30 Eylül 2017 Cumartesi

ABD VE IRAK: “ GİTMEK Mİ ZOR, KALMAK MI? ” BÖLÜM 1



ABD VE IRAK: “ GİTMEK Mİ ZOR, KALMAK MI? ” BÖLÜM 1


Şanlı Bahadır Koç,
ajp1914@yahoo.com

Irak’ta resmî hedeflerinin çok uzağına savrulan ABD politikası, beklentiler, sahadaki gerçekler, Clausewitz’in “savaşın sisi” dediği algı kırılmaları, ideal olan, mümkün olan, kabul edilebilir olan, mevcut politikada ısrar edilirse muhtemel olan, planlanan, korkulan, kontrol dışı olan ve bilinmeyen faktörler ve senaryoların yumağında debelenmektedir. Zaten yeterince karışık olan bu resme iç politikadaki “köşe kapmaca”ları, kişisel çatışmaları ve Başkan Bush’un bir sanat formu haline getirdiği inadını da eklemek gerekebilir. Bu yazıda ABD’de Irak’la ilgili yapılan son tartışmalar özetlenecek, ABD’nin bu ülkeye yönelik politikasında değişiklik yapma ihtimali ve muhtemel seçenekleri değerlen dirilecek tir. Ayrıca bu tercihlerin Irak’taki durum, bölge ülkeleri ve Türkiye’nin çıkarları üzerindeki potansiyel etkileri tahlil edilmeye çalışılacaktır. 

ABD'nin Irak’la ilgili olarak seçenekleri ki bunların bazılarını aynı anda uygulayabilir- şunlar olabilir
[1]: Mevcut politikada ısrar
[2], istikrara öncelik verilmesi
[3], Irak'ı ikiye/üçe bölmek
[4], hızlı (6 ay içinde?) ve topyekün çekilme 
[5], daha çok asker göndermek 
[6], çekilmek için kesin/muğlak bir tarih vermek (2007-8-9) veyahut 
kademeli bir çekilme takvimi açıklamak 
[7], Az sayıda büyük üsse çekilmek 
[8], Irak ordusunun darbe yapmasına izin vermek/teşvik etmek. 
[9] ABD kuvvetlerinin, Irak’taki coğrafi konumunu değiştirmeye yönelik seçenekleri ise en kaba haliyle şu şekilde özetlenebilir: ABD askerlerinin özellikle etnik çatışmaların  yaşandığı ve bunları engelleme umudu olmayan bölgelerden, 
a) Irak’ın Suriye ve İran’la sınırına yakın bölgelere, 
b) yerleşim bölgelerinden uzak yerlere, 
c) Kuzey Irak’a, 
d) Irak dışındaki Kuveyt ve Katar gibi bazı bölge ülkelerine, 
e) bölge dışında ama bölgeye yakın, gerektiğinde Irak dahil bölgeye müdahale edebilir noktalara (Diego Garcia)[10] kaydırılması. 
Ayrıca Amerikan güçlerinin sürekli saldırı altında olduğu Sünni bölgesini terk etmesi ya da bunun tam tersine ülkenin merkezi olan Bağdat’ta güvenliği sağlamak için buradaki kuvvetleri Irak içinden ve/veya dışından birliklerle takviye etmesi seçenekler dahilindedir.[11]

Irak’ta yaşananların bir iç savaş olup olmadığı büyük ölçüde semantik ve akademik bir konudur. Tartışılmaz olansa, Irak’ın belki de hiç olmadığı kadar kötü bir durumda olduğudur: Etnik ve mezhepsel çatışma, işgal, parçalanma, kanunsuzluk, devlet kurumlarının çökmesi, anarşi, nihilist terörizm, ekonomik tıkanıklık, hizmetlerin durması, sosyal çöküntü, atomize olma, etnik temizlik, iç ve dış göç, beyin göçü, sermaye kaçışı, dış müdahale, yolsuzluk, güvensizlik, umutsuzluk, korku, paralize (felç) olma hali.[12] Bir devlet baskıcı, işgüzâr, hantal, verimsiz ve “akılsız” olabilir. Ama Irak’ta yaşananların gösterdiği bir şey varsa o da en kötü devletin bile onun olmadığı anarşiye yeğ olduğudur. Orduyu ve bürokrasiyi dağıtarak Irak devletinin içini boşaltan ABD, Irak’ta yaşanan bu kaosun belki tek değil ama şüphesiz en önemli müsebbibidir Nedenlerini ve boyutunu burada ayrıntılı olarak tekrarlamaya gerek olmayan bu “acıklı durum”, ABD’ye Irak’ta bundan sonra yaşanacaklarla ilgili çok büyük görevler yüklemektedir. Irak’ta yaşananlar ABD’nin siyasi, askerî, ekonomik ve moral gücünü emmekte, içinde birliğini bozmakta ve hem bölgedeki hem de dünyanın geri kalanındaki seçeneklerini kısıtlamaktadır. Durumun ve gelecekte yaşanabileceklerin vahameti ABD’nin Irak’taki politikalarında 
temel, çok boyutlu ve olabildiğince hızlı bir değişikliğe gitmesini şart koşmaktadır. Amerikan halkının Irak’la ilgili olarak Kongre seçimlerinin sonuçlarına da yansıyan memnuniyetsizliği, mevcut politika ve onun getirdiği başarısızlıkla haklı veya haksız- en çok özdeşleştirilen Donald Rumsfeld’in görevden ayrılması ve Irak Çalışma Grubunun Raporu’nun (İÇG) daha yayınlanmadan tetiklediği tartışma ortamı, mevcut politikada değişikliği gerekli ve mümkün kılmakta ama kaçınılmaz hale getirmemektedir.[13] ABD’nin Irak politikasında yaşanması beklenen değişimin, “projenin” stratejik düzeydeki amaçlarıyla mı hayata geçeceği yoksa sadece taktik boyutunda mı kalacağı henüz belli değildir. Başkan Bush’un Irak politikasını hemen ve temelden değiştirmesini beklemek doğru olmayabilir.[14] 

IÇG Raporu, ABD’nin Irak’ta çok ciddi bir başarısızlık yarattığı gerçeğini kuşkuya yer bırakmayacak şekilde kayda geçirmiş ve resmîleştirmiştir. Yönetimin 
performansına yönelik keskin eleştirileri Bush’un egosunu zedelemiş olabilir. Bush’un egosuna, geri adım atmamaya ve kararlılığa belki biraz fazla önem veren bir lider olması, onun bu rapora ve Irak’taki duruma vereceği tepkiyi koşullandırmaktadır. Rapor, Pınar Bilgin’in de dikkat çektiği gibi, “bütüncül” bir yaklaşımla “sorunların içiçeliğine vurgu” yapmış ve entegre bir çözüm gerektiğini belirtmiştir. Yapılan önerilere tamamen katılmayanların bile, bu basit ama her zaman telaffuz edilmeyen gerçeğin altını çizdikleri için Komisyona müteşekkir olması gerekir. Raporun eleştirilecek çok yönü olabilir ancak Washington’da Irak konusunda gerçek bir tartışma yarattığı gerçeği göz ardı edilmemelidir. İşin ilginç yanı, bu tartışmanın en az iki yıl geç kalmış olmasıdır. Irak’ta hızla gelişen ve kontrolden çıkmak üzere olan olaylar raporu bir anlamda eskitmiştir. Raporun oldukça başarılı bir şekilde kayda geçirdiği Washington’un hatalar zinciri, ABD’nin elinden başarı için gerekli olan seçenek ve enstrümanların önemli bir kısmını almıştır. 

Oldukça kapsamlı ve zengin olan ve demokratikleşmeye hemen hiçbir vurgu yapılmayan IÇG Raporu’nun en önemli noktaları şunlardır:

1) Irak bölünmemelidir, Irak Hükümeti elini çabuk tutmalı ve Sünnileri de içine alan bir millî uzlaşmaya zorlanmalı ve kendisine verilen yardım, takvime bağlanmış performans kriterleri ile (“benchmarklar”) koşullandırılmalıdır. Sünnilere yönelik adımlar içinde; Baas’tan arındırmanın tersine çevrilmesi, genel af, petrol gelirlerinin merkezî kontrolü ve adil paylaşımı yer almalıdır.
2) ABD askerleri, güvenliği sağlama görevini Irak kuvvetlerine bırakmalı ve kademeli olarak çekilmeli, bu arada savaşan unsurların yerini Irak ordusunda küçük birimlere iliştirilerek (embed) görev yapacak çok sayıda Amerikalı askerî danışmana bırakmalıdır,
3) Uluslararası Destek Grubu oluşturulmalı, bölgesel konferans toplanmalı[15], İran ve Suriye ile diyaloğa girilmeli, Arap-İsrail sorununda ilerleme 
kaydedilmelidir.[16]

Irak Çalışma Grubu ve raporunu[17] birçok farklı –ama birbirini tamamen de dışlamayan- şekilde “okumak” mümkündür:

-“Yetişkinlerin yaramaz çocuk Bush’un kırıp döktüklerini” mümkün olan ölçüde toparlama girişimi,

- Yeni muhafazakârlara[18] karşı realistlerin[19], İsrail Lobisine karşı “Önce Amerika” diyenlerin[20], Yönetime karşı Kongre’nin kısmi bir başkaldırısı,

- Cumhuriyetçi Parti’nin 2008 seçimlerini Irak’ın gölgesinden kurtarma denemesi, 

- ABD dış politikasında “merkez”i saptamaya ve konsensüs oluşturmaya yönelik bir iki partililik (bipartisanship) girişimi[21],
- Yönetimin Irak’ta gerekliliğine “yarım yamalak” da olsa ikna olur gibi olduğu ama bunu kabul etmeye cesareti, formüle etmeye aklı ve uygulamaya gücünün 
olmadığı adımları atmak için kurulmuş bir “paravana”[22],

- Kurulduğunda, geçmişteki başka birçok örnek gibi tarihe kısa bir dipnot olarak geçme ihtimali yüksek bir komisyonken, Irak’ta olayların kontrolden çıkması ve 
savaşa yönelik halk desteğinin çökmesi ile gerektiğinden fazla umut bağlanan bir sihirli değnek (deus ex machina). 

Rapor Irak’taki durumun vahametini ortaya koyduktan sonra kolay, çabuk, maliyetsiz, risksiz ve başarı şansı yüksek bir formül olmadığını da kabul etmektedir. 

Raporun önerdiği eylem planının başarılı olmasının çok büyük ölçüde diğer aktörlerin vereceği tepkiye bağlı olması dikkat çekmektedir.[23] Ama rapor önerilen politikalar başarılı olmazsa ne yapılması gerektiğini yeterince irdelememektedir. Aslında belki de, raporun çok açık söylemese de ima ettiği, Irak’ta başarılı olmanın, hele ilk başta konan hedeflere ulaşmanın artık mümkün olmadığı, bu nedenle de belki çok daha mütevazı sonuçlara ulaşmanın ve kayıplar daha da artmadan kontrollü biçimde çekilmenin tercih edilir olduğudur.[24] Buna göre, eski politikada ısrar ettikçe ödenecek bedel artacak ve olumsuz sonuçları sadece Irak’la sınırlı kalmayacaktır.

IÇG Raporu hem analiz hem de yaptığı öneriler açısından kusursuz olmamakla beraber, Bush yönetiminin uzun süredir içine kapandığı ve “dostça olmayan verilerin” içeri sızmasına imkân vermeyen kabuğu çatlatmıştır. Ülkenin geri kalanı ise zaten bir süredir Irak’ın kurtarılamaz olduğu sonucuna varmıştır. Rapor, Irak’la ilgili ana tartışmaya önemli miktarda gerçekçilik enjekte etmiştir. Birileri bu rapordan daha parlak fikir ve öneriler beklemiş olabilir. Ama bu rapor şu anda Irak’la ilgili yönetim dışında yapılan tartışmaların ortak paydasını yansıtmaktadır. Kamuoyu yoklamaları Amerikan halkının IÇG ve onun temel önerilerine belirgin şekilde müspet baktığını göstermektedir.[25] Raporla ilgili belki de en kapsamlı çalışmayı yapan Uluslararası Kriz Grubu, Komisyonun analiz ve önerilerine büyük ölçüde iştirak etmekle beraber, iki temel eleştiride bulunmaktadır[26]:

1) Rapor, Irak Hükümetini temsilî gücü olan bir yapı olarak göstermesine rağmen aslında Hükümet böyle değildir ve mevcut güç ve zenginlik pozisyonuna sıkıca tutunarak sistem dışındakilerin içeriye gelmesini engellemektedir. Irak Hükümeti aslında oyunculardan sadece biridir ve ayrıcalıklı bir aktör olarak görülmemelidir.

2) Irak’ın komşuları ile diyalog gereklidir ama yeterli değildir. ABD’nin bunun ötesine geçerek bölgeye yönelik stratejik bakışını toptan değiştirmesi ve rejim 
değişikliği, Irak’ın model olarak öne sürülmesi ve “şer ittifakı söylemi”ni terk etmesi gerekmektedir. Aksi takdirde İran ve Suriye’nin, Irak’ta ABD’ye yardım etmek için yeterince nedenleri olmayacaktır. Bu iki ülke Irak’ta kaos istememelerine rağmen ABD’nin başarılı olmasından ve sıranın kendilerine gelmesinden daha çok korkmaktadır. 

Suriye ve İran’la Diyalog

İran ve Suriye, Washington’a Irak’taki durumla ilgili olarak niye[27], ne kadar ve ne karşılığında yardım edebilir? Washington’un İran ve Suriye ile diyaloğa girmesi gerektiğini savunanlar bunun yöntemi, zamanlaması, içeriği, amaçları, başarı şansı, olası getirileri ve fırsat maliyeti üzerine yeterince derin tahlillere girişmemiştir. 

Bu öneriye karşı çıkanlar, bu ülke ile doğrudan diyaloğa girmenin bu rejimleri cesaretlendireceğinden, taleplerini artırmalarına neden olabileceğinden, onlara 
meşruiyet vereceğinden, muhalif güçleri düş kırıklığına uğratacağından, onlara karşı zar zor oluşturulan bölgesel ve uluslararası cephenin zayıflamasından ve İran’ın nükleer programına karşı belirmeye başlayan konsensüsün dağılmasından endişe etmektedir.[28] Böyle bir diyalog ABD’nin Irak’ta yenildiğini tescilleyecektir. 
Ayrıca bu gruba göre İran şu an gücünün zirvesinde olduğunu düşünmektedir ve muhtemelen ABD’nin önüne koyacağı fatura oldukça yüksek olacaktır.[29] 

Bu görüşe göre, aslında Tahran’ın Iraklı Şii gruplar üzerindeki etkisi sınırlıdır ve bu nedenle istese bile ABD’ye yapabileceği katkı azdır.[30] Hem zaten Rice’ın da dediği gibi eğer İran, gerçekten Irak’ta kaostan korkuyorsa o zaman karşılığında bir şey almadan da ABD’ye yardım etmesi gerekir[31]. ABD’nin İran’a taleplerini iletmek için onunla doğrudan konuşmasına gerek yoktur. O nedenle İran’la diyalog gerekli ve faydalı değildir.[32] İran ve Suriye gibi hasımlar için, hem Suudi Arabistan ve Ürdün gibi dost komşularla, ayrıca El Kaide dışındaki Sünni direnişçilerle, hem de Sadır gibi Şii milislerle konuşmak, anlaşmak ve bu diyaloglardan anlamlı bir sonuç çıkarmak çok kolay olmayabilir. Öte yandan diplomasi bazen daha önce düşünülmeyen yeni imkânlar yaratabilir. Sırf konuşuyor olmak tarafların pozisyon ve eylemleri üzerinde bazen yumuşatıcı etkiler yapabilir. Ayrıca, bütün taraflarla konuşuyor olmak ABD’ye, “sen anlaşmayacaksan diğerleriyle anlaşırım” deme imkânı verebilir. 

Eğer İran ABD’ye yardım etmediğinde kendisine yönelik askerî saldırı ihtimalinin artacağını düşünür, Irak’ın parçalanmasının kendisine de zarar vereceğini hesaba katar, ABD ile diyaloğun nükleer programının kabullenilmesine değilse bile rejime karşı bir hareketi engelleyeceğine inanırsa, Irak’taki duruma olumlu, anlamlı ama sınırlı bir etkide bulunabilir. İran biraz “nazlandıktan” sonra bile yardım ederse, belki ABD tarafından nükleer programına yeşil ışık alamayabilir ama ön alıcı bir askerî harekâtın hedefi olma ihtimalini azaltabilir. Eğer İran, nükleer programına ek olarak Irak’taki problemlerin önemli bir kaynağı olarak da görülürse, o halde tüm bedel ve risklerine rağmen askerî bir harekâta hedef olabilir. İran, ABD’nin Irak’ta biraz daha batağa saplanmasını ve bir süre sonra daha umutsuz bir halde kendi kapısını çalmasını isteyebilir. Bu nedenle ABD’nin kendi açısından belki de, İran’a Irak konusunda konuşma ve pazarlık yapma teklifinin “sonsuza kadar masada olmayacağını” ve işbirliği yapmamanın bir bedeli olacağını belli etmesi gerekir. Bu noktada önemli bir soru da, ABD’nin Irak’ta kalırsa mı, yoksa buradan çekilirse mi İran’a karşı daha fazla manevra imkânı ve inandırıcılığı olacağıdır. İranlı yetkililer ABD ile konuşmanın ön şartının Washington’dan çekilme olduğunu söylerken ne kadar ciddidirler? 

ABD, İran’la konuşmaya aşağıdaki adımları attıktan sonra başlarsa pazarlıkta eli daha güçlü olacaktır:

Bölgesel müttefikleriyle “safları sıklaştırdıktan” ve onlara İran’la konuşmanın aralarındaki ilişkinin doğasını değiştirmeyeceği güvencesini vermesi, nükleer konuda 
uluslararası diplomatik baskıyı artırması, Tahran’a pazarlıkla ilgili beklentilerinitörpüleme mesajı vermesi, İran ile Suriye arasına bazı güvensizlik tohumları atması, pazarlık için bir zaman tahditi olduğunu hissettirmesi, ABD içinde belli bir konsensüs oluşturması, Filistin sorununda bir çeşit ilerleme olduğu hissi yaratması. 

Suriye İran’dan koparılabilirse[33] bunun Orta Doğu satrancında stratejik sonuçları olacağı söylenebilir. Suriye, İran’ı bıraktıktan sonra “ortada kalmayacağına”, uluslararası sisteme ve Orta Doğu’daki “saygın” Arap devletleri kulübüne kabul edileceğine ikna olursa; Lübnan’da kaybettiği etki ve prestijinin tamamı değilse bile bir kısmına tekrar sahip olacağını ve Golan’ı hemen değilse bile makul bir süre sonunda geri alabileceğini bilirse, İran ile arasındaki giderek daha asimetrik ve “belalı” hale gelen ilişkiden kopabilir. Ama henüz hem İsrail’de hem de Washington’da bu yönde bir irade görülmemektedir. Ama zaten bu yönde bir gelişme yaşanacaksa da bunun ilk başta açık açık değil perde arkasında yapılan gizli diplomasi ile olgunlaşması muhtemeldir. Nüfusunun çoğunluğu Sünni olan Suriye İran’a karşı oluşan Sünni Arap bloğunu çok fazla karşısına almakta tereddüt edebilir.[34] Gerçi benzer bir blok 1980’lerde vardı ve Suriye bunun dışında kalabilmişti ama bu sefer rejimin gücü, kendine güveni ve Batı’ya karşı manevra alanı çok daha dardır. 
ABD’de hem Irak hem de Orta Doğu’nun genelinde bir Şii-Sünni çatışmasını ABD’nin veya kendi çıkarlarıyla uyumlu gören, böyle bir çatışmanın yaşanmasını ümit eden ve bunun için çalışanlar olabilir. ABD desteğini ve gazabını bu iki gruba dağıtarak aradaki dengeyi -ya da dengesizliği- tamamen değilse de önemli ölçüde etkileyebilir. 

Washington’da son dönemde “Şiiler sayıca daha fazla oldukları ve Sünnileri yenecekleri için Şiileri destekleyelim” şeklinde özetlenebilecek bir fikir[35] telaffuz edilmeye başlanmıştır. Zira, Irak’ta ABD’nin kim ne derse desin en fazla önem verdiği şey olan petrol, Sünni değil Şii ve Kürt bölgelerindedir. Öte yandan, Sünnilerin Irak’ta az ama Arap ve Müslüman dünyada çoğunlukta olduğu ve son dönemde ABD’ye problem olan terör örgütlerinin genelde Sünni kökenli olduğu unutulmamalıdır. 

ABD’nin Sünnilere karşı olduğu şeklinde bir görüntü vermesi halinde, terörün hedefi olma ihtimali artabilir. 

Türkiye Raporda, Irak’ın bölünmemesi, Kerkük referandumunun ertelenmesi, petrolün Bağdat’ın kontrolünde olması, komşularla diyalog içinde olunması gerektiği gibi Türkiye’nin uzun süredir ifade ettiği birçok fikrin vurgulanması ve PKK’dan bahsedilmesi olumlu, ama Türkiye’nin Irak’la ilgili problem yaratabilecek “önemli bir Sünni ülke” olarak gösterilmesi olumsuz olarak değerlendirilmiştir.[36] Ayrıca, raporun Irak’ta kalıcı üs istenmediğinin şimdiden belirtilmesi gerektiğini yazması, Baas’tan arındırmanın geri çevrilmesini tavsiye etmesi, güç paylaşımının içine Sünnilerin daha çok çekilmesi gerektiğini savunması da Türkiye’yi memnun etmiştir. Öte yandan, raporda Suriye ve İran’ın oynadığı ve oynayabileceği rollere vurgu yapılırken, Türkiye’nin Irak konusunda ödediği bedeller, yaptığı fedakârlıklar, verdiği yardımlar ve özellikle PKK’ya karşı sınır ötesi bir harekât konusunda kendisini tutmasına hiçbir atıf olmaması üzücü olarak nitelendirilebilir. Bir başka hassas nokta da, 
eğer ABD tarafından Irak’ın –İran ve Suriye dahil ya da hariç- komşularına yönelik diplomatik taarruzu başlarsa, böyle bir ortamda Türkiye’nin Kuzey Irak’a yönelik askerî bir harekâta girişmesinin diplomatik ve psikolojik olarak güçleşebileceğidir.[37] Washington Türkiye’nin bu yönde bir girişiminin yeni iklime uymadığını iddia edebilecektir.

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder