süssmuth ve Yeşiller Partisi Milletvekili Omid Nouripour bulunmaktadır.117 Her iki siyasetçi de FETÖ’nün Almanya’daki faaliyetleri ile ilgili soru işaretleri ve kamuoyu baskısı nedeniyle 2014’te örgüte ait derneklerdeki görevlerinden istifa etmiştir. 

Bunların dışında çok sayıda Alman siyasetçi de FETÖ’ye bağlı dernek ve vakıfların düzenledikleri faaliyetlere katılarak destek vermişlerdir.118 
CDU partisinden Federal Eğitim Bakanı Johanna Wanka Ekim 2013’ten 
2015’in sonuna kadar FETÖ tarafından düzenlenen Pangea Matematik Olimpiyatları’nın hamiliğini üstlenmiştir.119 2015’ten sonra ise Johanna Wanka’nın da FETÖ ile ilgili artan soru işaretleri nedeniyle söz konusu organizasyonun hamiliğine devam etmediği anlaşılmaktadır. 

Ergenekon operasyonları çerçevesinde FETÖ mensubu polis ve hakimlerin 
örgüte muhalif bazı gazetecileri çeşitli kumpaslar kurarak mahkum etmeleri ile 
Almanya’da da FETÖ ve faaliyetleri ile ilgili ilk soru işaretlerinin ortaya çıktığı 
görülmektedir. Bu tarihten itibaren özellikle Almanya’daki sol gazeteler, partiler 
ve bunların içerisinde bulunan Türkiye kökenli milletvekilleri FETÖ’nün 
Almanya’daki faaliyetleri ile alakalı eleştirel bir tutum takınmıştır.120 FETÖ tarafından planlanan ve uygulanmaya çalışılan 17-25 Aralık darbe girişimi sonrasında ise örgüt ile ilgili soru işaretleri Almanya’daki bu çevreler arasında daha da artmıştır.121 

Bu durumun bir sonucu olarak 2014’te Baden-Württemberg Eyalet Parlamentosu Milletvekilleri Bernhard Lasotta ve Jörg Fritz, Gülen’e bağlı kuruluşların Baden-Württemberg Eyaleti’ndeki faaliyetleri ile alakalı tartışma başlatmıştır. Tartışma söz konusu eyaletin iç istihbarat birimi olan Anayasayı Koruma Teşkilatının Gülen’in Alman anayasal düzeni için bir tehdit olup olmadığı ile ilgili bir rapor hazırlamasıyla sonuçlanmıştır.122 

Söz konusu rapor Gülen’in ideolojisini ve Almanya’da ona bağlı kuruluşların 
faaliyetlerini incelemektedir. Rapor ilginç bir biçimde Gülen’in kitapları ve vaazlarında demokratik düzene aykırı fikirler ileri sürdüğünü tespit etmesine rağmen ona bağlı kuruluşların Almanya’da anayasal düzenin temel ilkelerini ortadan kaldırmak için planlı bir faaliyet içerisinde olmadığını iddia etmektedir. Rapor FETÖ’nün faaliyetlerinin Anayasayı Koruma Teşkilatı tarafından sürekli olarak gözetim altında tutulmasına gerek olmadığı yönünde bir tespitle bitirilmektedir.123

   Burada ilginç olan nokta neredeyse kırk yıldır Almanya’da faaliyet gösteren 
şiddete bulaşmamış Milli Görüş hareketini yıllardır sudan sebeplerle gözetim ve 
baskı altında tutan Alman makamlarının demokratik düzene aykırı fikirleri savunduğunu tespit ettikleri Gülen örgütünün faaliyetlerini göz ardı etmeleridir. 
Alman basınında FETÖ’nün faaliyetleri ile ilgili haberlerde örgütün gizli 
ve demokratik olmayan yapısı, ışık evlerindeki katı disiplin ve tek tipçi eğitim 
tarzı eleştirilmektedir. İlginç bir biçimde Türkiye’deki tartışmalara benzer şekilde bazı Alman uzmanlar FETÖ’nün Almanya’da paralel bir toplum inşa etmeye çalıştığını söylemektedir.124 

Artan tartışmalar sonucunda Alman Federal Meclisinde Sol Parti tarafından 19 
Mayıs 2016’da “Federal hükümetin Gülen Hareketi’ne Karşı Tutumu” adı altında bir soru önergesi verilmiştir.125 Soru önergesinde Şubat 2016’da Ankara’da başlayan bir davada Gülen ve 121 kişinin Türkiye’de hükümeti devirmek üzere paralel bir devlet inşa ettikleri ve silahlı terör örgütü kurmak suçundan yargılanmaya başladıkları belirtilmektedir. 

Buradan hareketle Federal hükümete Gülen ve faaliyetleri ile alakalı 
yirmi soru sorulmuştur. Alman hükümetinin bu soru önergesine verdiği cevap 15 Temmuz darbesi öncesinde FETÖ ile ilgili tutumunu özetlemektedir. 
Soru önergesinde şu hususlar dikkat çekmiştir: 

- Türkiye Cumhuriyeti yetkililerinin çeşitli vesilelerle Alman makamlarına 
FETÖ’nün faaliyetleri hakkında bilgi ve belgeler sunduğunun soru önergesine 
verilen cevapta ifade edilmesi 

- Federal hükümetin söz konusu bilgi ve belgelere rağmen FETÖ’yü bir terör 
örgütü olarak tanımlamaması 

- 17-25 Aralık ve sonrasında Türkiye’de yaşananların Federal hükümetin 
Gülen ve faaliyetlerine karşı tutumunda bir değişikliğe neden olmaması 
Yine söz konusu önergede dikkat çeken başka bir husus ise “Gülen ve takipçilerinin siyasi motiflerle Türk hükümeti tarafından takibat ve baskı altına alındığı konusunda Alman hükümetinin ne düşündüğü” sorusuna verilen cevaptır. Cevapta bu malumatın Almanya’nın siyasi maslahatı ve çıkarları gereği gizli istihbari bilgiler statüsünde olduğu belirtilerek yayımlanamayacağı ancak milletvekilleri tarafından görülebileceği açıklanmıştır. Soru önergesine verilen cevaplarda Federal hükümet yetkililerinin FETÖ temsilcileri ile çeşitli vesilelerle yaptığı görüşmelerde Türkiye’nin örgüte karşı attığı adımların da gündeme geldiği dile getirilmiştir. 

Bütün bu resme bakıldığında Federal Alman hükümetinin FETÖ ile arasına 
mesafe koymasına yetecek kadar bilgi ve belgenin Alman medyasında yer almasına ve muhalefet partilerinin örgütün antidemokratik yapısı hakkında dile getirdikleri eleştirilere rağmen örgütle alakalı kurum ve şahıslarla ilişkilerini ve pozitif tutumunu sürdürdüğü görülmektedir. 

Alman Parlamentosunun düşünce kuruluşu olan SWP’nin Türkiye uzmanı 
Günter Seufert’in bazı tespitleri Almanya’nın FETÖ politikasını anlamamız açısından bazı önemli ipuçları vermektedir. Seufert Almanya ve Türkiye’de FETÖ 
faaliyetlerini incelediği bir yazısının sonunda Türkiye’de yaşanan gelişmeler sonrasında zor durumda kalan Gülen ve takipçilerinin Almanya’ya entegre olma ve Alman makamları ile iş birliği yapma konusunda daha fazla istekli olacaklarını belirtmektedir. Seufert’e göre Almanya bu fırsatı kullanarak FETÖ’yü finansal, organizasyonel ve kurumsal açıdan daha fazla saydam olmaya zorlayabilir.126 

Sonuç olarak Almanya’da hem hükümet hem de uzmanların FETÖ ve illegal 
faaliyetleri hakkında yeterli derecede bilgi sahibi oldukları görülmektedir. Buna 
rağmen FETÖ’nün Alman hükümeti açısından siyaseten kullanışlı bir araç olduğu 
için korunduğu ve kollandığı anlaşılmaktadır. 

15 TEMMUZ’DAN SONRA 

15 Temmuz darbe girişiminin Almanya’nın FETÖ konusundaki politikasını nasıl 
etkilediği sorusu gündeme geldiğinde net bir şekilde şu tabloyla karşı karşıya kalıyoruz: 
Başta Başbakan Angela Merkel olmak üzere Alman hükümeti Türkiye’nin 
bu konudaki bütün açıklamalarına rağmen darbe girişimi ile FETÖ arasında bağ 
kurmaktan açık bir şekilde kaçınmaktadır. Almanya darbe girişiminin bu örgüt 
tarafından yapıldığını görmek istemediği gibi FETÖ’nün bir terör örgütü olduğunu da kabul etmemektedir. Bu noktada Almanya’nın FETÖ’nün bir terör örgütü olduğu ve 15 Temmuz darbesinin arkasında bulunduğuna dair Türkiye’de oluşmuş geniş toplumsal ve siyasi mutabakatı göz ardı ettiği görülmektedir. İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) ve Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) gibi kuruluşların FETÖ’yü terör örgütü olarak nitelendirerek Ankara’ya bu konudaki mücadelesinde destek vermelerine rağmen Almanya’nın FETÖ’yü terör örgütü olarak görmekten ve darbe ile ilişkisini kabul etmekten kaçınması, bu yapıya karşı mücadelesinde Türkiye’ye destek vermeye yanaşmak istemediğinin göstergesi olarak okunmuştur. Almanya’nın bu tutumu PKK konusunda Ankara-Berlin arasında yaşanan gerginliklerin FETÖ konusunda da yaşanabileceğini işaret etmektedir. PKK’yı da uzun süre terör örgütü olarak tanımak istemeyen Almanya, Türkiye’nin baskıları karşısında 1993’te bu örgütü yasaklamıştır. Ancak bu yasaklama kararına rağmen PKK diğer birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi Almanya’da da değişik isimler altında faaliyetlerini sürdürmeye, militan devşirmeye ve finansal kaynak toplamaya devam etmiştir. Ankara Berlin’in PKK’ya karşı müsamahalı tavrından şikayet etmiş ve NATO çatısı altında güvenlik ortaklığına sahip olduğu Almanya’yı bu terör örgütüne karşı mücadele konusunda yeterli destek vermemekle suçlamıştır.127 Bu yüzden FETÖ’nün gerçekleştirdiği darbe girişimi sonrasında Almanya’nın verdiği ilk tepkiler PKK konusunda Ankara ile Berlin arasında yaşanan sorunların tekrarlanabileceğini 
göstermiştir. 

Almanya’nın FETÖ konusunda bundan sonraki politikasını belirleyecek olan 
üç temel faktörden bahsedilebilir: İlk olarak Berlin’in Türkiye’de çok iyi örgütlenmiş, başta güvenlik kurumları olmak üzere bürokrasinin neredeyse tamamına sızmış ve finansal kapasitesi hayli yüksek olan bu örgütü Ankara’ya yönelik politikasında bir baskı aracı olarak kullanmak isteyip istemeyeceği FETÖ’ye yönelik politikaları açısından en belirleyici unsur olacaktır. PKK’nın da başta Almanya olmak üzere Batılı ülkeler tarafından Türkiye’yi kendi eksenlerinde tutacak bir manivela olarak sık sık kullanıldığı hatırlanırsa FETÖ konusundaki bu ihtimalin altının çizilmesi gerekir. 

İkinci olarak 1990’lardan beri Almanya’da güçlü bir şekilde örgütlenen Gülencilerin Alman siyaseti üzerindeki lobi gücü Berlin’in bundan sonraki FETÖ 
politikasının nasıl şekilleneceği konusunda etkili olacaktır. Örneğin Sol Parti 
ve Yeşiller başta olmak üzere PKK’nın Alman siyasetindeki uzantıları sebebiyle 
Berlin örgütün faaliyetlerine kısıtlama getirme konusunda yeterince aktif olamamıştır. Ayrıca PKK militanlarının eylem kapasitesi ve toplumu huzursuzluğa sürükleme ihtimali de Almanya’nın örgüte karşı toleranslı olmasının nedenleri arasındadır. FETÖ’nün Alman siyasetine ne kadar sızdığı ve güvenlik makamlarını endişelendirecek eylem kapasitesine sahip olup olmadığı Berlin’in bundan sonra örgüte yönelik politikasının nasıl şekilleneceği konusunda hesaba katılması gereken bir faktördür. 

Üçüncü olarak Ankara’dan FETÖ konusunda gelecek talep ve baskıların 
düzeyi de Berlin’in örgüte yönelik politikasında önemli etkiye sahip olacaktır. 
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti hükümetinin FETÖ’ye karşı mücadeleyi 
Türkiye’nin en öncelikli meselesi olarak gördükleri dikkate alındığında Berlin yönetiminin örgüte desteğinin Almanya’ya ve Türk-Alman ilişkilerine maliyeti çok ağır olacaktır. Darbe girişimi sonrasında Türkiye’nin FETÖ’nün dış bağlantıları konusunda dikkatini ABD’ye yönelttiği ve örgüt lideri Fetullah Gülen’in iadesi konusunda çok ısrarcı olduğu görülmektedir. Donald Trump’ın ABD başkanı seçilmesiyle birlikte bu konudaki beklentileri artan Ankara’nın Gülen ile birlikte örgütün diğer lider kadrosunun da Türkiye’ye iadesine yoğunlaşacağı öngörülebilir. 

Bu çerçevede Türkiye’nin, FETÖ’nün en güçlü örgütlendiği ülkelerin başında 
gelen Almanya’ya yönelik baskıyı artırması da söz konusu olacaktır. Gerek 17-25 Aralık süreci gerekse 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında FETÖ’nün çok sayıda üst düzey üyesinin Almanya’ya kaçtığı,128 burada bulunan bazı NATO görevlisi Türk subayların iltica başvurusunda bulunduğu düşünülürse129 bu kişilerin iadesi meselesinin Türk-Alman ilişkilerinin geleceği açısından önemli sonuçlar doğuracağı muhakkaktır. Ankara’nın artan iade talepleri karşısında Almanya’nın Türkiye ile ilişkilerinin bundan sonraki seyri konusundaki kararları Berlin yönetiminin FETÖ politikasının da yönünü belirleyecektir.

Bu genel tespitlerin ardından 15 Temmuz darbe girişimi sonrası Almanya’nın 
FETÖ konusunda nasıl bir politika izlediğini somut gelişmeler üzerinden okumak 
mümkündür. Öncelikle darbe girişimi konusunda Alman hükümeti ve medyasının tutumuna değinmekte yarar vardır. Bu tür önemli siyasi gelişmelerde verilen tepkilerin zamanı, açıklamaların içeriği ve kimler tarafından yapıldığının sembolik açıdan çok önemli olduğu bilinir. Fransa’da Paris saldırıları gerçekleştiğinde Türkiye dahil birçok ülke hemen tepki vererek saldırıları kınamış ve Paris’te düzenlenen anma törenlerine bizzat Başbakan Davutoğlu da katılarak güvenlik, kamu düzeni ve demokrasiyi hedef alan saldırılar karşısında Fransa’ya kayıtsız şartsız desteğini göstermiştir. 

15 Temmuz darbe girişimi karşısında Türkiye de doğal olarak Almanya ve 
diğer Batılı ülkelerden aynı dayanışmayı beklemiş ancak bu konuda çok rahatsız 
edici bir tavırla karşılaşmıştır. Almanya Başbakanı Merkel’in darbe girişimine 
dair ilk açıklaması 16 Temmuz’da darbenin başarısız olduğu anlaşıldıktan sonra 
gelmiştir. 15 Temmuz öncesindeki bir yıllık süreçte Türkiye’ye beş kez gelen Merkel darbe girişiminin üzerinden beş aydan fazla süre geçmesine rağmen destek ziyaretinde bulunmamıştır. Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier ise darbe girişiminden ancak üç ay sonra Türkiye’ye gelmiştir. Almanya ve diğer önemli Avrupa ülkelerinin bu tavrı Ankara’da darbe girişimine ve onun arkasındaki FETÖ’ye dolaylı destek olarak algılanmıştır. 

Almanya’nın 15 Temmuz hakkında yaptığı açıklamalarda darbeye yönelik 
eleştiri kadar Türkiye’ye yönelik uyarıların da öne çıkması130 Ankara’da rahatsızlık uyandırmıştır. Darbe girişimi sonrasında FETÖ’nün devlet birimlerindeki güçlü örgütlenmesi nedeniyle Türkiye uzun süre yeni bir saldırı tehdidi altında kalmıştır. Türkiye’nin muhtemel bir saldırıyı bertaraf etmeye yönelik operasyonları Berlin tarafından sürekli olarak eleştirilmiştir. Bu eleştiriler Almanya’nın örgüte dolaylı desteği olarak algılanmıştır. Alman medyası FETÖ’nün Türkiye için ne kadar büyük bir tehdit olduğunu anlamak istemeyerek Ankara’nın bu tehdide karşı atmış olduğu adımları diktatörlüğe gidiş olarak nitelendirmiştir. Bununla birlikte Alman medyasının Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hakarete varan ağır eleştiriler yönelten tutumu Merkel hükümetinin Türkiye politikasına da yansımış ve Ankara’ya yönelik eleştirilerinin artmasına yol açmıştır. Bu eleştiriler Türkiye’nin terör örgütlerine yönelik mücadelesine yeterince destek verilmeden yapıldığı için Ankara’da “iyi niyetli” olarak görülmemiştir.

Merkel 16 Temmuz’da Almanya saatiyle 15.30’da yaptığı açıklamada bir 
yandan darbeyi kınarken diğer yandan hukuk devleti vurgusu yapmıştır. Bu 
yersiz vurgu zaten açıklamanın gecikmesinden rahatsız olan Türkiye hükümeti 
için ayrı bir memnuniyetsizlik kaynağı olmuştur. Çünkü o saatlerde Batı medyasında Erdoğan ve AK Parti yönetimi aleyhine çok sayıda yayın yapılmaktadır. 

Darbecilere karşı devlet düzenini yeniden tesis etmeye çalışan hükümet ve 
darbeci askerlerin saldırısından yeni kurtulmuş Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yapılan “hukuk devleti” uyarısı Almanya ve diğer Batılı ülkelerin darbecileri korumaya yönelik bir girişimi olarak algılanmıştır. Sonraki günlerde ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin Türkiye’nin NATO üyeliğinin tehlikeye girebileceği 
yönündeki açıklamalarıyla birlikte düşünüldüğünde darbeci FETÖ ve diğer 
terör örgütleriyle mücadelede kritik bir dönemden geçen Türkiye’ye yönelik 
demokrasi ve hukuk devleti eleştirileri samimi görülmemiştir.131 Bu dönemde 
Türkiye’de ilan edilen olağanüstü hal (OHAL) uygulaması Alman basınında 
ağır bir şekilde eleştirilmiş ve bazı siyasetçiler de aynı dozda destek vermiştir. 
Benzer kaygıların daha uzun bir süredir OHAL uygulayan Fransa’ya yöneltilmemesi ise Ankara’da tepkiye yol açmıştır. 

Türkiye darbe karşısında kendisine desteğini geç açıklayan, hükümete hukuk 
devleti uyarısı yapıp darbenin arkasındaki FETÖ’ye dair herhangi bir şey söylemekten kaçınan, OHAL uygulamasını eleştiren, medyasıyla darbe sırasında ve sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı –çoğu zaman hakarete varan şekilde– eleştiren bir Almanya ile karşı karşıya kalmıştır. 

15 Temmuz darbe girişimiyle FETÖ bağlantısını kabul etmeye yanaşmayan 
Alman hükümeti Türkiye’nin bu yapıya mensup kişilerin iadesine yönelik 
taleplerine de olumsuz yaklaşmıştır. Türkiye Almanya’da bulunan FETÖ 
mensubu firari savcılar Zekeriya Öz ve Celal Kara’nın iadesine dair talepte 
bulunmuş ancak Alman makamları bu kişilerin Almanya’da bulunduğunu 
reddetmiştir. Söz konusu örgüt mensuplarının Berlin’de olduklarına dair medyada çıkan haberler üzerine Eylül sonunda Türkiye’nin Berlin Büyükelçiliği 
Öz ve Kara’nın yakalanarak Türkiye’ye iade edilmeleri için ilgili makamlara 
talebini yeniden iletmiştir.132 Ancak Berlin’in iade talebi karşısındaki tavrı 
Ankara’da ciddi rahatsızlığa yol açmıştır. Alman Adalet Bakanı Heiko Mass 
yaptığı açıklamada adli yardımlaşma konusunda ancak cinayet gibi ağır suçlarda 
Türkiye’den gelen talepleri dikkate aldıklarını ve siyasi nedenlerden dolayı 
gelen taleplere olumlu cevap vermeyeceklerini ifade etmiştir.133 Almanya 
FETÖ mensuplarının iadesine yönelik sergilediği isteksiz tavrına Türkiye’de 
insan hakları konusunda sorunlar olduğu iddiası ile meşruiyet kazandırmaya 
çalışmaktadır. Alman Adalet Bakanı’nın açıklamaları Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 
sert tepkisine yol açmıştır. Beştepe Millet Kongre ve Kültür Merkezi’nde 
yapılan bir törende konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Heiko Mass’ın iadeler 
konusundaki olumsuz tutumu ve “Türkiye’deki gelişmeleri kaygıyla izliyoruz” 
şeklindeki açıklamasına karşı “Biz de Almanya’nın bu yaklaşımını ve bu uygulamaları kaygıyla, dehşetle izliyoruz” ifadelerini kullanmıştır.134 Erdoğan 
Almanya’nın terör konusundaki genel tutumunu da şu şekilde eleştirmiştir: 
Almanya, biz sizin bu duruşunuzdan endişeleniyoruz. Siz şu anda teröre çanak tutuyorsunuz. 

Bu terör belası bumerang gibi gelip sizi de vuracaktır. Türkiye olarak 
bizim sizden bir beklentimiz yok ama siz teröre yataklık yapmaktan tarih boyunca anılacaksınız. DHKP-C, FETÖ gibi terör örgütlerinin mensuplarına yıllardır kol kanat geren Almanya’nın şimdi de ısrarla FETÖ’nün arka bahçesi haline dönüşmesi dolayısıyla biz de endişe ediyoruz.135 

Cumhurbaşkanı Erdoğan Almanya’nın PKK, FETÖ, DEAŞ ve Avrupa’daki 
ırkçı örgütlerle mücadele etmek yerine başka ülkelerin milli güvenlik hassasiyetlerini hiçe sayarak teröristlere kucak açan bir ülke haline gelmesini hayırlı görmediğini söyleyerek şu ifadeleri kullanmıştır: 
Şu anda teröristlerin barındığı önemli ülkelerden birisi haline gelmiştir Almanya. 
Bu kadar açık konuşuyorum. Halbuki bu ülkede Türklere yönelik çok sayıda ırkçı 
saldırı yapılıyor. Almanya’nın bu saldırıları önlemek yerine Türkiye’nin terörist olarak tanımladığı ve kendisinden istediği örgüt üyelerine sahip çıkmayı tercih etmesi kabul edilebilir bir durum değildir.136 

Cumhurbaşkanı Erdoğan Alman yetkililerinin FETÖ ile darbe arasındaki 
ilişkiyi görmek istemeyen tutumlarına karşı sert eleştirilerde bulunmuştur: 
Şayet Almanya FETÖ’nün terör örgütü olduğu konusunda şüphe ediyorsa buyursunlar ülkemize gelsinler, 15 Temmuz’da bombalanan Meclisimizi ziyaret etsinler. 

Bombalanan Özel Harekatı gezsinler, görsünler. Külliyemizin etrafında neler meydana geldi, bunu görsünler. Gecenin şahitleriyle konuşsunlar. Şehitlerimizin yakınlarıyla, gazilerimizle bir araya gelsinler. Hala hastanelerde yatan gazilerimiz var, onlarla konuşsunlar. Eğer buna rağmen FETÖ’yü terör örgütü olarak kabul etmezlerse anlarız ki niyetleri başkadır.137 

Almanya’nın FETÖ konusundaki “niyeti”nin ne olduğuna dair bir gösterge 
Baden-Württemberg Eyalet Hükümetinin tavrına da yansımıştır. Stuttgart Türkiye Başkonsolosu Ahmet Akıntı darbe girişimi sonrasında söz konusu eyaletin Anayasayı Koruma Teşkilatının raporunda FETÖ mensubu olduğunu tespit ettiği kuruluşların durumlarının değerlendirilmesini talep etmiştir. “Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın çok iyi bir araştırma yaptığını” söyleyen Akıntı FETÖ’ye ait okul, dershane, dernek ve şirketlerin tehlikeli olduğunu ifade etmiştir. Ancak Türkiye’nin bu talebi Baden-Württemberg Eyalet Hükümeti tarafından kabul edilmemiştir. 

Eyalet Başbakanı Winfried Kretschmann konunun kendi iç meseleleri 
olduğunu, başka ülkelerin Almanya’nın içişlerine karışmasına müsaade edilmeyeceğini açıklamıştır. Eyaletin İçişleri Bakanı Reinhold Gall da “bu tür listelerin bu şekilde suistimal edilmesinin kabul edilemez olduğunu” ifade etmiştir.138 Başbakan Kretschmann daha sonra yaptığı açıklamalarda Türkiye’deki darbe girişiminden “Gülen Hareketi”nin sorumlu olduğuna dair herhangi bir belge olmadığını ileri sürmüştür. Kretschman söz konusu kurumlardan başkalarının değil kendilerinin sorumlu olduğunu ve kendi ölçütlerine göre değerlendirmeye tabi tuttuklarını dile getirerek Türkiye’nin talebini karşılamayacaklarını yinelemiştir. 

Federal koalisyon hükümetinin büyük ortağı olan CDU’nun önemli isimlerinden 
Wolfgang Bosbach da Kretschmann’a destek vererek Türkiye’nin talebinin 
reddedilmesinin doğru olduğunu ifade etmiş ve darbecilerin iadesinin de söz 
konusu olmayacağını belirtmiştir. Başka birçok Alman siyasetçi gibi Bosbach da 
Erdoğan hakkında hakarete varan ifadeler kullanmış ve “otokratik yönetici” olarak tanımlamıştır. Bosbach “Erdoğan’ın Almanya’daki Türkleri ezmesine yardımcı olmayacaklarını” ifade etmiştir.139 Bu tavırlarıyla Bosbach da darbenin mağduru olan meşru hükümetin değil darbecilerin yanında olduğunu göstermiş ve ülkesindeki FETÖ mensuplarına sahip çıkmıştır. 

9.CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder