14 Mart 2018 Çarşamba

29 Nisan 1960’da Siyasal Bilgiler Fakültesi ve Adım Adım 27 Mayıs BÖLÜM 1

29 Nisan 1960’da Siyasal Bilgiler Fakültesi ve Adım Adım 27 Mayıs BÖLÜM 1



(*)  Mülkiye 2010 / 267. Sayı.s.97-121‘de yayınlamıştır. 

(*) Yazının hazırlanması sırasında Dekanlık Fotoğraf Arşivini açan ve SBF Personel Müdürlüğü Arşivinde Prof. Fehmi Yavuz‘un özlük dosyasını incelememe izin veren SBF Dekanı Sayın Prof. Dr. Celal Göle Hocama sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. 

1 Fehmi Yavuz (1985): Anılarım. Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yayınları: 1. Maya Matbaacılık. 
2 Alpaslan Işıklı (2002) Gün Doğmadan, Anı. İmge Kitabevi. 1. Basım. Kasım. Ankara. 
3 O gece, SBF yurdunda gençlerin kıyma makinelerinde doğranması hikayesi dahil, bize ulaşan söylentileri geç vakitlere kadar tartıştık. Ertesi gün, gösteri yapmak sırası bize gelmişti. SBF öğrencileri, fakülte bahçesinde toplandılar; şimdilerde vaka-i adiye haline gelmiş bulunan tarzda bağırıp çağırmaya başladılar.. 

Alpaslan Işıklı 


Dr. Serdar Şahinkaya 

Anayasa Tartışmaları ve 27 Mayıs tematik çerçeveli bu sayımızda Fakültemizin yaşadıklarına yer vermemek olmazdı. Bu yazı, hem hafızaları tazelemek, hem de genç kuşakları bilgilendirmek amacıyla hazırlandı. İlgili dönemin dekanı, sevgi ve rahmetle andığımız Prof. Fehmi Yavuzun “Anılarım”1 kitabı bu konuda en önemli kaynaktır. Alpaslan Işıklı Hocamızın “Gün Doğmadan2” isimli anılarında da, 29 Nisan 1960 günü Siyasal Bilgiler Fakültesindeki gelişmelere ilişkin ilginç gözlemler bulunmaktadır. 

Bu iki anı, içerden tanıklık etmektedir. Bir de dışarıdan tanıklık eden, yazının ekleri arasında yer verdiğimiz süvari Yüzbaşı Fethi Gürcandır. Gürcanın 
anıları, o gün yani 29 Nisan 1960 da Cebecideki Siyasal Bilgiler ve Hukuk Fakültelerinde nelerin yaşandığını öğrenmemize imkân tanımaktadır. 

* * * 




Üniversite profesörleri DP İktidarı‘na ateş püskürmeye, üniversite gençliği de sokağa dökülmeye başlamıştı. Hükümet, 28 ve 29 Nisan günleri İstanbul ve Ankara'da miting düzenleyen üniversite gençliğinin üzerine önce polisi sürmüş, polis olayları bastırmada etkili olamayınca, Askeri Birlikler öğrencilerin üzerine gönderilmişti. 

28 Nisan 1960 günü sabahı İstanbul Üniversitesi‘nde başlayacağını öğrendikleri protesto gösterisini engellemek için, Vali ve Emniyet Müdürü erken saatlerde polisi üniversite bahçesine tedbir almak için gönderdiler. Öğrenciler protesto gösterisini başlatır başlatmaz polis saldırıya geçmiş, birçok öğrenci ve profesörün polis tarafından dövüldüğü çatışmalarda Orman Fakültesi öğrencisi Turan Emeksiz vurularak öldürülmüş, Hüseyin Onur ayağından yaralanmıştı. Askeri birliklerin olay yerine gelmesi üzerine öğrenciler “ordu – gençlik el ele” diye bağırmaya başladı. 29 Nisan‘da gösteriler Ankara‘ya taşınmıştı.3 



(2002) Gün Doğmadan. s.31. 

4 Fehmi Yavuz (1985): Anılarım. Yazım şekli korunmuştur. Serdar Şahinkaya. 

 Dönemin şarkısı, Gazi Osman Paşa (Plevne) Marşı‘nın uyarlanmış biçimiydi. “Olur mu böyle Olur mu, Kardeş Kardeşi Vurur mu?” . 

* * * 

SÖZ SIRASI PROF. FEHMi YAVUZ HOCAMIZDA; 

Mülkiye'yi Yüksek Okul Yapma Girişimi:4 

 Demokrat Parti iktidarı 1954‘den sonra halkın, özellikle aydın kesimin sevgisini, sempatisini saygısını adım adım yitirmeye başladı. Eşim ve iki çocuğumla 1953–55 yıllarında Londra'da idim. Sonradan gelenlerle bu konuyu ara sıra tartışıyorduk. Ben Demokrat Parti iktidarından hâlâ birşeyler beklenebileceği görüşünü savunuyordum. 
Yeni gelenler ise: .İşler çok değişti. Senin bıraktığın Demokrat Parti hızla gerilemektedir. diyorlardı. Yurda döndükten sonra, bu görüşte olanlara ben de katıldım. 




O zamanki Milli Eğitim Bakanı Atıf Benderlioğlu‘nun makam odasında geçen bir olayı dile getirmekte yarar görüyorum. 
Benderlioğlu ile Ankara Belediye Başkanı iken açılan İmar Planı Yarışması hazırlık çalışmaları nedeni ile çok sıkı işbirliği yapmıştık. Milli Eğitim Bakanı olduktan 
sonra da ara sıra buluşuyorduk. Bun1ardan birinde, odasında bulunan bir kişiye beni .Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı. diye tanıttı. Adam hal-hatır sormadan, 
saldırıya geçti ve özetle şöyle dedi: 

— Atıf bey, SBF başlangıçta bizim yanımızda idi, şimdi döndü. 

Ben, Benderlioğluna: .Atıf bey beni tanıttınız ama beyin kim olduğunu söylemediniz. Onu öğrendikten sonra yanıtımı vereceğim. dedim. Benderlioğlu, aklımda kaldığına göre, Tekirdağı Milletvekili Dr. X.olduğunu söyledi. Ben : 

—Biz hiçbir zaman filan partinin yanında, ya da karşısında olmadık. Biz hep Türk ulusunun yanında olduk. Padişahlık döneminde bile iktidarın kulu, kölesi olmadık. 

Başlangıçta siz halkın yanında göründünüz ve aynı saflarda yerimizi aldık. Sonradan siz adım adım halktan uzaklaştınız. Biz ise halkın yanındaki yerimizi koruduk. Böylece bizden ve halktan uzaklaşan sizler olmuyor musunuz? dedim. 

Benderlioğlu o zatı uygun biçimde yolcu etti. Biz de teknik konuşmamızı sürdürdük. 

Bu olay ve benzerleri, iktidar çevresinin SBF‘yi cezalandırmaya hazırlandıklarını gösteriyordu. Zafer Gazetesi‘nin 5 Şubat 1960 günlü sayısının 1. sayfasında, 
10 Demokrat Milletvekilinin SBF‘yi, Milli Eğitim Bakanlığı‘na bağlı bir Yüksek Okul durumuna getirmek için hazırladıkları Kanun Tasarısını TC. Büyük Millet Meclisi 
Başkanlığı‘na sundukları haberi yer alıyordu. Bu habere o gün Ankara Radyosu da bültenlerinde yer verdi. 

5 Şubat 1960 tarihli Cumhuriyet Gazetesinde yer alan konuya ilişkin haber 




Kaynak: Dr. Cengiz Aslantepe (2009): Mekteb-i Mülkiye.den Siyasal Bilgiler Fakültesi.ne 1859 – 2009. 150 Yılın Tanıklığı. Koleksiyoncular Derneği Yayın No: 11. Ankara Üniversitesi Basımevi. Ankara. 

Fakülte Yönetimi, öğretim üye ve yardımcıları gecikmeden ve gereken ağırbaşlılıkla konunun üzerine eğildiler. Bu haber, kamuoyunun gündeminde, Fakültemizi ön plana çıkardı. Yerli yabancı çeşitli gazeteler muhabirlerini göndererek, telefonla, Fakültenin bu durum karşısında tutumunu, davranışının ne olabileceğini öğrenmek istediler. 

Ben aynı gün basına yaptığım kısa açıklamada: .TC. Büyük Millet Meclisi‘nin bu tasarıyı kanunlaştıracağına inanmıyorum. dedim. 

Bu girişimin sakıncalarını ortaya koymak üzere kurulan 5 komisyon, kısa sürede raporlarını hazırladı. Basın gereken tepkiyi, ilgiyi gösterdi. Üniversite Senatosu konuyu tartıştı. Aziz Nesin'in Akşam Gazetesi'nde çıkan Üniversite‘nin Kırşehri başlıklı yazısından çokça aktarma yapıyorum. 

<<Kırşehir İlinin hangi gerekçelerle ilçe yapıldığını artık bilmeyen yok. Nasıl bir anlayış, düşünüştür, bilinmez. Kendilerince yerinde, doğru bir gerekçeyle bir İlği ilçeliğe indirenler, bu başarılarından birkaç zaman sonra, bu kez o ilçeyi yeniden il yapmak için gerekçe çıkarabiliyorlar. 

Kırşehir leştirme DP'nin politika güdümlerinden en belirli olanıdır. Basın özgürlüğünü her yandan Kırşehir leştirmek isteyen DP şimdi de, 100. yıldönümünde bulunan SBF.ye sinirlenmektedir. Onu da Kırşehirleş tirmekten başka yol yoktur…Üniversitenin bir Fakültesi olan SBF. küçültülür „ siyaset okulu. yapılırsa öbür Fakülteler de bu örneğe bakıp akıllarını başlarına alır.. 

SBF.yi Kırşehirleştirmenin gerekçesi ne imiş, biliyor musunuz? Bu kurumu 1950.den önceki „hakiki hüviyetine irca. imiş. 
Ah ne olurdu, önce DP. kendisini 1950'den önceki „hüviyetine irca edebilse idi>> 

Ankara Üniversitesi Senatosu.nda yapılan tartışmaları şöyle özetleyeceğim: 

Burada ilk karşılaşılan sorun, konunun bir .SBF sorunu değil, Üniversite sorunu olduğunu. Senato‘ya kabul ettirmekti. Gerçekten üyelerden pek çoğu bu görüşte olmakla birlikte, SBF‘yi yalnızlığa itme eğiliminde olanlar da vardı. Nitekim bir iki üye SBF‘nin Ankara Üniversitesi içindeki yerini savunan bir rapor hazırlanmasını; SBF öğretim üyelerinin ve öğrencilerinin iktidarı eleştiren davranışlarına son vermeleri koşuluyla, bu Fakültenin desteklenmesinin uygun olacağını belirten görüşler de ileri sürmüştür. 

Öğrenci gösterilerinin arttığı 1960 yılında SBF’li ve Hukuk’lu öğrenciler bir mitingde 




Kaynak: Dr. Cengiz Aslantepe, 2009. 

Fakültemiz temsilcileri ile Senato.nun öteki üyelerinin, bu gibi öneriler karşısındaki tutumunu şöyle özetleyebilirim: 

SBF. Ankara Üniversitesi‘nin öteki Fakülteleri gibi bir parçasıdır. Bunun üniversite açısından tartışılması yersizdir. Öte yandan bu yola gidilecekse, her Fakültenin Üniversite içindeki yerini savunan, benzer raporlar hazırlanması gerekebilir. 

SBF öğretim üye ve öğrencilerinin tutumuna gelince: Bunlar akademik özgürlük ilkesine uygun olarak, Anayasa‘nın ve kanunların kendilerine tanıdığı haklardan yurttaş olarak yararlanmaktan, vicdanları uyarınca davranmaktan başka bir şey yapmadıkları kanısındadırlar. 

Ankara Üniversitesi bu konuda herhangi bir karar almamış, Rektörü özel olarak, siyasal iktidar yetkilileri ile temas edip Üniversite topluluğunun bu tasarı karşısındaki üzüntülerini bildirmekle görevlendirmiştir. 

Aracılık etmek isteyenler de türedi. Büyük bir Devlet Bankasının Genel Müdürü, Adnan Menderes‘e gidip, şöyle dersek, her şeyin yoluna gireceğini bana, yönetim kurulu üyelerine, gözüne kestirdiği Mülkiyeli‘lere anlatmaya çalıştı: 

—Bütün Mülkiye, öğrencileri, öğretim üyeleri, mezunları ile emrinizdeyiz. 

Tutumumuz ve gelişmeler şöyle özetlenebilir: 

İktidara karşı Fakültenin davranışında hiçbir değişiklik olmadı. Aracıların Başbakan‘ı görme önerisine uyulmadı. Yönetim Kurulumuz, Başbakan çağırırsa Dekanın yalnız gitmesini, SBF topluluğunun düşünce ve davranışında hiçbir değişikliğin olmadığını bildirmesini, kararlaştırdı. Başbakan böyle bir çağrıda bulunmamıştır. 

İktidarın tutumunda bir değişiklik olamamakla birlikte, yurt içindeki önemli gelişmeler SBF'yi Yüksek Okul yapma düşünü arka plana itmiştir, diyebilirim. 
Gerçekten bu arada basını, muhalefeti susturmak, sindirmek için Tahkikat Komisyonları kurulmuş, özgürlükleri kısıtlayan önlemler getirilmiştir. 

Tahkikat Komisyonu‘na ben de çağrıldım. Üzerinde durdukları önemli nokta bizim CHP ile işbirliği içinde olmamız ve bunu artırma çabasını sürdürmemiz, idi. 
SBF‘ye sık sık CHP‘li Milletvekilleri geliyormuş vb. Komisyon üyeleri çok saygılı davrandılar, kahve, çay, gazoz ısmarlamakta birbirleriyle yarış ettiler. Komisyon 
üyelerinden yalnız Osman Kavuncu‘yu anımsıyorum. Kavuncu Kayseri Belediye Başkanı iken büyük işler yapmıştı. Türkiye‘ye uzun ya da kısa bir süre için gelen yabancı uzmanlardan kimileri onun başarısını yerinde görmek için, Kayseri'ye gitmişlerdi. Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü'ndeki yabancı uzmanlar, yaptıkları yayınlarda ona da yer verdiler. Kavuncu Meclise girmekle eriyip gitti, hem de Yassıadalık oldu. Bir genelleme yaparak, DP‘nin gemi azıya almışçasına, demokrasiden, başta laiklik olmak üzere. Atatürk Devriminden uzaklaşması yüzünden birçok değerli gencin de çürütüldüğü söylenebilir. 


29 Nisan 1960, Hukuk Fakültesi, Ön Bahçesi. Ankara 

29 NİSAN 1960 SBF OLAYI: 

İktidarın özgür basını, muhalefeti sindirme çabalarına, Tahkikat Komisyonlarının girişimlerine ilk büyük tepki 28 Nisan‘da, İstanbul Üniversitesi‘nden geldi. 

Bu olayı anmakla yetiniyorum. 29 Nisan günü Ankara‘daki Yüksek Okullar, Üniversite karıştı. Öğrenciler binalara, derslere girmiyor, slogan atıyor. Gösteri yapıyorlarmış. 
Biz Rektörlükte, Yönetim Kurulu toplantısındayız. Telefon durmadan çalışıyor. Hepimizin Fakültelerinde bir şeyler olduğu haber veriliyor. Toplantıyı keserek, 
Fakültelerimizin başına gitmeye karar verdik ve dağıldık. 



29 Nisan 1960, Siyasal Bilgiler Fakültesi Bahçesi 

Kaynak: Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanlığı, 
Fotoğraf Arşivi 

Fakülteme döndüğümde, bizde aşırı bir birikimin olmadığını gördüm. Öğrenciler ve ha1k daha çok komşu Hukuk Fakültesi‘nin bahçesinde ve de çevresinde toplanmışlardı. 
Biz öğretim üye ve yardımcıları yönetim kurulu üyeleri ile durumu değerlendirmeye çalışırken şu haber geldi: 

Güvenlik kuvvetleri, öğrencileri Hukuk Fakültesi binasına sokmuş, koridorlarda, sınıflarda, salonlarda kovalamaca başlamış.. 

Biz hemen olayı izlemek için, pencerelere koştuk. Fakülte dışına çıktık. Hukuk Fakültesi'nin pencerelerinden atlayanlar, düşenler oluyor, biriken halk, bizim öğrenciler bunlara yardıma çalışıyordu… 

 Tıp Fakültesi‘nin gönderdiği ambulans aralıksız çalışıyor, bunları hastahaneye taşıyordu. Ambulanslarla gidenlerin ölü, baygın, hafif ya da ağır yaralı olduğu 
bilinmiyordu. Ambulansın (belki de ambulansların) sık sık gelip gitmesi gerginliği büsbütün artırdı. Gösterilerin ağırlığı da bizim Fakültenin çevresine kaydı. 

Öğrencilerimiz Hukuk Fakültesi‘nin başına gelenleri gördükten sonra binaya girmemekte direndiler. Güvenlik kuvvetleri Fakülteyi ve çevresini sarmıştı. Çemberi yarıp çıkmak da kolay olmuyordu. (Bir arkadaşımız 28 Nisan olayları nedeni ile İstanbul Üniversitesi Rektörü Sıddık Sami Onar'a çekmek istediğimiz telgrafı Cebeci Postanesine götürmeyi başarmıştı.) 

Öğrenciler itfaiye arabalarını devirdiler, hortumları kestiler; bina içinde sıralardan, sandalyelerden yararlanarak barikatlar kurdular. Bu durum birkaç saat sürdü. 
Akşam doğru, Fakülte giriş kapısının karşısında yüzleri Fakülteye dönük, ayakta, piyade tüfekleri ile ateşe hazır 20 kadar asker göründü. Biz durumu balkondan izliyoruz. 
Bir subayın emri ile (sonradan bunun Sıkıyönetim Komutanı General Namık Argüç olduğunu öğrendik) yaylım ateşi başladı. Önce çatının altına doğru ateş edildiği anlaşılıyordu. Ateş emri verenin, eliyle işaret ederek, ateş alanını aşağıya kaydırıldığını gördük ve hemen balkona yattık. Sürünerek içeriye girip çıkıyor, bundan sonra neler olabileceğini anlamaya çalışıyorduk. Bu arada, yerde uzanan bir Harbiye öğrencisinin telefonla, olup bitenleri bir yere duyurmaya çalıştığı dikkatimi çekti. 


29 Nisan 1960, Siyasal Bilgiler Fakültesi Bahçesi 
Kaynak: Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanlığı, Fotoğraf Arşivi 

Öğrenciler içeriye kaçıştı. Öğretim üye ve yardımcılarının pek çoğu Dekanlığa doldu. Hukuk Fakültesi‘nin başına gelenlere biz de uğramağa başlamıştık. 

Ben koşarak, Cebeci Caddesi‘nin kavşağına ulaştım. Orada Ankara Valisi, Emniyet Genel Müdürü, Sıkıyönetim Komutanı, daha başka görevliler ve yetkililerle karşılaştım. Sıkıyönetim Komutanı Namık Argüç‘e: 

—İstediğiniz oldu. Öğrencilerle güvenlik kuvvetleri oradan oraya koşturuyorlar. Kan gövdeyi götürebilir. Bu durumda en uygun olan, Güvenlik kuvvetlerini binanın dışına çıkarmaktır. Ben öğrencileri, herhangi bir olaya neden olmadan binadan çıkarıp evlerine, yerlerine göndermeye söz veriyorum dedim. 

Argüç Paşa . Binadan çıkarken, ya da yollarda uygunsuz hareketlerde bulunurlarsa. dedi. Ben .kesinlikle bu olmayacaktır, çıkacak olaylardan ben sorumluyum. dedim. 

Namık Paşa‘nın bu pazarlığa aklı yattı. Ankara Emniyet Müdürü, bir binbaşı, emniyet kuvvetlerini binadan çıkarma işini üstlenmeye hazırdı. 

Ankara Valisi, pişmiş aşa soğuk su katarcasına: 

—Paşam, Paşam önce elebaşları5 versinler, sonra binayı boşaltalım demez mi? Ben Valiye dönerek: 

5 Ek 4‘de yer alan Yüzbaşı Fethi Gürcan‘ın anlattıkları arasındaki konu ile ilgili satırlar; “ Namık Argüç, 3 Bölüğün Hukuk Fakültesi bahçesine girmesine emir vermiştir. O sırada bahçede bulunan öğrenciler Namık Argüçün Fakülteye geldiğini görünce ordu ve general lehine tezahürata başlamışlar ve askerin bahçeden geri çekilmesi halinde dağılacaklarını söylemişlerdir. Öğrencilerin bu istekleri olumlu karşılanmış ve asker bahçeden çıkarak fidanlıklara doğru giderken, Ankara Valisi ile Emniyet Genel Müdürü Cemal Göktan ve birkaç sivil şahıs olay yerine gelmişler „Hukuk Fakültesi.nden 20 ve Siyasal Bilgiler.den 100 kadar piçin alınması lazım geldiğini ve o zaman bunların bellerinin kırılacağı. şeklindeki konuşmaları üzerine, Sıkıyönetim Kumandanının verdiği bir emirle 3. ve 4. Bölükler tekrar fakülte bahçesine girmişler ve öğrencileri cop kullanarak binaya sokmaya çalışan emniyet mensuplarına yardıma başlamışlardır. (Bu konuşmalar tanıklarca duyulmuştur)”şeklindedir. 

—Benim size vereceğim elebaşı niteliğinde kimse yoktur. Eğer onların başında ben geliyorsam, önce beni tutuklar, götürürsünüz, sonra da yöntemlerinizi uygulayarak, öteki elebaşlarını bulursunuz, dedim. 



29 Nisan 1960, Siyasal Bilgiler Fakültesi Bahçesi 
Kaynak: Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanlığı, Fotoğraf Arşivi 

Namık Paşa sağduyusunu kullandı, koluma girdi, onlardan 5 – 6 metre uzakta, pazarlığı yineledik ve hemen Ankara Emniyet Müdürü ve birkaç subayla içeriye koştuk. 
Çok kısa bir sürede emniyet kuvvetleri dışarıya çıkarıldı, örgenciler, öğretim üyeleri birer ikişer binadan ayrıldı. Böylece Hukuk Fakültesinin başına gelenler bir ölçüde bizim de başımıza gelmemiş oldu. 

Ben bir Tıp Fakültesi öğretim üyesinin arabası ile hastaneleri dolaştım, yaralıları ziyaret ettim. Ayakta tedavi görenler, hatta yatırılanlar, fişlere geçirilmek korkusu ile kimliklerinin yazılmasını istememişler. Hastane görevlileri de buna gerek duymadan ellerinden geleni yapmış. Bu nedenle ziyaretimiz, büyük ölçüde anonim kaldı. 

Cebeci Caddesi, uzun süre, araba trafiğine kapatıldı. Olayı duyan binlerle, belki onbinlerle 

Ankaralı kadın, erkek, büyük küçük, çoluk çocuk, Kurtuluş‘la Dikimevi arasında, tam anlamıyla sessiz. diyeceğimiz yürüyüş yaptılar, gidip geldiler. Halk 29 Nisan SBF olayına KANLI CUMA adını takıvermişti. 

* * * 

29 NİSAN 1960 GÜNÜNÜ BİR DE ALPASLAN IŞIKLI HOCAMIZIN SATIRLARINDAN ÖĞRENELİM: 

6 Alpaslan Işıklı hocamın, bu sayıdaki yazısında bu olay çok daha genişçe anlatılmaktadır. Serdar Şahinkaya. 
7 Alpaslan Işıklı (2002) Gün Doğmadan. s.31–32 

İnek Bayramının Kırmızı Boyası ve 27 Mayıs (…) 

Sıkıyönetim emrindeki atlı birlikler gençleri kuşatma altına aldı. Gençlerin dağılacağı yoktu. Bu arada, iç yüzünü benden başka çok az kişinin bildiği ilginç bir olayı anlatmadan geçmemem gerekir diye düşünüyorum. 

SBF'nin ünlü bir İnek Bayramı vardır. İnek Bayramı, her yılın sonunda öğrencilerin mizah ustalığının sergilendiği birkaç günlük bir eğlence ve özeleştiri ortamı oluşturur. 
O yılki İnek Bayramı için alınan kırmızı boyalar, bambaşka ve hiç tahmin edilemeyecek bir işlev gördüler. Fakültenin etrafı atlı birlikler tarafından kuşatılınca, bu boyaları kullanarak geniş karton kâğıtlara “ya hürriyet, ya ölüm!” yazarak fakülte binasının caddeden görünen duvarlarına astık. Aceleyle ve özentisiz yazıldığı için, boyalar, yer yer akıp damlamış, uzaktan bakıldığında kanla yazılmış görüntüsü veriyordu. Bu yazının, bizim maksadımızı çok aşan sonuçları oldu. 

27 Mayıs'ın ardından Altan ve Örsan Öymen'in hazırlayıp yayınladıkları bir yazı dizisinde, SBF öğrencilerinin, Fakültelerinin duvarına kanlarıyla “ya hürriyet, ya ölüm” yazdıkları anlatıldı. Bundan kısa bir süre sonra aynı haber, ünlü Amerikan dergisi Time'da da yer aldı. Kuşkusuz, Fakülte binasına doğru ateş açılmış, duvarlar delik deşik edilmişti. Ancak, kaçarken kolunu bacağını inciten arkadaşlarımızın dışında yaralanan olmamıştı. 

Bu haberi okuyunca, farkında olmadan Amerikalıları da işletmişiz diye düşündüğümüz oldu. Ancak, aradan geçen zaman boyunca olaylar üzerinde düşündükçe, kimin kimi nasıl işlettiği konusunda farklı bir takım boyutlar ortaya çıkmaya başladı. Acaba, 27 Mayıs'ın Amerika ile bağlantılı bazı dış boyutları var mıydı?7 


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR



* * * 

1964 Johnson Mektubunun Perde arkası,

1964 Johnson Mektubunun Perde arkası,




Kıbrıs’ta, 21 Aralık 1963 sabahı kasten başlatılan toplumlar arası çatışmaların ada sathına yayılmasından ve Rumların devlet gücünü kullanarak Kıbrıslı Türklere soykırım uygulamaya başlamasından sonra Kıbrıs’ta yaşanan çatışmaların artması ve Rum tarafının silahlanma kararı alması üzerine 2 Haziran 1964 tarihinde Türkiye hükümeti Kıbrıs’a çıkarma yapma kararını açıklamış ve gerekli hazırlıklara başlamıştı. Türkiye’nin bu konudaki kararlığını gören ABD yönetimi, Türkiye’nin bu çıkarma kararını önlemek için ABD Başkanı Lyndon Baines Jonhson imzalı, içeriği çirkin ve diplomatik teamüllere uymayan bir ihtar yazısını Türkiye Başbakanı İsmet İnönü'ye iletilmek üzere 5 Haziran 1964 tarihinde ,Türkiye'deki ABD Büyük elçisi Raymond Hare'ye şifreli teleks ile göndermişti. 

Bu çirkin üsluplu mesaj gerçekte, Türkiye’nin kendisine gelmesini ve uzun vadede ABD’den bağımsız bir diplomasi ve sanayisini geliştirmesinin başlangıcını oluşturdu. Bugün Türkiye kendi gereksinimi olan silahların yüzde altmışını tamamen kendi tasarım ve olanakları ile geri kalan yüzde kırkın yarısının da yüzde seksenini kendi olanakları ile üretiyorsa, bunu ABD Başkanı L. B. Johnson’un söz konusu çirkin mektubuna borçlu olduğumuz kesin.

Gelelim mektuba; Hafta içinde “Kıbrıs’ın 1964-1967 yılları arasında Yunanistan tarafından işgali” ile ilgili Rumca doküman ve belgeleri internette tararken aniden önüme Dimitris Konstantopoulos adlı bir gazetecinin Vassos Lissaridis ile yaptığı röportaj çıktı. 

Sosyalist Milliyetçi EDEK’in kurucusu, Makarios’un özel Doktoru olan Vassos Lissaridis’i ben, çocukluğumdan beri tanıyorum. Babamın İngiliz Sömürge İdaresindeki görevi nedeni ile birkaç kez babamın çalışma ofisinde karşılaşmıştım kendisi ile. İngiliz sömürge döneminde EAM ulusal direnişi ile EOKA arasındaki köprü adamı idi ve Kıbrıs Cumhuriyetinin kurulması kararının alındığı Londra konferansında EOKA'yı temsil etmişti. 21 Aralık 1963 sabahında çatışmaların başlamasından sonra, kendine ait özel birliği ile Çağlayan Bölgesine saldıran, Rum Temsilciler Meclisi Başkanı iken ASALA’ya Trodos dağlarında eğitim kampı açtıran, PKK lideri Öcalan’a ünlü Rum gazeteci Mavros Lazaros adı altında C015918 no.lu Kıbrıs pasaportunu verdiren kişi ve tam bir Helen milliyetçisidir Lissarides. 

Gerçekte tarihe “Johnson Mektubu” olarak geçen bu çirkin mektubun perde arkasında da Lissaridis’in yer aldığını öğreniyoruz röportajdan. Özetleyecek olursak, 21 Aralık 1963 sabahı başlayan Rum saldırılarından sonra Türkiye’nin huzursuzluğunu fark eden dönemin Cumhurbaşkanı Makarios, sağ kolu Vassos Lissaridis’i, dönemin Ticaret Bakanı Andreas Araouzo ile birlikte o yıllardaki adı Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) olan günümüz Rusya’sının o dönemdeki Devlet Başkanı Nikita Kruşçev ile görüşmeye ve yardım istemeye gönderir.

Rusya Devlet Başkanı Kruşçev, kendilerini, dönemin Rus başkanlarının ve Politbüro üyelerinin yazlık köşklerinin bulunduğu, Karadeniz kıyısında, Gürcistan, Abhazya ve Rusya sınırı arasında yer alan Soçi şehrinde kabul eder. 

Geçmişteki dostluklarından bahseden Lissaridis konuyu Türkiye’ye getirir ve “Türkiye’den saldırı bekliyoruz, Rusya bizim için ne yapacaktır?” diye kendisine sorar. Tabağındaki Yunanistan’dan gelen zeytini gösteren Kruşçev, “Bak bu zeytin senin vatanından gelmektedir. Size tehdit Türkiye’dendir, güzel hoş ama bizim gibi muazzam bir ülke, Türkiye gibi küçük bir gücün ülkenizi istila etmesine izin vermez.” der. 

Lissaridis, “Bunları Makarios’a söyleyebilir miyim” diye sorduğunda da Kruşçev gülerek, “sakın bana buraya turistik bir gezi için geldiğinizi söyleme” cevabını verir.

Sonra da ABD Başkanı L. Johnson'a diplomatik bir mektup gönderir ve şunu der: “Eğer Türkiye, Kıbrıs'ı istila ederse, Sovyetler Birliği'nin Türkiye aleyhinde harekete geçmek için başka bir şeyi kalmaz ve bu hareket askeri amaçlı olacaktır…” 

Bu olaydan bir buçuk yıl önce 16-28 Ekim 1962 tarihinde yaşanan Küba krizi ve bu krizin aşılması için Türkiye’nin ABD-SSCB arasındaki gizli bir anlaşmayla harcanmasından sonra askeri, ekonomik ve diplomatik gücünü ABD’ye ispatlayan SSCB’yi bir kez daha karşısına almak istemeyen ABD Başkanı Johnson, 5 Haziran 1964'te Başbakan İsmet İnönü'ye söz konusu çirkin uyarı/tehdit mektubunu yazmak zorunda kalmıştır.

Bu iddialar Gazeteci Dimitris Konstantopoulos’a ait ama gerçek olma olasılığı çok yüksek.


Prof. Dr. Ata ATUN
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
e-mail: ata.atun@atun.com veya  ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org  
Facebook: AtaAtun1

***



Türkiye Rumların Asırlık oyununu fena bozdu,

Türkiye Rumların Asırlık oyununu fena bozdu,


1821 yılından başlayarak başta Yunanistan olmak üzere tüm Helenler, Avrupa Devletlerini ve Anglo-Sakson birliğini arkalarına alarak hem devlet kurdular hem de bir tek mermi atmadan, Ege’deki adaların da dahil olduğu topraklarını Mors yarımadasından başlamak üzere kuzeyde Meriç nehrine kadar büyüttüler. 

Toprak büyütmek, daha doğrusu gasp etmek için her atacakları adımdan evvel hem Avrupa devletlerinin arkasına saklandılar, hem de 1821 Mora İsyanından başlamak üzere Tesalya’da,  Girit’te ve Kıbrıs’ta yaptıkları gibi Türkleri canice boğazladıktan sonra bir de üstünden çıkarak “Türkler bizi kesti, kıyıma uğradık” yalanları ile mazlum rolüne bürünerek dostlarından yardım ve destek istediler. Başardılar da… 

Yunanlıların politik yalancılıklarını, düzenbazlıklarını, Bizans oyunlarını ve tüm bunların arkasından elde ettikleri kazanımları takdir etmek gerekir. Gerçekten de yaygarada, mazlum rolüne bürünmekte ve Avrupalılar ile Anglo-Saksonları kandırmakta son derece başarılılar. Onların da bile bile kandığı kesin.

1982 Üçüncü Deniz Hukukundan sonra Rumların ilan ettiği MEB ne denli geçerli ise 1958 Birinci Deniz Hukuku ile 1960 İkinci Deniz Hukuku Konferansı sonrasında Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de ilan ettiği Münhasır Ekonomik Bölgesi (MEB) o kadar geçerli. İlan edilen MEB’lerin bazı yerleri üst üste geliyor ve birbirleri ile çakışıyor. Rumlar ve aramızdaki Rum hayranları, Türkiye’nin haklarını görmezlikten gelerek, televizyonlara çıkıp utanmadan sıkılmadan “Türkiye MEB’ini ilan etti ama komşu devletlerle karşılıklı imzalaşmadı, bu nedenle de Türkiye’nin MEB’i geçersizdir” gibi tek yanlı ve saçma iddialarda bulunuyorlar. Oysa aynı iddialar Rumlar içinde geçerli ama bunu ağızlarına almıyorlar. 

Rumların, ilan ettikleri MEB’leri ile ilgili olarak sadece İsrail ve Mısır ile anlaşması var. Geçerli olabilmesi için tüm komşu ülkelerle anlaşma imzalaması gerekmekte. Gerçekte Cumhurbaşkanı Mursi, bir evvelki Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in oğullarının Mısır’dan kaçırdıkları paraların Kıbrıs Rum bankalarında aklanması karşılığında karşılıklı imzalanan MEB anlaşmasını “Rumlar haklarımızı gasp etti” diyerek iptal etmişti ama şimdiki Cumhurbaşkanı General Sisi, “Düşmanımı düşmanı dostumdur” felsefesi ile Mısır halkının haklarının göz göre göre yenmesi pahasına, Hüsnü Mübarek döneminde imzalanan MEB anlaşmasını tekrar yürürlüğe koydu. 

O nedenle de Rum tarafının ilan ettiği MEB, Türkiye dahil olmak üzere, Suriye, Lübnan, İsrail ve Mısır tarafından imzalanmadığı müddetçe geçerli değil.

Öte yandan; Rumların, Kıbrıs adasının tek hakimi olduklarını ispatlamak amacı ile hem KKTC’nin hem de Türkiye’nin MEB’i içerisinde yer alan 3. Parselde doğalgaz aranması için ENI şirketine izin satması, gerçekte Avrupa Devletleri ile Türkiye ile karşı karşıya getirip, eskiden olduğu gibi mermi atmadan bu denizlerde hükümranlığını ilan etmek ve sürdürmek hedefliydi. 

Ne var ki, Rumlar ve Yunanlılar bu sefer politik ve stratejik bir hata yaptılar.  Avrupa Devletlerini eskiden arkalarını dayadıkları gibi güçlü, Türkiye’nin de artık bölgenin lideri ve oyun kurucusu olduğunu göz ardı edip hala daha eskiden olduğu gibi güçsüz ve “vur ensesine al lokmasını ağzından” bir ülke varsaydılar ve ona göre strateji belirlediler.  Kıbrıs konusundaki konjonktür aniden değişti bu olay nedeniyle.

Bugüne değin, “Kıbrıslı Türklerin doğalgazdan oluşan haklarını, çözüm olduktan sonra vereceğiz” diyen Rumlar, BM Genel Sekreterinin “Kıbrıslı Türklerin de doğalgaz üzerinde hakları var” açıklaması bütün siyasi stratejilerini yerle bir etti. 

Rumlara asıl darbeyi ise Türkiye vurdu.  

9 Şubat’ta İtalyan şirketine ait Saipem 12000 adlı sondaj platformunun KKTC’nin Gazimağusa açıklarındaki 3. parsele sondaj için gelmesi ve bölgedeki Türk savaş gemileri tarafından engellenmesi sonrasında ENI şirketi yetkililerinin Türkiye’ye görüşme yapmak için başvurmaları, Türkiye Dışişlerinin politik manevrası sayesinde Rumların aleyhine bir gelişmeye dönüştü. Türkiye Dışişleri’nin ENI yetkililerine “Bizimle değil, KKTC ile görüşün” telkininden sonra KKTC Dışişleri Kudret Özersay ile ENI yetkililerin görüşmesi ve bir mutabakat sağlanması, 21 Aralık 1963 günü başlayan Rumların adanın tek hakimi oldukları varsayımını fena hırpaladı.

Bu gelişme KKTC’nin devlet olarak varlığı ve Kıbrıs adası üzerindeki Kıbrıslı Türklerin hakları açısından çok önemli zira bundan böyle Türkiye ile KKTC’nin MEB’leri ile örtüşen parsellerde hiçbir petrol şirketi arama ve sondaj yapmak girişiminde bulunamayacak.

Müzakereler de KKTC’nin istediği şartlar oluşmadıkça da başlayamayacak.   

Prof. Dr. Ata ATUN
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
e-mail: ata.atun@atun.com veya  ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org  
Facebook: AtaAtun1 


***

2 Mart 2018 Cuma

İŞİD VE ERDOĞAN ÜLKEMİZİ NASIL YIKIYOR

İŞİD VE ERDOĞAN ÜLKEMİZİ NASIL YIKIYOR,


  
https://www.youtube.com/watch?v=nO1FmwfFpkA

Iraklı Şii lider Ali Sistani, sözcüsü Şeyh Abdülmehdi Kerbalayi, TSK'nin eğitim vermesine karşı çıktı. Amerikalılara neden bugüne kadar hiç kızamadınız? 2003' den beri Irak'ta başarısız, başarısız bir devlet var ve bunun sorumlusu Amerikan ve koalisyon işgal güçleri. IŞİD, hapislere atılan zulüm, baskı ve ayrımcılık görmüş Sünni çocuklarla doğdu. NATO, Libya'yı yıktı, IŞİD başarısız kalmış devlet sayesinde IŞİD orada da etkin şimdi. Kaddafi döneminde halk bedava yaşardı, ülke üçe beşe bölünmemişti. Irak ve Suriye'de aşırı geliştirilmiş Baas diktatörlük devleti, işgal ve yıkımlarla şimdi başarısız devlet haline geldiler. Ülkemiz güvenliğini korumak zorundadır. Erdoğan ve AKP, Türkiye'yi başarısız ve aşırı devletci geliştirilmiş bir Baas diktatörlüğüne döndürdü. Gladyo ve NATO için yıkılmaya hazır hale getirdi! Bunu görmek istemiyorlar. Hukuk, adalet, eşitlik ve özgürlüğün kalmadığı ülkede mutlulukta dinleyicileriyle, yönetemezsiniz.

65 kişi hakkında Gladyo kararı verildi. Cadı avında oğlu nokta bu. Orta Çağ' dönen Türkiye batttıkca batıyor. Ekrem Dumanlı, İlhan İşbilen, Akın İpek, Suat Yıldırım, Cevdet Türkyolu, Cemil Koca, Şerif Ali Tekalan'ın aşk bulunduğu vatansever, aydın insanlara gözaltı kararı ve yakalama emir, ancak işgal altında olunan bir ülkede olabilirdi. Gladyo zulmü AKP eliyle hızla devam ediyor. İnsanlık çoktan ölmüş demek ki. İzmir'deki Şifa Üniversitesi de kapatıyorlarmış. Hastalara hizmet veren polikliniklerinden ne istiyorsunuz? BBP Genel Başkan yardımcısı Remzi Çayır, "Fail-i meçhulleri cemaate yıkma girişimi zıvana. Cemaat aşk silahlı hiç kimseyi görmedim"yaptı. Ortada zaten akıl, mantık, hukuk yok. Müsadere ve gasp Ile kul hakkı, Allah'ın hakkı, cemaat hakkı, ona türlü günah var. Bu suçların iki cihanda da affı yok...

Bu arada Rus Lider Putin'den çok sert açıklama geldi. İmha ederiz diyor: "İki ayda oraya 214 bin ton askeri yükünün naklettik" yaşanırken Rus savunma tiyatrolara savaşa hazırlandıklarını duyuruyor. TSK'ye soruyorum: Kıyamet savaşından önce mi Gladyo alçaklarını durduracaksınız, yoksa herc ü merc savaşında yıkımı mı bekleyeceksiniz? Yalan dolan Ile dinleyicileriyle beyler ve bayanlar. Genelkurmay ve Ankara, Erdoğan'dan ve karanlık Gladyo'dan kurtulursa Türkiye, Irak, Mısır, Libya, Yemen ve Suriye kurtulur. Müslümanlarla kedinin fare ile oynadığı gibi oynuyorlar.

Biraz geriye uzanıp Irak savaşı ile başlayan yeni dünya düzenine gözatalım. IŞİD'te günahlarını kabul etmeyenlerin gözlerine zulümlerini sokalım. Matrix'in 11 Eylül Kurgusu, Net Kırılma kitaplarım Irak işgalinde söylenen tüm yalanları yakalıyor. Algı ve propaganda ile zulüm atbaşı gidiyor IŞİD bu atmosferde hazırlanan bir kolonileştirme aracıdır. Kolonileşme savaşı yaşanıyor, IŞİD İMKB oynanan bu oyunda bir koloni oyunu sadece! Erdoğan İMKB bir kukla! Amerikan medyasının 11 Eylül Ile Irak işgali için yazdığı yalanları incelediğim York Üniversitesi'ndeki Sosyolojik akademik makalem de açıkca arsızlar demişim! http://farukarslan.com/English-article/ten-Media-Lies-About-September-11-Disaster/...

Irak işgalinde gerekçe olarak yalanlar üretilirken Ahmet Çelebi adlı hain başrolü oynadı. Saddam'ın olamayan kimyasal silahları ve El Kaide ile ilişkisi uyduruldu. Rakiplerini Amerikalılara öldürttü ve mafya kurdu. Erdoğan da aynısını yapıyor. Tek farkı Türk halkı onu seçtik sanıyor, konforlu yaşamla muhafazakarlar uyuşmuş, hipnoz olmuş durumdalar.

Iraklı yetkililer kalkmış şimdi Türkiye'ye otur yerinde deyince dayanamadım. Irak işgalinin doğurduğu zulümler Saddam dönemini çoktan geçti. 4 alanda inceledim: 1-acı psikolojik, duygusal ve fiziksel olarak 2 - insan ticareti, zorunlu göç ve köle pazarı. Bunlardan da işgalciler sorumludur: 3-cinsel istismar, tecavüz ve zorla fuhuş 4-Forced asker çalışmak, işkence ve hapis esir.

Suriye mülteci krizi, Irak işgalinin doğurduğu sonuçları geçti. Birileri Babil'in intikamını alırken, tüm dünya ney dinler gibi dinliyor. Irak işgalinden beri 2 milyondan fazla Iraklı mülteci izleyince, çoğu çocuk ve kadın, organ mafyası eline düştü veya seks kölesi oldu. Kim suçlu? Amerikan kontrollü eğitimli tekfirci selefilerin doldurulduğu Bucca hapishanesi IŞİD' ın doğduğu yer. Mahkumların yüzde 80' Ben okuma yazma bilmiyordu. IŞİD' ın 8 lideri bu hapishaneden çıktı. Irak'ta 760,000 çocuk, nüfusun % 17'si ilkokul eğitimi safra alamadı. ABD kontrollü hapishanelerde tekfirci selefilerin eğitimine terkedildiler. Amerikan işgali sonucu 75 bin çocuğun kamplarda yaşadığı, ayda 25 bin çocuğun travmaya uğratıldığı Irak'tan IŞİD çıkarmak mucize köpekle!

Danıştay 'ı, Yargıtay' ı, anayasayı, AYM'yi takmayan Erdoğan, AKP yönetimine elbette yeter artık diyecek bir Yavuz vardır. Danıştay, AYM'nin Risalelerle ilgili kararı onayladı. Umarım Nisandan beri keyfî bandrol engeliyle risale neşriyatını engelleyen Kültür Bakanlığı da artık bu keyfîliği devam ettirmekten vazgeçer. Ancak AYM'ye ve Danıştay 'bir gösterilen dersanelerin kapatıldığı orman devletinde, Kültür Bakanlığı' ndan da fazla bir şey beklemeyiniz.

Symposium arası savaş sorunlarına çocukların korunması ile ilgili Cenova anlaşmasının 4. Maddesini ABD ihlal ediyor. BM'in komünist İnsan Hakları Beyannamesine ne oldu? Peki Çocuk hakları, çocukların korunması ile BM maddeleri neden Irak ve Suriye'de açıkca ihlal edilirken, dünya neden ses çıkaramıyor? Irak ve Suriye'de işgal yürütenleri suçlayınız. Açlık, yoksulluk, evsizlik, işkence, mültecilik ve yetimlik girdabında boğulan Müslüman çocukları. Irak ve Suriye'deki devletliği değerlendiren mafya teziyle kadın ve çocukları seks kölesi yaparkeni uyuşturucu dünyasına atarken nerede insanlık?

Children'a göre onun sekiz Iraklı çocuktan yalnızca biri sokakta yaşıyor kaydedin. 500 bin çocuk zulme uğradı. Sonra da IŞİD nasıl doğdu diyorlar... Iraklı ve Suriyeli çocuklar, tecavüz, zorunlu fahişelik, zoraki çocuk evliliği, cariyelik, seks sömürüsü, şiddet ve bir köle gibi satılmakla yüzyüze. Gaziantep'de IŞİD 'ın sattığı Yezidi kadınları satın alanlar Türkiye' nin insanları değil mi? AKP ve Erdoğan neredeler, nerede devlet? Hizmet'in masum insanlarını tutukluyor, mallarına el koyuyor, kayyım Ile gasplar yapıyor, medyayı susturuyor.

Sırf 2003 Ile 2006 hastalıklardan Amerikan işgal güçlerinin Irak'ta hapse attıkları çocukların sayısı 2400. IŞİD' ı başka yerde aramayın, insan kaynağı budur. Irak hapishanelerindeki Amerikan işgali sonucu Çocuk dramı ile ilgili en ciddi makaleyi York Üniversitesi Sosyoloji bölümde 2010' da yazdım. IŞİD kaynağı Sünnileri Şii Iraklıların ABD, Britanya ve İsrail yönetiminde zulümleridir. http://farukarslan.com/English-article/Human-Right%E2%80%99s-exploitation-of-iraqi-Children/...

Son 5 yılda silahlanmaya 90 milyar dolar harcamayı ABD sayesinde yapan Suudiler, İsrail Ile İran'ın ortaklığı, Suriye'ye barış sunmuyor. ABD ve Britanya, Irak, Afganistan ve Libya'da mevcut devleti de yakıp yıkarak terörün azmasına yol açtılar. TSK, adaleti centilmence sağlamalıdır. TSK'nin Sünni İslam 'bir büyük bir küresel saldırı projesi olan IŞİD' ı ve türevlerini bitirerek İslam' büyük hizmet edeceğini satılanların.

Suriyelilerin eskiden bir millet idik, topraklarımız bütündü, nasıl bu hale geldik serzenişlerini kimse dinlemiyor. De Facto bir durum oluşturuldu. Batılılar bir az Rusya'ya kızarken, diğer yanda Erdoğan'ın yol açtığı tüm pisliğe gösterilen üstünü örtme derdinde. Böyle sorun çözülmez. AKP ve Erdoğan'ın Suriye politikası baştan sona yanlış ve ülkemizi bataklığa, uçuruma sürükledi. TSK bunu tersine çevirmek zorunda kalır, başka yolu da yoktur.

Esad, Suriye'nin büyük bölümüne hakim değil, arkasında Rusya, İran faaliyetini safra sürülmelidir sonra da olamaz. IŞİD' ı yok etmek için TSK tek şansıdır. Batılı akademisyen ve politikacıların IŞİD diskursunun yanlış olduğunu hayretle gözlemliyorum. Ile Rusya: masaya oturmak zorundadır TSK. Erdoğan neden IŞİD' temizlenmesine ist musluğunuza içinde? Sadece Esad kalacak yaşanırken mi? Rusya, S400 ve S300 'lerle, yeni Lazkiye üssüyle Esad' ın yanında eski yerini aldı. İran, Hizbullah ve Çin'de arkalarında. Rusya, Çin ve İran 'ı, arkasına almış Esad, Batı' nın Viyana anlaşmasını takar mı? Asla müzakerelerle gitmeyecek, çatışmayla savaşa devam edecektir. 12 milyon Suriyeli evlerini dönmeyi bekliyor. Muhalifler radikal veya ılımlı anlaşamıyor. PYD zaten bunlara katılmıyor. Planlar zira ettiyseniz. ABD, Britanya ve İsrail, Türkiye'yi kandırıyor. 2 yıldır MİT' ın Ahrarü 'ş-Şam' ına dikkat diyorum. Riyad'daki Suriye konferansında Ahrarü'ş-Şam çatlağı çıkması sürpriz değil.

En başından beri yazıyorum, Stratfor'un Suriye'yi üçe bölme planı tamamlandı. Şimdi büyük devletler masada artistik pozlarla aldatıyorlar. Dün akşam Wilfrid Laurier Üniversitesi 'nde Erdoğan' ı Suriye suçundan kurtarmak için hazırlanan kırmızı satırının belgeselini izledim. Özgür Suriye Ordusu'nun dramı da diyebiliriz. Red Line belgeselinin ABD, İsrail ve Britanya'da pazarlanmasına hiç şaşırmadım. Rusya, Çin, Hizbullah, İran, Esad suçlu, Erdoğan ve AKP masummuş! ÖSO'nun ana koordinatörü Muaz Mustafa ve Razan idi. General İdris şu anda Katar'a sığındı. Neden laik Suriye muhalefeti başarısız oldu?

Red Line belgeseli Obama 'yı ÖSO' ne destek vermemekle ve Radikal selefilerin Suriye muhalefetini ele geçirmesine gözyummakla suçluyor. Suriye muhalefetini düzenlemek için Antalya'da yapılan toplantı ile 2011' de kriz başladı. Belgesel Erdoğan ve AKP'yi korumak için çekilmiş! Bir kere Obama, ÖSO için 500 milyon dolar verdi Kırşehir'de 48 kişi eğitildi, hepsi El Nusra'ya katıldı. Belgeselde bu ana bilgi safra yok. Kırmızı Line'da Ağustos 2013 'de Guta'da kimsyasal silahı Esad' ın kullandığı iddia ediliyor, oysa El Nusra kullandı ki, kırmızı çizgi aşılsın. Erdoğan, Obama 'yı ikna için Nusracıları İHH Ile kimyasal silah yolladı, Mayıs 2013' de Beyaz Saray görşmesinde Obama bunun belgelerini Erdoğan ve Fidan' ın önüne koydu. 2 yıldır yaşanan Tersanenin savaş, AB ülkelerine mültecilerin akın etmesi ve Rus uçağının düşürülmesi ile farklı bir mecraya çevrildi. Maskeler takıldı.

Suriye'ye kimin barışı getirebileceği, bırakın Esadcıları, IŞİD ve birbiri ile savaşan diğer 20 farklı grubu kimin durduracağı bilinmiyor. Suriye krizi konusunda doktora çalışan Suriyeli, ' Türkiye 'de cihadcı grupları desteklemiyorsanız AKP'liler boyutu hayat hakkı vermiyorlar' yaptı. Bunu bilmeyen yok, Kuzey kutbunda dünyadan uzak yaşayan Eskimolar da yazarın. Öte az ABD ve Rusya, eğit ve donat programında artık PYD'yi destekliyor. TSK'ya Musul'da Kürt, Arap ve Türkmenleri eğitiyor yaşanırken kızanlar saçmalıyorlar. TSK, masadan kovulamaz.

Irak'ı güzel yalanlarla işgal edenler Suriye'ye davet ediliyor Red Line belgeselinde. IŞİD zaten Irak savaşının Baas ve tekfirci selefi evliliğinden doğma zina çocuğu. Ebesini izah ettim, öldürmenin alçaklar! Anlaşılan birileri gerçekleri saptırmak için belgeseller çekmeye başlamış. IŞİD' ın vurulmamasını safra Esad güçlenmesin yaşanırken mücadele etmiyoruz şeklinde izah ediyorlar. Yalan. 2016 Kasım ABD seçimlerine kadar Türkiye 'yi, TSK' yı oyalıyorlar.

Red Line ekibi güya Londra'ya gitmiş destek bulamamış, Beyaz Saray'dan eli Ezo dönmüş, ortada Türkiye'de yok. Eee kriz nasıl çıktı peki! Kırmızı çizgi IŞİD 'e destekte Suudileri, El Nusra için Katar' ı suçluyor. Yapımcının soyadı Kalın olunca şimşek çaktı. Erdoğan melek rolünde ve ortada gözükmüyor! IŞİD'e onca silahı sanki göndermemiş, petrol ticareti de yapmamış yaşanırken sunuluyor. Tüm suçlu IŞİD' ı kuran ve petrol ticareti yağan Esad ve Rusya imiş. Bu kadar yalanı nasıl yedirecekler bilemiyorum. Red Line belgeseline inanacak olursanız, muhalifler Türkiye'de kendi kendine amatörce organize oluyordu, kimse onlara silah filan da vermiyordu. Red Line belgeselinde, Çin 'de 2012' de Esad rejimine 150 savaş uçağı hediye etmesiyle ÖSO dağıtılmış! Bu iddiaya ilk defa rastlıyorum.

Acı olan gerçek İMKB, Suriye'ye havadan atılan onun bomba radikal gruplara gazetesi katılımını artırıyor. Kimin attığı fark etmiyor. Öncelikle silahlar susmalıdır. 2011' de Toronto'da Esad rejiminin üst düzey istihbarat elemanı iltica etmişti bir mülakat yapmıştım: Özetle, 'Erdoğan kafayı mı yedi?' demişti. Nedenlerini sıralamıştı. Haksız değildi. Esad rejimini Rusya bir KGB ve Polis devleti olarak kurmuştu. Onun 7 kişiden birinin istihbarata çalıştığı kara düzende Hemmen demokrasi bir hayaldi. Erdoğan geldi, ülkemizin 65 yıllık demokrasi mücadelesini sıfırladı. Esad rejiminin Hemmen çökmesi imkansızdı. Ekonomik ve kültürel entegrasyon sağlıklı biçimde işlerken, Gladyo düğmeye bastı ve Erdoğan'ı kullandılar.

Erdoğan, Suriye'ye demokrasi getireceğiz yaptı, ülkemizdeki demokrasiyi yıktı. Diktatör Esad bir sonunda tamam yaptı, kendi diktatör oldu. Kimse şu soruyu sormuyor: Erdoğan ile kanka olan Esad 'ın Haziran 2011' de üstü niye operasyonda açıldı da iç savaş başladı. Kimin emri idi? Esad, Haziran 2011' de Kuzey Suriye'den geçecek gaz ve benzin International anlaşmasını imzalamadı, bu proje olursa ülkede hakimiyeti kaybedeceğini anladı. Katar, Gazze, Irak, Suriye ve Kıbrıs gazını AB'ye nakledecek proje, ABD'yi Rus tahakkümünden kurtaracaktı. Bu nedenle Suriye'de 3. Dünya savaşı çıkartmak pahasına tüm akrep, yılan ve kobralar devredeler.

Esad rejiminde 300 bin kişi hapsedildi. 200 bin ILYÅŠ var. 7 milyon ülkeyi terkettiği, içeride en az 5 milyonda ülkesinde mülteci halinde! Esad rejimi halen gördüğü en büyük Yezid rejimlerinden. Hafız Esad 1982' de Hama'da 40 bin kişi katletmişti. Bazıları 30 bin, bazıları 140 bin iddiasında, Oğlu Beşar döneminde ölenlerin sayısı 300 bini buldu.

Bu arada Tahşiyeci kumpasının Gladyo için ne kadar önemli olduğu anlaşıldı. Hala vazgeçmemişler. Asıl Yani tekfirci Selefi ile aynı kareye giremez. İsrail lobisi şirketleri Amsterdam & ortakları LLP ve Fox Rothscild LLP, Gülen grubunu suçlarken, Gladyocu Tahşiye, Mehmet Doğan'ı savunuyor! Erdoğan ve AKP projesini destekleyen isimlere bakın: Amsterdam & ortakları LLP ve Fox Rothscild LLP şirketleri. Üstelik 70 milyon dolar vermişler. Para Türk milletinin parası, Türk okullarını Afrika ve ABD'de kapattırmak için veriliyor. Sabah paçavrasının basmanızı ardında İsrail var algı haberi günü Erdoğan'ın İsrail lobisi Amsterdam ve iş ortakları ve Fox Rothscild dava açıyor! Erdoğan 'ın arkasındaki İsrail lobisi ortaya çıktı ve Gülen' e ABD'de 'insan kaçakçılığı' oyun açmışlar. Utanmazlar...

3.Dünya savaşı çıkarmaya çalışan küresel çetenin yerli Gladyo ayağını Genelkurmay temizlemezse ülkemizi yıktıracaklar. Müslümanlara bu ne kin ve nefret böyle.

Hz. İbrahim' ı yakmak için Nemrud tüm ahaliye odun toplattı. Hizmet için de toplattılar. Mancınıkta tam tevekkül işaretlenirse ateş selam demiyecektir. Üstad Nursi, Dost istersen Allah yeter diyor dedi. Allah dost İMKB tüm cihanın düşman olması beni ilgilendirmiyor. İnsan sandığım dostlar da satabilir. Bu süreçte düşmanların düşmanlığını anlıyorum, bazı dostların vefasızlığını da anlıyorum. Beklenti aşk olamayan zaten vefa ve dost aramaz. Herşeyi sıfırlayan AKP'li Karunlar ve Erdoğan Süfyanı, Deccalizm'in emrinde görevini yapıyor. Onca karakter suikastına ragmen gönüllü uyarma görevime devam ediyorum.

Hazar'ın Kurtlar Vadisi kitabı önsözünde bana bir tek Mossad ajanı diyemediler yazmışım. Onu da bu AKP'li zırzop MİTciler Kabak kodlu MOSSAD ajanı yaşanırken yaptı. Tekfirci selefi kumpasının yaptı ülkemizi de esir alacağını hiç hayal bile etmemiştim. Tasavvuf kültürü olan Anadolu'yu manevi dinamikler korur.

NOT: Uyarı @ofarukarslan  halen Gladyo hackerleri elindedir. 

Foyalarını ortaya çıkaran twitlerimi silmişler. İnanmayınız. ofarukarslan kıkırdamak hesabımı geri alamadım. Beni hacklenen hesabımdan kopyalama girişiminde bulundular. Amaçları nedir? Algı yapacaklardır, inanmayınız. Benim @sonsaniyem  hesabımdan dildeki kopyalayıp takipçilerimi bu benim yaşanırken inandırmaya çalışıyorlar. Niyetleri kötüdür. Twitter'dan hesabımı vermiyorlar. Gladyo Ile savaştığımızın delilidir. 4 defa twitter'a şikayetde bulundum, hesabımı hiç geri vermediler. 

Demek ki Gladyo, twitter'a da hükmediyor. 

Gladyo ekibinin twitter Ile geçmişlerin çalıştığı böylece ortaya çıkmış oldu. Yazdıklarımı kopyalayıp araya sokuşturacaklardır. Biri hesabı aldığını iddia ediyor. O halde şifrelerimi verir. Kontrolümde olamayan ben ben köpekle! Sıradan bir nefer olan Faruk Arslan ile başa çıkamadınız, Hizmet'i bitireceklermiş! Bunlar beni saf veya ahmak sanıyor. Beni kopyalayamazsınız, sıfırlayamazsınız, bu ofarukarslan hesabına Sufiterapi yazmadığı sürece inanmayınız. Politik yazı bu hesapta geri alsamda artık yazmayacağım. Kamuoyuna duyurulur.

Dipnot: Ruslar benim herşeyi bildiğimi ama herşeyi yazmadığımı bilirdi. İHH olayını ve isimleri hiç yazmamıştım ki Ruslar öldürmesin. Hakkı var. Korkmayın hackerler isimlerinizi Rusları hacklemenize ragmen Ruslara vermem olabilir. Ben sizin gibi çilekeş değilim. Bak eski bir Isim vereyim. Çeçen lider Cevher Dudayev'in ölümüne yol açma, selefi militan ağı, finansı konusunda İHH Bakü temsilcisi A. Büyükfırat'ı sorgulayacaksınız. Çeçen lider Cevher Dudayev'in öldürülmesine neden olan uydu telefonu MİT hediye etmişti. Elçibey'e yaşanırken örtülü ödenekten alıp, İHH sevketti. Tekfirci selefi akımı, Müslümanları hep aynı yerden ısırıyor, yılan ve akrepten FA sokuyor. Erdoğan'ın toz konduramadığı kaynakları bunlar! Afganistan, Pakistan'da tekfirci selefilerin yaşattığı insanlık dramını yazmaya kitap yetmez. Karaçi'de bugün Alevi Hazar Türkünü katlediyor. Çeçenlerin yaşadığı dramın daha fecisi Özbekistan Fergana vadisinde de yaşandı. Yine tekfirci selefiler, Özbek Mitciler, Suudiler karıştırdı. Bak yine isimlerinizi vermiyorum. Çeçenleri Selefi ateşine atanlar şarkı? İHH Tiflis ve Bakü'den militan yolluyor, satılmış Rus generallere Suudiler Londra'da ödeme yapıyordu. Rahmetli Haydar Aliyev, tekfirci selefileri ne yapalım yaşanırken bana sornuştu. ' Hepsini Hemmen kov, sınırdışı et' dedim; 1995' de kovdu, kurtuldu. Ortada milli proje yok, 200 milyar dolarlık bir derin soygun var, IŞİD sadece bir parçası; Rusya Suriye'de tahrikle bedel ödetmeye çağırıyor. Putin, Çeçenlerle savaşı sırasında tekfirci selefi terörist olayını çözdü, Rus istihbaratı bu alanda uzmanlaştı; Erdoğan boşa kürek çekiyor. Rahmetli lider Haydar Aliyev, Ergenekon'un kendisini 2 defa devirmeye, 5 defa öldürmeye çalıştığını belgelemişti, Zaman tek güvendiği olmadı. Rahmetli Azeri lider Haydar Aliyev ve Türkmenistanın kimlerin Ruslara satıldığını biliyordu, bir defa bir kaç gazeteciye anlattı, biri de bendim. Yani hepinizi biliyorum. Kurtlar Vadisi hayranları sanal kahramanlarla milli onurun kurtulduğunu, tüm yabancı ajanların öldürüldüğünü sanıyor; Oysa aynı hamamdalar! Eğer derin devlet dedikleri, soyguna ortak ekibin ne idüğü belirsiz Kırmızı Kitap adlı çakma anayasası esas olmuşsa, hukuka da atılmasıyla yoktur! Rus Lideri Putin'in yüzde 20 Humus kasasına haraç ödemekten sıkılması ve Gladyo'nun IŞİD kumpasını deşifresi, milli sanılan derinleri sarstı. Milli proje dedikleri nerede toplandığı ve harcandığı belirsiz, denetlenemeyen yüzde 20 Humus hırsızlığı İMKB, buna ben kamu soygunu diyorum. Rus gazında yüzde 20, Akkuyu'da yüzde 60 soygunu gizlemek ve saptırmak için Kurtlar Vadisi'nin kullanılması milyonları yanlış yönlendiriyor. Kur'an gırtlağınızdan DIN uydurmayın dizisiyle yaptıkları zulüm, haksız kazanç, gasp, kamu soygunlarına gerekçe uyduranları kast ediyor olmalı...


***

MHP yönetiminin yeni Anayasa sürecindeki tutumu parti içinde nasıl yankı buluyor?

 MHP yönetiminin yeni Anayasa sürecindeki tutumu parti içinde nasıl yankı buluyor?



"Benim partimin bir başkasına baston olmasını istemiyorum. Partim bu duruma düşmemeliydi. Alparslan Türkeş'in partisi bu duruma düşmemeliydi. Bu sokaklarda ben çok yürüdüm. Çok cenazeler taşıdık. Bunlar içindiyse yazık oldu yani. Çok yazık oldu."
Bayrampaşa'da genellikle ülkücülerin gittiği bir kahvehanede konuştuğum Milliyetçi Hareket Partisi'nin (MHP) Bayrampaşa ilçe teşkilatının ilk kurucularından yaklaşık 50 yıldır ülkücü olan Mehmet Serdaroğlu öfkeli.
MHP ile bağlarının ilk kez nasıl koptuğunu anlatıyor.
"1969'dan beri MHP'liyim. Benden daha iyi MHP'li kimse olamaz. Bahçeli de olamaz. Fakat bundan sonra asla. Çünkü bu davaya girerken bütün doğruları söyleyin dediler. Her şey millete danışarak yapılacak diye öğrettiler bize. Ama maalesef bunu görmüyorum."
Yarım asırlık siyasi tercihinden vazgeçişini son Anayasa görüşmeleriyle ve muhaliflere yönelik tavırlarla açıklıyor.
"Hükümet ile görüşmemeliydi. Anayasa ne zaman yapılır biliyor musunuz? Bir savaştan sonra, bir de bütün partilerin katılımıyla olur. Benim menfaatim olsun diye yapmam."
Anayasa değişikliği teklifi sürecinin önünü açtığı söylenen ve bu teklifin son haline getirilmesinde hükümetin görüştüğü tek siyasi lider olan Devlet Bahçeli şu günlerde tabanda hem övgü dolu konuşmaların hem de büyük eleştirilerin hedefi haline gelmiş durumda.

'MHP, değil AKP'nin söylemleri değişti'

Aynı kahvehanede bu kez, buranın sahibi Orhan Çalışkan ile konuşuyoruz. MHP'nin son döneme kadar ilçe yönetiminde görev yapmış isimlerinden biri.

Orhan Çalışkan
Rengin Arslan
Orhan Çalışkan
Devlet Bahçeli'yi ve genel merkezin politikalarını destekliyor. Başkanlık sistemi ile ilgili ayrıntıların belli olması gerektiğini, ancak ondan sonra eleştiriler varsa dillendirilebileceğini söylüyor.
MHP'nin, AKP'ye değil; AKP'nin söylemleriyle MHP'ye yaklaştığını düşünüyor:
"3 yıl 5 yıl önce ne söylüyorsak aynısını söylüyoruz. Bu noktada AKP'nin çizgisi değişti. Biz terörün kökü kazınacak dersek, açılım saçılım diyorlardı. Şimdi onlar bizim söylediklerimizin aynısını söylüyorlar."

'Üç Ortadoğu bir Yeniçağ gazetesi'

Peki ya MHP, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın istediği haliyle bir başkanlık sistemine destek veriyorsa? Bu soruma, "O zaman Devlet Bahçeli de sorgulanır" diyerek yanıt veriyor:
"Başkanlık sistemi mevzusu varsa, bu noktada Devlet Bahçeli de sorgulanır. Bizim için olmazsa olmaz değil. Bizim için olmazsa olmaz Milliyetçi Hareket Partisi, Devlet Bahçeli değil."
Kendisi muhalif olmasa da Çalışkan'ın söylediğine göre, kahveye gelenlerin çoğunluğu şu sıralar muhalif ağırlıklı.
Kahvede hem genel merkeze yakın yayınlar yapan Ortadoğu, hem de muhaliflere daha yakın duran Yeniçağ gazetesi var.
Ancak ikisinden de aynı sayıda almadığını söylüyor gülümseyerek: "İkisini de alıyorum ama üç Ortadoğu, bir Yeniçağ."
'AKP'ye yaklaşması MHP'yi bitiriyor'
Bayrampaşa'nın ara sokaklarında bir kahvenin önünde otururken bulduğum AKP'li bir esnaf ise MHP'li ahbabıyla sohbet halinde.

AKP'li ve MHP'li vatandaş
Rengin Arslan
MHP'li seçmen (solda), "Yanlış yolda MHP. AK Parti'ye yaklaşması MHP'yi bitiriyor" diyor.
MHP'yi sorduğum zaman "10 kez oy kullandıysam dokuzu MHP'nindi. Son seçimde bir tek HDP girmesin diye AKP'ye verdim. Ama şunu diyeyim, yanlış yolda MHP. AK Parti'ye yaklaşması MHP'yi bitiriyor."
Sokaklar, kahveler genel merkezi desteklese bile kesinkes savunmak konusunda temkinli davranırken, milletvekilleri ve partinin üst kademesinin üslubu elbette farklı.
MHP'nin haftasonu ve Pazartesi İstanbul'un üç bölgesinde yaptığı basına açık divan toplantılarında farklı bir tablo vardı.
İstanbul İl Başkanı ile görüşmemden önce takip ettiğim bu divan toplantısına katılan yaklaşık 700 MHP'li, siyasetçilerin sık sık dile getirdiği "Bir kişinin değil, Türk Devleti'nin önünü açtık" argümanını benimsemiş görünüyor.
MHP'li siyasetçiler çokça içeriden ve dışarıdan tehdit altında olduğunu söyledikleri Türkiye'nin bir yönetim krizi içinde bulunduğunu ve bunun aşılması için MHP'nin kilit rol oynadığını söylüyor.

'Bu şartlar altında MHP iktidarı mı eleştirecek?'

Cumartesi günü yapılan toplantıda kürsüye çıkıp partililere seslenen isimlerden biri MHP'nin İstanbul milletvekili İzzet Ulvi Yönter idi.

İzzet Ulvi Yönter
Rengin Arslan
İzzet Ulvi Yönter
Yönter ara ara alkışlarla bölünen konuşmasında bir noktada, "Halep'te her gün katliam var. Türkmenler her gün katlediliyor. Türk devleti onlara sahip çıkmak için varını yoğunu ortaya koydu. Bu şartlar altında Milliyetçi Hareket Partisi iktidarı mı eleştirecek? İktidarla mı kavga edecek?" diyor. Kısa bir es verdikten sonra söyledikleri alkış almıyor; ama sözlerine tepki de gelmiyor.
Yönter şöyle diyor: "En kolayı hükümeti eleştirmek, en kolayı hükümete vurmak. Sevgili dava arkadaşlarım. Biz 15 Temmuz'dan sonra adeta irkildik, ürperdik, kendimize geldik. Milletçe geldik."
MHP'nin anayasa değişikliği görüşmeleri sürecinde taviz vermediğinin garantisini veriyor partililere.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin yüksek bir siyaset izlediğini söyleyerek "Türk milleti şeref ve namusuna sonuna sahip çıkmıştır. Milim taviz verilmiş değil, milim geri adım atılmış değil" diyor.

Halaçoğlu: 15 Temmuz MHP içindeki muhalefete darbe vurdu

En güçlü alkışı ise, Anayasa'nın ilk dört maddesinin değiştirilmesinin teklifte yer almadığını söylediğinde, şu sözlerinin ardından alıyor: "İlk dört madde ile ilgili spekülasyonlar yapılıyordu. Anayasa'nın etnik bir kimliğe sahip olmayacağı dillendiriliyordu. Çok şükür bugün Türklük Anayasada'dır."
MHP'nin bu süreçte en çok sözünü ettiği konulardan biri belki de 15 Temmuz'un Türkiye ve MHP üzerinde yarattığı değişim.
BBC Türkçe'nin sorularını yanıtlayan ve başkanlık sistemiyle ilgili Anayasa değişikliği oylamasında "hayır" oyu kullanacağını söyleyen beş milletvekilinden biri olan MHP Kayseri milletvekili Yusuf Halaçoğlu'na göre 15 Temmuz MHP içinde "muhalefete büyük bir darbe vurdu."
Ancak örneğin Yönter, konuşması boyunca 15 Temmuz'un siyasetteki paradigmaları, parametreleri değiştirdiğini söylüyor ve bu vesileyle MHP'nin çok tartışılan yeni pozisyonunun gerekçesini ifade eder gibi görünüyor.
Yönter'in özellikle şu söyledikleri dikkat çekici: "[15 Temmuz'da] Az kalsın bir vatan kaybediyorduk. Az kalsın bir devlet kaybediyorduk. Az kalsın hepimiz tutsak düşecektik. Nereye gideceğiz kimsenin fikri yoktu."
15 Temmuz'dan sonra siyaset sahnesinde artık neredeyse konuşulmaz ve konuşamaz olan MHP içindeki muhalifler ise başkanlık sistemi ve MHP'nin bu süreçte üstlendiği rolü eleştiriyor.

'Bahçeli bunun Türkiye'yi bölünmeye götüreceğini söylüyordu'

Halaçoğlu ise, başkanlık sisteminin 2012-2013 yılından itibaren gündeme geldiğine dikkat çekerek şöyle diyor:
"Çünkü o zaman Türkiye'de birtakım taşlar yerinden oynamıştı. Irak, Suriye savaşları, ardından terör örgütlerinin dünyadaki etkinlikleri ve Türkiye'deki durumu, fakat daha önemlisi de AKP hükümetlerinin yolsuzluklara bulaştığı dönemden sonra ortaya çıktı."
Halaçoğlu'na mensubu olduğu partinin, bu değişiklik teklifine neden destek olduğunu, onun izlenimlerinin ne olduğunu sorduğumda, "MHP için çekici kılan hiçbir şey yok burada. Çünkü genel başkanımız dahil hepsinin bundan önceki açıklamaları, başkanlığın sadece bir oyun olduğu ve Türkiye'yi bölünmeye götüreceği şeklindedir. Böyle bir yola başvurulmasını anlamak mümkün değil, anlamakta güçlük çekiyoruz" diyor.

'Referandumda MHP'den evet oyu çıkma ihtimali çok zayıf'

Türkiye'nin bu düzenlemelerle yeni bir Baas partisi modeli ile yönetileceğini söyleyen Halaçoğlu'na bu görüşlerini parti organları ile veya ikili görüşmelerle parti yöneticileri ile paylaşıp paylaşmadığını sorduğumda, "Hayır. Çünkü gruba katılmıyoruz. Katılmamamız istendi. Dolasıyla herhangi bir kişiyle paylaşmadık" diyor.
Peki referanduma gidilirse ne olur? Halaçoğlu MHP tabanının başkanlık sistemine karşı olduğunu söyleyerek, "MHP'den referandumda evet oyu çıkma ihtimali çok zayıf" diyor.
Tabanın görüşlerini İstanbul'da görüştüğüm MHP İstanbul İl Başkanı Memet Bülent Karataş'a da soruyorum. 15 Temmuz sonrasında MHP tabanında "Erdoğan'a olan sempatinin arttığı" yorumları var. Bunu nasıl değerlendiriyorlar?

Memet Bülent Karataş
Rengin Arslan
Memet Bülent Karataş
Karataş, "15 Temmuz tarihinde hayranlıkla izlediği tek bir kişi vardır. O da Devlet Bahçeli'dir" diyerek yanıtlıyor sorumu.
Peki, yöneticilerin ifade ettiği haliyle "MHP ülkenin önünü açarken" aynı zamanda tabanıyla kurduğu bağın kapılarını kapatıyor olabilir mi?
Bu sorumu, "Bu değerlendirmeleri doğru bulmuyoruz. Bu siyasi muhalefet yapılacak bir araç değildir bu değerlendirmeler. Ülkeyle ilgili değerlendirmeler farklıdır. Ülkeyle ilgili iç siyasi pozisyon almak farklıdır. MHP bugün hükümetin önünü açmıyor. Türk devletinin önünü açıyor. Bu bir şahsın adına çıkarılan bir yasa veya kanunun destekçiliği anlamında değildir."
MHP'nin en başından beri kullandığı argümanı soruyorum Karataş'a. Devlet Bahçeli ve yöneticiler şu anki fiili durumun hukuki bir duruma kavuşması gerektiğini ve aslında MHP'nin hukuku savunduğunu söylüyor.
Peki MHP bugün neden AKP'yi anayasa çerçevesine dönmeye ikna etmeye çalışmıyor ve şu anki fiili durumu mevcut hukuki durumun sınırlarına davet etmiyor?
Bu konuyu tam açıklığa kavuşturmayan Karataş, "Bu fiili durumu yaratan kim bellidir. Fiili durumu devam ettiren, arzu eden kim, bellidir. Fiili durumu ortadan kaldırmak isteyen kim? Tek adres MHP. Kendi istiyor, arzu ediyor. Milleti adına istiyor, hukukun üstünlüğünü korumak için" diyor.

'Yaptığımız Tayyip'i Hasan'ı, Hüseyin'i bir yere getirme değil'

Anayasa değişikliğini, "Güçlü ve büyük Türkiye -birilerinin yeni Türkiye'si değil, güçlü ve büyük Türkiye önümüzdedir. Onun yolu açılıyor. Demokrasi ile açılıyor" diye tarif eden Karataş'a bu yolun Erdoğan ile mi açıldığını sorduğumda ise "Erdoğan devlet demek değildir" yanıtını veriyor.
"Şu an bizim yaptığımız da devletin sistematik bozukluklarını eksenden, raydan çıkan bir yapıyı raya sokmak. Yoksa bir şahsı, Tayyip'i, Hasan'ı, Hüseyin'i bir yere getirme değil."

MHP lideri Devlet Bahçeli ve Başbakan Binali Yıldırım

  MHP lideri Devlet Bahçeli ve Başbakan Binali Yıldırım
Bir yanda muhalif sokak ve muhalif MHP milletvekilleri, liderler... Bir yanda Bahçeli'yi destekleyen sokak ve milletvekilleri ve yöneticiler.
Bir yıl önce yapılan 1 Kasım genel seçimlerinden bu yana Türkiye sayısız çalkantıların yaşandığı bir siyasi gündem ile baş etmeye çalışıyor.
MHP de Meclis'te en az sandalyesi bulunan parti olarak bu belirsizliğin hem kıyısında, hem de oynadığı kilit rol nedeniyle tam orta yerinde. Kurultay talep eden muhaliflerin artık sesi duyulmasa da, muhalif taban orada.
Önümüzdeki süreç elbette yeni siyasi gelişmelerle şekillenecek ama farklı seslerin yükseldiği Ülkücü cenah için hararetli günlerin kısa zamanda gelip geçeceğini söylemek zor.

http://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-38213197

1 Mart 2018 Perşembe

Hukuk Yoksa Hayat Da Yok,

Hukuk Yoksa Hayat Da Yok,


Rifat Serdaroğlu


Dünya kurulduğu andan günümüze kadar her türlü doğal afete, savaşlara, yıkımlara rağmen insanoğluna sürekli olarak hayat vermeye devam etmiş,
çeşitli medeniyetlere beşiklik etmiş bir coğrafyada yaşıyoruz.
İslam inanışına göre, dört kutsal kitabın indirildiği, dünyadaki çok çeşitli tohumların üretildiği, yeraltı zenginliklerinin ve enerji kaynaklarının büyük bir kısmının bulunduğu bir coğrafyadır burası.

Bir ülkenin uygarlık göstergesi sadece bilim-zenginlik-mimari-müzik-felsefe-edebiyat ve benzerleri değildir. Bunların yanında en az onlar kadar önemli bir diğer gösterge daha vardır. O da HUKUKTUR.

Hukuk, çağdaş bireyler için hava kadar, su kadar ekmek kadar önemlidir.
Uygar ülkelerin hukuku da, ülke yönetimlerinin hukuka bağlılığı da uygar olur.
Hukuk Tarihinde kısa bir gezi yapalım mı;
-Hitit Kanunlaştırma hareketleri M.Ö XIV. Yüzyılda sistematik bir hale dönüşmüştür. Öyle bir hukuk bilinci ki, kölelere bile haklar sağlıyor.
Kralı denetleyen Panku adındaki meclis, Kralı tahttan indirebiliyordu.
-Ur-Sümer-Akkad ülkesi Kralı Nammu’nun kanunlaştırma çalışmaları M.Ö 2100 yılında yayınlanmıştır. Daha sonra yenilenerek Lipit-İştar Kanunnamesi adını almış ve Hak-Adalet kavramlarının önemi vurgulanmıştır.
-Arkasından Hammurabi Kanunları bu toprakların ve dünyanın, bilinen en eski sistematik hukuk anıtı olarak M.Ö 1175 yılında yürürlüğe girmiştir.
-Ve bugünkü Batı Hukuk Sisteminin temel kaynağı olan 529 tarihli“Corpus Juris Civilis “ ve 534 yılındaki “Justinianus Kodifikasyonu”.
İstanbul’da bu çalışmayı yapan heyetin o zaman ki çalışma mekânı, bu günkü İstanbul Üniversitesi Merkez Binası…

-Türkler İslam dinine geçince, İslam Hukuk Sistemine girdiler. İslam Hukukunun temel kaynakları; Kur’an-Sünnet-İcma-Kıyas idi. Bu kaynaklar, yaşadığımız coğrafyanın eski hukuk sistemi ile harmanlanmıştı.
-İslam Hukuku-Roma Hukukunun etkileşiminin daha da ilerisine gidebilen Osmanlı, Örfî Hukuk (Akla dayanarak, İslam Hukukunun düzenlemediği konularda konulan kurallar) sistemini kurarken, Doğu Roma Hukuk Sistemini örnek almıştır.

-Batı’da XVIII Yüzyılda başlayan kanunlaştırma hareketleri Osmanlıyı da etkiledi ve Ahmet Cevdet Paşa başkanlığındaki bir heyet dokuz yıl çalışarak Mecelle’ yi tamamladı. Mecelle 1926’ ya kadar yürürlükte kaldı.
-Cumhuriyetle birlikte “Şer’i Hukuk” terkedilerek, “Pozitif Hukuk” denen modern ve çağdaş hukuka geçildi.
Görüldüğü gibi Hukuk Geleneği bu toprakların ruhuna işlemiştir. Henüz Roma XII Levha Kanunları dikilmemişken, henüz Atina’da Solon yokken, Anadolu da hak ve hukuk bilinci gerçekleşmişti.
Bu coğrafyada “HUKUK” her zaman var olmuştur.
Fakat Demokratik rejimle yönetimlerin işbaşına geldiği andan bugüne dek,
AKP İktidarı kadar HUKUKU KATLEDEN bir iktidar gelmemiştir.

Değerli Okurlar;

Ülkemiz, bu günlerde hukuk tarihinin en acıklı günlerini yaşamaktadır.
*Türkiye’de bugün Yargı Bağımsız değildir. Adalet Yoktur.
*Türkiye’de dengesini ve doğru düşünme yetisini kaybetmiş bir iktidar, hukuku katletmektedir.
*AKP İktidarı, dünyanın gözü önünde davalara doğrudan müdahale etmekte, Yargıç ve Savcıları sürmekte, Mahkeme kararlarının uygulanmaması için Polise emir vermektedir.
*Bir yolsuzluk çetesi ülkeyi soymakta, açıkça milletin hakkına tecavüz etmektedir.
*Anayasa ve yasalar, iktidar tarafından adeta paspas edilircesine çiğnenmektedir.
*İktidar, Hitler zamanında kitap yakılması benzeri, Twitter’ı yasaklamıştır.
*Medyanın büyük bir kısmı “Hırsızlık Paralarıyla” satın alınmış, diğerleri ise devlet gücüyle çöktürülmüştür.
Türkiye’de, TÜRK MİLLETİ adına görev yapan Sayın Yargıçlar-Savcılar.
Türk Bağımsız Yargısının tepe noktalarında bulunan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı-Danıştay-Yargıtay-Sayıştay Başkanları;
Türkiye; Hukukun AKP İktidarı tarafından bilerek ve isteyerek katledildiği,
Çoğunluk Türklerin, azınlık bir sosyo-etnik cunta tarafından her gün bayrağımıza ve değerlerimize küfredildiği bir neo-baas rejimine döndürülmüştür.
Allah Aşkına, sizler yaşıyor musunuz?
Eğer AKP İktidarının yaptıklarını onaylıyorsanız, çıkın Türk Milletine bunu söyleyin.

Onaylamıyorsanız, niçin susuyorsunuz? Yapılan yanlışları Türk Milletine niçin anlatmıyorsunuz?

Bir araya gelip, Türk Milletine ve Türk Tarihine, gerçekleri bir bildiri ile anlatmaktan aciz misiniz?

Anayasa ve Yasalarımızın sizlere verdiği yetkileri kullanıp, ülkeyi soyan hırsızları niçin yakalamıyorsunuz? Mahkeme kararlarını uygulatmayan siyaset çakallarını niçin gıyaplarında yargılayıp, mahkûm etmiyorsunuz?

Biz gayet iyi biliyoruz ki; Hukuk yoksa Hayat ta yoktur. Sizler bilmiyor musunuz?
Not; Her hava sahamızı ihlal eden uçağı düşürseydik, Ege Denizi “Yunan Uçakları mezarlığına” dönerdi. Amacının Türkiye’yi korumak olmadığını hepimiz biliyoruz. Dostun Barzani’nin bölgesinden gelen yüzlerce PKK militanı, her gün sınır güvenliğimizi ihlal etmiyor mu? Senin adamların olan El Kaide katilleri sınırımızı yolgeçen hanına çevirmediler mi? Ege’de ki 16 adaya Yunanistan el koymadı mı? Hırsızlıkları örtmek için Suriye ile savaş çıkaracaksan, yanına
Bilal oğlanı, Reza’yı, Yasin El Kadı’yı, küfürbaz boyundan kafalı Muammeri,
ağız ishali olmuş Egemen’i, saatçi Zafer’i, TOKİ’ci Erdoğan’ı al gir, kendin savaş.
Ne olsa ser ’de delikanlılık yok mu? Yoksa o da kalmadı mı?



****

Asıl Cemaat’le işbirliği yapanlar oy bölmesin!

Asıl Cemaat’le işbirliği yapanlar oy bölmesin!

Levent Kırca,

Türkiye özgür değil. Seçimlerden sonra Twitter açılacaktır. Maksat seçime kadar ortalığı karıştırmasın. Benden bir öneri: Eğer Twitter’ı açmak zorunda kalırsa Tayyip, mutlu olmuş gibi yapsın. Twitter’dan özgürlük mesajları atsın. Değil mi? İstiklal Marşı ile Türk Bayrağı’nı anayasaya aykırı olduğu halde seçim malzemesi yaparak sömürmedi mi? O kadar yolsuzluk yap, sonra dön marşımız ve bayrağımızı aklanmak için malzeme yap. Neyse şaşırmıyoruz artık. Ona da şaşırmayız. Twitter açılınca sevinç mesajları atsın Tayyip. Desin ki, tüm bunlar Cemaat denilen bu örgütün işi.
Hazır her şeyi Cemaat’in üstüne atıyor. Nasılsa inanan çıkıyor.
Sonuç olarak, ortada hukuki bir karar yok. Bu kararıyla kendini rezil rüsva etti.
Yandaşları; başbakan yumuşamış, yenilenmiş, tazelenmiş, aklı başına gelmiş gibi gösteredursun. O, ısrarla; “Hayır ben diktatörüm. Benim astığım astık, kestiğim kestiktir” demeye devam ediyor.

Huylu huyundan vazgeçer mi?

Oğlu Bilal’le yaptığı telefon konuşmasına montaj diyen, dublaj diyen, bu vesileyle olayı kapatıp kendini aklamaya çalışan, ama çabaladıkça daha da batan bir diktatörle karşı karşıyayız. Ülkeyi Cemaat’le iç içe yönetirken, Türk subaylarını, Türk aydınlarını zindanlara dolduruyor. “Ben, Ergenekon’un savcısıyım” diyordu. Sonra, avukat oldu. Sonra, Cemaat’le bozuşunca “Kumpas” dedi. “Cemaat yaptı bunu” dedi. Hapishanelerden çıkan yurtseverler için; “Ben onları serbest bıraktım. Bana bir telefon edip teşekkür etmediler” dedi.
Gezi Parkı
Gençlerin Gezi Parkı yasal eylemlerine polisini saldı, saldığı polise; “Destan yazdınız” dedi, ikramiyeler verdi. Şimdi, “Gezi Parkı’nda gençleri ezen de Cemaat” diyor. Oysa; “Emri ben verdim” demişti. O gün kahraman dediği polis, hükümetin bakanlarının aile boyu hırsızlıklarını ortaya çıkardığında, dahası, hırsızlıkları ortaya çıktığı için, ifadeye çağrılan oğlunu korumak için, önce kahraman dediği polislere, şimdi; “Güvenmiyorum. Bunlar Cemaat’in polisi” dedi. Ne kadar polis, savcı varsa hepsini kafasına göre ordan oraya sürüp durdu. Yok ettiği adaleti için de, bir zamanlar kankası olan Cemaat’i suçladı.
Âlem adam, şu Tayyip Erdoğan...
Tayyip’in yandaşları
Sırıtarak, utanmadan “Biz yandaşız” diyorlar. Ve elbette ki, son çabalar...
Başbakanlarını iyi göstermek, olup bitenin tek suçlusu Cemaat’miş gibi gösterme çaba ve gayretindeler. Onlar öyle yapadursun, Mehmet Barlas, Nazlı Ilıcak ve pek çoğu, hemencecik Cemaatçi olmuşlardı bile.
Halktan oy istiyorlar
“Daha yapacak çok işimiz var” diye yazılı, AKP bezlerinin altından geçiyorum arabamla. Yapacak çok işleri varmış... İçimden; “Haklısınız” diyorum. Size, daha çook ayakkabı kutusu lazım.
‘Kemal Abim’ ne diyor?
“Açılım süresi devam edecek” diyor. Yani, ülke bölme çalışmaları sürecek. Bundan böyle Amerika emiri Tayyip’e değil, Kemal’e verecek. Haa, yeni akillerimizde olacak. Gene Kemal Abi’nin dediğine göre; Öcalan’la görüşme sürecini, Yeni CHP’nin “Yeni Akilleri” sürdürecek.
Anlaşılan Yeni BOP Eşbaşkanımız Kemal Kılıçdaroğlu. Amerika Tayyip’le başaramadığı ülke bölme eylemlerini, bu kez Kemal Kılıçdaroğlu’yla sürdürecek.
Sarıgül
Çok sinirli. Mitinglerde vatandaşları dövüyor. Sonra da; “Ben” diyor, “Öyle hızlı yumruk atarım ki, bunu fotoğrafçılar böyle bile yakalayıp çekemez.” Kendisini alkışlamayan bir vatandaşa; “Ortada teneke gibi durma” diyor. “Çek, git.”
İnsanlara kötü davranmayı alışkanlık haline getirmiş. Belli ki sinirleri çok gergin. Ee, kolay değil Cemaat’in adayı olmak. Geçen sene Ahmet Hakan kendisine yayında soruyor: “ Cemaat’in adayı mısınız?” Lafı çevirip, başka şeyler anlatıyor. Tekrar soruyor Ahmet: “Cemaatin adayı mısınız?”... Gene başka bir cevap geliyor.
Şunu açıkça söyleyecek kadar delikanlı olsa keşke... Bu yazı kulağına giderse, belki karşılaştığımızda beni de yumruklar.
Oy bölmek
Aynı dünya görüşünde olan, aynı fikirde olan partiler ancak, birbirlerinin oyunu bölerler.
Biz İşçi Partisi olarak; “Atatürk Devrimleri” diyoruz. “Ülke bölünmesin, Cumhuriyet yaşasın” diyoruz.
CHP’nin söyleminde; “Atatürk” yok. Onlar iktidar olmak için, Amerika’yı ve Cemaat’i destek aldılar. Onlarla işbirliği yapıyorlar. Gördüğünüz gibi, görüşlerimiz tamamen farklı. Onun için de, birbirimizin oyunu bölmek söz konusu olamaz.
Ah... Bir de beni çok seven, benim de çok sevdiğim Fazıl Say bunu anlayabilse...
Benim başkanlığıma gelince...
Dolaştığım, gezdiğim her yerde çok sevildiğimi görüyorum. İnsanlar, bunu kâh dillendiriyorlar, kâh kucaklıyorlar, kâh “Oyumuz senin” diyorlar. Ola ki kazanırsam, kazandığım gün, demokrasinin yeniden gündeme geldiği gün olur. Halk kendisi için, nasıl canla başla çalışıldığının tanığı olur.
Dürüst, Atatürkçü İşçi Partisi’nin az sonra hükümet olacağının ilk adımı olur. Atatürk dirilir, Cumhuriyet yaşar. Hukuk, gene üstünlüğünü kazanır.

Cem Boyner

Atatürk’ü, çürümüş patatese benzeten Boyner, AKP’ye verdiği oyu her bulduğu fırsatta deklare eden Boyner, tekrar Atatürkçü olmaya karar verdi.
Gezi Olaylarını uzaktan seyredip, asla bulaşmayan muhterem, Berkin’in ölümünde mağazalarında yas ilan etmiş, müzik çaldırmamış.
Bir ciddi değişikliği de, Ertuğrul Özkök yaşıyor. Artık şaraplı, seksli yazıların yerine; Tayyip’e bindirmek yazıları kaleme alıyor. Yani güle güle Tayyip, hoş geldin Cemaat.

Zorlu PSM

Nazif Zorlu’nın kızı Şule Hanım’ın yönetimini üstlendiği, muazzam tiyatro salonunu anlata anlata bitirememiştim bir yazımda. “Sizin gibi ustalarıda, burada görmek isteriz” demişlerdi. Salonlardan birini kararlaştırıp, kirasını dahi konuşmuştuk. Bazı günleri oynamam için bana tahsis edeceklerdi.
‘’Bu, gün adedini artırmaya uğraşacağız, bizden haber bekleyin” dediler. Bekleye bekleye ağaç oldum. Hem de, çınar ağacı. Şimdilerde telefonlarıma dahi çıkmıyorlar. Ee, yürek ister... Türkiye’nin sorunlarını oynayan Atatürkçü, Devrimci, Tayyip tarafından da afaroz edilmiş bir sanatçının muhalefet yapan oyununu, Zorlu PSM’de oynatacaksın... Öyle ya, sonra Tayyip ne der?
Bizim mangal yüreğimize karşı, bunlarınki!...



***