1 Nisan 2018 Pazar

Yekta Güngör Özden: “Yargının; Yürütme ve Yasamanın buyruğunda olduğu yerlerde adalet yoktur”

Yekta Güngör Özden: “Yargının; Yürütme ve Yasamanın buyruğunda olduğu yerlerde adalet yoktur”

Savcılar Görevini yapmıştır ve yapacaktır,



TÜRKSOLU: 

Sayın Başkanım, Türkiye’nin bu yoğun gündeminin en önemli meseleleri hep hukuk alanında düğümleniyor. Yargının savunma ve karar yanlarında görev yapmış ve Türkiye’de yargının en üst kurumunun, Anayasa Mahkemesi’nin Başkanlığı görevinde bulunmuş bir kişi olarak size öncelikle bu güncel konuları sormak isteriz. Türkiye’yi sarsan 17 Aralık operasyonunu başlatan Cumhuriyet Savcıları sizce doğru mu yapmıştır? Bir savcının iktidara yönelik operasyon yapma hakkı var mıdır? Süreç hukuksal mıdır?


Yekta Güngör Özden: 

Sorunuza hemen yanıt vereyim. Mustafa Kemal Atatürk’ün 5 Kasım 1925’te Ankara Hukuk Okulu’nu açarken yaptığı konuşmanın sonunda; “Cumhuriyet’in kollayıcısı olacak bu büyük kuruluşun açılışından duyduğum mutluluğu hiçbir girişimde duymadım.” demiştir, güçlü bir sesle. Daha sonra Mustafa Kemal Atatürk’ün Adalet Bakanlarından Mahmut Esat Bozkurt’un Cumhuriyet Savcılarına kapsamlı, övgülü ve önemli seslenişi unutulmamalıdır. Kamu savunmanlarıdır. Sanıkların lehine olan durumları da gözetip belirtmek zorundadırlar. Bizim hukuk devleti olarak kurduğumuz ve Lozan’da bağımsız niteliğine, kurumsal yapısına çok önem verdiğimiz Cumhuriyet’in çok önemli bir öğesidir Cumhuriyet Savcıları. Hepimizin anımsayacağı gibi başka hiçbir mesleğin adında, meslek adamının görevsel adında da “Cumhuriyet” sözcüğü yoktur. Bu bakımdan hukuk devleti olmanın gereklerini yerine getirecek olan kamusal otoriteyi ve ağırlığı çok önemli biçimde başarması gereken savcılarımızın devlet adına yasaların öngördüğü yetkileri kullanmasından daha doğal bir şey yoktur. “17 Aralık 2013 yolsuzluk ve rüşvet operasyonu” denilen gelişmelerde bugünün iktidarının, tamamen Cemaat’e karşı, Cemaat’in yandaşı olduğunu ileri sürdüğü, hattâ mafya tipi davranışlarla suçladığı yargıç ve savcılara karşı bir insafsızlık ve merhametsizlik yaptığı kanısındayım. Savcılar doğal görevlerini yapmışlardır, doğru yapmışlardır.

TÜRKSOLU: 

Peki buna karşılık olarak savcıların görevden el çektirilmeleri, yer değiştirilmeleri normal midir?

Yekta Güngör Özden: 

“Savcılar iktidara karşı gelir mi?” gibi bir soru bile bana göre fazladır. Çünkü savcılar kim olursa olsun işlemleri yürüteceklerdir. Ancak yasalarda işlemlerin başlaması hariç yürütülmesi ve sonuçlanması için “izin” yani “olur” alınması gereken durumlar varsa ona dikkat edeceklerdir. MİT Müsteşarı hakkında Oslo görüşmeleri nedeniyle başlatılan soruşturmayı yasa çıkararak günümüz iktidarı engellemişti. Böyle durumlarda savcıların davranışını iktidara karşı olarak tanımlamak da yanlıştır. Savcılar görevini yapmıştır ve yapacaktır. Günümüz iktidarının baskıya, dayatmaya, sansüre yönelik davranışları her gün birbirine eklenmektedir. Bu bağlamda; Cumhuriyet Savcılarıyla, Cumhuriyet Savcılarının isteklerini uygun bularak arama kararı veren yargıçların yerlerinin değiştirilmesi, dosyaların ellerinden alınması, her zaman söylediğim gibi gerçek demokrasilerde görülmüş ve görülecek şeyler değildir. Ben altmış yıla yaklaşan hukukçuluk yaşamımda böyle bir olaya hiç rastlamadım. Bunlar çok çirkin örneklerdir. Bunlar demokrasimizi tartıştıran, sulandıran olumsuz yaklaşımlardır. Yasama, yürütme, yargı organları bağımsızlığının, birbirinden ayrılığının, özgürlüğünün tam olarak çiğnenmesidir. Bu noktada adaletten beklenen güveni ulusa veremezseniz yurttaşların devlete olan saygıları ve güven duyguları da azalır. Bunun çok önemli ve kötü uygulamaları var. Bunlara girişerek Cumhuriyet Savcılarının çalışmalarını engellemek bana göre öncelikle ve en hafifiyle birer anayasal suçtur. Yasalarımızın verdiği yetkileri Cumhuriyet Savcıları kullanacaklardır. Bu, hukuk devleti olmanın ve yargı bağımsızlığının çok doğal ve çok zorunlu koşuludur. 

Bunu böylece söylemek isterim.


yekta-gungor-ozden-turksolu-roportaj2

Siyaseti hukuksallaştırmak siyasetçilerin, yargıyı siyasallaştırmamak hukukçuların işidir

Bu savcıların içinde yan tutanlar varsa, duygusal hareket ediyorlarsa, siyasal amaçla hukuku, benim kınadığım gibi, siyasallaştırıyorlarsa bu başka bir konudur. Siyaseti hukuksallaştırmak siyasetçilerin işidir, yargıyı siyasallaştırmamak da hukukçuların işidir. Tersine bir şey yapıyorlarsa onlar için de gerekli yollar zaten var. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu var. Bunlar gerekli incelemeyi yaparlar, o Kurulun da Cemaatçilerin elinde olduğu da söylenemez ya. Söylenemeyeceği de şuradan bellidir ki bu olaylardan sonra iktidara uygun atamaları, görevden el çektirmeleri, yer değiştirmeleri kim yaptı? Bugünkü Kurul yaptı. Mızrak çuvala sığmaz. Bana göre iktidarın ve iktidarı tutanların 17 Aralık 2013 yolsuzluk ve rüşvet olaylarına ilişkin soruşturmaları geçersiz kılmaya çalışmaları, üstünü örtme, karartma ve kapatma çabaları boşunadır, sakıncalıdır ve geleceğimiz için de çok zararlıdır.


TÜRKSOLU: 

Bu bağlamda HSYK düzenlemesi ile ilgili neler düşünüyorsunuz?

HSYK’nın yapısını değiştirme çabası, ele geçirme amacından başka bir şey değildir

Yekta Güngör Özden: 

HSYK düzenlemesinin içtenlikli bir yaklaşım olduğu kanısında değilim. Bana göre, bugünkü HSYK iktidarın kendi isteklerini tamamen yerine getiren bir organ durumundadır. Bu istekleri yerine getirdiğine göre bunun biraz daha iktidar lehinde düzenlenmesi için 17 Aralık 2013 operasyonlarını bahane yapmışlardır. Yapılması gereken şey aslında HSYK’yı iki ayrı bölüm olarak, yani hâkimler için ayrı, savcılar için ayrı olarak çalıştırmak, oraya da meslekten insanları getirmektir. Oysaki bunlar HSYK’yı Meclis çoğunluğunun verdiği yetkiyle tam ele geçirmek için Meclis’in, Cumhurbaşkanı’nın, çeşitli kuruluşların seçtiği kişilerle siyasal bir organa çevireceklerdir.
Bağımsız olması gereken organların içinde herhangi bir yanın ağırlığı zaten tehlikeli ve sakıncalıdır. Örneğin yargıda yürütmenin ağırlığı, yürütmede yargının ağırlığı diye bir şey olmaz. Yasamada yürütmenin, yürütmede yasamanın ağırlığı diye bir şey olmaz. Ama Türkiye’nin gerçeklerinde bugün yasama organı tamamen yürütmenin etkisi ve egemenliği altındadır. Muhalefet partilerinin sözcülerinin konuşmalarından başka herhangi bir aykırı sese rastlanmamaktadır. Anayasa değişikliğinin gerektirdiği nitelikli çoğunluk dışında her yasa için çoğunlukla karar alabilmektedirler. O nedenle bana göre HSYK’ya ilişkin değişikliğin amacı onu daha çok siyasi iktidara bağlamak oyunudur. Nitekim bu nedenle anayasa tartışmaları gündeme gelince HSYK düzenlemesini durdurmuşlardır, ara vermişlerdir. Bu ara vermenin nedeni de yapılacak görüşmelerde uzlaşma olursa Anayasa’nın 159. maddesiyle ilgili yani HSYK’yı düzenleyen maddesinde iktidarın beklediği değişiklikler olursa gündemdeki HSYK önerisine gerek kalmayacak olmasıdır. Olmazsa yine bu yürütülecektir. Zaten Adalet Bakanı da “Seçimlerden önce biz bunu gerçekleştiririz.” demiştir. Onun için HSYK’nın yapısını değiştirmek çabası bana göre orayı daha çok bugünün iktidarının eline geçirme amacından başka bir şey değildir. Bu nedenle de içtenlikli bulmuyorum.

TÜRKSOLU: 

Aslında HSYK 12 Eylül 2010 Referandumu’ndan önce hükümetin eleştirdiği bir yapıdaydı. Referandumla müdahale ederek, değiştirdiler, dönüştürdüler ve şimdi tekrar müdahale ediliyor. Bu durum nasıl açıklanabilir?

Yekta Güngör Özden: 

1961 Anayasası ilk yürürlüğe girdiğinde Yüksek Hâkimler Kurulu da ilk defa oluşturuldu. Başkanı da kendi aralarından seçiliyordu. Daha sonra Adalet Bakanı’nın toplantılara katıldığı zaman başkanlık edeceği bir duruma getirdiler. 1971 değişikliğinden sonra Adalet Bakanlarının saygılı davranarak toplantılara gitmemesi üzerine bağımsız bir şekilde kurum işledi. 1980’den sonra 1982 Anayasası’nın yürürlüğe girmesiyle kurulun başkanlığı Adalet Bakanına verildi. Adalet Bakanı’nın Müsteşarı da Bakanın isteğine göre seçildiğinden (Adalet Bakanı’nın değil Adalet Bakanlığı’nın Müsteşarıdır yasalara göre) bütün ağırlık iktidarlarda olmuştur. Bu nedenle de Kurul bağımsız bir yargı organı değil de siyaset organı gibi çalışmaya başladı. Sakıncaları böyle görüldü.

yekta-gungor-ozden-turksolu-roportaj1

Yargının; yürütme ve yasamanın buyruğunda olduğu yerlerde adalet yoktur,

Onun için zaten 12 Eylül 2010 halkoylamasından geçen anayasa değişikliğinin 26 maddesinin 24 maddesi bana göre dolgu maddesiydi. Onlar seçmenlerin yani halkoylamasına katılacak olan yurttaşların oy vermesini sağlayacak aldatmaya yönelik sempati maddeleriydi. Sanmıyorum ki onlardan bir maddeyi hatırlayasınız. Hiçbirimizin yaşamına olumlu bir etkisi olmadığı için. Bütün amaç HSYK’nın ve Anayasa Mahkemesi’nin yapısını değiştirmeye yönelikti. Sonuç istedikleri gibi de olmuştu. Peki, şimdi ne yapıyorlar? Buna bile, en küçük eleştiriye bile katlanamıyorlar. En küçük doğruya çekme, en küçük yanlışlığı önleme çabalarına karşı çıkıyorlar. İktidar, “ben ne dersem o olsun, o yapılsın” diyor. Hâlbuki yargının; yürütme ve yasamanın etkisinde ve buyruğunda olduğu yerlerde hiçbir zaman adalet olmamıştır. Adaletin olmadığı hiçbir toplumda da güvenlikten, barıştan, geleceği ilişkin umuttan söz edilemez.

TÜRKSOLU: 

Bununla bağlantılı olarak, Başbakan sık sık yargı darbesi yapılmaya çalışıldığından, yargının iktidara rakip olduğundan, bahsediyor ve yargıya bile sandığı gösteriyor. Yargının karşılığı sandık mıdır?

Demokrasi sandığa indirgenemez

Yekta Güngör Özden: 

Sandık her şeyi çözmez. Sandığı önermesinin nedeni bugünün Başbakanının, bana göre, eskiden milli hâkimiyet dediğimiz ulusal egemenlikle, milli irade dediğimiz ulusal istenç arasındaki farkı bilmemesinden kaynaklanmaktadır. Sandık, belirli bir süre için yürütmede yetkili kılınacak insanları seçme işlemidir. Sandık her şey değildir. Sandıktan her çıkma demokrasi olmaz ki. Demokrasiyi sandığa bağlamak basite indirgemek demektir. Demokrasiyi bilmemek, tanımamak demektir. Demokrasinin yaşama geçmesi için sandıktan çıkan yasama organının ve onun belirleyeceği yürütme organının kendi alanlarında bağımsız olmaları kadar yargı bağımsızlığına herkesten çok önem göstermeleri gerekir. Yasama ile yürütmenin birbirinin içinde olduğu bellidir. Çoğunluk yasamada olunca yürütmeyi o seçer. Böylece yürütme yasamanın emrine giriyor. Öyle görünüyor. Yani yürütme öyle egemen oluyor ki partinin genel başkanı Başbakan olduğu için yasama organı da tamamen yürütmenin etkisinde kalıyor. Yasamadan bir ses çıkmamaktadır. Nitekim geçenlerde Meclis Başkanı Anayasa’nın 138. maddesinin ölü olduğunu söyledi. 138. maddeyi vatandaş öldürmedi ki. İktidarlar öldürdü. Yasama organı kendi öldürdü. Yanlış işlemler yaparak, iktidara ayak uydurarak, her dediğini yapmayı görev bilerek öldürmüştür.
O bakımdan bu konu hakkındaki konuşmaların çoğu yanlıştır. Yargı darbe yapmıyor. Onlar yargı organlarının işlerine gelmeyen kararlar vermesini bahane ederek, bunu başkalarının üzerine yükleyerek, sorumluluğu onların üzerine atarak ve yargının terazisinin tarafsız tartmasından duydukları rahatsızlıktan kurtulmaya çalışarak “darbe” diyorlar. Böyle ise sorumlularını tek tek tutup yaptırım uygulasınlar. İşlerine gelmeyen kanun ve işlemler nedeniyle “darbe” demesinler.

TÜRKSOLU: 

Bakanlarla ilgili hazırlanmış fezlekeler var. Meclis Başkanı Cemil Çiçek de savcılığa iade edildiğini söyledi. Bunun işleyişi nedir?

Yekta Güngör Özden: 

Fezlekeler Cumhuriyet Savcılarının sorumlular hakkında hazırladığı, gereğinin yapılması için, yasama organından dokunulmazlık gereği geçtiği için, Meclis’e gereği yapılmak üzere gönderilen yazılardır. Dokunulmazlığın kaldırılması içindir. Savcının muhatabı Bakanlıktır. Doğrudan doğruya Başbakanlık ya da Meclis Başkanlığı değildir. Bakanlığın muhatabı Meclis Başkanlığı değildir, Başbakanlıktır. Savcı, Adalet Bakanlığı’na, Adalet Bakanlığı Başbakanlığa, Başbakanlık da Meclis Başkanlığına gönderecektir. Bu, normal işleyiş merdivenidir. Birer birer bu adımlarla merdivenin geçilmesi gerekmektedir. Yeni bir yönetmelik çıkarmışlar. İçeriğini henüz bilmiyorum. O yönetmeliğe göre güya savcılar fezlekeleri doğrudan Meclise gönderecekmiş. Bunu benim aklım almadı. Usul ve yazışma nezaketinin gereği olarak Adalet Bakanlığının Başbakanlığa, Başbakanlığın da Meclis’e göndermesi gerekmektedir. Geçenlerde bir fezlekeyi Meclis’e göndermişler. Meclis Başkanlığı da “Bize değil Bakanlığa gönderin.” diyerek iade etmiş. Ardından da tersine Bakanlık, “Bana değil Meclis’e gönderin.” diyor.

Fezlekelerle ilgili zaman kazanma oyunu oynanıyor,

Ben bir oyun oynandığı kanısındayım. Böylelikle seçimlerden önce Bakanların yaptığı eylemlerin kötü taraflarının halk tarafından bilinmesini önlemek istemektedirler. Bakanların eylemleri de Başbakanın ve diğer Bakanların bilgileri dışında olmayacağından ve ilişkiler ortaya çıkacağından “iktidar güç durumda kalmasın” diye bunun soruşturmasını seçimlerin sonuna ertelemek için fezlekeler tenis topu gibi karşılıklı gönderilmeye başlanmıştır. Sonucun ne olacağını bilmiyorum. Bu konuda muhalefet partilerinin tepkilerini çok haklı buluyorum. Bunu belirteyim.
Burada bir şey daha vardır. Bülent Arınç gündeme getirdi. “Meclis İç Tüzüğü’ne göre 55 imzayla bir komisyon kurulsun ve fezlekeler buraya verilsin.” deniyor. Fezleke gelmeden sadece muhalefet partilerinin şikâyeti gelecek buraya. Meclis çoğunluğuyla bunlardan soruşturma açılmaz diyecekler. O zaman fezlekelerin gelmesinin de gereği kalmayacaktır. Bu oyalama, zaman kazanma oyunudur.

TÜRKSOLU: 

Bugün basına yansıyan haberlere göre Meclis Başkanı fezlekelerin savcılıklara geri gönderildiğini söylüyor. Geri gönderme hakkı var mıdır?
Yekta Güngör Özden: Evet bugünkü haberlere göre dönmüş. Bir yönetmelikten bahsediliyor. Görmediğim yönetmelik için bir şey diyemem. Bir yönetmelik çıkmış güya, fezlekeler doğrudan gidecekmiş. Peki, madem yönetmelik böyleydi, neden daha öncekilerde Meclis’e gönderilenler “Bakanlığa gönderilsin” diye iade edildi? Bir karışıklık var.
“Yeniden yargılama” değil yargılamanın yenilenmesi olabilir

TÜRKSOLU: 

Bir taraftan da yeniden yargılanma ve uzun tutukluluk süreleri gündeme geliyor. Tutukluluk süresinin yedi buçuk yıldan beş yıla düşürüleceği söyleniyor. Bu Tayyip Erdoğan’ın bir taktiği midir? Bundan bir sonuç çıkması mümkün müdür?

Yekta Güngör Özden: 

Bu da bir oyundur. İki tane yol var gerçekte. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 308. maddesinde karar düzeltme yolu var. Karar düzeltme yolu biliyorsunuz, mahkemenin verdiği kararların Yargıtay’ca onanmasından sonra Başsavcılara başvurularak, “Bunda yanlışlık vardır ve daire de yanlış onama yapmıştır ya da yanlış bozmuştur.” denilerek düzeltme istenmesidir. Başvuru, Başsavcının takdirine bağlıdır. Başsavcı uygun buluyorsa, o ilgili daireye bir daha bakılması için geri gönderilebilir. Orası da uygun bulmazsa Başsavcı Genel Kurul’a kadar gidebilir.
Öbür yol da yargılamanın yenilenmesidir. Yani “yeniden yargılama” değildir. Yenilenme; bir şeyin elde olan şeklinin yani eskisinin özü yerinde kalarak yenilenmesidir. Yeniden yargılama denildiğinde ise sıfırdan başlayarak yepyeni bir yargılama yapılması gibi anlaşılıyor. Bu kavram yanlış kullanılmaktadır. Bu da aynı yasanın 311. maddesinde vardır. Yargılamanın yenilenmesi için gerekli olan şey konunun tamamen bitmiş, kesinleşmiş olmasıdır. Bunu çoğu kimse yanlış biliyor. Yargıtay’dan geçip onandı. Düzeltme işlemi de bitti. Tüm aşamalar tamamlandı ve dosya kapandı. İşte yargılamanın yenilenmesi için bu durum gereklidir. Yani bitmemiş bir süreç için yargılamanın yenilenmesi olmaz. Yani Ergenekon’da bu olmaz. Balyoz’da ise olur. Balyoz davası bitmiştir ama Ergenekon’un daha kararı bile yazılmamıştır. Yenilenme için yasanın 311. maddesi’nin öngördüğü koşulların gerçekleşmesi gerekir.
Okuyalım: “Kesinleşen bir hükümle sonuçlanmış bir dava aşağıda yazılı hallerde hükümlü lehine olmak üzere yargılamanın yenilenmesi yoluyla tekrar görülür: Duruşmada kullanılan ve hükmü erteleyen bir belgenin sahteliği anlaşılırsa…”; işte bitti. Ama buna rağmen Balyoz’da geri çevirdiler. Orada da bir incelik var. Sahtecilik TÜBİTAK’ın kurum adına kararıyla gitmedi. TÜBİTAK’ın görevlendirdiği bilirkişilerin raporu gitti. “O rapor bağlamaz, kurum adına değildir.” deniyor. Bülent Arınç da bu açıdan yaklaştı; “Durun bakalım, öyle mi değil mi, anlayalım.” dedi. Bir türlü râzı olamadılar.

Burada sahteciliğin bir bilirkişi raporuyla ortada olduğu kesindir. Okumaya devam ediyorum: “Yemin ederek dinlenmiş bir tanık ya da bilirkişinin hükmü etkileyecek biçimde hükümlü aleyhine kasıt ve ihmal ile gerçek dışı tanıklıkta bulunduğu veya oy verdiği anlaşılırsa…”; gizli tanıkların beyanları dosyada var. Devam ediyor; “Hükme katılmış olan hâkimlerden biri…” ama hükmü veren ayrı, bir takım karışıklıklar var dosyada. Ben bizzat kendim görüp incelemediğim için, dışarıdan yakınmaların içeriğinden bunları çıkarmaya çalışıyorum. Tam bir şey söyleyemiyorum ama yargılamanın yenilenmesini gerektiren durumları çarşaf çarşaf, sütun sütun gazeteler yazıyor. Bundan başka daha ne olabilir? Üstelik böyle bir şey duraksamalı olsa bile yargıda kuşkunun ve kuruntunun yeri olmaz. Yargının kaçınmadan el atması gerekir. Öyle bir durum yoksa reddedilir. Sonuçta eski kararda direniyoruz denilir. Onun için ben gene de yargıçların bu konuda gereken duyarlılığı gösterdiği kanısında değilim.

Ergenekon’da yargının yenilenmesi şimdi olmaz, sonra olur

TÜRKSOLU: 

O zaman burada çok ilginç bir durum var. Sizin söyledikleriniz anlatılan sürecin tam tersini işaret ediyor. Kararların alınması ve dosyanın kapanması gerekli dediniz. Balyoz’da olur Ergenekon’da olmaz dediniz. İktidar ise Ergenekon sanıkları için yargılamanın yenilenmesi olur ama Balyoz’da nihai karar olduğu için olmaz diyorlar.

Yekta Güngör Özden: 

Ergenekon’da şimdi olmaz. Sonra olur. Yanlış söylemekteler. Bakın yasada yazılan açıktır: “Kesinleşmiş bir hükümle sonuçlanan bir dava…” diyor. Öbüründe yargı daha bitmemiştir ki yenilensin. Bu yol ancak bitenler için geçerlidir. Gerçekte iktidarın yenilemede içtenlikli olduğu kanısında değilim.

TÜRKSOLU: 

Yine bu konuyla ilgili olarak bunun siyasi bir yaklaşım olarak geldiğini görüyoruz. “Biz sizin yargılamanızı yenileyeceğiz.” deniliyor. İnsanlar da dışarı çıkacağını, yargılamasının yenileneceğini ve artık hep serbest kalacağını düşünüyor. Bunun garantisi var mıdır? Tekrar yargılandığı zaman daha ağır bir cezayı ya da aynı cezayı yeniden alma ihtimali yok mu?

Yekta Güngör Özden: 

Sanıkların lehine olacağı için daha ağır bir ceza olmaz. Fakat burada başka bir incelik var. Terörle Mücadele Yasası’nın 10. maddesinde tutuklamaların on yıla kadar sürebileceği yazılıdır. Anayasa Mahkemesi ise bunu bozmuştur. O nedenle uzun süreli tutuklular Mustafa Balbay olayında olduğu gibi tahliye oldular.

Tutukluluk süresinin beş yıla düşmesi iktidarın armağanı değil, zorunluluk

Yine Ceza Yasası’nda tutukluluk için asliye ceza için şu kadar, ağır ceza için bu kadar derler. Bana göre o süre üç yıldır. Fakat yargıçlarımız Yargıtay içtihatlarına bakarak beş yıl olarak götürüyorlar. Terörle Mücadele Yasası, hükümetin dediği gibi buna ilişkin mahkemelerin kapatılmasıyla ortadan kalkacağına göre otomatikman şimdiki beş yıla inecektir. Başbakan’ın “Beş yıla çekeceğiz.” demesi budur. Yani gerçekte beş yıla indirecek bir düzenleme yapmayacaklar. Aslında olmayan bir şeyi veriyormuş gibi davranmaktadırlar. Bir nevi armağan veriliyormuş gibi konuşulmaktadır. Aslında böyle bir durum da yoktur. Kamuoyu da bu incelikleri bilmediği için böyle algılamaktadır.
Bakın Ceza Yargılaması Kanunu’ndan okuyorum: “Madde 102. Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine girmeyen işlerde tutukluluk süresi en çok bir yıldır. Ancak bu süre zorunlu hallerde gerekçeler gösterilerek altı ay daha uzatılabilir.” Yani Asliye Ceza, Sulh Ceza mahkemeleri için böyledir. “Ağır Ceza Mahkemelerinin görevine giren işlerde tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre zorunlu hallerde gerekçesi gösterilerek uzatılabilir. Uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.” Burada “toplam” ifadesi olmasa idi, uzatma süresi üç artı iki beş olurdu. Ama burada “uzatma süresi toplam üç yılı geçmez” deyince iki artı bir üç olmaktadır. Az önce ifade ettiğim yanlış anlama da buradan kaynaklanmaktadır.
Terörle Mücadele Yasası’nın 10. maddesine göre olan on yıl da Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildiği için geriye ancak buradaki en çok beş yıllık süre kalmaktadır. O zaman ne indirilmiş oluyor? Aslında hiçbir şey yapılmamış oluyor. 

İnsanları nasıl kandırdıklarını görüyorsunuz.

TÜRKSOLU: 

Önceki Ergenekon hâkimi, 2500 sayfalık iddianameyi on beş günde okumamız imkânsızdı biz de davayı açtık dedi. Bu açıklamanın sonuçları ne olur?
Yekta Güngör Özden: 

Bu bile yenileme nedeni olabilir. Tam okunmamıştır, tam okunmayan delil yeterli delil değildir. Yetersiz delille karar vermek de yenileme nedenidir.
TÜRKSOLU: 

Yargının genel durumu açısından neler söyleyebilirsiniz? Siz Anayasa Mahkemesi Başkanlığı yaptınız. O dönemden bu döneme yargıdaki olumsuz anlamdaki değişiklikleri nasıl yorumlarsınız?

Yargı bağımsızlığında gölgeler koyulaştı, bulutlar karardı

Yekta Güngör Özden: 

Mustafa Kemal Atatürk’ün çok güzel bir sözü vardır: “Yargı hakkı ulusal egemenliğin temel koşulu olup yargısı bağımsız olmayan ulusların devlet olarak kabulü olanaksızdır.” der. Bir de benim Baro Başkanlığı yaptığım zamanda İsmet İnönü’den rica edip aldığım ve Ankara Barosu’nun 1973’ün 29 Ekiminde çıkan Cumhuriyet’in 50. Yılı özel sayısında yayımlanan bir yazısı vardır. Diyor ki: “Biz Lozan’da kapitülasyonlar kadar mücadeleyi bağımsız hukuk devleti için verdik.” Çok önemlidir. O zaman bu iki büyük insanın dile getirdiği öngörüleri, yapılanmayı düşünüp ondan sonraki aşamalarda yargıya ilişkin düzenlemeleri dikkate alırsanız gitgide yargının bağımsızlığı konusundaki gölgelerin koyulaştığını, bulutların karardığını siz de kabul edersiniz. Demokrat Partililer iktidara geldiğinde 5434 sayılı Emekli Sandığı Yasası’nın bir maddesini kullanarak 28 tane yüksek yargı üyesini emekliye sevk ettiler. Bugün herkesin üzerinde durduğu bu kötü yaklaşım ve uygulama emin olun ki yine de şimdikinden iyiydi. Onlar hiç değilse insanların görev yapmasını engelleyerek tamamen uzaklaştırdılar. Şimdikiler ise görev yapılmasını kendileri doğrultusunda yürütmek için savcılarla ve yargıçlarla oynuyorlar. Aradaki fark budur. Yargının bağımsızlığı konusunda kimsenin özel bir isteminin ya da beklentisinin olduğunu sanmıyorum. Özlenen, bağımsızlıktır. Dikkat ederseniz yeni Bakan’ın da konuşma yaptığı son savcı ve yargıç atamalarında, avukatlıktan yargıçlığa geçenlerin Adalet ve Kalkınma Partisi’nin hangi yönetim kurullarından ve başkanlıklarından geldiği ortaya çıktı.

Benim başkanlığım zamanında Anayasa Mahkemesi mülâkatları yargı konusunda iptal etmişti. Sonra yeniden getirmişler. Bu konularda dışarıdan aldığım duyumlara göre yazılı sınavdan 100 alan kişiler sözlüde kazanamamaktadır. Bu olacak şey değildir. Daha zayıf puan alanların sözlüde geçirildikleri görülmektedir. Bunların hepsi kayırmadır. Bunlar iktidara yönelik olunca iktidar bunlardan kendisinin sorumlu olmadığını söyleyebilmek için topu cemaate atmaktadır. “Bu onların yargı darbesidir.” diyor. Böyle bir şey varsa bunu rastgele konuşmak doğru değildir. Darbeyi hangi yargıç veya savcı yapmışsa, onu da yargının önüne çıkarıp işlemini uygularsın. Dikkat ederseniz böyle bir sorunun gündeme getirilmediğini görürsünüz. Kuşkulandıkları herkesi görevden alıyorlar. Öyle görülüyor ki iktidar kendisine karşı saydığı tarafsız ya da başka yanda gördüğü yargıç ve savcıları görev değişimliğiyle dosyaları ellerinden alarak uzaklaştırıyor ve kendine yakın olanları göreve getiriyor. Benim görüşüm budur.

Yargıdan, hukuk fakültelerinden ses çıkmıyor,

TÜRKSOLU: 

Peki yargıya bu kadar müdahale olurken yargının kendini koruma refleksi neden devreye girmiyor?

Yekta Güngör Özden: 

Benim bütün üzüntüm de odur. Bir göreve gelmekten daha anlamlı olan görevden ayrılmayı bilmektir. Emekliliğiniz yaklaşmış. Bir ihtiyacınız yok. İkramiyeni de alacaksın. Daha ne bekliyorsunuz? Niye? Halkımızın yararını ve adaletin onurunu yüceltmek için ki bana göre adalet yalnız devletin değil dünyanın temelidir, kendinize düşenleri yapmıyorsunuz? Neden istifa etmiyorsunuz? Niye açıklamalarda bulunmuyorsunuz?
Bakın İzmir Cumhuriyet Başsavcısı Hüseyin Baş, Adalet Bakanı Müsteşarı’nın kendisine yaptığı baskıyı tutanağa bağladı ve derhal yerini değiştirdiler. Yer değiştirildiği zaman onun yardımcılarının ve başka başsavcıların da bana göre demokratik tepkilerini ortaya koymaları gerekirdi. Siyasal tepkiden söz etmiyorum. Ben siyaseti sayarım, sevmem. Herkes bunu bilir. Ama ses çıkmıyor.
Bir yerden daha ses çıkmıyor: Üniversitelerden. Bu yasa değişiklikleri oluyor, Anayasa’ya yollama yapıyorlar, HSYK düzenlemesini donduruyorlar fakat bir üniversite de çıkıp doğru dürüst tepki veriyor mu? Veya hukuk fakülteleri bir şey söylüyor mu? Veya hukuk profesörlerinin birkaçının feryadıyla Ankara ve İstanbul Baro Başkanları ile Barolar Birliği Başkanı’nın çıkışlarından başka bir tepkiye rastlayabiliyor muyuz? Bunu da bırakalım, elli tane avukat bir araya gelebilir. Toplu imzaları belli gazetelerde belli eğilimde olanlar yayınlıyorlar da neden onurlu hukukçulardan yüz imzalı bir bildiri çıkmıyor? Paraları mı yok? Adam başı yüz lira verseler ne kaybederler? Bu gidiş kötüyedir. Yargının bağımsızlığını korumak devletin bağımsızlığını korumak kadar önemlidir. Ama günümüz Başbakanı çıkıp “İkinci Istiklâl Mücadelesi”nden bahsediyor bunun da anlamı kalmıyor. Kimse “Bunlar ne anlamsız sözlerdir” demiyor.
Yargı devletine darbe yapar mı? “Kimi savcıların ve yargıçların yeltendikleri darbe” de bari. Bütün yargı neden suçlanıyor? Eskiler “Eline, diline, beline sahip ol” derler. Bunların da önce kendilerini düşünmeleri lâzım. Türkiye’de kavramların ve kurumların değeri bilinmiyor. Atatürk’ün, ilkelerinin ve devrimlerin değeri biliniyor mu? Hayır. Hep inanç sömürüsü yoluyla, çıkarcılıkla, birbirini desteklemekle, gazeteleri dolduran rüşvet olaylarıyla, havuzlarla, yavuzlarla bu iş böyle gidiyor.

Basına ve internete sansürde muhalefet Anayasa Mahkemesi’ne gitmeli

TÜRKSOLU: 

Bugün Sözcü’deki köşenizde de yazdınız. Bizim gazetemiz gibi kimi gazeteler bayilere çıkamıyor. Şimdi internet üzerinden de bir sansür geliyor. Bunun için ne diyeceksiniz?

Yekta Güngör Özden: 

Bu da yanlıştır. Bugünkü gazetelere göre yasama çoğunluğuyla internette sansür sayılabilecek müdahaleler geçerlilik kazanmış oluyor. Burada muhalefete sorumluluk düşüyor. Bu da konuyu Anayasa Mahkemesi’ne taşımaktır. O zaman bu iş Anayasa Mahkemesi’nin sorumluluğu altına girmiş olur.

TÜRKSOLU: Son olarak yaklaşmakta olan seçimleri soralım…

Yekta Güngör Özden: 

Aydınların tembellikten kurtulması gerek. Küçük nedenlerle eleştirilerde bulunup “Ben sandığa gitmiyorum” demesini doğru bulmuyorum. Ben de adayların tümünü beğenecek ya da tanıyacak değilim. Ama bugünün iktidarının kötülüklerini, olumsuzluklarını, sakıncalarını ki onlar kendilerine uymayanlar için “ihanet” kelimesini kullanıyorlar ama ben o kelimeyi kullanacak kadar ileri gitmek istemiyorum, bunları önlemek için partilerin gösterdikleri adaylara o partinin sempatizanı ya da üyesi olan kişilerin, tamamen katılmasalar bile, oy vermelerinden yanayım. İkinci olarak bölünmelere karşıyım.

Kötüler, her zaman, iyilerin bölünmesinden yararlanarak çıkar

Daha da ilerisinde ben muhalefetin yerinde olsam belli bölgelerde kuvvetli partilerin adayına oy verip öbür partinin birkaç ismini listeye almak yolunu izlerdim. Böyle bir dayanışmaya giderdim. En önemli ihtiyaç dayanışmadır. Çok küçük meselelerle bölünmenin anlamı yoktur. Mansur Yavaş MHP’den gelmiş demek ne ifade eder? Ön plândaki sorun Melih Gökçek’ten kurtulmak değil midir? Yavaş, CHP’ye gelmiş, sen ona gitmemişsin. O zaman CHP’liler neden itiraz etmektedir? MHP’lilerin itirazını bir parça anlarım. Ama onun gerçekten kişiliğini sevenler parti gözetmezler. Zaten yerel seçimlerde partililik sıfatı değil hizmet etme yeteneği, becerisi, çalışkanlığı gözetilir. Örneğin ben Ankara’yı tanırım ama İstanbul’a gitsem hiçbir şey yapamam. Onun için bu ölçüleri değiştirmek gerekir.
Örneğin Osmaniye’de MHP’li aday desteklenmelidir. CHP’li bir isim de MHP’lilerin listesine konulabilir. Elbet istifa ederek ve hukuka uygun olarak yapılmalıdır. Bunlar hile-i şeriye değildir. Tek çâre budur. Ankara’da ise CHP’yi desteklemek ve MHP’den bazı isimleri koymak gerekir.

Kötüler, her zaman, iyilerin bölünmesinden yararlanarak çıkar.

Yargının bağımsızlığı bir ülkede hukuk devletinin ve demokrasinin gerçek olması için en temel koşuldur. Yargının bağımsızlığı sadece mahkemelerin, yasama ve yürütme organının bağımsızlığı değildir. Mesela İtalya’da Anayasa Mahkemesi kendi bütçesini yapar devlet de uygular. Bizde bu anlamda tam, ideal bağımsızlık yoktur. Fakat bu bağımsızlığın korunması için baroların bağımsızlığı da şarttır. Barolar da halen idari vesayet altındadır. Hukuk soyut bir kavramdır. Hukukun eli kolu yoktur. Hukuku hukuk yapan hukukçulardır. O bakımdan iyi hukukçu yetişmeden de hukuk devleti olmaz. Ahlâken iyi, çalışkan, yürekli ve bilgili hukukçuya ihtiyaç vardır. Bunu yetiştirecek olan da hukuk fakülteleridir. Bugün 185 üniversite var. 120’den fazla da hukuk fakültesinden söz edilmektedir. Ben bunlardan birinin dolaylı olarak içindeyim, diğerinde ise öğretim görevlisi olarak bulunuyorum. Kadroları da, eğitim düzenini de beğenmiyorum. Beni eski bir hukukçu olarak beğenmiyorsam yenilerin hiç beğenmemesi gerekir. İyi hukukçu yetişmemektedir. Stajlar iyi yapılmamaktadır.

Hukukun siyasallaşması değil, siyasetin hukuksallaşması ilke edinilmelidir ülkemizde. Oysa bir gösteri alanı olarak, insanların zayıf yanlarını okşayan bir yapı olarak siyaset yeğleniyor. Paralarını alıp dönemden döneme liderin buyruğuna göre el kaldıran insanlar var. Ben Anayasa Mahkemesi’nde bile çalıştığım yirmi yıla yakın süre içerisinde hiçbir konuşma yapmadan, yalnız evet ya da hayır diyerek emekli olan üyeler biliyorum. Bu böyle olmamalı. Bunlar acı şeylerdir.

Hukuku hukukçular yapmaktadır. Bizim ulusal hukukumuzun kaynağı da Anayasa’dır. Amerikan Anayasası kaç yüz yıldır yürümektedir. Ancak ekler almaktadır. Federal Yüksek Mahkeme içtihatla yasaların anayasaya uygunluğunu yapmaya başladı. Biz neden çağdaş ve doyurucu bir anayasa yapamıyoruz? Bunların hepsi “basiret” dediğimiz iyi düşünme ve iyi karar verme yetisine dayalı özelliklerdir.

Bir gün bir hukukçu arkadaşım, “Birisine beddua etmek istiyorsanız Allah sizi Türk yargısına düşürsün; dua etmek istiyorsan düşürmesin.” dedi. “Güleriz ağlanacak hâlimize” sözünü kanıtlayacak bir şeydir bu. Bunlardan ders çıkarmak gerekir. Bunu söyleyen eski bir hukukçu, bir yurttaştır. Uzayan dâvalar, mahkemelerde yargıçların yanları azarlaması, avukatları konuşturmaması, geç yazılan kararlar, gerekçesiz kararlar… Böyle yargı düzeni ve adalet dağıtım olmaz. Biz zamanında kendimizi beğenmeyip eleştiriyorduk.

Yansızlık yargının mayasıdır,

Şimdi olanaklar, aygıtlar, kitaplıklar, yardımcılar, tetkik hâkimleri, raportörler, danışmanlar, AİHM kararlarıyla donanımlı bir yargı var. Daha iyi durum, daha doyurucu adaletle güçlü bir yargı olacakken “Bağımsız yargı istiyoruz!” sesleri meydanları dolduruyor. Yargıdan yakınmalar artıyor ve yayılıyor. Yargısı bağımsız olmayan ülkelerde herkes bağımlıdır.
Bu bakımdan “kişilik” dediğimiz size onur kazandıracak eylemlerin tarafınızdan yapılmasıyla oluşur. Onur kazanmayacağınız eylemler kişiliğinizi gölgeler. Kişilik sözle olmaz. Verilen sözün tutulmasıyla olur. Yansız davranacaksınız, yürekli olacaksınız, korkmayacaksınız. Çıkar için değil özveriyle çalışıp, ülke ve ulusunuza hizmet ederek devletinizi yücelteceksiniz. Önemli olan budur. Yansızlık yargının mayasıdır.

http://www.turksolu.com.tr/yekta-gungor-ozden-yarginin-yurutme-ve-yasamanin-buyrugunda-oldugu-yerlerde-adalet-yoktur/


19 Mart 2018 Pazartesi

Mehmet Eymür, Doğu Perinçek' ı Anlatıyor! BÖLÜM 13

Mehmet Eymür, Doğu Perinçek' ı Anlatıyor!  BÖLÜM 13


İslamî Cihad, İBDA-C,  TİT Hep Kontrgerilla İlişkili Örgütler

Bakın, bunlar devlete tam hakim olamadılar; ama, devlet, karanlık işlerini, Abdi İpekçi, hangi devletse o, Abdi İpekçi'yi öldürenler, biraz Amerikan Devleti, biraz Türk Devletinin içerisindeki bazı unsurlar, vesaire, bu tür karanlık işlerini bunlara yaptırıyorlar. Bu da, NATO yan örgütler kavrayışıyla ilgili, bütün NATO ülkelerinde bir resmi örgütler var, bir de kirli işler için üretilen yan örgütler var. Efendim, Komünizmle Mücadele Derneği, İslamî Yumruk, İslamî Cihad, İBDA-C İslamî Büyük Doğu Akıncıları Cephesi, bu tür ETKO, TİT bakıyoruz, bunlar, hep kontrgerilla ilişkili örgütler, İslamcılara da zarar veriyor, öbürüne de zarar veriyor, bu tür örgütler kullanılıyor, ülkücü de bunlardan biri olarak rol oynuyor. Ben, bir cümleyle şuraya bağlayayım. Diyorum ki, biz, birbirimiz arasındaki siyasal kapışmaları çok ön plana çıkarmayalım, bu işin üzerine yürümede bir yurtseverler cephesi yaratalım. Benin önerim bu. Biz, size, sürekli elimize gelen bilgileri, belgeleri aktaracağız, göndereceğiz ve Komisyona büyük başarılar diliyorum, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu olayı siyasî bir olay olarak ele almasını, bir savcılık veya mahkeme gibi ele almamasını, siyasî bakmasını talep ediyorum, hem bir parti genel başkanı hem de yurttaş olarak.

BAŞKAN - Geldiğiniz için çok teşekkür ederim Sayın Perinçek.

Uyuşturucudan Susurluk'a 34-1

http://www.geocities.ws/jeostrateji/perincek.htm

**********

Perinçek'e Cevap (1991)

Perinçek'e Cevap (1991)
28/6/1991 - 11:00 - Atin İlgili Bağlantı Yorumlar Bu Yazıyı Bir Tanıdığına Yolla Bu Yazıyı Yazdır   

(1991'de Mehmet Eymür'ün "Analiz" isimli kitabı piyasaya çıkmadan önce, bazı bölümleri Milliyet Gazetesi'nde yayınlanmıştı. Bunun üzerine Doğu Perinçek gazeteye uzunca bir açıklama yolladı. Aşağıdaki yazı, Perinçek'in bu açıklamalarına karşın Eymür'ün verdiği cevaptır.) 

Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğüne

Gazetenizde 10-11-12 Haziran günü yayınlanan ''Doğu Perinçek'in Yanıtı'na karşı ekte hazırlamış olduğum cevabın yayınlanmasını saygı ile arzederim. 28 .06.1991

Mehmet EYMÜR

Gazetenizde 10,11 ve 12 Haziran tarihinde ''Doğu Perinçek'in Yanıtı '' yayınlanmıştır .

Esasında daha anılarım Milliyet'te yayınlanırken maskelerinin düşmesinden ve kimlere hangi amaçla hizmet ettiklerinin ortaya çıkmasından telaşlanan Fabrikatör Perinçek ve grubu yayın organları 2000'e Doğru mecmuasında bana 14 sayfalarını tahsis ederek kendilerini savunmaya çalışmış, benimle ilgili olarak ''Yavuz hırsız ev sahibini bastırır'' misali, hiç bir mesnede dayanmayan yalan ve iftiralara devam etmişlerdir.

Beni bir hayli eğlendiren bu telaşlı yayınlarına Fabrikatör ' ün kendi mecmuasında cevap vermeyi lüzumsuz saydım. Ancak Perinçek'in Milliyet gibi ciddi bir okuyucusu olan gazetede başkalarına çamur atarak kendini temize çıkarmaya çalışması üzerine bir kereye mahsus olmak üzere gereken cevabı vermeyi zaruri addettim.

Öncelikle Perinçek'e yayında ''Güney Sadık'' takma ismini, yayın hakkını verdiğim Milliyet Gazetesi takmıştır. Bu herhalde gazetenin gösterdiği mesleki nezaket dolayısıyladır. Gerçi, ''Sadık'' ismi Perinçek'e yakışmış, yabancı güçlere sadakatla hizmet etme görevine uygun düşmüştür.

Diğer taraftan Perinçek ve 2000'e Doğru benim anılarımı ellerine geçirmekle öğünüyorlar. Ellerine geçirdikleri nüsha, benim kasıtlı olarak kendilerine ulaşacağını bilerek kendilerine yakın olan kişilere verdiğim nushadır. Telaşlarından gazetedeki tefrikayı ve kitabımı beklemeden ele geçirdikleri nüshaları yayınlayarak kitabımda yer almayan konuları kendi dergilerinde neşretmek ve kendi kendilerini teşhir etmek gafletine erişmişlerdir .

Şimdi Perinçek'in Milliyet'teki yanıtındaki iddiaları tek tek gözden geçirelim :

- '' Biz Aydınlıkçılar Hiram Abas - Mehmet Eymür 'lerle ilk kez işkencehanelerde tanıştık'' diyor. Demegoji yapmasın, nerede, hangi işkencehanede karşılaşmış? Söylesin de biz de öğrenelim.

Ben Perincek'i sadece, eskiden Bahçelievler'de oturan bazı MİT peronelinden duymuştum. şimdi kapatılmış olan bir meyhanede sohbetlerini, onlarla ahbaplık kurma, ve onlara şirin gözükme çabalarını.

-''İkinci karşılaşmamız Lübnan Nahrel Bared'deki FKÖ Kampında

Dokuz arkadaşımız . MOSSAD ile işbirliği sonucu bir İsrail askeri baskınıyla şehit edildiler'' diyor . Kendisi o kampta memleket yararına faydalı işler yaparken biz İsrail askerleri ile kampı bastık ta öylemi karşılaştık acaba? Bunlara bir açıklık getirsin.

- ''1978, 79, 80 yıllarında Aydınlık gazetesinde Kontrgerilla kampanyalarıyla faaliyetlerini sergiledik. Bu üçüncü karşılaşma'' diyor. Yukarıdaki yalanlarına benzer yalanlar dışında neyi sergilemişler? Bunlar işkenceci, CIA, MOSSAD ajanı gibi hiç bir mesnede dayanmayan yuvarlak laflar, adice iddialar dışında bir tek somut olay ortaya koyabilmişler mi?

Perinçek ve hizmetkarlarını arkalarındaki karanlık güçle birlikte bu iddialarını somut örneklerle delillendirmeye, ispata davet ediyorum. İspat edemedikleri taktirde bu iftiraları yayanlar şerefsizdirler, satılıktırlar, sahibinin sesidirler.

- ''Dördüncü karşılaşma 12 Eylüı döneminde . Özellikle Kontrgerillayı açığa çıkardığımız için hapislere atıldık . Bir takım arkadaşlarımız işkence gördüler'' diyor, safsata ve laf salatasına devam ediyor.

- ''Beşinci karşılaşma MİT raporunu açığa çıkarmamız . Abas ve Eymür 'lerin meslek hayatlarına hiç olmazsa resmi planda son verdik'' diyor. Evet, her nedense MİT'in sivilize olmasını hiç istemeyen, her vesile ile emekçilerin menfaatini ön planda tuttuklarını ve haksızlıklara karşı olduklarını ilan eden Fabrikatör Perinçek grubu, Türkiye'de yeraltı dünyasındaki karışık menfaat ilişkilerini konu alan bir raporu açığa çıkarıp, bizleri görevimizden ettiği için böbürleniyor. Ne denli ikilem, ne denli sahtekarlık.

-''Altıncı karşılaşma Körfez krizi iıe başladı ve devam ediyor. Onlar gene ABD'nin Ortadoğu harekatının istihbarat elemanı ve biz gene ABD 'ye direnen yurtsever güçlerin parçasıyız'' diyor. Bir Amerika tutturmuş gidiyor . Sanki Amerika dışındaki bütün Avrupa ülkeleri, komşularımız Türkiye'nin canı, ciğeri. 

Perinçek efendi, ben Türk'üm ve Türklüğüm ile iftahar ediyorum. Senin hoparlörü olduğun güç dahil her türlü yabancı gücün Türkiye üzerindeki oyunlarına karşıyım. Hep Amerika' yı ortaya atıp kendini maskeleyemezsin. ABD'ye direnen yurtsever güç, ezilen halklar teranelerini bırak. Söyleyebiliyorsan Türk olduğunu, Türklüğün ile iftahar ettiğini, bütün yabancı güçlerin, bütün karanlık ilişkilerin karşısında olduğunu söyle.

-"Aydınlık ' ta bizim Savaşman 'ı savunduğumuzu söylüyor Aydınlık bir gerçei ortaya çıkardı. CIA, en sadık, en çok gelecek vaat eden adamları Hiram Abas' ların yolunu açabilmek için Savaşman'ı feda etmiştir. Önemli bir CIA ajanının yükselmesi için ötekinin harcandığı bir CIA operasyonu. Aydınıık bu gerçeği saptadı ve yazdı'' diyor. 

Olayları ters yüz etmek, işine geldiği gibi yorumlamak, gerçekleri saptırmak, önemli bir olayı önemsiz göstermekte ne kadar da başarılı. Kendisini yetiştirenler bayağı iyi eğitmişler. Şu mantığa bakın CIA bir adamını başarılı kılmak için diğerini yakalatıyor. Hatta CIA bu operasyonda o kadar ileri gidiyorki CIA' nın Ankara'daki temsilcisi Amerikalıyı da yakalatıyor . Şu mantığın, şu yorumun güzelliğine bakın.

Şimdi Perinçek' e soruyorum. Hiram Bey'in ''Batum'a, Atina ' ya 30.9.1968 ila 1.12.70 yılları arasında Beyrut'a gönderildiği'' gibi MİT içindeki personelin bile bilemeyeceği operasyonel bilgileri nasıl elde ediyor? Bunlar gizli bilgilerdir. Gizli bilgiler ancak gizli faaliyetlerle elde edilir. Bu işleri de istihbarat teşkilatları yaparlar. Yabancı istihbarat teşkilatları bu tip bilgileri MİT içindeki Savaşman gibi bir ajanından alır, Perinçek gibilerine de vererek kullandırır. Bunun başka şekli yoktur. Bu tamamiyle bir casusuluk faaliyetidir.

- ''Turan Çağlar Kontrgerilla yayını sırasında Aydınıık'a bilgi veren yüzlerce kaynaktan biriydi. Çağlar daha sonra arkasında büyük kuşkular bırakan bir şekilde cezaevinde öldü. Olay tarihi 1983. Aydınıık generaller tarafından kapatılmış. Aydınlıkçılar ya hapiste, ya aranıyor. Aslında bu bile Eymür 'ün iftirasını çürütmeye yeter'' diyor . Perinçek bu konuda kaçamamış ve itirafta bulunmuş. İftiharla, gururla bahsettiği ''Kontrgerilla'' yayınını hazırlayan, bilgi verenlere bakın. Yıllarca İngilizlere ve Amerikalılara hizmet etmiş (dikkat ederseniz Perinçek'in sadece CIA deyip geçiştirdiği gibi değil. O da Savaşman gibi hem İngilizlere, hem Amerikalılara hizmet etmiş), ihtilal hareketleri içinde bulunmuş bir kişi. Nedense Perinçek'lerin yanında hep casuslar gözüküyor. Perinçek acaba kaynakları Turan Çağlar'dan ne gibi bilgiler alıp yayınladıklarını açıklayabilir mi? Hala bir İngiliz/Amerikan ajanından alıp yayınladıkları bilgilerin tarafsız ve doğru olduğunu, bunu yurtsever duygularla yaptıklarını iddia edebilir mi? Perinçek bu. Bunun da bir yolunu bulur elbet.

-''Aydınlık'ın sorumlu müdürü Aydoğan Büyüközden'in 12 Mart 1971 darbesinde ''Robert Kolej 'de görevli bir İngiıiz'e ait lojmanda telsizlerle ve başında perukla yakalandığını söylüyor. Yalan. Bir kez A.Büyüközden o lojmanda yakalanmadı.İkincisi o lıojman İngiliz'e ait değildi. Robert Kolejin'di'' diyor. Perinçek'in karışık ve karanlık hayatı hafızasını da karıştırmış . Aydoğan Büyüközden'in İngiliz'e ait eve geldiğinde başında perukla yakalandığı ve hatta ilk önceleri sağar ve dilsiz numarası yaptığı doğrudur. Lojmanın Robert Koleje ait olması neyi değiştirir ki. Ev öğretim görevlisi olan İngiliz'e tahsis edilmişti ve İngiliz oturuyordu. Aynı evde alıcı verici telsizlerde bulundu.

-''Bir istihbarat örgütüne sempati duymayı şerefsizıik sayan bir ideolojiye ve pratiğe sahibim'' diyor. Diyor ama yaptıkları ve faaliyetleri söylediklerine uymuyor. Herşey açıkça belli. O zaman Perinçek'i ne şekilde adlandırmak lazım?

- ''Ben ve arkadaşlarım, 1970, 1980, ve 1990' larda son üç kuşakla işkencehaneleri ve hapishaneleri paylaşan az sayıda insanlar arasındayız. 25 yılıık çizgisi ve mücadelesi belli bir hayattır bu'' diyor . Herhalde çok öğündüğü bu dönemler, cezaevinde ''Yaşasın Cezaevi'' , ''Yaşasın Türk Silahlı Kuvvetleri'' diye bağırdıktan sonra mahkemede ''Yaşasın TİİKP'' diye nasıl bağrıdıklarını iddia ettikleri, duruşmalarda ''kravat takmama eylemi'' için diğer gruplara baskı yaparken TİİKP duruşmalarında dik yakalı kazakların altına gravat takarak nasıl duruşmalara çıktıkları dönemler olmalı . Onun ve peyklerinin bu şakrabanlıklarını onlarla aynı dönemde cezaevlerinde yatan herkes biliyor ve anlatıyor.

Perinçek şu gözaltına alındığı dönemlerde işkencehanelerde, kahramanca direnerek zor altında verdiği sayfalarca ifadelerini de bir kitap haline getirse veya tefrika halinde kendi dergisinde yayınlasa ne iyi olur. Herkes onun nasıl bir devrimci, ne denli bir kahraman olduğunu bir kez daha anlar.

Perinçek'i eski kader arkadaşlarından, cezaevinde birlikte kaldığı kişilerden, yakın çevresinde bulunanlardan dinledim. Onun, 12 Mart sonrası özel minübüsü ile Söke'ye Beşparmak dağlarına taşıyan Ferit Özcan ile Hikmet ve Mehmet Süleyman Cengiz'in Perinçek'in devrimcilikle bağdaşmayan gayri ahlaki tutumu nedeniyle TIIKP'den ayrılmaları üzerine nasıl hain ilan edildiklerini, partinin ''gümüş bağışlama'' kampanyasını organize ettikten sonra evindeki gümüşleri babasının evine nasıl taşıdığını, 1974'de oy kullanmayı devrimci harekete ihanet sayarken seçim sonrası mahkemeye verilen dilekçede ''halkın serbest bırakılmayı istediğini'' nasıl beyan ettiğini, onun ne denli bir sahtekar olduğunu çok iyi biliyorlardı.

Onu yakından tanıyanların birleştiği nokta Perinçek'in sol faaliyetler içine sızmış bir batı ajanı ve sahte bir devrimci olduğuydu. Çizgilerinin sık sık değişmesi, ahlaki kurallara pek bağlı kalmayışı da bu sebebe bağlanıyordu.

Perinçek'in 25 yıllık değişmeyen çizgisini Başyardakçılarından Hasan Yalçın'la 26 Temmuz 1989'da yaptığım bir görüşmenin teyp bandından pasajlarla incelemek istiyorum. O tarihlerde Hasan Yalçın'a, israrla benimle tanışmak arzusu üzerine randevu vermiş ve karşılıklı teype almak koşuluyla büromda konuşmuştum.

Kendisiyle mülakaat yapmayacağımı bildiği için hiç bir şekilde yayınlamamak şartıyla benimle görüşmek, beni tanımak istediğini belirtmişti. Ben yine de güvenmediğimden ve bunların sahtekarca taktiklerini bildiğimden karşılıklı teype alma şartını koştum. Tahminimde yanılmadım. Bir müddet sonra bu görüşmenin belli pasajlarını birbirine monte edip saptırarak, yorumlar getirerek her zamanki gazetecilik anlayışlarına uygun bir şekilde kullanmaya çalıştılar.

Hasan Yalçın daha sonraki yıllarda da bütün terslememe rağmen benimle diyalog kurma çabalarına devam etti. Bana dergilerine gelen bazı sözde ihbarları fakslayarak, zaman zaman telefonla arayarak ilişkilerini sıklaştırmaya çalıştı. Aklınca beni yönlendirmeye, bir şeyler söyletmeye çalıştı. Hiram Bey'in ölümünden sonra yaptıkları ve hiç bir ahlak kuralına uymayan yayınlarından sonra telefonda hakaret etmeme, aşağılamama rağmen dahi aldırmadan büroma gelip izahat vermeye çalıştı, Hatta daha da ötesi ''MİT'e hizmet etmeyi dünyanın en büyük şerefsizliği ve alçaklığı'' sayan bu zihniyetin Ankara Temsilcisi Hasan Yalçın, MİT'in gazetecilerle toplantılarına kendilerinin çağrılmadığından yakınarak kendilerini MİT'ten arkadaşlarımla tanıştırmamı istedi. şimdi ben bu eski görüşmeden pasajlarla Perinçek'in ''25 yıllık çizgisini ve mücadelesini'' incelemek istiyorum.

M.Eymür- 2000'e doğrunun çizgisi nedir? Amaçları nedir, ideolojik yelpaze içinde yeri nedir? Bunu Aydınlık zamanından alalım. Bundan bazı başka suallere geçmek istiyorum. Nedir yani çizginiz. Bu günki ile başlangıç çizginiz arasında farklılaşma var. Yakın tarihte bir özeleştiriniz filan da oldu. Saçak'ta çıkan. Bir oturmamışlık görüyorum ben çizgilerinizde.

H.Yalçın- Hi hi hi (gülüyor)

M.Eymür- En azından bu günki konum nedir? Bugün ideolojik yelpaze içindeki yeriniz tam nedir, gazetecilik anlayışınız nedir?

H.Yalçın- Şimdi çizgi olarak solcu. En geniş anlamda solculuk. Sırf bir Aydınlıkçılık veya sırf bir Mao düşüncesinin temsili değil genel anlamda Türkiye'nin, Türkiye'de yaşayan bütün insaların menfaatini savunmaya ve özellikle emekçilerin menfaatlerine dayanan bir solculuk.Eski çizgiyi söylüyorsunuz da. 1978'de Sovyetler Birliğinden gelmekte olan bir tehlike gördük Türkiye'de. Buna MİT'den de fazla karşı çıktık, Genel Kurmay'dan da fazla karşı çıktık. Fazla karşı çıktığımız için hata yaptık. Çok fazla. Tehlike o kadar büyük değilmiş.

M.Eymür- Şimdi ben de ona değinmek istiyorum. Hatırlıyorum ilk yıllarınızı. Sokaklarda yazılar görüyordum ''Ne Amerika, ne Rusya'' . Herhalde dedim yeni bir milliyetçi akım doğdu. Sonra bir baktım daha ziyade bir Mao'ist çizgi içinde yeni bir akım başladı. Esasında bizim yapamadığımızı, Batı Devletlerinin yapamadığı bir misyonu üstlendiniz. Yapılan işin niteliği dolayısıyla bunlar acaba bir başka yere angaje olmuş bir grupmu.

H.Yalçın- Amerikancı demek istiyorsunuz.

M.Eymür- Amerikancı da demeyelim. Batı. Çünkü bir anti Sovyet yapınız vardı . Solu bizim başarmadığımız derecede bölmeyi.

H.Yalçın- Siz bizi sola mı şikayet etmek istiyorsunuz.

M.Eymür- Hayır hayır, Gerçekleri konuşuyorum. Söylediklerimde gerçek yoksa. Kendi öz eleştirinizi yaptığınız zaman birtakım hatalar yaptığınızı kabul ediyorsunuz.

H.Yalçın- Tabii.

M.Eymür- Yarın gene bir öz eleştiri yapıp bugünki faaliyetlerimizde hata yaptık diyebilirmisiniz.

H.Yalçın- Hata yapmamak mümkün değil. Hatalar yapılıyor. Meziyet hataları görüp düzeltmek, hata yaptık onu düzeltiyoruz demektir.

İşte Perinçek'in değişmeyen 25 yıllık çizgisi ve mücadelesi. Birgün Marksist, ertesi gün anti-Sovyet, bir başka gün Maoist olacak, dün kızdığı güçlerin, şiddetle saldırdığı PKK gibi örgütlerin bu gün yanında yer alacak, ondan sonra bir ''öz eleştiri'' ile geçiştirip hala utanmadan çizgilerim bellidir diyecek. Ama ona da hak vermek lazım. Ne yapsınki adam. Vazifesi bu.



-''Hiram Abas ve ekibi CIA'nın adamıydılar. Aydınlık ve 2000'e Doğru birçok haberiyle bu gerçeği kanıtladı. Fiıistin Devletinin Ankara Büyükeıçisi Abu Firas, Hiram Abas'ın CIA ve MOSSAD ile ilişkilerini kanıtlarıyla 2000'e DOGRU'ya. Bizzat bana anlatmıştı. Biz o zaman da söyledik, şimdi de söylüyoruz: Casusluktan nefret ederiz. Ezilen halkların yanındayız. Onların mücadelesini desteklemekten şeref duyarız'' diyor. Yine aynı görüşmeden pasajlar sunmak istiyorum.

M.Eymür- Şimdi Sati olayını ele alalım. Bunun Filistin'e karşı bir CIA, Mossad ve MİT ilişkisi olduğunu söylüyorsunuz. Büyük tenakuz burada başlıyor. Sati olayının failleri kimlerdi. Filistinli ama, itham edilenler kimlerdi.

H.Yalçın- Suriye'li

M.Eymür- Faaliyetin hedefi Suriye ve Abu Nidal grubuydu. Abu Nidal ve Suriye o tarihlerde FKÖ ile düşmandı. şimdi nasıl olurda böyle bir yargıya varabilir, FKÖ'nün düşmanına karşı yapılan bir faaliyetin FKÖ' ye karşı olduğunu söyleyebilirsiniz . Ben size mantıksal olarak açıklıyorum. Bu olay bir Suriye ve Abu Nidal faaliyetidir. Bunun bizim daima desteklediğimiz FKÖ ile en ufak ilişkisi yoktur. Türkiye'nin FKÖ ile iyi münasebetleri var.

H.Yalçın- Şimdi burada bizim yaptığımız iş şu. Şunu veya bunu korumak söz konusu değil. Biz Amerikaya karşı Viyetnam halkını, Sovyete karşı Afganistan halkını, İsrail'e karşı da Filistin'i koruruz. Çünkü Filistin mazlum bir ülke, mazlum bir halk. Zaten Türkiye'de Filistin mücadelesi yok.

M.Eymür- Ama ben de zaten Türkiye'nin genel politikasında FKÖ' ye sıcak bakılır diyorum.

H.Yalçın- Tabii, biz onuda bilmiyoruz.

İşte Perinçek'in saptırdığı ve her zamanki yalancı tavrı ile sanki varmış gibi ''kanıtlarıya'' dediği olay. Hep kanıtladık diyor ama nedense bir türlü bu kanıtları açıklayamıyor.

Hasan Yalçın'la görüşmemizdeki bir konuya daha yer vererekten Perinçek ve grubunun vatanseverlik maskesi altında hangi amaca hizmet ettiğini bir kez daha sergilemek istiyorum.

H.Yalçın- Şimdi Asil Nadir olayı var. Sizin hem bilgileriniz var, hem tahlilleriniz var. Biz bu mesleyi şöyle getirdik. Diyoruz ki bu Türkiye'nin güvenlik sorunu, Anglosakson sermayesinin ve Türkiye üzerindeki bazı operasyonların, Kürtler ayrılacak mı, bölünebilecek mi meselelerinin çapraşık bir hal aldığı bu dönemde bir taraftan Abramovits geliyor, bir taraftan da Asil Nadir babasının tarlasına dalar gibi Türkiye'ye dalıyor ve Gürvit'inden bilmem nesine kadar. Şimdi bu olayda biz göğsümüzü siper ediyoruz. Burada vatanseverlik filan tartışıyoruz. Hangisi vatanseverlik. Susuyorsunuz, ben bunu yazıyorum. Yalan yalnış yazıyorum. İstediğinizi söyleyin yazacağım diyorum.

M.Eymür- Esasında eski ünitedeki bazı arkadaşlarımla fikri ayrılıklarım var. Bence istihbarat bir aksiyona yönelik olmalı. Bunda biraz yavaş kalındığı kanısındayım.

H.Yalçın- Asil Nadir olayında.

M.Eymür- Genelde söylüyorum.

H.Yalçın- Bakın onu bile söyleyemiyorsunuz. Sizi biraz tahrik etmek istiyorum.

M.Eymür- Genelde söylüyorum, çünkü Asil Nadir konusunda çok fazla bilgi sahibi değilim.

H.Yalçın- Ama ilginizi çekmemişmidir. Gürvit Cumhurbaşkanlığındaki bilgileri buraya monte edecek bu çok açık değil mi? Yani şurda şu görülüyor. 2000'e Doğru en yurt sever tutumu almış oluyor bu Asil Nadir konusunda.

M.Eymür- Yanlışlıklarınız var.

H.Yalçın- Olabilir. Biz de şunu söylüyoruz. Bu yanlışlıkları buyrun düzeltin. Hem Hiram Abas, hem Mehmet Eymür. Bir zaman savaş yapsakta burada buluşabiliriz. Bizim yayınımızının neresi yanlış size göre.

M.Eymür- Daha iyi incelenebilirdi.

H.Yalçın- Amerikanın İngiltere'nin en büyük kuvveti bu Türkiye'ye soktuğu Asil Nadir.
Vatanperver Perinçek grubunun '' İngiliz'lerin Türkiye'ye soktuğu en büyük kuvvet olarak nitelediği'' Asil Nadir'in sonradan İngiltere'de başına neler geldiği, Kıbrıs konusundaki tutumu ve sermayesini Türkiye'ye kaydırdığı için nasıl tevkif edildiği ve ne hallere düştüğü herkes tarafından bilinmektedir. Acaba vatansever Perinçek grubu yine yanlışlık yapmış, Türkiye yerine başka bir ülkeye mi çalışmışdı...

- ''Eymür ise ''Hiram Bey'in yükselme ihtimali olduğu tüm devrelerde'' diyor. Nefretlerinin kişisel sebebi budur. Eymür anılarında sadece Aydınııkçıları dinmez bir kinle karşısına alıyor'' diyor. Perinçek doğru söylüyor. Bu memleketi seven, bu memlekete hizmet vermiş benim gibilerinin, başkalarının maşası olup bu memleket aleyhine çalışan kişilere sempati ile bakması mümkün mü? Perinçek ve grubu, Hiram Abas'ın, Mahmut Dikler'in, Ilgız Aykutlu'nun, Hulusi Sayın'ın, İsmail Selen'in, askeri, polisi ve sivili ile daha nicelerinin ölümünde tetiği çekenler kadar ve hatta onlardan da daha fazla suçludur. Perinçek ve grubu kandırdıkları insanları cinayete azmettiren, sefil ve karanlık varlıklardır. Hizmet ettikleri yabancı güçlerin talimatıyla yalan haberler üretmiş, insanları teşhir etmiş, resimlerini, adreslerini yayınlamış ve onları tetiği çekenlere hazır bir hedef haline getirmişlerdir . İşte ben Perinçek ve yamaklarını son kez kamuoyu önünde cevaplıyor, yukarıda sunduğum nedenlerle vatana ihanet ve cinayete azmettirmekle suçluyorum.

Perinçek'in Hiram Bey ve benimle ilgili olarak senelerden beri ortaya attığı iddialara gelince. Yani CIA, MOSSAD ajanı, işkenceci iddiaları hukuken ağır cezaları gerektiren önemli iddialardır.

Bu güne kadar sahte devrimci Perinçek ve bilerek veya bilmeden onun izinden yürüyen yardakçıları tarafından ortaya atıldığı için hiç bir makam tarafından ciddiye alınmayan bu iddiaların herşeye rağmen adli makamlarca bir ihbar olarak dikkate alınmasını istiyor, Perinçek ve yardakçılarını da bu iddiaları ispata davet ediyorum.

Haydi bakalım ''Biz bunların ajanlığını, işkenceciliğini, provakasyonlarını ispat ettik'' gibi hiç bir mesnede dayanmayan yuvarlak laflarla geçiştirdiğiniz yalanlarınızı delilleriyle birlikte adalet önünde ispatlayın da görelim.

Mehmet Eymür

http://www.atin.org/detail.asp?cmd=articledetail&articleid=109

***


Fabrikatör Perinçek Casusluk ve PKK ile işbirliği konularında yargılanmalı


13/3/2000 - 11:00 -  

Yayınlarına kendi uslüpları ile cevap vermemiz Fabrikatör Perinçek ve ekibinde büyük bir panik yarattı. Perinçek ve ekibi kendilerini savunurken ATİN'de yayınlanan Abdullah Öcalan ile Doğu Perinçek'in el ele fotoğrafına hiç değinmemeye dikkat ettiler. Avrupa'dan-Çin'e birçok karanlık ilişkinin içinde olan PKK işbirlikçisi Perinçek, kendisini ve partisini Türk ordusu ile özdeşleştirmeye çalışarak kışkıtma ve çamur atmaya devam etti.

Perinçek'in yalan haber üretme merkezi Aydınlık, geçtiğimiz günlerde insanlık dışı katliamlarda bulunan Türk Hizbullah örgütünün kurucusu ve yöneticisi olarak MİT Kontr-Terör Merkezi eski Yöneticisi Mehmet Eymür'ü ilan etmişti. Eymür'ün devlet memuru olduğu dönemde cevap verememe boşluğundan yararlanarak iftira atma ve hedef saptırma alışkanlığı edinen Perinçek grubu bu alışkanlığını şimdi de devam ettirebileceğini zannetti. Yayınımızla maskesi bir kez daha düşüp şaşkına dönen Perinçek basın toplantıları ve bildirilerle kendini savunmaya çalıştı.

Ciddiye alınmaması suç işlemeye devamına imkan yaratıyor.

Güvenlik güçlerinin ve adli makamların Periçek'i ciddiye almaması ve "mahallenin delisi" gibi mütalaa etmesi, Perinçek ve ekibinin suçlarını gittikçe artan bir şekilde günümüze kadar devam ettirmesine sebep oldu. Sık sık yalan haberlerle hedef saptıran ve Türkiye'nin gündemini değiştiren Perinçek, artık devletin savcılarınca iddialarını ispata çağrılmalı ve iftira ve kışkırtıcılık suçlarından dolayı mahkum edilmeli.

Perinçek'in casusluğunun delillendirilmemiş olması MİT'in zaafiyetidir.

Perinçek yıllardan beri polis, asker, MİT görevlisi yüzlerce devlet görevlisinin ölümüne neden olmuş, onların resim ve adreslerini teşhir ederek terör ögütlerinin hedefi haline getirmiştir. Perincek ve ekibi bu cinayetlerin azmettiricisidirler. MİT Müsteşar Yardımcısı dahil bir çok kişinin ölümüne neden olan Perinçek'in yabancı istihbarat teşkilatları ile ilişkisi bilinmesine rağmen yıllardır tecrim edilememesi MİT'in ilgili bölümlerinin zaafiyeti ve ayıbıdır. Perinçek halen de adres verme ve hedef gösterme faaliyetine devam etmektedir. Perinçek'in pervasızca faaliyetine devam etmesi halk arasında onun devlet himayesinde olduğu söylentisini yaymaktadır. Perinçek'in maskesi, birdaha takamıyacağı şekilde düşürülmelidir.

Perinçek PKK ile işbirliğinden dolayı yargılanmalıdır.

Perinçek'in ATİN'de yayınlanan Abdullah Öcalan ile el ele resminden daha iyi bir delile ihtiyaç yoktur. Perinçek, Öcalan'ın yanındaki hücrede yerini almalıdır.

http://www.atin.org/detail.asp?cmd=articledetail&articleid=154

***

Fabrikatör Perinçek Yakalandı

9/3/2000 - 11:00 - 
Atin İlgili Bağlantı 


Doğu Perinçek ve Yardımcısı Suçüstü yakalandı

Türk Hizbullah terör örgütünü kuranların yayın organlığını yapan Aydınlık grubunun başı Doğu Perinçek ve yardımcısı Hasan Yalçın suçüstü yakalandı. Yalan haber üretmesi sebebi ile "fabrikatör" lakabı ile tanınan Doğu Perinçek grubunun Hizbullah'ın kurucuları ve yöneticileri tarafından kullanıldığı saptandı. Bu ekibin Türkiye devleti içindeki uzantısı Işçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek ve Yardımcısı Hasan Yalçın, Türk polisi tarafından aranıyor.

Türkiye Cumhuriyeti'ni yıkarak Şeriat devleti kurmak için ayaklanma hazırlığında olduğu açıklanan Hizbullah terör örgütünü kurup yöneten asker orijinli bir ekibin yayın kadrosunu Doğu Perinçek ve Yardımcısı Hasan Yalçın'ın yönettiği açığa çıktı. Aydınlık isimli ekibin Jandarma, MİT ve polis içindeki uzantıları araştırılıyor. Bu ekibin dış güçlerin hizmetinde olduğu ve yalan haber üreterek Türkiyenin gündemini karıştırmak ve istikrarsızlık yaratmakla görevli bulunduğu MİT Kontr Terör eski başkanı Mehmet Eymür tarafından saptanmıştı.

Perinçek grubunun Susurluk sonrasında da olayları saptırarak asıl failleri gizlemeye çalıştığı ve grubun arkasında Türkiye'de istikrarsızlık yaratmaya çalışan bazı yabancı istihbarat teşkilatlarının bulunduğu belirlendi.


http://www.atin.org/detail.asp?cmd=articledetail&articleid=150


***

Mehmet Eymür ve Doğu Perinçek Tartıştı, Salon karıştı! 

Ergenekon Davası'nın 215'inci duruşmasında bugün eski MİT Kontrterör Daire Başkanı Mehmet Eymür tanık sıfatıyla dinlendi.

Eklenme: 06 Ağustos 2012 

EYMÜR VE PERİNÇEK'İN SÖZ DÜELLOSU 

Duruşmada, Eymür, Savcı Mehmet Ali Pekgüzel'in sorularını yanıtladı. Daha sonra da Eymür'e soru sormak için sanık Doğu Perinçek söz aldı. Ancak, Perinçek ve Eymür arasındaki diyalog söz düellosuna dönüştü. İkili arasında yaşanan söz düellosunda 1970'li yıllara ilişkin konuların ağırlıklı olduğu görüldü. Perinçek'in, Eymür'e "MİT'te çalıştığınız dönem Ergenekon ile ilgili bilgi aldınız mı?" diye sorması üzerine Eymür, "Hayır" cevabını verdi. Bunun üzerine Perinçek, MİT tarafından hazırlanan ve bir sureti de mahkemede bulunan MİT şemasına bir katkıda bulunup bulunmadığı sorulunca, Eymür, bu konuda da bir katkısı olmadığını, bunun Şenkal Atasagun'dan sorulması gerektiğini söyledi. Perinçek, "Susurluk örgütünü kim ortaya çıkardı?" diye sorduğu Eymür'ün, "Herhalde siz değil ben çıkardım" şeklinde cevap vermesi üzerine Perinçek, "Kim kamuoyuna duyurdu?" dedi. Eymür de, "Siz kamuoyuna duyurdunuz" cevabını verdi. Perinçek'in sorusu üzerine İkinci MİT raporunu da kendisinin hazırladığını aktaran Eymür, raporun bir kısmını eski bir emniyet müdürüne verdiğini kaydederek, "Raporu Ecevit'e iletmesi için vermiştim. O bölüm de sizin yayınladığınız bölümdü zaten" dedi. Eymür, Birinci MİT raporunu da kendisinin hazırladığını, ancak Aydınlık grubu tarafından kamuoyuna duyurulduğunu söyleyince, Perinçek, "Peki İkinci MİT raporunda bizim ilave ettiğimiz bir konu ya da tahrifat yaptığımız bir belge var mıdır?" diye sordu. Eymür de, "Sonradan alay mevzuu edecek birşey buldunuz, sulandırdınız. Raporda yer alan mulletin yatak odasını haber yaptınız" dedi. Perinçek de bu açıklama üzerine, "Tabii kimse, yatak odasının dinlenmesini istemez" deyince, Eymür de, "İstihbaratta yatak odaları çok önemlidir. Parti başkanlarını düşürecek bilgiler çıkabilir" açıklamasını yaptı. Bunun üzerine Perinçek'in, "Benim yatak odamı da dinlediniz mi?" sorusu salonda gülüşmelere neden oldu. 

Oda TV Davası'ndan tutukluyken cezaevinde ölen MİT mensubu Kaşif Kozinoğlu'nun, kendisi döneminde göreve başladığını söyleyen Eymür, Kozinoğlu'nun Yargıtay Başkanı Eraslan Özkaya ile Alaattin Çakıcı konusunda görüştüklerini söylediğini anlattı. Perinçek'in "Özkaya ile bir parti başkanına yapılacak olan bir suikast konusunun konuşulduğu şeklinde açıklama yaptı" demesi üzerine Eymür, suikast konusunun Cumhurbaşkanı'na yönelik olduğu duyumunu aldığını ifade etti. Perinçek de, suikast hedefindeki kişinin kendisi olduğunu söyledi. Doğu Perinçek, kendisi ile dava sanıklarından Veli Küçük arasında bir görüşme saptayıp saptamadığını sorması üzerine Eymür de, "Kızıl Elma projesi size mi aittir?" diye sordu. Perinçek de, "Bütün gençlere ait bir projedir. İçlerinde ülkücüsü de vardır, solcusu da vardır" açıklamasını yaptı. Eymür de, bu cevap üzerine "İşte tamam, Veli paşa da Kızıl elma içinde, siz de onun içindesiniz" dedi. 

ÖCALAN'A YÖNELİK SUİKAST KONUSUNDA DEVLET İÇİNDE BİR İHTİLAF OLDU 

Perinçek'in ardından tanık Mehmet Eymür'e soru sormak için sanıklardan Yalçın Küçük, söz aldı. Yalçın Küçük, Eymür'e, "İfadelerinize göre ben hem burayı (yargılandığı dava konusu Ergenekon örgütünü kastederek) hem PKK'yı yönetiyorum" diyerek sözlerine başlayınca Mahkeme Başkanı Hasan Hüseyin Özese tarafından sadece sorusunu sorması konusunda uyarıldı.Bunun üzerine Eymür, "Ben Amerika'da da ifade verdim. Orada stenoyla moto mot yazıyorlar. Ama burada savcı bey yazdırdığı için birebir değil. Küçük PKK ile iletişimde olduğu için hedefimizdeydi" açıklamasını yaptı. Küçük, "Benim MİT ile herhangi bir ilgim oldu mu?" diye sorunca, Eymür, böyle bir bilgisinin olmadığını belirterek "Bana verilen sizin bilgileriniz doğrultusunda yurt dışındaki faaliyetlerinizi zaman zaman izliyorduk" dedi. Küçük'ün "Benim bu örgüt ile ilgimi teyit edecek deliliniz var mı?" sorusuna Eymür, "Sizin bu örgüt ile ilginizi teyit edecek bir bilgim yok" diye cevap verdi. Eymür, Küçük'ün, "Benim PKK'ya ve liderine taktik strateji verdiğime" diye başladığı sözlerini "Danışmanlık yaptığınız" şeklinde düzeltmesi üzerine Küçük, "Ben nasıl danışman oldum?" diye sordu. Eymür de, "Bu bilgi teşkilatın bana bağlı olan dairesinin değil, başka bir birimin verdiği bilgidir. Sizin bir takım resimleriniz, MED TV'deki programlara katıldığınızı gösteren fotoğraflar" açıklamasını yaptı. Küçük, Abdullah Öcalan'a yönelik suikast konusunda devlet içinde bir ihtilaf olup olmadığını sorması üzerine Eymür de, "Evet, oldu. Benim adamlarım arasında bile suikaste karşı olanlar vardı. Ancak bana detayları gelmedi" dedi. Eski Başbakanlardan Tansu Çiller'in "Apo'yu kafes içinde getirin. Seçimlerden önce istiyorum" dediğini söyleyen Yalçın Küçük, "Abdullah Öcalan'a suikastı Tansu Çiller istiyordu, Mesut Yılmaz da devam ettirdi" dedi. Yalçın Küçük, eski MİT Müsteşarı Sönmez Köksal'ın Öcalan'a yönelik suikaste karşı çıktığını anlattı. Bunun üzerine Mehmet Eymür, "Tansu Çiller, Abdullah Öcalan'a suikast konusunu MİT dışında da bazı kişilerle görüşüyordu. Bu nedenle bilgim yok" dedi. 

ALKIŞLI, SLOGANLI PROTESTO 

Bu arada Başkan Hasan Hüseyin Özese, Yalçın Küçük'ü soru sorarken yorum yapmaması konusunda uyardı. Ancak Küçük'ün sorularını aynı şekilde sorunca Özese, Küçük'ün soru sormaya devam etmesine izin vermedi. Küçük de, "Benden niye korkuyorsunuz? Ben burada sanığım, soru soracağım" diye bağırdı. Özese'nin salondan çıkarılmasını istemesi üzerine Yalçın Küçük, kitaplarını ve dokümanlarını toplamak istedi. Küçük, dökümanlarını toplarken bir yandan da bağırmaya devam edince, salondaki izleyicilerin bulunduğu bölümden alkış, yuhalama ve "Kahrolsun Amerikan emperyalizmi" şeklinde sloganlar duyuldu. Bu olay üzerine ise Başkan Özese, protesto edenlerin tespit edilmesini istedi. Bu sırada izleyiciler arasında bulunan CHP Milletvekil Birgül Ayman Güler, protestocu kadına sarılarak, jandarmanın almasını engellemeye çalıştı. Yaşanan arbede üzerine duruşmaya ara verildi.
DHA


http://www.medyafaresi.com/haber/mehmet-eymur-ve-dogu-perincek-tartisti-salon-karisti/89402

Mehmet Eymür, Doğu Perinçek' ı Anlatıyor! BÖLÜM 12

Mehmet Eymür, Doğu Perinçek' ı Anlatıyor!  BÖLÜM 12






BAŞKAN - Sayın Perinçek, sorunun cevabını lütfen...

DOĞU PERİNÇEK - Ayrıca, bakın belgelere, ne diyor Hiram Abas ve Mehmet Eymür: "Doğu Perinçek 1978 ve 1988 yılında iki defa MİT'i felce uğrattı." Sabah Gazetesinde var bu. Hiram Abas yaptı mı bunu diyor Güngör Mengü; evet, maalesef başardı. Şimdi, nasıl MİT ajanı oluyor,iki defa, MİT'i ikişer sene, dört yıl, felce uğratmış. Bugün, niye MİT benim aleyhime bir psikolojik savaş yürütüyor? Siz diyorsunuz ki, Türkiye Gazetesinde...

BAŞKAN - Sayın Perinçek, o anlaşıldı...Zamanımız dar, arkadaşlarımızın daha başka soruları da olacak...

DOĞU PERİNÇEK - Anlaşıldı olur mu, bu son derece önemli. Bugün, MİT bana karşı bir operasyon yürütüyor. Bu sorunuz bile, yaratılan bu rivayetler bile tamamen MİT tarafından yürütülen bir operasyonun bir parçasıdır. Kim yollamış o resimleri, o resimler Abdullah Öcalan'ın çektiği resimler, bizim çektiğimiz resimler değil. Aynı zamanda, bu MİT ile Abdullah Öcalan arasında bir ilişkiyi de gösterir...

MAHMUT YILBAŞ (Van) - Rahat olun efendim, burada taraf değilsiniz siz.

DOĞU PERİNÇEK - Ben, bunun niçin sorulduğunu çok iyi biliyorum. Şimdi, Demirel ne yapabilirdi; Demirel yapacağını yapmış, o yeraltı örgütleri tarafından bir Azerbaycan darbesi tezgâhlandığını görmüş, telefon etmiş, önlemiş. Başka neler yaptı bilmiyoruz, mutlaka başka şeyler de yapmıştır; ama, onu önlemiş. Genelkurmay, Amerikan kaynaklarına göre ve bizim de gözlemlediğimiz bu Kuzey Irak'ta bir Kürt devletinin kurulmasını istemiyor, Amerika'nın bu yöndeki baskılarına göğüs geriyor, bunun belgeleri sizde var, teferruata girmiyorum ve zaten Genelkurmayın bugünkü bu tutumu da tamamen bununla bağlantılıdır. Yani, Susurluk olayının üzerine gitmiyor Genelkurmay. Bence, esas gittiği şey, Kuzey Irak'ta bir Kürt devleti planını bozmaktır. Zaten, Irak'la Barzani de Eşref Bitlis planına göre, bu Türkiye Genelkurmayı tarafından ittifaka yöneltilmiştir. Bu Barzani-Irak ittifakında bizim Genelkurmayın ve Türkiye Devletinin, Dışişleri Bakanlığının ve Türkiye Devletinin de bir rolü olduğu çok açık. Burada Çiller'ler yönetemedi Türkiye'yi. Nasıl Turgut Özal yöneltemedi kuzeyden güneye doğru Türk Ordusunu sokamadı kara harekâtına, bugün de Çiller'ler bu tertiplerinde başarılı olamadılar. Çiller, siz daha yakından tanıyorsunuz, bence son derece yeteneksiz, birikimsiz ..

BAŞKAN - Bu şahsî şeyler...

DOĞU PERİNÇEK - Şahsî değil efendim. Diyor ki, etrafında kimler var. Çiller, etrafı tarafından yönetilmektedir.

SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Peki, o kadar...

DOĞU PERİNÇEK - Hatta, şunu söyleyeyim; Çiller'in etrafında Amerikalı uzmanlar var, birtakım, o, demin Süleyman Yüceoral'dan bahsettim. Tamamen Amerikalı uzmanlarla ilişkili bir şekilde çalışmaktadırlar. Çiller'i imal eden bunlardır. Çiller de, benim gördüğüm, bu işin vitrinini oluşturmaktadır.

BAŞKAN - Peki, teşekkür ederim.

SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Yalnız, bir konu var, kısa da olsa bunu sormak istiyorum. Şu anda siyasal partilerden Anavatan Partisinin içerisinde, biraz önce görüşüldüğü kadarıyla, bu konuların açığa çıkarılmasını, kendileri milliyetçi kanattan olan kişiler de, Agah Oktay Güner olsun, Yaşar Okuyan olsun istemekte; ancak, Anavatan Partisi’nin içerisinde bu seçimlerde Büyük Birlik ekibi de girdi. Dolayısıyla, MİT'in içerisinde olsun, yapılanmaların içerisinde olsun iki farklı grupların çatışması, sapanlar sapmayanlar arasındaki sıkıntılar var. Her ikisinin birden aynı yerde bulunması, her ikisinin bir yerdeki bu olayların gidişindeki etkisi yönünden sizce bir rolü var mı?

DOĞU PERİNÇEK - Efendim, Anavatan Partisi geçmiş yanlışlarının faturasını ödüyor. Anavatan Partisi, bugün olumlu bir rol oynuyor benim gördüğüm; ama, geçmişte hangi yanlış, Büyük Birlik Partisiyle ittifak, falan filan, ülkücülerle arasına sınır çekmemek, onların desteğiyle kongrelere girmek vesaire; bu büyük ağır yanlışların faturasını ödüyor. Bugün öyle bir saflaşma içindeyiz ki, vatanseverler, Amerikancılar... Burada Susurluk olayının üzerine gidenlerle bunun üzerini örtenler arasındaki saflaşmaya oturuyor. Kim üzerine gidiyorsa, ben onları olumlu görüyorum.

BAŞKAN - Peki, teşekkür ederim.

DOĞU PERİNÇEK- Bir mesele daha söyleyeyim. Niye bana geliyor; sizin partilerinizle gelebilir mi?! Hepiniz, sırayla, Çiller'le Türkiye'yi yönettiniz... Bana bunlar niye geliyor şimdi, bir dakika... Şimdi, Çiller örgütünü açığa çıkarıyoruz. Şimdi, Çiller meselesini getirsek, sizin partiniz Demokratik Sol Parti, daha iki ay önce, Sayın Pişkinsüt, sizin Genel Başkanınız Ecevit, Çiller ile birlikte bir hükümet kurma tasavvuru içindeydi; yani, Refahyol İktidarını, Çiller ile birleşerek, bir DSP-Anavatan Partisi-Çiller partisi koalisyonuyla yıkma stratejisini ortaya koydunuz. Şimdi, Ecevit'e bütün bu bilgileri getirseler Ecevit, ortaya çıkıp; Çiller Amerika ile bağlantılıdır, Elizabeth Shelton'la bilmem ne yapıyor; Türkiye'nin kriz bölgelerine müdahale, bilmem ne diyebilir mi?! Deniz Baykal'a sorarlar, derler ki: Sen dört senedir Türkiye'yi Çiller ile beraber yönetiyorsun, koalisyon yaptın. Peki, ben bilmiyordum... Nasıl bilmiyordun, İşçi Partisi bunları açıklıyordu. İşçi Partisi Susurluk olayından beri bunları açıklamıyor ki, ta 1991 yılından beri bunları açıklıyor, daha öncesinden açıklıyor, Çiller'i de 1993'ten beri açıklıyor, o zamandan savcılığa suç duyuruları yapıyoruz. CHP'nin bundan haberi var, bunların üzerine gitmemiş, onlarla ittifak kurmuş, Anavatan Partisi, daha dün Çiller ile birlikte hükümetti, şimdi, sıraya Refahyol girdi, yani, hepiniz, bir nöbete girmişiniz, sırayla, Çiller'i kurtarma nöbeti içindesiniz. Şimdi, sizlere bu bilgiler gelir mi?!.



BAŞKAN - Sayın Perinçek, lütfen... Şimdi, verdi mi vermedi mi; yani, o türlü değerlendirmeleri...

Belgelerin Sağlığı Konusunda Birbirinizi Zehirliyorsunuz

DOĞU PERİNÇEK - Bunların niçin söylendiğini ben biliyorum. Siz, kendi aranızda bile, İşçi Partisinin getirdiği belgelerin sağlığı konusunda birbirinizi zehirliyorsunuz.

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Bunları nereden teyit edebiliriz Sayın Başkan.

DOĞU PERİNÇEK - İşte olaylar teyit ediyor.

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Hadiselerden teyit ediyorsunuz. Başka bir teyit yeriniz var mı efendim?

DOĞU PERİNÇEK - Efendim, nereden teyit ederiz; Mercedes'in içinden ne çıktı? Ben size söylemiştim...

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Anlıyorum efendim.

BAŞKAN - Karşılıklı konuşmayalım...

DOĞU PERİNÇEK - Azerbaycan darbesi, efendim, Çeçenistan'a gönderilen bilmem ne, Çin'in Uygur bölgesine ajanlar göndermişler, sabotaj timlerini Genelkurmay Başkanı...

BAŞKAN - Sayın Perinçek, o yönleri anlaşıldı...

DOĞU PERİNÇEK - Anlaşıldı değil, bunlar çok önemli, olayları teyit ediyoruz ve bakın şu var: Bu bir siyasî irade sorunudur. Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak ne yapın yapın şu Çiller'i aşağı indirin, Doğru Yol Partisi de bunu yapsın. Evet, efendim gelip dayandığı nokta budur. Siz bunu yapamadığınız sürece, Refah Partisi, büyük sorumluluk içindesiniz, Çiller ile beraber Türkiye'yi yöneterek büyük sorumluluk içindesiniz. Bu sorumluluğu Doğu Perinçek'e...

BAŞKAN - Sayın Perinçek, o bizim meselemiz. Bizim akıla da ihtiyacımız yok, lütfen.

NİHAN İLGÜN (Tekirdağ) - Sayın Perinçek, biz burada tarafsız bir Komisyon olarak bir araştırma yapıyoruz, bir açıkoturumda değiliz. Açıkoturumda buyurun, dışarıda bunları uzun uzun tartışırız.

DOĞU PERİNÇEK - Efendim, açıkoturum diyerek hafife aldırmayın olayı.

NİHAN İLGÜN (Tekirdağ) - Sizin babanızla beraberdik...

BAŞKAN - Sayın İlgün...

DOĞU PERİNÇEK - Siyasi irade sorunudur. Çiller, hükümette olduğu müddetçe bunlar aydınlanmaz. Çiller'i hükümette tutanlar sorumludur. Ben bunları söyleyeceğim tabiî. Türkiye Büyük Millet Meclisi bir yasama organı, burası bir savcılık kurumu veya mahkeme değil ki. Ben mahkemeye gelmedim, savcılığa da gelmedim, Türkiye'nin en büyük siyasî otoritesine geldim, siyasî otoritede siyasî otorite konuşulur.

BAŞKAN - Onun için çağırdık zaten.

Mesajım Var: Çiller'i İndirmezseniz Darbe Gelir

DOĞU PERİNÇEK - Benim size bir mesajım var, hepsini silin, Çiller'i indirmezseniz Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, büyük sorumluluklar altına girersiniz, ben de tarih önünde konuşuyorum, darbeye de sürüklersiniz Türkiye'yi. Bunları bilin, bilerek hareket edin ve bırakın küçük çıkarları. Refah Partisine sesleniyorum, bıraksın bu Çiller ile ortaklığı. Doğru Yol Partisine sesleniyorum, tepesinden atsın bunları.

BAŞKAN - Sayın Perinçek, onlar sizin meseleniz değil...

DOĞU PERİNÇEK - Benim meselem, ben bir siyasî parti genel başkanıyım. Eğer, beni siyasî parti genel başkanı olarak çağırmadıysanız, zaten bu toplantıda bulunmam ben.

BAŞKAN - Biz, akıl alacak değiliz, Türkiye Büyük Millet Meclisi ne yapacağını biliyor. Siz, sadece bizim sorularımıza...

DOĞU PERİNÇEK - Ne yapacağını bilmiyor, bilmediği için söylüyorum. Bilmediği için büyük tehlikelere sürüklüyorsunuz...

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Sayın Genel Başkan, haklısınız, biz, sizi, bir siyasî partinin genel başkanı olarak, burada, bilginize başvurmak üzere davet ettik, çok teşekkür ederiz.

DOĞU PERİNÇEK - Ben, size kalkıp da ufak tefek bilgiler için buraya gelmem.

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Çok teşekkür ederiz. Gerçekten, hem bir siyaset bilimcisi hem de bu konuda ciddî analizleri olan bir kişi olarak sizin bilgilerinizden çok yararlandık. Başka türlü algılatmışsak size, bunda bizim kusurumuz varsa, siz de bunu anlayışla karşılayın; ama, bizim sizle birlikte olmamızın, bu kadar saattir sizi çok dikkatle izlememizin nedeni, Türkiye'nin bir siyasî partisinin genel başkanı olarak, bazı düşüncelerinizi ve iddialarınızı bilgilendirme doğrultusunda bize aktarmanızdır. Bundan da çok yararlandığımızı belirtmek istiyorum. Ben, şimdi, sizin bu ince analizlerinize dayanarak, birkaç şey daha -belki açıklığa kavuşturulması adına- sormak istiyorum, konuşmalarınızın satır aralarında esaslı noktalara değindiği için. Bir tanesi; konuşmalarınızın sonucunda da özetlediğiniz gibi, bunun Türkiye'nin bir bağımsızlık ve güvenlik meselesi olduğunu dile getiriyorsunuz ve bu açıdan bakıyorum ve bu açıdan olayları birleştirerek, arkasındaki gizlerini de görebildiğimiz kadar, bilgilendirebildiğimiz kadar yorumlayarak, bunu, bu şekilde üzerine gidilmesi gerektiğini söylüyorsunuz; ama, basından aldığımız konularla ve arkadaşlarımızın sorularıyla da size hissettirdikleri kadarıyla, benim de algıladığım kadarıyla, Sayın Yılmaz, bunu bir Topal cinayetine ve bir uyuşturucu kumarhane çatışmasına getiriyor. O da onun yorumu, biraz sonra zannediyorum, onu da aynı şekilde dinleyeceğiz. Şimdi, bu, sizin çok iddialı ve geniş kapsamlı, bizim, aslında Komisyonumuzun da görevleri içine giren, aslında, Komisyonumuzun da görevleri içerisine giren, sadece, münhasıran Topal'ın öldürülmesi değil, devletin içerisinde oluşmuş, girmiş olan odakların, devletin bağımsızlığıyla, devlet olma, hukuk devleti olmayla doğrudan ilişkili bu odakların varlığını tespit edebilmek ve bunları yok etme doğrultusunda ne yapabilirizi araştıran bir Komisyon. Bu anlayışla, şimdi, Çatlı'nın, 1980 öncesinden başlayan bir devlet ilişkisi içerisinde olduğunu görebildiğinizi ortaya koydunuz, bir fotoğraf var bu şekilde dendi. Ondan sonra, bunun uluslararası bağlantıları da devreye getirildi. Şimdi, şurada, devletin, ülkücü ideolojiyle üst üste oturmuşluğu mu söz konusu? Yani, bunu alıp, devlet bu ideolojiyi kendisine benimseyerek, bunu 1980 öncesinde kullanmış, başkaları bunu fark ederek, devletin bu politikasını yönlendirmiş, kendi çıkarı doğrultusunda Türkiye Cumhuriyetini de kullanmış mı; yoksa, bu ideolojiye mensup olan insanların içerisinden kendine uygun adamları seçmiş mi? Bu konuda bir analizinizi almak istiyorum. İkincisi, Mesut Yılmaz'ın yanında, Agâh Oktay Güner veya Yaşar Okuyan gibi arkadaşlarımızın isimlerini bahsettiler. Bu konunun üzerine gidilmesinden dolayı da mutluluk duydunuz, biz de mutluluk duyuyoruz; kamuoyunu, en azından 50 gündür böyle bir devletin içerisine girmiş olan urun varlığından haberdar etti; ama, baştaki sorduğunu, eğer, ülkücü ideoloji, devletin içerisinde, devletin ana politikası olarak alınmışsa, bu ideolojiyi belirleyen Agâh Oktay, Yaşar Okuyan veya benzeri gibi insanlarla oluşmuş olan bir siyasî partinin, bu çalışmalarında, sizin söylediğiniz bağımsızlık ve güvenlik sorununun da doğru çözümleri gösterebileceği ya da doğru hedefleri koyabileceği mümkün mü? Bunu bir sormak istiyorum. Çiller bu işin başından giderse, Türkiye kurtuluş noktasına gelmiş gibi bir son konuşma ortaya çıktı; ama, 1980-1991'den önce de Çiller yoktu, yine, benzeri olayların olduğunu biliyoruz. Çiller'in, belki, 1991 yılından sonra siyasete sokularak, daha hızlı gelişen dünya içerisinde Türkiye'yi yönlendirmek adına başka yerlerden görevlendirilmiş bir kişi olduğu mesajı da en son verdiğiniz belgelerle çıkıyor; bunu mu doğrudan doğruya söylemek istiyorsunuz? Yani, şu anda, hemen bu şapkayı kaldırırsak Türkiye belki rahatlayacak demekle. Azerbaycan olayındaki kastınız, yanlış hatırlamıyorsam, Ayvaz Gökdemir'in filan da karıştığı ve dolayısıyla, Aliyev'in Ayvaz Gökdemir'e bir ziyaretinin... O mudur, o mudur bilemiyorum, o mesele midir?

DOĞU PERİNÇEK - Koordinatör rolü oynuyor Ayvaz Gökdemir, zaten, devlet bakanı o sırada ve Orta Asya ilişkilerinden...

FİKRİ SAĞLAR (Devamla) - Yani, ben bilemiyorum, o mudur diye soruyorum? Benim söylemek istediğim, Sayın Çiller'i Doğru Yol Partisine alan Sayın Cumhurbaşkanı’dır, bakan yapan da Sayın Cumhurbaşkanı’dır. O zaman, daha geniş, daha yüksek mi bakacağız? Bu konuda kısaca bir açıklama yapar mısınız?

Baltayı Budağa Vuracaksınız

DOĞU PERİNÇEK - Şimdi, bakın, bu son sorudan başlayayım. Hepimizin birbirimizi bu tür siyasal mesuliyetlerden dolayı itham etme ve eleştirme olanakları vardır ve bu eleştiriler de tabiî yapılmalı; ama, ben, şöyle bakıyorum: Bugün, bu olayın üzerine kim gidiyorsa onunla işbirliği yapmak. Cumhurbaşkanı gidiyorsa işbirliği yapmalıyız. Şimdi, Cumhurbaşkanı’nı, sen bu Çiller'i Türkiye'nin başına bela ettin diye sorgulamanın çok fazla faydasını görmüyorum; ama, bu tür eleştirmeler yapılır. Aynı şekilde, Agâh Oktay Güner'i, Sayın Yaşar Okuyan'ı, diğerlerini, bu konuda tabiî eleştirebiliriz, herkes kendi tarihinden sorumludur; ama, bugün, üzerine gittiği ölçüde onlara teşekkür etmemiz lazım. Eğer, üzerine gidilirken çelme takıyorlarsa, Mesut Yılmaz'ı başka yönlere çekmek istiyorlarsa sorumlu olurlar. Mesela, geçen gün, Sayın Agâh Oktay Güner'in bir beyanatına rastladım, hâlâ eski ülkücülüğü savunuyor falan... Bunlar, tabiî, bu kafada olursak, bu işin üzerine çok kararlı gidemeyiz anlamına gelir. Niçin Çiller? Ağaç budaktan yarılır; bakın, bir ağacı yarmak istiyorsanız, baltayı budağa vuracaksınız. Bu olayın merkezinde Çiller olduğu apaçık ortada. Onun için, Çiller giderse Türkiye kurtulmaz; ama, bunlardan temizlenmek için bir başlangıç olabilir ve önü açılır ve bugün de, önemli bir devlet makamında olduğu için bunu önlemektedir. Bakın, Ağar'ın gitmesi bir ferahlık yarattı ve birçok şeyin açığa çıkmasını sağladı. Başına isterse Çiller ailesinin İçişleri Bakanı gelsin; ama, Çiller'in gitmesi, tahkikatın genişlenmesi aydınlanması bakımından son derece olumlu şartlar yaratacaktır. Ülkücülük, Türkiye'de, daha devlet ideolojisi olamadı. Yani, 1946'dan 1950'den beri olan süreci görüyoruz, ülkücüler, tam olarak devlete hakim olamadılar; ama, çok önemli yuvalanmaları oldu, koalisyonlarla oldu, en son, Türk-İslam Sentezinin 1986 yılında Atatürk Yüksek Kurulunda, Kenan Evren'in katıldığı, resmî ideoloji olarak saptanmasıyla oldu, Milliyetçi Cephe Hükümetlerindeki ortaklıklarla oldu, bugünkü yönetimin etkileriyle oldu; ama, tam, yüzde yüz bu ülkücü denen ideoloji Türk Devletini yüzde yüz ele geçiremedi, onu saptamamız lazım. Ülkücülük, NATO konsepti içerisinde Türkiye'de, NATO'nun yan örgütü olarak geliştirilmiştir ve bir faaliyeti vardır. Bugün de görüyoruz, esas olarak, Amerika'nın Orta Asya'daki faaliyetleriyle sıkı işbirliği içindeler; ama ülkücülerin rolü ne, devletin kirli işleri bunlara ihale edildi. 

13 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,



***