18 Kasım 2016 Cuma

1962–1967 SÜRECİNDE KIBRIS TÜRK MİLLİ MÜCADELESİ, BÖLÜM 1



1962–1967 SÜRECİNDE KIBRIS TÜRK MİLLİ MÜCADELESİ, BÖLÜM 1



1962–1967 SÜRECİNDE KIBRIS TÜRK MİLLİ MÜCADELESİ, TÜRK MUKAVEMET TEŞKİLATI VE KENAN ÇOYGUN PAŞA 
İkinci Uluslararası TMT Sempozyumu, 
Mücahitler Derneği, 
TMT Derneği ve 
KKTC Üniversiteleri, 
KKTC, 26 Ekim-1 Kasım 2011, 
KKTC, Cilt III, s. 141-208. 


GİRİŞ 

XIX. yüzyılın ilk yarısında başlayan Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhak girişimleri adanın 1878’de İngiliz yönetimine bırakılmasından sonra daha da artmış, hatta Rumlar yeni yönetimin de göz yummasıyla zaman zaman isyan etmişler ve Türklere yönelik çeşitli tacizlerde bulunmuşlardır. İkinci Dünya Savaşı sonrası İngiltere’nin ada üzerinde özerklik konusunu gündeme getirmesi ise Kıbrıs’ta iki toplumun bir daha geri dönülemez bir biçimde karşı karşıya gelmesine yol açacak yeni bir dönemin başlamasına neden olmuştu. 15 Ocak 1950 günü Kıbrıs Kilisesi Başpiskoposu Makarios III öncülüğünde adanın Yunanistan’a ilhakı için halkoylaması yapan Rumlar bu girişimlerini kabul ettiremeyince bu kez Yunan 
ordusunda albay rütbesini almış Kıbrıslı bir subay olan Georghios Thedors Grivas’ın liderliğinde EOKA (Kıbrıslı Savaşçıların Ulusal Birliği) adlı terör örgütünü kurarak Megali İdea çerçevesinde adanın Yunanlaştırılmasına çalışmışlardır. Kıbrıs Türklerine yönelik kanlı eylemler gerçekleştiren EOKA terör örgütüne Kıbrıs Ortodoks Başpiskoposu Makarios’un Partisi EDMA (Yeniden Demokratik Yapılanma Birleşik Cephesi) ve AKEL (Kıbrıs Rum Komünist Partisi) de destek vermekteydi.1 

Rum saldırıları Türkiye’de büyük yankı bulmuş, ülkenin dört bir yanında düzenlenen mitinglerle Rum katliamları kınanmış, hükümetin Kıbrıs Türklerine daha aktif bir şekilde yardım etmesi istenmiştir.2 Nitekim Türk hükümeti İngiltere nezdinde girişimde bulunarak Türk halkının can ve mal güvenliğinin korunmasını istemişse de olayların önü alınamamıştır. 

Kıbrıs Rum lideri Başpiskopos Makarios ve George Grivas Kıbrıs milliyetçisi değil Yunan milliyetçisi olduklarından, gayeleri iki toplumlu bağımsız bir devlet kurmak değil, Kıbrıs Türklerine hiç yer vermeyen Enosis ve adanın Yunanlaştırılmasıdır. Yunanistan'ın büyük desteğiyle 1955 yılı ortalarında kuruluşunu tamamlayan EOKA (Ethniki Organosis Kibriyon Agoniston)3 tedhiş örgütünün siyasi lideri Makarios, askeri lideri ise Yunanistan iç savaşı sırasında “X” kod adıyla bir yeraltı örgütü kuran ve İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra örgütü aşırı uçta partileştiren George Grivas'tır.4 Grivas’ın deyimiyle adayı yönetenlerin yıllar boyunca “sessiz bir kadın köle” olarak gördükleri adayı kurtarma zamanı gelmiştir.5 “Kıbrıs Mücadelesi Ulusal Örgütü” olarak adlandırılan bu örgütün ulusal kavramıyla kastettiği Elen düşüncesi ve Enosis fikrinden başka bir şey değildir.6 EOKA’nın önce İngilizlere, daha sonra da Türklere ve neredeyse kendilerine yardım etmeyen ve destek olmayan Rumlar da dâhil bütün ada insanına karşı giriştiği terör ve tedhiş hareketleri karşısında Kıbrıs Türkleri de önce çok küçük çaplı ve bölgesel örgütlenmelerin içerisine girmeye ve kendilerini ellerinden geldiğince Rum saldırılarından korumaya çalışırlar.7 Bu çabalar dâhilinde karşımıza çıkan son derece amatör, tamamen mahallî ve etkisiz örgütlenmeler arasında Üçok, Kıbrıs Türk Fedailer Birliği, Limasol’da I-I Like It, Karaçete8, Volkan9, 9 Eylül gibi faaliyetler ortaya çıkar. 

KENAN ÇOYGUN ÖNCESİ DÖNEMDE KIBRIS 

EOKA örgütünün eylemlerine adadaki İngiliz yönetiminin engel olmaması üzerine Kıbrıs Türk toplumu da çeşitli savunma örgütleri kurmuşlardır. Başlangıçta küçük köy örgütlenmeleri şeklinde ortaya çıkan bu organizasyonlar daha sonra TMT10 çatısında bir araya gelmişlerdir. Bir yeraltı örgütü olan TMT gerek Türkiye, gerekse Kıbrıs’taki faaliyetlerini son derece gizli yürütmektedir.11 Ancak Kıbrıs’ta Rum saldırılarına karşı derme-çatma silahlarla büyük bir mücadele veren TMT ve diğer yeraltı örgütlerinin direnişi Kıbrıs Türk halkının can 
EOKA terör örgütünün Türklere yönelik saldırıları artmış, onlarca Türk köyü boşaltılmış, binlerce kişi göç etmek zorunda kalmıştır.12 Cumhuriyet gazetesi muhabiri Ömer Sami Coşar’ın 11 Ağustos 1957 tarihinde Kıbrıs Türkleriyle yaptığı röportajda; “…Rumların ekseriyette bulundukları köylerde Türkler katlediliyor, kaçırılıyor, tehditle, cebirle başka yerlere kaçırtılıyor, mal ve mülkleri yağma ediliyor ve bu facialar kimsenin müdahalesine uğramadan aylardır devam ediliyor…”13 şeklinde çok sayıda ifadeye yer verilmektedir. 
Kıbrıs Türk toplumu ileri gelenlerinin ve Rum saldırılarına maruz kalan halkın Ankara’dan acil askerî yardım talep etmeleri14 üzerine Türk hükümeti TMT’yi hem eğitim hem de lojistik olarak örgütlemeye karar verir.15 
   Alınan karar gereğince Yarbay (Daha sonra Albay) Rıza Vuruşkan Ali Conan kod adı ve TMT lideri Bozkurt olarak ilk etapta 7 kişilik ekibiyle 
Temmuz 1958 sonunda Kıbrıs’a gelir.16 Hazırlanan projenin başında Seferberlik Tetkik Kurulu Başkanı Tümgeneral Daniş Karabelen bulunurken, uygulamaya ilişkin bütün çalışmaları Ankara merkezli olarak Binbaşı İsmail Tansu yürütmektedir. 1 Ağustos 1958’den itibaren fiilen Türkiye Cumhuriyeti devleti tarafından onaylanan ve desteklenen17 TMT faaliyetleri bu süreçte Kore’de yeraltı harbi konusunda uzmanlaşmış askeri personel tarafından sevk ve idare edilmiş ve Kıbrıs Türk toplumunun temel dayanağı olmuştur; ancak 
27 Mayıs İhtilali Kıbrıs’taki bu örgütlenmeye ağır darbe vurmuş, EOKA’yı ve Makarios’u cesaretlendirmiştir. 27 Mayıs 1960 sonrasında Türkiye’de oluşan yeni yönetimin (Milli Birlik Komitesi) Kıbrıs’a duyarsız kalmasının sebebi en nazik ifadeyle adadaki gelişmeler hakkında ya son derece yetersiz bilgiye sahip olmaları ya da Menderes yönetiminin bütün kararlarına ve uygulamalarına ön yargıyla yaklaşmalarından kaynaklanmaktadır. Öyle ki Dr. Fazıl Küçük ve Rauf Denktaş’ın Menderesçi oldukları yönünde propagandalar yapılmış, Seferberlik Tetkik Kurulu (STK)’nun TMT’ye gönderdiği silahlar için “Menderes özel ordusunu kuruyor.” iddiaları ortaya atılmıştır. Ayrıca TMT faaliyetleri konusunda bilgi toplanmaya başlandıktan sonra TMT son derece haksız bir suçlamayla karşılaşır ve Gestapo olarak nitelendirilir. Dönemin ilk günlerinin olağan karşılanabilecek toz dumanı içerisinde yapılan bu yakışıksız nitelemeler ve suçlamalar sonrasında STK Başkanlığı görevini yaklaşık 7 yıldır yapmakta olan Daniş Karabelen de görevinden alınır. Böylece TMT, 27 Mayıs 1960 tarihinde Türkiye’de ortaya çıkan yeni durumdan en çok etkilenen kuruluşların başında gelir. Kıbrıs Türk toplumu liderlerinden KKTC kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş karşı karşıya 
kaldıkları bu sıkıntılı süreçle ile ilgili şunları söylemektedir;18 

“...27 Mayıs olduğu gece Rıza Vuruşkan bana telefon etti. Bana ‘Türkiye’de ihtilal olmuştur. Dr. Küçük, Menderes’i çok sever. Aksi bir şey söylemesin. Bu artık 
askerin el attığı bir olaydır. Gel birlikte Dr. Küçük’e gidelim.’ dedi. Dr. Küçük’e gidip uyandırdık. Kendisine durumu anlattık. Tabii çok üzüldü. Ben de çok üzüldüm. 
Kıbrıs’a muazzam yardım eden Menderes-Zorlu ikilisi ortadan kaldırılıyordu. Bilahare sağda solda Kıbrıs’a gönderilmek üzere depolanmış silahlar bulunmaya başladı. Bunlar halkı silahlandırmak üzere toplanan silahlardır diye kullanılmak istendi mahkemede aleyhlerine. Biz Dr. Küçükle beraber bunların Kıbrıs’a gönderilmek üzere hazırlanan silahlar olduğunu duyurduk ama TMT derhal kaka oldu. Menderes’in silahşorları anlamına gelen bir şey üzerine ve buraya gelen ihtilal büyükelçisi Dırvana, TMT’nin adını bile duymak istemez durumdaydı. Bir gün bize gelip dedi ki ‘Yorgacis, Yunanistan ve Türkiye’den polis getirip silahları toplamak istiyor. Ne dersiniz?’ Ben de ‘Efendim, Yorgacis EOKA’nın silahlarının nerede olduğunu bilen adam. Ben de TMT’nin silahlarının nerede olduğunu bilen adamım. Eğer böyle bir şey yapacaksanız ben bu silahları size Atatürk Meydanı’ nda yığarım ve teslim ederim. Türkiye’nin silahlarıdır bunlar, mukavemet silahlarıdır. Tedhiş silahı değildir.’ dedim ve onu da öyle gönderdik...” 

Hatta dönemin Başbakanlık Müsteşarı Alparslan Türkeş’in durumu öğrendikten sonra onun bu iddiaların yersiz olduğu ve Kıbrıs’taki hassas durumu izah eden uyarıları dikkate alınmamış, TMT’yi teşkilatlandıran Alb Rıza Vuruşkan Türkiye’ye çağrıldığı gibi Türkiye’nin Lefkoşa Büyükelçiliği’ne de Türkiye’nin ilk ve son Kıbrıs Cumhuriyeti Büyükelçisi olarak Kıbrıs Türk halkının haklarına duyarsız kalan Emin Dırvana atanmıştır.19 EOKA’cılardan oluşan Makarios yönetimindeki Kıbrıs hükümeti ise Türkiye’deki bu durumu da fırsat bilerek adadaki Türklerin haklarını her geçen gün biraz daha gasp etmektedir.20 O güne kadar yaklaşık 5.000 Kıbrıslı Türk’ü mukavemet konusunda bilgilendiren ve eğiten TMT, Türkiye’de oluşan yeni dönemle beraber birçok asılsız iddia sonrasında çalışmalarını sağlıklı olarak devam ettirememiş ve faaliyetler ister istemez sekteye uğramıştır. TMT 
organizasyonunda önemli rol oynayan Albay İsmail Tansu, Ankara’daki yeni yönetimin Kıbrıs’taki Türk askerî organizasyonuna yönelik olumsuz tutumu hakkında şu bilgileri vermektedir;21 

“Türkiye’de askeri darbenin yapıldığı 27 Mayıs 1960 tarihine gelindiğinde bizim kadromuz hükümetimizin verdiği TMT ile ilgili gizli görevi planladığımız gibi 
yürütmekteydi. Büyük bir mesafe almıştık. TMT örgütü kurulmuş, 5000 kadar mücahit eğitimden geçirilmiş, örgüte yeteri kadar silah gönderilmişti. Söz verdiğimiz gibi, TMT'nin mevcudiyetinden İngiliz yönetiminin, Rumların, Yunanistan’ın, Türk ve dünya kamuoyu ve basınının haberi olmamıştı. Böyle olmakla beraber bizim Ankara’da TMT Genel Karargâhı’ndaki görevimiz bitmemişti. Bütün hız ve heyecanımızla TMT’yi çok daha kuvvetli hale getirmek için çabalarımızı sürdürecektik. Hedefimiz daha önce de belirtildiği üzere adada 15.000 kişilik hazır bir kuvvet oluşturmaktı. Darbecilerin istihbaratına göre, başta Daniş Karabelen Paşa olmak üzere hepimize ‘Demokrat Parti hükümetinin adamları, Adnan Menderes’in Gestaposu’ adını yakıştırmışlardı. İlk etapta ne olup bittiğini anlamaya çalışırken Kıbrıs’ta böyle bir teşkilatın mevcudiyeti ve 
adaya silah gönderilmiş olması darbeyi gerçekleştirenleri ürkütmüştü. Dairemizdeki subayların tümünü tutuklamayı planlamışlardı. Menderes’in Gestaposu propagandası yapıyorlardı. Hatta ‘Bu dairenin bütün subaylarını tevkif edeceğiz.’ demişler. Bu aptalca ve adi dedikodudan, darbenin ilk gününde haberdar olur olmaz hemen koşmuş, ihtilal komitesi içinde bulunan 4 arkadaşımla temas kurmaya çalışmış, bunlardan Kur. Alb. Osman Köksal (Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı Komutanı), Kur. Alb. Alpaslan 
Türkeş (Başbakanlık Müsteşarı) ile görüşerek dairemizin asli görevi ile Kıbrıs’la ilgili gizli faaliyetlerimizi açıklayarak gerekli izahatlarda bulunmuştum. Osman Köksal, Kore’den arkadaşımdı. Alpaslan Türkeş ise Kara Harp Okulu’nda bizden 1 sınıf öndeydi. Bu izahatımdan sonra hayretler içinde boynuma sarılıp ‘Sağ ol. Bizi büyük bir hata ile skandaldan kurtardın.’ demişlerdi. Hatta Türkeş ‘Kıbrıs faaliyetlerimiz için ne istekleriniz varsa bildir, derhal yerine getireceğiz.’ demişti. Ben de isteklerimizi sunmuştum. Millî Birlik Komitesi içerisinde hukuk tahsili yapmış Yüzbaşı Muzaffer Özdağ gibi subaylar da bulunmaktaydı. Daha sonra 14’ler hareketi falan başladı ve ortalık iyice karmakarışık oldu. Türkeş listedeki isteklerimiz için gerekli emirleri vermeye hemen başlamıştı. Fakat bu girişimimde dairemizin gerçekten değerli başkanı Daniş Karabelen Paşa’nın görevden alınmasını önleyememiştim. Çünkü kendisi Demokrat Parti milletvekilli Danyel Akbel’in kardeşiydi.” 

Bu arada TMT ile ilgili faaliyetlerde yardım ve desteği görülen Bakanlıklar ve Genelkurmay Başkanlığı ile ilişkilerin aynı şekilde devam ettirilmesi talebi Kur. Alb. Alpaslan Türkeş tarafından kabul edilir ve istenilenler yerine getirilir;22 

“Türkiye’de 1960 ihtilal yönetimi, Kıbrıs’ta henüz ne olup bittiğinden habersizdi. Nitekim Kıbrıs’taki mevcut liderliğe ve özellikle Denktaş Bey’e karşı olumsuz bir tavır içine girmişlerdi. İhtilalden sonra Ankara’ya gittik. Orada bize Alpaslan Türkeş açıkça muhalefetini beyan etti ve Türkeş, özel olarak Rauf Bey’i odasına çağırarak ona ‘Yahu Denktaş Bey, siz Kıbrıs’ta neler yapıyormuşsunuz da bizim haberimiz yok.’ diye hesap sormuş. Aslında ihtilal sonrası yönetim TMT’nin oluşumuyla ilgili durumdan da habersizdi. Çünkü TMT çok gizli ve Özel Harp Dairesi bünyesinde kurulmuştu. Buna bağlı olarak da TMT için Kıbrıs’a yapılan silah sevkiyatı ve diğer işlemler dosyalarda incelendiği zaman başka kanallara gönderildiği görülüyor. Silahların Kıbrıs’a ve TMT’ye gönderildiği yolunda dosyalarda kayıt bulunmuyordu. Tabii ihtilal sonrası yönetimde Alpaslan Türkeş de Başbakanlık müsteşarı olduğu için bu konuları tepkiyle karşılıyor.” 

Görevden alınan STK Başkanı Daniş Karabelen’in yerine bu göreve atanan Emekli Kur. Alb.Faruk Ateşdağlı23, Lübnan’da yurtdışı göreve başlayıncaya kadar fazla müdahaleci bir tavır takınmadan bu görevi üstlenir. Daniş Karabelen’in en büyük yardımcısı Bnb. İsmail Tansu da 2 Eylül 1960’da emekliliğini isteyerek görevden ayrılır ve yerine 1937 devresi KHO 
mezunu Kur. Bnb. Şaban Başsoy getirilir.24 TMT'nin ilk Bayraktarı Alb. Rıza Vuruşkan da bundan birkaç ay sonra Kıbrıs’tan geri çağrılır.25 Böylece TMT’nin Ankara ayağında beyin rolü oynayan ve 1 numaralı isim olarak nitelendirilebilecek Daniş Karabelen’in görevden alınması, ardından STK Lojistik Şube Müdürü olan ve TMT organizasyonunda 2 numaralı rolü üstlenen Bnb. İsmail Tansu’nun emekliye ayrılması ve son olarak da Albay Rıza Vuruşkan’ın Kıbrıs’tan geri çekilmesi TMT faaliyetlerine moral-motivasyon, faaliyetlerin devamlılığı ve Kıbrıs’taki çalışmalar açısından ard arada üç darbe birden vurur. Gerek TMT askeri kanadında gerekse Ankara yönetiminde önemli değişikliklere ve sıkıntılara yol açan bu gelişmelerle ilgili Rauf Denktaş şunları ifade etmektedir,26 

 “Rıza Vuruşkan gitti ve yerine bu ikinci adam geldi. Nihayet şu kadar ay sonra o gitti ve 6 ay kadar bir boşluk var ortada ve Melih Bey lakaplı (Mustafa Kaya Dağlı) adında bir Binbaşı (geldi). İşte rutin işleri yürütüyor. Bir şey yaptığı yok ve hareketsiz bir dönem, tamamen hareketsiz bir dönem. Nihayet bana bir gün Genelkurmay’dan bir Albay geldi ve ‘Denktaş Bey biz mecburduk ve kendi adamımızın raporlarına inanmak mecburiyetindeydik. Şimdi gelişmelere baktıkça, bakıyoruz siz tamamen haklıydınız. 

Rumların bir harekete geçeceğini biz de görüyoruz… Size çok yeni bir lider gönderiyoruz. Lütfen onunla da işbirliği yapın ve bir şey yapmadığımız için özür dileriz. 

‘Özür dileyecek bir şey yok. İnşallah zaman kazanmış oluruz. Kenan Coygun 6 ay sonra geldi. 

O gelir gelmez teşkilatın adamlarını alıp gözden geçirdi. Bazılarını ekarte etti, bazılarını karargâha aldı ve bu iş (Aralık 1963 olayları) patlak verdiğinde yeni gelmiş ve henüz her şeye hâkim olmayan bir lider olarak devralmış oldu ama zaman içinde her şeye hâkim oldu…” 

27 MAYIS 1960 SONRASINDA KIBRIS VE KENAN ÇOYGUN 

Türkiye’de “ Menderes’in Ordusu ” ve “ Menderes’in Gestapoları ” gibi son derece ağır ithamlarla da karşılaşan TMT faaliyetleri durma noktasına gelir, Kıbrıs’ta görevli kurmay kadrosu geri çağrılarak pasif görevlere atanır. Ankara’da da aynı şekilde STK içinde yeni düzenlemelere gidilir ve Kıbrıs adası 21 Aralık 1963 tarihinde Akritas Planı çerçevesinde Rumların bütün ada sathında Türklere yönelik katliam girişimlerine başlayacağı günlere hızla yaklaşırken TMT başsız, sahipsiz, organizasyondan ve moral-motivasyondan uzak bir haldedir. Geçici dönemin ardından Albay Kemal Çoygun’un adaya gelmesi sonrasında ise olaylar patlak verecektir. Bu dönemde özellikle Bayraktarlık, Büyükelçilik ve KTKA 
arasındaki ilişkiler iyiden iyiye bozulmaya başlamıştır ve sürecin kaçınılmaz sonucu olarak toplum liderleri kendilerini Bayraktarlık, Büyükelçilik, Ankara ve KTKA arasında birilerine yakın bulurken doğaldır ki diğerlerine mesafeli bir tavır almaya başlarlar. Bu durum devamında yeni sürtüşmeler, ihtilaflar ve çatışmalar da getirdi. Nitekim 1963 sonrasında adada Kıbrıs Cumhuriyeti fiili olarak ortadan kalkarken bir ölçüde gizini deşifre eden ve bazı güçlerini yeraltından yerüstüne çıkaran TMT içinde ve Kıbrıs Türk toplumunda farklı sorunlar, ihtilaflar, çatışmalar, huzursuzluklar artmaya başladı. Sayın Rauf Denktaş yaşanan bu sıkıntılı günleri şöyle anlatmaktadır:27 

“…1963’den sonra Doktor (Dr. Fazıl Küçük)’a çok çektirdiler. Dr. Küçük’le Bayraktarlık’ın arası açıldı. Burada, Türkiye’de ‘Dr. Küçükçüler’ ve ‘Denktaşçılar’ 
diye şeyler başlattılar. Ben devamlı Özel Kalem’im Kutlu Adalı kanalıyla ‘Aman yapmayın, birlik, beraberlik isteriz.’ diye yazılar yazdım ama çok kırdılar Doktor’u. Dr. Küçük onları istemezdi, Lefkoşa Sancaktarı Kemal Şemi ve ekibini mesela. Sancaktar da onu istemezdi. Özellikle 1963 olur olmaz artık ‘Asker idareyi ele alacak.’ diye bir harekât başladı. Kemal Şemi ve arkadaşları güya bana daha yakınlar. Benim vasıtamla Dr. Küçük’ü divana çağırdılar, mahkeme kurdular yani. Yeni Bayraktar Kenan Coygun ekibiyle orada. Nejat Konuk kâtip mevkiinde not tutar. Kemal Şemi oturur. Gideceklermiş de Doktor’u alıp getirsinler. ‘Yok, yapamazsınız öyle şeyi. Ben alıp getireceğim.’ dedim. Gittim Doktor’a ‘Böyle böyle tatsız bir durum var. Gel gidelim bakalım N’olacak?’ dedim. Anladı adam, gittik. Suçlamaları ne? ‘Memleket elden gidiyor, siz burada oturuyorsunuz, bir hareket yapmıyorsunuz.’ Ben atıldım; ‘Doktor Küçük gece gündüz mesajlarıyla, büyükelçilik kanalıyla gelişmeleri Ankara’ya duyurmaktadır. Siz uçak alanına gidebiliyor musunuz ki Dr. Küçük uçağa binip gidecek? Uçağa binip gittiğinde raporlarında yazdığının ötesinde fazla bir şey mi söyleyecek? Sizin elinizde bütün irtibat imkânları var, siz ne yapıyorsunuz? Siz ne söylüyorsunuz ve ne cevap alıyorsunuz? Siz bize gelip söylüyor musunuz?’ dedim. Havaları bozuldu. Dr. Küçük de cesaret aldı ve o da söyleyeceğini söyledi. Yani o oyun sökmedi. Dr. Küçük’ü güya görevden atacaklardı. Böyle günler yaşadı adam, sonra evini işgal ettiler, şimdi müze olan evini. Büyük bir harabiyet yaptılar. Ben geldiğimde Doktor bar bar bağırıyordu ‘Evimi isterim, tazminatımı isterim.’ diye. Yani çok yaptılar kendisine.” 

Esasında Alb. Kenan Çoygun’un görevi resmi olarak bu tarihte başlamış olmakla beraber onun Kıbrıs görevine gitmeden önce Türkiye’de Genelkurmay karargâhında İstihbarat Şube Müdürü olarak görev yapması ve uzağı gören ve inisiyatif kullanmaktan çekinmeyen bir kişiliğe sahip olması nedeniyle Kıbrıs görevi için seçildiğinde Dışişleri Bakanlığı Kıbrıs Masası’nda uzun süre çalışmak istemesi ve Kıbrıs konusunda her türlü bilgi ve belgeyi inceleyip konuyla ilgili altyapıyı oluşturmasının ardından gizlice ve aşağı yukarı altı aylık bir 
süre Kıbrıs’a gidip gelmesi de söz konusudur. Resmi görevi öncesinde yaşanan bu süreçte Albay Kenan Çoygun’un zaman zaman motosiklet kullanmak suretiyle adanın dört bir tarafına gittiği, incelemelerde bulunduğu ve hatta Rum köylerinde Rum düğünlerine davet edilecek kadar onlara yaklaştığı da bilinmektedir. 

Bu dönemde Bayraktarlık ile Kıbrıslı Türk liderler arasındaki haberleşme ve yazışmalar da azami dikkat gösterilmek suretiylegerçekleştirilir;28 

“Dr. Küçük’le Bayraktar arasında teati edilen haberleşme, 1963 olayları ile başlayan yoğun bir haberleşmeydi. Bu haberleşmede kesinlikle normal odacılar veya posta yöntemi olmazdı. Hep elden iletilirdi. Özer Baytaroğlu, Bayraktar Kenan Çoygun’un şoförü idi. Bayraktar bütün mesajlarını minicik bir zarf içine koyar ve Dr. Küçük’e elden verirdi. Onun olmadığı zamanlarda o minik zarfları ben alırdım. Dr. Küçük’ün göndermek istediklerini bazı hallerde ben, bazı hallerde Özer gelir alır ve Bayraktar’a iletirdi. Bu haberleşmede karşılıklı olarak nelerin istendiğine gelince, günlük olaylar o kadar yoğun ve durmak bilmezdi ki zaman olurdu günde sekiz, on kez bu mesaj trafiği olurdu. Bir de Dr. Küçük’le elçilik arasında da özel bir hat vardı. Ama genellikle telefonda görüşmemeye özen gösterirlerdi. Karşılıklı olarak istemler, daha fazla birbirlerinin bazı şeyleri dikkatine getirme ve bilgilendirme anlamında olurdu. Mesela bölgelerdeki katliamlar, tek tek öldürülmeler, bölgelerin maddi sıkıntıları, 103 
köyün göç hareketinde yaşanan olayların günlük seyri, göç eden binlerce insanın hangi psikoloji ve hangi maddi imkânsızlıklar içinde oldukları anlatılırdı ve bilgilendirilirdi. 

Bu durumlar gerek Dr. Küçük tarafından gerek Kenan Çoygun’a, gerekse Kenan Çoygun’dan Dr. Küçük’e aktarılırdı. Karşılıklı bilgi akışında daha fazla bölgelerin bilgi aktarımı Kenan Paşa’dan gelirdi. Bazen Dr. Küçük çok uzun ve gizli kaydı ile raporları bana yazdırır ve bizzat Paşa’ya vermem için beni görevlendirirdi. Ben her zaman Kenan Paşa’nın o keskin ve mavi mavi bakışlarını Atatürk’e benzetirdim. Paşa’nın o esrarengiz görüntüsünün arkasında insancıl ve sevecen bir yapısı vardı. Kenan Paşa ailesini de Kıbrıs’a getirdiği için artık eşi ve çocukları da Bayraktar’ın ailesi olarak açık ve alenen ortaya çıkmışlardı...” 

Kıbrıs’ta TMT Bayraktar’ı olarak 1962–1967 döneminde görev yapan Çoygun, baba tarafından Dağıstan göçmeni olup Bolşevik Devrimi sonrası Türkiye’ye göç etmiş bir alenin evladıdır. 1924’de Bursa’da doğan ve 6 yaşında babasını kaybeden Kenan Çoygun29, önce Işıklar Askeri Lisesi, daha sonra da Kara Harp Okulu’nu bitirerek göreve başlamıştır. Çoygun’un özellikle askerin alan eğitiminde başarılı olduğu dikkati çekmektedir. Nitekim daha kurmay binbaşı iken çok sayıda eser ve harita tetkik ederek hazırladığı “Askeri Coğrafya” isimli kitabı, yakın dönemlere kadar Harp Akademisi’nde ders kitabı olarak okutulmaktaydı.30 Resime ve müziğe yakın ilgi duyan Çoygun’un güzel divan sazı çaldığı, klasik türk müziği eserlerini seslendirdiği, zengin bir kütüphaneye sahip olduğu ve şiir yazdığı da bilinmektedir.31 1969 yılında general olan Çoygun, 1969-1972 yıllarında Siirt’te 


70.Tugay Komutanlığı görevinde bulundu. 1972-1973 yılları arasında ise, KKK Okullar Daire Başkanlığı’nı yürütmüş ve bu görevde iken Kıbrıs deneğiminden de hareketle eğitim müfredatında, inisiyatif alabilmeyi bilen subaylar yetiştirilmesine öncelik vermiştir. O bir subayın örneğin bir savaş sırasında, iletişimin kopma ihtimalini düşünerek, birliğini sağlıklı ve isabetli kararlar alarak yönetebilecek ve bu amaçla inisiyatif kullanabilecek donanımda olması gerektiğine inanmaktadır. Çoygun 1973 yılında Tuğgeneral rütbesindeyken emekli olmuştur.32 12 Ekim 2005’de vefat eden Kenan Çoygun, Ankara’da toprağa verildi. Hürriyet gazetesi Kenan Çoygun’un ölüm haberini manşetten “Bir Çılgın Türk’ün Vedası” başlığıyla duyurmuştur. Haberin alt başlığında ise “Barış Harekâtı öncesi Kıbrıs’ta 5 yıl gizli TMT’yi yöneten Bozkurt kod adlı Kenan Çoygun, Ankara’da sessiz, sedasız toprağa verildi” denilmektedir.33 Volkan gazetesi yazarı Sebahattin İsmail ise 17 Ekim 2005 tarihli köşe yazısında Kemal Çoygun Paşa için şu ifadeleri kullanmaktadır; 34 

“…Kıbrıs Türk halkı eğer bugünlere gelebilmişse, bağımsız-egemen bir devlet ve güçlü bir ordu kurabilmişse bunda Kenan Coygun Paşa'nın, TMT'nin Bozkurt kod adlı bu eşsiz Bayraktar’ının katkısını kim inkar edebilir? Bu özelliği nedeniyle o sadece Türk Ordusunun bir generali, Özel Harp Dairesi'nin üstün bir komutanı, TMT gibi bir yeraltı direniş örgütünün görev sırasını dolduran bir Bayraktar'ı değil, bağımsız-egemen devletimizi yaratan milli kurtuluş savaşımızın en önemli liderlerinden biridir... Bu duygu ve düşüncelerle son yolculuğunda ona şöyle seslenmek istiyorum; Sevgili Paşam, bağımsızlık, özgürlük ve varoluş mücadelemize yaptığın eşsiz liderlikle milli mücadele tarihimizdeki ölümsüz yerini aldın, sana minnettarız, şükran ve sevgi doluyuz...Kıbrıs Türk halkı ve gelecek kuşaklar seni asla unutmayacaktır...Sana Tanrıdan rahmet diliyorum, yattığın yer nur, toprağın bol olsun....” 

Kenan Çoygun, TSK’nın değişik birimlerinde ve ülkenin çeşitli bölgelerinde görev yapmasına rağmen teşkilatçılığını ve mücadele ruhunu Kıbrıs Türk direnişinde göstermiş, görev yaptığı 1962–1967 yılları arasında adeta yeni bir toplum inşa etmiş, ilerde kurulacak olan devletin temellerini atmıştır. Albay Kenan Çoygun’un adaya ilk gelişinde TMT yanında Kıbrıs Türk toplumu da darmadağınık vaziyettedir ve Alb. Çoygun, EOKA yanında Kıbrıs Rumları ve ada Türklerini yakından tanıyabilmek ve acilen yapılması gerekenleri yaparak tedbirleri almak üzere kolları sıvar ve işe girişir. Lefkoşa’nın Rum mahallerinden birisinde mütevazı bir ev kiralayan Alb. Çoygun ailesinden uzak geçirdiği ilk 6 ay içinde sağlıklı gözlemler yapabilmek imkânını da bulur. Genelkurmay Başkanlığı’nda istihbarat biriminde de görev yapması, cesareti yanında inisiyatif kullanma becerisinin üst düzeyde olması sonucu Kıbrıs Rumlarının psikolojisi yanında EOKA’nın da nasıl bir yeraltı örgütü olduğu konusunda sağlam bilgilere ulaşmıştır. Kendine has özellikleri sayesinde EOKA’nın bir numaralı ismi 
Grivas bile onun takibinden kurtulamaz ve Alb. Çoygun adada Grivas’ı da bizzat kendisi adım adım takip etmek suretiyle önemli bilgilere ulaşır ve maiyetinde görev yapanlara da istihbaratın nasıl yapılması gerektiği konusunda adeta ders verir. Kıbrıs’ta görev yaptığı dönemde bir defa bile Türkiye’ye gitmeyen ve bütün mesaisini Kıbrıs için harcayan Alb. Çoygun bir süre sonra eşini ve küçük oğlu Gültekin’i de yanına aldırtır. Bununla birlikte büyük oğlu İskender ve kızı Lale ise 5 yıl boyunca babalarından ayrı kalmak zorundadırlar. 


TMT Bayraktarı Alb. Çoygun’un yıllar sonra ortaya çıkacak olan ve özellikle Kıbrıs Türkleri tarafından büyük takdir ve hayranlık duyulan pek çok girişimi söz konusudur.35 



21 ARALIK 1963 TMT’NİN YERYÜZÜNE ÇIKIŞI VE KENAN ÇOYGUN 

16 Ağustos 1960 tarihinde Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin garantörlüğünde kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilk ve son cumhurbaşkanı olan Başpiskopos Makarios gerek bir din adamı olarak gerekse sorumluluk sahibi bir devlet adamı olarak adada yaşayanlara huzur, emniyet ve güven telkin etmek yerine Yunanistan’ın ve EOKA’nın temsilcisi gibi çalışmaya devam eder ve Kıbrıs Türklerini yok sayar.36 Kıbrıs Türk toplumunun sağduyulu yaklaşımına her zaman “Ben Kıbrıs’ım, Kıbrıs benimdir.”şeklinde cevap veren Makarios37 15 
Ağustos 1962'de Kykko Manastırı’nda yaptığı konuşmada “Kıbrıs Rumları, EOKA kahramanlarının başlatmış olduğu işi tamamlamak için ileriye doğru yürümeye devam etmelidir. Şimdi mücadele yeni bir şekil almıştır ve nihai gayemizi gerçekleştirinceye kadar da devam edecektir.” dedi.38 Hemen akabinde Panayia Köyü’nde yaptığı konuşmada da aynı cür’et ve intikam duygusu kendisini gösterdi ve burada; “Helenizm’in müthiş düşmanı olan Türk ırkının bir parçasını teşkil eden küçük Türk toplumu adadan kovulmadıkça EOKA kahramanlarının görevi asla sona ermiş sayılamaz.”39 Şeklinde bir konuşma yaparak Kıbrıs Türklerine yönelik ne derece derin bir nefret içersinde olduğunu bir kez daha ortaya koydu.40 

Böylece 1959 Zürih ve Londra Anlaşmaları’nın imzalanmasından sonra, Atina’da yayımlanmaya başlayan ve Atina’dan Kıbrıs’ta bulunan EOKA mensuplarına gönderilen Agonitis/Mücadeleci ” isimli Rum gazetesiyle ortaya çıkan ve 21 Nisan 1966'da Grivas yanlısı yayın yapan Patris gazetesinin ana hatlarıyla yayımladığı bir plan meydana çıktı. EOKA liderlerinden Polikarpos Yorgacis'ten Cumhurbaşkanı Makarios'a, Nikos Sampson'dan Glafkos Klerides’e kadar birçok kişinin kanlı katliamlardan sorumlu olduğu bu plan adını bir IX. yüzyıl Bizans destanından alan “Akritas”tan almaktaydı.41 

Bu plana göre oluşturulan sözde Türk gizli teşkilatı “Kıbrıs Millî Hürriyet Komitesi” kasaba ve köylerde ikilik yaratmaya ve nifak tohumları saçmaya yönelik duvar yazıları yazmaya ve bildiriler dağıtmaya başladı.42 

Kıbrıs’ta Rumların Türklere yönelik faaliyete geçecekleri konusunda İngilizlerin de bilgisinin bulunması sonucunda İngiltere İçişleri Bakanlığı da harekete geçti ve adada bulunan yöneticilerini uyardı. TMT karargâhı da, bölge komutanlıklarına direktif vererek Rumlar tarafından Türklerin haklarına yönelik meydana gelebilecek herhangi bir harekete derhal karşı konulmasını emretti.43 İngilizler muhtemelen TMT’nin Rum saldırılarına karşı alarm durumuna geçirildiğini tahmin etmekle beraber bu konuda ellerinde pek fazla bilgi 
olmadığından herhangi bir önleme tedbirinde bulunamadılar.44 İngilizler istedikleri türden bilgilere sahip olabilmek için TMT karargâhına veya bölge karargâhlarına sızmak gerektiğinin bilincinde olmakla beraber çok sıkı, son derece sadık ve disiplinli45 bir örgüt olarak nitelendirdikleri TMT içine sızmak pek de kolay değildi.46 

“63 sonrasında her şeyiyle değil ama (TMT) kısmi olarak deşifre oldu. 74’e kadar o ketumiyet korundu, muhafaza edildi. Ancak o tarihe kadar, 63 sonrasında 
Türkiye’den personel geldiğini bildikleri muhakkaktı. Ona kesin gözüyle bakıyorum. Çünkü her bölgede askeri bir kuruluşun olduğunu ve bu mücahitlerin Türkiye’den gönderilen subaylar tarafından eğitildiğini ve yönetildiğini biliyorlardı...” 

Bu arada TMT’nin 21 Aralık 1963 öncesinde düzenli bir ordu ve askeri kuruluş şeklinde kuruluş ve konuşlanma yerine bu şekilde bir yeraltı askeri güç olarak kalmasının bazılarına göre birkaç sebebi bulunmaktadır. Özellikle Lefkoşa-Girne hattında son derece iyi eğitilmiş ve sıkı disiplinli bir güç olmasına rağmen TMT’nin kendisini ortaya atarak deşifre etmemesinin sebepleri arasında birinci sırada Kıbrıs Türklerine ait yerleşim merkezlerinin adanın dört bir tarafına dağılmış olması ve bunların askeri birliklerin taktiksel gelişimine müsaade etmeyecek kadar küçük olmalarıdır.47 Ayrıca özellikle EOKA saldırılarının başlaması sonrasında adada tansiyonun iyiden iyiye yükseldiği günlerde Kıbrıs hükümetince özellikle bu yerleşim merkezlerine giriş ve çıkışları polis kontrol noktaları oluşturarak sıkı denetim altına alması da ikinci önemli sebep olarak gösterilmektedir. Durum böyle olunca İngiliz idaresinin bir endişesi de bunun Türklerin bir taktik planlaması olduğu ve Rumları böylece korkutacakları şeklindedir. İngilizlere göre Türkler her daim bıçakları törpülemişler 
ve savaşa hazır durumdadırlar. İngilizlere göre her ne kadar Rumlar da EOKA mensuplarını alarma geçirmiş olsalar da yapılacak en iyi davranış Rum tarafını herhangi bir tek taraflı hareketten kaçınmalarını sağlamaktır.48 Ancak bu konuda Kıbrıslı Rumlar planlarını çok daha önceden hazırlamışlardır;49 


“...Rum tecavüzünün 21 Aralık akşamı başlaması sadece tesadüftür. Gerçi tecavüz için bir plan mevcuttu fakat bunun tatbik tarihi 21 Aralık değildi. Tecavüze karar verildikten sonra Rum teşkilatı, Türkleri gerek gücünü yoklamak ve gerekse gözdağı vermek için faaliyete girişti. Geceleri sokak başlarını tutan Rum tedhişçileri Türkleri yoklamakta, yalnız buldukları Türklere kurşun sıkmakta ve bir terör havası yaratarak Türklerden gelecek reaksiyonu ölçmeye çalışmaktadır. Bu sırada Makarios da bilinen teklifi yapmış ve anayasanın 13 maddesini değiştirmek istemişti. Bu sırada Makarios’un ağzından düşürmediği bir söz vardır; ‘64’te çok şeyler olacak.’ Hemen hemen her beyanatının ve sözünün sonunu bu cümle ile bitiren Makarios’un belirtmek istediği husus şuydu; ‘Rum halkı hazırlıklı olun. 1964 yılında Türklere karşı harekâta girişilecek.’ Nitekim tecavüzden Rum halkının haberi vardı ve bu halka hafif tertip çıtlatılmıştı. Rum tedhişçilerinin köşe başlarını tutarak Türkleri yoklaması Türkler arasında haklı bir reaksiyon yaratmıştı. Nitekim o akşam bazı Türklerin Tahtakale mahallesinde Rum tedhişçilerin yoklama tekliflerini reddetmesi mevcut reaksiyonun bir 
neticesiydi. Rum tedhişçiler ileri giderek yoklanmayı reddeden Türklere ateş açınca Rum planı bir anda alt üst olmuştu. Tecavüzü bir an önce gerçekleştirmek isteyen Rum teşkilatı Makarios’u sıkıştırıyordu. Nitekim Tahtakale olayından sonra durumu yatıştırmak yoluna giden Makarios’a Yorgacis, ‘Ya şimdi, ya hiçbir zaman.’ diyerek rest çekmişti. Akabinde de Baf Kapısı istasyonunda yapılan bir toplantıda aniden patlak veren olayın, tecavüz olayının başlangıcı sayılması kabul edilerek Akritas Planı’nın derhal tatbik sahasına konması kararlaştırılmıştı. Karar Makarios’a bildirildiğinde Makarios, ‘Hayırlı olsun.’ diyerek saraydaki silah deposunu teşkilata devretmiştir...” 

TMT Bayraktarlığı ise Bayraktar Kenan Çoygun komutasında (X) gününün geldiği fikrinden hareketle 22 Aralık 1963 Pazar günü bütün sancaklara harekete geçmeleri için emir verdi. Her ne pahasına ve hangi şartlar altında olursa olsun Türk halkının canını, malını ve namusunu korumakla yükümlü TMT'nin bütün personeli göreve hazırdı, ancak o güne kadar çok iyi silahlanmış Rumlara karşı ellerinde etkili, vurucu gücü yüksek silahların olmaması sıkıntı yarattı.50 Aynı günlerde Türkiye’nin Lefkoşa Büyükelçiliği tarafından hazırlanan ve adada özellikle son dönemde yaşanan olayları ayrıntılarıyla ve gün gün ortaya koyan, özellikle Makarios tarafından gerilimin nasıl yavaş yavaş arttırıldığı, saldırıların nasıl planlı bir organizasyonun parçası olduğu Kızılay Genel Başkanlığına ulaşan bir raporda şöyle anlatılmaktadır:51 

“Cumhurbaşkanı Makarios 1 Aralık 1963 tarihinde Khlorkas köyünde Yorgacis Azinas’ın heykelinin açış töreninde EOKA mücadelesini övmüş ve Khlorkas köyünün EOKA mücadelesinin beşiği olarak iftihar edebileceğini ve Rum Kıbrıs’ın Yunanistan’a daima anavatan olarak baktığını söylemiştir. Zenon Rosidis 2 Aralık 1963 tarihinde BM’de yaptığı konuşmada BM anayasasını mevcut bir anlaşmaya dayanarak dahi hiçbir devletin diğer bir devlet arazisine asker göndererek o devleti egemenliğinden mahrum edemeyeceği şeklinde tefsir etmiş ve BM’nin Kıbrıs’ta bir üs kurmasını teklif etmiştir. 
3 Aralık 1963 tarihinde Markos Dragos’un Rum kesiminde bulunan heykeline bir bomba konuyor. Heykelin etrafında dolaşan silahlı Rum gençleri hiçbir esasa dayanmayarak bombanın Türkler tarafından konulduğunu iddia ediyorlar. Türkler 4 ve 5 Aralık tarihlerinde heykele bomba koyanları takbih ederek bombanın Rum halkı kışkırtmak için Rumlar tarafından konduğunu beyan ediyorlar. 
Makarios 4 Aralık 1963 tarihinde anayasayı tek taraflı olarak revizyona tabii tutmak istediğini üç garantör devlete ve reisicumhur muavinine bildirdi. Değiştirilmek istenen maddelerin ne olduğu aynı gün Makarios ve Rum basını tarafından açıklandı. 6 Aralık 1963 tarihinde Makarios’un değiştirme teklifi Türkiye tarafından reddedildi. 
8 Aralık 1963 tarihinde Makarios değiştirme teklifi notasının Türkiye tarafından red veya kabulünün mevzubahis olmadığını, bu notanın Türkiye gibi diğer devletlere de gönderilmiş olduğunu beyan etti. Bu arada Atina yolu ile Paris’e giden Kipriyanu Paris’teki toplantısında anayasa konusunu görüşemeyeceğini bildiriyor. Bazı Rumca gazeteler bu değişikliğin mukaddes davaları olan Enosis’i köstekleyeceğini, bu itibarla doğrudan doğruya plebisite gidilmesini ileri sürüyorlar. 

Reuters Ajansı 10 Aralık 1963 tarihinde hükümet sözcüsüne atfen verdiği haberde Makarios’un teklif ettiği değişikliği önümüzdeki günlerde tek taraflı olarak tatbik etmek niyetinde olduğunu bildirdi ve 11 Aralık 1963 tarihinde değiştirilmesi istenen 13 madde basında açıklandı. Değiştirilmesi istenen 13 maddeden birisi Türkçenin resmi dil olmaktan çıkarılması idi. Bu maksatla 
12 Aralık 1963 tarihinde toplantı ve davetiyelerde sadece Rumca ve İngilizce kullanılmasına dikkat edilmeye başlandı. 
13 Aralık 1963 tarihinde bir Türk polis kumandanının Kraliyet can kurtarma madalyasıyla taltifi için yapılan törene Türk basın mensupları davet edilmedi ve bu toplantıda Türkçe lisanına yer verilmeyerek yalnız Rumca ve İngilizce lisanları kullanıldı ve her taraf Yunan bayrakları ve mavi-beyaz renklerle donatılmak suretiyle törene bir Yunan havası verilmeye çalışıldı. 
Aralık 1963 tarihinde Türk notası Makarios tarafından reddedildi. Rumca gazeteler bu olaya geniş yer vererek Makarios’un anayasadaki adil olmayan maddeleri çıkarma çabasını Türkiye’nin baltalamak istediğini, bu yüzden Makarios’un çok yerinde olarak notayı Türkiye’nin yüzüne fırlattığını yazdılar. 
18 Aralık 1963 tarihinde Türkiye tarafından Kıbrıs Türklerinin Rumların insafına bırakılmayacağı açıklandı. Bu açıklamayı ele alan Rumca gazeteler Kıbrıs’ın padişahlar devrinden kalma bir çiftlik olmadığını ve anlaşmanın (Zürih Antlaşması olacak.) Birleşmiş Milletler prensibine aykırı olduğunu ileri sürerek Türkiye’yi saldırganlıkla itham eden mahiyette yazılar yazdılar. 
19 Aralık 1963 tarihinde sağcı ve solcu Rumlar gizli görüşmeler ve toplantılar yapmaya, aynı günün gecesi Rum gençleri Türk mahallelerinde dolaşmaya başladılar ve 20 Aralık 1963 tarihinde Türk kesiminin kilit noktalarında tatbikat yapmaya başlıyorlar (Bunların polis olmayıp sivil Rumlardan olduğu tespit edilmiş.) Aynı gün Makarios 1964 yılı Ocak başlarında anayasada istenilen değişikliğin yapılmış olacağından dem vuruyor. 
19 Aralık’taki Rumca gazeteler de haftalardan beri bazı Türk dükkânlarıyla evlerinin kanunsuz bir şekilde araştırmaya, Mağusa limanına uğrayan Türk gemilerinin yoklamaya tabii tutulduğunu yazıyor ve bu kanunsuz 
hareketlerin nedenleri izaha çalışılıyor ve buna bir misal olarak 21, Timurlenk Sokak’ta oturan Vasıf Hasan isimli bir şahsın 18 Aralık 1963 tarihinde işe gitmek için evinden ayrıldığını ve geriye dönmeyip ortadan kaybolduğu ileri sürülüyor. 

20 Aralık 1963 tarihinde 4 kadın ve 6 erkekten mürekkep 10 Türk iki araba içinde Tahtakale Mahallesi’nde oturmakta olan arkadaşlarından bir kadını evine götürürlerken Ermu Caddesi’nde polis olduklarını iddia eden şahıslar tarafından sebepsiz yoklanmaya tabii tutulmak istenmiş, buna itiraz eden kadınları polise veya meçhul bir semte götürmeye çalışırlarken vaka mahallinde başka bir araba belirmiş, bu arabadan çıkan şahıslar makineli tüfekle Türkleri taramışlardır. Türklerden Zeki Karabölük ve Cemaliye isimli iki kişi ağır bir surette yaralanarak yere yıkılmış, diğer Türkler mucize kabilinden kendilerini Türk semtine atabilmişlerdir. İki kadın arkadaşlarının kendileriyle beraber bulunmadığını fark eden Türkler geri gidip yaralıları almaya teşebbüs etmişlerse de Rum semtinden devamlı olarak başlayan yaylım ateşi altında arkadaşlarını kurtarmaya muvaffak olamamışlardır. 

Olay bununla da bitmemiş, vaka mahalline Rum semtinden gelen bej renkli bir otomobil Türk semtine ve Türk Cemaat Meclisi binasına devamlı ateş açarak etrafa dehşet saçmaya başlamıştır. Bu ateş yağmuru altında muhtelif 
şahıslar yaralanmış ve hastaneye kaldırılmışlardır. Aynı otomobil içinde bulunanların Girne Kapısı’ndaki Atatürk büstüne de ateş açtıkları tespit edilmiştir. 
21 Aralık 1963 tarihinde halk Atatürk heykelinin önünde toplanarak Ata’ya karşı saygı gösterisinde bulunurken Lefkoşa Rum Polis Kumandanı Pandalidis’in kumandası altındaki silahlı Rum polisleri Türklerin bulunduğu yere gelerek ellerindeki silahları okşamaya ve Türklerle alay etmeye başlıyorlar. Bir polis ekibi biraz sonra arabalarını Türk Lisesi’nin bulunduğu (yere) sürüyor. 

Kapısı kapalı ve kilitli bulunan okulun bahçesinde silahsız toplu bir halde bulunan öğrencilerin yüksek sesle teessür beyan etmeleri üzerine üzerlerine ateş açılıyor ve iki öğrenci yaralanıyor (ve) bu suretle tahrikler durmadan devam ediyor. 

22 Aralık 1963 Cumartesi günü Tahtakale’de öldürülen bir erkek ve bir kadın hadisesiz olarak Türk mezarlığına defnedilirken Rumların şehrin muhtelif semtlerine gizlice yerleşmeye, erzak ve cephane taşımaya başladıkları görülmüştür. Bu faaliyetler daha önce de sezilmiş ise de devletin kendi polis ve jandarmasının silahlarını Rum çetelerine vererek kendi tebaasından bir kısmını teşkil eden Türkleri katletmeleri teşebbüsüne yardım edeceğine ihtimal verilmemişti. 

Geceleyin saat 20–21.00 arasında telsizi bulunan bir polis arabasındaki bir Türk polis subayı ile eri ve bir sivil telsizden ‘Will you proceed at Ortaköy? We heard some gun shots./Ortaköy’e gider misiniz? Bazı silah sesleri işittik.’ Bilgisi alınıyor. 

Ekip derhal Ortaköy’e gidiyor. Orada hiçbir hadiseye şahit olmuyor. Ortaköy nüfusu 1.000’den fazla bir Türk köyüdür ve Lefkoşa’nın banliyösüdür. Ekip buradan uzaklaşıyor ve Girne yolunda devriye gezmeye başlıyor. Devriye esnasında yol üzerinde Aspava isimli Lefkoşa’dan 1 kilometre mesafedeki bir Türk gazinosu önünde bulunan yolun diğer bir polis arabasıyla tıkandığını ve arabanın önünde polis subayı Vilademeros2un makineli tüfek ve tam teçhizatlı Rum polislerle beklediği görülmüştür. Ekip bu durumu görünce tehlikeyi seziyor ve derhal arabayı geriye manevra yaptırarak arabadan atlıyor ve yerde sürünerek bir eve sığınıyor. Ancak araba manevra yapar yapmaz Rum polisler derhal ateşe başlayarak 47 dakika ateşe devam ediyorlar. Açtıkları ateşle yoldan gelip geçen arabaları taradılar. Arabalarda bulunanlardan Vasıf isminde bir vatandaşımız öldü. Bütün hadise eve sığınan ve üst kata çıkan polisler tarafından kendilerini korumak suretiyle müşahede edildi. Rum polisler bu arada yaptıkları serseri atışlarla bir taraftan Türk evlerini taramışlar, bir taraftan da kendi aralarında panik yaratarak AE 630 numaralı polis arabasını ve iki yeni model piyade tüfeği ile bir av tüfeği ve biri dolu, diğeri yarı dolu iki makineli şarjörü bırakarak kaçışmışlardır. 

Yukarıdaki hadiseyi müteakip 23 Aralık tarihinde Rumlar kendi kesimlerinde bulunan Kornaro Oteli ile Constantin Kulübü’nden hafif uçaksavarlarla ateşe 
başladılar. Türk halkı ellerinde bulunan yalnız av tüfekleri ve Rumların ellerinden alınan birkaç silahla korunmaya başladı ve böylece mücadele fiilen başlamış oldu… 
Mücadele Pazartesi-Çarşamba günleri devam etti. Dianellos fabrikası Türk mücahitlerine bırakıldı. Pazartesi akşamüzeri mütareke istendi. Mücahitler mütarekeye razı oldular ve bütün memurların serbestçe dairelerine gidebilecekleri bildirildi; ancak ertesi günü evinden çıkmış ve işe gitmek üzere olan Türk memurları ve iş sahipleri pusuya düşürülerek kendilerine Rum mevzilerinden ateş açılmaya başlandı. Bunun üzerine mücadele yeniden başladı. Türkler Girne yolu üzerindeki şehre takriben bir kilometre mesafede bulunan Aspava mevkiindeki Rumların işgali altında bulunan jandarma karakolunu ellerine geçirdiler. 

Çarşamba günü Mercedes mevkiini düşürdüler. Aynı gün akşama doğru un fabrikası ile kaymaklı semtinin Yunan Alayı mensupları tarafından takviye edildiği görüldü. Buz fabrikası aynı gece Türk mücahitlerinin eline geçti. Biraz sonra mücahitler un fabrikasını da ele geçirdiler; ancak Rumlar uzaklaşırken bütün sivil halkı durmadan taradılar. Daha sonra Rumların elinde bulunan Kiryako, Singer Mangli mevkileri susturuldu. Perşembe günü malzeme ve cephane yokluğu yüzünden mücahitler Küçük Kaymaklı semtinden çekilmek zorunda 
kaldılar. Bundan istifade eden Rumlar Türk asker üniforması giyerek ve bir Türk çocuğuna silah tehdidi altında ‘Türk askeri geldi.’ diye bağırtarak silahsız köylü halkı teslim almaya başladılar. Yüzlerce çoluk çocuk, ihtiyar ve kadını tekmeleyerek götürdüler. Yürüyemeyecek durumda olanları şehit ettiler. 
Müteakiben taraflar arasında alakalı garantör devletlerin müdahalesiyle mütareke imzalandı. Buna rağmen sivil halk yine pusuya düşürülerek esir edilmektedir. Esir edilenlerden bir kısmının daha sonra ölüler listesinde gösterildiği tespit edilmiştir. Yiyeceksiz yerlere gıda maddesi yetiştirmek için giden vatandaşlarımız Rumlar tarafından kaçırılmaktadır.” 

Bu dönem sadece Kıbrıslı Rumların ve EOKA teşkilatının değil, ayrıca Kıbrıs Türklerinin de TMT ile ilk defa karşılaştıkları bir dönem olacaktır. O güne kadar adı duyulan, varlığı hissedilen ancak somut olarak ortada görünmeyen TMT böylece kendisini ilk defa ifşa eder;52 

“...TMT’nin kuruluşunu ve varlığını Kıbrıs Türk’ü, 21 Aralık 1963 olayları ile tam olarak öğrenebildi. Nice öğretmenler, memurlar, çiftçiler, tornacılar, demirciler, 
öğrenciler, futbolcular ve daha saymakla bitiremeyeceğim kadar insanın yeraltından yeryüzüne çıkışını gördü bu toplum. 

21 Aralık 1963 olaylarının başlamasıyla Dr. Küçük’ün direk Bayraktarlık ile temasları da gündeme geldi. 1963 olaylarında belki de sekiz on defa Bayraktar’dan Ağrı’ya diye küçük notlar gelirdi… O günler zor günlerdi. 
1963 olayları ile başlayan çatışmalarda Rauf Denktaş’ı da mücahit elbiseleri içinde ve belinde tabanca ile mevziden mevziye koşarken görüyorduk. Dr. Küçük o kan kusan mermilerin altında ve sert gelen kış koşulları içinde karargâh karargâh dolaşır, mevziden mevziye gider, Bayraktarlık ile Elçilik arasında mekik dokur ve hatta Ankara ile kriptolarla haberleşirdi. Çok zor günlerdi onlar. Dr. Küçük’ün acı dolu günleriydi. Rauf Denktaş’ın uluslararası konferanslar ve davayı ada dışında savunmak için gidişi ile Rumların onu istenmeyen adam ilan etmesi, Denktaş’sız bir zamanı geçirmemize neden oldu. Denktaş artık Kıbrıs’a sokulmuyordu. Dr. Küçük her zaman Denktaş’ın eksikliğini ve yönlendiriciliğini hissetti. 
21 Aralık 1963 olayları sonrasında anımsadığım kadarıyla Nisan 1964 tarihinde bugünkü Bakanlar Kurulu yerine geçen Genel Komite ve ona bağlı Tali Komiteler yani bakanlıklar kurulmuştu. Genel Komite’ye Bayraktar ile Dr. Küçük başkanlık ederlerdi. Bir yerde ağırlıklı olarak Bayraktar’ın istemleri ve stratejik taktikleri, hep ön plana çıkardı… İşte o toplantılarda hem askeri ve mücahit sorunları tartışılırdı, hem de sivil idarenin yapılaşması, sivil-asker sürtüşmeleri, yokluklar, insanların egoları ve çıkarcı zümrelerin duruşları görüşülürdü. O günlerde kendilerini toplumun üstünde gören ama topluma kendilerinden başka yardımı dokunmayan bazı kişilerin araçlarına Bayraktarlık tarafından el konularak araçları hizmete sokuldu. Kimilerinin evleri mevzi ve karargâh yapıldı. 
Bir taraftan da mücahit ordusunun fiilen emek katkıları ile yapılmakta olan göçmen evleri, çadırlarda yaşayan insanların sorunları, bazı komutanların çok katı davranışları, bazılarının daha anlayışlı tutumları, gündüz okula, gece mevziye giden lise öğrencilerinin ve ailelerinin psikolojik durumları hep vardı. Zaman zaman bu gelgitler hep sivil idare ile resmi idare arasında 
gerginlikler yaratırdı. 

Hatta Dr. Küçük’ün o zor günlerde Denktaş’sız geçen zamanlarında sivil halkı koruma kavgası, onun dışında kod isimle Kıbrıs’ta mücahit komutanı olarak görev yapan Türkiyeli askerlerle sürtüşmeleri olurdu. Zaman zaman uzun mektuplar yazdırırdı Genelkurmay Başkanlığına. Hatta bazı komutanların buradan çekilmesinde önemli rol oynardı. Bir yerde iç kavganın sona ermesinde neşter vazifesi görürdü. Memur ve işçi maaş alamıyordu. Kızılay yardımları ile herkes geçinmeye çalışıyordu. 

Dr. Küçük’ün yüzünde biriken üç günlük sakalları işte o zor zamanlarda gördüm. Her akşam köylerden ve kentlerden acı haberler gelirdi, oluk oluk acı dolu haberler. 
Günlük çalışma süreci içinde bayraktar bilgi vermek için belki de üç veya beş defa gelirdi. Göç halindeki Türk köylerinin, eldeki silahların durumu hep merak konusu olurdu... 
O zor ve aşılmaz günlerde EOKA’nın acımasızlığı sürdü gitti. 

Basılan köyler, tarladan sürüsü ile alınıp götürülen çobanlar, yakılıp yıkılan evler ve aylarca haberleşemeyen Kıbrıs Türk’ü. İşte bütün bunların acılarına katlanmak görevi düşmüştü Dr. Küçük’e... 1963 olayları sonrasında kendimizi birdenbire yeraltından yeryüzüne çıkmış bir mücahit ordusu içinde bulduk. Ben 1963 sonrası mücahitlerindenim, yani 1 Ocak 1964’le başlayan bir mücahitlik dönemi. Zaman zaman temel eğitime gittik, zaman zaman cephede kum
torbalarından mevziler yaptık. Zaman zaman da seferberlik veya teyakkuz durumlarında cephede günlerce kaldık. Birinci Barış Harekâtı’nda fiilen cephede çarpışan mücahitlerdenim. İkinci Barış Harekâtı’nda Denktaş-Klerides, Cenevre görüşmeleri için zamanın Sancaktar’ının emri ile olası ikinci hattın çekilmesi ile ilgili harita ve evrak çalışması için saraya çağrılmıştım. 

Kıbrıs Türk’ünün 1963 öncesinde TMT ile ilgili pek aleni bir şey bildiği yoktu. Ama birçok insanımız fısıltı halinde hep TMT’yi konuşurlardı. Bazı mücahitlerin 
evlerinde sakladıkları silahları üzerinde yattıkları şiltenin içinde sakladıkları zamanları oldu. O mücahitlerin eşleri işte o zaman eşlerinin TMT’de gizli görevli kahraman olduklarını anlamaları gerçekleşti... ” 


Esasında gerek TMT mensuplarının, gerekse Kıbrıs Türklerinin hemen hepsinin fark ettiği üzere 21 Aralık 1963 tarihi öncesinde Rumların faaliyetlerinde gözle görülür bir farklılık söz konusudur.53 Bu bağlamda TMT karargâhı da, TMT üyeleri de alarm durumuna geçmişlerdir ve komuta kademesindeki personel astlarıyla daha yakından ilgilenmeye başlar.54 TMT’nin verdiği hürriyet mücadelesinde başarılı olmasının sırrı mütevazı, ortada görünmekten hoşlanmayan, yaptığı görevle ilgili olarak uluorta konuşup kendisini, ailesini ve 
Kıbrıs Türk toplumunu tehlikeye atmayan, kendisine verilen görevi layıkıyla yerine getirip sessizce yeni görevler verilmesini bekleyen bu insanlarda gizlidir. Bununla beraber istihbarata karşı koyma kapsamında yanlış yapanlar veya yanlış yaptığını bilemeyenler de teşkilatın gizliliğini koruma bağlamında kontrol altında tutulurlar ve bu kişiler teşkilat dışına çıkartılarak, aktif görevden alınarak, ikaz edilmek suretiyle ve farkına varamadığı yanlışlıkları göstermek suretiyle ikaz edilerek EOKA’ya ve İngiliz idaresine bilgi akışının önüne geçilir.55 
TMT mensuplarının teşkilatı bir şekilde kendi şahsi çıkarları için kullanmaları veya teşkilata zarar verecek kişisel davranışların içerisine girmelerinin her şeyden önce TMT için büyük bir tehlike ve kötü bir imaj olacağının bilincindeki komuta kademesi yanlış hareketler içerisine girenleri takibe alır ve onları uyarır.56 

 Türkleri toptan yok etmek için İçişleri Bakanı Yorgacis tarafından silahlandırılan eski EOKA’cıların Türklere acımasız davranışlarda bulunması, daha sonra da yollara barikatlar kurarak Türk motosikletlileri durdurmaları ve dayak ve küfürle kimliklerini göstermelerini istemeleriyle yükselen tansiyon 21 Aralık 1963 Cuma günü 02.00’de iyice yükselir.57 

Rumların ve EOKA’nın bütün baskı, tedhiş ve olumsuz davranışlarına karşılık TMT’nin özellikle komuta kademesinde görev yapanların sağduyulu ve soğukkanlı girişimleriyle sivil Rumların zarar görmesinin de önüne geçilir. Ne acıdır ki özellikle Aralık 1963 tarihinde Kıbrıslı Türklerin sağduyulu yaklaşımları ve TMT’nin sivil Rumları korumaya yönelik girişimleri aynı karşılığı Rumlardan görmeyecektir;58 

Köyümüzün Kumsal bölgesi diye bilinen Mehmet Akif Caddesi üzerinde Bay Muvaffak Necdet’e ait yeni inşaatın kalıp işleri maalesef bir Rum’a verilmiştir. Bunu bahane eden ve kalıpçılık sanatı ile iştigal eden birkaç arım bana şikâyet ederek bu işin doğru olmadığını söylemekte ve Rum’un tahtalarını yakacaklarından bahsetmektedirler. Ben de yapacakları bu işin doğru olmadığını ve hiçbir zaman böyle bir şeye tevessül etmemelerini kendilerine tebliğ etmiş bulunmaktayım. İleride herhangi bir hadise zuhurunda arıların isimleri yanımda mahfuzdur.” 

1963 yılıyla beraber efsanevi bir direniş gösterip son derece güçlü ve anlamlı direnişiyle bütün dünyaya kendisini ispat edecek olan TMT mensupları bu silahların deneme atışları sırasında yeni bir sürprizle karşılaşır. Esasında bu silahların yarattığı hayal kırıklığı sadece eğitimlerde değil, özellikle 21 Aralık 1963 sürecinde de kendisini çok yakından hissettirir. Yıllarca toprak altında kalması ve farklı ve zorunlu sebeplerden yapılması gereken bakım ve özenin gösterilememesi nedeniyle silahlar ve özellikler etki gücünü ciddi oranda 
kaybeder. Bütün bunlara bir de mermi ve silah ve farklı cephane konusunda yaşanılan eksiklik ve sıkıntı da eklenince kullanılan her silah ve mermi parmak hesabıyla ve çok dikkatli kullanılmak zorunda kalınır.59 Silahlar paslı, mermiler nemlidir ve silahların çoğu da ateş etmemektedir.60 Aynı durum diğer sancaklar için de geçerlidir. Bu silahlar 21 Aralık 1963 sonrası olayların başlamasıyla beraber 8, 17 ve 27 Ocak 1964 tarihlerinde bulundukları yerlerden alınarak önce Mağusa’ya getirilir ve Mağusa’dan da ihtiyaç duyulan başta Lefkoşa, 
Limasol, Larnaka ve Baf olmak üzere merkezlere nakledilir.61 1960–1963 yılları arasında bir takım politik sebeplerden ihmal edilen TMT bunun sıkıntısını 21 Aralık 1963’de yeraltından yerüstüne çıktığında görür;62 

“21 Aralık 1963 katliam harekâtına karşı koyan TMT mücahitlerinden bazılarının silahlarının tutukluk yapıp çalışmadığı, bazı mermilerin ateşlenmediğini 
duyduğumuz da doğrusu şaşırmadık. Çünkü nedenini biliyorduk. 1961'den 1963'ün 21 Aralık'ına kadar Kıbrıs millî mücadelesi bakımından Türkiye'deki ilgisiz ve gevşek tutum TMTF’de durgunluk ve gevşeme yaratmıştır. Yeraltında toprağa gömülmek suretiyle saklanan silah ve cephanenin 3'er ve 6'şar aylık periyodik bakımı yapılmamış, kontrol ve yer değiştirme işleri ihmal edilmişti. Bu tavsama hem mücahitlerin moralini bozmuş, hem de silah ve cephanenin büyük bölümünü kullanılmaz hale getirmişti.” 

1950'li yıllardan itibaren “Teşkilatçı” olarak isimlendirilen Kıbrıs Türkleri, 21 Aralık 1963'de olayların patlak vermesiyle beraber artık “Mücahit” olarak isimlendirilirler. Bütün olumsuzluklara rağmen Kıbrıs Türkleri milletlerin tarihinde ender rastlanan bir direniş ve mukavemet gösterir;63 

“ Zaman zaman bunun bir muhasebesini yaparız biz. Şöyle ki 63’te olaylar patlak verdiğinde silahımız yoktu ama biz eğer yürüseydik zaman çok müsaitti. Rumlar durmayacaktı ama bize dendi ki ‘Bu nefis müdafaasıdır. Bunun ötesine geçmeyin. Türkiye gelecek, müdahale edecek ve ne gerekliyse o yapılacak’. TMT son derece inançlı 

Türkiye’ye, bağlılık, sadakat, büyük bir sadakatle bağlılık var. O zaman bir disiplinsizlik yapmayalım, karşı taraftan, anavatandan yanlış değerlendirilme yelim diye çekiniyorsunuz...” 


21 Aralık 1963 tarihine kadar alarmda ve her an göreve hazır olarak bekleyen TMT mensupları düşman saldırılarının doğrudan cephe savaşı olarak başlaması ve katliamlarla devam etmesi üzerine yeryüzüne çıkar ve cephe savaşına girer. Bu aşamada Rumlar da adanın dört bir yanında Yunanistan’ın büyük desteğiyle saldırılarına hız verir;64 

“...Yunan millî politikasının hala aynı zehirle beslenmekte olduğunu son Kıbrıs olayları da açıkça göstermiştir. Politik maksatlarla yıldırmak için de olsa bir kütle 
halinde imhaya kalkışabilmek, kadınları, ihtiyarları, hastaları, yaşını doldurmamış bebeklere varıncaya kadar çocukları soğukkanlı öldürebilmek canavar ruhlu bile 
olsalar adi katillerin eseri olamaz. Bu soğukkanlı katiller ister üniformalı Kıbrıslı Yunan polisi, ister Yunan birliğinin subayı veya askeri, isterse üniformasız polis 
yardımcısı olsunlar çocukluktan itibaren bu maksatla yetiştirilmiş olmasalar o insanı donduran cinayetleri işleyemezlerdi. Bu Yunan güvenlik kuvveti mensuplarının ruhları (ailesi, okulu, kilisesi el ele çalışmak suretiyle) dikkatle zehirlenmiş olmasa bu başarıya erişilemezdi. İşte bu şuursuzca saldırgan Yunan politikasının kurnazca ve ısrarla tatbiki sayesinde Kıbrıs’ta 19. yüzyılın ortasındaki 40.000 kişilik Yunanca konuşan azınlık Yunan göçleriyle yüz yıl içinde on katına çıkıvermişti. Yunanistan’ın kendi nüfus artış temposu 10 yılda %10’dur. 1951 sayımı sonucu 7.632.801, 1961 sayımı sonucu 8.357.526. Demek ki Yunanlar Kıbrıs’ta anavatanlarından olduğundan 4 kat daha hızlı 
çoğalmışlardır. Tabii Yunan planının bu çoğunluk elde etmek safhasında İngiliz sömürge idaresinin maddi ve manevi desteği büyük olmuştur. Yunanlıların gönlünü kazanmak için Ruslarla yapa geldiği yarışmanın şaşkınlığı ile böylece Kıbrıs’ı çılgın Yunan kalabalığının avucuna teslim eden İngilizler sonradan pişman oldular ama iş işten geçmişti artık. Yunanistan, Rus ve Yunan kuşatması altındaki Türkiye’nin açık kalabilmiş son deniz ulaştırma yolunu kesen Kıbrıs adasına el koyma hakkını ilan etmişti bile. 

Yine Atina’dan gönderilen gerillacı subayların idaresinde bir terör organizasyonu kurulur. İdare ebedi düşman Türklerin elinde değildir. Aksine Ruslar 
kadar kuvvetli Yunan dostu İngilizlerin elindedir. Fakat planı baştan beri desteklediği halde mademki dönek İngiliz tam meyve alınacağı sırada bu mızıkçılığı yapmıştır, onlar da dersini almalıdır. Onlar da Ortodoks Yunan kilisesinin ve Avrupa büyük devletlerinin ortak eseri olan modern Yunan milliyetçiliğinin ölçü tanımaz meziyetlerini bizzat tatmalıdır. Açıkça ilan olunarak İngiliz askeri, sivili kahraman Yunanlar tarafından arkadan vurularak yok edilir. Hükümet tesisleri, binaları bombalanır. Hükümet görevlisi Kıbrıslılar, Türk veya Yunan olsun haindirler. Terör yaratmak için insafsıca yok edilirler. Yunan ve Rus
genelkurmayları gayet iyi bilirler ki Kıbrıs ile Türkiye’nin kuşatılması tamamlandıktan sonra bir komünist atağına karşı Türkiye üzerinde başarılı bir savunma savaşı verebilmek Batı dünyası için çok güçtür. Amerika’nın Türkiye uğruna nükleer bir savaşı göze alabilecek kadar fedakâr olacağını düşünmek ise abestir. İşte o zaman 1948’de ABD Genelkurmay Başkanı Omar Nc Bradley’in ‘Türkiye, Batı dünyası savunma hattının dışındadır.’ beyanı gerçek anlamını kazanacaktır. Türk ordusunun da Avrupa Türkiye’sini ve ülkenin kalbi ve gözbebeği İstanbul’u savunabilmesi hemen hemen imkânsızdır. O zaman 30 milyon Türk, dostunu yanlış seçmenin veya erkekçe dostluk göstermiş olmanın cezasını çekecektir. Ya da Türkiye bu kâbusu görmeden dalmış olduğu dostluk uykusundan uyanıverecektir...” 22 Aralık 1963 günü Bayraktarlık tarafından verilen talimatla yeryüzüne çıkan TMT böylece bütün ada sathında cephe savaşına girişir;65 

“...Zannedersem 27 Mayıs 1960 tarihine kadar Rumların TMT’den haberleri yoktu. O nedenle bizi küçümsediler, çok küçümsediler. Fazla bilgileri yoktu. Dr. İhsan Ali ve adamlarının verdiği bilgiler, ‘İşte bunlar çapulcudur. Denktaş’ın adamlarıdır. Üç-beş kişidirler. Bunların hiçbir şeyleri yoktur. Türkiye de bunları desteklemez.’ kabilinden çok küçümsemişlerdi ve küçümsedikleri için 63’te başlattıkları harekâtta tam tedbiri alamadılar bize karşı ve iş meydana çıkınca, TMT silahlarıyla beraber meydana çıkınca ya katliam yapacaklardı topyekûn veyahut statik bir yerde bizi muhafaza edip zaman içinde erimemizi bekleyeceklerdi. O da mümkün olmadı. Direnişe geçtiğimiz her yerde bir Türk subayı var zannındaydılar. Gizlice gelen bir Türk subayı var zannındaydılar. Ayrıca Türk askeri var zannındaydılar. Sonradan öğreniyoruz bunu. O nedenle Türkiye’yi tahrik etmesin diye topyekûn saldırıp bizi imha etmediler. Bizim insanlarımız, mukavemetçilerimiz de yalan yanlış bilgi vermek suretiyle (onları 
yanılttılar). Mesela alışveriş için çarşıya geliyor. O günlerde mecbursun. Hem abluka içindesin, hem yiyecek almak için Türk çarşısına gelirsin. Maksatlı olarak sorarsın işte ne var ne yok köyde? Valla iyiyiz işte. Bizim fırıncı artık 100 ekmek yerine ekmek çıkartmaya başladı gibi maksatlı şeyler bırakırlardı. Rumlar bunlardan da bilgi çıkartırlardı çünkü istihbarat almak gayet kolaydı. Çünkü bizim insanımız pasaport almaya gittiğinde muazzam bir askeri istidat başlardı pasaport vermek için. Ondan işte birçok insan gider bilerek bilmeyerek söylediklerinden bir netice çıkarmaları mümkündü... Sindirilme şeyi vardı ya 60’dan sonra. (TMT) epeyi sindirildiği için yayılma fırsatı pek olmadı ama TMT’nin 1963 olayları başladığı zamanki çekirdek kadrosu 500–580 kadardı ve onlar köylerde lider pozisyonunda olan insanlar. Kalk borusu çalınca onlar zaten pasif halleriyle kendilerine inandırdığı, güvendirdiği insanlarla büyük bir kuvvet halinde ortaya çıkar. ” 

Kıbrıs hükümetinin Rum polisleri ile Kıbrıs’ta bulunan Yunan Alayı’nın subay ve erlerinin bir kısmının da katıldığı EOKA’cılarca Türklerin oturdukları mahallelere ve işyerlerine baskınlar düzenler, insanları baskı altına alır, Türk halkının onuru ve hürriyeti ayaklar altına alınır. Bu dönemde ortaya çıkan ise sözde faaliyetlerine son vermiş olan EOKA’nın yerine derhal ve yeniden teşkil edilen EOKA-B örgütüdür.66 EOKA’cıların başında ise Yunanistan’da darbe girişiminde bulunan General Kizikis vardır ve NATO silahlarıyla teçhizatlanmış Rumlara emir komuta etmektedir. Savunma Bakanı Yorgacis, Makarios’un şahsi doktoru Vassos Lyssarides ve kanlı katil Nikos Sampson’un idaresindeki EOKA’cılar Akritas Planı’nı uygulamaya geçerler. Bütün bunların arkasında ise Rumların yapmak istedikleri bir şey vardır; Kıbrıs Türk liderlerini ortadan kaldırmak, TMT hakkında sağlıklı bilgi toplamak, Kıbrıs Türklerini içeriden parçalayacak faaliyetlerde bulunmak, Kıbrıs Türk toplumu ile Türkiye arasındaki bağları zayıflatıp koparmak, Akritas doğrultusunda sözde Türk-Rum dostluğunu müdafaa etmek ve son olarak yıllar boyu şüphelendikleri ancak varlığını pek önemsemedikleri bir Türk direniş örgütü olup olmadığını öğrenmek arzusu 
bulunmaktadır. 

Bütün bu gelişmeler yaşanırken Kıbrıs Türkleri de bir yandan kendilerini savunma gayreti içerisine girerlerken, bir yandan da özellikle dünya kamuoyunda haklılıklarını ispat gayreti içerisindedirler. Bu amaçla hazırlanan son derece kapsamlı raporlar sadece Türkiye’de değil özellikle İngiltere ve Amerika’da basın-yayın kuruluşlarına dağıtılır. Bu raporlarda tepki 
gösterilen noktalardan birisi de Kıbrıs Türklerinin asi olarak gösterilmeleridir.67 Rumların bütün ada sathında katliama dönük başlattıkları saldırılar üzerine alarma geçen Lefkoşa Sancağı çanaklardaki silahların derhal çıkartılmasını emreder. Bu arada diğer bölgelerde de TMT mensupları hazırlıklara başlarlar ve savunma durumuna geçerler.68 


TMT’nin yeni Bayraktarı’nın kimliği uzun bir süre etrafta bilinmese de yaşanan bazı olaylar onun cesareti, kararlılığı, inisiyatif kullanması ve tek başına verdiği mesajlardaki inceliği daha sonra dilden dile anlatılan hikayeler haline gelecektir. Bu inisiyatif olgusu özellikle 21 Aralık 1963 Rum saldırılarına hazırlıksız yakalanan Kıbrıs Türklerini topyekûn ölümden kurtaran ana unsurlardan birisidir. EOKA’nın saldırılara başlamasının ardından RMMO ve adadaki Yunan Alayı’ndan istediği lojistik desteği almasına karşılık bu konuda KTKA tarafından TMT’ye aynı kolaylık ve yardımın gösterilmemesi, ateş emri ve silahların çanaklardan çıkarılması anlamında Türkiye’den herhangi bir emir gelmemesi üzerine çok geç 
olmadan müdahale edilmesi gerektiğini düşünen TMT Bayraktarı derhal çanakların açılması emrini verir ve TMT tarihinde ilk defa yeraltı faaliyetlerinden sıyrılarak cephe savaşına başlar. Aynı dönem içinde yaşanan bir başka olay ise bu saldırılar sırasında Yunan Alayı ve RMMO tarafından potansiyel tehlike olarak görülen KTKA’nın dört bir tarafının kuşatılması ve sivil Türklere yönelik olarak silahlı saldırıların artarak devam etmesi üzerine alınması düşünülen bazı tedbirlerdir. Esasında TMT’ye anlaşmalara aykırı olarak silah yardımında 
bulunması öncelikle Türkiye ile Yunanistan’ı savaş meydanında karşı karşıya getireceği ve uluslararası alanda Türkiye’nin başını derde sokacağı için son derece riskli ve tehlikeli bir iştir. Bununla birlikte özellikle TMT Bayraktarının iş bitiriciliği ve muazzam ikna gücü sonrasında Türk Alayı’nda görev yapan bir üsteğmen komutasında bazı askerler özellikle geceleri kışlayı gizlice terk etmekte ve çatışmalara katılmaktadır. 

Bu bilimsel çalışmanın dışında tamamen farklı bir araştırma konusu olmakla birlikte burada bahsedilmesi gereken son derece önemli ve hassas bir durum ise Kenan Çoygun’un kendisinden önce TMT’ye komutanlık ve Bayraktarlık etmiş olan Alb. Ali Rıza Vuruşkan’ın yıllar sonra Kıbrıs Türklerinin Erenköy bölgesinde yaklaşık 500 Kıbrıslı Türk öğrenci ile verdikleri mücadele sırasında o bölgeye komutan olarak gelmesi sürecinde takındığı olumlu tavır ve askeri olgunluktur. Alb. Ali Rıza Vuruşkan’ın 27 Mayıs 1960 darbesi sonrasında görevden alınmasının ardından Kıbrıs adasına 2 yıl gecikmeyle Bayraktar olarak gelen ve bütün ada sathında TMT’ye komutanlık yapan Kenan Çoygun’un kendisine ihtiyaç duyulması üzerine koşulsuz ve tereddütsüz görevi kabul ederek yaklaşık 4 yıl sonra Erenköy bölgesine çıkan Alb. Ali Rıza Vuruşkan’la o dönemdeki irtibatı her türlü takdirin üstündedir. Askeri savaş tarihinde ve Türk Silahlı Kuvvetleri tarihinde bir ikincisi daha yaşanmamış inanılmaz bir olgunlukla Bayraktar olarak görev yaptığı Kıbrıs adasında bu sefer sadece Erenköy bölgesinin komutanı olarak çalışmayı kabul eden ve askeri hiyerarşik düzende yeri olmayan böyle bir durumu tereddütsüz kabul eden Alb. Ali Rıza Vuruşkan’a kendisinden rütbece 
kıdemsiz Alb. Kenan Çoygun tarafından her türlü askeri terbiye, olgunluk ve disiplin çerçevesinde saygının gösterilmesi tarihe not düşülmesi bağlamında son derece önemlidir. Bu arada 1964-1967 Erenköy direnişi sırasında Lefkoşa’daki karargah ile Erenköy arasındaki bütün yazışmaların Kıbrıs Türklerinin ince zekası ve Bayraktar Kenan Çoygun’un onayı sonrasında uygulamaya geçirilen “KOKKNA” ve “H/M” damgalarıyla sorunsuz ve bütün Rum-Yunan kuşatması ve UNFICYP baskısına rağmen yapıldığını da belirtmek gerekir.69 



KUMSAL KATLİAMI 

Kenan Çoygun’un anormal ve zor şartlarda Bayraktarlık görevini üstlendiği TMT’de ilk ve en zorlu görevlerinden birisi Kıbrıs Türk toplumunun sosyal, ekonomik, siyasi çalkantılar içinde olduğu, TMT konusunda Türkiye’de şüphelerin ortaya konduğu bir dönemde karşılaştığı Kanlı Noel haftasındaki Rum saldırıları olur. Yaşanılan pek çok sorun yanında o güne kadar gizini şu veya bu şekilde korumuş olan TMT’nin klasik yeraltı savaşları taktiğini tamamen terk etmek suretiyle klasik ordu sistemine geçmesi ve cephe savaşına dönmesi ise Bayraktar Kenan Çoygun ve TMT açısından da son derece zor ve riskli bir süreç olacaktır. O güne kadar psikolojik harp teknikleri çerçevesinde eğitim gören ve bütün yapısını gerilla harbi esasları üzerine oturtan bir askeri gücün bir anda mevzi savaşlarına girmesi son derece zor, sıkıntılı ve tehlikeli bir faaliyet olur. 21 Aralık 196370 Cuma günü sabaha karşı 02.00 sularında71 Tahtakale mahallesinde Girne’den Lefkoşa’daki evlerine dönen iki arabadaki 6 erkek ve dört kadından Zeki Halil ve Cemaliye Emirali Rum polislerin kırmızı ışıkta kendilerini durdurup evlerinden sadece birkaç yüz metre uzakta üzerlerine makineli tüfeklerle ateş açmalarıyla hayatlarını kaybederler.72 Kimlik kontrolü bahanesiyle arabalarından çıkartılan Türklerden birisinin kendilerini tanıyıp “O polis değil, Olympiakos Futbol Kulübü’nden Yanni.“73 diye bağırdığı kişi ise burada masum sivil Türklere ateş açarak ölümlerine sebep olan Rum Polis Başmüfettişi Pandelis’dir.74 “Biz Yorgacis’in adamlarıyız.” diyerek masum insanları öldüren bu sivil ve üniformalı Rum polislerin başındaki Pandelidis 
Rumların gözünde “Elleri Türk kanı ile yıkanmış gerçek bir Elen kahramanıdır.”75 Türk toplumu liderlerinin itidal tavsiye ettiği, Rumların tahrik ve kışkırtmalarına karşı uyanık bulunulması gerektiği ve herhangi bir taşkınlığın yapılmamasının istendiği anlarda Türkler evlerinde sessizce beklerken Rum polisler sokaklarda “Yaşasın EOKA” naraları atmaktadırlar.76 Bu dönemde sadece Rum polislerinde silah vardır ve Türk polislere silah verilmemiştir.77 İçişleri Bakanı Pandelidis’e bağlı olarak çalışan ve onun gizli ordusunun üyeleri olan EOKA’cılar yıllarca Yunanistan’dan gemilerle getirdikleri ve Türkleri topluca katletmek hayaliyle yeraltında sakladıkları silahları gün yüzüne çıkartırlar. 
Saldırıların başladığı 21 Aralık günü Atina’da yayımlanan Akropolis ve Apoyevmatini gazetelerine verdiği bir demeçte ise Makarios yapılan Garanti Antlaşması’nın pratik değerden uzak, hükümsüz ve BM ilkelerine aykırı olduğunu belirtmektedir.78 

22 Aralık 1963 Pazar günü Kıbrıs Cumhuriyeti ordusuna bağlı Türk askerler tarafından korunan Cumhurbaşkanı Yardımcısı Dr. Fazıl Küçük’ün malikânesiyle İngiliz askerlerinin konuşlandığı Wolseley Barracks kışlası da Rum saldırısına uğrar. Saldırılara ateşle karşılık veren Türklerle Rumlar arasında çatışmalar bu bölgede de tüm şiddetiyle devam eder. 23 Aralık 1963 günü de çarpışmalar bütün şiddetiyle devam eder.79 



DİPNOTLAR;

1 M. Tevfik Tarkan, Genel Çizgileriyle Kıbrıs, Ankara, 1975, s. 75. 
2 Cüneyt Öztürk, “Kod Adı Bozkurt”, 21 Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, Özel Rapor, Mart 2008. 
3 Bir yeraltı örgütünün hangi şartlarda ve ne şekilde kurulabileceği, hangi faaliyetlerde bulunacağı ve nasıl başarılı olacağı konusunda bilgi veren ve bu bağlamda EOKA’nın içyüzünü anlatan bu kitap bizzat Grivas’ın 
sözlerinden hareketle ve birinci ağızdan Charles Foley’in editörlüğünde kaleme alınmıştır. Charles Foley, 20 Mart 1959 tarihinde Grivas’ı Lefkoşa’dan Yunanistan’a uğurlayanlar arasındadır. Charles Foley, Guerrilla 
Warfare and EOKA Struggle; General Grivas , Longman Yay., Londra, 1964, s. 109 
4 İkinci Dünya Savaşı sürecinde ve özellikle 1941–1942 döneminde Yunanistan açlıktan ve Alman işgalinde inim inim inlerken, özellikle Büyük Açlık Dönemi olarak bilinen yıllarda günde ortalama 3.000 Yunan 
açlıktan sokaklarda ölür ve cesetleri kamyonlarla toplanıp çukurlara atılırken kurulan silahlı yer altı örgütleri ise Alman işgal güçlerine karşı direnişe geçerler. ELAS, EDES gibi komünist örgütler bu mücadeleye 
girmişken Grivas’ın faşist X örgütü ise Almanlara işbirliği teklif eder. Bütün dünyayı işgal ve ele geçirme düşüncesindeki Almanlar bu teklifi fazla ciddiye almayınca işbirliği teklifi fiiliyata dökülmez fakat kendi 
ülkesine ihanet eden bir asker kişiliğin bu davranışı “vatan hainliği” yaftasından kurtulamaz. Bu ihanette bulunan Grivas ise 1950’de Yunan hükümeti tarafından savaş döneminde kurulan bütün yeraltı örgütlerinin 
üyelerine devlet onur madalyası verilirken aynı madalyayı alanlar arasındadır. Bir vatan hainine neden onur madalyası verildiği sorusunun cevabı ise birkaç yıl sonra Yunanistan’ın kurdurduğu EOKA terör ve tedhiş 
örgütüyle ortaya çıkacaktır. 
5 KTMA, EOKA Bildirileri Dosyası No.1318 ve 1319. 
6 R. R. Denktash, The Cyprus Triangle, Lefkoşa, 1982, s. 22. 
7 Kıbrıs Türk Kültür Derneği İzmir Şubesi Başkanı merhum Mustafa Tunçalp ile 18 Ekim 2002 tarihinde yapılan görüşme 
8 TMT Lefkoşa Sancağı mensubu Erdoğan Tilki ile 10 Temmuz 2003 tarihinde Lefkoşa’da yapılan görüşme. 
9 Volkan teşkilatının kurucularından Kemal Mişon ile 11 Temmuz 2003 tarihinde Lefkoşa’da yapılan görüşme. 
10 Rauf Denktaş, Mustafa Kemal Tanrısevdi ve Dr. Burhan Nalbantoğlu sivil liderliği altında kurulan TMT 26 Kasım 1957 tarihinde Kıbrıs Türk halkına yayınladığı bildiride şöyle demekteydi: “Volkan, 9 Eylül Cephesi 
ve buna benzer teşkilatlar lağvedilmiştir. Bunun yerine Kıbrıs Türk’ünün bağrından çıkmış, gerek emperyalist sömürge idaresine, gerekse Kıbrıs’ı Yunanistan’a ilhak yolunda Enosis’i temine çalışan Rum 
sürülerine karşı Kıbrıs Türklerini savunma görevini üstlenmek üzere yeni bir teşkilat kurulmuştur. Bu bir saldırı değil, bir savunma teşkilatıdır. Bütün Kıbrıs Türklerini bu teşkilata destek olmaya ve bu teşkilat içinde 
yer almaya çağırıyoruz. Ulvi Keser, Kıbrıs’ta Yeraltı Faaliyetleri ve Türk Mukavemet Teşkilatı, IQ Yay., İstanbul, Ocak 2007, s. 233 
11 TMT mücadelenin kutsallığından hareketle üyelerine gizliliği esas alan şu yemini ettiriyordu: “Kıbrıs Türk’ünün yaşayış ve hürriyetine, Canına, malına ve her türlü anane ve mukaddesatına, her nereden ve 
kimden olursa olsun, vaki olacak tecavüzlere karşı koymak için kendimi Türk Milleti'ne adadım. Ölüm dahi olsa, verilen her vazifeyi yapacağım. Bildiğim, gördüğüm, işittiğim ve bana emanet edilen, her şeyi canımdan 
aziz bilip sonuna kadar, muhafaza edeceğim. Gördüklerimi, işittiklerimi, hissettiklerimi ve bana emanet edilenleri, hiç kimseye ifşa etmeyeceğim. İfşaatın bir ihanet sayılacağını ve cezasının ölüm olacağını 
biliyorum. Yukarıda sıralanan hususları harfiyen tatbik edeceğime, şerefim, namusum ve bütün mukaddesatım üzerine söz verir, and içerim.”, Mehmet S. Emircan, Kıbrıs Türk Toprağıdır, Birinci Kitap, 
Başlangıçtan 1960’a, Ankara, 2000, s. 183. 
12 Ahmet C. Gazioğlu, İngiliz Yönetiminde Kıbrıs Son İki Yıl (1958–1960) Enosis Çemberinden Kıbrıs Cumhuriyeti’ne, Ankara, 2000, s. 4–5. Ayrıca bkz. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA), 
030.01.21.121.11–1 
13 BCA, 30.01.38.227.15–2–4 
14 Kıbrıs’ın Baf Kazası’ndan Niyazi Haşim, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Adnan Menderes’e gönderdiği 28 Aralık 1959 tarihli mektubunda, 1958 yılındaki Rum saldırılarında köylerini terk etmek zorunda kaldıklarını, 
Kıbrıs’taki İngiliz idaresinin yardımda bulunmadığını, Türk toplumu önde gelenlerin de ellerinden bir şey gelmediğini belirterek acil yardım talep eder. BCA. 030.01.21.121.11–3 
15 Bu aşamada dönemin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun Kıbrıs’a gösterdiği özel ilgi ve TMT faaliyetleri konusunda inisiyatif ve yetkilerini sonuna kadar kullanmasının altını çizmek gerekmektedir. 
16 Ulvi Keser, a.g.e., s. 125. 
17 Kıbrıs’ta Türk toplumuna yönelik katliamı önlemek amacıyla kurulan TMT’ye Türk hükümeti Genelkurmay STK arcılığıyla silah desteği vermeye çalışmaktaydı. Nitekim İngiliz donanmasının denizden, uçakların 
havadan devamlı kontrol altında tuttukları Kıbrıs adasına 1 yıl içerisinde 5.000 mücahidi silahlandıracak kadar malzeme gönderilmiş, bu yolda çok sayıda kayıp verilmiştir. Kıbrıs Türkleri tarafından “Bereket” adı 
verilen bu mühimmat çanak adı verilen çukurlara konularak muhafaza edilmekteydi. Kıbrıs Türklerinin ilk Bereketçisi Vehbi Mahmutoğlu ile 10 Temmuz 2009 tarihinde Yeni Erenköy’deki evinde yapılan görüşme. 
18 KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf R. Denktaş ile 8 Temmuz 2003 tarihinde Lefkoşa’da yapılan görüşme. 
19 Öztürk, “Kod Adı Bozkurt”, 21 Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, Özel Rapor, Mart 2008, s. 5. 
20 Fahir Armaoğlu, 20 Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914–1980, Ankara, 1983, s. 785. 
21 Emekli Albay İsmail Tansu ile 23 Kasım 2002 tarihinde Ankara’da yapılan görüşme. 
22 Osman Örek’ten aktaran Kıbrıs Postası, 30 Kasım 1986. 
23 “…1931 yılı Harp Okulu mezunu olup Kurmay Albay iken nasıl bir tartışmaya düşmüşse yaşadığı tartışma sonrasında emekliliğini isteyerek generallik sırasındayken hizmetten ayrılmış… Ateşdağlı ordu subayları 
arasında sevilen, sayılan bir kimseydi. Atatürk ve cumhuriyet tutkunuydu. Ordu subaylarından ondan genç olanlar, hatta bazı sivil kişiler kendisine Faruk Ağabey diye hitap ederlerdi. Kurtuluş Savaşı gazilerinden 
Yarbay Atıf (Ateşdağlı)’ın oğluydu. 27 Mayıs harekâtından sonra Faruk Ağabey bir hafta kadar kayboldu. Sonra bakanlığa döndü. Beni de ziyarete geldi. STK denilen, sonradan adı Özel Harp Dairesi’ne çevrilen bir 
gizli örgütün başına getirilmiş…” Ayrıntılı bilgi için bkz. İsmail Hakkı Oğuz, Ağla Yüreğim, İstanbul, Mart 2007, s.365. 
24 TMT Ankara karargâhından emekli Albay İsmail Tansu ile 23 Kasım 2002 tarihinde Ankara’da yapılan görüşme. 
25 KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf R. Denktaş ile 8 Temmuz 2003 tarihinde Lefkoşa’da yapılan görüşme. 
26 Adı geçen görüşme. 
27 Rauf R. Denktaş’tan aktaran Nezire Gürkan, Zirvedeki Yalnızlık Kulesi; Rauf Raif Denktaş, Cümbez Yay., Ağustos 2005, Gazi Mağusa/KKTC, s. 125. 
28 Osman Güvenir’den alınan 20 Temmuz 2005 tarihli bilgi notu. 
29 Dindar bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Çoygun, küçük yaşlarda zaman zaman Bursa Ulu Camii’nde ezan okumakta ve müezzinlik de yapmaktaydı. Gültekin Çoygun, Kemal’in Askeri, Çılgın Türk’ün Anısına 
E. General Kenan Çoygun (1924–2005), 16 Kasım 2005. 
30 Gültekin Çoygun, a.g.g., 16 Kasım 2005. 
31 Kenan Çoygun’un küçük oğlu Gültekin Çoygun babasının bu özelliği ile ilgili şu ifadeleri kullanmaktadır: 
“…Babam kitaplara düşkün bir adamdı… Evimizin küçük odasını kitaplık olarak düzenlemiş, çekilerek açılan iki çalışma masası yerleştirmişti. Çalışmak, araştırmak isteyen, bu odaya geçerdi. Ayrı eve çıkana 
değin, yaşamımın büyük bir bölümü bu odada geçmişti. Babamla bu odada zaman geçirmeyi, ufacık bir bilgi kırıntısı için kitaplığı karıştırmayı çok severdik. 
Bu oda bizim için kutsal bir mabedden farksızdı, bizim mabedimizdi…” Anlatan Gültekin Çoygun, İstanbul, 9 Nisan 2008. 
32 Gültekin Çoygun, a.g.g., 16 Kasım 2005 
33 Hürriyet, 15 Ekim 2005. 
34 Volkan, 17 Ekim 2005. 
35 EOKA’nın ve Rumların Akritas Planı çerçevesinde girişecekleri saldırı öncesinde sinirlerin iyiden iyiye gerildiği ve adada yaşayan her iki toplumun da teyakkuz durumunda bulunduğu bir dönemde ailesiyle 
birlikte Rumların işlettiği bir lokantaya giden Alb. Çoygun burada ailesine yapılan çirkin bir davranışla karşılaşır. Kendilerine ait olduğunu düşündükleri bir mekânda tek başına bir Türk ailesini rahatça ve 
istedikleri gibi rahatsız edebileceklerini düşünen kalabalık bir grup hiç de beklemedikleri bir tepkiyle karşılaşır ve Alb. Çoygun’dan yedikleri dayağın ardından lokantadan kaçmak zorunda kalırlar. Kavganın o 
noktada bitmeyeceği düşüncesindeki Alb. Çoygun ise ailesini eve bıraktıktan sonra aynı lokantaya yine gelir. Amacı her zaman yaptığı üzere etrafa ince bir mesaj vermektir. Beklenildiği gibi de olur ve Rumlar daha da 
kalabalık bir şekilde lokantaya gelmişlerdir; ancak beklenmedik bir şey olur ve lokantada çıkan bir kavgada bu kadar insanı tek bir Türk’ün patakladığını duyan bazı Kıbrıs Türkleri de lokantaya gelmiştir ve olacakları 
takip etmektedirler. Hayranlıkla seyrettikleri bu insanın 1967 yılına kadar TMT’nin Bayraktarı olarak görev yapacak olan yeni Bozkurt, Alb. Kenan Çoygun olduğundan ise hiçbirinin haberi yoktur. 
36 Pierre Oberling, Kıbrıs Faciası, Ankara,1995, s. 69 
37 Rauf R. Denktaş, Rauf Denktaş’ın Hatıraları, Cilt V, Temmuz 1997, İstanbul, s. 223 
38 Pierre Oberling, a.g.e., s. 5 
39 Fikret Kürşad, Belgelerle Kıbrıs’ta Yunan Emperyalizmi, İstanbul, Haziran 1978, s. 129 
40 Ancak burada hemen şunun da ifade edilmesi gerekir ki Türklere karşı gösterilen bu kin ve nefret duygusu yalnızca Makarios veya EOKA’cılara özgü olmayıp sıradan Rumlar için de geçerliydi. H. Scott Gibbons, 
Peace Without Honour, Ankara, 1969, s. 117. 
41 2 Haziran 1968 tarihinde Rauf Denktaş ve Kıbrıs Rum lideri Kleridis arasında Beyrut’ta yapılan görüşmelerde Kleridis bu planı şöyle savunur; “O planı biliyorum. Akritas namı müstearının Yorgacis’e ait 
olduğu doğrudur, fakat planı yazan ve hazırlayan o değildir. Sizde olduğu gibi bizde de Yunan subayları gençlerimizi eğitime tabi tutuyorlardı. Bir teşkilat kurmuşlardı. Her şeyi hazırlarlar, imza için Yorgacis’e 
getirirlerdi. Yorgacis de bunları imzalardı. Fakat şimdi Yunanlılar aradan çekilmişlerdir ve halk Yunan idaresinin tadını iyice tatmıştır.” Rauf R. Denktaş, Rauf Denktaş’ın Hatıraları, Cilt V, Boğaziçi Yay., 
İstanbul, Temmuz 1997, s. 260. Ayrıca Bkz. Zaim M. Necatigil, The Cyprus Conflict, Kemal Limited Yay., Lefkoşa, 1982, s. 46-48. 
42 Zaim M. Necatigil, a. g. e. s. 66-67. 
43 İngiliz idaresinin adada Türklere yönelik bir Rum girişimi konusunda kendi birimlerini uyarması 21 Aralık 1963 sürecinde adada yaşanılanların bazılarının ileri sürdüğü gibi kendiliğinden ortaya çıkmış kendiliğinden 
bir girişim olmadığını, aksine son derece planlı bir faaliyet olduğunu göstermektedir. Öte yandan İngilizlerin her ne kadar TMT konusunda bazı bilgilere sahip olsalar da pek çok konuda yetersiz kaldıkları ve bu teşkilat 
konusunda en azından genel bilgiye ancak 21 Aralık 1963 sonrasında TMT’nin yeraltından yerüstüne çıkmasının ardından sahip oldukları görülmektedir. Öte yandan İngilizler bu arada TMT mensuplarının 
cesaretleri sayesinde herhangi bir duruma karşı koyabileceklerini; ancak gerekirse Kıbrıs Türk Alayı’ndan da destek görebilecekleri, hatta bu konuda Türkiye’den de yardım sağlayacakları düşüncesindedir. İngiltere 
İçişleri Bakanlığı, Mayıs 1963 tarihinde muhtemel bir çatışmayla ilgili olarak adada bulunan TMT üst kademesiyle bölge komutanları, Kıbrıs Türk toplumu liderleri, ayrıca Kıbrıs Türk Alayı’nda görevli 
subaylarla TC Lefkoşa Büyükelçiliği görevlilerinden oluşan bir liste hazırlar. FO.371/168967-XC14311. 
44 Christos P. Ioannides, In Turkey’s Image, New Rochelle Yay., New York, s. 137. 
45 FO.371/168967-XC14311. 
46 TMT Limasol Sancağı mensubu merhum Aydın Aygın ile 20 Ağustos 2004 tarihinde Girne’de yapılan görüşme. 
47 Ioannides ayrıca 21 Aralık 1963 öncesindeki 15 ay içerisinde adaya gizlice 6 Türk subayının gelişinin adanın bir şekilde 1964 yılında taksimine yol açacak olan Aralık 1963 çatışmalarının olacağının Türkiye tarafından 
olabileceğinin tahmin edildiği yönünde kuşkuları güçlendirdiğini belirtir ki bu düşüncenin doğruluk payı hiç yoktur. Ioannides’in bir başka iddiası ise söz konusu Türk subayların adaya 21 Aralık tarihinden önce 
gelmelerinin sebebi Kıbrıs Türk Alay Komutanlığı’nda görevli personelin de yardımlarıyla TMT’yi ‘Mücahit’ gücü olarak yeniden organize etmektir ki bu da sadece asılsız bir iddiadan öteye geçmez. Christos 
P. Ioannides, a. g. e. , s. 137. 
48 FO.371/168967-XC14311. 
49 Zafer, 24 Şubat 1967. 
50 TMT Mağusa Bölge Sorumlusu Necati Kovanbey’den aktaran Mücahit Komutanları Derneği, Sancaktan Gaziliğe Mağusa, Mücahit Komutanları Derneği Yay., Mağusa, Şubat 2001, s. 53. 
51 KGMA. K–4709.1964.9–4/1 Kıbrıs. Adnan Öztrak’ın Kıbrıs’a Ait Notları ve Emirleri Dosyası 
52 Osman Güvenir’den alınan 3 Haziran 2005 ve 20 Temmuz 2005 tarihli bilgi notu. 
53 KTMA, TMT Arşivi. Dosya. No. 1188/37 ve 298/007. 
54 A. g. a., Dosya. No. 1188/37 ve 298/007. 
55 KTMA, TMT Arşivi. Dosya. No. 1188/37 ve 298/007. 
56 KTMA, TMT Özel Arşivi, Dosya No. 1188/37 ve 298/007. 
57 BCA.030.01.64.394.29. 
58 KTMA, TMT Arşivi. Dosya No. 1188/37 ve 298/007. “Sancaktarlığa” Tunçbilek, 9 Aralık 1963 
59 Bu dönemde Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı Komutanlığı’ndan talep edilen silah ve cephane ise hem onların silah gücünün sınırlı, hem de bu silahların Birleşmiş Milletler nezaretinde ve bu kuruluşun envanterine kayıtlı 
olması nedeniyle istenildiği şekilde gerçekleşmez. TMT Mağusa Sancağı mensubu Mert kod isimli Petek Beyi Necmi Gençay ile 27 Temmuz 2005 tarihinde Gazi Mağusa’da yapılan görüşme. 
60 TMT Limasol kadrosundan merhum Macit Aydınova ile 13 Temmuz 2003 tarihinde Girne’de yapılan görüşme. 
61 Mücahit Komutanları Derneği, a. g. e., s. 57. 
62 İsmail Tansu’dan aktaran Özcan Ercan, “İstirdat Hareketi”, Milliyet, 12.06. 1995. 
63 TMT Derneği Başkanı Yılmaz Bora ile 13 Temmuz 2003 tarihinde Girne’de yapılan görüşme.  
64 BCA.030.01.64.394.29. 
65 KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf R. Denktaş ile 8 Temmuz 2003 tarihinde Lefkoşa’da yapılan görüşme. 
66 BCA.030.01.64.394.29. 
67 BCA.030.01.64.394.29. 
68 TMT Limasol Sancağı mensubu merhum Mehmet Y. Manavoğlu ile 25 Ağustos 2004 tarihinde Girne’de yapılan görüşme. 
69 Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Ulvi Keser, “Kıbrıs Türklerinin 1955–1974 Arasında Posta Faaliyetleri”, Journal For Cyprus Studies, Doğu Akdeniz Üniversitesi Kıbrıs Araştırmaları Merkezi, Gazi 
Mağusa, KKTC, Cilt 15, Sayı 37, 2009, s. 91–115. 
70 “21 Aralık bir direniş günüdür. Ama bu, insanların nefret ettiği ve lanetle andığı bir ejderhanın dirilişidir. Son yılların tarihinde, insanlık, 3 barbarlık olayına şahit olmuşsa, bunlardan biri Yunanlıların Anadolu’daki, 
ikincisi Nazilerin Avrupa’daki ve üçüncüsü de Kıbrıs Rumlarının Kıbrıs’taki barbarlıklarıdır. Bu gün vahşet ve barbarlığın dirilişinin yıldönümü olacaktır.” Bakınız; Rauf R. Denktaş, Rauf Denktaş’ın Anıları, İstanbul, 
1996, s. 666 
71 Robert Stephens, Cyprus-A Place Of Arms, Londra, 1966, s. 182 
72 Robert Stephens, a.g.e., s. 182 
73 H. Scott Gibbons, Peace Without Honour, Ankara, 1969, s. 3 
74 Rauf R. Denktaş, Rauf Denktaş’ın Anıları, İstanbul, 1996, s. 296 
75 Rauf R. Denktaş, A.g.e., s. 297 
76 H. Scott Gibbons, a.g.e., s. 6,12 
77 Robert Stephens, Cyprus-A Place Of Arms, Londra, 1966, s. 182 
78 Hakkı Atun, Dış ve İç Politikada Son Durum, Değişim ve Demokrasi, Lefkoşa, Nisan 1996, s. 102 
79 Güvenlik Kuvvetleri Dergisi Özel Ek, ”TMT’de Sancaklar”, Lefkoşa, Kasım 1993, Sayı 21, s. 2-11 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


*****

14 Kasım 2016 Pazartesi

HEM KENDİNİ HEM ÜLKEYİ YAKACAKSIN


HEM KENDİNİ HEM ÜLKEYİ YAKACAKSIN,


14 Kasım 2016
Rifat Serdaroğlu


  7 Haziran 2015 Genel Seçimlerine 5 gün kalmış! Tarih 02 Haziran 2015!
Devlet Bahçeli, Elazığ mitinginde binlerce insana konuşuyor;
“ Erdoğan, aklıyla arasını açmış, klinik bir vaka haline gelmiştir. Fitne saçmakta ve her gün dedikodu yapmaktadır. Erdoğan bizim, HDP Meclis’e girmezse kaos olur, Erken seçime gidilir dediğimiz iftirasını atıyor. 
Bak Sayın Erdoğan, MHP Genel Başkanı olarak, bölücü HDP’nin Meclis’e girmediği takdirde kaos olur türünden bir beyanatım varsa ve sen bunun somut bir şekilde, yer ve zamanını göstererek açıklayamıyorsan, tekrar ifade ediyorum, Alçaksın, Şerefsizsin. Erdoğan, sen nasıl bir Müslümansın? Hadi Cumhurbaşkanı olmanı geçtik de nasıl bir insansın? Türkiye koyu bir karanlıkta, kör bir çıkmazdadır.
Sizler işsiz yoksulken, Ankara’da bir avuç imtiyazlı ve sonradan görme hazineyi hortumlamakta, kaçak saraylarda yaşamaktadır. Siz darlık yoksulluk çekerken, AKP milli servet ve kaynakları zimmetine geçirmektedir…”
Sayın Bahçeli, bunları ve daha onlarca benzerini siz, Erdoğan için söylediniz.
7 Haziran Genel Seçimlerinden sonra azınlığa düşen AKP ve Erdoğan size koalisyon ortaklığı önerdi, siz, “Bu adamlarla ortak olunmaz” diye anında reddettiniz!
Daha sonra Kılıçdaroğlu, “ Gelin, Başbakan siz olun ” dedi, onu da reddettiniz!
Şimdi ne oldu ki, daha dün “Klinik bir vaka” olarak suçladığınız Erdoğan’ı Başkan yapacaksınız?
02 Haziran 2015 tarihindeki Erdoğan ile Kasım 2016 tarihindeki Erdoğan aynı kişi değil mi?

Kasım 2016’da ki Cumhurbaşkanı Erdoğan yürürlükteki Anayasa’ya uyuyor mu?
Uymadığını ve fiili durumun Anayasa’ya uydurulmasını söyleyen sizsiniz!
Türk Milletine şu sorunun cevabını açıklamak zorundasınız;
“Cumhurbaşkanı iken Anayasa’ya uymayan Erdoğan’ın, Başkan olunca Anayasa’ya uyacağını nasıl ve neye dayanarak söyleyebiliyorsunuz?
Kasım 2016’da ki Erdoğan, T.C Devletinin şeklini belirleyen Anayasa’nın ilk dört maddesine uygun bir yönetim sergiliyor mu?

Atatürk Milliyetçiliğini ayaklarının altına aldığını söyleyen Erdoğan değil mi?
“Ne Mutlu Türküm Diyene” sözünü Erdoğan kaldırtmadı mı?
Milli andımızı, Erdoğan ve AKP kaldırtmadı mı?

Erdoğan’ın ağzından bir kez olsun “ Türk Milleti ” dediğini duydunuz mu?
Başta Erdoğan ve TBMM Başkanı olmak üzere tüm AKP üst yönetimi “ Lâiklik İlkesinin” Anayasa’dan çıkartılması gerektiğini söylemiyorlar mı?
Milli Eğitimin tarikat ve cemaatlere terkedilmesi, karma eğitimden vaz geçileceğinin ısrarla söylenmesi, türbanın ilkokullara kadar indirilmesi, Anayasa’nın Lâiklik ilkesine uyuyor mu?

Hukuk Devleti kaldı mı? Yargı iktidarın tetikçisi haline getirilmedi mi?
Anayasa ve Yasalara uygun olmayan Kanun Hükmünde Kararnamelerle TBMM’yi işlevsiz hale getiren Erdoğan değil mi?

Türk Milletine şu sorunun cevabını açıklamak zorundasınız;
Cumhurbaşkanı iken Anayasa’nın ilk dört maddesine uymayan Erdoğan’ın, Başkan olunca Anayasa’nın ilk dört maddesine uyacağını nasıl ve neye dayanarak söyleyebiliyorsunuz?
Sayın Bahçeli, Milletvekili-Genel Başkan sıfatlarını omuzlarında taşıyan biri konuştuklarının her harfinden sorumludur. Siz, Türk Milletinin gözü önünde Erdoğan’ı ve partisini “ Milli servet ve kaynaklarımızı zimmetine geçirmekle” yani “Yolsuzluk ve Hırsızlıkla ” suçladınız!
Bu sözleri Elazığ Mitinginde gündüz vakti söylediniz, yani aklınız başınızda idi!
Hep doğru konuşmakla övündüğünüze göre, böyle birini Türk Devletinin başına BAŞKAN yapmanızın sebebi nedir?
Türk Milletinden bu kadar mı nefret ediyorsunuz?

Çok mu zordasınız? Sizi tehdit mi ediyorlar?

Eğer böyle bir durum varsa, ne yapacağınızı bilmiyor musunuz? Yaşınız 70’e gelmiş! Çok mu zor bu yalan dünyaya eyvallah demek? 
Ha çok mu zor?

Vatanı yakmamak için kendinizi yakmayı size öğretmediler mi?
Not; Semih Çetin’i kayboldu sanmayın. O şimdi Belarus’ta! Erdoğan’ın yanında…
Sağlık ve başarı dileklerimle 
14 Kasım 2016
Rifat Serdaroğlu



11 Kasım 2016 Cuma

ABD’Lİ ERGENEKON




ABD’Lİ ERGENEKON 



Ali İhsan GÜRCİHAN





30 Kasım 2010 Salı



Belgeler yayınlanınca stratejik ortaklık ve de ortakların hali ne imiş hep beraber gördük.
Bugüne kadar inanan inanmayan,bilen bilmeyen,duyan duymayan ve gören görmeyen herkes artık anlamıştır ki ;
Meğer Bizim Stratejik ortak ne kadar İKİ YÜZLÜ imiş.
Ve de ;
Olay üzerine Dışişleri Bakanı Clington’un dün yaptığı bizleri aptal yerine koyan çok pişkin açıklamalarına bakarsak rahatlıkla şunu da söyleyebiliriz ki ;
Bizim stratejik ortak iki yüzlü olduğu gibi bir o kadar da YÜZSÜZ’müş…Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun durumu normal gören,kınama dahi içermeyen açıklaması ise ayrı bir utanç.

Belgelere bakarsak,doğru yanlış diz boyu pislik ve rezalet.
Siyasette bir yanda dalkavukluk,öte yanda altını oyma,
Yurt dışı banka hesapları,
Yönetimde güvensizlik,rezillik,
Kişisel yolsuzluk,
Cemaat,tarikat faaliyetleri ve kadrolaşma,
Silahlı Kuvvetleri yıpratma,
Ülke sırlarını ABD yetkilileri ile paylaşma,Kendi insanımız ve yetkililerimiz
hakkında ABD’liler ile dedikodu,
Türk insanına ikinci sınıf insan gözü ile bakma.

Bunlar sadece diplomat raporları.Yani siyaset sahnesinde genelde yasal ve meşru zeminde görev yapan ve ölçülü davranmak zorunda olan sözüm ona kibar insanların raporları.

Bir de gerçek istihbaratçıların raporlarını düşünün bakalım ;
Gizli amaçları ve görevleri uğruna illegal çalışan ne idüğü belirsiz CIA ile özel istihbarat timlerinin raporları ortaya çıksa,kimbilir hakkımızda daha ne beter şeyler rapor edildiğini ve de ne rezil işler yapıldığını göreceğiz ….

Peki şunu da düşünmek ve sormak gerekmez mi ?

WIKILEAKS,elçiliklerden merkeze gönderilen istihbarat ve değerlendirme raporlarını ele geçirmiş de,merkezden elçiliklere gönderilen hiçbir talimat ve emri yakalayamamış mı acaba ? 

Bilgi akışının sadece tek yönlü olarak ortaya çıkması şaşırtıcı ve anlamlı değil mi ? 
Bunca istihbarat ve rapor üzerine elçiliklere hiçbir talimat gönderilmemiş olması mümkün mü ?

Belki de esas gürültü daha sonra ortaya çıkacak.
Pek sanmıyorum ama bekleyeceğiz ve göreceğiz.

Gelelim bundan sonrasına …

Kendi insanına dahi göz açtırmayan bizim ŞAHİN yetkililerin, ABD’liler özür diledi diye bu tükürüğü yalayıp defteri de kapatacak halleri yoktur herhalde.
Aleyhimizde bilgi toplayıp,demokrasi dışı yollarla siyasi etkinlik yaratmaya çalıştıklarına ve hatta askeri darbe için dolaylı tahrik yöntemleri kullandıklarına göre,en azından bu adamların tüm pisliklerinin ortaya konması için UMARIM derhal geniş çaplı bir soruşturma başlatılacaktır.

Geçmişimizle hesaplaşma ve demokrasi adına bir sürü hatalı bilgi ve yakıştırma ile ERGENEKON, BALYOZ soruşturması ve davası ile ortalığı ayağa kaldıranlar Amerikalılar’a gelince susacak değil ya..

Hiç şüphemiz yok ki ; 

Sayın İstihbaratçılarımız,Polislerimiz,Hukukçularımız ve Siyasilerimiz Ülkemize gerçekten hizmet etmek için bu durumu güzel bir fırsat olarak değerlendirecek ve de buna karşı gerekeni yapmayı Milli bir görev olarak kabul edeceklerdir.
Bu kirli bilgiler üzerinden hareketle,Ergenekon için gösterilen duyarlılığın ve hukuk dışı anlayışın yarısının gösterilmesi halinde gerçekten kimlerin gizli ve örtülü faaliyetler içerisinde olduğunun ortaya konabileceğini ve bu ülkede nasıl bir kirli oyun oynandığını tüm vatandaşlarımıza ispat edecektir.

İşte o zaman egemen ve demokrat bir Türkiye adına;
Gerçekten bağırsaklarımızı temizleme fırsatını yakalayacak ve ERGENEKON konusunda yapılan yanlışlıklar ile hatalar da çok açıkça anlaşılacaktır.

Soruşturmanın adına gelince ;

ABD’li ERGENEKONCULAR,BALYOZCULAR ya da US-ERGENEKON ne derseniz deyin fark etmez..

Stratejik ortağınız bu konu da yan çizecek değil ya.
Ne dersiniz..
Hodri meydan.

30 KASIM 2010
Kaynak:Ali İhsan GÜRCİHAN