30 Eylül 2017 Cumartesi

ABD VE IRAK: “ GİTMEK Mİ ZOR, KALMAK MI? ” BÖLÜM 1



ABD VE IRAK: “ GİTMEK Mİ ZOR, KALMAK MI? ” BÖLÜM 1


Şanlı Bahadır Koç,
ajp1914@yahoo.com

Irak’ta resmî hedeflerinin çok uzağına savrulan ABD politikası, beklentiler, sahadaki gerçekler, Clausewitz’in “savaşın sisi” dediği algı kırılmaları, ideal olan, mümkün olan, kabul edilebilir olan, mevcut politikada ısrar edilirse muhtemel olan, planlanan, korkulan, kontrol dışı olan ve bilinmeyen faktörler ve senaryoların yumağında debelenmektedir. Zaten yeterince karışık olan bu resme iç politikadaki “köşe kapmaca”ları, kişisel çatışmaları ve Başkan Bush’un bir sanat formu haline getirdiği inadını da eklemek gerekebilir. Bu yazıda ABD’de Irak’la ilgili yapılan son tartışmalar özetlenecek, ABD’nin bu ülkeye yönelik politikasında değişiklik yapma ihtimali ve muhtemel seçenekleri değerlen dirilecek tir. Ayrıca bu tercihlerin Irak’taki durum, bölge ülkeleri ve Türkiye’nin çıkarları üzerindeki potansiyel etkileri tahlil edilmeye çalışılacaktır. 

ABD'nin Irak’la ilgili olarak seçenekleri ki bunların bazılarını aynı anda uygulayabilir- şunlar olabilir
[1]: Mevcut politikada ısrar
[2], istikrara öncelik verilmesi
[3], Irak'ı ikiye/üçe bölmek
[4], hızlı (6 ay içinde?) ve topyekün çekilme 
[5], daha çok asker göndermek 
[6], çekilmek için kesin/muğlak bir tarih vermek (2007-8-9) veyahut 
kademeli bir çekilme takvimi açıklamak 
[7], Az sayıda büyük üsse çekilmek 
[8], Irak ordusunun darbe yapmasına izin vermek/teşvik etmek. 
[9] ABD kuvvetlerinin, Irak’taki coğrafi konumunu değiştirmeye yönelik seçenekleri ise en kaba haliyle şu şekilde özetlenebilir: ABD askerlerinin özellikle etnik çatışmaların  yaşandığı ve bunları engelleme umudu olmayan bölgelerden, 
a) Irak’ın Suriye ve İran’la sınırına yakın bölgelere, 
b) yerleşim bölgelerinden uzak yerlere, 
c) Kuzey Irak’a, 
d) Irak dışındaki Kuveyt ve Katar gibi bazı bölge ülkelerine, 
e) bölge dışında ama bölgeye yakın, gerektiğinde Irak dahil bölgeye müdahale edebilir noktalara (Diego Garcia)[10] kaydırılması. 
Ayrıca Amerikan güçlerinin sürekli saldırı altında olduğu Sünni bölgesini terk etmesi ya da bunun tam tersine ülkenin merkezi olan Bağdat’ta güvenliği sağlamak için buradaki kuvvetleri Irak içinden ve/veya dışından birliklerle takviye etmesi seçenekler dahilindedir.[11]

Irak’ta yaşananların bir iç savaş olup olmadığı büyük ölçüde semantik ve akademik bir konudur. Tartışılmaz olansa, Irak’ın belki de hiç olmadığı kadar kötü bir durumda olduğudur: Etnik ve mezhepsel çatışma, işgal, parçalanma, kanunsuzluk, devlet kurumlarının çökmesi, anarşi, nihilist terörizm, ekonomik tıkanıklık, hizmetlerin durması, sosyal çöküntü, atomize olma, etnik temizlik, iç ve dış göç, beyin göçü, sermaye kaçışı, dış müdahale, yolsuzluk, güvensizlik, umutsuzluk, korku, paralize (felç) olma hali.[12] Bir devlet baskıcı, işgüzâr, hantal, verimsiz ve “akılsız” olabilir. Ama Irak’ta yaşananların gösterdiği bir şey varsa o da en kötü devletin bile onun olmadığı anarşiye yeğ olduğudur. Orduyu ve bürokrasiyi dağıtarak Irak devletinin içini boşaltan ABD, Irak’ta yaşanan bu kaosun belki tek değil ama şüphesiz en önemli müsebbibidir Nedenlerini ve boyutunu burada ayrıntılı olarak tekrarlamaya gerek olmayan bu “acıklı durum”, ABD’ye Irak’ta bundan sonra yaşanacaklarla ilgili çok büyük görevler yüklemektedir. Irak’ta yaşananlar ABD’nin siyasi, askerî, ekonomik ve moral gücünü emmekte, içinde birliğini bozmakta ve hem bölgedeki hem de dünyanın geri kalanındaki seçeneklerini kısıtlamaktadır. Durumun ve gelecekte yaşanabileceklerin vahameti ABD’nin Irak’taki politikalarında 
temel, çok boyutlu ve olabildiğince hızlı bir değişikliğe gitmesini şart koşmaktadır. Amerikan halkının Irak’la ilgili olarak Kongre seçimlerinin sonuçlarına da yansıyan memnuniyetsizliği, mevcut politika ve onun getirdiği başarısızlıkla haklı veya haksız- en çok özdeşleştirilen Donald Rumsfeld’in görevden ayrılması ve Irak Çalışma Grubunun Raporu’nun (İÇG) daha yayınlanmadan tetiklediği tartışma ortamı, mevcut politikada değişikliği gerekli ve mümkün kılmakta ama kaçınılmaz hale getirmemektedir.[13] ABD’nin Irak politikasında yaşanması beklenen değişimin, “projenin” stratejik düzeydeki amaçlarıyla mı hayata geçeceği yoksa sadece taktik boyutunda mı kalacağı henüz belli değildir. Başkan Bush’un Irak politikasını hemen ve temelden değiştirmesini beklemek doğru olmayabilir.[14] 

IÇG Raporu, ABD’nin Irak’ta çok ciddi bir başarısızlık yarattığı gerçeğini kuşkuya yer bırakmayacak şekilde kayda geçirmiş ve resmîleştirmiştir. Yönetimin 
performansına yönelik keskin eleştirileri Bush’un egosunu zedelemiş olabilir. Bush’un egosuna, geri adım atmamaya ve kararlılığa belki biraz fazla önem veren bir lider olması, onun bu rapora ve Irak’taki duruma vereceği tepkiyi koşullandırmaktadır. Rapor, Pınar Bilgin’in de dikkat çektiği gibi, “bütüncül” bir yaklaşımla “sorunların içiçeliğine vurgu” yapmış ve entegre bir çözüm gerektiğini belirtmiştir. Yapılan önerilere tamamen katılmayanların bile, bu basit ama her zaman telaffuz edilmeyen gerçeğin altını çizdikleri için Komisyona müteşekkir olması gerekir. Raporun eleştirilecek çok yönü olabilir ancak Washington’da Irak konusunda gerçek bir tartışma yarattığı gerçeği göz ardı edilmemelidir. İşin ilginç yanı, bu tartışmanın en az iki yıl geç kalmış olmasıdır. Irak’ta hızla gelişen ve kontrolden çıkmak üzere olan olaylar raporu bir anlamda eskitmiştir. Raporun oldukça başarılı bir şekilde kayda geçirdiği Washington’un hatalar zinciri, ABD’nin elinden başarı için gerekli olan seçenek ve enstrümanların önemli bir kısmını almıştır. 

Oldukça kapsamlı ve zengin olan ve demokratikleşmeye hemen hiçbir vurgu yapılmayan IÇG Raporu’nun en önemli noktaları şunlardır:

1) Irak bölünmemelidir, Irak Hükümeti elini çabuk tutmalı ve Sünnileri de içine alan bir millî uzlaşmaya zorlanmalı ve kendisine verilen yardım, takvime bağlanmış performans kriterleri ile (“benchmarklar”) koşullandırılmalıdır. Sünnilere yönelik adımlar içinde; Baas’tan arındırmanın tersine çevrilmesi, genel af, petrol gelirlerinin merkezî kontrolü ve adil paylaşımı yer almalıdır.
2) ABD askerleri, güvenliği sağlama görevini Irak kuvvetlerine bırakmalı ve kademeli olarak çekilmeli, bu arada savaşan unsurların yerini Irak ordusunda küçük birimlere iliştirilerek (embed) görev yapacak çok sayıda Amerikalı askerî danışmana bırakmalıdır,
3) Uluslararası Destek Grubu oluşturulmalı, bölgesel konferans toplanmalı[15], İran ve Suriye ile diyaloğa girilmeli, Arap-İsrail sorununda ilerleme 
kaydedilmelidir.[16]

Irak Çalışma Grubu ve raporunu[17] birçok farklı –ama birbirini tamamen de dışlamayan- şekilde “okumak” mümkündür:

-“Yetişkinlerin yaramaz çocuk Bush’un kırıp döktüklerini” mümkün olan ölçüde toparlama girişimi,

- Yeni muhafazakârlara[18] karşı realistlerin[19], İsrail Lobisine karşı “Önce Amerika” diyenlerin[20], Yönetime karşı Kongre’nin kısmi bir başkaldırısı,

- Cumhuriyetçi Parti’nin 2008 seçimlerini Irak’ın gölgesinden kurtarma denemesi, 

- ABD dış politikasında “merkez”i saptamaya ve konsensüs oluşturmaya yönelik bir iki partililik (bipartisanship) girişimi[21],
- Yönetimin Irak’ta gerekliliğine “yarım yamalak” da olsa ikna olur gibi olduğu ama bunu kabul etmeye cesareti, formüle etmeye aklı ve uygulamaya gücünün 
olmadığı adımları atmak için kurulmuş bir “paravana”[22],

- Kurulduğunda, geçmişteki başka birçok örnek gibi tarihe kısa bir dipnot olarak geçme ihtimali yüksek bir komisyonken, Irak’ta olayların kontrolden çıkması ve 
savaşa yönelik halk desteğinin çökmesi ile gerektiğinden fazla umut bağlanan bir sihirli değnek (deus ex machina). 

Rapor Irak’taki durumun vahametini ortaya koyduktan sonra kolay, çabuk, maliyetsiz, risksiz ve başarı şansı yüksek bir formül olmadığını da kabul etmektedir. 

Raporun önerdiği eylem planının başarılı olmasının çok büyük ölçüde diğer aktörlerin vereceği tepkiye bağlı olması dikkat çekmektedir.[23] Ama rapor önerilen politikalar başarılı olmazsa ne yapılması gerektiğini yeterince irdelememektedir. Aslında belki de, raporun çok açık söylemese de ima ettiği, Irak’ta başarılı olmanın, hele ilk başta konan hedeflere ulaşmanın artık mümkün olmadığı, bu nedenle de belki çok daha mütevazı sonuçlara ulaşmanın ve kayıplar daha da artmadan kontrollü biçimde çekilmenin tercih edilir olduğudur.[24] Buna göre, eski politikada ısrar ettikçe ödenecek bedel artacak ve olumsuz sonuçları sadece Irak’la sınırlı kalmayacaktır.

IÇG Raporu hem analiz hem de yaptığı öneriler açısından kusursuz olmamakla beraber, Bush yönetiminin uzun süredir içine kapandığı ve “dostça olmayan verilerin” içeri sızmasına imkân vermeyen kabuğu çatlatmıştır. Ülkenin geri kalanı ise zaten bir süredir Irak’ın kurtarılamaz olduğu sonucuna varmıştır. Rapor, Irak’la ilgili ana tartışmaya önemli miktarda gerçekçilik enjekte etmiştir. Birileri bu rapordan daha parlak fikir ve öneriler beklemiş olabilir. Ama bu rapor şu anda Irak’la ilgili yönetim dışında yapılan tartışmaların ortak paydasını yansıtmaktadır. Kamuoyu yoklamaları Amerikan halkının IÇG ve onun temel önerilerine belirgin şekilde müspet baktığını göstermektedir.[25] Raporla ilgili belki de en kapsamlı çalışmayı yapan Uluslararası Kriz Grubu, Komisyonun analiz ve önerilerine büyük ölçüde iştirak etmekle beraber, iki temel eleştiride bulunmaktadır[26]:

1) Rapor, Irak Hükümetini temsilî gücü olan bir yapı olarak göstermesine rağmen aslında Hükümet böyle değildir ve mevcut güç ve zenginlik pozisyonuna sıkıca tutunarak sistem dışındakilerin içeriye gelmesini engellemektedir. Irak Hükümeti aslında oyunculardan sadece biridir ve ayrıcalıklı bir aktör olarak görülmemelidir.

2) Irak’ın komşuları ile diyalog gereklidir ama yeterli değildir. ABD’nin bunun ötesine geçerek bölgeye yönelik stratejik bakışını toptan değiştirmesi ve rejim 
değişikliği, Irak’ın model olarak öne sürülmesi ve “şer ittifakı söylemi”ni terk etmesi gerekmektedir. Aksi takdirde İran ve Suriye’nin, Irak’ta ABD’ye yardım etmek için yeterince nedenleri olmayacaktır. Bu iki ülke Irak’ta kaos istememelerine rağmen ABD’nin başarılı olmasından ve sıranın kendilerine gelmesinden daha çok korkmaktadır. 

Suriye ve İran’la Diyalog

İran ve Suriye, Washington’a Irak’taki durumla ilgili olarak niye[27], ne kadar ve ne karşılığında yardım edebilir? Washington’un İran ve Suriye ile diyaloğa girmesi gerektiğini savunanlar bunun yöntemi, zamanlaması, içeriği, amaçları, başarı şansı, olası getirileri ve fırsat maliyeti üzerine yeterince derin tahlillere girişmemiştir. 

Bu öneriye karşı çıkanlar, bu ülke ile doğrudan diyaloğa girmenin bu rejimleri cesaretlendireceğinden, taleplerini artırmalarına neden olabileceğinden, onlara 
meşruiyet vereceğinden, muhalif güçleri düş kırıklığına uğratacağından, onlara karşı zar zor oluşturulan bölgesel ve uluslararası cephenin zayıflamasından ve İran’ın nükleer programına karşı belirmeye başlayan konsensüsün dağılmasından endişe etmektedir.[28] Böyle bir diyalog ABD’nin Irak’ta yenildiğini tescilleyecektir. 
Ayrıca bu gruba göre İran şu an gücünün zirvesinde olduğunu düşünmektedir ve muhtemelen ABD’nin önüne koyacağı fatura oldukça yüksek olacaktır.[29] 

Bu görüşe göre, aslında Tahran’ın Iraklı Şii gruplar üzerindeki etkisi sınırlıdır ve bu nedenle istese bile ABD’ye yapabileceği katkı azdır.[30] Hem zaten Rice’ın da dediği gibi eğer İran, gerçekten Irak’ta kaostan korkuyorsa o zaman karşılığında bir şey almadan da ABD’ye yardım etmesi gerekir[31]. ABD’nin İran’a taleplerini iletmek için onunla doğrudan konuşmasına gerek yoktur. O nedenle İran’la diyalog gerekli ve faydalı değildir.[32] İran ve Suriye gibi hasımlar için, hem Suudi Arabistan ve Ürdün gibi dost komşularla, ayrıca El Kaide dışındaki Sünni direnişçilerle, hem de Sadır gibi Şii milislerle konuşmak, anlaşmak ve bu diyaloglardan anlamlı bir sonuç çıkarmak çok kolay olmayabilir. Öte yandan diplomasi bazen daha önce düşünülmeyen yeni imkânlar yaratabilir. Sırf konuşuyor olmak tarafların pozisyon ve eylemleri üzerinde bazen yumuşatıcı etkiler yapabilir. Ayrıca, bütün taraflarla konuşuyor olmak ABD’ye, “sen anlaşmayacaksan diğerleriyle anlaşırım” deme imkânı verebilir. 

Eğer İran ABD’ye yardım etmediğinde kendisine yönelik askerî saldırı ihtimalinin artacağını düşünür, Irak’ın parçalanmasının kendisine de zarar vereceğini hesaba katar, ABD ile diyaloğun nükleer programının kabullenilmesine değilse bile rejime karşı bir hareketi engelleyeceğine inanırsa, Irak’taki duruma olumlu, anlamlı ama sınırlı bir etkide bulunabilir. İran biraz “nazlandıktan” sonra bile yardım ederse, belki ABD tarafından nükleer programına yeşil ışık alamayabilir ama ön alıcı bir askerî harekâtın hedefi olma ihtimalini azaltabilir. Eğer İran, nükleer programına ek olarak Irak’taki problemlerin önemli bir kaynağı olarak da görülürse, o halde tüm bedel ve risklerine rağmen askerî bir harekâta hedef olabilir. İran, ABD’nin Irak’ta biraz daha batağa saplanmasını ve bir süre sonra daha umutsuz bir halde kendi kapısını çalmasını isteyebilir. Bu nedenle ABD’nin kendi açısından belki de, İran’a Irak konusunda konuşma ve pazarlık yapma teklifinin “sonsuza kadar masada olmayacağını” ve işbirliği yapmamanın bir bedeli olacağını belli etmesi gerekir. Bu noktada önemli bir soru da, ABD’nin Irak’ta kalırsa mı, yoksa buradan çekilirse mi İran’a karşı daha fazla manevra imkânı ve inandırıcılığı olacağıdır. İranlı yetkililer ABD ile konuşmanın ön şartının Washington’dan çekilme olduğunu söylerken ne kadar ciddidirler? 

ABD, İran’la konuşmaya aşağıdaki adımları attıktan sonra başlarsa pazarlıkta eli daha güçlü olacaktır:

Bölgesel müttefikleriyle “safları sıklaştırdıktan” ve onlara İran’la konuşmanın aralarındaki ilişkinin doğasını değiştirmeyeceği güvencesini vermesi, nükleer konuda 
uluslararası diplomatik baskıyı artırması, Tahran’a pazarlıkla ilgili beklentilerinitörpüleme mesajı vermesi, İran ile Suriye arasına bazı güvensizlik tohumları atması, pazarlık için bir zaman tahditi olduğunu hissettirmesi, ABD içinde belli bir konsensüs oluşturması, Filistin sorununda bir çeşit ilerleme olduğu hissi yaratması. 

Suriye İran’dan koparılabilirse[33] bunun Orta Doğu satrancında stratejik sonuçları olacağı söylenebilir. Suriye, İran’ı bıraktıktan sonra “ortada kalmayacağına”, uluslararası sisteme ve Orta Doğu’daki “saygın” Arap devletleri kulübüne kabul edileceğine ikna olursa; Lübnan’da kaybettiği etki ve prestijinin tamamı değilse bile bir kısmına tekrar sahip olacağını ve Golan’ı hemen değilse bile makul bir süre sonunda geri alabileceğini bilirse, İran ile arasındaki giderek daha asimetrik ve “belalı” hale gelen ilişkiden kopabilir. Ama henüz hem İsrail’de hem de Washington’da bu yönde bir irade görülmemektedir. Ama zaten bu yönde bir gelişme yaşanacaksa da bunun ilk başta açık açık değil perde arkasında yapılan gizli diplomasi ile olgunlaşması muhtemeldir. Nüfusunun çoğunluğu Sünni olan Suriye İran’a karşı oluşan Sünni Arap bloğunu çok fazla karşısına almakta tereddüt edebilir.[34] Gerçi benzer bir blok 1980’lerde vardı ve Suriye bunun dışında kalabilmişti ama bu sefer rejimin gücü, kendine güveni ve Batı’ya karşı manevra alanı çok daha dardır. 
ABD’de hem Irak hem de Orta Doğu’nun genelinde bir Şii-Sünni çatışmasını ABD’nin veya kendi çıkarlarıyla uyumlu gören, böyle bir çatışmanın yaşanmasını ümit eden ve bunun için çalışanlar olabilir. ABD desteğini ve gazabını bu iki gruba dağıtarak aradaki dengeyi -ya da dengesizliği- tamamen değilse de önemli ölçüde etkileyebilir. 

Washington’da son dönemde “Şiiler sayıca daha fazla oldukları ve Sünnileri yenecekleri için Şiileri destekleyelim” şeklinde özetlenebilecek bir fikir[35] telaffuz edilmeye başlanmıştır. Zira, Irak’ta ABD’nin kim ne derse desin en fazla önem verdiği şey olan petrol, Sünni değil Şii ve Kürt bölgelerindedir. Öte yandan, Sünnilerin Irak’ta az ama Arap ve Müslüman dünyada çoğunlukta olduğu ve son dönemde ABD’ye problem olan terör örgütlerinin genelde Sünni kökenli olduğu unutulmamalıdır. 

ABD’nin Sünnilere karşı olduğu şeklinde bir görüntü vermesi halinde, terörün hedefi olma ihtimali artabilir. 

Türkiye Raporda, Irak’ın bölünmemesi, Kerkük referandumunun ertelenmesi, petrolün Bağdat’ın kontrolünde olması, komşularla diyalog içinde olunması gerektiği gibi Türkiye’nin uzun süredir ifade ettiği birçok fikrin vurgulanması ve PKK’dan bahsedilmesi olumlu, ama Türkiye’nin Irak’la ilgili problem yaratabilecek “önemli bir Sünni ülke” olarak gösterilmesi olumsuz olarak değerlendirilmiştir.[36] Ayrıca, raporun Irak’ta kalıcı üs istenmediğinin şimdiden belirtilmesi gerektiğini yazması, Baas’tan arındırmanın geri çevrilmesini tavsiye etmesi, güç paylaşımının içine Sünnilerin daha çok çekilmesi gerektiğini savunması da Türkiye’yi memnun etmiştir. Öte yandan, raporda Suriye ve İran’ın oynadığı ve oynayabileceği rollere vurgu yapılırken, Türkiye’nin Irak konusunda ödediği bedeller, yaptığı fedakârlıklar, verdiği yardımlar ve özellikle PKK’ya karşı sınır ötesi bir harekât konusunda kendisini tutmasına hiçbir atıf olmaması üzücü olarak nitelendirilebilir. Bir başka hassas nokta da, 
eğer ABD tarafından Irak’ın –İran ve Suriye dahil ya da hariç- komşularına yönelik diplomatik taarruzu başlarsa, böyle bir ortamda Türkiye’nin Kuzey Irak’a yönelik askerî bir harekâta girişmesinin diplomatik ve psikolojik olarak güçleşebileceğidir.[37] Washington Türkiye’nin bu yönde bir girişiminin yeni iklime uymadığını iddia edebilecektir.

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

ABD’NİN KUZEY IRAK POLİTİKASI ve TÜRKİYE’NİN ÇIKARLARINA ETKİLERİ



ABD’NİN KUZEY IRAK POLİTİKASI ve TÜRKİYE’NİN ÇIKARLARINA ETKİLERİ


Şanlı Bahadır Koç

ASAM ABD Uzmanı
sbkoc@asam.org.tr 

ABD’nin Irak’taki yeni güvenlik planıyla beraber sonbahara kadar anlamlı bir ilerleme elde edilemezse, bazı Cumhuriyetçileri de kapsayabilecek iç muhalefet, Bush yönetimi için dayanılması güç boyutlara ulaşabilir.1. Bu nedenle ABD’nin Irak’a yönelik politikasında sonbahardan sonra bazı temel değişimler beklemek yanlış olmayabilir. Muhtemelen bu politika değişikliğinin K. Irak’la ilgili de önemli yansımaları olacaktır. Bu makale, K. Irak’a yönelik ABD politikalarını ve bunların Türkiye’nin çıkarları üzerindeki etkisini tahlil ve tahmin etmeye çalışacaktır. Bu çerçevede ABD’nin muhtemel bir Kürt devleti, Kerkük, bölgedeki askeri varlığının geleceği, petrol gelirlerinin paylaşımı, olası bir Türk askeri harekatı ve PKK’nın bölgedeki varlığı gibi konulardaki çıkarları, politikaları ve seçenekleri irdelenecektir.
ABD Politikasının Analizinde Dikkate Alınması Gerekenler ABD’nin K. Irak ile ilgili politikasını analiz ederken bu politikanın farklı boyutları olabileceğini düşünmek doğru olabilir: 

a-Yönetimin üst kademelerinde kararlaştırılan politika,
b-İlan edilen politika (declaratory policy),
c-Uygulamada gerçekleşen politika,
d-ABD’de “bazı çevreler”in yürüttüğünden şüphelenilen politika,
e- Diğer tarafların ABD adına rasyonel olduğu düşündüğü politikalar.. 

Gözardı edilmemesi gereken diğer seçenek ise, ABD’nin bölge ile ilgili kapsamlı, rasyonel, tutarlı ve uzun soluklu bir politikası olmaması ihtimalidir. 
ABD dış politikası diğer bir çok ülkede olduğu gibi değişik kurum ve bireylerin katılımı sonucunda ortaya çıkmaktadır. Kurumlar sorumlulukları, kabiliyetleri ve 
kültürlerindeki farklılıklar nedeniyle aynı konuya oldukça değişik açılardan bakabilmektedir. K. Irak konusunda da durumun böyle olduğunu varsaymak yanlış olmaz. 
Bu nedenle ABD’nin K. Irak’a yönelik politikasında gizli, muğlak, çelişkili, zaman içinde değişen ve uygulamaya tam olarak başarıyla yansıtılamayan boyutlar bulunması şaşırtıcı olmamalıdır. ABD’nin K. Irak’la ilgili çıkarlarının çok çeşitli olması, bunların muğlaklığı, kendi içindeki çelişkileri, diğer birtakım gelişmelere bağlı olması ABD politikası için çok net ifadeler kullanılmasını güçleştirmektedir. Bu nedenle çıkarsama ve spekülasyon yöntemleri ister istemez devreye girmektedir.
ABD’nin Resmi Politikaları, Uygulamaya Geçirilenler ve Düşündürdükleri
ABD’nin K. Irak ile ilgili açıklanan politikası ve amacı bölgenin Irak’ın federal bir parçası olarak kalması şeklindedir. ABD’nin resmi açıklamalarında bu çizginin dışına çıkılmamıştır. Ancak ABD’nin işgalden sonraki uygulamalarının resmi söylemdeki amacın çok dışında sonuçlar verebileceği de görülmüştür. Bu uygulamalar şöyle sıralanabilir: Anayasadaki hükümler yoluyla ve hükümetin yapısı itibarıyla Kürtlere sayısal durumlarının gerektirdiğinden daha fazla güç kazandırılması, Türkmenlerin siyasi süreçten büyük ölçüde dışlanması, Kerkük’ün ağırlıklı olarak Kürtlerin kontrolüne verilmesi, buradaki demografik dengenin Kürtler lehine değişmesine göz yumulması, referandumun tarihi, gerekliliği ve meşruiyetinin sorgulanmasından kaçınılması. 

Washington’un kendisi de ilan edilen hedefler ile gerçekleşenler arasındaki çelişkinin farkında olsa gerektir. Bu çelişki, ABD’nin bölgeyle ilgili gizli bir gündemi olduğunu kanıtlamaya tek başına yetmese ve Irak’ın bölünmesinin kaçınılmaz olduğunu göstermese bile, Türkiye açısından tedirgin edicidir. Aslında ABD’nin uygulamada yapacağı bazı değişikliklerle K. Iraklı Kürtlerin bağımsızlığına giden yolları tıkaması halen mümkündür. Ancak bu yönde yapılacak bir değişiklik için zamanın sınırlı olduğu görülmektedir. ABD yönetimi dışında prestijli bazı kurum ve kişiler de (Uluslararası Kriz Grubu, Baker-Hamilton Komisyonu) Bush yönetimini bu konuda uyarmışlardır. Ancak Bush yönetiminin içinde ve yakınındaki bazı kişilerin de Irak’ın bölünmesi ihtimali ile bunun risk ve maliyetlerini küçümsediklerinden, hatta belki de böyle bir gelişmeyi arzuladıklarından ve bu amaç için çaba sarf ettiklerinden şüphelenilmektedir. Washington’da Kürt devleti isteyenler, buna aktif 
olarak karşı olanlar ve Kürt devleti istemedikleri halde buna razı olacak kimseler olabilir. Hatta böyle bir devleti istediği halde bu yönde ısrarcı olmayacak değişik 
kişi ve gruplar da varolabilir. 
Diğer taraftan, ABD açıkça ifade etmese de, yeterince güçlü kırmızı çizgiler çizmeyerek, K. Iraklı Kürt liderlere ve Kürt halkına bağımsızlığın ciddi bir ihtimal olduğu hissini vermiştir. Bunun dışında, gizli olarak Kürt liderlere belli şartlarda ve belli bir zaman içinde bağımsızlıklarına destek verileceği sözü verildiği de iddia edilmektedir. 
ABD uyguladığı politikalarla Kürtlerle yakın ilişkisini koruyarak şu amaçları güdüyor olabilir:

1- Kendine yardım edenleri ödüllendirdiğini göstermek,
2- Irak macerasından geriye K. Irak’ta bir “başarı hikayesi” bırakmak ve yapılan      harcama ve fedakarlıkların “tamamen boşa olmadığını” kanıtlamak,
3- Irak’ın geri kalanında kalıcı üslerin varolması şansının giderek azalması       nedeniyle bu iş için Kuzey Irak’ı hazırlamak,
4- Dünyadaki petrolün yüzde 3 ya da 4’üne karşılık geldiği söylenen K. Irak       petrolünü kendi kontrolüne almak2,
5- Kürtler konusunda geçmişte yaptığı hataları bir ölçüde telafi etmek,
6) İsrail’den sonra Orta Doğu’da koşulsuz olarak kendisine dost olacak yeni bir  devlet yaratmak,
7) Türkiye ve bölgeye komşu diğer ülkeleri, Kürt kartı sayesinde ABD politikalarına karşı daha “yapıcı” olmaya sevk etmek.
   

  Pek tabii buradaki amaçlara ulaşmanın bedeli, riskleri ve zorlukları da vardır. Kesin olan şudur ki, Amerikalılar Kuzey Irak’ı, Irak’ta varolabilecek olumlu şeylerin kanıtı ve modeli olarak görmektedir. Kuzey Irak’ın güvenlik, ekonomik faaliyetler, etnik ve dini gruplar arasındaki ilişkiler açısından diğer bölgelere göre daha iyi durumda olması Amerikalıların bu düşüncesini desteklemektedir. Buna karşılık Kürtlerin idaresindeki demokrasi sorunları, yolsuzluğun yaygın olması ve azınlıklara kötü muamele gibi eleştiriler yeterince dikkate alınmamaktadır. Oysa Kuzey Irak’ta Kürtler dışındaki etnik grupların daha fazla problem yaratma malarının nedeni durumdan memnun olmaları değil, Kürt yönetimine direnmek için kendilerini yeterince güçlü hissetmemeleridir. Peşmerge kuvvetlerinin sayı, örgütlenme, eğitim ve moral olarak iyi durumda olmaları bölgedeki direnişin şiddetini sınırlamıştır.
ABD’nin Kuzey Irak politikasında etkisi aranabilecek bir diğer husus, İsrail’in durumudur. Zira, Amerikalı karar alıcılar “İsrail için ne iyidir” sorusunu genel olarak ciddiye almaktadır. Irak’ın bölünmesinin İsrail için de bazı önemli problemler yaratabileceği iddia edilmektedir. Ayrıca, Kürtlerin en azından bir süre daha Irak’ın içinde kalıp burada veto güçlerini kullandıklarında ABD ve İsrail açısından daha “faydalı” olabilecekleri de iddia edilebilir. Ancak yine de, İsrail devletinin ve İsrail’e yakın çevrelerin Irak’ın bölünmesini engellemek için ciddi çaba harcadıkları ve Kürtlere bağımsızlığı yönelmemeleri için telkinde bulunduklarını söylemek kolay değildir.

ABD Açısından Kürt Devleti Kurulmasının Bedelleri ve Mahsurları Irak’ı  bölmek ABD’nin resmen ilan edilmiş bir politikası değildir. Ama bu gerçekten arzu edilmiyor da olsa, uyguladığı politikaların böyle bir sonucu olabilir. 
Ayrıca, yönetimin içindeki ve yakınındaki bazı grupların Irak’ın bölünmesi gibi gizli bir gündemlerinin olması imkânsız değildir. 
Irak’ta bölünme değişik şekillerde gerçekleşebilir. Ülke kesin olarak üçe veya ikiye bölünebileceği gibi, kağıt üzerinde tek ama pratikte birden fazla parçaya da bölünebilir. 

Kürtler ülkeden tamamen koparken, Şii ve Sünniler aynı ülkede kağıt üzerinde birlikte ama uygulamada farklı konumlarda yaşayabilir. Ancak Irak'ın bölünmesi çözümden daha çok, sorun yaratacaktır. Bütün büyük şehirler karışık nüfusa sahiptir. Ülkenin bölünmesi buralarda akan kanın kontrol edilemez hale gelmesi ve milyonlarca insanın etkileneceği çok büyük çaplı etnik temizlikler yaşanması anlamına gelebilir. Ülkenin bölünmesi yine, petrolün paylaşımı ve pazarlara güvenli bir şekilde ulaştırılması sorununu daha da karmaşık hale getirebilir. Bölünmeden sonra ortaya çıkacak yeni devletlerin istikrarlı, barışçı, demokrat ve müreffeh olacaklarına dair umutlar beslemek zor olabilir. Kürt devleti başta Türkiye olmak üzere komşu ülkeler için, Sünni devleti ise başta Ürdün olmak üzere Sünni Arap devletleri için, Şii devleti de Şii nüfus barındıran birçok bölge ülkesi için yeni problemler ortaya çıkarabilir. Bölünmeden sonra ya da bölünme sırasında komşu ülkelerin açık ve gizli müdahalelerini önlemek ABD için daha da zorlaşabilir. 3 Sünni üçgeni tam bir terör üretim merkezi haline gelebilir. Eğer ABD bir Kürt devletine açık ve dolaylı olarak destek verirse bu durumda Şiilerin de kendi devletçiklerini kurma ihtimali oldukça artar. Petrolden pay alamayan bir Sünni devleti Şiilerin suyunu kesebilir. Türkiye kendi iç işlerine karışacak bir Kürt devletinin suyunu, elektriğini ve dış ticaretini kesebilir. 

Bu komplikasyonların yanısıra olası bir Kürt devletinin ABD için şu türden daha ağır bedelleri olabilir: 

- Kürtlerin bağımsızlığı Şiileri de aynı yola girmelerine neden olabilir,
- Şiilerin bağımsızlıklarını elde edememeleri halinde dahi Irak’ın geri kalanında Şii hakimiyeti pekişebilir, buna paralel olarak da Irak’taki İran etkisi artabilir,
- Kürtlerin bağımsızlığı Sünni Arap devletlerinin ABD’ye daha fazla cephe almalarına, Arap halklarının Amerika’ya yönelik “nefret”inin artmasına ve terörün tırmanmasına neden olabilir.
- Derecesinin tam olarak tahmin edilmesi güç olsa da, Türk-ABD ilişkileri önemli şekilde yara alabilir.
  ABD’nin Yakın Gelecekteki Muhtemel Hareket Tarzı  ABD’nin Kuzey Irak’la ilgili olarak aşağıdaki türden ve hepsi birbirini dışlamayan birtakım seçenekleri olduğu düşünülebilir:
- Kürtleri bağımsızlıktan tamamen ya da bir süreliğine vazgeçirmek, 
- Kürtleri çıkışı olmayan bir federasyona” razı etmek,
- Kürtleri tamamen “ortada bırakmak”,
- Askerlerin bir kısmını Kuzey Irak’a taşımak,
- Kürtlere bağımsızlık ilan ettirip sembolik bir kuvvet bırakarak çekilmek,
- Kürtleri Türkiye ile “barıştırarak” çekilmek,
- Kürtleri uzaktan korumak,
- Hiçbir pozisyon almadan beklemek. 

Bir diğer seçenek olarak ABD, Kürt devletinin kurulmasına yeşil ışık yakmasa bile Kürtlerin güvenliğini “yerinden” ya da “uzaktan” garanti edebilir. Ya da Kürtlere, resmi anlamdaki bir bağımsızlıktan vazgeçmeleri ya da bu amacı ertelemeleri karşılığında güvenlik garantisi ve kendilerini yönetme noktasındaki kazanımlarını korumaları vaad edilebilir. 
Pek çok kimse, ABD’nin desteği olmadan K. Irak’ta görülebilir bir gelecekte bir Kürt devleti kurulmasının çok düşük ihtimal olduğunda hemfikirdir. Kürtler bu noktada, ABD’nin mevcut muğlak yaklaşımı sürerken “sahada” geri çevrilemez kazanımlar elde etmeyi ve Washington’un nihai karar vereceği “an” geldiğinde onu kendi saflarında olmaya zorlamayı umuyor olabilir. Kuzey Iraklı Kürtlere karşı sempati, ihtiyaç, suçluluk ve takdir hisleri duyan Amerikalıların onları bir kez daha “ortada bırakmaları” düşük bir ihtimaldir ama tamamen de imkânsız değildir.

Kuzey Irak’ta kurulacak bir Kürt devletinin bölgedeki diğer Kürtlerin ayrılıkçı taleplerini belki hemen değil ama orta vadede artırması çok muhtemeldir. 
ABD, “Büyük Kürdistan” seçeneğini kullanmasa bile hazırda tutmak isteyebilir. Kuzey Irak’ı bağımsızlığın eşiğine getirip o noktada bırakmak da ABD’ye bölgede stratejik derinlik oluşturan bir seçenek olabilir. ABD bu yolla hem Kürtleri kendisine bağımlı kılabilir hem de Türkiye dahil komşu ülkeleri “diken üstünde tutarak” Amerikan politikalarıyla barışık olmaya zorlayabilir. Bu seçeneğin İsrail için de uygun olduğu düşünülebilir. 

ABD, Irak’tan ya da daha fazla ülkeden toprak alarak kurulacak bir Kürdistan’ı hedefliyor mu bilinmez ama bu seçeneği stratejik bir ihtimal olarak tartıyor ve hazır tutuyor olabilir. ABD şimdilik Kürt sorununun çözülmeden mevcut haliyle kalmasını kendisi için en doğru tercih olarak görüyor olabilir. Bu belirsizlik ABD’ye bölgedeki ülkelere karşı birçok stratejik imkân sunabilir. Ayrıca, şu aşamada bir Kürt devletinin kurulması ya da bu ihtimalin ortadan kalkması ABD’ye değişik sorumluluklar ve bedeller yükleyebilir. İlkinde Kürtleri koruma zorunluluğu, ikincisinde ise onları bir kez daha “ortada bırakmanın” sorumluluğu olacaktır.4
Kuzey Irak’ın geleceğinde köklü etkiler bırakacak gelişmelerden biri de, ABD askerlerinin ülkenin kuzeyine çekilmesi olabilir. Bush’un Irak’ta asker artırma planının başarılı olmadığının yaz sonu ya da sonbaharda açıkça görülmesiyle, Kuzey Irak’a “yarı-kalıcı” bir şekilde çekilme seçeneği çok ciddi biçimde gündeme gelebilir. 
ABD’nin askerlerini daha güvenli olan kuzeye konuşlandırması karşılığında kendini Kürtlere daha fazla destek vermek zorunda hissedip hissetmeyeceği şimdiden merak konusudur. 
Ancak her halukarda kuzeyde kurulacak üsler Kürtleri de koruma altına almış olacaktır. Bu üsler Türkiye’yi bölgeye müdahaleden caydırma işlevi görebilecektir. 

ABD, İran ve Suriye’yi sınırlarının hemen yanı başındaki bir noktadan tedirgin edebilecektir. Kuzey Irak’ta konuşlanacak ABD birlikleri Irak’ın geri kalanına göre çok daha güvende olacaktır. Ama bu süreçte direnişçiler ve teröristler K. Irak’taki faaliyetlerini muhtemelen arttıracaktır. 
Türkiye’de de taraftarı olan bir görüş, ABD’nin Irak’taki askeri varlığını tamamen çekmesinin büyük olumsuzluklara yol açacağı görüşüdür. Ancak böyle bir çekilmenin olumlu yönleri de olabilir. Bunlar şu şekilde sıralanabilir: 
- Türkiye, PKK'ya yönelik sınır ötesi harekâtlar konusunda rahatlayabilir,
-Kürt liderlerin zihninde Türkiye'nin Kerkük'le ilgili bir oldu-bittiyi kabullenmeyeceği düşüncesi yeniden güç kazanabilir,
- Kürtler, Sünni ve Şii Araplara karşı Türkiye'nin desteğine ihtiyaç duyabilir. Kendilerini korumasız hisseden Kürtler Türkiye'ye karşı yumuşayabilir. 
Kerkük referandumu, ABD’nin K. Irak’ın geleceği konusundaki planının ve niyetinin okunabilmesinde çok önemli bir gösterge olacaktır. ABD’nin Kerkük referandumunda ısrar edip etmeyeceği, ısrar etmeyecekse nasıl bir geri adım atacağı merak edilmektedir. Kerkük’ü alan Kürtlerin Irak’ın geri kalanındaki kaosu da bahane ederek bağımsızlık için harekete geçebileceklerini ABD’li yetkililerin hesaplamış olması gerekiyor. Bu noktada referandumun ertelenmesinin tek başına çok önemli olmadığı hatırlanmalıdır. Çünkü referandum ertelense bile aradaki sürenin Kerkük’e daha fazla Kürt getirilmesi, daha fazla Arap’ın baskı ve teşvikler kendi terk etmesi amacıyla 
değerlendirilmesi söz konusu olabilir. Bu nedenle asıl önemli olan husus, ertelemenin belli bir zaman için mi, yoksa bazı şartlar oluşuncaya kadar ucu açık bir şekilde mi olacağıdır. ABD’li yetkililer Kerkük konusunda Kürtlerle her türlü pazarlığı yapabilecek konumdadır.
Yakın gelecekteki Amerikan politikaları hakkında öngörüde bulunmaya çalışırken, bu ülkedeki iktidar değişikliğinin de dikkate alınması gerekir. “Bush yönetiminin 
Kürtler ile yakın ilişkisi muhtemel bir Demokrat Başkan döneminde de devam eder mi?” sorusunun yanıtı aranırken, Irak’ın üçe bölünmesi (Joe Biden-Leslie Gelb) ve Amerikan askerlerinin K. Irak’ta konuşlanması (Richard Holbrooke5) gibi fikirlerin daha çok Demokrat stratejistlerden gelmesi bir fikir verebilir. Kürtlere açık çek verilmesine nispeten mesafeli bakanlar ise daha çok Cumhuriyetçi Parti’nin realist kanadındadır (Robert Gates, James Baker, Brent Scowcroft, Anthony Cordesman).

Yukarıda ABD için belirtilen politika seçeneklerine karşılık Kürt liderler, genel anlamda ABD’nin kendilerine borçlu ve muhtaç olduğuna ve bu nedenle de yardım edeceğine inanmaktadır. Bunun da etkisiyle, pek çok “genç milliyetçi” harekette görüldüğü üzere nerede durmaları gerektiğini kestiremeyebilirler. Arkalarından esen rüzgarın verdiği gücü sonuna kadar kullanmak isteyebilirler. Ama sağlıklı olan, Kürtlerin federalizm, bağımsızlık, Kerkük, petrol, ABD koruması, güvenlik, dış dünya ile ilişki, milliyetçiliğin duygusal dışa vurumları, pan-Kürdist dayanışma 6, refah ve saygınlık gibi amaçların hepsine aynı anda ulaşmayı ümit etmiyor olmalarıdır. 

Kürtlerin bu değerler arasında zaman, nitelik ve nicelik olarak tercihler yapması gerekmektedir. 

Kuzey Irak Bağlamında Türk-Amerikan İlişkileri ve Yapılması Gerekenler
Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti kurulmasının Türkiye için ne tür somut ve psikolojik sonuçları olabileceği ne yazık ki yeterince ayrıntılı, çok yönlü, objektif ve titiz şekilde tartışılmamıştır. Bazı sloganlar, klişeler, evhamlar, refleksler ve temenniler politika pozisyonları olarak sunulmuştur. Iraklı Kürtler şu anda ticaret, tüketim malları, dış dünya ile iletişim, elektrik, işlenmiş petrol gibi bir çok konuda Türkiye’nin iyi niyetine ihtiyaç duymaktadır. Buna rağmen zaman zaman izledikleri dostane olmayan politika, Kürtlerin devlet zırhına büründükten sonra daha da pervasız ve talepkâr olacakları endişesini yaratmaktadır. Buna karşılık, Irak Kürtlerinin bir devlete sahip olmaları halinde daha olgun ve ölçülü olacaklarını iddia edenler de vardır. Ancak yine de, Kuzey Irak’taki bağımsız bir yapının PKK’ya yataklık yapmamasının, Türkiye’nin iç siyasetine karışmaya yeltenmemesinin, Türk toprakları üzerinde hak iddia etmemesinin, Türkmen azınlığa baskı uygulamamasının, Kerkük’ü ele geçirmemesinin ve Amerikan askeri varlığına ev sahipliği yapmamasının bir garantisi yoktur. Neticede, kendi ayakları üzerinde duracak bir Kürt devletinin bölgede revizyonist politikalar izlemesi, zayıf bir Kürt devletinin de yabancı güçlerin politikalarına alet olması kuvvetle muhtemeldir. 

Şurası bir gerçek ki, ABD K. Irak’ta Kürtlere bu kadar büyük bir açık çek vermese de bölge Türkiye için her zaman potansiyel bir sorun kaynağıydı. Ancak problem bugünkünden daha kontrol edilebilir boyutlardaydı. Bugün itibarıyla, Türkiye’nin ABD politikaları karşısında izleyebileceği politikalar için şunlar söylenebilir: 

a- Bölgesel Kararlılığı Artırmak

Kuzey Irak, Suriye ve İran için ABD ile ilişkilerindeki en önemli kalem değildir. Suriye ve İran’ın Irak Kürtlerinin bağımsızlığı konusunda Türkiye kadar doğrudan, büyük ve acil bir tehdit algılamadıkları söylenebilir7. İki ülkedeki Kürt nüfusu da Türkiye’dekine göre daha küçüktür. Türkiye bu noktada Kuzey Irak’ın özellikle Suriye ve İran için de öncelikli tehdit olduğuna ikna edebilmelidir. Bunun ardından da Irak’ın tüm komşularının ABD’nin Irak’ın bölünmesini hazırlayan politikalarından vazgeçmemesi halinde ödenecek bedelin ne olduğunu
Washington’a şüpheye yer bırakmayacak kadar net bir şekilde göstermeleri gerekir.Irak’ın içindeki gruplar ise Kürt bağımsızlığına büyük ölçüde karşı olmakla beraber, yaşadıkları iç savaş, Bağdat’taki siyasi manevralarda Kürtlere ihtiyaç duymaları ve Kürtlere karşı askeri güç kullanma kapasiteleri olmaması gibi nedenlerle Türkiye’ye anlamlı destek verecek durumda olmayabilirler. 

b- ABD Kamuoyunu ve Devletini İkna Etmek 

Iraklı Kürtlerin geçmişte yaşadıkları acılar, Washington’un birkaç kez Kürtleri yarı yolda bırakmış olması ve ABD’ye en fazla destek veren grubun Kürtler olması gibi nedenlerle Kürtlere sempati duyan Amerikan kamuoyu, bağımsız Kürt devletinin sonuçları konusunda aydınlatılmalıdır. Olası bir Kürt devletinin ABD için stratejik bir yük ve ayak bağı olmasının kaçınılmaz olduğu her fırsatta vurgulanmalıdır. ABD’nin; denize çıkışı olmayan, izolasyon nedeniyle doğal zenginliklerini bölge dışına çıkaramayan Kürtleri askeri, siyasi, ekonomik ve psikolojik açıdan uzun yıllar desteklemek zorunda kalacağı anlatılmalıdır. Bu şartlarda ABD kamuoyu “Kürt devleti 
projesi”ne çok sıcak bakmayabilir. 

Bu gerçeklik Amerikan devletine de daha sık hatırlatılabilir. Washington gerçekleri ne kadar erken görür ve Kürtlerin maksimalist taleplerini azaltmak için ne kadar erken davranırsa, durum ABD, Türkiye ve bölge için o kadar olumlu olacaktır. Nitekim devletler, hayati derecede önemli olan konular hariç, dış politikalarında genelde esnek olurlar. Kuzey Irak konusunda da ABD’nin nihai hedeflerinden çok eğilimlerinden, umutlarından, endişelerinden ve arzularından bahsetmek daha doğru olacaktır. Bu çerçevede, ABD’nin Kürt devleti kurmayı “tarttığı” varsayımından hareket edilerek, böyle bir şeye tevessül etmesinin kendisi için ciddi bir bedeli olacağı gösterilebilirse, muhtemelen bu hesaplardan vazgeçecektir. 

c- Olası İkna Çabalarına Direnmek 

Bir Kürt devleti kurulmasının önündeki belki de en ciddi engel, ilgili tarafların Türkiye’nin böyle bir gelişmeyi önleme gücüne ve iradesine sahip olduğu olduğuna algılamasıdır. olmasıdır. 
Ancak buna rağmen, ABD’nin Türkiye’ye Kürt devletinin muhtemel ve kaçınılmaz olduğu ya da zararlı olmadığı yönünde telkinleri olabilir. Benzer şekilde Türkiye iç kamuoyunda, Kürt devletinin kurulmasının artık kaçınılmaz olduğu ve ona Türkiye’nin hamilik yapmaması halinde başkalarının yapacağı, iyi ilişkilerin ise Kuzey Iraklı grupların PKK’ya tavır almasını sağlayabileceği ve ABD ile önemli bir pürüzü ortadan kaldırabileceği yönündeki söylem güçlü bir perdeden dillendirilebilir. 

Bu tür girişimlere karşı hazırlıklı ve ihtiyatlı olunması gerekmektedir.
Ankara’ya PKK’ya karşı bazı önlemler alınması karşılığında Türkiye’nin Kürtlere hamilik yapması yönünde telkinlerde bulunulabilir. Ancak, ABD’nin K. Iraklı Kürtlerle Türkiye arasında hakemlik yapmak yönündeki girişimlerinin yaratabileceği bir anlaşma zemininin kalıcı olacağına güvenmek doğru olmayabilir. Çünkü, Iraklı Kürtler olgun ve tamahkar davransalar bile K. Irak’ta kurulacak bir Kürt devletinin yaratacağı emsal ve “enerji”nin kontrol edilebileceğinden emin olunamaz. Türkiye’nin, Kürt devletine olan muhalefeti konusunda ikna edilebileceği havasının oluşmasına izin verilmemelidir. Bu noktada gerekli olan şey “diplomatik caydırıcılık”tır. 

Ama aşırı ön tepkiler vermek de, Türkiye’nin kaybedildiği, artık onun “gönlünü almanın” mümkün ve dolayısıyla gerekli olmadığı şeklinde algılanabilir. 
Waşington yönetimi Türkiye’nin Kürt devletine elinden gelen her zorluğu çıkaracağını bilmeye devam etmelidir. ABD, bir Kürt devletinin Türkiye’yi tehdit etmeyeceği ve hatta yararına olacağı noktasında Türkiye’yi ikna edebileceğine inanırsa Kürt devleti için düğmeye basabilir. Oysa Ankara, ABD’nin Irak’ın bölünmesine giden adımlar atmaya devam etmesi halinde kendisiyle işbirliğini en aza indireceğini şimdiden ABD tarafının zihninde şüphe bırakmayacak şekilde belli etmiş değildir. 
Bu durum Washington bazı çevrelerin, “Türkiye’yi ikna etmenin yolu bir şekilde bulunur” düşüncesine kapılmasına neden olmaktadır.

d- ABD’ye Telkin Edilecek Hareket Tarzı 

Türkiye, ABD’ye Kuzey Irak konusundaki iyi niyetini gösterebileceği bazı davranış kalıpları önerebilir ve bunların ne kadar dikkate alındığını test edebilir. 
Kürtlerin Amerikan tarafını dinlememe gibi bir lüksleri olmadığından hareketle, Türkiye ABD’den Kuzey Iraklı liderleri dikkatini bazı hususlara çekmesini isteyebilir. 
Bunlardan biri, afâki taleplerini yumuşatmalarını istemek olabilir. Diğeri ve daha önemli olanı ise, bağımsızlığa yönelmeleri halinde onları koruyamayacaklarını 
bildirmeleridir.
Kürtler, bağımsızlığa giden yolda kendilerini korumanın en uygun yolunun, bölgelerindeki kalıcı ABD üslerinden geçtiğini düşünebilir. Gerçekten de böyle bir durum bağımsızlık ihtimalini önemli ölçüde güçlendirir. Türkiye bu yöndeki gelişmelerin önünü almak için şimdiden net bir tavır almalıdır. Uyarılarının içinde, kuzeye taşınacak üsler için kendi toprakları üzerinden lojistik akışına izin verilmeyeceği de yer almalıdır. Kuzey Irak’taki Amerikan üslerinin Ankara-Washington ilişkilerindeki en can alıcı konularından biri de PKK’nın Kuzey Irak’taki varlığıdır. ABD bugüne kadar sembolik ve çok fazla asker gerektirme yen operasyonlarla, PKK’nın lojistik, eğitim, propaganda, finansman, istihbarat, ulaştırma faaliyetlerini önleyebilecek ya da zorlaştırabilecekken bu yola hiç gitmemiştir. ABD’nin bu tepkisizliğinin nedenleri şu ihtimaller ifade edilebilir: 

- Irak’ta yeterince askerinin olmaması,
- 1 Mart olayı nedeniyle Türkiye’yi cezalandırma güdüsü,
- Iraklı Kürt gruplarla arasını bozmaktan kaçınması,
- PKK’yı İran ve belki de Suriye’ye karşı kullanma beklentisi,
- PKK’yı Türkiye ile İran gibi bir konuda daha kârlı bir pazarlık unsuru olarak kullanma beklentisi,
- Ankara’nın uyarılarının Washington’u harekete geçirecek kadar güçlü olmaması. 

PKK konusu gerek kendi özelindeki terör eylemleri, gerek Irak Kürt hareketiyle daha büyük ortak hedeflere hizmet etme bağlamında Türk-Amerikan ilişkilerinin merkezinde yer almaya devam edecektir. ABD, Türkiye’nin Kuzey Irak’a yönelik ilgisini ve enerjisini azaltmak istiyorsa, PKK konusunda anlamlı adımlar atmak zorundadır. 
Bu çerçevede Ankara’nın PKK’yla ilgili talepleri arasında şunlar da olmalıdır: 

- ABD’li üst düzey liderlerin PKK’nın amaçlarına, K Irak’taki varlığına karşı açık ve güçlü ifadelerde bulunmaları,
- ABD’nin çok fazla asker gerektirmeyen operasyonlarla PKK’nın hareket kabiliyetini zorlaştırması (haberleşme, finans, lojistiğinin kesilmesi, Türk-ABD ortak keşif uçuşları), 
- Iraklı Kürtlere PKK konusunda daha fazla baskı yapılması, Türkiye ile daha yoğun ve etkili istihbarat paylaşımına girmesi, 
- Türkiye’nin PKK hedeflerine karşı, ABD’nin bilgisi ve desteğiyle; coğrafi derinliği, kullanılan şiddetin derecesi ve süresi itibariyle sınırlı olabilecek bir askeri harekatta bulunması. 
Diğer taraftan, ABD Türkiye’yi müdahale etmekten sonsuza dek alıkoyamayacağı düşüncesiyle, Ankara’nın sınırlı ve hatta belki de “kozmetik” bir müdahale yapmasına izin verebilir. Ancak böyle bir müdahaleden sonra ABD’nin bu kez çok net ve aşılmaz “kırmızı çizgiler” koyması söz konusu olabilir. Bir başka ihtimalse, Türkiye’nin harekete geçmeye karar verdiği anda onu eyleminden alıkoymak için, Kuzey Iraklı liderler vasıtası ile bazı üst düzey PKKlıların Türkiye’ye teslim edilmesi olabilir.
Ankara, taleplerinin herhangi şekilde karşılık bulmaması halinde, Kuzey Irak’la ticaret yapılmasını, elektrik verilmesini ve lojistik akışını kesebileceğini göstermeli; 
ABD’nin İncirlik’teki faaliyetlere sınırlama getirme, belli bir süre ya da süresiz olarak üssün faaliyetlerini durdurma gibi yollara gidebileceğini bu ülkeye hissettirmelidir.

e) ABD’yle İlişkilerde Alışılmışın Dışına Çıkabilmek K. Irak ile ilgili olarak durum kritik noktaya geldiğinde ne karar vereceğini ABD’nin kendisi bile daha bilmiyor olabilir. 
Olaylar beklemediği bir noktaya geldiğinde ABD vites ve hatta yön değiştirebilir. Washington’un, Irak’ın genelinde olduğu gibi K. Irak’a yönelik politikasının da, iyi düşünülmüş ve uygulanan bir “master plan”dan çok günübirlik gelişmelerin ve tartışmaların girdabında sürüklenerek oluşuyor olabileceği ihtimali de küçümsenmemelidir. 
Ancak yine de, ABD K. Irak’ta uzun süreli askeri güç bulundurarak çevre ülkelerinin iradelerinin kırılmasını beklemeyi planladığı düşünülebilir. ABD’nin K. Irak’ı “ Nadasa bırakmak ” istediğinden şüphelenmek haksız bir endişe değildir. Washington zamanla çevre ülkelerinin zaten güçlü olmayan ortak iradelerinin çatlayacağını ve aralarında zaten olan güvensizliklerin artacağını umuyor olabilir. Bu ülkeler “sona kalmaları” halinde Kürt yönetimi ve ABD ile işbirliği yapmanın getirilerini diğerlerine kaptıracaklarını düşünebilirler. Kürtler ve ABD bu yönde şüpheler yaratmak için adımlar atabilirler. 
Türkiye, ABD’nin Kuzey Irak politikasını daha köklü biçimde etkileyebilecek bazı adımları henüz atmamıştır. Türkiye, bir Kürt devletinin kurulmasının ABD’ye yarardan çok zarar getireceği konusundaki ikna çabalarını her şartta sürdürmelidir. Ancak bu ikna çabaları, sözlü mesajlarla sınırlı kaldığında yeterli olmayabilir. 

Ankara, Washington’a bölgedeki politikalarının selameti konusunda ödeyeceği bedelin bir kısmını şimdiden gösterebilirse, Washington’un muhayyilesinde mesele doğru yönleriyle görebilir. Bu anlamda Türkiye’nin Kuzey Irak’a büyük çaplı bir müdahalesi ABD’nin bölgedeki stratejik kurgusunu bozabilir8. Nitekim Türk askeri harekatını önlemek ABD için stratejik önemdedir. Türkiye’nin müdahalesi şekli anlamda da, ABD için Irak’taki başarısızlığın yeni bir sembolü olabilir. Hatta Irak ve dünyadaki prestijine ciddi bir darbe vurabilir. 

Türkiye’nin hareket tarzının inandırıcı ve etkili olması için sınır ötesinde askerî güç kullanma iradesini yeniden kazanması gerekir. 

Ankara’nın ABD aleyhine adımlar atma isteğinde olmadığını ama gerektiği zaman bunu yapmaya kapasitesi ve cesareti olduğunu Amerikalı karar alıcılara 
gösterebilmelidir.

Posted by Haber & Fikir / Turkmeneli News 
Saturday, December 23, 2006

http://bahadirkoc.blogspot.com.tr/


***

ABD Güvenlik Politikalarında Güç Kullanımı ve Caydırıcılık., BÖLÜM 2



 ABD Güvenlik  Politikalarında  Güç Kullanımı ve  Caydırıcılık., BÖLÜM 2





Amerikan askerî operasyonlarının başka bir önemli ayağı da koalisyonlardır. Koalisyonların oluşması zaman almakta, aktörlerin sayısı arttıkça karar alma süreci yavaşlamakta ve bazen “ kervan en yavaş devenin hızıyla ilerlemektedir”. Koalisyon savaşlarında ortakların istek, kabiliyet ve duyarlılıklarının dikkate alınmasını gerektirdiğinden; 

ABD’nin karar alma bağımsızlığını sınırlandırmaktadır. Ancak koalisyonlar askerî güç kullanımına meşruiyet sağlamakta ve diplomatik maliyeti azaltıcı etkide 
bulunmaktadır.18 

  ^^ Savaşın lineer olmayan doğası her zaman, beklenmeyen, önceden kestirilemeyecek ve arzulanmayan paradoksal sonuçlar üretebilme kapasitesi taşımaktadır. ^^

Denizaşırı üsler Amerikan caydırıcılığının en önemli unsurlarından biridir.19 
Askerî üsler, hava sahası kullanma anlaşmaları,diğer ülkelerin hava alanı, liman ve diğer askerî tesislerinin kullanılması, ortak tatbikatlar, ortak operasyonlar, 
koalisyon ve ittifakların diğer getirileridir.

İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana ABD dışında sadece bir ülke (Falkland Savaşı’nda İngiltere) kendine sınırdaş olmayan bir yerde tek başına savaşmayı denemiştir.20  

90’lı yıllarda Amerikan askerî müdahaleleri Somali dışında yüksek bir başarı oranı tutturmuştur. Her savaşta elde edilen başarı ve verilen askerî kayıpların düşüklüğü; ilerde savaşın başarısı değerlendirilirken baz olarak kabul edilmektedir. Diğer yandan başarılı ve maliyetsiz Amerikan müdahaleleri Amerika’nın rakip ve düşmanlarında yılgınlık, umutsuzluk ve teslimiyet duygusu yaratmakta ve ABD “daha savaş başlamadan” galip ilân edilmektedir. 
Ancak unutulmamalıdır ki savaşın lineer olmayan doğası21 her zaman, beklenmeyen, önceden kestirilemeyecek ve arzulanmayan paradoksal sonuçlar üretebilme kapasitesi taşımaktadır. Çok sık, gereksiz ve sorumsuzca müdahale etmenin riskleri de yok değildir. Bir önceki başarıların “zafer sarhoşluğu” aynı formülleri değişik ortamlarda da kullanmaya sevk edebilir.

Bu konuda en sık verilen örnek Afganistan modelinin Irak’ta başarılı olup olmayacağıdır. Hava gücü Amerikan müdahaleciliğinin en önemli unsurlarından biridir. 
Ama hava gücü, inandırıcı “Karaya asker indirme” tehditleriyle desteklenmediğinde her zaman tek başına başarılı olamayabilir.22

Başarısız müdahaleler, “bataklığa” dönüşürse millî morale de çok büyük olumsuz etkileri olabilmektedir.

Bu tür başarısızlıklar ileride daha elzem askerî müdahalelere karşı Amerikan kamuoyunu soğutabilmektedir. Çok fazla yere müdahale eden bir Amerika, daha hayatî  çıkarlarını savunmada güçlükler yaşayabilir.23  Askerî gücün kullanılmasında yaşanabilecek başarısızlıkların askerî alanla sınırlı kalmayan sonuçları olabilir. 

Büyük çaplı bir ya da daha küçük ama seri askerî başarısızlıklar Amerikan hegemonyasını sekteye uğratabilir. Böyle başarısızlıklar potansiyel rakiplere Amerikan gücünün kırılmaz olmadığını düşündürerek umutlandırıp hareketlendirebilir. Amerika’nın savunmasını Washington’a “ihale etmiş” dost ve müttefikleri kendi başlarının çaresine bakma gereği hissedebilirler.

Bu durum güvenlik rekabetinin artmasına, bölgesel ve global silâhlanma yarışlarına ve Amerika’nın dünya olaylarını belirleme ve etkileme gücünün azalmasına  neden olabilir. Özellikle Amerika’nın coğrafî olarak farklı bölgelerde aynı anda büyük çaplı askerî operasyonlar düzenleme kapasitesi hakkında oluşabilecek soru  işaretleri, Washington uzak bir bölgede askerî olarak meşgulken “ fırsatı kullanmak isteyen ” revizyonist ülkeleri yüreklendirebilir. Ama askerî müdahalelerdeki uzun, maliyetli ve giderek “ içine çeken ” operasyonlar ve başarısızlıkların en önemli sonucu Amerikan kamuoyu üzerinde olmaktadır. Amerika’nın “ Vietnam  sendromu ”ndan kurtulması çok uzun sürmüştür.

Amerika’nın son dönemde kazandığı hızlı ve kesin askerî başarıların önümüzdeki dönemde özellikle devletlere yönelik caydırıcı tehditlere ilave bir inandırıcılık katacağı  söylenebilir. ABD, askerî güç kullanma gücü, iradesi ve isteği olduğunu kanıtlamıştır. Başarılı askerî müdahaleler zamanla askerî tehditlerin inandırıcılığını arttırarak askeri gücün daha az sıklıkta kullanılmasını sağlayabilir.

Tehditlerin baflarılı olabilmesi için Amerika’nın ‘zaman zaman’ başarılı, etkili, düşük maliyet ve az kayıplı askerî müdahaleler düzenlemesi gerekmektedir. 24 
Amerika’nın tek süper güç olduğu düşüncesi yaygınlaştıkça, Amerika’ya direnenlerin “ Güvenecek kimseleri kalmadığı” ortaya çıktıkça Amerika işini daha çok güç kullanma tehditleriyle görebilir. Washington askerî müdahalelerde Amerikan askerî teknolojisinin, ateş gücünün ve organizasyon becerisinin ve bunu kullanma iradesinin teşhirini de amaçlamaktadır. Günümüzde 19. yüzyılın “ gunboat diplomasisi” yerini giderek “tomahawk diplomasisi”ne bırakmaktadır.

Önleyici Saldırı ve Ön Vuruş Başkan Bush’un West Point Askerî Akademisi’nde 1 Haziran’da yaptığı konuşmada ortaya attığı Amerika’nın terörist örgüt ve kitle imha silâhları sahibi olmaya çalışan devletlere karşı saldırılmayı beklemeden vurmasını öngören konuşması fiiliyata geçirilirse Amerikan güvenlik stratejisinde önemli bir değişim gerçekleşecektir.25   Nükleer, biyolojik ve kimyasal silâhlara karşı saldırılmayı beklemeden önceden vurmayı öngören doktrin İsrail ve Amerika’nın İran’a karşı bir harekâtının önünü dahi açabilir. Ama asıl önemi caydırıcılık boyutunda olacaktır. Bu tür silahlar edinmek isteyen ülkelere Amerika “sakın!” demektedir, “sakın, yoksa sizin için çok kötü olur.” Doktrinin resmî halinin sonbaharda açıklanması beklenmektedir. Açıklanacak doktrinin hukuksal ve siyasî olarak eleştirilecek çok yönü olsa da bu tür girişimlere karşı Amerikan caydırıcılığını arttıracağı tahmininde bulunabiliriz.

Kitle imha silâhları edinme arzusu gösteren ülkeler bu konuda “ Bir kere daha düşüneceklerdir ”. Doktrinin hukukî problemler açması kaçınılmaz olacaktır. 
Doktrin ve onun yaratacağı rüzgâr, hukuku da beraberinde değişmeye zorlayabilir.

Konuyla akla gelen ilk sorular doktrinin ne kadar net olacağı ve yoruma ne kadar açık kapı bırakacağıdır.

< Washington askerî müdahalelerde Amerikan askerî teknolojisinin, ateşgücünün ve organizasyon becerisinin ve bunu kullanma iradesinin teşhirini de amaçlamaktadır. >

Bu yaklaşımı pratikte uygulamakla doktrin olarak benimsemek arasında farklar olabilir. Amerikan yönetimi bu politikayı her yer ve zamanda uygulamaktan
çok, seçici olmak zorundadır. Muhtemelen ayrıntılara fazla girmeden kitle imha silâhları edinme ve terör eylemine girişmeyi caydırmayı amaçlayan bir doktrin 
açıklanacaktır. 

Buradaki caydırıcılık karşı tarafın silâhları kullanmasını değil edinmesini engellemeye yönelik caydırıcılıktır.
Böylece ABD klâsik anlamda caydırıcılık ve çevreleme politikaları haricinde ön alma ve engelleyici saldırı seçeneklerini de portföyüne sokmuş olacaktır. Ön vurmanın menüdeki seçeneklerden biri olması gerektiği ama stratejinin kendisi olmaması gerektiğini savunan askerî uzmanlar da bulunmaktadır. Doktrinin bağlayıcı olmasının uluslararası siyasî maliyeti olabilir. Amerika’nın uluslararası hukuk ve kurallara uymayan kontrolsüz bir devlet hâlini aldığı imajı netleşebilir. Doktrin ve beraberindeki tehditler net ifadelerle dillendirilip uygulamada yeterince takipçi olunmazsa bu durum da tehditlerin inandırıcılığına zarar verebilir. Doktrinin son hâli Irak’a yönelik operasyonun öncesinde açıklanarak atmosfer hazırlanabilir.

Sonuç

Savaş, Amerikan başkanları için çok önemli bir karar olmaya devam edecektir. Askerî gücün kullanılması önemli bazı stratejik, ahlakî ve psikolojik kriterler arasında karmaşık öncelik tercihleri (trade- off) gerektirmektedir. Karmaşık kararlar bazen çok fazla düşünmeye ve tartışmaya fırsat kalmadan eksik bilgi ve istihbaratla alınmak zorunda kalınabilir. Askerî güç özellikle siyasî ve diplomatik ortamı değiştirici gücü ile Amerika için avantajlı “kontekstler yaratma” imkânı sağlamaktadır. 

Ama bu ortamlarda ne olacağı büyük ölçüde diplomaside gösterilecek maharete bağlıdır. Askerî güç bazı şeyler yapabilir ama her şeyi yapamaz. Araçları, amaçları, zamanlamayı, ortakları, düşmanı seçmek ve güç kullanımı ile diplomasinin beraber uyumlu kullanımı önemli olmaya devam etmektedir.

Müdahale edilecek çatışmanın ya da düşmanın doğası ve amaçları; kullanılması gereken gücün türü, şiddeti, zamanlaması; müdahale öncesi diplomatik ortamın 
hazırlanması, ortakların seçimi ve iknası Amerikan askerî müdahalelerinin başarısını belirleyen en önemli faktörlerdir.




DİPNOTLAR;

1 Thomas C. Schelling, Arms and Influence, New Haven: Yale University Press, 1966; Gordon A. Craig ve Alexander L. George, Force and Statecraft, New York: 
Oxford University Press, 1995, ss. 196-213; Richard Haass, Intervention: The Use of American Military Force in the Post-Cold War World, Carnegie Endowment for International Peace, 1999; Richard Haass, The Use and Abuse of Military Force, Brookings Institution, Kasım 1999, Richard Haass, “Military Force: A User’s Guide”, Foreign Policy, K›fl 1994, ss. 21-38; Barry M. Blechman ve Tamara Cofman Wittes, “Defining Moment: The Threat and Use of Force in American Foreign Policy”, Political Science Quarterly, Bahar 1999, s. 1- 31; Charles William Maynes; “Relearning Intervention”, Foreign Policy, Bahar 1995, ss. 96-114. 
2 John Mueller, Retreat from Doomsday, New York: Basic Books, 1989.
3 Robert Jervis, “Theories of War in an Era of Leading-Power Peace”, American Political Science Review, Mart 2002, ss. 1- 14.
4 Güç kullanımı konusunda Avrupa ve ABD arasında giderek belirginleşen perspektif farklılıkları için bkz. Robert Kagan, “Power and Weakness”, Policy Review, Haziran/Temmuz 2002, ss.
5 Gregory F. Treverton, Framing Compellent Strategies, Rand Corporation, 2000.
6 Maynes, “Relearning Intervention”, s. 102.
7 Şanlı Bahadır Koç, “Deterrence Failure in Theory and Practice”, (Yayımlanmamış Makale).
8 Caspar Weinberger, “The Uses of Military Power”, Ulusal Basın Kulübü’nde 28 Kasım 1984’de yapılan konuşma. Metin için bkz. Richard Haass, Intervention, içinde ss. 197-205.
9 Richard Haass, The Reluctant Sheriff: The United States after the Cold War, Brookings Press, 1997, s. 111.
10 Colin Powell, “US Forces: Challenges Ahead”, Foreign Affairs, Kış 1992/1993,  ss. 32-45.
11 Donald Kagan ve Frederick W. Kagan, While America Sleeps, St: Martin’s Press, 2000, s. 304-305; Jeffrey Record, “Weinberger- Powell Doctrine Doesn’t Cut It”,  US Naval Institute Proceedings, Ekim 2000.
12 Jacob Weisberg, “Doctrine, heal yourself”, Slate, 25 Eylül 2001.
13 Nitekim Powell’ın kendisi de aynı makalede fazla net, bağlayıcı ve yaratıclığı sınırlayan prensiplerin tehlikelerine dikkat çekmiştir. Powell, “US Forces...” ss. 37-38.
14 Haass, “Military Force: Users’s Guide”, s. 21.
15 Joshua Muravchik, The Imperative of American Leadership: A Challenge to Neo-Isolationism, The AEI Press, 1996, s. 153.
16 Barry Blechman, "The Intervention Dilemma," The Washington Quarterly, Yaz 1995, ss. 64.
17 John Orme, "The Utility of Force in World of Scarcity”, International Security, K›fl 1997, ss. 138-167. Afganistan operasyonunda Amerika’nın yeni teknolojileri kullanmadaki performansı için bkz. Michael O’Hanlon, “A Flawed Masterpiece”, Foreign Affairs, Mart/Nisan 2002, ss. 47-63.
18 “Coercion and Coalitions”, Daniel L. Byman, Matthew C. Waxman, ve Eric Larson, Air Power as a Coercive Instrument, Rand Corporation, 1999, ss. 87-106.
19 Deniz aşır üslerin Amerikan güvenlik politikalarındaki önem ve işlevleri için bkz. Richard L. Kugler, Changes Head: Future Directions for the U.S. Military Presence, Rand Corporation, 1998, s. 1-29.
20 Gregg Easterbrook, “Force of Habit”, The New Republic, 17 Aralık 2001.
21 Edward Luttwak, Strategy: The Logic of War and Peace, Belknap Press, 1990.
22 Darly G. Press, “The Myth of Air Power in the Persian Gulf War and the Future of Warfare”, International Security, Kış 2001, ss. 5-44; Rob de Wijk, 
 “The Limits of Military Power”, The Washington Quarterly, Kış 2002, ss. 75-92; Daniel L. Byman, Matthew C. Waxman, ve Eric Larson, Air Power as a
 Coercive Instrument, Rand Corporation, 1999; Scott A. Cooper, “The Politics of Airstrikes”, Policy Review, Haziran 2001.
23 Pentagon Amerika’nın iki büyük savaşı aynı anda sürdürebilme kapasitesini sorgulamaya başlamıştır. Acaba ABD, örneğin, bir yandan 300 bin askeri Saddam’ı  devirmek için Körfez’e getirip aynı zamanda Tayvan Körfezi ya da iki Kore arasındaki bir savaşa tam gücüyle yetişebilir mi? Colin Powell böyle bir yeteneğin kazanılması ve bunun ortaya konmasının aynı anda iki savafl yapmak zorunda kalmamanın en önemli güvencesi olacağı düşüncesidir. Powell, “US Forces...”, s. 35; Michele A. Flournoy, “Re-evaluating the 2 Major Theater War Strategy”, CSIS, 20 Haziran 2001; Tony Karon, “Why the Pentagon May Revise its Two-War Strategy”, Time, 8 Mayıs 2001.
24 Barry M. Blechman ve Tamara Cofman Wittes, “Defining Moment...”, ss. 5-6.
25 Thomas E. Ricks and Vernon Loeb, “Preemption to Be Military Policy”, Washington Post, 10 Haziran 2002.
  

***