29 Ocak 2019 Salı

12 MART 1971 MUHTIRASI ARAŞTIRMA RAPORU. BÖLÜM 30

12 MART 1971 MUHTIRASI ARAŞTIRMA RAPORU. BÖLÜM 30



12 MART’TAN 12 EYLÜL’E OLAYLAR KRONOLOJİSİ. 651 


1966 

15 Mart 1966: Genelkurmay Başkanlığı’na Orgeneral Cemal Tural atandı. 

20 Mart 1966: İstanbul’da, Milli Talebe Birliği tarafından komünizmi telin ve uyarma mitingi yapıldı. 

25 Mart 1966: Amerika’da 46 günden beri komada bulunan Cumhurbaşkanı Gürsel, Türkiye’ye getirildi. 

26 Mart 1966: Başbakanlığın isteği üzerine Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nde toplanan 37 kişilik ‘Müşterek Sıhhi Kurul’ iki rapor düzenledi: “Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel görevine devam edemez. Vücut ölmüştür.” 

28 Mart 1966: Kontenjan senatörü Cevdet Sunay Cumhurbaşkanı seçildi. (Cevdet Sunay 461 oy, Alparslan Türkeş 11 oy, Boş 47) 

8 Nisan 1966: İzmir’de ‘Atatürk Heykeli’ne balta ile saldırı yapıldı. 

9 Nisan 1966: Atatürk Heykeli’ne yapılan saldırı nedeniyle, Ankara ve İstanbul’da büyük birer miting ve yürüyüş düzenlendi. 

20 Nisan1966: Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Orgeneral Refet Ülgenalp gençleri uyardı: “Gençlik teşekküllerinin bugünkü tutumlarını memleket hayrına gidiş istikametinde görmüyorum. Biraz açık fikirlilik komünistlik, biraz muhafazakârlık ise gericilik! Olmaz böyle şey. Bu memleketi sakallı keçiler ve keçi sakallılar kemiriyor, biri ormanları, diğeri cemiyetin bünyesini.” 

5 Mayıs 1966: Türkiye’de ABD üsleriyle ilgili görüşmeler başladı. 

7 Mayıs 1966: Cumhuriyet tarihinde ilk defa polis, gece vakti TBMM’nde arama yaptı. 

2 Haziran 1966: Kayseri’de Türkiye İşçi Partisi (TIP) İl merkezi tahrip edildi. 

31 Ağustos 1966: Danıştay kararını uygulamayan Çorum Belediye Başkanı’nı protesto amacıyla “Ölüm yürüyüşü”ne çıkan ve 34 günde 716 kilometre yürüyen temizlik işçileri İstanbul’a ulaştılar. 

14 Eylül 1966: Eski Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel öldü. (219 gün komada kaldı.) 

8 Ekim 1966: İnönü, Ankara İl Kongresi’nde konuştu: ‘CHP’nin ortanın solunda 
bulunduğunu ve aşırı sola karşı olduğunu’ belirtti. 

17 Ekim 1966: CHP 18. Kurultayı’nda, İsmet İnönü 929 oyla tekrar Genel Başkanlığa seçildi. Kasım Gülek 230 oy aldı. 

24 Ekim 1966: Bülent Ecevit, CHP Genel Sekreteri seçildi. 

12 Kasım 1966: Ankara’da Türk-İş ve bazı öğrenci kuruluşları tarafından ‘Amerika’yı Telin’ mitingi düzenlendi. 

13 Kasım 1966: Adana’da halk, Amerikalılara ait binalara saldırdı. 

2 Aralık 1966: Başbakan Demirel konuştu: “... Ordu, mektep ve camii rahat bırakın.” 


1967 


25 Ocak 1967: Genelkurmay Başkanı Tural, Orduya devrimlerin korunmasıyla ilgili bir genelge gönderdi. Bu genelge politik havayı bir hayli etkiledi. Meclis’te tartışmalara yol açtı. 

21 Nisan 1967: Yunanistan’da darbe. Ordu ile anlaşan Kral, siyasi liderleri tutukladı ve yeni bir hükümet kuruldu. (Albaylar Cuntası olarak adlandırılır.) 

28 Nisan 1967: 19. CHP Kurultayı toplandı. İnönü: ”Sosyalizmi aşama olarak kabul eden komünistlerle hiç bir ilgimiz yoktur.” Kurultayda sert tartışmalar oldu, 48 Milletvekili ve Senatör CHP’den istifa etti. İnönü: ”Asıl çalışma şimdi başlıyor.” dedi. 

12 Mayıs 1967: Prof. Turhan Feyzioğlu başkanlığında Güven Partisi kuruldu. İnönü: “Demek ki, güvene ihtiyaçları var” dedi. 

19 Eylül 1967: Başbakan Demirel, Sovyet Hükümetinin gönderdiği özel bir uçakla Moskova’ya gitti. Sovyet Başbakanı Kosigin ile görüşmelere başlandı. 

7 Ekim 1967: İstanbul Boğazı’nda demirleyen 6. Filoya ait denizciler, yapılan miting dolayısıyla karaya çıkartılmadılar. 

1 Kasım 1967: Kıbrıs Türk Cemaati Meclis Başkanı Rauf Denktaş’ın 21 Ekim günü Ada’ya çıktığı ve bir ihbar neticesi 31 Ekim’de yakalandığı öğrenildi. Rauf Denktaş’ın geri verilmesi istendi. 

12 Kasım 1967: İstanbul ve Ankara’da Denktaş’ın tutukluluğunun sürdürülmesi 
dolayısıyla mitingler düzenlendi. Gençler polisle çatıştı. Kıbrıslı lider Rauf Denktaş serbest bırakıldı ve Türkiye’ye döndü. 

16 Kasım 1967: Kıbrıs’ta Rumlar yeniden saldırıya geçtiler. 24 Türk şehit edildi. Bazı köylerimiz işgal edildi. Türkiye’de yapılan mitinglerde gençler, Demirel istifa! diye yürüdüler. 

17 Kasım 1967: Kıbrıs’taki vahim durum üzerine TBMM’de 18 saat süren gizli görüşme yapıldı. Hükümete Silahlı Kuvvetleri kullanma yetkisi verildi. (Evet: 432, Boş: 2, Hayır: 1) 

18 Kasım 1967: Jetlerimiz Kıbrıs üzerinde alçak uçuş yapıyor. Savaş gemilerimiz Girne açıklarında bekliyor. Genel Kurmay Başkanı Tural halka yaptığı açıklamada: Hareket halindeyiz. Herhangi bir endişeniz olmasın dedi. 

20 Kasım 1967: ABD Başkanı Johnson gönderdiği bir mektupla, NATO’ya ait silah ve teçhizatı kullanmayın uyarısında bulundu. Yunanistan Adaya asker yığmaya devam ediyor. Türkiye’nin her yerinde mitingler düzenleniyor. Türk Silahlı Kuvvetlerinin göze çarpan hazırlıkları var. 

23 Kasım 1967: Bakanlar Kurulu bir bildiri yayınladı: “Müdahalede kararlıyız!” 

27 Kasım 1967: Sovyet Büyükelçisi Smirnov kendi isteğiyle Çağlayangil ile 55 dakika süren bir görüşme yaptı. Yaptığı açıklamada: Antlaşmalara aykırı olarak Adaya sokulan askerlerin çıkarılmasını istiyoruz dedi. 

28 Kasım 1967: Gerginlik doruk noktasında. Savaş gemilerimiz Kıbrıs karasularına girdi ve geri döndü. 

29 Kasım 1967: Yunanistan, Kıbrıs hakkındaki Türk şartlarını kabul etti. Buhran giderildi. Yunan ordusunda alarm kaldırıldı. Türk jetleri Kıbrıs’ta Makarios’un sarayı üzerinde uçtular. Demirel: “... Durumun salaha (barış) doğru gitmesi ümidi görülüyor” dedi. 

29 Aralık 1967: Kıbrıs’ta geçici Türk yönetimi ilan edildi. Adada Türk Cemaatinin tabi olacağı 19 prensip açıklandı. 

1968 

24 Ocak 1968: İnönü’nün Konya CHP Kongresi’ne gönderdiği mesaj: “... En büyük tehlike irticadır...” 

7 Şubat 1968: Kozlu ve Zonguldak’ta işçiler sendika binalarına saldırdılar. 

24 Şubat 1968: Ankara’da yapılan ‘Anayasa Mitingi’nde olaylar çıktı. 

25 Şubat 1968: İstanbul’da ‘Uyanış Mitingi’ yapıldı. 

1 Mart 1968: Seçimlerde bakiye usulünün kaldırılmasına dair kanun kabul edildi. CHP ve TIP meclisi terketti. CHP genel Başkanı İsmet İnönü: ” Bu çeşit vicdan hürriyeti anlayışı, memleketi bir vatandaş çatışmasına götürmektedir. Endişe ediyoruz.” TİP Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar: “ Hükümet üyelerinden rica ediyorum. Bu kanunu geri alınız. Aksi halde demokrasinin başına geleceklerden siz sorumlusunuz.” AP Genel Başkanı ve Başbakan Süleyman Demirel: “CHP, milli bakiyeyi, küçük partileri koltuk değneği halinde kullanarak memleketi koalisyonlarla idare etmek için getirmiştir.” 

3 Mart 1968: İstanbul’da ‘Şahlanış Mitingi’ yapıldı. 

9 Mart 1968: AIESEC’in 20. Genel Kurul açılış töreninde Başbakan adına konuşan Devlet Bakanı Seyfi Oztürk’ün konuşması üniversite öğrenciler tarafından devamlı surette kesildi ve konuşması ‘Dağ başını duman almış’ marşıyla anlaşılmaz bir hale getirildi. Oğrencilerin bir kısmı tutuklandı. 

30 Mart 1968: Ankara’da ‘Milli Şahlanış Mitingi’ yapıldı. 

24 Nisan 1968: İstanbul Teknik Üniversitesi Makine Fakültesi Dekanı Prof. Saffet Müftüoğlu, bir öğrenci tarafından bıçaklanarak öldürüldü. 

6 Mayıs 1968: Anayasa Mahkemesi, Seçim Kanununda yer alan ‘Barajlı D’Hont’ 
sistemini, ‘demokratik düzen niteliğini önler’ gerekçesiyle iptal etti. 

2 Haziran 1968: Ara seçimler yapıldı. AP: 5 milletvekilliği, 38 senatörlük, CHP: 13 senatörlük, MP: 1 senatörlük, GP: 1 senatörlük kazandı. Seçimler esnasında kanlı olaylar oldu. 

10 Haziran 1968: Reformların hemen gerçekleşmesini isteyen Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi öğrencileri, fakülte binasını işgal ettiler. 

11 Haziran 1968: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencileri, fakülteyi işgal ettiler. 

12 Haziran 1968: İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencileri, fakülteyi işgal ettiler. 

13 Haziran 1968: Boykot ve işgal olayları bütün üniversite ve okullara yayıldı. 

Yer yer polisle silahlı çatışmalar da yaşandı. 

17 Haziran1968: İTU ve Maçka Teknik Okulu, öğrenciler tarafından işgal edildi. 

18 Haziran 1968: İnönü düzenlediği basın toplantısında: “... Gençlik problemleri eğitim politikasının değişmesiyle halledilir.” dedi. 

22 Haziran 1968: Üniversite olayları TBMM’de görüşüldü. 

24 Haziran 1968: İstanbul Üniversitesi, işgal kaldırılıncaya kadar kapatıldı. 

27 Haziran 1968: İstanbul Un.’de Eczacılık Fakültesi hariç, işgal kaldırıldı. 

17 Temmuz 1968: Amerikan 6. Filosu’nun İstanbul’u ziyareti sırasında protesto gösterileri yapıldı.Gösterilerde yaralananlar oldu. 

24 Temmuz 1968: İstanbul’da gençlerle polisler arasında yer yer çatışmalar oldu. 

25 Temmuz 1968: İstanbul’da gençler, polisle tekrar çatışmaya girdiler. 

İnönü: ” Olaylar doğru teşhis edilmezse yurtta huzur bozulur dedi. 

27 Temmuz 1968: İstanbul’da Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı, ‘Anayasa ve Kanunlara Saygı’ mitingi düzenledi. 

28 Temmuz1968: Kadıköy ve Geyve ‘Milli Mücadele Mücahit Kahraman Milis Kuvvetleri Derneği’ne mensup bir grup Gazi, ‘sağ-sol kavgasını’ protesto etmek için Taksim’de miting düzenlediler. 

1 Ağustos 1968: Türkiye’de ilk defa bir toplu iş sözleşmesi, tartışma ve kavga olmadan, Türkiye Teknisyen Gazeteciler Sendikası ile Hürriyet Gazetesi arasında imzalandı. 

11 Ağustos 1968: İzmir’de saatli bomba patladı. 9 kişi tutuklandı. Tüm ülkede şiddet olayları tırmanıyor. 

15 Ağustos 1968: Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanları, istekleriyle emekliye ayrıldılar. 

17 Ağustos 1968: Orgeneral Memduh Tağmaç Kara Kuvvetlerine, Oramiral Celal 
Eyicioğlu Deniz Kuvvetlerine, Orgeneral Reşat Mater Hava Kuvvetlerine atandılar. (1971 Muhtırasını verenler yerlerini aldılar.) 

18 Ekim 1968: CHP 19. Kurultayı başladı. 85 yaşındaki İsmet İnönü, tek aday olarak girdiği kurultayda tekrar Genel Başkanlığa seçildi. 

29 Kasım 1968: AP 4. Büyük Kongresi başladı. Süleyman Demirel tekrar Genel Başkan seçildi. Yaptığı konuşmada: “Şikayet mevzularının halli, yeni husumetler meydana getirmeme gerçeği içinde mümkün olur. Danıştay’ın sık sık yürütmeyi durdurma kararı alması doğru değildir. Genel Müdürünü seçmekten mahrum bir hükümet sorumlu tutulursa, bu hukuki tezat olur... Özerklik devlet içinde devlet olma değildir” dedi. 

26 Aralık 1968: İstanbul Üniversitesi devam eden öğrenci olayları nedeniyle süresiz kapatıldı. 

28 Aralık 1968: Türkiye işçi Partisi Olağanüstü Kurultayı yapıldı. Parti Tüzüğüne: ‘TİP, demokratik, sosyalist bir örgüttür’ maddesi eklendi. Mehmet Ali Aybar tekrar Genel Başkanlığa seçildi. 


1969 

6 Ocak 1969: ABD Büyükelçisi Robert Kommer’in makam arabası Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) bahçesinde öğrenciler tarafından yakıldı. 

9 Ocak 1969: Devam eden olaylar üzerine ODTÜ bir ay süre ile kapatıldı. Danıştay yürütmeyi durdurma kararı verdi. 

11 Ocak 1969: İstanbul Kartal’da Singer Fabrikası işçileri polis ile çatıştı. - İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi kapatıldı. 

11 Şubat 1969: Tekrar İstanbul Boğazına gelen Amerikan 6. Filosunu protesto gösterileri düzenlendi. Yaralananlar oldu. 

15 Şubat 1969: 6. Filo, İzmir ve Trabzon’da da protesto edildi. 

16 Şubat 1969: İstanbul’da tekrar yapılan 6.Filo’yu protesto gösterilerinde 2 kişi öldü, onlarca yaralı var. 

26 Şubat 1969: Tüm Türkiye’deki yoğun protestolar üzerine, 6. Filo ziyaretleri iptal edildi. 

12 Mart 1969: Genelkurmay Başkanı Cemal Tural ile Kara Kuvvetleri Komutanı Memduh Tağmaç yer değişti. Tural, Askeri Şura’da görevlendirildi. (1971 muhtıra ekibinin lideri, askeri teamüllere aykırı olarak görevinin başına geldi.) 

22 Mart 1969: Başbakan Demirel basın toplantısı düzenledi: “1960 modeli olayların tekrarını hayal edenler var. Ellerinde kronometre, hükümetin meşrutiyetini kaybetmesini bekliyorlar.” 

8 Nisan 1969: İstanbul Üniversitesi öğrencileri rektörlük binasını işgal ettiler. 

10 Nisan 1969: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencileri, fakülteyi işgal ettiler. 

12 Nisan 1969: ODTÜ, Ekim ayına kadar kapatıldı. 

14 Nisan 1969: İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi 1 hafta süreyle kapatıldı. 

1 Mayıs 1969: Yargıtay Başkanı İmran Öktem öldü. Cenaze töreninde büyük çapta olaylar çıktı. Cenaze törenine katılan İsmet İnönü güçlükle korunabildi. İnönü: ”Olay, her manasıyla bir ölçüde 31 Mart vakasıdır.” 

7 Mayıs 1969: İmran Öktem’in cenaze töreninde çıkan olayları protesto etmek için Ankara’da hukukçular yürüyüş yaptı. 

14 Mayıs 1969: Eski DP’lilerin siyasi haklarının iadesini öngören Anayasa değişikliği tekliflerinin birinci görüşmesi TBMM’de yapıldı. Teklif kabul edildi. 

16 Mayıs1969: Cumhurbaşkanı Sunay, Genel Kurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları ile bir toplantı yaptı. 

20 Mayıs 1969: İnönü, Cumhurbaşkanı Sunay’a ‘DP’lilerin affı’ konusu ile ilgili bir mektup gönderdi: “Sayın Cumhurbaşkanı, CHP Genel Başkanı olarak ben ve partimin yetkili organları, siyasi hakların iadesi için Millet Meclisi’ne verilmiş bulunan 218 imzalı bir Anayasa değişikliği teklifini destekleme kararı aldığımızdan beri, gerek Zatı Devletlerinin, gerek bazı yüksek komutanların uyarı ve ısrarlarına muhatap olmaktayız...” 

21 Mayıs 1969: Başbakan Demirel, AP Grubunda konuştu: “Seçimlere gidelim. Hem Meclis’in verdiği oylar boşa gitmez, hem de senatomuz zedelenmez... Ordu, hükümete bir muhtıra vermemiştir. Biz bazı sıkıntılar içindeyiz...” 

30 Mayıs 1969: İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi işgal edildi. 

1 Haziran 1969: İstanbul Üniversitesi’nde 6 fakülte öğrenciler tarafından işgal edildi. Üniversite kapatıldı. Savcılık Üniversitede arama yaptı. 

9 Haziran 1969: İstanbul Üniversitesi’nde sınavlar yapılamadı. Öğrenciler polisle çatıştı. İstanbul Üniversitesi Senatosu, Üniversiteyi süresiz kapatma kararı aldı. Danıştay kararı durdurdu. Başbakan Demirel: “... Sokağa dökülmekle hiçbir mesele halledilemez...” 

11 Haziran 1969: Öğrenci olayları, Ankara’da tekrar başladı. Tüm yurtta gerginlik artıyor. 

20 Haziran 1969: Artan öğrenci olayları üzerine Ege Üniversitesi süresiz tatil edildi. 

3 Temmuz 1969: Türk-Amerikan ikili antlaşması imzalandı. Bu antlaşmayla, Türkiye’deki üslerin mülkiyetinin Türkiye’ye ait olduğu Amerika tarafından da kabul edildi. 

7 Temmuz 1969: Kayseri’de, Türkiye Öğretmenler Sendikası Genel Kurulu toplantısının yapıldığı esnada iki cami ve bir okul binasına bomba atıldı. Şehirde kanlı olaylar yaşandı. Toplantı Ankara’da sürdürüldü. 

19 Eylül 1969: İstanbul’da Işık Mühendislik ve Mimarlık Özel Yüksek Okulu’nda 
öğrenciler çatıştı. 1 öğrenci öldü, onlarca yaralı var. 

20 Eylül 1969: İstanbul’da Milli Türk Talebe Birliği’nin Cağaloğlu binasında bomba patladı. 1 kişi öldü. 

23 Eylül 1969: ODTÜ’de sağcı ve solcu öğrenciler çatıştı, 1 kişi öldü. Cenazesinde büyük olaylar çıktı. - İnönü “Polis, halk gözünde hakkı olan yerini yitiriyor” dedi. 

1 Ekim 1969: Demirel Erzurum’da konuştu: “... Rejimi değiştirmeye kalkacakların kafası kırılır...” 

12 Ekim 1969: Genel seçimler yapıldı. AP 260 Milletvekili (%46.53 oy aldı), CHP 144 (%27.36 oy aldı), GP 14, BP 7, MP 6, YTP 3, TİP 2, MHP 1,Bağımsız 11. 
-İnönü: ” Darbeye heves edecek kadar gözü kararmışların demokrasiyi bertaraf etmelerine izin vermeyeceğiz… AP iktidarı ile dalaşmayacağız.” dedi. 

2 Kasım 1969: Demirel 2. Kabinesini kurdu. (165 red, 263 kabul) 

 8 Aralık 1969: İstanbul’da Yıldız Mühendislik ve Mimarlık Akademisi’nde öğrenciler çatıştı, 1 öğrenci öldü. 

14 Aralık 1969: Yıldız Mühendislik ve Mimarlık Akademisi’nde 1 öğrenci daha öldü. 

15 Aralık 1969: Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) ve İlk-Sen’in ortaklaşa 
düzenledikleri 4 günlük ‘öğretmen boykotu’ başladı. Hükümet, TRT’ye yayın yasağı koydu. 

19 Aralık 1969: 6. Filoya bağlı savaş gemilerinin İzmir’e gelmesiyle, kentte protesto gösterileri başladı. 

20 Aralık 1969: Yıldız Mühendislik ve Mimarlık Akademisi kapatıldı. 

29 Aralık 1969: İstanbul Topkapı’da ‘GAMAK Elektrik Motorları Fabrikası’nda işçiler polis ile çatıştı, 1 işçi öldü. 

31 Aralık 1969: Cumhurbaşkanı Sunay, yayınladığı yeni yıl mesajında: “... İdeolojilerin zaferi uğruna vatan çocuklarını birbirinin canına kıyacak bir sorumsuzluk uçurumuna sürükleyenler affedilemez ve ihanetin temsilcileri durumuna düşerler.” 

1970 

6 Ocak 1970: Başbakan Demirel, devam eden anarşik olaylar karşısında halkı sağduyuya ve göreve çağırdı. 

26 Ocak 1970: Konya bağımsız milletvekili Prof. Necmettin Erbakan tarafından ‘sağ cephe boşluğunu doldurmak’ amacıyla Milli Nizam Partisi (MNP) kuruldu. 1970 yılı bütçesi 214’e karşı 224 oy ile reddedildi. Demirel istifa etti. Cumhurbaşkanı Sunay, Demirel’i tekrar kabineyi kurmakla görevlendirdi. 

3 Mart 1970: Demirel, 3. Kabinesini eski bakanlar ile kurdu. 172’ye karşı 232 oy ile güvenoyu aldı. 

18 Mart 1970: Yüksek Öğretmen Okulu’nda olaylar, 1 öğrenci öldü. 

6 Nisan 1970: İstanbul Üniversitesi , meydana gelen anarşi olaylar sebebiyle süresiz kapatıldı. Okul polis kordonu altına alındı. 

13 Nisan 1970: Öğrenciler Ankara Tıp Fakültesini bastılar. 1 askeri doktor öldü. Olayların büyümesi üzerine Ankara Üniversitesi ’ne bağlı bazı fakülteler kapatıldı. 

1 Haziran 1970: Ankara’da ‘Anayasa Mitingi’ yapıldı. 

8 Haziran 1970: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde çıkan çatışmada 1 öğrenci öldü. 

16 Haziran1970: İstanbul’un Anadolu yakasında, işçilerin düzenlediği büyük yürüyüş kanlı noktalandı. 3 ölü ve onlarca yaralı var. İstanbul ve Kocaeli’nde 1 ay süre ile sıkıyönetim ilan edildi. Gece sokağa çıkma yasağı konuldu. 

17 Haziran 1970: TİP’in itirazı üzerine, Anayasa Mahkemesi, eski DP’lilere siyasi haklarının iadesini öngören kanunu 7’ye karşı 8 oyla iptal etti. 

15 Temmuz 1970: TBMM’de İstanbul ve Kocaeli’nde uygulanan sıkıyönetim 2 ay daha uzatıldı. 

9 Ağustos 1970: Türk Lirası devalüe edildi. 

15 Ekim1970: Sovyetler Birliği’ne ait bir uçak kaçırılarak Trabzon’a indirildi. 

21 Ekim 1970: AP 3. Büyük Kongresi Ankara’da toplandı. Demirel, yeniden Genel Başkan seçildi. (Demirel: 1425, Domaniç: 28, Yalçın: 15) 

27 Ekim 1970: Bir Sovyet uçağı Sinop’a kaçırıldı. 

25 Kasım 1970: İstanbul Amerikan Koleji, meydana gelen öğrenci olayları nedeniyle bir süre kapatıldı. 

5 Aralık 1970: İstanbul Çapa Yüksek Öğretmen Okulu işgal edildi ve silahlı çatışma oldu. Okul süresiz kapatıldı. 

7 Aralık 1970: Ankara Yüksek Öğretmen Okulu işgal edildi. Ankara’da yabancı 5 şirketin bürosuna bomba atıldı. 

10 Aralık 1970: İstanbul Üniversitesi’nde 8 fakülte kapatıldı. 

11 Aralık 1970: Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur, Cumhurbaşkanı Sunay’a, ‘Buhranlı günlerin artması ve muhtemel tehlikelerle’ ilgili bir muhtıra verdi. 

17 Aralık1970: Başbakan Demirel hakkındaki soruşturma hazırlık tahkikatı, 276’ya karşı 309 oyla reddedildi. Demirel, ‘İddiaların, ciddiyetten uzak olduğunu ve kendisini ilgilendirmediğini, raporunda bunu belgelendirdiğini.’ belirtti. 

18 Aralık 1970: Demokrat Parti, Adalet Partisi’nden ayrılan 26 milletvekilinin de katılımıyla kuruldu. 

20 Aralık 1970: İstanbul’da ‘kapıcılar’ yürüyüş yaptı. 

30 Aralık 1970: İnönü “Başlıca sorumlu, tükenmiş iktidardır.” dedi. 

1971 

5 Ocak 1971: Muhalefet lideri İnönü, Cumhurbaşkanı Sunay ile, sürüp giden olaylara karşı alınacak tedbirler üzerine görüştüler. 

20 Ocak 1971: ODTÜ süresiz olarak kapatıldı. 

30 Ocak 1971: İstanbul’da 11 özel okulun öğrencileri, Devrimci Gençlik (Dev-Genç) ve Devrimci Kadınlar Birliği’nin de katılımıyla, ‘özel eğitimin devletleştirilmesi’ için büyük bir yürüyüş düzenlediler. 

3 Şubat 1971: Eski DP’lilerin siyasi haklarının verilmesini öngören kanun teklifi, 217 AP milletvekili ve senatörün imzasıyla TBMM Başkanlığı’na verildi. 

12 Şubat 1971: Ziraat Bankası’nın Ankara Küçükesat Şubesi, silahlı kişilerce soyuldu. 

15 Şubat 1971: Ankara Balgat’ta Amerikan tesislerinde görevli bir Amerikan Çavuşu kaçırıldı. Bir süre sonra serbest bırakıldı. 

20 Şubat 1971: ODTÜ öğrencileri, bir süre önce Hacettepe Üniversitesi Yurdu’nda meydana gelen olayları protesto etmek için Ankara-Eskişehir yolunu trafiğe kapattılar. 

2 Mart 1971: İstanbul Hukuk Fakültesi’nde öğrenciler polis ile çatıştı. 

4 Mart 1971: Ankara’da 4 Amerikalı asker, Türk Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) tarafından kaçırıldı. 4 gün sonra serbest bırakıldılar. 

5 Mart 1971: ODTÜ’de güvenlik kuvvetlerinin arama yapmak istemeleri üzerine çıkan çatışmada, 1 öğrenci öldü, 1 jandarma şehit oldu, onlarca yaralı var. Bir süre önce Kırıkhan’da Hamidiye Camii’ne yapılan bombalı saldırıyı protesto etmek için yürüyüş yapan halk, güvenlik kuvvetleri ile çatıştı. Çok sayıda ölü ve yaralı var. Akbank’ın İstanbul Kadıköy Selamiçeşme Şubesi silahlı kişilerce soyuldu. Ankara Erkek Teknik Yüksek Okulu’nda çıkan çatışmada yaralananlar oldu. 

7 Mart 1971: İnönü yaptığı konuşmada: “... Kanla biten sonuç tamir olunmaz.” 

12 Mart 1971: Türk Silahlı Kuvvetleri “12 MART MUHTIRASI”NI verdi. Başbakan 
Süleyman Demirel istifa etti. 

26 Mart 1971: Türkiye’nin 12. Başbakanı Nihat Erim Kabinesini açıkladı. Kabinede, 5 AP’li, CHPIi, 1 MGP’li, 1 Milli Birlik Grubu üyesi ve Parlamento dışından 14 teknisyen görev aldı. 7 Nisan’da yapılan oylamada 46 red, 3 çEkimser oya karşın 321 oyla güvenoyu aldı. 74 Milletvekili oylamaya katılmadı. 

11 Nisan 1971: Genelkurmay Plan ve Program Dairesi Başkanı Korgeneral Atıf Erçıkanın Ankara’daki evine bomba atıldı, hasar meydana geldi. 

22 Nisan 1971: İstanbul, askeri ve sivil ekipler tarafından, gece sabaha kadar arandı. İnönü: “Eşkıya sokağa hakim olmuştur” dedi. 

26 Nisan 1971: İstanbul, İzmir, Ankara, Kocaeli, Sakarya, Zonguldak, Eskişehir, Adana, Hatay, Diyarbakır ve Siirt illerinde 1 aylık sıkıyönetim ilan edildi. 

27 Nisan 1971: Dev-Genç, Doğu Kültür Ocakları ve Ülkü Ocakları kapatıldı. 

13 Mayıs 1971: Sıkıyönetim mahkemelerinde duruşmalar başladı. Tüm yurtta arama ve taramalar Aralıksız sürdürülüyor. 

17 Mayıs 1971: İsrail’in İstanbul Başkonsolosu Efraim Elrom kaçırıldı. 

21 Mayıs 1971: Anayasa Mahkemesi, Necmettin Erbakan’ın kurduğu ve Genel 
Başkanlığını yaptığı Milli Nizam Partisi hakkında, Laik devlet niteliğinin ve Atatürk devrimciliğinin korunması prensiplerine aykırı olduğu gerekçesiyle kapatma kararı verdi. 

23 Mayıs 1971: İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı, İstanbul’da arama yapılması için kentte Cumartesi gece yarısından pazar günü saat 15.00e kadar sokağa çıkma yasağı koydu. 25.000 polis ve asker aramaya katıldı. 

30 Mayıs 1971: İstanbul’da, Mahir Çayan ve ekibinin ellerinde rehin tuttukları Sibel Erkan, 51 saat sonra güvenlik kuvvetlerinin operasyonu sonucu kurtarıldı. 

21 Haziran 1971: Eski Milli Birlik Komitesi üyesi İrfan Solmazer, ‘Devlet bütünlüğünü bozmak üzere gizli örgüt kurduğu’ iddiasıyla gözaltına alındı. 

2 Temmuz 1971: Senato’da, Milli Birlik Komitesi üyelerinden Tabii Senatör Ekrem Acuner’in dokunulmazlığının kaldırılması sert tartışmalardan sonra kabul edildi. Acuner, Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. 

23 Temmuz 1971: Sıkıyönetim 11 ilde 2 ay daha uzatıldı. 

27 Temmuz 1971: İzmir-Aydın yolunda Ziraat Bankası’na ait bir araç silahlı kişilerce soyularak 4.000.000 lira çalındı. Soyguncuların Dev-Genç ile ilişkisi olduğu belirlendi. 

3 Ağustos 1971: Senato’da, Kontenjan Senatörü ve eski Milli Birlik Komitesi üyesi Cemal Madanoğlu ve Osman Köksal’ın dokunulmazlıkları kaldırıldı. 

11 Eylül 1971: Komutanlarla Bakanlar arasında 5 saat süren toplantı yapıldı. Yeni kabinenin 157 günlük icraatı ve sonuçları beraberce gözden geçirildi. 

5 Ekim 1971: AP Genel İdare Kurulu bir bildiri yayınlayarak, hükümetin ‘partiler üstü’ vasfını kaybettiğini ileri sürerek 5 Bakanını Hükümetten çekti. 

9 Ekim 1971: Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ında aralarında bulunduğu 17 aşırı solcu genç, Anayasa’yı tebdil, tağyir ve ilgaya teşebbüsten, Ankara 1 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi’nce ölüm cezasına çarptırıldılar. 

26 Ekim 1971: AP’nin bakanlarını çekmesiyle başlayan hükümet bunalımı, Çankaya Köşkü’nde AP Lideri Demirel ile yapılan 3 saat 45 dakikalık görüşmeden bir sonuç alınamayınca hükümetin istifası ile sonuçlandı. Sunay, Erim’in istifasını kabul etmedi. 

12 Kasım 1971: AP Genel Başkanı Süleyman Demirel, kendisi için tahkikat açılmasını istedi. 

25 Kasım 1971: 11 ilde devam eden sıkıyönetim 2 ay daha uzatıldı. 

3 Aralık 1971: 11 Bakan, reformların yapılmasının imkanı kalmadığı gerekçesiyle toplu olarak istifa ettiler. Bunun üzerine, Nihat Erim istifasını Cumhurbaşkanı’na sundu. 

5 Aralık 1971: Nihat Erim tekrar Hükümeti kurmakla görevlendirildi. 

11 Aralık 1971: Nihat Erim 2. Kabinesini kurdu. 

  
BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

651 Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, 4 Cilt, (Haz: Mete Tunçay, Ahmet Kuyaş, Ahmet Oktay), İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2003. 
Feroz Ahmad , Bedia T. Ahmad:Türkiye’de Çok Partili Politikanın Açıklamalı Kronolojisi (1945-1971), İstanbul, Bilgi Yayınevi, 1976.

31 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

12 MART 1971 MUHTIRASI ARAŞTIRMA RAPORU. BÖLÜM 29

12 MART 1971 MUHTIRASI ARAŞTIRMA RAPORU. BÖLÜM 29



2. SADİ IRMAK HÜKÜMETİ 


CHP-MSP Koalisyon Hükümeti’nin bitmesinden sonra bir hükümet bunalımı doğmuş, görevlendirilen hiçbir siyasetçi hükümet kurmayı başaramamıştır. Hükümet kurma çalışmalarının sıkıntıya girdiği bu süreçte yeniden 12 Mart Muhtırası sonrasında olduğu gibi bağımsız Başbakan formülü gündeme gelmiş ve Kontenjan Senatörü Sadi Irmak, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk tarafından hükümeti kurmakla görevlendirilmiştir. Korutürk buna gerekçe olarak şu sözleri söylemiştir: 

“Türkiye’nin içte ve dışta son derece ciddi sorunları vardır. Türkiye bu durumda, 
Meclis müzakeresinden yoksun, uyuşmazlığa düşmüş, müstafi bir hükümetin eline bırakılamaz. Hükümet kurma gerekçesinin anlaşılamadığı bu aşamada; Meclis, kanun görüşemez; kanun yapamaz durumundadır. Türkiye’nin kaderini müstafi hükümetin taşımasını zorlamak imkansızdır. Demokratik kurallar içinde hükümeti kurmak, Meclisi icraya çağırmak görevimdir.”634 

Sadi Irmak yaptığı çalışmalar sonunda bağımsızlardan ve CGP’li parlamenterlerden oluşan bir hükümet oluşturmuştur. Sadi Irmak Hükümeti’nde; 11’i parlamentodan 15’i dışarıdan 26 bakan yer almıştır. 
Bu hükümet 12 Mart sonrası kurulan teknokratlar hükümetlerinin devamı 
niteliğindedir. 

Hükümet kurulmuştur ancak hem Ecevit hem Demirel erken seçim istemişlerdir. 
Demirel güvenoyu verenlerin hükümetten sorumlu olacaklarını ifade ederken, Ecevit kurulan hükümetin kuruluş şeklinin normal demokratik kurallara uymadığını belirtmiştir.635 

Bu durumda kurulan hükümet Türk siyasi literatüründe sık kullanılan ifadeyle “ölü doğmuş” bir hükümettir. 

Yeni hükümete tek destek Meclis içinde en küçük gruba sahip CGP’den gelmiştir. CGP’nin tüm çalışmalarına karşın Sadi Irmak Hükümeti 29 Kasım 1974 tarihinde TBMM’de 378 parlamenterin katıldığı güven oylamasında 17 beyaz oya karşılık 358 kırmızı oyla güvensizlik oyu almıştır. Sadi Irmak Hükümeti’nin almış olduğu 17 beyaz oyun tamamı CGP’li milletvekillerince verilmiştir.636 Sadi Irmak Hükümeti güvenoyu alamamasına rağmen yeni hükümet kurulamaması yüzünden 31 Mart 1975 tarihine kadar devam etmiştir. 

3.AP-MSP-MHP-CGP I. MİLLİYETÇİ CEPHE HÜKÜMETİ 

Sadi Irmak Hükümeti iş başındayken hükümet arayışları sürmüş, bu süreç yaklaşık bir yıl süren bir karmaşayı da beraberinde getirmiştir. Cumhurbaşkanı Korutürk’ün de dediği gibi “artık halk siyasi çekişmelerden bezmiştir.”637 Bu kez hükümeti kurma görevi Süleyman Demirel’e verilmiştir. Bu sırada partiler arası transferler de başlamıştır. CGP’li İlhami Sancar CHP’ye girerken bağımsız Senatör Hikmet Yurtsever ise AP’ye geçmiştir.638 İstanbul Milletvekili Nilüfer Gürsoy, Sadettin Bilgiç ve 8 arkadaşının DP Genel Merkezine yolladıkları istifa mektubu dönemin siyaset iklimini yansıtmaktadır: 

“Hür demokratik rejimlerde hiçbir şeyin şahsa ve inatlaşmış şartlara bağlı kalmaması gerekir. İçinde bulunduğumuz şartlar, uzlaşma ve bağdaşmayı zaruri kılmaktadır. Türkiye komünizmin çok yönlü tehdidi altındadır. Çok yönlü tehdit içindedir. Son zamanlarda meydana gelen olaylar, Türkiye devletini ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olma esasından ayırma istidadı göstermektedir. 
Bu şartlar muvacehesinde bizler, CHP dışında ve seçilmiş partili bir parlamento üyesinin başkanlığında kurulacak hükümeti oylarımızla destekleyeceğimizi, bu darboğazdan geçebilmenin şartı olarak aziz milletimizin ıttılalarına 
saygılarımızla sunuyoruz. Bu sebeplerle, hükümetin kurulmasına yardımcı olmak maksadıyla, DP’den ayrılma zaruretinin doğmuş olduğunu arz ediyoruz.”639 

Bu dönemde 1975 Senato seçimlerinde düzenlenen seçim kampanyası ise birçok şiddet olayının da sahnelenmesine neden olmuştur. Bunlardan en önemlisi Bülent Ecevit ve CHP konvoyuna yönelik Gerede’de yapılan silahlı saldırı olmuştur. Olaya AP milletvekili Ahmet Çakmak’ın da karıştığı iddia edilmiş ve siyasi gerginlik bir anda tırmanmıştır.640 

Bunun üzerine CHP tarafından Taksim’de düzenlenen Demokrasi ve Özgürlük 
Mitingine o güne kadar az görülen bir kitle katılmış ve Ecevit çıkan olaylara karşı “Demokrasiyi sokakta bulmadık, sokağa bırakmayız!” diyerek gerginliğe prim vermeyeceklerine işaret etmiştir.641 

Kamuoyunda I. Milliyetçi Cephe (MC) Hükümeti olarak tanımlanan, IV. Demirel 
Hükümeti 3l Mart 1975 tarihinde Meclisten güvenoyu alarak görevine başlamıştır. Bu hükümet 21 Haziran 1977’ye kadar görevini sürdürmüştür. Bu süreç içinde yaşanan en önemli gelişme toplumsal gerginliğin yeniden tırmanışa geçmesidir. Bunun yanında DGM’lerin açılmak istenmesi sendikal eylemlerin artması, 1 Mayıs 1977’de Taksim’de işçilerin öldürülmesi gibi olaylar bu döneme damgasını vurmuştur.642 

SONUÇ VE ÖNERİLER 

Cumhuriyet tarihinin ikinci askeri müdahalesi 12 Mart 1971’de bir muhtıra verilerek yapıldı. Aslında muhtıra 9 Mart’ta uygulamaya konulması planlanan sol darbeyi rehabilite etme hamlesi olarak görülmektedir. Muhtıradan tam üç gün sonra ordu içindeki tasfiyeler, bir yıl sonra Bomba Davası olarak adlandırılan tevkifat sonrası yapılan duruşmalar, ünlü Ziverbey’deki Zihnipaşa Köşkü’nde yapılan sorgulamalarla birlikte gündeme getirilen kontrgerilla tartışmaları, 
ilerleyen dönemde, yükselen sokak çatışmalarının müsebbiplerinin araştırılması esnasında derin kuşkuların doğmasına neden olmuştur. 12 Mart Muhtırası öncesi ve sonrasında yükselen kır-şehir gerillâsı olgusu, sol güçlere, özellikle üniversite öğrencileri arasında buldukları tabanla birlikte, geniş bir örgütlenme imkânı yaratmıştır. Fikir Kulüpleri Federasyonu’ndan Dev-Genç’e (Devrimci Gençlik Federasyonu), THKO (Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu), THKP-C (Türkiye 
Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) ve TİKKO (Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu) türü silâhlı örgütlenmelerin taban bulmasını da beraberinde getirmiştir. 

Anti-Amerikanizm’in yükselişe geçtiği, 68 kuşağının tüm dünyada sisteme karşı isyan bayrağı çektiği bu dönemde, Sovyetler Birliği’nin yükselen prestijiyle birlikte sosyalist dalganın çevre ülkelere sirayeti, Ortadoğu’da Baas türü yerlici sosyalist akımları ortaya çıkarırken, Türk solu açısından dönem içindeki ideolojik dayanak 1920’lerin başında yürütülen Milli Mücadelenin anti-emperyalist niteliği olmuştur. Türk solunun Milli Mücadeleyi yürüten asker-sivil bürokrasiyle, yerel eşraf hakkında, gerek Bakü’de toplanan Şark Halkları Kurultayında, gerekse Üçüncü Enternasyonal’de serdedilen Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin öznel 
durumuna has ve bir o kadar da anlaşılabilir pozitif tutumu sorgusuz sualsiz kabulü, bu arada illegal Türkiye Komünist Partisi’nin bu doğrultudaki tezleriyle birleştiğinde anlaşılabilir olmaktadır. 

70’li yıllar boyunca Türk solu, mevcut iktidarları ve rejimi emperyalist bloğa tabi olmakla, Kemalizm’e ihanet etmekle suçluyordu. Bu söylem öylesine etkiliydi ki, daha 1965 seçimleri sonrasında bizzat İnönü tarafından dile getirilen, CHP’nin ideolojik konumunun ortanın solu olduğu yönündeki söylem, 1972’de, daha 12 Mart sonrasında CHP’deki Genel Sekreterlik vazifesinden “bu muhtıra bana karşı yapılmıştır” diyerek istifa eden, ancak İnönü’ye karşı mücadelesinde üstünlüğü ele geçirdikten sonra İnönü’nün Genel Başkanlıktan istifa etmesine neden olan Bülent Ecevit’in öncülüğündeki bir ekip tarafından kuramsallaştırılıyordu. Ortanın solu akımının, Ecevit’in yükselen işçi sınıfı hareketlerini CHP’ye oy olarak akıtma projesinin bir parçası olup olmadığı bilinmez ancak Ecevit, çeşitli demeçlerinde, anayasal mahreçli yasaların varlığının bir anlam ifade etmediğini, doğanın da yasaları olduğunu, toplumsal boyuttaki yasalar işlerliğe sokulmaya başlandığında, toprak işgallerinin bir vakıa haline gelebileceğini, bu tutumun mevcut yasalara aykırı olabileceğini, ancak doğa yasalarına aykırı olmadığını ifade etmekten kaçınmıyordu. Demirel’in bu demeçlere yanıtı aynı sertlikteydi. Bu ifadelerin açıkça anarşiye davetiye çıkarmak olduğunu ifade eden Demirel ile Ecevit arasındaki çatışma, parlamento içi iktidar-muhalefet çatışmasıydı ancak sokaklardaki çatışmanın muhatapları bambaşkaydı. 

12 Mart Muhtırasının “partiler üstü hükümet” talebi görüntü olarak sağlanmıştı. Ancak 1973 yılına kadar geçen süre içinde Nihat Erim, Ferit Melen ve Naim Talu hükümetleri hemen hiçbir başarı sağlayamadılar. Erim’in tabiriyle; ülke 1961 Anayasasının getirdiği hürriyetleri hazmedememişti, bu anayasa memleket için fazla lükstü. Demirel ilerleyen yıllarda, “direnseydim parlamentoyu da kapatacaklardı” şeklindeki savunmasına rağmen, 12 Mart’ın budadığı anayasaya ilişkin olarak yapılan her hamleyi destekledi. Bu anayasayla asayişin ve 
dolayısıyla rejimin korunamayacağı eleştirisi ağzından düşmeyen Demirel, kimilerine göre; gayet memnundu. Darbe görüntüde kendisine karşı yapılmıştı ancak anayasa değişikliklerine ilişkin olarak iktidardayken ne istediyse, eksiği değil, fazlası yapılmıştı. Ancak seçmenin düşenin yanında olacağı yönündeki, seçimlere dair beklentisi ters tepti. Gerçekten de 1973 seçimlerinde halk desteğini, 12 Mart’ı protesto ederek genel sekreterlikten istifa eden Ecevit’e vermiştir. 

CHP, muhalefete geçiş milâdı olan 14 Mayıs 1950’den beri ilk kez serbest bir seçimde ancak Ecevit’in liderliğinde birinci parti oluyordu. Fakat seçim sistemi 1961 seçimleri istisna, sonra ilk kez tek bir partinin tek başına iktidar olmasına müsaade etmiyordu. 1973 seçimleri sonrasında, parlamentoda oluşan siyasi kompozisyonun yarattığı CHP-MSP koalisyonu, Türk siyasi hayatının dönüm noktalarından biridir. 

Darbelerin bu kadar sıkça yapıldığı Türkiye’de böylesi bir zeminin kazanılmasının ardındaki en önemli nedenin, toplumun henüz yeterince siyasal toplum haline gelmediği söylenebilir. Halkın temsilcilerini seçip parlamentoya gönderdikten sonra, kendi iradesinin mümessillerine karşı yapılanlar karşısındaki ataleti düşündürücü olduğu kadar öğreticidir. Talat Turhan’ın sözleri, bir örnekten ziyade genel bir durumu tespit etmektedir: 

Halk seçmişti, halkın oylarıyla gelmişti Demokrat Parti fakat seçen kişilerin, seçmenlerin bir direnci yoktu, direnmesi yoktu. Bu arada, sanıyorum mart sonları yahut nisan ayı başlarında Menderes İskenderun’u ziyarete gelmişti, akıl almaz bir kalabalık vardı meydanda, belediye meydanında. Hatta inşaat hâlinde bir bina vardı, karkas duruyor, insanlar orayı doldurmuştu, anons ediyorlar: “İndirin, yıkılır, altta kalırsınız.” İnsanlar orayı terk etmediler. Yani o kadar 
yakın görünen insanlar iki ay sonra tıs çıkarmadılar. Dolayısıyla, böyle bir sessizlik oldu.643 

Siyasetin sadece sandıkta icra edilen fasılalı bir süreç olduğu noktasındaki kanaat değişmedikçe; halk, yönetime daha çok katılmadıkça; demokrasiyi kesintiye uğratan müdahaleler karşısında göstermesi gereken refleksleri kazanamayacaktır. Bu doğrultuda siyaseti sadece siyasetçilerin yaptığı bir iş olarak kabul edip, kitlelerin değişik kanallar yoluyla siyasal sürece katılım kanallarının genişletilmesi gerekmektedir. 

Diğer taraftan tüm darbelerde olduğu gibi 12 Mart’ta da görülen ekonomi politik iyi analiz edilmelidir. Darbelerin genellikle ekonominin çok bozuk olduğu dönemlerde değil de; nispeten iyi ya da iyiye doğru gidiş söz konusu olmaya başladıktan sonra yapılması anlamlıdır. Ancak hemen her darbenin ekonomik gidişatı makro düzeyde bozduğu; bazı kesimlerin taleplerine yönelik cömert; geniş halk tabakalarına karşı ise eli sıkı davrandığının da altı çizilmelidir. Ölümü 
gösterip sıtmaya razı etmek özdeyişinin çok iyi hülasa ettiği, toplumu can güvenliği karşılığında diğer hak ve hürriyetlerinden feragat etme mecburiyetine getiren tertiplerin iç ve dış kimi merkezlerce uygulandığı da netice olarak görülmektedir. Bu noktada Hasan Celal Güzel’in ve Bedii Faik’in anlattıkları anlamlıdır: 

Bizim Türk militarizminin bir uyanıklığı vardır. Ekonomi çok kötüyse müdahale etmez, tedbirler alındıktan sonra müdahale eder. Tabii, bu mantıkla düşünürseniz ekonominin kötülüğü darbeleri önleyen bir tesir meydana getirir… Türkiye eğer 1960’da, 27 Mayısta -biraz evvelki sözünüzden ilham alarak arz ediyorum- eğer darbeye maruz kalmasaydı, Türkiye’de darbeler ve 
muhtıralar birbirinin peşi sıra devam etmeseydi, benim yaptığım tespite göre, Türkiye’de bugün ulaştığımız nokta, gayrisafi millî hâsıla bakımından, kişi başına gayri safi millî hâsılanın 30 bin doları geçeceği bir nokta olacaktı. Yani bazen halk arasında, geçim sıkıntısının verdiği bir de üzüntüyle “Ne olacak, demokrasi nedir, yenilir mi içilir mi, demokrasinin bize ne faydası var? 

Şeklinde şikâyetler de olmuştur. Bazen, mesela, anarşinin olmaması, huzurun olması, şiddet ve terörün olmaması yeterli sayılmıştır. Özellikle incelemesini yaptığınız 12 Eylül döneminde, biliyorsunuz, en büyük gerekçe buydu. Hâlbuki şu benim bu çalışmam bile basit bir regresyon analizidir; çok iyi bilirsiniz, mevcut verileri alıp, belirli istatistikî formüllerle ileriye doğru analiz edeceksiniz, belirli varsayımlar altında tabii yapacaksınız. Bu dahi, aslında darbelerin 
sadece demokrasi olmadığını, sadece liberal bir fikir hürriyetiyle ilgili olmadığını, aslında başta boğazdan geçen lokma olmak üzere her şeye tesir ettiğini ve tamamen ekonomiyle irtibatlı olduğunu da gösteren, ilgi çekici bir gelişmedir. Ne yazık ki darbe dönemleri ekonomik bakımdan yıkım dönemleri olmuştur, bunun istisnası yoktur. 644 

Onun için, dikkat ederseniz, sivil idarenin ekonomiyi düzelttiği sıralarda darbe olmuştur hep. Hazineyi tamtakır bırakınız, istediğiniz zulmü yapın ordu gelip de hiçbir şekilde müdahale etmez, hangi ordu olursa olsun etmez. Edebiyatını yaparlar ama hazineyi siz maaş verecek hâle getirirseniz o zaman hop gelirler, binaenaleyh tasvip etmek mümkün değildir.645 

Darbelerin sivil yönetim esnasında bile sadece toplum nezdinde değil; siyasetçiler nazarında da adeta bir umacı etkisi gösterdiğine şahit olunmaktadır. RP-DYP koalisyon hükümeti döneminde dayatılan 28 Şubat 1997 tarihli MGK kararlarının mecliste tartışmaya açılması hamlesini, 12 Mart benzeri bir müdahale korkusuyla önlediğini anlatan Mustafa Kalemli’nin şu cümleleri meselenin bu yönünü ortaya koymaktadır: 

Özetle dediler ki: Bu kararları TBMM’ne getirip tartışalım. TBMM Başkanı olarak 
şiddetle ve anında karsı çıktım. Anayasa hükümlerinin açık olduğunu, MGK kararlarının hükümeti ilgilendirdiğini ifade ile ‘Eğer bu kararları meclise taşırsanız iste o zaman yeni bir 12 Mart olayı olur. Buna asla müsaade etmem.’ demecini verdim. Bu beyan benim. RP ve DYP ile ilişkilerimin kesin olarak kopmasına, aradaki gerginliğin daha da artmasına sebep oldu. Ama asla pişman değilim. Zira doğrusunu yaptım. Bugün de olsa aynı şekilde davranırım.646 

Maalesef yıllardır Türk entelijansiyasının bir grubunda hakim olan, darbeler arasında iyisi ve kötüsü bulunduğu; 27 Mayıs’ın darbe değil devrim olduğu hususundaki yargı, sivil siyasete bir şekilde müdahale edilebileceği yönündeki meşrulaştırıcı eğilimi güçlü tutmaktadır. Darbelerin ve muhtıraların hepsinin kınandığı, bir uzlaşmaya gidişin sağlanması gerekmektedir. 

Bu noktada Ali Kırca’nın: 

Yıllardır darbeleri iyi-kötü diye ayıranlara da seslendik: ‘Bütün darbelerin en kötüsü aslında 27 Mayıstı.’ dedik. ‘Bu gerçekle yüzleşmenin artık zamanıdır.” dedik çünkü sonrasındaki bütün darbelere, yaşanan zor ve acılı yıllara o ilk darbenin döşediği niyet taşlarına basarak yola çıkıldığını da bilelim istedik ”647 katılmamak mümkün gözükmemektedir. 

Türk toplumun bağrından çıkan, barışta ve savaşta olmazsa olmaz değer ifade eden Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının eğitim süreçleri içerisine, yurttaşlar arasındaki bakış açılarının çeşitliliğinin doğal olduğunun öğretilmesi gerekmektedir. Bu doğrultuda, tek taraflı bir ideolojik yapılanmaya yönelik mevcut müfredat gözden geçirilmelidir. Dolayısıyla 12 Eylül darbesinin 
idari mekanizması içinde yer almış; kimi noktalardaki tenkitlere katılmakla birlikte, 12 Eylül darbesi karşısında faal bir nedamet göstermeyen Bülend Ulusu’nun şu sözlerine katılmak mümkün gözükmemektedir: 

Silahlı kuvvetlerin eğitimine karışmamak lazım çünkü silahlı kuvvetler eğitimi Millî Eğitim Bakanlığıyla koordine edilerek yapılan bir şeydir…648 

Bilindiği gibi militarizm“etkin bir ordunun iç işleyişinin-üstlere koşulsuz itaat ve sadakat, disiplin, ödevin kutsallığı gibi- değer ve kurallarının toplumsal-siyasal düzen ve düşünüşe, ilişkilere egemen kılınmasıdır”.649 Bu doğrultuda, özellikle eğitim kurumlarında bir ıslahata gidilmesi gereklidir. Mevcut yönetmelikler değiştirilerek militarizme hizmet edecek törenlerden kaçınılmalı; askeri talimleri, yanaşık düzenleri andıran merasimler sivilleştirilmelidir. Bu hususta Mete Tunçay’ın şu yorumuna da dikkat çekmek gerekiyor: 

Ama Atatürk’ün tarihî şahsiyeti bir yana, bir kült olarak devam etmesi… Ordu başta, eğitim ordusu peşinde, öğretmenler mesela. Öğretmenlere böyle bir eleştirel, objektif Atatürk şeyi asla kabul ettiremezsiniz. Onlar çocuklara Atatürk’e tapmayı bir millî vazife olarak şey yapıyorlar, hâlâ bu Reşit Galip’in yazdığı antla başlanıyor değil mi ilkokullarda? “Doğruyum, çalışkanım, varlığım Türk milletine armağan olsun.” falan diye yani bu nasyonalizm ile öyle iç 
içe girmiş bir Atatürk şeyi var ki. Burada kolaylıkla bir “Ama” dediğiniz zaman sizi Atatürk düşmanı diye damgalamak tehlikesi var, evet. Tunçay’ın verdiği bilgi doğrudur. Nitekim Türk eğitim sisteminin ayrılmaz bir boyutu olan tören olgusunun militarizmi besleyen yönlerine dikkat çekmek gerekiyor. Öğrencilerin özellikle ilk ve orta öğretimdeki sıraya girme, bayrak törenleri, and içme gibi törenlerde, hep askeri terminolojinin kullanılması; rahatlar, hazır ollarla ve 
andımızın okunmasıyla süslenen militer komutlar ilk kez Dr. Reşit Galip’in maarif vekilliğinde uygulamaya sokulmuştur.650 ve bu olgu askeri darbeler karşında gösterilen atalete hizmet etmektedir. Bu tarzın mutlaka değiştirilmesi gerekmektedir. 

ÖNERİLER 

1. Yeni bir Anayasa yapılmalıdır. 
Bu Anayasa uluslararası demokrasi standartlarına uygun olmalıdır. 

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri gündemi meşgul eden konuların başında Anayasalar gelmektedir. 1924 Anayasası özelikle 1950-1960 arası dönemde, 1961 Anayasası 1961-1980 arası dönemde, 1982 Anayasası ise bugünü kadar hep tartışılmıştır. Kimi zaman bu Anayasalarda değişiklikler yapılmış, kimi zaman referanduma gidilmiştir. Nihayetinde bu konular devlet 
erkleri arasında çoğu zaman gerilimi tırmandırmış, ülkenin modern dünyadaki gelişmelere ayak uydurmasına engel olmuştur. 

2. Askerin görev tanımı, yetkileri ve sınırları net bir şekilde belirlenmelidir. Askeri alanı ilgilendiren hukuki mevzuatta tartışmaya açık alanlar bırakılmamalıdır. 

Devlet birçok kurumdan oluşur. Bu kurumların her birinin bir görevi vardır ve bu çerçevede devlet mekanizmasının işleyişi sağlanır. Türkiye’de darbelerin gelişim sürecine bakıldığında bir yetki karmaşası olduğu görülmektedir. Bundan dolayı asker kendisini devletin asıl idarecisi, cumhuriyetin asıl koruyucusu olarak görmüş, halkın tercihleri göz ardı edilmiş, Meclisler, partiler kapatılmış, yargılamalara müdahale edilmiş, haksız yere birçok insan ölüm cezası almış,  hapis yatmıştır. Darbeler için yasal dayanak olan özelikle Askeri İç Hizmet Kanunu buna dayalı alt mevzuat yeniden düzenlenmeli, en ufak bir ima bile olsa halkın iradesinin önüne geçebilecek hiçbir madde askerle ilgili hiçbir mevzuata barındırılmamalıdır. 

3. Genelkurmay Başkanlığı Milli Savunma Bakanlığına bağlanmalıdır. 

Sivil irade-asker arasında ilişkinin net bir şekilde ortaya konulabilmesi için bu değişiklik şarttır. Yakın bir döneme kadar bazı toplantı ve merasimlerde sembolik de olsa askerin halkın temsilcisi olan Başbakan, Meclis Başkanı vs. ile aynı protokol seviyesinde olduğu görülmüştür. Bu demokrasi kültürünü zedeleyen bir durumdur. Demokratik ülkelerin çoğunda asker Milli Savunma Bakanlığına bağlanarak bu ve bunun gibi sorunlar ortadan kaldırılmıştır. Türkiye’nin 
bir an önce bu mekanizmayı işletmelidir. 

4. Milli Güvenlik Kurulu, 1933-1960 arasında olduğu gibi, dış savunma ve seferberlik konularında görüşlerine başvurulan bir kurul haline dönüştürülmelidir. 

Kurulun toplanması sürekli değil, ihtiyaca göre ve Cumhurbaşkanı ve Başbakanın çağrılarıyla olmalıdır. Kurulda gündem belirleme yetkisi sadece Cumhurbaşkanı ve Başbakanda olmalıdır. 

5. AB üyelik yolundaki reformlar kararlılıkla sürdürülmelidir. 

Gelişmiş ülke standartlarında demokratikleşmenin ve asker-sivil ilişkilerinin oluşturulması açısından AB ilişkileri devam ettirilmelidir. AB ülkelerinin çoğunda demokrasi ve insan hakları kültürünün belli bir standart çerçevesinde yürüdüğü görülmektedir. Türkiye’nin bu uluslararası standartlara uygun yasal düzenlemeler yapması gerekmektedir. 

6. Atama, terfi, kutlama ve hiyerarşi oluşturma gibi kurumsal ve toplumsal ilişkilerde yazılı kurallar kadar etkili olan teamüllerden, sivil siyaset alanının aşağılayan ve sivil alanı haksızca daraltan hususlar tespit edilmeli ve değiştirilmelidir. 

7. 1960’tan sonra yerleşik hale gelen; askerlere lojman, sosyal alan ve hastane vb. gibi ayrı mekanların oluşturulması uygulamaları kaldırılmalı, asker-sivil kaynaşmasını ve paylaşımını sağlayacak mekanlar ve ortak alanlar oluşturulmalıdır. 

8. Darbecilerin tamamı yargılanmalıdır. 

Türkiye’nin yakın geçmişinde bu fiile iştirak etmiş kişilerin yargı önüne çıkarılması zorunludur. Darbelerde aktif rol almış kişilerin mal varlıkları araştırılmalı, haksız kazanımların tespiti halinde hazineye devri sağlanmalıdır. 

9. Darbe yapma, darbeye teşebbüs suçunun nitelikleri, iştirak halleri, darbe yapmayı övme-teşvik etme vb. suçlar kesin bir şekilde belirlenmeli, bu suça ağır cezai yaptırımlar öngörülmelidir. 

Türk hukuk sistemi yeniden gözden geçirilerek darbelere ve darbecilere yönelik tanımlamalar ve öngörülen cezai yaptırımlar netleştirilmelidir. 

10. Darbe süreçlerinde mağdur olan kişilere maddi/manevi tüm hakları iade edilmelidir. 

Menderes’in “vatana ihanetten yargılanması ve alınan ceza” ve Bedi’üz-zamanın mezarının bulunması da dahil olmak üzere, görevden alınma, hapis gibi mağduriyetlerin giderilmesi, halkların iade edilmesi sağlanmalıdır. 

11. Darbe süreçlerinde yapılan fişlemeler imha edilmelidir. Demokratik bir ülkede görülmeyecek durumların başında fişleme gelmektedir. Fişlemenin temelinde insanları ayırt etme, kamplara bölme ve ötekileştirme yatmaktadır. Daha sonra meydana gelebilecek fişleme olaylarına engel olmak için gerekli yasal düzenlemeler yapılmalıdır. 

12. Hukuk alanındaki ikilik kaldırılmalıdır. Yargıdaki çift başlılık ivedilikle giderilmelidir. 

Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kaldırılmalı; disiplin mahkemelerine intikal eden davalar mutlaka sivil yargının görev kapsamına sokulmalıdır. 

13. Darbe öncesi ve sonrası askerlere ve asker-sivil ortaklıklara ait şirketlerin elde ettikleri kazançlar, bu şirketlerin kamu ortaklıkları, kamudan devralınan ve kamuya devredilen varlıklar incelenmeli ve araştırılmalıdır. 

14. Askeri harcamaların tamamı denetlenebilmelidir. 

15. Sivil hayata müdahale edebilen Jandarma sistemi kaldırılarak görevleri polise devredilmelidir. 

16. Askeri okullara alınan öğrenciler; ÖSYM sistemi ile alınarak, bilgi ve beceri ölçen kriterlerin dışında başka bir değerlendirmeye tabi tutulmamalıdır. 
Silahlı Kuvvetlere personel temin eden eğitim kurumlarının müfredatı yeniden ele alınmalıdır. 

Askeri liseler milli eğitim bakanlığına bağlanmalı; askerlik bilimi dışında kalan fen ve sosyal bilimlere ilişkin dersler mutlaka sivil öğretmenler eliyle yürütülmelidir. 

(POLİS AKADEMİSİ ÖRNEĞİ GİBİ) 

Askeri öğrencilere, hakikatin tek ve mutlak olmadığı; farklı bakış açılarının bir kargaşa değil, zenginlik olarak algılanması gerektiğine yönelik olarak dersler verilmelidir. Bu doğrultuda işlenecek, felsefe, sosyoloji, psikoloji, dinler tarihi, gibi derslerin demokratik duyarlılıklarıyla temayüz etmiş seçkin akademisyenlerce verilmeleri sağlanmalıdır. 

Özellikle Türkiye Cumhuriyeti Tarihinin sadece askeri okullarda değil sivil okullarda bile tek bir bakış açısıyla işlenmekte olduğu bilinmektedir. Kamunun yaptığı sınavlarda bile cevap anahtarının anti demokratik ve militarist yanıtları doğru olarak kabul ettiği tespit edilmektedir. 
Tek partili otoriterizmin övgüsünün yapıldığı, askeri darbeleri onaylar nitelikteki bu tip ders ya da soru bankaları yeniden düzenlenmelidir. 

Sivil okullardaki askeri yanaşık düzen eğitimlerine benzer merasimler mutlaka kaldırılmalıdır. Okul müdürlerinin militer bir tınıyla verdikleri komutlar, rahatlar, hazır ollar, dikkat çekmeler terk edilmelidir. 

Adeta birer üniforma niteliğinde olan ilk ve ortaöğretimdeki kıyafet rejimi değiştirilmeli; tıpkı Batıda olduğu gibi kıyafetler serbest bırakılmalıdır. İlgisiz gibi gözükse de tek tip kıyafet olgusu, baskıyı, tahakkümü ve militarizmi beslemektedir. 

17. Orta ve liselerin ders kitaplarda darbelerin olumsuz etkileri anlatılmalıdır. Özellikle tarih ders kitaplarında 1950 sonrası dönem ve darbelerle ilgili bilgiler verilmeli ve müfredat yenilenmelidir. 

18. Darbe sonrası darbecilerin sivil hayata yansıyan uzantıları olan okul, sokak, cadde, amfi, spor tesisleri gibi mekanlarla varsa kurum ve kuruluşların isimleri, heykeller, anıtlar gibi varlıklar İçişleri Bakanlığı marifetiyle kaldırılmalıdır. 

19. Darbe süreçlerinde tutulan kayıtlar ve evraklar açıklanmalıdır. 

Darbe süreçlerindeki bakanlar kurulu kararları, askeri konsey kararları, gizli olan tutanaklar, yazışmalar, resmi kayıt ve belgeler kamuoyuna açılmalıdır. 

20. Darbelerin olumsuz etkileri ve sonuçları hakkında toplumsal bilinci arttıracak toplantı, yayın, film gibi çalışmalar desteklenmeli, müze-anıt gibi görsel yapılara yer verilmelidir. 

21. Her darbenin ardından bazı kesimlerin ekonomik olarak nemalandıkları iddia edilmektedir. Bu doğrultuda; 

Darbe dönemlerinin ekonomi politiğini incelemeye yönelik olarak, üniversitelerin sosyal bilimler enstitüleriyle temasa geçilmeli; tez yöneticiliklerinde bulunacak olan akademisyenlere, özellikle bu hususun incelenmesine yönelik olarak, öğrencilerini teşvik etmeleri hatırlatılmalıdır. 

Devletimizin kimi bürokratik temayüllerinin son yıllarda oldukça azaltıldığı kabul edilse de, özellikle araştırmacıların en çok sıkıntısını çektikleri husus, ezber bozacak yeni bilgi ve belgelere ulaşma konusunda, kimi kamu kuruluşlarından gördükleri ketumiyettir. Bu nedenle, yakın dönemdeki darbelerin farklı boyutlarını araştırma arzusuyla çalışacak olan araştırmacılara her 
türlü bilgi ve belgelerden istifade imkânları mutlaka sağlanmalıdır. 

22. Demokrasiyi kesintiye uğratan tüm darbe, muhtıra ve müdahalelere karşı alınması gereken tedbirleri ve demokrasiyi daha katılımcı kılmakla görevli, en azından bir müsteşarlık düzeyinde yapılanmaya gidilmelidir. Arzulanan, demokrasiyi güçlendirme ve geliştirmeden sorumlu bir devlet bakanlığı olsa da; müsteşarlık düzeyindeki bir idari mekanizma, bu istikamette iyi bir başlangıç olabilir. 

23. Halk nezdinde her darbe sonrası yaşanan insani dramlar sürekli gündemde tutulmalı ve en kötü sivil rejimin en iyi askeri rejimden daha evla olduğu hususu işlenmelidir. 

Bu doğrultuda medyadan olabildiği ölçüde yararlanılmalı; darbeler sonrasında mağdur olanların TBMM’ye, yaşadıklarını sözlü veya yazılı olarak aktarmaları istenmelidir. 

Anlatılanlar gerektiği takdirde senaryolaştırılmalı, demokratik duyarlılıkları bilinen yapımcı ve yönetmenlerle işbirliği yapılarak filme ya da belgesellere konu edilmeleri sağlanmalıdır. Bu çerçevede, Kültür Bakanlığının maddi ve manevi katkıları esirgenmemelidir. 

24. Her darbe sonrası yaşanan, gözaltı ve tutukluluk hallerinde vuku bulan işkence ve kötü muameleler, mağdurlarının tespit ettikleri failleriyle birlikte araştırılmalı; işkence gören ile yapanların yüzleştirilmeleri mutlaka sağlanmalı dır. Bu hususta özellikle 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat’ta TBMM Dilekçe Komisyonu arşivine intikal ettirilmiş başvurular yeniden ele alınmalıdır. 

İşkence ve kötü muamelelere tabi tutulmuş olanların iddialarını ispatlama yönünde talep ettikleri tıbbi muayenelerde bulunup; baskıyla ya da gönüllü olarak mesleki etiğe aykırı olarak rapor düzenleyen hekimler tespit edilmelidir. Özellikle darbe dönemlerinde, askerlik vazifelerini hekim olarak yerine getirdikleri esnada üstlerinden gördükleri cebir vesilesiyle, tıbbi bilirkişiliklerinin suiistimal edildiğini ifade eden hekimler tespit edilip; müracaatları 
sağlanmalıdır. 

25. Askeri cezaevlerindeki işkence söylentileri; söylentinin ötesinde birer gerçekmiş gibi durmaktadır. Bu cezaevleri de tıpkı diğerleri gibi Adalet Bakanlığına bağlanmalıdır. 

 BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

634 Milliyet, 13.11.1974, s.10 
635 Milliyet, 21.11.1974, s.1. 
636 Cumhuriyet, 30.11.1974, s.1. 
637 Cumhuriyet, 2.4.1975, s.1. 
638 Cumhuriyet, 8.4.1975, s.1. 
639 Bilgiç, a.g.e., s.244-245. 
640 Milliyet, 22.6.1975, s.1. 
641 Milliyet, 29.6.1975, s.1. 
642 Çavdar, a.g.e., 244-246. 
643 Talat Turhan’ın 26.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 17.37–19.00]. 
644 Hasan Celal Güzel’in 13.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 11.00–14.08]. 
645 Bedii Faik’in 26.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 11.30–13.15]. 
646 Mustafa Kalemli’nin 21.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 11.09–14.42]. 
647 Ali Kırca’nın 11.10.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 10.20–11.40]. 
648 Bülend Ulusu’nun 14.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 11.00–12.45]. 
649 Bkz. Ömer Laçiner, “Türk Militarizmi”, Birikim, Sayı: 160–161, Ağustos-Eylül 2002, s.10. 
650 Bkz. İsmail Kaplan, Türkiye’de Milli Eğitim İdeolojisi ve Siyasal Toplumsallaşma Üzerindeki Etkisi, İstanbul: İletişim Yayınları, 1999, s.191. 

30 CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

12 MART 1971 MUHTIRASI ARAŞTIRMA RAPORU. BÖLÜM 28

12 MART 1971 MUHTIRASI ARAŞTIRMA RAPORU. BÖLÜM 28



3. MİLLİ SELAMET PARTİSİ 


Kapatılan diğer parti Necmettin Erbakan’ın Milli Nizam Partisiydi;610 partinin kapatılma gerekçesi ise lâikliğe aykırı faaliyet yürütmesine dayandırılıyordu. Süleyman Arif Emre, partinin kapatılmasına ilişkin olarak şu tespitte bulunmaktadır: 

İsrail’in lehinedir çünkü böyle bir Hükümetin Türkiye’de bulunması, İsrail’in, komünist Rusya’ya karşı önüne set çeken bir Seddi Çin görevini yapar ama Erbakan her konuşmasında: “Siyonizm nedir, masonlar nasıl Siyonistlerin yan kuruluşudur, nasıl… Ve diğer kuvvetler de onların yan kuruluşudur?” hep bu konuyu işliyor. Hoca’nın bu konuyu bilhassa ön plana almış olmasının sebebi de Demirel’in gerçek fikrî yapısını ortaya koymak ama onlar –Siyonist liderler- 
kızmış, gücenmişler “şayet bu propagandadan vazgeçmez iseniz partinizi kapattıracağız.” Biz de tabii, vazgeçmedik, birkaç hafta sonra parti kapatıldı, 12 Mart askeri müdahalesinden bir hafta önce, kapatma davası açıldı daha doğrusu. Evet, Siyonistler öyle söylemişti. O zaman ki Başsavcı Hikmet Gündüz, bizim tespitimize göre o da masondu, hemen bir kapatma davası açtı.611 

Kimilerine göre söz konusu partinin kapatılma kararı doğru ancak kapsamı dar tutulmuştu. Laikliğe aykırı davranışlar içinde bulunan tek parti sanki MNP miydi?612 MNP’nin kapatılmasına rağmen TİP’in aksine hiçbir yöneticisi hakkında ceza davası açılmamıştır. Parti lideri Erbakan İsviçre’ye gitmiş; 1973’e gelinirken Erbakan’ın Türkiye’ye yeni bir parti kurmak üzere bizzat iki orgeneral, Muhsin Batur ve Turgut Sunalp, tarafından davet edildiği iddia edilmektedir. Hatta 
sırf bu lütuftan ötürü 1980 yılının tıkanan Cumhurbaşkanlığı seçiminde, kimilerince Milli Selamet Partili’lilerin Batur’a oy vermeleri de buna bağlanmakta dır. Burada hedeflenenin 1965 ve 1969 seçimlerinde AP’de toplanan mukaddesatçı oyların açıkta kalıp yeniden bu partiye dönmesini engellemek olduğu söylenmektedir. Hedeflenenin: Kurulacak yeni bir İslâmcı parti 
eliyle AP oylarındaki bölünmenin devamını sağlamak olduğu ifade edilmektedir.613 Süleyman Arif Emre, bu doğrultuda kendisine yöneltilen soruya şu cevabı vermiştir: 

Hayır, tamamen bizi şey etmek için uydurulmuş bir propagandadır bizim siyasi 
rakiplerimiz tarafından. (Erbakan) İsviçre’deydi. 110 kilo, şişmanlamıştı. Millî Nizam kapandı diye kalp spazmı geçirdi. İsviçre’de şişmanlığı şey eden rehabilitasyon merkezi varmış, oraya gönderdiler. Hoca döndüğü zaman 80 kiloydu. Hatta tanımadık biz de… 614 

4. DİĞER PARTİLERİN DURUMU 

1971 yılına gelindiğinde geçmişin önemli partileri olan YTP, MP büyük ölçüde 
varlıklarının sonuna yaklaşmışlardır. İşte bu süreçte GP bu partilerle birleşerek daha büyük bir oy tabanına seslenme gereği hissetmiştir. GP bu birleşmeyi “Milliyetçi Cephe” adıyla anmıştır. GP, Milliyetçi Cephe’nin olabilmesi için 17 Ocak 1971 tarihinde olağanüstü kongresini toplantıya çağırmıştır. GP Olağanüstü Büyük Kongresi’nin verdiği yetkiye dayanılarak ve Milliyetçi Cephe kuruluşunun gerçekleşmiş olması sebebiyle GP’nin bundan böyle “Milli Güven Partisi” (MGP) adı altında çalışmalarına devam etmesi oy birliği ile kararlaştırılmıştır.615 

3-4 Mart 1973’te düzenlenen MGP kongresinde CP ile birleşme kararı alınmıştır. 
Birleşmeye MGP’den 16 milletvekili, 11 senatör CP’den 11 milletvekili 4 senatör, Bağımsız Halkçılar Grubu’ndan 17 milletvekili ve 5 senatör katılmıştır.616 Bu kurultaydan sonra partinin ismi de Cumhuriyetçi Güven Partisi (CGP) olarak değiştirilmiştir. 

1971 Muhtırası’nın önemli bir sonucu da iki partinin kapatılmasıdır.1970’de kurulan MNP bir yıldan biraz fazla yaşayabilmiş; 5 Mart 1971’de ‘lâikliğe aykırı çalışmalar yürüttüğü’ gerekçesi ile Anayasa Mahkemesi tarafından kendisine dava açılan MNP, 20 Mayıs 1971’de ‘lâik devlet MNP yöneticileri hakkında herhangi bir ceza davası açılmamıştır.617 MNP kapatılınca Erbakan İsviçre’ye gitmiş ve bir süre orada kalmıştır. 

TİP ise Anayasa Mahkemesince "devletin ülkesi ve milletiyle bölünmezliği ilkesine karşıt davrandığı" gerekçesiyle temelli kapatılmıştır. Ayrıca partinin zaten tutuklu bulunan önderi Behice Boran ve yönetim kadroları Ankara 3 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi’nce komünistlik propagandası ve bölücülük yaptıkları gerekçesiyle altı yıl ile on beş yıl arasında değişen hapis cezalarına çarptırılmışlardır. Davanın duruşmasına 19 Ağustos 1971'de başlanmış, hükümler 26 Nisan 1973'te kesinleşmiştir.618 

1970’li yıllarda iki partili sistem sona ererken, bu dönem küçük partilerin altın 
çağlarını yaşadıkları ve siyasetin kaderini ellerinde tuttukları bir dönem olmuştur. Toplumun hızla kamplara bölündüğü ve sokak çatışmalarının yükseldiği 70’lerin ikinci yarısında MHP daha operasyonel bir karaktere bürünmüş ve özellikle mezhep farklılıklarının yoğun yaşandığı illerde oylarını belirgin bir biçimde ve kısa sürede artırmıştır. Komünizmle mücadelede kendisini devletin yanında konumlayan Türkeş, bu dönemde gençlik teşkilatıyla sokağı kontrol altında tutmaya çalışmıştır. 1970’lerin sonlarına doğru dönemde ülkücüler sokağa inmiş ve kendilerini devletle özdeşleştirerek, komünizme karşı mücadelenin ön saflarında yer almaya başlamışlardır. Bu tutum, Milliyetçi Hareketin her geçen gün toplumcu milliyetçilikten uzaklaşmasına ve devletçi bir 
karaktere bürünmesine neden olmuştur. Hareket özeleştirisini ancak 1980 darbesi sonrası yapabilmiş ve daha rafine bir hüviyet kazanmıştır. 

5. 1973 SEÇİMLERİNİN ORTAYA KOYDUĞU SİYASİ TABLO 

1971 Muhtırası sonrası en çok merak edilen konulardan biri yeni seçimlerde 
parlamentonun nasıl şekilleneceğidir. Bu dönemde yoğun propagandalar yapılmış ve seçim sürecinde partiler yayınladıkları seçim bildirileriyle hedeflerini sıralamışlardır. CHP’nin seçim bildirgesi “Ak Günlere” kitap halinde basılmıştır. Bildirgede ülkenin sağa doğru kayması, pahalılığının kasıtlı oluşturulduğu düşüncesi, ekonomi ve demokrasideki 12 Mart’tan sonraki yozlaşma, özgürlüklerin kısıtlanılması, huzur ve asayiş politikası gibi konular ele alınmıştır.619 

 AP’nin seçim sloganları ise şöyledir: “Halkın derdini halktan olanlar anlar”, 
“Demokrasinin bayrağı AP”, “Dirlik-düzenlik-kalkınma”, “İşsizliğe-cahilliğe-çaresizliğe paydos”, “Sıcak aş-dertsiz baş-mutlu yurttaş hedefimizdir”, “Birlik kuvvettir, AP’ de birleşelim”.620 

MSP beyannamesine bakıldığında bu partinin de MHP gibi “başkanlık sistemi”ni 
savunduğu görülmüştür. Senatonun kaldırılması, milletvekili sayısının 300’e indirilmesi, önemli meselelerin çözümü için referandum, halk vetosu, halk teşebbüsü gibi usullerin getirilmesi, ceza davalarında jüri sistemini getirmek MSP’nin 1973 beyannamesinde savunduğu başlıca görüşler arasında yer almıştır.621 Burada en dikkat çekici konu Senatonun kalkması yönündeki isteklerdir. Bu istek önceleri AP tarafından seslendirilmiştir. Bu duruma yol açan en büyük etkenlerin başında Senato içerisindeki MBG üyelerinden duyulan rahatsızlık gelmiştir. 

14 Ekim 1973 seçimleri sonucunda CHP birinci parti olarak 185, 

AP: 149, 
MSP: 48, 
DP: 45, 
CGP:13, 
MHP:3, 
TBP:1 ve 
Bağımsızlar: 6 milletvekili ile TBMM’de temsil edilmiştir. 

Barajsız d’Hont Sisteminin uygulandığı 1973 seçimleri sonucunda hiçbir parti hükümet kurabilecek yeterli çoğunluğu sağlayamamıştır. Hiçbir partinin iktidar olabilecek oyu alamadığı 1973 seçimleri kamuoyunda Ecevit’in kişisel başarısı olarak değerlendirilirken, CHP geçerli oyların % 33.3’ünü alarak en güçlü parti konumuna gelmiştir.622 Böylece CHP’nin 1960’lardan beri devam eden oy kaybı bu seçimlerle birlikte son bulmuştur. CHP’den sonra en büyük sürprizi 
MSP göstermiştir. DP’yi geride bırakan MSP üçüncü sırada yer almış ve seçim sonrası hükümet kurma arayışlarında kilit parti haline gelmiştir.623 

1973 seçimleriyle birlikte 1950’lerden beri süregelen DP-AP üstünlüğüne bir anlamda son verilirken AP’nin oyları 1969 Seçimlerine göre % 46.5’ten % 29.8’e düşmüştür. İlk defa seçimlere katılan MSP ve DP’de % 12 civarında oy alarak seçimlerde başarılı olurken MP önceki seçimlerde % 3.2 olan oyunu neredeyse tamamen kaybetmiş ve % 0.6’lık oy oranın ile hiç milletvekili çıkaramamıştır. MHP aldığı % 3.4’lük oy oranı ile milletvekili sayısını üçte bir oranın da arttırırken TBP ise %1.1 ile yalnızca Genel Başkanı’nı Meclise gönderebilmiştir. 
GP’nin ise 1969 seçimlerinde % 6.6 olan oy yüzdesi son seçimlerde % 5.5’e düşmekle beraber fazla bir kayba uğramamış ve 13 milletvekili ile temsil hakkı kazanmıştır. 

Seçim sonuçlarını değerlendiren Demirel'e göre: 

"Hiçbir parti iktidar olmamıştır. Az alan çok alan olmuştur ama iktidar çizgisinden her parti bir hayli geride kalmıştır. Seçimin neticesi ve Cumhuriyet Senatosu üyelerinin dağılışı nazarı itibara alındığında Türkiye'de istikrarın nasıl sağlanacağı sualini cevaplamak oldukça güçtür. Bununla beraber, meşru zeminlerin ve meşru yolların açık tutulması bizi çaresizlikten kurtaracaktır. Zira meşruiyet içerisinde çare tükenmezdir..."624 

14 Ekim 1973’te yapılan seçimin neticeleri alınmaya başlandığında, CHP sandıktan birinci parti olarak çıkıyordu. Gerçi rakibiyle arasında büyük bir oy farkı yoktu; ancak yine de CHP tarihi açısından alınan sonuç göz kamaştırıcıydı. Çünkü parti, olağan hiçbir dönemde birinci parti olamamıştır. 1977’de bir kez daha tekrarlanacak olan bu başarı çok önemlidir. 



Tablo 3- 1973 Yılı Genel Seçim Sonuçları 
[Kaynak: http://www.konrad.org.tr/secim/ayrinti.php?yil_id=67 (Erişim: 08.10.2012)] 

Seçime katılma oranının çok yüksek olduğu gözleniyordu. CHP’nin başarısındaki en büyük etkenin DP ile MSP’nin, AP’nin oylarını bölmesi olarak gösterilmekte; CHP’nin sürpriz yaptığı manşetlere taşınmaktadır. Demirel sandıklar açıldıktan sonra “Bu gece beni unutun” diyordu. Barajsız d’Hont sisteminin tatbik edildiği seçimlerden sonra ortaya çıkan manzara yeni bir koalisyon hükümetinin habercisiydi ancak süreç çok ilginç bir şekilde gelişti ve sürpriz bir koalisyon hükümeti kuruldu.625 1973 seçimleri Türkiye’de 12 Mart askeri vesayetinin sonu anlamına gelmektedir. Sonraki zamanlarda askerin siyasal kurumlar üzerindeki etkisinin sürdüğü gözlemlenecektir. 

F. 1973-1977 YILLARINDA HÜKÜMETLER 

1.CHP-MSP KOALİSYON HÜKÜMETİ 

1973 seçimleri sonrası Türkiye’de 100 gün boyunca hükümet kurulamamıştır. Önce Ecevit, sonra Demirel, daha sonra Naim Talu ve yeniden Ecevit’e verilen hükümeti kurma yetkisi 24 Ocak 1974’de CHP-MSP arasında yapılan görüşmeler sonucu varılan anlaşmasıyla son bulmuştur. Bu görüşmeler esnasında, ölüm cezasına mahkûm edilmiş olanların 30, ömür boyu hapse mahkûm edilmiş olanların cezalarının ise 20 yıla indirilmesi konusunda anlaşmaya varılmıştır; fakat fikir suçluları üzerinde anlaşmaya varılamamıştır. Üniversitelere idari ve mâli özerklik verilmesi, sanayi yatırımlarında Anadolu’ya öncelik verilmesi, nüfus kontrolü, din eğitimi, toprak reformu uygulamalarının başkanlar düzeyinde ele alınması, hızlı ve ucuz vergi sistemi gibi konular da uzlaşmaya varılan diğer konular arasındadırlar. 24 Ocak’ta hazırlanan protokolün imzalanmasının ardından hükümet de açıklanmıştır.626 

Bu dönemde CHP-MSP ortaklığının olabilirliği hakkında geniş tartışmalar yapılmıştır. Koalisyonun dayanağının bireyin temel özgürlüklerine duyulan inanç, maden yataklarının ve petrolün devletleştirilmesiyle büyük kapitalistlerin gücünü kırmak olduğu ileri sürülmüştür. Ancak iki siyasi parti arasında, toplum anlayışı ve izlenen politikalar bakımından önemli farklılıklar bulunmaktadır. Koalisyonun temelini toplumsal görüşlerin benzerliğinden çok yapılan siyasi hesaplar oluşturmuştur. Koalisyon protokolü "demokrasi" sorununa ciddi bir şekilde eğilmeyi hedefleyen ilk programdır.627 

Hükümet programında genel af çıkarılması, orman suçlarının affı, siyasal hakların iadesi, işsizlik sigortasının gerçekleşmesi, işçilerin kıdem tazminatının arttırılması, kadınların 20 yılda emekli olmaları, seçim mevzuatında değişiklik yapılması yer almıştır. Ayrıca 18 yaşını bitiren ve öğrenci olmayanlarla, yurt dışında çalışanlara oy hakkı tanınması, imam hatip okullarının yeniden açılması, vekil imamların asil kadroya geçirilmesi, eğitim politikasına yeniden yön verilmesi, okullara milli ahlak dersi konulması, 1973 sonuna kadar yaptırılmış olan gecekonduların meşrulaştırılması, vergi sisteminde ıslahat yapılması, asgari geçim indiriminin arttırılması, sosyal adaletin sağlanması gibi 
çarpıcı konu başlıkları vardır.628 

AP Genel Başkanı Süleyman Demirel koalisyon hakkında: 

 “Koalisyonu teşkil eden iki parti geçerli oyların %45’ini almıştır. Millet Meclisinde Meclis Başkanı dahil 233 üye vardır. İki parti dışında ise 216 milletvekili mevcuttur. Türkiye parlamentosu çift meclise dayanır. Her meclisin ağırlığı vardır. Güvenoyu Millet Meclisinde verilmesine rağmen, yasa ve denetleme faaliyetlerinde ve TBMM faaliyetlerinde Cumhuriyet Senatosu’nun önemli bir yeri vardır. Senatoda da çoğunluğa AP sahiptir. 

Koalisyon partilerinin üye sayısı 48 iken, AP’nin tek başına üye sayısı 80’dir. AP’nin ana muhalefet görevini yaparken, memleket yararına bulmadığı icraatın karşısına çıkmakta önemli bir ağırlığı olduğunu kimse inkar edemez…’’ demiş ve Senatodaki üstünlüğün AP’nin elinde olmasının önemine vurgu yapmıştır.629 Bu ise yönetimdeki çift başlılığın oluşturduğu olumsuzluklardan birisi olarak göze çarpmaktadır. 

Bu hükümet döneminde yaşanan en önemli olay “Kıbrıs Sorunu”nun yeniden ülke gündemine birinci sıraya oturmasıdır. 1974 yazında Türk ordusu Kıbrıs'a çıkarma yapmış; bu Ecevit'in cesaret ve vatanseverliğinin bir göstergesi olarak görülmüştür. Onun "Kıbrıs sorununa kendinden önce hiçbir Başbakanın hayal bile edemediği radikal bir çözüm bulduğu" düşünülmüştür. Durumun bu şekilde değerlendirilmesi, 1974 sonlarında CHP desteğinin en üst noktaya ulaşmasına neden olmuştur Özellikle muhalifliğiyle ön plana çıkan MBG üyeleri bile hükümete destek vermişler, MBG üyesi Suphi Karaman, Erbakan ve heyetine bu süreçte müşavirlik etmiştir.630 

Kıbrıs krizi sona erdiğinde, ise bu koalisyonun biteceği anlaşılmıştır. 26 Ocak 1974 tarihinde kurulmuş olan CHP-MSP Koalisyonu 17 Kasım 1974 tarihine kadar sekiz ay gibi (aslında Ecevit Eylül ayında istifasını sunmuştur; fakat yeni bir hükümet kurulana kadar iktidarda kalmışlardır. Bu bağlamda aktif anlamda 8 ay, resmen 10 ay varlık gösterilmiştir) kısa bir süre varlık gösterebilmiş ve sonrasında koalisyon sona ermek durumunda kalmıştır. Parti programları arasındaki uyuşmazlıkların aşılamaması, Genel Af Yasası’nda çıkan anlaşmazlık  lar, Kıbrıs Barış Harekatı gibi çeşitli nedenlerin sonucunda mevcut birliktelik bozulmuştur. Bu birlikteliğin sekiz ay devam edebilmesi bile uzun süredir; çünkü birlikteliğin ilk günlerinde uyuşmazlıklar baş göstermiştir. Kıbrıs Barış Harekatı’nın yol açtığı gelişmeler sayesinde devam eden birliktelikte, MSP’nin genel af konusunda koalisyonunun kurulma aşamasındaki tavrı ile koalisyon kurulduktan sonraki tavrı arasındaki değişiklik, CHP açısından koalisyonun devam edebileceğine dair olan inancın yitirmesine sebep olmuştur.631 

Bu dönemde yaşanan diğer kriz ise “Petrol Krizi”dir. Yeni Hükümeti ve 12 Eylül’e gidiş sürecinde Türkiye ekonomisini olumsuz etkileyen olayların başında bu kriz gelmektedir. Ekim 1973’te Arap-İsrail savaşlarının yeniden başlamış ve petrol ihraç eden Arap ülkelerinin girişimiyle ham petrol fiyatı 2,5 dolar iken, 24 Aralık 1973’te 11,6 dolara yükselmiştir. Dünya ekonomisinin dengelerini alt üst etmiş olan “petrol şoku” petrol ithalatçısı olan Türkiye’nin dış ticaret açığının üç misli artmasına neden olmuştur. Hükümet petrol krizinin yıkıcı etkileri aşmaya çalışırken, bahsi geçen 1974 yılında Kıbrıs Barış Harekâtı başlamıştır. İçten ve dıştan kaynaklanan olumsuz koşullara bağlı olarak ekonomik dengeler hızla bozulurken, ülkenin kaderini belirleyecek iki siyasi lider, Demirel ve Ecevit’in kamuoyu önünde ülke dikkate almayan, daha çok politik mülahazalarda 
bulundukları dikkat çekmiştir.632 

Ecevit, ya erken seçime gitmeyi ya da DP ile bir koalisyon oluşturmayı umarak MSP ile ortaklığını sona erdirmiştir. Ancak plan başarısızlığa uğramıştır. Çünkü sağ kanat partileri Demirel'in liderliğinde, MC Hükümeti adı altında bir koalisyon oluşturmuşlardır.633 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

610 “Lâikliğe aykırı tutumu nedeniyle MNP kapatıldı”, Akşam, 22 Mayıs 1971. 
611 Süleyman Arif Emre’nin 26.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 12.00–?]. 
612 Nadir Nadi, “Bir Parti Kapatıldı”, Cumhuriyet, 23 Mayıs 1971. 
613 Soner Yalçın, Hangi Erbakan, Ankara: Başak Yayınları, 1994, ss.140–141. 
614 Süleyman Arif Emre’nin 26.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 12.00–?]. 
615 Milliyet, 30.1.1971, s.1. 
616 Cumhuriyet, 5.3.1973, s.1. 
617 Cumhuriyet, 21.5.1971, s.1. 
618 Milliyet, 23.4.1973, s.1. 
619 Çavdar, a.g.e., s.227-231 
620 Milliyet, 11.9.1973, s.1. 
621 MSP, 1973 Seçim Beyannamesi, Ankara, 1973, s.18-24. 
622 DİE, 14 Ekim 1973 Milletvekili Seçimi Sonuçları, Ankara, DİE Yayınları, 1974, s.6-7. 
623 Cumhuriyet, 15.9.1973, s.1. 
624 Cumhuriyet, 1.11.1973, s.1.
625 “CHP sürpriz yaptı”, Hürriyet, 15 Ekim 1973. 
626 Milliyet, 25.01.1974, s.1. 
627 Ahmad, “Demokrasi Sürecinde…”, s.441. 
628 1973-1977 dönemi Hükümetler ve Meclis faaliyetleri ile ilgili kapsamlı bilgi için bkz., H. Emre Bağce, Türk Parlamento Tarihi, TBMM XV. Dönem (1973-1977), Yasama, Ankara, TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yay. 2012; H. Emre Bağce, Türk Parlamento Tarihi, TBMM XV. Dönem (1973-1977), Denetim, Ankara, TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yay. 2012. 
629 Milliyet, 29.1.1974, s.1. 
630 Karavelioğlu, a.g.e., s.265. 
631 Hikmet Bila, CHP 1919-2009, İstanbul, Doğan Kitap, 2008, s.243 
632 Erdinç Tokgöz, Türkiye’nin İktisadi Gelişme Tarihi 1914–2004, 7. Bs Ankara, İmaj Yayınevi, 2004, s.188–189. 
633 Ayşe Güneş Ayata, CHP Örgüt ve İdeoloji, Ankara, Gündoğan Yayınları, 1992, s.93. 

29 CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

12 MART 1971 MUHTIRASI ARAŞTIRMA RAPORU. BÖLÜM 27

12 MART 1971 MUHTIRASI ARAŞTIRMA RAPORU. BÖLÜM 27



2. CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİNE İLİŞKİN KRİZİ AŞMA ÇABALARI 

Cumhurbaşkanlığı seçimlerine az bir süre kala Faruk Gürler’in cumhurbaşkanı seçilmesine yönelik olarak üst düzey komutanların koordine ettiği çalışmalarda siyasi parti liderlerine çengel atılmış ve bu çerçevede Yüksek Komuta Konseyi başkanı ve üyeleri Org. Muhsin Batur’un evinde CHP lideri Bülent Ecevit’le 4.5 saat görüşmüştür. Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde “bir telkine muhatap olmamak” gerekçesiyle Demirel’in görüşmeye yanaşmaması üzerine Yüksek Komuta Konseyi tarafından Adalet Partisi Genel Başkanı Demirel’i hedef alan 21 Şubat bildirisi yayınlanmıştır. 

Yüksek Komuta Konseyi’nin 21 Şubat 1973 tarihli bildirisinde “sorumsuz veya 
sorumluluğunu idrak edemeyen bazı politikacılarla sapık ideoloji ve çıkar çevrelerinin memleketin yüksek menfaatlerini hiçe sayarak ve silahlı kuvvetlerin vakur bir anlayış içerisinde bulunmasından cür’et alarak son aylarda gittikçe temposunu arttıran yersiz beyan ve yorumlarda bulunmaları esefle müşahede olunmaktadır” denildikten sonra “silahlı kuvvetlere ve 12 Mart muhtırasında doğrudan doğruya veya dolaylı olarak yöneltilen küçük düşürücü ve kışkırtıcı 
sataşma ve beyanların son bulması”, “muhtıranın gereği olarak yurtta huzur ve istikrarın sağlanması ve devamı”, “reformların gerektiği şekilde ve biran önce tahakkuk ettirilmesi” ve “Siyasi Partiler ve Seçim Kanunlarının milli iradeyi adil bir şekilde tam olarak yansıtacak bir temsile ve dürüst bir seçime imkan verecek bir hale getirilmesi” çağrılarında bulunulmuştur. 
Bildiride içinde bulunulan bunalım ve olağanüstü durumdan çıkış için siyasi parti grupları ile de temaslarda bulunulduğu ancak davet olunan bütün parti ve grup liderlerinin görüşmelere “büyük bir içtenlikle” katılmalarına rağmen Adalet Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel’in “kendisine özgü bazı sebeplerle” davete icabet etmekten kaçınması da eleştirilmiştir. 

Demirel, bildirinin ardından hesap vereceği tek merciin millet olduğunu söyleyerek tepkisini dile getirmiştir. Cumhurbaşkanı Sunay ile görüşmesinde de “... Anayasa diyemeyecek miyiz? Millet, demokrasi laflarını ağzımıza alamayacak mıyız? ‘Milletten başkasına hesap vermem’ dedim. Bunda ne var” demiştir. 

Cumhuriyet gazetesi bildiriyi 22 Şubat günü “Ordu 12 Mart Muhtırasının Sorumluluğunun İdraki İçinde - Yüksek Komuta Heyeti Görüşlerin Açıkladı” manşetiyle vermiştir. Gazete bu manşetin yanında Demirel’in “Beni İlgilendiren Hiçbir Şey Yoktur Tebliğin İçerisinde” açıklamasına yer vermiştir. 23 Şubat günkü Cumhuriyet’te Milli Birlik Grubu ve işverenlerin komuta konseyinin görüşünü desteklediğini haber yaptı. Nadir Nadi 23 Şubat tarihli başyazısında 
Yüksek Komuta heyetinin “iyi niyetli çabası” olarak tanımladığı bildirinin Türk Silahlı Kuvvetlerinin “12 Mart muhtırasına karşı yürütülmek istenen doğrudan doğruya ya da dolaylı sataşmalardan rahatsızlık duymakta” olduğunun ifadesidir. Altan Öymen 23 Şubat tarihli yazısında Ecevit’in Komutanların talebini kabul edip kendileriyle görüşmeye gittiğini oysa Demirel’in “Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce bir telkine muhatap olmak istemiyormuş” ifadesiyle bu davete hayır demesini eleştirmiştir. Öymen komutanların davetinde bir anormallik görmemiş ve Demirel’in sözleriyle ilgili görüşlerini “sanki millete hesap verme durumunda olmak, bu devletin çeşitli sorumluluk mevkilerindeki kimselerle görüşmeyi yasaklıyormuş gibi... ‘Ben millete hesap veririm’ dedin mi arkadan bu mantığın bağlantısı olarak ‘Öyleyse başka kimseyle görüşmem’ diyebileceksin.” şekline ifade etmiştir. Öymen, Demirel’in Adalet Partisi’nin Cumhurbaşkanı adayını açıklamamasını da şiddetle eleştirmiştir.587 

Milliyet gazetesi 22 Şubat 1973 tarihli sayısında bildiriyi “Komutanlar Kışkırtıcı 
Hareketlerin Bitmesini İstedi” manşetiyle vermiştir. Manşetin yanında da Demirel’in “AP Yalnız Millete Hesap Verir” açıklamasına yer verilmiştir. Abdi İpekçi aynı günkü başyazısında partiler ile Silahlı Kuvvetler arasındaki zıtlaşmanın tehlikelerine dikkat çekerek bunun için bir neden olmadığını, çünkü partiler gibi silahlı kuvvetlerin temsilcilerinin de her fırsatta demokratik 
rejime inançlarını tekrarladıklarını ve amaçlarının “bu rejimi korumak ve güçlendirmek” olduğunu belirtmiştir. Zıtlaşmadan kasıt Demirel’in komutanların davetine katılmamış olmasıdır. İpekçi yazısında koşulların olağanüstülük taşımadığı bir ülkede parlamenter düzene kumandanlar tarafından yapılacak herhangi bir müdahalenin hoş görülemeyeceğini de belirtmiştir.588 23 
Şubat’taki başyazısında İpekçi partilerle kumanda heyeti arasındaki diyalogun önemine dikkat çekerek her iki grup arasında “samimi bir hava içerisinde” görüşmeler yapıldığını, ancak Demirel’in bu görüşmelere katılmayı reddettiği ifade etmiştir. AP liderinin “kendine özgü nedenlerle” komutanların toplantısına katılmamasının tartışılabileceğini belirttikten sonra Sunay’ı Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi arabuluculuk yapmaya davet etmiştir.589 İpekçi 24 
Şubat tarihli yazısında da zıtlaşmaya dikkat çekmiştir. Abdi İpekçi 28 Şubat tarihli yazısında Demirel’in aksine Ecevit’in yaklaşımının ve komutanlarla görüşmesinin daha sağlıklı olduğunu belirtmiş ve “devletin yönetiminde yetkili ya da etkili kişi (ve) kuruluşlarla bunalımların çözümlenmesini amaçlayan ve bunu Anayasaya uygun biçimde başarmayı öngören ‘müşaverlerde’ bulunmak zararlı değil, yararlıdır” demiştir. Ecevit’in komutanlarla yaptığı “görüşmelerden edindiği izlenim üzerine” Yazar Demirel ile görüşmek istemesinin Demirel tarafından reddedilmiş olmasını da “Demirel’in yaptığı ikinci hata” olarak tanımlamıştır.590 

22 Şubat 1973 günkü Tercüman gazetesi bildiriyi “Yüksek Komuta: Yersiz Yorumlara Son Verilsin” manşetiyle vermiş ve diğer gazetelerde olduğu gibi hemen yanında Demirel’in “AP’nin Hesap Vereceği Tek Merci Millettir” açıklamasını koymuştur.591 Kabaklı 23 Şubat tarihli yazısında bildiriyi “12 Mart muhtırasının yürürlükte olduğunu yeniden hatırlatmaya lüzum gören bir teşebbüs” ve “Muhtıra II” olarak adlandırmıştır. Kabaklı bildirinin “Liderlerle görüşme sırasında şahıs, zümre, parti ve hükümet icraatı bahse konu edilmemiştir” açıklamasını ön plana çıkartarak bunun belli bir siyasi parti liderine karşı olmadığını, asıl muhatabın “ihtilal maskotluğuna özenmiş bazı maskaralar” olduğunu belirtmiştir.592 

Hürriyet gazetesi 22 Şubat 1973 günü bildiriyi manşetten “Yüksek Komuta Heyeti Tebliğ Yayınladı-Demirel’e Görüşmelere Katılmadığı İçin Çatıldı” başlığıyla vermiş ve hemen yanına Demirel’in “Hesap Vereceğimiz Tek Merci Millettir” açıklamasını koymuştur. Haberin devamında bildirinin içeriği hakkında bilgi verilmiştir.593 23 Şubat tarihli gazetenin ilk sayfasında Hürriyet imzasıyla çıkan yazıda üslubun sert olduğu belirtildikten sonra açıklamanın içeriğinin ve gerekçelerinin anlaşılabileceği, ancak açıklamaya neden böylesine “sert bir hava” verildiğinin anlaşılmadığı belirtilmiştir. Yazıda ayrıca bildirinin Cumhurbaşkanlığı seçimi üzerine yapılan spekülasyonlarla başlayan tedirginliği arttırdığı ve bildirinin tedirginlikler yüzünden yapacağı tahribatın asıl ulaşılması gereken demokrasi ve özgürlük amacına ve özellikle kamu yararına ters düşeceği ifade edilmiştir.594 

Cumhurbaşkanı kim olacak suali cevapsız kalmaya devam ederken, bulunan ilk formül: Cevdet Sunay’ın görev süresinin yapılacak bir anayasa değişikliğiyle iki yıl uzatılması olmuştur. Bu formüle en kesin itiraz İnönü’den geldi; Paşa: “Sunay seçilecekti de, ne olacaktı? Daha önce yaptıklarını yenileyecekti” şeklinde çıkış yaptı. Demirel de, 12 Mart’ta cumhurbaşkanının muhtıracılarla olan mesaisini hâlâ içine sindirememişti ve bu teklife ayak diredi. “Sunay’ın görev süresinin uzatılmasına karşı çıkarken Demirel’in yapmak istediği, Gürler’in Cumhur başkanlığına da karşı çıkışının Ordu üst kademelerinde duyulmasını sağlamaktı”.595 Öneri mecliste de senatoda da kabul görmedi. Bu kez CHP tarafından yeni bir öneri getirildi: Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin iki yıl ertelenmesi. Bu da aslında ilk önerinin isim değişikliğiyle tekrarıydı. Son formül, bir isim üzerinde anlaşılmasıydı Dönemin Anayasa Mahkemesi Başkanı 
Muhittin Taylan üzerinde iki parti de anlaştı. Tek bir formalite geriye kalıyordu: Taylan’ın Sunay tarafından kontenjan senatörü yapılması. Görev süresinin uzatılmasına karşı çıkılmasının burukluğunu yaşayan Sunay, bu isteği reddetti. Böylece iyiden iyiye kendisini cumhurbaşkanlığına hazırlayan Muhittin Taylan açısından cumhurbaşkanlığı adaylığının ilk aşaması bile gerçekleşememiştir596 

Sonunda ismi daha önce, Ürgüplü kabinesinin güvenoyu alamayarak düşmesi olayından sonraki başbakan arayışlarında da gündeme gelen, askeri ataşelik tecrübesi de olan eski Deniz Kuvvetleri Komutanlarından E. Ora. Fahri Sabit Korutürk üzerinde uzlaşılmıştır. Zaten hâlihazırda senatör olan Korutürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin 7’nci Cumhurbaşkanı olarak andını içip göreve başlamıştır.597 


E. SİYASİ PARTİLERDEKİ GELİŞMELER VE 1973 SEÇİMLERİ 


12 Mart rejiminin parlamentoyu açık tutma siyasetinin iki istisnası vardır. Parlamento açık tutulacaktır lakin ülkenin bölünmez bütünlüğü ve laik rejimini tehdit ettiği iddia edilen iki parti kapatılacaktır. Bu iki partiden biri beklendiği gibi TİP’dir. Anayasa Mahkemesi, TİP’in kapatılma gerekçesinin temelini Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde Kürtlerin yaşadığı ve bu insanların kimliklerinin tanınması gerektiği yönündeki 4. Büyük Kongreye sunulan rapora dayandırmıştı. Kapatılma kararının ardından TİP’in önde gelen yöneticileri genel başkanı başta 
olmak üzere tutuklandılar.598 

1.ADALET PARTİSİ 

AP’deki ilk çatlamalar ise 1969 yılının başına rastlıyordu. Sözgelimi, Demirel’i partiyi ikiye bölmekle suçlayan Ethem Kılıçoğlu ile Cevat Önder, ihraç istemiyle Yüksek Haysiyet Divanına veriliyorlardı.599 

İçinden güçlü bir kesimin ayrıldığı AP ise, bu bölünmeden arınarak değil, güç kaybederek çıkmıştı. 18 Aralık 1970’de partileşen AP içindeki muhalefetin, eski DP’nin hakiki mümessili olduğu doğrultusundaki iddiası ise 12 Mart duvarına çarpmıştır. DP Genel Başkanı Ferruh Bozbeyli de 12 Mart’ın kitlelere kendilerini sıcağı sıcağına tanıtacakları bir dönemde gelmesinin, partilerinin gelişip, serpilmesini önlediği görüşündedir.600 Bozbeyli, partilerinin sonraki 
seçimlerde siyasi hayattan silinmesini ise şöyle açıklamaktadır: 

İşte, gerek Süleyman Demirel gerek Sayın Ecevit çok haklı, çok yerinde bir propaganda buldular, çok yerinde, dediler ki halka: “Sayın vatandaşlarım, siz bizden hizmet bekliyorsanız bizim reyimizi bölmeyin. Bakın, bizim reyimizi bölerseniz koalisyonlar ortaya çıkıyor. Koalisyonlar da şimdiye kadar hiç hizmet yapamadık. Onun için, bizim reyimizi lütfen bölmeyin.” Bu çok makul, çok akıllıca bir propagandaydı. Bunu hem Ecevit yaptı hem Demirel yaptı. Yapınca, Ecevit’ten bölünmüş gibi görünen, Güven Partisi 3 mebusa düştü, Adalet 
Partisinden bölünmüş gibi olan biz 1 mebusa düştük, Selamet Partisi de 48’den 15’e düştü yani gerekçe çok doğruydu, ikna edici bir gerekçeydi. Sonucu ondan oldu.601 

Öte yandan, MNP’nin ve ardından MSP’nin kuruluşu da AP’nin oy kitlesinden önemli bir miktarı alıp götürmüştür. Türk sağı olabildiğince bölünmüş durumdadır; solda TİP kapatılmış, TBP ise CHP’ye alternatif olabilecek güçte değildi. Oysa AP ve genel olarak sağ, MSP, MHP, DP, CP, MGP gibi altı partinin mücadele alanı haline gelmiştir. AP içindeki parçalanma; sağın iki etkin partisi olan MSP ve MHP’nin önceleri AP içinde temsil edilen eğilimlerin sözcülüğünü 
ele alması; Ecevit rüzgârını arkasına alan CHP’nin yükselişe geçmesine sebep olmaktadır. Ecevit’in halk kitlelerine verdiği ana mesaj: parlamentonun milletten on yıl geri olduğuydu. 12 Mart’ta açıkça anayasanın Türk halkı için lüks olduğunu söyleyenlere nazire yaparcasına sarf edilen bu cümle çok büyük yankı bulmuştur. 602 

2.CUMHURİYET HALK PARTİSİ 

Asıl büyük gelişme ise CHP’deki lider değişimiydi. 12 Mart’ın ardından genel 
sekreterlikten istifa eden Ecevit’in parti içi iktidar mücadelesi sürüyordu.603 İnönü tüm gücünü harcamasına rağmen yapılacak olağanüstü kurultay divanının feshini talep etmemesinin kabul görmemesi üzerine önce genel başkanlıktan istifa etmiştir. 
Bir müddet sonra partisinden de istifa ederek, eski cumhurbaşkanlarının senatoya üye olma hakkını kullanarak aktif siyasetten bir anlamda çekilmiştir. Oysa Ecevit, kendisine karşı yöneltilen genel başkanlık ihtirası suçlamalarına karşı 8 Şubat 1972’de CHP Meclis Grubunda yaptığı konuşmada şu ilginç 
cümleleri sarf etmişti: “Benim Genel Başkanım Sayın İnönü’dür. Bana ne kadar ağır ithamlarda bulunursa bulunsun, İnönü’nün karşısında ne kendimi ne de bir başkasını, Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Başkanı olarak hayal bile edemem”. 604 Buna rağmen üç ay sonra, 14 Mayıs 1972’de, Ecevit CHP’nin yeni Genel Başkanıdır.605 

1973 seçimleri, Türk siyasetinde taşları yerinden oynatan bir seçimdi. CHP, genel başkanlık koltuğuna İnönü yerine Bülent Ecevit’i getirmiştir.Altmışlı yıllar, CHP’nin ideolojik dönüşüm yaşadığı yıllardır. Bu süreç, büyük bir toplumsal hareketliliğin yaşandığı, şehirlere gelen yeni nüfusun varoşlara yerleşerek yeni tip toplumsallaşma özellikleri gösterdiği yılları kapsıyordu. Şehirlere gelen yeni kitle açısından, kır hayatıyla karşılaştırıldığında, şehir hayatı müreffeh bir döneme geçiş anlamına geliyordu.606 Genel olarak bu yeni kitlenin, Demokrat 
Partinin Anadolu aksanıyla telaffuzundan mülhem Demirkırat ismiyle efsaneleştirdiği hatırasına ve partinin varislerine karşı duyduğu sempati, artarak devam etmektedir. Ülkenin 1965–1969 yılları arasında kalkınmada kaydettiği ivme, bu kesimlerin toplumsal pastadan aldıkları payı da nispeten arttırmıştı. Altmışlı yıllarda partinin yeni ideolojik istikametine ismini veren ortanın 
solu, hareketinin tüm çekiciliğine rağmen bir türlü CHP oylarına yansımayışı karşısında partinin ideologlarından biri olan Ecevit, bir taraftan ortanın solunun manasını açıklamakta, diğer taraftan da üst üste AP karşısında uğranılan seçim hezimetleri karşısında yılmaya meyilli partililere moral aşılamaya çalışmaktadır. AP oylarının oransal büyüklüğüne rağmen, tıpkı DP gibi erimeye yüz tuttuğu savını ileri sürmektedir.607 

Aslında, parti genel sekreterliğinden 12 Mart Muhtırasının, ortanın solu hareketine, dolayısıyla kendisine karşı yapıldığı iddiasıyla istifa eden Ecevit ise Merkez Yönetim Kuruluyla birlikte istifa gerekçesini açıklarken şunları söylüyordu: “Hükümete katılmama kararı alınabilseydi bazı şeyler kurtarılabilirdi. Sayın Genel Başkan böyle düşünmüyor. Ona rağmen onunla karşı karşıya partiyi yönetemem. Ortanın solu hareketinin ve benim demokrasi kuralları içinde yenilmeyeceğimiz anlaşılmıştır. Demokratik kurallar dışına çıkılarak yenilgimiz 
sağlanmıştır”.608 Komutanların müdahalesini Yunanistan modeline benzeten Ecevit: “Hareket, hükümetten daha çok, Ortanın Solu’na karşı” diyordu. 

Ecevit’in bu açıklamasına karşı İnönü: bu gerekçeyi inandırıcı bulmayarak ortanın solu politikasını Ecevit yokken ilân ettiğini, Ecevit’in bu politikayı kendisine mal etmesini ve muhtıranın asıl bu politikaya verilmesini abartılı bir yorum olarak gördüğünü söylemektedir.609 Seçmen nezdinde, İnönü gibi bir lideri deviren, muhtıracılara Demirel’in gösterdiği tavrın aksine adeta kafa tutan bir Ecevit vardır. 

1973 seçimleri öncesinde, CHP, en büyük rakibi olan AP’ye göre, daha dingin ve derli toplu duruyordu. AP’dekinin aksine kendisinde yaşanan ayrılıklar partiyi eski görüntüsünden arındırmış; daha da güçlendirmiştir. Bu kesimlerin ayrılığı CHP’nin halkın partisi olduğu yönündeki iddiasına inandırıcılık katmaktadır. 


BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

587 Cumhuriyet, 23.2.1973. 
588 Milliyet, 22.2.1973. 
589 Milliyet, 23.2.1973. 
590 Milliyet, 24.2.1973. 
591 Tercüman, 22.2.1973. 
592 Tercüman, 23.2.1973. 
593 Hürriyet, 22.2.1973. 
594 Hürriyet, 23.2.1973. 
595 Cüneyt Arcayürek, Çankaya’ya Giden Yol 1971–1973 (Cüneyt Arcayürek Açıklıyor–6), Ankara: Bilgi Yayınevi, 1985, s.395. 
596 Mehmed Kemal, 12 Mart, Öfkeli Generaller ve İşkence, İstanbul: Soyut Yayınları, 1974, s.188 vd. 
597 “Başbakan Adayı Olarak Erim, Korutürk ve Üner’in Adları Geçiyor”, Cumhuriyet, 15 Mayıs 1972. 
598 Doğu Perinçek, Anayasa ve Partiler Rejimi (Türkiye’de Siyasi Partilerin İç Düzeni ve Yasaklanması), İstanbul: Kaynak Yayınları, 1985, , ss.342–343. 
599 “Önder ve Kılıçoğlu, Savunmalarını Yazılı Olarak Verdiler: Demirel, AP’yi ikiye ayırmıştır”, Cumhuriyet, 27 Ocak 1970. 
600 Ferruh Bozbeyli, Alaca Siyaset (Siyasi Hikâyeler), İstanbul: Babıâli Kültür Yayıncılığı, 2000, s.105. 
601 Ferruh Bozbeyli’nin 31.10.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 14.03–15.26]. 
602 Melih Cevdet Anday, “Hakaret”, Cumhuriyet, 22 Kasım 1974, Mehmet Öksüz, Faşizme Karşı Her Yönüyle Ecevit (Çağdaş Bir Lider, Çağdışı Bir Parlamento), Ankara: Nisan Yayınları, 1974, ss.74–75 (içinde). 
603 Ecevit’in istifasıyla boşalan CHP Genel Sekreterliğine Şeref Bakşık getiriliyordu, bkz. Hürriyet, 24 Mart 1971. 
604 Bülent Ecevit, Perdeyi Kaldırıyorum, Ankara: Ajans-Türk Matbaacılık Sanayi, 1972 (?), s.31. 
605 “Ecevit 826 oyla Genel Başkan seçildi”, Cumhuriyet, 15 Mayıs 1972. 
606 “Türk Toplumunda Yapısal Değişme”, Mübeccel Kıray, Toplumsal Yapı Toplumsal Değişme, içinde İstanbul: Bağlam Yayınları, 1999, ss.327–341. 
607 Bülent Ecevit, Ortanın Solu, İstanbul: Tekin Yayınevi, 1974 (1968), s.85. 
608 Milliyet, 22 Mart 1971. 
609 “Ecevit Mübalâğa Etti”, Milliyet, 22 Mart 1971. 

28 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***