7 Eylül 2016 Çarşamba

Bebekleri Kaynatmışlar, Kuzu Eti Ye Diyorlar,



Bebekleri Kaynatmışlar, Kuzu Eti Ye Diyorlar



Turhan Feyizoğlu



Kayseri’nin Hacın köyünde yaşayan Melek Hanım, Birinci Dünya Savaşı sırasında yaşadığı olayları ağıt yakarak şöyle dile getirmişti:

Hacın’da Kağnı Pazarı,
Var mı kitapta yazarı?
Uyu oğlum Osman uyu,
Hacın oldu kanlı kuyu,
Soyka kalsın sultan suyu.

Mürsel Efendi’nin kızı,
Haktan kara gözlü,
Ara kurşunu mu değidi?
Anan kadanı alsın kuzu!
Osman’ımı göğe attılar,
Süngüyü altına tuttular,
Öldüğüme gam çekmiyorum,
Ak tenimize baktılar...
Çam sarıoğlu koca gavur,
Bebekleri kaynatıyor,
Gün görmedik hanımları,
Süngü ile oynatıyor.
On kat esvap püsküllü fes,
Bunu bana yu diyorlar,
Ocak başlarından ırak,
Bebek pişmiş ye diyorlar.

Yarpuzlu ailesinden Melek Hanım tarafından yakılmış olan bu ağıt, çok uzun. Ben, bu ağıtın ilk beş beyitini aktardım. Bu uzun ağıtın bir diğer iki dizesi ise şöyledir:

Kapı kapı geziyorlar,
İfadeyi yazıyorlar,
Düşman başına vermesin,
Oğlak gibi yüzüyorlar.
Kele Dudu Kele Dudu,
Kanlı gömlek yu diyorlar,
Bebekleri kaynatmışlar,
Kuzu eti, ye diyorlar.

Türk Dil Kurumu (TDK)’nun yayınladığı “Türkçe Sözlük”te, “Ağıt” şu anlama geliyor:

“Ölen bir kimsenin gençliğini, güzelliğini, iyiliklerini, değerlerini, arkada bıraktıklarının acılarını veya büyük felaketlerin acılı etkilerini dile getiren söz veya okunun ezgi, yazılan yazı, sağu, mersiye.”
Melek Hanım’ın yaktığı ağıta konu olan olaylar nelerdir?
Kısaca şöyle bir göz gezdirelim.
Birinci Dünya savaşı döneminde, Osmanlı İmparatorluğu’nda Türkler kıtlık, açlık ve yoksulluktan kırılırken, hem iç hem de dış düşmana karşı dört cephede birden savaşıyordu. Türkler, bu savaş sırasında ayrıca ihanetlerle karşılaşmıştı.
Osmanlı İmparatorluğu’nda hem iç hem de dış düşmanla on yıllardır süren savaşlar yaşanırken Ermeni cinayet şebekeleri ve katilleri, kendilerine destek ve yardımcı olan İngiliz, Fransız, İtalyan, Rus işgalci güçlerle işbirliği halinde özellikle Ankara, İstanbul, Adana, Erzurum, Bitlis, Van, Hakkari, Diyarbakır, İzmit, Kars, Kayseri, Kahraman Maraş, Şanlı Urfa, Trabzon, Sivas, Yozgat, Çorum, Amasya, Giresun, Gümüşhane, Elazığ, Erzincan, Muş, Samsun gibi iller ile bu illere bağlı ilçe, nahiye ve köylerinde Türklere yönelik soykırım yapmışlardır. Ermeni cinayet şebekeleri, öyle vahşice hareket etmişlerdir ki, bazı köy ve nahiye ahalisini toptan yoketmişler, tam bir soykırım yapmışlardı.
Mustafa Kemal, “Ermeniler” ile ilgili olarak Türk Kurtuluş Savaşı başlamadan önce bazı açıklamalarda bulunmuştu. Bu açıklamalardan bazıları özetle şöyledir:
Mustafa Kemal, 30 Mayıs 1919’da şunları söyledi: “Rum ve Ermeni komitacılarıyla, bunların ileri gelenleri, devamlı şekilde temasta bulundukları İngiliz subayları ile bazı Amerikan memurlarından çok yüz buluyorlar.”
Mustafa Kemal, 23 Temmuz 1919 Çarşamba günü, Erzurum’da açılan Milli Kongre’de, yaptığı konuşmada, “Ermenistan” ile ilgili olarak özetle şunları söylemişti:

“Ermenistan’a gelince: Bir fikr-i istilâperverde eden Ermeniler, Nahcivan’dan Oltu’ya kadar bütün ahal-i İslâmiyeyi tazyik ve bazı mahallerde katliam ve yağmagerlikte bulunuyorlar.”
Mustafa Kemal, 4 Eylül 1919’da da özetle şunları belirtmişti: “Doğuda Ermeniler Kızılırmağa kadar genişleme hazırlıklarına ve şimdiden sınırlarımıza kadar dayanan katliam siyasetine başladı.”
16 Kasım 1919’da ise Mustafa Kemal, şunları belirtiyordu: “Adana’da Fransızlar ve Ermeniler tarafından yapılan zulümlerin ve tecavüzlerin artmasından dolayı Ermeni zulümlerini görmek üzere milletlerarası bir heyetin Adana’ya yollanması.”
25 Ocak 1920’de de Mustafa Kemal, özetle şunları açıklamaktadır: “Maraş’ta, Fransızlar, Ermeniler, Müslümanları katliam etmektedirler. İnsanlık aleminden bu katliama nihayet verilmesini.”
Mustafa Kemal’in yapılan katliamlar hakkında açıklamalı çoktur. Bu açıklamaları ayrı bir kitap konusu olabilir. Mustafa Kemal’in Ermenilerin yaptığı katliamlar hakkında 14 Şubat 1920’de yaptığı açıklama özetle şöyledir:
“Medeniyet maskesine gizlenen Fransızlar ve onların öncüsü olan Ermeniler, Urfa ve havalisinde İslâm ahali hakkında zalimane katliamlara başlamışlardır.”
1 Mart 1921 tarihinde de şu açıklamayı yapıyordu Mustafa Kemal:
“Güneyde Fransızlarla onların silahlandırdığı ve bize karşı kışkırttığı Ermeniler ve doğuda Ermenistan ermenileri memleketimizin ele geçirdikleri yörelerinde ve işgal edilen sınır ve cepheler çevresinde Müslüman halka çeşitli zulümler uyguluyor ve katliam yapıyorlardı.”
Bazı faşist ve ırkçı ermeni topluluklar tarafından Türklere yapılan katliam ve soykırımda uygulanan vahşice davranışlardan bazıları şöyleydi:
1- Yakaladıkları Türkleri Süngü ile parçalamışlardı,
2- Balta ile parçalamışlardı,
3- Yakaladıkları Türkleri demir ve sopalarla döverek öldürmüşlerdi,
4- Öldürdükleri Türkleri köpeklere yedirmişlerdi,
5- Öldürdüğü Türklerin cesetlerinin üzerine gazyağı döküp yakmışlardı,
6- Samanlığa doldurdukları Türkleri diri diri yakmışlardı,
7- Camilere doldurdukları Türkleri diri diri yakmışlardı,
8- Türkleri evlere doldurup diri diri yakmışlardır,
9- Kadın ve kızların ırzına geçmişlerdi,
10- Öldürdükleri Türklerin kafalarını kesip, kazıklara geçirip sokaklarda dolaşmışlardı,
11- Türklerin ev ve iş yerleri ile resmi daireleri yağmalayarak hırsızlık yapmışlardı,
12- Altın dişleri söküp alarak çapulculuk yapmışlardı,
13- Kadınları çırılçıplak soyduktan sonra ilk önce tecavüz edip, sonra öldürmüşlerdi,
14- Kadınları kazığa oturtarak öldürmüşlerdi,
15- Kadınları, göğüsleri yararak, kadınlık organlarına süngü sokarak öldürmüşlerdi,
16- Çocukları süngüyle öldürmüşlerdi,
17- Hamile kadınların doğacak çocuğunun cinsiyeti üzerine bahis oynadıktan sonra süngüyle, kadınının karnı yarılarak cenine bakmışlardı,
18- Çocukları kuzu gibi kızartıp süngü ile direğe asmışlardı,
19- Çocukları tandıra atıp kızarttıktan sonra annesine zorla yedirmeye kalkmışlardı,
20- Çocukları çengellere atıp öldürmüşlerdi,
21- Çocukları kuyulara atıp yakmışlardı,
22- Erkek çocukları çırıl çıplak soyduktan sonra erkeklik organını kesmişlerdi,
23- Erkek, kadın bazı Türkleri ellerinden kapılara çivilemişlerdi,
24- Erkek, kadın bazı Türklerin burunlarını, kulaklarını ve çenelerini kesmişlerdi,
25- Bazı genç kızları çırıl çıplak soymuş, “Haydi, namaz kılın” diyerek alay etmiş, tecavüz ettikten sonra öldürmüşlerdi,
26- Tren vagonlarına doldurdukları Türkleri, birkaç hafta şuraya buraya göndererek vagonlarda açlık, susuzluk, havasızlık ve hastalıktan öldürmüşlerdi,
27- Ev, kahvehane ve resmi daireleri bombalayarak kitselel katliam yapmışlardı,
28- Camiden çıkan silahsız müslüman Türklere silahlı ve bombalı saldırılarda bulunarak kitlesel katliam yapmışlardı,
29- İhtiyar, hamile kadın, çocuk, asker, sivil ellerine geçirdikleri Türkleri hunharca katletmişlerdi,
30- Köyleri, evleri, tarlaları ateşe vererek yakmışlardı,
31- Mal ve hayvanları öldürerek zarar vermişlerdi,
32- Ele geçirdikleri gıda maddeleri, hayvanları, ziynet eşyalarını yağmalayıp hırsızlık yapmışlardı,
33- İple boğarak öldürmüşlerdi,
34-Asmak suretiyle katletmişlerdi,
35- Yakaladıkları ve ele geçirdikleri Türklerin gözlerini oymuşlardı,
36- Kadınları kazığa oturtarak feci şekilde can vererek ölümlerine yolaçmışlardı,
37- Başlarını taşla ezmek sueretiyle katletmişlerdi,
38- Ellerini karınlarına sokularak öldürmüşlerdi,
39- Tenasül uzuvları ağızlarına bırakılmış şekilde öldürmüşlerdi,
40- Yedi yaşındaki Fatma ve dokuz yaşındaki Gülnaz adlarındaki iki kız çocuğa hem anal yoldan hem de cinsel organlarından tecavüz etmişlerdi,
41- Suda boğmak suretiyle öldürmüşlerdi,
42- Yakaladıkları Türkleri tezek yığınları içine atarak yakmışlardı,
43- Tandıra atarak yakmışlardı,
44- Erkek çocuklarına tecavüz etmişlerdi,
45- Bazı kadınlara tecavüz ettikten sonra tenasül uzvuna odun sokarak öldürmüşlerdi,
46- Bazı din adamlarının sakalları pisletildikten sonra sonra vücutları parça parça doğranarak öldürülmüşlerdi,
47- Esir aldıkları Türkleri yalınayak ve çıplak yürütüp, donarak ölmelerine yolaçmışlardı,
48- Kurşuna dizerek toplu katliam yapmışlardı,
49- Yakaladıkları Türklerin başlarını tüfek dipçikleriyle ve çizmelerle çiğnemek suretiyle öldürmüşlerdi,
50- Esir aldıkları Türklerin derilerini yüzmüşlerdi,
51- Faşist-ırkçı Ermeni cinayet şebekeleri ateşte kızdırdıkları tüfeklerinin kasaturaları ile Türklerin vücutlarını dağlamışlardı,
52- Esir aldıkları Türklere zehirli ekmek ve yemek vererek feci şekilde ölmelerine neden olmuşlardı,
53- Genç kadınların önce memelerini kesmiş, sonra asmışlardı,
54- Annesi yaralı bir çocuğun ağzına, annesinin kesilmiş memesini vererek emzirtmişlerdi,
55- Koyun boğazlar gibi insanları kesmişlerdi,
56- Yeni doğmuş çocukları havaya fırlattıktan sonra altına süngü tutarak feci şekilde öldürmüşlerdi,
57- Kol ve ayak keserek sakat bırakmışlardı,
58- Üzerine benzin dökülerek ateşe verilmiş manda, bir eve doldurulan Türkler’in içine salınarak katledilmişti,
59- Bir eve veya ahıra doldurulan Türklerin üzerine dam çökertilerek katledildi.
Yukarıda örnekleri verildiği biçimde faşist-ırkçı ermeniler tarafından 3 milyon Türk katledildi.
24 Kasım 1895 tarihli Fransız Le Petit Journal Dergisi, ressamların çizdiği resimlerin de yeraldığı haberi, “Ermeni çeteciler Türkleri nasıl boğazladı” diye dünyaya duyurmuştu.
Örneğin, Van’da ne kadar Türk varsa faşist-ırkçı Ermeniler tarafından soykırıma uğradı. ABD’de yayınlanan Ermeni gazetesi Goçnak, 24 Mayıs 1915 tarihli sayısında, “Van’da yalnızca 1.500 Türk’ün kaldığını” övünerek açıklamıştı.
Faşist-ırkçı ve bir kısmı solcu Ermeni cinayet şebekelerinin Türklere yaptıkları soykırıma ait toplu mezarlardan bir kaçı daha sonra Erzurum, Van ve Kars’ta ortaya çıkartıldı.
Türk devlet adamlarına, diplomatlarına ve vatandaşlarına faşist-ırkçı Ermeni cinayet şebekeleri ve caniler tarafından girişilen saldırılardan bazıları şöyledir:
Osmanlı Padişahı Sultan İkinci Abdülhamid’e 21 Temmuz 1905 Cuma günü, bombalı suikast düzenlendi.
Bir arabanın içine yerleştirilmiş olan 120 kilo patlayıcı, Sultan İkinci Abdülhamid, Yıldız Camii’nde kıldığı Cuma namazından sonra, infilak etti.
Sultan İkinci Abdülhamid’in Başmabeyincisi Kara Tahsin Paşa, hatıralarında olayı şöyle anlatmıştı:
“21 Temmuz 1905 Cuma günü, öğle vaktini müteakip, cehennemi makine patladı. En büyük çaptaki topların çıkardığı tarrakadan daha gürültülü, akisli ses çıkaran ve hava titreşimleri meydana getirerek en uzak semtlerden dahi duyulan bu patlama, padişahı ve orada bulunan binlerce kişiyi dehşete düşürdü.
Hünkar, camii şeriften çıkıp, saraya dönmek için arabasına binmek üzere, binek taşına giden merdivenlere doğru ilerlerken, karşısına çıkan Şeyhülislam Cemalettin Efendi ile birkaç kelimelik sohbet için durakladı. Askeri birlikler selam vaziyeti almış, teşrifat adeti usulüne göre, sağda ve solda bendegah, askeri rical ve yaverler sıralanmışlardı.
Saatli bombanın kuruluşunda, bu duraklama hesapta yoktu. Hünkar, patlamanın şidetli sarsıntısından ve havada uçuşan parçalardan önemli ve tehlikeli bir hadisenin meydana geldiğini anlamıştı. Hiç korku ve telaş eseri göstermedi.”
Sultan İkinci Abdülhamid’i Şeyhülislam Cemalettin Efendi ile birkaç kelime konuşma yapmak üzere duraklaması kurtarmıştı.
Patlama sonunda, 26 kişi ölmüş, 58 kişi yaralanmış, bomba, yerde 70 santimlik bir çukur açmıştı.
Bombalı suikasti düzenleyenlerden bir kısmı yakalandı ve yargılandı. Suikasti düzenleyenlerden Singer şirketinde memur olarak çalışan Charles-Edouard Joris adlı Belçika vatandaşı vardı.
Boğazlıyan eski Kaymakamı Mehmet Kemal Bey, İngiliz işgali altındaki İstanbul’un Beyazıt Meydanında, ingiliz-ermeni işbirliği sonucu, 10 Nisan 1919 Nisan Perşembe günü, idam edildi. Mehmet Kemal Bey, asılmadan önce, “Ecnebi devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adalet buna diyorlarsa kahrolsun böyle adalet. Yaşasın millet” diye haykırdı.
Boğazlıyan eski Kaymakamı Mehmet Kemal Bey’in cenaze töreni, öğrencilerin de yeraldığı onbinlerce kişinin katılımıyla, 11 Nisan 1919 Cuma günü, Kadıköy’de yapıldı. Mehmet Kemal Bey’in mezarı başında konuşma yapan bir Tıbbıye öğrencisi, “İngilizleri Odesa’dan attılar. Haydin biz de İngilizleri İstanbul’dan kovalım. Ne bekliyoruz. İngilizi atmak borcumuzdur. Felaketimizi hazırlayan İngiliz’i yok etmek zorundayız.”, demişti.
Bayburt eski Kaymakamı, Urfa Valisi Nusret Bey, İngiliz-ermeni işbirliği sonucu, 5 Ağustos 1920 Perşembe günü, Beyazıt meydanında idam edildi.
İçişleri Bakanlığı ve Başbakanlık yapmıştı olan İttihad ve Terakki’nin liderlerinden Talat Paşa, Berlin’de 15 Mart 1921 Salı günü, oturduğu apartmanın yakınlarında Hardenberg Caddesinde yürürken Sogomon Tehliryan adlı faşist-ırkçı ermeni katil tarafından silahla vurularak öldürüldü. Ermeni katil yakalandı fakat Şarlottenburg Mahkemesince serbest bırakıldı. Arjantin’e giden ermeni katil, 1960’da eceliyle geberdi.
20 Aralık 1920’de, Fransa’nın başkenti Paris’te, Türkiye üzerinde emperyalist çıkarları olan Avrupalı ülkelerin desteğiyle bir kurultay düzenletildi. Bu kurultaya ermeniler, kürtler, yunanlılar katıldı ve kurultayda, “Türklere karşı ortak eylem kararı” alındı.
Başbakanlık ve İçişleri Bakanlığı yapmış olan Sait Halim Paşa, faşist-ırkçı ermeni katiller tarafından 6 Aralık 1921 Salı günü (Bazı kaynaklar ölüm tarihini 7 Aralık 1921 olarak veriyor), Roma’da katledildi. Türkiye’ye getirilen naaşı, Sultan Mahmud Türbesi bahçesine defnedildi.
İttihad ve Terakki’nin liderlerinden Bahriye Bakanlığı ve 4. Ordu Komutanlığı yapmış Cemal Paşa ile iki yaveri jandarma teğmeni Süreyya Bey ve bahriye binbaşısı Nusret Bey, Karakin Layayan ve Sergo Vartanyan adlı faşist-ırkçı iki Ermeni katil tarafından 21 Temmuz 1922 Cuma günü akşamı, Tiflis’te silahlı saldırı sonucu katledildi.
Cemal Paşa’nın cenazesi trenle Türkiye’ye getirildi ve Erzurum’a götürülüp Kars Kapısı’ndaki şehitliğe defnedildi.
Adli Tıp Profesörü, Şurayı Ümmet gazetesini çıkarmış olan İttihad ve Terakki’nin liderlerinden Tabip Bahaettin Şakir Bey ile Hukuk Mektebi müdürlüğü, Trabzon, Bursa ve Konya valiliği, Çorum ve Preveze mebusluğu yapmış olan Azmi Bey (Mehmet Cemal), katiller tarafından, 17 Nisan 1922 Pazartesi günü, Berlin’de katledildi.
Talat, Cemal ve Sait Halim Paşa’yı öldüren katiller, kahraman olarak tanıtıldı.
Birinci Dünya Savaşı sırasında ermeni cinayet şebekelerinin ve katillerinin yaptığı bütün vahşetlerine, soykırımlarına ve ihanetlerine rağmen, Türkler, savaştan sonra ermenilere her türlü yardımı yapmışlardır.
Alman General Schellendorf Von Bronsart, bunu şöyle belirtmektedir, “Türkler, kendilerine dokunulmadığı takdirde, başka dinlerden olanlara karşı, dünyanın en hoş görülü insanlarıdır.”
Osmanlı İmparatorluğu, özellikle XVI. yüzyıldan itibaren çöküş dönemine girdikten sonra hem dışarda hem içerde son gününe kadar süren bir sıcak savaşın içinde olmuştur.
Üç kıtada, egemenliğini sürdürdüğü dönemde Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde çeşitli etnik toplulukları, dinsel inançları yaşayışları barındırmaktaydı.
Türk toplumu suskun kaldıkça, hoş görülü olunca, barış içinde bir arada yaşama düşünceleriyle iyi niyetle davranıp, hareket ettikçe Türkiye düşmanı diğer bazı faşist-ırkçı topluluklar, inadına kin ve nefret tohumlarını artırarak, bunu besleyerek sürekli saldırı yapmaktadır.
7 Ekim 2000 Cumartesi günü gecesi, “Kanal 6” Televizyonunda, yayınlanan, “Ceviz Kabuğu” programına katılan Celal Bayar Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanı Mehmet Çelik, “Bir kısım ermeninin Türklere yönelik kinlerini anlatan 26 bin kitap yazmış olduklarını, Türklerin ise bu konuda 26 tane bile kitap yazmadığını” açıkladı.
1973’den 1994 yılına kadar, faşist-ırkçı ermeni cinayet şebekeleri tarafından 21 ülkenin 38 kentinde, değişik türde 110 saldırı olayı oldu. 110 saldırıdan 39’u silahlı, 70’i bombalı, 1’i işgal şeklindeydi. Bu saldırılarda 48 Türk diplomat ve vatandaşı ile 4 yabancı öldürüldü. 127 Türk ve 66 yabancı uyruklu yaralandı.
Bu cinayetlerin bilinmesi önemlidir.
ABD’de Los Angeles Başkonsolosu Mehmet Baydar ile Konsolos Bahadır Demir, 27 Ocak 1973’te ABD’nin Santa Barbara kentinde 77 yaşındaki faşist-ırkçı Mıgırdıç Yanıkyan adlı ermeni katil tarafından katledildi.
Avusturya’nın başkenti Viyan’da Türkiye’nin Viyana Büyükelçisi Danış Tunalıgil, 22 Ekim 1975 günü, büyükelçiliği basan üç katil tarafından şehit edildi.
Fransa’nın başkenti Paris’de Türkiye’nin Paris Büyükelçisi İsmail Erez ile şoförü Talip yener, 24 Ekim 1975 günü, feşist-ırkçı ermeni cinayet şebekeleri tarafından büyükelçilik yakınında makam otobiline ateş açılması sonucu katledildiler.
Beyrut’ta Türkiye Büyükelçiliği Baş katibi Oktar Cirit, Hamra Caddesinde, 16 Şubat 1976’da, cinayet şebekeleri tarafından katledildi.
İtalya’nın başkenti Roma’da Vatikan Büyükelçisi Taha Carım, 9 Haziran 1977’de, cinayet şebekeleri tarafından silahlı saldırı sonucu öldürüldü.
Taha Carım, “Ermeni Meselesi” hakkında bir kitap yazmış ve Ermeneliren iddia ettiği “soykırım” iddialarını belgelerle çürütmüştü.
İspanya’nın başkenti Madrid’de Türkiye’nin Madrid Büyükelçisi Zeki Kuneralp’in arabasına üç katil tarafından, 2 Haziran 1978 günü, ateş açıldı. Büyükelçi’nin eşi Necla Kuneralp ile emekli Büyükelçi Beşir Balcıoğlu öldürüldüler. İspanyol şoför Antonio Torres de saldırı sonucu öldü.
Hollanda’nın Lahey’de Deft Teknik Üniversitesi doktora öğrencisi ve Türkiye’nin Lahey Büyükelçisi Özdemir Benler’in oğlu Ahmet Benler, 12 Ekim 1979 günü, cinayet şebekelerinin saldırısı sonucu öldürüldü.
Bütün gençler ölüm yıldönümlerinde anılır. Ahmet Benler adlı genci hiç kimse şimdiye kadar andı mı?
Fransa’nın başkenti Paris’te Türkiye Büyükelçiliği Turizm Müşaviri Yılmaz Çolpan, Champ Elyees’de, 22 Aralık 1979 günü, cinayet şebekeleri tarafından öldürüldü.
Yunanistan’ın başkenti Atina’da Türkiye Büyükelçiliği İdari Ateşesi Galip Özmen’in otomobiline bir katil tarafından, 31 Temmuz 1980 günü, ateş açıldı. Galip Özmen ile 14 yaşındaki kızı Neslihan Özmen öldü, eşi Sevil Özmen ile 16 yaşındaki oğlu Kaan Özmen yaralandı.
Avusturalya’nın başkenti Sidney’de Türkiye’nin Başkonsolosu Şarık Arıyak ile koruma görevlisi Engin Sever, 17 Aralık 1980 günü, faşist-ırkçı iki ermeni katil tarafından silahla katledildi.
Fransa’nın başkenti Paris’te Türkiye Büyükelçiliği Çalışma Müşaviri Reşat Moralı, din görevlisi Tecelli Arı ve Anadolu Bankası temsilcisi İlkay Karakoç, 4 Mart 1981 günü, ermeni cinayet şebekesine bağlı iki katil tarafından, silahlı saldırıya uğradı. Reşat Moralı ile Tecelli Arı öldü, İlkay Karakoç yaralandı.
İsviçre’nin Cenevre kentinde, Cenevre Türkiye Başkonsolosluğu sekreteri Mehmet Savaş Yergüz, ermeni bir katil tarafından, 9 Haziran 1981 günü, katledildi.
Fransa’nın başkenti Paris’te Türkiye Başkonsolosluğu, 24 Eylül 1981 günü, öğle saatlerinde faşist-ırkçı ermeni cinayet şebekelerine bağlı dört ermeni katil tarafından işgal edildi. İşgal sırasında ermeni katillerin açtığı ateş sonucu Başkonsolos Kaya İnal ile koruma görevlisi Cemal Özen, ağır yaralandı. İnal ile Özen’in hastahaneye kaldırılmasına izin vermeyen ermeni katiller, üç gün önce bir çocuğu olmuş olan Özen’in ölmesine neden oldular.
Cemal Özen’i öldüren ve Ermenistan’ın başkenti Erivan’da yaşayan ermeni katil Kevork Güzelyan’ın, 15 Ekim 2000 Pazar tarihli Hürriyet gazetesinde yayınlanan açıklamasına göre, “Eylemlerinden ötürü pişmanlık duymamış, daha sonra, Azerbaycan’ın Karabağ bölgesinde binbaşı rütbesiyle Azerbaycan Türklerine karşı dört yıl savaşmış, şimdi ise Ermenistan’la ticaret yapan Türk iş adamlarının ödenmeyen çek-senetlerinin tahsil edilmesi işleriyle uğraşıyormuş.”
İsviçre’nin Bern kentinde, Türkiye’nin Bern Büyükelçisi Doğan Türkmen’e 24 Ocak 1982 günü, cinayet şebekeleri tarafından suikast düzenlendi.
ABD’de Los Angeles Başkonsolosu Kemal Arıkan, 28 Ocak 1982 günü, ermeni cinayet şebekelerine bağlı iki katil tarafından silahlı saldırı sonucu şehit edildi.
Kanada’nın Ottowa kentinde, Ottowa Türkiye Büyükelçiliği Ticaret Ataşesi Kani Güngör, 8 Nisan 1982 günü, üç terörist tarafından düzenlenen silahlı saldırı sonucu ağır yaralandı.
ABD’nin Boston kentinde, Türkiye’nin Boston Fahri Başkonsolosu Orhan Gündüz, 4 Mayıs 1982 günü, bir katilin silahlı saldırı sonucu öldürüldü.
Portekiz’in başkenti Lizbon’da Türkiye Büyükelçiliği İdari Ataşesi Erkut Akbay ve eşi Nadide Akbay, 7 Haziran 1982 Pazartesi günü, evlerinin önünde bir katilin silahlı saldırı sonucu şehit edildi.
Hollanda’nın Rotterdam kentinde, Türkiye’nin Rotterdam Başkonsolusu Kemalettin Demirer, 21 Temmuz 1982 günü, katillerin silahlı saldırısına uğradı. Demirer, yara almadan kurtuldu.
7 Ağustos 1982 günü, cinayet şebekelerine bağlı iki katil, Ankara Esenboğa Havaalanı’nı bastı, salonda bulunan yolculara ateş açıp, el bombası attı. 6 Türk ile 3 yabancı uyruklu kişi öldü. 82 kişi yaralandı.
Kanada’nın Ottowa kentinde, Türkiye’nin Ottowa Büyükelçiliği Askeri Ateşesi Hava Kurmay Albay Atilla Altıkat, cinayet şebekeleri tarafından, 27 Ağustos 1982 günü, yapılan silahlı saldırı sonucu öldürüldü.
Bulgaristan’ın Burgaz kentinde Başkonsolosluk İdari Ataşesi Bora Süelkan, evinin girişinde, 9 Eylül 1982 günü, cinayet şebekeleri tarafından yapılan silahlı saldırı sonucu öldürüldü.
Portekiz’in başkenti Lizbon’da Türkiye’nin idari ateşesi Erkut Akbay ile eşi Nadide Akbay, 8 Ocak 1993 günü, faşist-ırkçı ermeni katillerin silahlı saldırısı sonunda şehit oldular.
Yugoslavya’nın Belgrad kentinde, Türkiye’nin Belgrad Büyükelçisi Galip Balkar, Yugoslavya Dışişleri Bakanlığı’na giderken faşist-ırkçı iki ermeni katil tarafından, 9 Mart 1983 günü, silahlı saldırıya uğradı. Büyükelçi Balkar ile bir Yugoslav öğrenci öldü, makam şoförü Necati Kaya, göğsünden yaralandı.
Ermeni katil Mıgırdıç Madaryan, 15 Haziran 1983 günü, İstanbul’da Kapalıçarşı’da halkın üzerine otomatik silahla ateş açıp, el bombası attı. Yusuf Alper ile Murat Alptekin, öldü, 21 kişi yaralandı.

Belçikanın Brüksel kentinde, Türkiye’nin Brüksel Büyükelçiliği İdari Ataşesi Dursun Aksoy, iki katil tarafından, evinin yakınlarında, 14 Temmuz 1983 günü, silahlı saldırı sonucu şehit edildi.

Fransa’nın başkenti Paris’te Türk Hava Yolları (THY)’nın Orly Havaalanı’ndaki yolcu ve bagaj işlem bürosu önüne katiller tarafından bırakılan bir valiz içindeki patlayıcı maddelerin, 15 Temmuz 1983 günü, patlaması sonucu ikisi Türk, dördü Fransız, biri ABD’li ve biri de İsveçli sekiz kişi öldü. Olayda 28’i Türk, 60 kişi yaralandı.
Portekiz’in başkenti Lizbon’da, Türkiye’nin Lizbon Büyükelçilik binası cinayet şebekesi ve katiller tarafından 27 Temmuz 1983 günü, işgal edildi. Büyükelçilik müsteşarı Yurtsev Mıhçıoğlu’nun eşi Cahide Mıhçıoğlu, şehit edildi. Yurtsev Mıhçıoğlu ve oğlu Atasay Mıhçıoğlu, yaralandı.
Katiller, 28 Mart 1984 günü, İran’ın başkenti Tahran’da Türkiye’nin Tahran Büyükelçiliğine silahlı saldırıda bulundu. Askeri ateşe yardımcısı İsmail Pamukçu ile Baş Katip Servet Öktem, yaralandı.
Cinayet şebekeleri ve katiller, 15 Nisan 1984 günü, Tahran’daki İdari Ateşe İbrahim Özdemirci’ye silahlı saldırıda bulundu.
Avusturya’nın başkenti Viyana’da Türkiye’nin Viyana Büyükelçiliği Çalışma Müşaviri sosyal Yardımcısı Erdoğan Özen, cinayet şebekeleri tarafından otomobiline konmuş olan bombanın, 20 Haziran 1984 günü, patlaması sonucu şehit oldu.

Cinayet şebekeleri ve katilleri, 19 Kasım 1984 günü, Viyana’daki Birleşmiş Milletler Sosyal Kalkınma ve İnsancıl İşler Merkezi Direktör Yardımcısı Enven Ergun’a silahlı saldırı düzenleyip şehit ettiler.

Üç silahlı terörist, 12 Mart 1985 günü, Kanada’nın Ottawa’da Türkiye’nin Ottawa Büyükelçiliğine silahlı saldırıda bulundu. Büyükelçi Coşkun Kırca yaralandı, Kanadalı güvenlik görevlisi öldürüldü.

Avusturalya’nın Melburn’daki Türkiye Başkonsolosluğu’na cinayet şebekeleri tarafından 23 Kasım 1986 günü, yapılan bombalı saldırı yapıldı.
Yunanistan’ın başkenti Atina’da Türkiye Büyükelçiliğinin servis aracına yol kenarına park etmiş bir otomobilden uzaktan kumandayla bombalı saldırıda bulunuldu. Maslahatgüzar Deniz Bölükbaşı ile İdare Ateşe Nilgün Keçeci yaralandılar. On kadar araç tamamen tahrip oldu.

Yunanistan’ın başkenti Atina’da Türkiye’nin Basın Müşaviri Çetin Görgü, 7 Ekim 1991 günü, cinayet şebekeleri tarafından silahlı saldırı sonucu şehit edildi.

Macaristan’ın başkenti Budapeşte’de Türkiye’nin Budapeşte Büyükelçisi Bedrettin Tunabaş’ın bindiği araca, 19 Aralık 1991 günü, silahlı saldırı düzenlendi.

Türkiye’nin Bağdat’taki İdare Ateşesi Çağlar Yücel, 11 Aralık 1993 günü, cinayet şebekeleri tarafından silahlı saldırı sonucu Bağdat’ta şehit edildi.

Yunanistan’ın başkenti Atina’da Türkiye Büyükelçiliği Müsteşarı Ömer Haluk Sipahioğlu, cinayet şebekeleri tarafından silahlı saldırı sonucu, 4 Temmuz 1994 günü, şehit edildi.

Faşist-ırkçı Ermeni katiller ile cinayet şebekelerinin yaptığı cinayet, katliam ve soykırımları ABD’de ve Avrupa’da onaylayan ve Türkiye’ye karşı kullanan çevreler var.

Sadece şöyle bir soru aklıma takılıyor? Başka bir ülkenin başbakanı, içişleri bakanı, denizcilik bakanı, 46 tane diplomatı faşist-ırkçı ermeni cinayet şebekeleri tarafından silahlı, bombalı saldırılar sonucunda öldürülse o ülkenin devlet yönetimi ve vatandaşlarının tepkisi ne olurdu acaba?

Osmanlı arşivleri açılmıyor iddiası yapılıyor. Osmanlı arşivlerinin tasnif edilen bölümleri açık ve isteyen yararlanıyor. Bir çok belge aynen yayınlandı.
Arşivlerin açılmadığını söyleyenlere şunu sormak lazım: Ermeni arşivleri açık mı acaba? Kesinlikle açık değil. Cinayet, yağma, katliamla ilgili olarak öncelikli olarak İngiliz, İtalyan, Almanya, Ermenistan, ABD, Rusya, Yunanistan, Fransız arşivlerine bakılmalı. Bu konularda o ülkelerde açıklanmasına izin verilmeyen çok belge vardır.

ABD’nin “Kızılderililer” ile “siyah derili” insanlara uyguladığı soykırım dünya tarihinin çok kötü bir parçasıdır. Japonya’nın Hiroşima kentine atılan atom bombası bir ırkın yokedilmesini amaçlamıştır. Ayrıca, çok yakın Vietnam ve Irak örneği var.
Ermenistan’ın Azerbeycan Karabağı’nda Azerbeycan Türklerine yönelik giriştiği uygulama tam bir katliam ve soykırımdı.
Ermenistan, halen Azerbaycan topraklarından yüzde yirmibeşini işgal altında tutmaktadır. Ayrıca Ermenistan’da, “Soykırım Anıtı ve Enstitüsü” vardır, ve bu enstitü, Türklere yönelik faşist propaganda yapmaktadır.
Faşist-ırkçı Ermenilerin söylediklerini çürüttüğü ve iddialarının doğru olmadığını kanıtladığı için ABD’li tarihçi, Princeton Üniversitesi öğretim üyesi Bernard Lewis, 17 Mayıs 1995’de, Paris 1. Asliye Mahkemesi’nde yargılanmış, 21 Haziran 1995’de mahkum edilmişti.
Fransa’da; demokrasi ve düşünce özgürlüğünün olduğu iddia edilen Fransa’da, “Ermeni soykırımı yoktur” demek suçtu(!).
Bu karar ve yargılama, bilim ve düşünce özgürlüğü açısından yüz kızartıcı bir durum olduğu gibi hukuk açısından da tam bir rezalettir.
Profesör Stanford J. Shaw ile eşi Ezel Kural Shaw, ermeni cinayet şebekeleri tarafından ölümle tehdit edildi, Los Angeles Üniversitesi’nde ders vermesi engellendi, evlerine baskın düzenlendi, evrakları çalındı, bomba atıldı. Prof. Stanford Shaw ile Prof. Ezel Kural Shaw’un bilimsel çalışma özgürlüğü engellendiği gibi ayrıca ölümle tehdit edildi.
Fransa’nın diğer uluslara yaptığı soykırım ve katliamlara şimdilik değinmesek bile yakın dönemde Cezayir’de açıkça bilinen 1,5 milyon Cezayirliyi katletmesi soykırımların en başında gelir. Cezayir’de açıkça dile getirilen bu 1,5 milyon katliamın dışında Fransa, gizli olarak da 1,5 milyon Cezayirliyi katletmişti. Şu vurgulunmalı. Hitler’i bile bu konuda gölgede bırakmışlardır.
Fransa, Cezayir’de açık ve gizli olarak 3 milyon kişiyi katletti. Bu soykırım değilde nedir?
Fransa’nın 1994 yılından başlayarak (Belçika’nın da katkılarıyla) Ruanda’da yaptığı 1 milyona yakın kişinin katliamı, soykırımı neden dile getirilmiyor?
Fransa’nın 2004 yılında, Batı Afrika’daki Fildişi Sahili’nde yaptığı katliam ve soykırım neden dile getirilmiyor?
Fransa’nın yaptığı bu soykırımları neden kimse sorgulamıyor, dile getirmiyor, hiç hesap sormuyor?
İngiliz tarihçi Andrew Mango, 25 Eylül 2000 Pazartesi günü, Washington’da yaptığı açıklamada, “Girit’e, Yunanistan’a, Bosna’ya soykırım diyen yok” diyerek, ABD ve Avrupa’nan bazı ülkeleri tarafından yapılan ikiyüzlülüğü dile getirmişti.
ABD, Almanya, İngiltere, Fransa, Rusya ve Yunanistan’ın yaptıkları soykırımlar ayrı bir yazı konusu olduğu için şimdilik yazmıyorum. Zamanı gelince o soykırımlar da yazılacak, dile getirilecek.
Bunun için bazı kimselerin cesareti yok ama bazı insanların cesareti var.
Konu Hakkinda Yararlanilan Bazi Kaynaklar:
1- Türkçe-İngilizce ve Almanca Web Sitesi: www.ermenisorunu.gen.tr
2-Eylül, Ekim, Kasım 2000 tarihli Akşam, Cumhuriyet, Hürriyet, Milliyet, Radikal, Sabah, Star, Türkiye, Yenibinyıl gazeteleri,
3- Gültekin Ural, Ermeni Dosyası, Kamer Yayınları, İstanbul, 1998,
4- Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, dört cilt, Atatürk Kültür-Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1993,
5-Trandafir G. Djuvara, Türkiye’nin Paylaşılması Hakkında Yüz Proje (1281-1913), Gündoğan Yayınları, Ankara, Şubat 1999,
6- Hüseyin Nazım Paşa, Ermeni Olayları Tarihi, iki cilt, T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1994,
7- Osmanlı Belgelerinde Ermeniler (1915-1920), T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Ankara, 1994,
8- Bilal N. Şimşir, Malta Sürgünleri, Bilgi Yayınları, Ankara, ikinci basım, Nisan 1985,
9- İlhan Akbulut, Devlet Terörizmi ve Ülke Bölücülüğü, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1998,
10- Yılmaz Altuğ, Terörün Anatomisi, Altın Kitaplar Yayınları, İstanbul, Mart 1995,
11- Georges de Maleville, 1915 Osmanlı-Rus Ermeni Trajedisi, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul,
12- Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu (E), Askeri ve Siyasi Anılarım, cilt:1, 1928-1965, Kastaş Yayınları, İstanbul, Nisan 1999,
13- Yusuf Hikmet Bayur, Ermeni Meselesi, iki cilt, Cumhuriyet Gazetesi Kitapları, İstanbul, Haziran 1998
14- Taner Akçam, Ermeni Tabusu Aralanırken-Diyalogdan Başka Bir Çözüm Yolu Var mı?, Su Yayınları, İstanbul, Ağustos 2000,
15- Stanford J. Shaw-Ezel Kural Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, iki cilt, E Yayınları, İstanbul, ikinci baskı, 1994,
16- Mine G. Saulnier, Bernard Lewis Davası-Bir Tarih Yargılanıyor, Milliyet, 3-4 Haziran 1995,
17- Lobi Bilimi Yendi, Milliyet, 10 Ekim 2000,
18- Fransız Katliamı Sorgulanıyor, Cumhuriyet, 6 Haziran 1998,
19- Mustafa Müftüoğlu, Yakın Tarihimizde Siyasi Cinayetler, iki cilt, Yağmur Yayınları, İstanbul, ikinci baskı, 1977,
20- Mahmut İhsan Özgen, Ermeni Terörü ve Arkasında Gizlenen Güç, Tercüman, 3 Temmuz 1981 (1),
21- Emin Pazarcı, Soykırım Yalanı’nın Gerçek Yüzü, Akşam, 26 Eylül 2000 (1),
22- Serdar Uyan, Ermeni Yalanı, Türkiye, 25 Eylül 2000 (1),
23- Ermeniler Prof. Shaw’u Öldürme Kararı Aldılar, Milliyet, 12 Şubat 1982,
24- 6 Soruda Ermeni Sorunu, Hürriyet, 16.10.2000,
25- Orhan Birgit, Sevr Paranoyasından Söz Edenler Okusunlar, Cumhuriyet, 6.10.2000,
26- Osman Nuri Kurt, Karadeniz’de Ermeni Vahşeti, Bozkurt, Temmuz 1973, sayı: 10,
27- Adem Rıza Yanyalı, Büyük Katliam (Ermenilerin Türk Soykırımı Hakkında), Bizim Anadolu, 2.4.1970 (1),
28- Emin Çölaşan, Aferin Sana Fransa, Hürriyet, 9.11.2000,
29- Baklayı Çıkardılar/ İşte Şer Haritası, Hürriyet, 22.11.2000,
30-Doğan Uluç, Türklere Düşmanlık Gına Getirdi, Hürriyet, 25.8.2002,
31-Hasan Demir, Türkiye’de Türklere de Hürriyet, Yeniçağ, 5.5.2004,
32- Muharrem Sarıkaya, Türk Olmak da Uğraşmak da Zor, Sabah, 12.12.2004,
33- Özdemir İnce, Doğu Sorunu ve Büyük Güçler, Hürriyet, 31.5.2003,
34- Philipp Haas, Azınlık Haklarını Verin Gelecek Sermayeyi Görün, Sabah, 18.6.1999,
35- Hasan Pulur, Fransız Madalyasından Daha Az Türk’e, Milliyet, 24.10.2004,
36- Zeynel Lüle, AB’de En Irkçı Ülke Yunanistan, Hürriyet, 21.3.2001,
37- Türklüğü Sövmek Moda mı?, Cumhuriyet, 28.9.2000,
38- Süheyl Batum, Uygar Dünya ve Soykırım (Fransa’nın Ruanda’da yaptığı soykırım hakkında), Vatan, 9.4.2004,
39- Ruhat Mengi, AB’nin Tartışılabilir Demokratlığı, Vatan, 27.10.2004,
40- Ruhat Mengi, O Gün ve Bugün Benzerlikler, Vatan, 28,10,2004,
41- Türkkaya Ataöv, Kızılderililer ve Türklük, Cumhuriyet, 23.3.2000




..

"Avrupa Türkleşir"



 " Avrupa Türkleşir "


Turhan Feyizoğlu 



“Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimizin içinde bütünleşmeliyiz. Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekli.” Mustafa Kemal Atatürk,
Yunanistan Kilisesi Başpiskoposu Hristodulos, 10 Ekim 2005 tarihinde yayınlanan açıklamasında özetle, “ Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB)’ne girmesiyle Avrupa’nın Türkleşeceğini ” söyledi.

Kendisini Avrupalı olarak adlandıran topluluklar bu korkuyu tarihlerinde her zaman duymuştur. Duymaya da devam etmektedirler görüldüğü gibi.
Tarih, Türk milleti için sadece kitaplarda yazılanlar ve masal gibi anlatılanlar değildir.

Çünkü tarihi varetmiş-yaratmış-yönetmiş, dünyaya hükmetmiş, yönvermiş, çağlar kapatmış, çağlar açmış bir millettir Türkler.

Bazı ne idüğü belirsiz kimseler toplumun gündemine son zamanlarda sürekli kimlik tartışmasını getirmeye çalışıyor. Bunu kendi kimliksizliklerinden, kişiliksizliklerinden yapıyor, yapmaya çalışıyor.
Kimlik sorununu geçmişi, tarihi, kültürü olmayan ve değişik biçimde kullanılanlar yaşar. Kimlik sorununu yaşayanlar geçmişlerinde çok değişik kesimlere yaslandıkları ve onlar tarafından kullanıldıkları için artık ne olduğunu bilinmeyen “orta malı” durumuna gelmişlerdir. Orta malı durumunda olanlara kimlik yaratmak için onları kullananlar zorlama, uydurma bir kimlik yaratmaya çalışırlar. CIA-MOSSAD için uydurma-sahte kimlik yaratmak kolaydır. Kullandıkları ajan-maşa-uşaklar için her zaman sahte kimlik yaratmışlardır, yaratmaya devam ediyorlar.
Türk milleti insanlık tarihiyle birlikte varolmuş, varolmaya devam edecektir.
Türkler, günümüzde dünyanın her yerinde, her ülkesinde, her bölgesinde yaşayan bir millettir.
Bunun yanı sıra dünyanın değişik bölgelerinde ayrı ayrı Türk devletleri de vardır.
Ayrı ayrı Türk devletlerinin olmasının zararı yok yararı vardır. Ama Türk milletinin birbirinden kopuk yaşamasının zararı vardır.
Türkiye’de 18 yıldır gazetecilik yapan ve “Fatih’in Torunları: Türk Dünyasının Yükselişi” adlı kitabın yazarı Hugh Pope, 18 Mayıs 2005’te yayınlanan açıklamasında özetle şunları söylüyor:
“Tarih konusunda iyi kitaplarınız yok. Türkiye çok ters baktı geriye. Türki dünyasına hiç bakmıyor.”
Türki devletlerin birlikte hareket etmesi yararlıdır. Bunun için çaba gösterilmelidir.
Günümüzde varolan bazı Türk devletleri, muhtar cumhuriyetler ve bölgeler şöyledir:
Altay, Azerbaycan, Başkurdistan, Çuvaşistan, Evenka, Hakasya, Kazakistan, Kıbrıs, Kırgızistan, Kırım Muhtar Cumhuriyeti, Mançurya, Moğolistan, Güney Moğolistan, Kuzey Moğolistan, Nahcivan, Özbekistan, Tacikistan, Tataristan, Taymir, Tuva, Türkistan, Doğu Türkistan, Türkmenistan, Uranhay, Yakut (Saha) Muhtar Cumhuriyeti.
Azerbaycan Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev, yaptığı açıklamalarda sürekli, “Bir millet, iki devletiz” diyerek duygularını dile getiriyordu.
Türkler tarih içerisinde değişik ülkelerde var olmuşlardır, var olmaya devam etmektedir.
Cihan hakimiyeti kurmuş olan Türkler o kadar güçlüydü ki, hiçbir devleti kendilerine “eşit” düzeyde bir devlet olarak kabul etmiyorlardı.
Türklerin tarih içerisinde “Türkiye İmparatorluğu” olarak adlandırıldığı dönemde (1600 ve 1700’lü yıllarda, bazı tarihçiler, imparatorluğu, “Osmanlı İmparatorluğu” adıyla değil “Türk veya Türkiye İmparatorluğu” diye adlandırıyorlardı. Konu için ilgilenenlere kaynak veriyorum: Hayat Tarih Gazetesi, sayı: 40, sayfa: 158) egemen oldukları devletleri-bölgeleri yayımlanmış belgelere dayanarak tanıtmak istiyorum.
Afrika Ülkeleri (İspanyol Sahrası, Moritanya, Senegal, Tanzanya, Nijerya, Kamerun, Kenya, Gambiya, Gine, Uganda, Eritre, Cibuti, Somali, Habeşistan, Mozambik): XVI. yüzyıldan itibaren bu ülkeler Osmanlı Türklerinin ve Türk denizcilerinin egemenlikleri altında olmuşlardı.
Akdeniz ve Ege Adaları (Rodos, Oniki Ada, Sakız, Midilli, Limni, Sisam, İstanköy, Nikarya ve diğer adalar): Osmanlı Türkleri, bu adalarda 1451 yılından itibaren egemen olmaya başladı. Bu adalardaki Türk egemenliği 1915 yılına kadar devam etti.
Türk denizcileri, Akdeniz’in mutlak hakimiydi. Karadeniz, Kızıldeniz ve Ege Denizi zaten Türklerin iç deniziydi.
Karadeniz’de Türk gemilerinin dışında hiçbir devletin örneğin Rusya dahil ticaret gemisi olsun, savaş gemisi olsun kendi bayrağıyla dolaşması yasaktı.
Türkler, Kırım’daki egemenliğini kaybedip, 21 Haziran 1774 yılında bir antlaşma imzalayınca Üçüncü Sultan Mustafa, bunun kederinden ölmüştü.
Almanya: XVI. Yüzyıldan XVII. yüzyıllarında Türk akıncıları, başta Bavyera olmak üzere Almanya’nın kuzey ve batı bölgelerinde egemen olmuşlardı. Bu egemenlikleri Ren Nehri kıyılarına kadar ulaşmıştı.
Amerika: Amerika’da yaşayan Kızılderililerin kökeni Altay Dağları ve Baykal Gölü civarından Bering Boğazı’nı geçerek giden Türkler olduğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Bazı bilim adamları, Türklerin Buzul Çağı’nda Asya ile Alaska bitişikten Yeni Dünya’ya dalgalar halinde göçtüklerini açıklamıştır. Bu köprü sonra yok oldu ve araya Bering Boğazı girdi.
MÖ 1100’lerde ve MS 300’lerden sonra deniz yoluyla Yeni Dünya’ya giden Türk boylarının olduğu belgelerle kanıtlanmıştır.
Amerika kıtasındaki bazı yer, bölge ve nehir isimleri Türk asıllı Kızılderililerin verdikleri isimlerden oluşmaktadır.
At, çadır ve et kültürü Türklerin yaşamında birincil önemdi. Kızılderililer için de aynı değerde ve önemdeydi.
At, ehlileştirilen ilk hayvandır ve bunu Türkler gerçekleştirerek insanlığa bir medeniyet kazandırmıştır.
Dilbilimci Prof. Dr. Osman Nedim Tuna ile Kanadalı araştırmacı Ethel G. Stewart’ın yaptığı araştırmalara göre, Meksika’nın ABD sınırında yaşayan Kızılderili Apaçi, Navaho ve Tarahumara kabilelerinin Türk kökenli olduğu ve dillerinde yaklaşık 400 Türkçe sözlük bulunduğu kanıtlandı.
ABD’nin Tennessee eyaletindeki Apalaş Dağları’nda yaşayan 4 milyondan fazla Meluncan kendilerini Türk olarak adlandırıyor ve bu yönde çaba gösteriyor.
Anadolu-Balkanlar (1075 yılı ve sonrası): Büyük Selçuklu Türk İmparatorluğu’na bağlı olarak 1075 yılında, İznik’te “Türkiye” devleti kuruldu. Anadolu Fatihi olarak adlandırılan Kutalmış’ın oğlu Süleyman Şah, Türkiye Devleti’nin meliki (hükümdarı) oldu.
1381 yılında “Türk-Osmanlı İmparatorluğu” Avrupa’nın en güçlü devleti olmuştu.
21 yaşındaki Türk-Osmanlı İmparatoru İkinci Mehmet, 53 gün süren bir kuşatmadan sonra 29 Mayıs 1453’te Bizans’ı teslim aldı ve İstanbul tamamen Türklerin eline geçti.
“Ortaçağ” devri kapandı “Yeni Çağ” açıldı.
Sultan İkinci Mehmet bu başarısından ötürü “Fatih” ve “çağ açıp çağ kapatan” unvanlarını aldı.
Dördüncü Murat’ın emriyle 1640 yılında, Türk-Osmanlı İmparatorluğu’nda sayım yapıldı.
Türk-Osmanlı İmparatorluğunda 553.000 şehir, kasaba ve köy, yani meskun yer bulunduğu ortaya çıktı. Bu sayımın ortaya çıkarttığı diğer bir sonuçta Türk-Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul’un, dünyanın en büyük şehri olduğuydu. Bu tarihte İstanbul’un nüfusu 1,5 milyonken Londra’nın nüfusu 800 bindi.
Arabistan Ülkeleri: (Katar, Bahreyn ve bu bölgelerde bulunan adalar): XVI. yüzyıldan XX. yüzyıl başlarına kadar 400 yıl Osmanlı Türklerinin egemenliğinde kaldı.
Arnavutluk: Osmanlı Türkleri, Arnavutluk’a 1385’te egemen oldu. Bu egemenlik 1913’te sona erdi. Arnavutluk’ta bugün yine Türkler vardır.
Avusturya: Osmanlı Türkleri, 1529’dan itibaren bu ülkeye akınlar düzenlemiştir. Bu ülkede de Türkler vardır.
Avustralya: Türk-Osmanlı İmparatoru Sultan Reşad, 14 Kasım 1914’te, “Cihad-ı Ekber” çağrısı yapmıştı. İngiliz sömürgesi olan Avustralya hükümeti de, İngilizlerin politikasına uygun olarak Türk-Osmanlı devletine karşı savaş ilan etmişti. Hatta Avustralya’dan getirtilen Anzaklar, işgal etmek amacıyla Türkiye’ye gelmişler ve Çanakkale’de Türk askerine karşı savaşmışlardı.
Avustralya’da bulunan Türk tebaalı vatandaşlar da İngiliz emperyalizmine karşı yer yer gerilla savaşıyla “Cihad-ı Ekber” çağrısına katılmıştı.
Gül Muhammed ve Molla Abdullah, 31 Aralık 1915 günü, Avustralya’nın Silverton kasabasından yola çıkan treni Broken Hill tepesi yakınına geldiğinde pusuya düşürmüş ve birkaç kişiyi öldürmüşlerdi. Avustralya askeri ve polisi, iki Türk gerillanın bulunduğu tepeyi kuşattı. Çatışma saatlerce sürdü. Sonunda Molla Abdullah çatışma sırasında öldü. Ağır yaralı olarak yakalanan Gül Muhammed de, Silverton’a götürülürken yolda öldü. Bu iki Türk gerillanın yanında ay-yıldızlı Türk bayrağı da vardı.
Avrupa Rusyası: (Moskova, Leningrad, Gorky, Kulbişev, Perm, Kazan, Rostov, Volgagrad, Saratov, Ufa, Voronej): Avrupa Rusya’sındaki eski Türk devletlerinden Kazan Hanlığı’nın bulunduğu Tataristan, Başkurdistan, Çuvaşistan ve çevresi 1521 yılından 1551 yılına kadar Osmanlı Türklerinin egemenliğinde kalmıştır.
Moskova’ya yakın Kasım Hanlığı, 1486 yılından 1512 yılına kadar Osmanlı Türklerinin egemenliğindeydi. Kasım Hanlığı küçük bir Türk prensliğiydi.
Türk hükümdarı Devlet Giray Han’a Moskova’yı fethettiği için “Taht Alan” lakabı verilmişti.
Rusya’da yayınlanan Vremya adlı gazete, 1999 yılının Mart ayında yayımlanan bir sayısında özetle şunları yazmıştı:
“Türkiye, Blistatılnaya Porta (Muhteşem Porta), yani Osmanlı İmparatorluğu zamanlarında olduğu gibi, uluslararası arenada artık kendi büyük oyununu sürdürme imkanına sahip. Bu ülkenin komşuları ve ortakları da kendi politikalarını belirlerlerken, Türkiye’yi de artık hesaba katmak zorundadırlar.”
Beyaz Rusya (Litvanya-Letonya): İkinci Selim ve Üçüncü Murat dönemlerinde Osmanlı Türklerinin egemenliğinde oldu bu ülkeler.
Birmanya (Yeni adı Myanmar): Uzak Asya’da Hindistan-Çin ve Tayland’a sınır olan bir ülke. Yakın tarihte, Yemen cephesinde İngilizlere esir 12 bin Türk, bu ülkeye götürüldü. Birinci Dünya Savaşı’nın sonra ermesi ve antlaşmaların imzalanmasıyla serbest bırakılan Türkler, bu ülkede yaşamaya başladı.
Bulgaristan: Bulgaristan devletini “Bulgar” Türkleri kurdu. Bulgar Türkleri, bu bölgede Kurt Han tarafından MS 584 yılından 642 yılını kadar yönetilmişti. Daha sonra Kurt Han’ın büyük oğlu Bayan Han (642-659), sonra küçük oğlu İsperih Han (659-701) geçti. İsperih’in yerine oğlu Terveh Han (701-718), onun yerine de Tervel Han’ın oğlu Tovirem Han (718-724) Hükümdar olmuştu.
Boris’in (852-889) iktidar döneminde Türkler atalarının inanışı olan Şamanizm’i bırakıp Hıristiyanlığın Ortodoks mezhebini kabul etmeleriyle “Bulgar” Türkleri Türklük aleminden uzaklaşmış, Slavlaşmaya başlamışlardı. Bazı tarihçiler Türk Hazerlerin Yahudi dinini seçtiklerini söyler.
Sonradan Slavlaşan Bulgar Türkleri, XII. Yüzyılda da Türk Moğol Altınordu devletinin asırlarca hakimiyetinde kalmıştır. Osmanlı Türkleri, şimdiki Bulgaristan’ı 1363’te egemenlikleri altına aldı. 1908’e kadar Osmanlı Türklerinin egemenliğinde kaldı. Bugün de bu devlette çoğunlukla Türkler yaşamaya devam etmektedir.
Cebelitarık: Bu bölge Türk denizcilerinin uzun süre egemenliği altında bulunmuştur.
Cezayir: 1517 yılından 1830 yılına kadar Osmanlı Türklerinin egemenliğinde kaldı.
2005 yılında, Türkiye’ye gelen Cezayir Devlet Başkanı Abdülaziz Buteflika, yaptığı açıklamada, “Osmanlı-Türk Devleti’nin bıraktığı boşluk doldurulamadı. Osmanlı-Türk düzenini devam ettirelim”, demişti.
Çekoslavakya: Osmanlı Türkleri, bu ülkeyi XVI. yüzyılda egemenlikleri altına almış, bu egemenlik XVIII. yüzyıla kadar devam etmiştir.
Çin: Milattan Önce (MÖ) 1050 yıllarından Milattan Önce (MÖ) 256. yılına kadar Türkler, 794 sene Çin’i yönetmişlerdi.
Danimarka: XVI. yüzyıldan XVII. yüzyılın sonuna kadar Danimarka’nın bazı bölgeleri Türk denizcilerinin egemenliği altındaydı.
Endonezya-Malezya-Singapur: XVI. yüzyılın sonlarında Osmanlı Türklerinin egemenliğine geçmiş olan bu bölgeler uzun süre Osmanlı Türklerinin idaresinde kalmıştır.
Türk Deniz Komutanı Amiral Hayrettin Hızır Reis komutasındaki Türk donanması, 1569 yılında bu bölgeye gitmiş, askeri ve teknik yardım yapmıştı.
Ermenistan: XVI. yüzyıldan XVII. yüzyıla kadar Türklerin idaresinde kalmıştır. Bu ülkede de Türkler yaşamaktadır.
Fas: XVI. yüzyıldan XVII. yüzyıla kadar Osmanlı Türklerinin yönetiminde kaldı.
Türk amirali Salih Paşa, Fas şehrini 1553 yılında, egemenliği altına almıştı.
Filistin: 1516 yılından 1918 yılına kadar 402 yıl Osmanlı-Türk egemenliğinde kaldı. Filistin toprakları hukuki anlamda Osmanlı-Türk İmparatorluğu’nundur.
Fransa: Korsika Adası’nı Türk Deniz Komutanı Turgut Reis, Nice şehrini Türk deniz komutanı Barbaros Hayrettin Paşa tamamen fethetmişti.
Toulon Limanı’nı Türkler bir yıl idare etmişti. Cote d’Azur kıyıları Türk denizcilerin XVI. yüzyılda sürekli bulundukları bölge olmuştu.
Fransa devleti, bir dönem Türk devletinin yaptığı yardımlar sayesinde ayakta durabiliyor, vatandaşlarına ekmek sağlayabiliyordu.
Türk Deniz Başkomutanı Barbaros Hayrettin Paşa, 20 Ağustos 1543 tarihinde Nice şehrini aldığında Fransız elçisi Türk amiralinin ayaklarını öpmüştü.
Türk Deniz Komutanı Amiral Turgut Reis, Eylül 1553 tarihinde Korsika’yı tamamen egemenliği altını almıştı.
Fransa’da yayınlanan Le Figaro gazetesi, 2005 yılının Eylül ayında yayınlanan bir sayısında özetle şunları yazmıştı:
“Türkiye, tüm Arap-Müslüman dünyası ve Orta Asya’da, Kafkaslar üzerinden, Afganistan’dan Mağrip’e kadar uzanan bir coğrafya bölgesinde hakim konuma geliyor.”
Gürcistan: Fatih Sultan Mehmet zamanında Osmanlı Türklerinin idaresine geçti. Osmanlı Türklerinin egemenliği XIX. yüzyılın başlarına kadar sürmüştür.
Hindistan: Türklerin Saka kavminden Kuşhanlar Milattan Sonra (MS) 3. yıldan itibaren Hindistan’a egemen olmuşlardır.
Türklerin egemen olduğu bölge bütün Ganj Vadisi, Orta Hindistan, Gucarat, Pencap, Keşmir, Afganistan ve Maveraünnehr’i kapsamaktadır. Buna Birinci Türk Hakimiyeti adı verildi. MS 3. yıldan 176 yılına kadar bu Türk egemenliği devam etti. Hindistan’da ikinci Türk hakimiyeti Akhunlar’la başladı ve MS 567 yılına kadar devam etti.
Türk Osmanlı İmparatorluğu’ndan sonra cihanda ikinci büyük Türk İmparatorluğu 1658 yılında Hindistan’daki Türk soyundan olan Timuroğulları (Gürkanlılar) İmparatorluğu’ydu. Hindistan’ı Türk hanedanı ile Türk subaylar ve Türk devlet adamları idare etmekteydi. Bu dönemde yapılan Tac Mahal’ı Türk Osmanlı İmparatorluğu başkenti İstanbul’dan gönderilen mimar Mehmet İsa Efendi yapmıştı.
Türklerin Hindistan’daki yönetimi İngilizlerin işgali ve 2 Ağustos 1858’de Londra’da kabul edilen bir kanunla İngiltere’nin sömürgesi haline gelmesiyle sona erdi.
Hollanda: XVI. yüzyıldan XVII. yüzyıl sonlarına kadar Hollanda’nın bazı kıyı bölgeleri Türk denizcilerinin egemenliğindeydi.
Irak: 1516 yılından 1918 yılına kadar 402 yıl Osmanlı Türklerinin egemenliğinde kaldı. Esasında Irak, 1055 yılında Türk komutanı Tuğrul Bey’in egemenliğine girmesiyle Türklerin hakimiyet kurduğu yerlerden biriydi.
İngiltere: Türk denizcileri, XVI. yüzyıldan XVII. Yüzyılın sonlarına kadar Bristol Kanalı başta olmak üzere Lundy Adası, Kuzey İrlanda dahil İskoçya’ya kadar büyük faaliyet göstermiş, bu bölgelerde egemenliklerini korumuşlardır.
Türk deniz kuvvetleri, 1588 yılı başlarında, İspanya Kralı 2. Felipe’nin İngiltere’yi işgal etmeye hazırlandığı bir sırada, Kraliçe Elizabeth’in “yardım isteği” çağrısına karşılık vermiş, İspanyol donanmasını 30 Temmuz 1588’de yenerek, işgalden kurtarmıştı.
İran: 1025 yılından 1925 yılına kadar 900 yıl Türklerin idaresinde kalmıştır. Günümüzde yaklaşık 30 milyon Türk yaşamaktadır İran’da.
İrlanda: Türk denizcileri, XVI. yüzyıldan XVII. yüzyıl sonlarına kadar İrlanda kıyılarının bazı bölgelerinde egemenliklerini sürdürmüşlerdi.
1847’de İrlanda’da kıtlık baş göstermişti. İrlanda halkı, Osmanlı-Türk İmparatorluğu’na başvurarak yardım istedi. Osmanlı-Türk İmparatoru 1. Abdülhamit, İrlanda halkına bin sterlin para yardımı yaptı, iki gemi dolusu patates ve buğday gönderdi. Türk deniz kuvvetlerine ait gemiler, Droheda Limanı’na yanaşarak erzakları oraya indirdi.
İskandinavya: Kuzey İskandinavya’da yaşayan “Eskimoların” Türklerin de içinde olduğu Fin-Uygur topluluğundan olduğu kanıtlanmıştır.
İspanya: XV. yüzyıldan XVII yüzyıla kadar bütün İspanya kıyıları ve Balear Adaları Türk denizcilerinin egemenliği altındaydı.
Türk Deniz Komutanı Kemal Reis, 1487 yılında, büyük bir donanmayla Cebre Adası’nı, Tunus’u, İspanya, İtalya, Fransa’nın Akdeniz kıyılarını, Sicilya, Sardunya ve Korsika’yı kuşatarak egemenliği altına aldı.
Türk deniz komutanları Kemal Reis ile Burak Reis, 28 Temmuz 1499 günü, Venedik’in 200 savaş gemisini yok ederek büyük bir zafer kazanmışlardı.
Türk Deniz Komutanı Kemal Reis, 1500’de Kefalonya, 1504’te Rodos’a asker çıkarttı ve buraları egemenliği altına aldı.
Türk Deniz Komutanı Kemal Reis, 1501’de 22 parçalık donanmasıyla Navarin açıklarında Venedik donanmasını yok etti. Esir aldığı 8 düşman gemisini yedeğine aldı Türk Osmanlı Devleti’nin başkenti İstanbul’a getirdi.
Kemal Reis, 30 Ağustos 1502’De Santa-Marya Adası’nı fethetti.
Türk Deniz Komutanı Kemal Reis, ikinci İspanya zaferini 1510 yılında kazanmıştı. Yanında yeğeni Piri Reis de vardı.
28 Eylül 1538 tarihinde, Preveze açıklarında Barbaros Hayrettin Paşa başkomutanlığında Türk deniz komutanları Hasan Reis, Salih Reis, Seydi Ali Reis, Turgut Reis komutasındaki Türk deniz kuvvetleri, Haçlı donanmasını yenmiştir. Haçlı donanmasının komutanı Andrea Doria, gece karanlığından istifade ederek kaçmıştı.
Barbaros Hayrettin Paşa’nın manevi oğlu, Türk Deniz Komutanı Hasan Reis, 30 Ekim 1541 tarihinde, İmparator Charles-Quint’i Haçlılarla birlikte denize döktü.
Tunus’un güneyindeki Cebre Adası önünde 14 Mayıs 1560 tarihinde Türk Deniz Başkomutanı Piyale Paşa, Oramiral Turgut Paşa, İzmir Bahriye Sancakbeyi Uluç Ali Reis komutasındaki Türk deniz kuvvetleri ile Giovanni Doria komutasındaki Haçlı donanması savaştı. Türk denizcileri, Haçlı denizcilerini yendi.
Türk donanması ve denizcileri, bu zaferin ardından, “Cihan’ın Merkezi” denilen Türk-Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul’a döndüğünde 1 milyon kişi sevinç gösteriyle karşılamıştı. Türk-Osmanlı İmparatoru, Türk donanmasının dönüşünü Alay Köşkü’nün penceresinden seyrederken, “İşte insan bütün bunları görüp de gurura kapılmamalı; her şeyin Cenab-ı Hakk’ın inayetiyle olduğunu düşünüp Allah’a şükürler etmelidir.” demişti.
Sonuçta Türk deniz komutanlarının bu başarıları sonucu Akdeniz ve Ege Denizi “Türk gölü” haline gelmişti.

İsrail (Yafa, Hayfa, Batı Kudüs): Bu şehir ile bölgeler Memluk Türk İmparatorluğu egemenliğinden Osmanlı Türk egemenliğine geçti ve 1516 yılından 1918 yılına kadar devam eden bu egemenlik 402 yıl sürmüştü.
İtalya: Osmanlı Türklerinin, İtalya’nın özellikle güneydoğu bölgelerinde 1480 yılından 1537’e kadar egemenlikleri oldu.
Barbaros Hayrettin Paşa, 20 Haziran 1543 tarihinde İtalya’nın Reggio ve Sicilya’nın Messina şehirlerini egemenliği altına alıp Messina Boğazı’na hakim oldu.
İzlanda: XVI. yüzyıldan XVII. yüzyıl sonuna kadar İzlanda’nın bazı bölgeleri Türk denizcilerinin egemenliği altındaydı.
Kıbrıs: 1 Ağustos 1571 tarihinde Kıbrıs tamamen Türklerin egemenliğine geçmişti. Bu durum devam etmektedir.
Kuzey Kafkasya: Kuzey Osetya, Çeçenistan, Balkaristan, Dağıstan ve Kuzey Karadeniz sahilleri 1812 yılına kadar Osmanlı Türklerinin egemenliğinde kalmıştır. Bu bölgelerde de günümüzde büyük bir Türk nüfusu yaşamaktadır.
Kuveyt: 1534 yılından 1915 yılına kadar Osmanlı Türklerinin egemenliğinde kaldı.
Libya: 1517 yılından 1911 yılına kadar 394 yıl Osmanlı Türklerinin egemenliğinde kaldı.
Liecntenstein: Orta Avrupa’da bulunan bu küçük prenslik XV. yüzyılda Türk akıncılarının egemenliğinde olmuştu. Türk akıncılarının egemenliği İsviçre’ye kadar ulaşmıştı.
Lübnan: 1516-1918 yılları arasında 402 yıl Osmanlı Türklerinin egemenliğinde kaldı.
Macaristan: Macaristan’ı Türk komutanı Almos’un oğlu Arpad 889’da kurmuştu.
Arpad’ın kurduğu Macar Prensliği 1.000 yılında Şaman dinini bırakıp Katolik mezhebini kabul etti ve Türklükten uzaklaştılar.
Osmanlı Türkleri, 1526’da bu ülkeye egemen olmuşlardı. 1686’da bu egemenlik sona erdi.

Macaristan’da Osmanlı Türklerinin egemenliği için bir örnek vermek istiyorum. Başbakan (Vezir-i Azam) ve Başkomutan (Serdar-ı Ekrem) Lala Mehmet Paşa, 10 Kasım 1605 tarihinde yapılan bir törende Prens İstvan Bocskay’a taç giydirmiş ve krallık vermiş, kral da Lala Mehmet Paşa’nın önünde diz çökmüş ve üst üste iki kere elini öperek teşekkür etmiştir.
Türkler, bu dönem Avrupa’ya aynen bir memur tayini yapar gibi kral tayin eden güçlü bir devletti.

Macaristan, Romanya, Avusturya ve Çekoslovakya, Ortaçağ’da yüzyıllarca Hun, Avar ve diğer Türklerin egemenliğinde kalmıştır. Bu bölgelerde halen yoğun Türk nüfusu bulunmakta ve yaşamaktadır.

Malta: Osmanlı Türkleri, 1565’te bu adada egemenlikleri kurmuşlardı. Örneğin Türk Deniz Kuvvetleri Komutanı (Kapdan-ı Derya) Halil Paşa, 6 Temmuz 1614 tarihinde 45 parçalık savaş gemisiyle Malta’ya asker çıkartmıştı.
Mısır: Mısır’da ilk Türk hakimiyeti MS 868 yılında başladı. Devleti yöneten Toluni soyundan Ahmed isimli bir Türk’tü.
Daha sonra, 1250 yılından 1914 yılına kadar bu ülkeyi 664 yıl Osmanlı Türkleri idare etmişlerdir.

Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa, bir dönem başkent İstanbul’daki Türk yönetimine baş kaldırmış, yönetime kendisi gelmek için çaba sarf etmişti. İngiltere, Fransa ve İtalya gibi devletlerinin yardımıyla böyle bir çabaya girişmiş olan Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa, bu ülkeler desteğini çekince yalnız kaldığını gördükten sonra 1846 yılında başkent İstanbul’a gelmiş, 23 yaşındaki Padişah Sultan Mecid’in ayaklarına kapanıp öpmüş, af dilemişti..

Moldovya: Osmanlı Türkleri, 1455 yılından 1812 yılına kadar bu ülkede egemenliklerini sürdürmüşlerdir.
Monako: Türk denizcileri, özellikle Monako’ya XVI. yüzyılda egemen olmuşlardı.
Norveç: XVI. yüzyıldan XVII. yüzyılın sonlarına kadar Norveç’in bazı kıyı bölgeleri Türk denizcilerinin egemenliğindeydi.
Polonya: Polonya Krallığı, İkinci Selim ve Üçüncü Murat zamanlarında Osmanlı Türklerinin egemenliğinde kalmıştı. Bu ülkede de Türkler yaşamaktadır.
Portekiz: XVI. yüzyıldan XVII. yüzyıla kadar Portekiz kıyıları, Faro ve Lizbon körfezleri, Türk denizcilerin egemenlikleri altındaydı.
Romanya: Osmanlı Türkleri, 1388’den itibaren egemenlik kurmaya başladı. 1878 yılına kadar bu egemenlik devam etti. Türkler bu ülkede yaşamlarını devam ettirmektedir.
Sudan: 1517 yılından 1914 yılına kadar Osmanlı Türklerinin egemenliğinde kaldı.
Suriye: 1516 yılından 1918 yılı sonuna kadar 402 yıl Osmanlı Türklerinin egemenliğinde kaldı. Günümüzde önemli miktarda Türk yaşamaktadır bu ülkede.
Suudi Arabistan: 1517 yılından 1916 yılına kadar 399 yıl Osmanlı Türklerinin egemenliğinde kaldı.
Tunus: 1534 yılından 1881 yılları arasında 347 yıl Osmanlı Türklerinin idaresinde kaldı.
Türk Deniz Kuvvetleri Komutanı Kılıç Ali (Uluç Ali), 11 Eylül 1574 tarihinde yaptığı seferle Tunus’u tamamen Türk egemenliği altına almıştı.
Ukrayna: Ortaçağ’da yüzyıllarca Türk yönetiminde kalan Ukrayna, 1475 yılında Osmanlı Türklerinin egemenliğine geçmiştir. Bu egemenlik 1812 yılına kadar azalarak devam etti.
Umman: XVI. yüzyıldan XX. yüzyılın ilk yıllarına kadar 400 yüzyıl Osmanlı Türklerinin nüfuzu altında kaldı.
Ürdün (Amman, Doğu Kudüs ve bu bölge): 1516 yılından 1918 yılına kadar 402 yıl Osmanlı Türklerinin egemenliğinde kaldı.
Yemen: 1517 yılından 1918 yılına kadar 401 yıl içinde Osmanlı Türklerinin egemenliğinde kaldı. Günümüzde Yemen’de yüzlerce Türk mahallesi vardır.
Yugoslavya: Osmanlı Türkleri, 1373’ten itibaren egemen olmaya başladı. 1912’de bu egemenlik sona erdi. Bugün Türkler bu bölgede yaşamlarına devam etmektedir.
Yunanistan: Osmanlı Türklerinin egemenliğine 1359’da girdi. Bu egemenlik 1915 yılına kadar devam etmiştir.
Atina şehri 400 yüzyıl, Selanik şehri 490 yıl Osmanlı Türklerinin egemenliğinde kaldı.
Günümüzde de Yunanistan’ın bazı şehirleri-kasabaları ve köyleri tamamen Türklerin egemenliği altındadır.
Bu yazımda Türklerin tarihinin tümü değil sadece Osmanlı-Türk İmparatorluğu’nun 16. ve 17. yüzyılda nüfuzu altındaki ülke, bölge ve yerleri yayınlanmış belgelerden özetleyerek genel anlamıyla aktarmaya çalıştım.
Dünya tarihinde bir dönem cihan hakimiyeti kuran Türklerin gücü nereden kaynaklanıyordu.
Kısaca değineyim.
Türklerin tarih içinde bu kadar güçlü olmalarının en önemli özelliklerinden birisi Türk toplumu için en önemli kurumun tarih boyunca her zaman silahlı kuvvetlerin (ordunun) olmasıdır.
Devlet teşkilatı askeri ilkelere uygun yönetilirdi. Tarihinin ilk dönemlerinden itibaren Türk ordusu dünyanın en kalabalık ordusuydu. Çünkü her Türk erkeği asker sayılırdı. Eli silah tutan herkes askeri eğitime tabi tutulurdu.
Kadınlar da erkekler gibi yeri geldiğinde savaşırdı.
Türk komutanı Mete zamanında, askerler (akıncılar) tamamen atlıydı. Her askerin (akıncının) en az iki tane atı bulunur, birisi yorulunca diğerine biner, savaşçılar at üstünde uyur, yemeğini bile at üstünde yerdi.
Türkler demiri işlemekte çok mahirdi. Yaptıkları silahlar pek ünlü olduğu için diğer devletler bu silahlardan satın almak için büyük çaba gösterirdi. Bu dönem savaş sanayinde en üstün millet Türklerdi.
Tarih sahnesine çıktığından itibaren her zaman büyük devlet özelliğini korumuş olan Türkler için hükümdar, insanüstü bir varlıktı.
Türk kağanında Tanrılık vasıfları olduğuna inanılırdı. Bundan dolayı Kağan, Türklerde kutsal sayılırdı.
Orhun Kitabeleri’nde Bilge Kağan şöyle tarif edilmektedir:
“Tanrı’ya benzer, Tanrı’dan olmuş Türk Bilge Kağan.”
Türk kağanı, Tanrı’nın iradesini yerine getirmek için Türk milletinin başına geçmiştir.

Bilge Kağan bu konuda şöyle diyor:

“Tanrı irade ettiği için, Kağan mevkiine oturdum.”
Türk kavmi, değerine inandığı başbuğuna körü körüne bağlıydı ve her emrine itaat ederdi. “ Büyük Kurultay ” denen danışma meclisi varsa da, bu danışma meclisinde başbuğun sözü son sözdü.
Türkler, uzak yakın demez en uzak ülkelere ayak basar basmaz sanki yüzyıllardır bu ülkeleri yönetiyormuş gibi hareket eder hemen orada bir örgütlenme yaratırlardı.
Her Türk gittiği yere tabi olmaz mutlaka başa geçer yönetmeye başlardı.
MÖ 36 yılında bir Türk hükümdarı bu konuda şunları söylemişti:
“Boyun eğmeyeceğiz. Çünkü öteden beri Hun’lar kuvveti takdir eder, uyruk olmayı adilik sayar. Savaşçı süvari hayatımız sayesinde yabancıları titreten bir ulus olduk. Zira biliriz ki, savaşçıların kaderi, savaşta ölümdür. Biz ölsek de, kahramanlığımızın şöhreti kalacak, çocuklarımız ve torunlarımız diğer kavimlerin efendisi olacaklardır.”

Bu nedenle devleti yöneten hanedanın her erkek üyesi (Tigin), daha çocuk denecek yaşta bir bölgenin askeri genel valiliğine getirilir ve o ülkeyi yarı bağımsız bir şekilde adeta bir hükümdar gibi yönetirdi.

X. yüzyılda yaşamış ve 1058 yılında ölmüş Arap yazarı İbni Hassul, Türkler hakkında yazdığı bir yazıda özetle şu değerlendirmeyi yapmıştı:

“Bütün kavimler arasında yiğitlik, savaşçılık bakımından Türklerden üstün, büyük hedefe ulaşmak için onlardan daha dirayetli hiç biri yoktur. Cenabı Hak onları arslan sıfatında yarattı. Onlar, bozkırlara, otsuz ve ocaksız çöllere de alışıktırlar. Zaruret halinde pek aza kanaat getirerek, gün geçirecek kadar dayanıklıdırlar. Türk, göbeği kesildiği andan itibaren, askerin başbuğu, bölgenin emiri olmaktan başka bir şey düşünmez. Türklerin en büyük vasfı, bir toplumun başına geçmekteki istidatlarıdır. Doğuştan hükümdar ve komutan olmak, emir vermek ve toplumları idare etmek için yaratılmışlardır. Mesela Türklerin anayurtlarına en uzak yerlerden olup Türkçeyi hiç bilmeyen Mısır’ı ele alalım, isterseniz Irak’ı misal gösterelim: Bu ülkelere giren bir avuç Türk, derhal bu memleketlere hakim olmuşlardır.”


..

Her Yurtsever Türk Kuvayi Millici Gerilladır


Her Yurtsever Türk Kuvayi Millici Gerilladır



Turhan Feyizoğlu 

Doğan Avcıoğlu için…

Elleri arkasında yürüyordu,
Kumsal boyunca,
Memleketi nasıl kurtarayım diye,
Ölmek için,

Can Yücel

Türk ve Türkiye düşmanı, emperyalizme maşalık-uşaklık yapan hain ve alçaklar tarafından Şırnak’ın Güçlükonak ilçesi yakınlarında 4 Nisan 2006 tarihinde kahpece yapılan saldırıda yurtsever vatandaşlarımızdan Mersinli jandarma komando uzman çavuş Murat Tutal, Ankaralı jandarma komando onbaşı Mükremin Başaran, Ordulu komando er Adem Öğlü, Sinoplu jandarma komando er Fatih Erer ile İzmitli jandarma komando er Ümit Balkan, Bingöl’ün Genç İlçesi’nde de, polis karakoluna düzenlenen roketatarlı saldırıda güvenlik görevlisi Cihan Bayık şehit oldu.

Onlar Türk tarihinin unutulmazları arasına girdi. Onları unutmayacağız.
Onlar kuvayı milliciydi.
İsmi üzerinde: “ Kuvayı millici ”.
Yani “ Milli Güç ”.
Milli güç ne yapar? “Milli güç” gibi hareket eder.
Yurdu için ne gerekiyorsa onu yapar.
Kuvayı millici yurdu için ne kadar çaba gösterirse bilsin ki kendisi içinde o kadar çaba gösteriyordur.
Kısaca ve özce: Yurt için çaba göstermek kendisi için çaba göstermek demektir.
Yurt demek kendin demektir kuvayı milliyeci için.
Yaşadığın yer huzurlu ise kendinde huzurlusun demektir.
Yaşadığın yer cennet gibiyse kendinde cennet gibi yerde yaşıyorsun demektir.
Kuvayı millici yurtla eş anlamlıdır.
Mustafa Kemal’in “Gençliğe” hitabesindeki, “Bursa Nutku”ndaki genç gibi olacak.
Düşmanıyla savaşacak. Onu yok edecek.
Yurdunun bağımsızlığı konusunda ölüm onun için amaç olacak.
Fakat kırılan bir dalın da acısını yüreğinde hissedecek ve ağlayacak.
Nazım’ın dediği gibi:

“Bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşçesine”, yaşamasını özümseyecek.
Çok çalışacak. Yaptığı işte en iyisini yapacak.
Dürüst olacak.
Ali Kuşçu, Farabi, İbn-i Sina, Akşemseddin, Biruni gibi araştıracak-bilgili olacak.
Yunus Emre gibi derviş olacak.
Pir Sultan Abdal gibi aşkı bilecek.
Köroğlu gibi ağalara meydan okuyacak.
Hazerfen Ahmet Çelebi gibi yaratıcı olacak.
Fatih Sultan Mehmet gibi 21 yaşındayken yeni ülkeler fethedecek.
Şiir okuyacak. Sevdalanacak.
Çiçek yetiştirecek. Ağaç dikecek.
Türkü söyleyecek, şarkı mırıldanacak.
Günce tutup, öykü yazacak.
Hayal kuracak. Yorum yapıp, gelecek üzerine düşünce üretecek. Eylem yapacak.
Türkiye’nin toplumsal konuları olan ekonomi, kültür, eğitim, sağlık gibi her alanında savaş içinde olacak.
Her Türk yurtseveri, kuvayı millicisi bu savaşta yerini almalı gerilla olmalı.
Burası bizim yurdumuz.
Emperyalizm tarafından maşa gibi kullanılanlar bizim yurdumuzda Türke ve Türk devletine saldırıyor.
Yurtsever kuvayı millici, sokağa in Türk ve Türkiye düşmanlarıyla çatış.
Eylem yap. Gösteri düzenle.
Türk ve Türkiye düşmanları korksun. Trabzon’daki, Bursa’daki, Adapazarı’ndaki eylemler gibi.
Bu eylemleri yapanlara minnettarız. Destekliyoruz. Onların yanındayız.
Bu eylemlerden nasıl korktular emperyalizme maşalık-uşaklık yapanlar.
Türk ve Türkiye’ye düşmanlık yapan bundan anlar.
Yurtsever Türk kuvayı millicisi, Türk ve Türkiye düşmanını ezecek, yok edecektir.
Yurtsever Türk kuvayı millicisi. Bu eylemlerden de gördüğün gibi:
Hoşt desen o itler korkar.
Eline taş al at o itler kaçar.
Çünkü onlar satılmış maşalardır. Emperyalizme bağlı olarak çıkar için hizmet eden bu satılmış uşaklar-maşalar korkaktır.
Türk ve Türkiye düşmanları tarihte vardı şimdi de var.
Türk kuvayı millicileri.
Türk ve Türkiye için şehit olan Türk yurtseverlerini unutmamalı.
Çanakkale’de şehit olanlar yurtları için neler yaptılar, unutma.
Liseli ve üniversiteli yurtsever Türk gençleri de oraya yurtlarını korumak için gitti şehit oldu.
Onlar nasıl yaptıysalar sen de yapabilirsin.
Kuvayı millici ruhun olursa her şeyi yapabilirsin.
Yurtsever kuvayı milliciler.
Bu ülke bize atalarımızdan miras kaldı.
Bu mirası korumalıyız
Bu mirası koruduğumuzda kendi geleceğimizi de korumuş olacağız.
Bu mirası koruyacak güçler bellidir.
Tarihten örnek veriyorum.

Mustafa Kemal, 22 Şubat 1931 tarihinde Konya’da yaptığı konuşmada bu güçleri şöyle belirtiyordu:

Arkadaşlar, bütün tarih bize gösteriyor ki, uluslar yüksek amaçlarına ulaşabilmek istedikleri zaman, karşılarında üniformalı çocuklarını buldular. Tarihin bu genelliği içinde yüksek bir istisna, bizim tarihimizde, Türk tarihinde görülür. Bilirsiniz ki, Türk ulusu, ne vakit yükselmek için bir adım atmak istemişse, bu adımların önünde daima öncü olarak ulusal amacı gerçekleştiren kendi kahraman çocuklarından kurulu Ordusunu görmüştür.
Bunun içindir ki, Türk ulusu, tehlikelere karşı elinde kılıç yürümeye hazır bulunan kahraman çocuklarına derin bir güvenlik beslemiştir. Ve bu güvenliği daima besleyecektir. Bundan sonra da Türk ulusunun yüce ülküsünün gerçekleşmesi için kahraman evladı en önde gidecektir.
Arkadaşlar, Ordu’dan konuşurken, memleketin gerçek sahibi olan Türk ulusunun aydın evlatlarından söz ediyorum. Bu evlatlar içinde şüphe yok ki, yarının kahramanlarını yetiştiren eğitimcilerimiz dahildir. Gerektiğinde derhal elbise değiştirerek gereken yere başını veren ve Ordu ile birlikte yürüyen öğretmen arkadaşlarımız dahildir.
Ben Yüksek Ordumuzun subaylarından ve onlarla birlik olan Türk’ün aydın evlatlarından konuştuğum zaman, ilmen ulusal kahramanlığa hazır bütün Türk Gençliğinden söz ediyorum.”

Kuvayı millici demek sadece askerlik yapanlar anlaşılmamalı.
Kuvayı millici dendiğinde bütün güçler anlaşılmalı.
Yani ülkesi için her alanda savaşan, mücadele eden herkes kuvayı millicidir.
Bu coğrafyada savaş, sorun hiç bitmez.
O nedenle Mustafa Kemal’in belirttiği gibi, “Gerektiğinde derhal elbise değiştirerek gereken yere başını veren ve Ordu ile Birlikte yürüyen” güçler olunacak.

Bu gerilla gibi hareket etmek demektir.

Öyleyse herkes Türk ve Türkiye için gerilla gibi her alanda yapılan savaşa.
Kurtuluşumuz her alanda gerilla gibi yapılan bu savaşa bağlı.
Savaş derken aklımıza hep askerlerin cephede yaptığı savaş gelmesin.
Kültür, sanat, ekonomi alanında da savaş akla gelmeli.
Hayatımız her alanda bir savaş değil mi?



..

Türk'ün Dünyadaki Nüfusu ve Nüfuzu Bu Vatan Kimin?


Türk'ün Dünyadaki Nüfusu ve Nüfuzu Bu Vatan Kimin?


Turhan Feyizoğlu


Bu Vatan Kimin?


Bu vatan toprağın kara bağrında
Sıradağlar gibi duranlarındır.

Bir tarih boyunca onun uğrunda
Kendini tarihe verenlerindir.
Tutuşup kül olan ocaklarından,
Şahlanıp köpüren ırmaklarından,

Hudutta gaza bayraklarından
Alnına ışıklar vuranlarındır.
Ardına bakmadan yollara düşen
Şimşek gibi çakan, sel gibi coşan

Huduttan hududa yol bulup koşan,
Cepheden cepheyi soranlarındır.

İleri atılıp sellercesine
Göğsünden vurulup tam ercesine,
Bir gül bahçesine girercesine,
Şu kara toprağa girenlerindir.
Tarihin dilinden düşmez bu destan,
Nehirler gazidir, dağlar kahraman,

Her taşı yakut olan bu vatan
Can verme sırrına erenlerindir.
Gökyay’ım ne yazsan ziyade değil
Bu sevgi bir kuru ifade değil,

Sencileyin hasmı rüyada değil
Topun namlusundan görenlerindir.
Orhan Şaik Gökyay
Nüfus: Bir ülkede, bir bölgede, bir evde belirli bir anda yaşayanların oluşturduğu toplam sayı.
Nüfuz: Söz geçirme, etkili olma. Bir şeyin içine işlemek, geçmek. İnceliğine varmak anlamak.
Politikayı niçin yaparız? Ya da niçin politika yapılır?
Politika bireylerin ve toplumların gelişimi için yapılır.
Türkler, insanlık tarihinin en köklü milletlerinin başında gelir.
Dünya tarihini etkilemiş, yön vermiş, eski çağları kapatmış yeni çağlar açmış bir millettir.
21. yüzyılda da insanlık, tarihi bir dönemecin içinde bulunmaktadır.
Türkler, bu politikaya yön verebilir.
Bunun soruları tarihte yatmaktadır.
Eğer geçmişimiz iyi bilinirse geleceğimizi oluşturmak kolaylaşır ve politika yapmak, strateji oluşturmak geleceği kurmak kolaylaşır.
Yok eğer başkaları tarafından yönlendirilirsek iyi bir sonucun ortaya çıkacağını söylemek çok zor.
Bunun örneğini son üç yüz yıldır yaşamakta ve olumsuzluklarını her an görmekteyiz.
Yeni bir çıkış noktası bulunmalı.
İlk başta ve en önemlisi tüm Türkleri bir çatı altında toplayacak örgütlenmeyi yapabilmektedir.
Bu örgütlenme hiyerarşik bir yapı içerisinde olmalı ve başkanlık sistemiyle yönetilmelidir.
Başkanlık sisteminde toplumun genel yapısını oluşturacak olan (ekonomi, eğitim, adalet, askeri, sağlık, din, istihbarat gibi) her kurum bu başkanlık sisteminde temsil edilmeli, bir bütünlük içinde yönetilmelidir.
Burada ekonomik anlamda bir vatandaş olarak kişisel bir düşüncemi belirtmek istiyorum.
Yıllardan beri Avrupa Birliği (AB) için tartışılıyor.
Bu işbirliği Türkiye’ye yarardan çok zarar getirdi.
2006 yılının Ekim ayında yapılan bir maç karşılaşması için bir Macaristan TV kanalında yapılan değerlendirmede şunlar söyleniyordu:
“Osmanlı-Türk İmparatorluğu’nu nasıl yendiysek sizi de öyle yeneceğiz.”
Bu zihniyet AB’nin ortak değerlendirmesidir.
AB’nin Türkiye’ye bakışı aşağıdaki fıkra gibidir:
“Yıl 2050. AB Komisyonu Başkanı odasında otururken yardımcısı içeriye heyecanla girer:
—Efendim, Türkiye tüm isteklerimizi yerine getirdi. Onları AB’ye alacak mıyız?
AB Başkanı:
—Yok canım, henüz olmaz. Git, duyur, Tüm Türkiye İngilizce konuşacak, Türkçe’yi yasaklıyorum.
—Efendim onu 5 sene önce yaptılar. Hatırlamıyor musunuz?
—O zaman söyle Kıbrıs’ı versinler.
—Efendim onu da 40 sene önce verdiler zaten...
—O zaman söyle Güneydoğu’ya özerklik versinler.
—Aman efendim, Türkiye’de Güneydoğu mu kaldı, 2020’de bağımsız devlet oldu ya orası zaten.
—O zaman söyle ermenilerin saçmalamalarını tanısın, kabul etsinler.
—Efendim, sadece ermeni değil, Pontus, Yunan, Bulgar, Rus, Ukrayna, Moldova saçmalamalarını bile tanıdılar, kabul ettiler. Hatta Çanakkale Savaşı’ndan dolayı İngiliz, Avustralya, Yeni Zelanda saçmalamalarını bile tanıdılar, kabul ettiler ya... Nasıl unuttunuz.
—Hmm. O zaman söyle, kokoreç yasaklansın.
—Aman efendim, onu yemeyi 2007’de bıraktılar.
—İsa aşkına, ya ne bileyim? Kınayı yasaklayın, yakamasınlar.
—Ooooo! Beyefendi, onu da çoktan bıraktılar.
AB Başkanı düşünüp taşınır ve;
—Eeee... Dağıtın o zaman Avrupa Birliği’ni...”
Bence ekonomik olarak Japonya ile daha çok işbirliğine gidilmeli. Japonya ile daha çok işbirliği, ekonomik anlamda bizi daha çok geliştirir diye düşünüyorum.
Devlet Başkanlığı sisteminin günlük politikası olmalı ama orada kalmamalı ve yüzyılları kapsayan programlar içinde hareket edilmelidir. Başarılı olmak, böyle yüzyılları kapsayan programlar ve stratejiler içerisinde hareket etmektir.
Evrensel tarih içinde düşünüldüğünde, hükümetlerin politikası gibi 5 yıllık, 10 yıllık 100 yıllık, 1000 yıllık ve sonsuz politikalar üretmeli ona göre strateji belirlemeli, çalışmalıdır.
Bunun için Türklerin tarihsel, kültürel, siyasi, askeri politik birikimleri-deneyimleri vardır.
Türk milletinin bu birikimine hiçbir topluluk-millet sahip değildir.
Peki bu birimim neden kullanılmıyor, harekete geçirilmiyor?
Bunu şimdilik bilmiyoruz.
Peki bu önemli birikim nasıl harekete geçirilebilir?
İlk başta: Geçmişten geleceğe tarih bilinci içinde uzanan bir zaman dilimi içinde bu milleti oluşturan her bireyin vatandaşlık bilinciyle hareket etmesi sağlanmalı.
Bunun için her birey örgütlenmeli. Her bireyi politikaya aktif olarak katmak için çaba gösterilmeli.
Üçüncüsü: Zamanı geldiğinde ortak hareket etmesi sağlanmalı.
Türk milletinin gücü önemlidir.
Yeter ki bunu harekete geçirelim.
Nüfus ve nüfuz.
Dünyanın her yerinde bir Türk bulunmaktadır.
Birey olarak sadece Türk yok.
Türklerin çalıştığı işyerleri, çalıştırdığı işyerleri var.
Kimisi öğretim üyesi, kimisi yönetici, kimisi işadamı, kimisi sanayici, kimisi sanatçı, kimisi yazar, kimisi emekçi, kimisi politikacı.
Türkler ayrıca değişik dergilerde, gazetelerde, web sitelerinde, televizyonlarda; kısaca bütün kitle iletişim araçlarında çalışıyor.
Hatta bazı kitle iletişim araçlarının sahipleri, yöneticisidirler.
Diplomaside Türkler her zaman ön plandadır.
Hepsi değişik kurumlarda örgütlü olan ve bu kadar çalışkan olan Türkler, nüfuzlarını güçleri oranında kullanıyorlar mı?
Türklerin birey olarak, topluluk olarak bulundukları ortamda, bölgelerde, ülkelerde bu nüfuzun her zaman var olduğu görülüyor.
Peki Türk’ün bu büyük gücü, bu büyük nüfuzu, Türk’ün ve Türkiye’nin ortak çıkarları için kullanılabiliyor mu?
Hayır.
Bu güç ortak anlamda politik olarak dünya politikasında hissedilmiyor, görülmüyor, kullanılmıyor.
Bu gücü kullanabilecek bir politika da şimdilik görünmüyor.
Türkler, bulunduğu her yere uyum sağlamış ve kişilikleriyle, çalışmalarıyla o topluma katkıda sağlayan bireyler olmuşlardır.
Türk’ün ve Türkiye’nin geleceği için bu gücün harekete geçirilmesi gerekli.
Türkün bu gücünü, bu nüfuzunu harekete geçirdiğimizde dünyaya geçmişte olduğu gibi şimdi de yön veren bir ülke haline geliriz.




****