29 Haziran 2016 Çarşamba

TERÖRLE MÜCADELEDE GELİNEN AŞAMA VE YAPILAN HATALAR


TERÖRLE MÜCADELEDE GELİNEN AŞAMA VE YAPILAN HATALAR



Yazar: Sait Yılmaz
29 HAZİRAN 2010 SALI    


Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan bazı uzmanlar (!) eksikliği askerlere bırakarak, otuz senedir devam eden mücadelenin birikimine sahip komuta kademesine -içerikten yoksun önerilerle, akıl vermektedir.'Teröre karşı savaş evde kazanılamaz; ama evde kaybedilir' diyen Richard Perle, 'Şeytan'a Son' adlı kitabında şöyle devam etmektedir; 'Ulusal egemenlik bir hak olduğu gibi, aynı zamanda da bir yükümlülüktür. Ülke çıkarlarına göre gereken rolleri üstlenemeyen bir hükümet, hükümet olma haklarından mahrum kalır. ABD, kuruluşundan bu yana, bu ilke çerçevesinde hareket etmiştir.[1]' Büyük bir ülke ancak çıkarları söz konusu olduğunda kan dökmeye hazır olan ülkedir. Türkiye zaten kan dökmektedir ve egemenlik haklarımıza sahip çıkmadığımız ve ülke bütünlüğümüze yönelik saldırılara kaynağında müdahale etmediğimiz taktirde şehitlerimiz artacaktır. Bu makalede terörle mücadelede gelinen aşama ve yapılan hatalar konusuna değineceğiz ve önerilerimizi bir kere daha sıralayacağız. Ancak Türkiye'de bugün olup bitenler Irak'ın kuzeyi ile ilgili gelişmeler ile yakından ilgilidir. Bu nedenle Irak'ın kuzeyinde[2] ve terörle mücadelede bugüne kadar neler oldu, öncelikle bunu okumanızı tavsiye ediyoruz[3].
Terör örgütü ne yapmaya çalışıyor, kime hizmet ediyor?
Bütün terör örgütlerinin amacı; karşısındaki devleti askeri yollardan zorlayarak ve yıldırarak muhatap alınmak, devlet ile masaya oturarak, pazarlık yapmak ve böylece asıl gayret olan siyasi amaçlarına ulaşmaktır. Bu yüzden yapılan eylemler askeri sonuç almaktan çok psikolojik hedeflere yönelmiştir. Eylemlerin şok etkisi yaratacak şekilde yapılmasının nedeni, çözüm için kamuoyunda beklenti yaratarak ve devletin zayıf kaldığını göstererek kendi yandaşı siyasi unsurların 'siyasi çözüm' argümanı için elini güçlendirmektir. Burada dikkatlerden kaçmaması gereken konu 'medya' faktörüdür. Terör medya ile yaşar, medyada yer almazsa eylem amacına ulaşamaz yani terörün yaşam fanusu medyanın eylemi haber yapmasıdır. Çünkü terör de, terörle mücadele de esasında psikolojik bir savaştır. Türkiye'de medyanın haberleri veriş şekli bir yana -medyamız öyle kuşatılmıştır ki, medya üzerinden sadece terör örgütü yandaşları değil, kendi dış kaynaklı gündemlerini Türkiye'ye taşımak isteyenler de bu eylemlerin arkasına sığınmaktadır. Bu konuyu terör örgütünün ne yapmak istediği ile ilgili kapsam dâhilinde açıklayalım.
Evet, Türk medyası öyle kuşatılmıştır ki, Türkiye'nin gündeminden pek çok konu kaçırılırken, dezenformasyon hat safhadadır. Medyayı kuşatan üç adres grubu terör örgütünün eylemlerinin arkasından kendi mesajlarını vermektedir. Bu adreslerin birincisi medyayı saran ve her eylemin arkasından demokratikleşme ve AB reformları masalını anlatan post-modern, 2. Cumhuriyetçi, 'etki ajanları' takımıdır. Bunlara göre terörle mücadelenin başarısı AB reformlarına ve demokratikleşmeye bağlıdır. Ancak, bu reformların bugüne kadar hiçbir işe yaramadığı gibi, bire bir PKK'nın istekleri ile uyuştuğu, terörü azdırdığı ve güvenlik güçlerinin elini-kolunu bağladığı söylenmemektedir. Hatta, bizzat PKK'nın AB reformlarını engellemek için eylem yaptığı yalanı uydurulmaktadır. AB ilerleme reformlarında terörle mücadele kapsamında istenen tüm reformlar PKK'nın kongrelerinde istenenler ile aynıdır (Tablo 1). AB süreci kapsamında istenen reform ve demokratikleşme istekleri aslında Türkiye'nin bölünme ve parçalanma sürecinin devamıdır. PKK'nın eylemleri de bu amaca hizmet etmektedir.
Tablo 1: Avrupa Birliği Reform İstekleri, Türkiye ve PKK
AB Reform İsteği

PKK Kongreleri Yapılan Reformlar

OHAL, Olağanüstü Mahkemeler ve idam cezası kaldırılmalıdır. (Kopenhag kriterleri)
OHAL, Olağanüstü Mahkemeler ve idam cezası kaldırılmalıdır.
İdam cezasının Öcalan'ı kapayacak şekilde kaldırılması (2002) OHAL ve DGM'ler kaldırıldı. (2004)
Kürt dili ve kültürünün önündeki engeller kaldırılmalı, Kürtçe yayın ve eğitim hakkı tanınmalıdır. (2001 İR)
Türkçe dışındaki dillerin eğitilmesini destekler nitelikte, uygun tedbirler kabul etmek. (KOB, 2005)
Türkçe dışındaki dillerde radyo/ televizyon yayınlarına etkin şekilde erişim sağlamak. (KOB, 2005)
Kürt dili ve kültürünün önündeki engeller kaldırılmalı, Kürtçe yayın ve eğitim hakkı tanınmalıdır.
Kürtçe dâhil Türkçeden başka dil ve lehçelerde yayın ve eğitim yapılması olanağı getirildi. (2002)
Kürtçe eğitim görmek için dilekçe verenler hakkında başlatılan soruşturmalar ve açılan davalar düştü. (2003)
TRT Şeş TV kanalı ve Kürtçe radyo yayına başladı. (2009)
Düşünce suçlularına genel af ilan edilmelidir. Görüşlerini şiddet içermeden dile getirdiği için hakkında dava açılan veya hüküm giyen kişilerin durumlarını iyileştirmeye devam etmek. (KOB, 2005)
Düşünce suçlularına genel af ilan edilmelidir.
Propaganda ancak şiddet ve terör eylemlerini teşvik etmesi halinde suç sayıldı. HADEP ve DEHAP ile ilgili bazı davalar düştü. (2003). CMUK'nda AİHM kararları doğrultusunda yargılamanın iadesine gidebilme hakkı. (2003)
BM temel vatandaşlık hakları. (İlerleme raporları)

Kürt Kimliğinin tanınması

Çocuklara Kürtçe isim verilebilmesi (2003)
Güneydoğu'daki korucu sistemini kaldırmak. (KOB, 2005)
Koruculuk sistemi kaldırılmalıdır.
Yardım ve yataklık fiili ile ilgili düzenlemeler yumuşatıldı. (2003)
Kaynaklar: AB İlerleme Raporları, PKK 7. ve 8 Kongre Kararları, AB-Türkiye Katılım Ortaklığı Belgesi (2005), Fikret Bila: "Hangi PKK?", Ümit Yayıncılık, 3.Baskı, (Ankara, 2004), 172-173.

İkinci adres gurubu Barzani'nin küstahlığı ile bize yansıyan aslında Amerikanın sesi olan medya ve parti uzantılarıdır. Bunların mesajı; 'Sakın Irak'ın kuzeyine girmeyin, Kürtlerle iyi geçinin' diyen, bize Barzani'yi muhatap aldıran mekanizmadır. TSK., otuz yıllık terörle mücadelesinde 1990 ve 2003'e kadar olan süreçte iki defa PKK'yı yok olma noktasına getirmiş ancak bölücü örgüt Irak'ın kuzeyinde hayat bularak tekrar canlanmıştır (Tablo 2). Bugün ise Türk Ordusunun Irak'ın kuzeyine girmesinin önlenmesi için Barzani ile iyi geçinmek ve istihbarat desteği yalanı uydurulmuştur. Amaç, sadece Kürdistan'ı yaşatmak değil, PKK'ya hayat sahası sağlamaktır. Üçüncü adres grubu ise Öcalan ve DTP tayfasıdır. Onların söyledikleri gayet açıktır; siyasi çözüm diyerek, PKK'nın ve Öcalan'ın muhatap alınması, Kürt kimliğinin tanınması ile başlanarak self-determinasyona giden yolda Türkiye'nin iç hukukunda zemin kazanmaktır. İşte, terör örgütünün eylemleri bu üç adresin kendi gündemlerini uygulamasına hizmet etmektedir.

PKK eylem yapıyor;

- Öcalan'ı muhatap alalım hatta serbest bırakalım diye, devletten koparacağı tavizler ile kendi yandaşlarına gücünü göstermek ve moral vermek, örgüt liderlerini kahraman yaparak siyasi arenaya sokmak için,
- DTP bundan sebeplensin, PKK tehdidi ile kendi siyasi yaşamına devam etsin, devletin imkânlarını PKK için kullansın,
- Barzani ve Talabani'yi muhatap alalım, rahat rahat Kürdistan'ı kursunlar, hatta büyük Kürdistan için hamilik yapalım, Türkiye; Kerkük ve Türkmenlerin haklarından vazgeçsin,
- ABD'ye hep muhtaç olalım, sözünden çıkmayalım, Kürdistan'a yerleşsin, Irak ile ilgili planları bozulmasın hatta öyle zor durumda kalalım ki, İran ve Afganistan için de koşulsuz destek verelim, sadece Kürdistan'ı değil Büyük Ermenistan ve bölgede planladıkları diğer yeni ülke-inşalarına da alet olalım,
- AB reformcuları Kürt kartı ile Türkiye'yi bölsün ve Türkiye, AB'ye giremeden parçalansın,
- Yunanistan, Ermenistan, İran -şimdi buna İsrail'i ekleyelim, Türkiye'yi köşeye sıkıştırsın, güçsüz bıraksın, ülke kaynaklarını terörle mücadeleye harcasın diye.
Tablo 2: Irak'ın Kuzeyi ve PKK Dönem PKK Körfez Savaşı
(1884-1990)
Bu savaştan önce bitme noktasına gelen PKK, savaş sonrasında Irak'ın kuzeyinde yeniden güçlenmiştir. Saddam'ın saldırıları kullanılarak 'Kürt sorunu iddiaları' dünya kamuoyuna mal edilmiştir.

Çekiç Güç Dönemi
(1991-2002)

36. paralelin kuzeyi Saddam'a yasaklanırken, Çekiç Güç sayesinde PKK'ya korumalı bölge oluşmuş ve Kürt gruplar bağımsız bir devletin temellerini atmıştır.
Irak Savaşı (2003-Devam)
Bu savaştan sonra Türkiye kendi coğrafyasına hapsolurken, PKK çok büyük bir serbestlik kazanmış, çok miktarda silah ve malzeme ele geçirmiştir.
Kaynak: 25.Genkur.Bşk.E.Org.Yaşar Büyükanıt: "Terörle Mücadelenin Hukuki Boyutları", Beykent Üniversitesi BÜSAM Konferansı, (25 Şubat 2010).

Terörle mücadelede geldiğimiz aşama ve yapılan hatalar.

Yukarıda da açıklandığı gibi Türkiye, bölücü terörle mücadelenin 1984-1990 ve 1990-2003 arasındaki dönemlerinde askeri alanında başarılı olmuştur. 2003 Irak Savaşı sonrası Irak'ın kuzeyinde yeniden canlanan terörün tekrar askeri sahada yok edilmesi ise Irak'ın kuzeyinde Kürdistan Yönetimi denilen cerahatin akıtılmasına ve PKK bataklığının kurutulmasına bağlıdır. Ancak, terörle mücadele sadece askeri sahada kazanılmaz. Bugüne kadar terörün tekrar canlanmasında askeri olarak ABD'nin Irak'ta oynadığı roller kadar, içeride ve dışarıda hükümetlerin yaptığı hatalar önemli rol oynamıştır. 1990'lu yılların ikinci yarısına kadar terörle mücadeleyi sadece askerlerin işi olarak gören hükümetler, terörün ülke içi kaynaklarının kurutulması ve kazanılan askeri başarıların siyasi, ekonomik ve sosyo-kültürel tedbirlerle tamamlanması için gerekli tedbirleri almadılar. Hükümetlerin vizyonsuzluğunu 1997 yılında başlayan Avrupa Birliği süreci ile yabancı ülkeler tamamlamaya başladı. Sadece terörle mücadelenin alt yapısı değil, ülke güvenlik sisteminin temel unsurları da AB üyelik süreci dâhilinde reform diye diye bir bir etkisiz hale getirildi.

AB süreci ile PKK, askeri sahada mücadele ile elde edemeyeceklerini siyasi yoldan kazanmaya başladı. Önce idam cezası kaldırıldı, arkasından sözde düşünce suçlarının önüne geçmek (!) gerekçesi ile PKK yandaşlarının dilediğini söyleme yani propaganda özgürlüğünün önü açıldı, DEHAP ve HADEP yöneticileri dâhil pek çok bölücü hapisten kurtuldu. Getirilen özgürlükler (!) ile terör örgütünün siyasi uzantıları Meclis'e girdi ve açıktan propagandaya başladı. Ele geçirilen belediyeler ile devletin imkânları PKK'ya sunuldu. Bu özgürlükler şu an PKK eylemlerinden daha fazla ülkeye zarar vermektedir. Yetmedi, eğitim ve yayın hakkı diye verilen ayrıcalıklar ile bölge halkına sanki terör haklı imiş ve bölücüler de gerçekten haklarını savunuyormuş imajı verildi. Son olarak yapılmaya çalışılan 'Demokratik Açılım' ise bu imajı kuvvetlendirdi. İşte PKK bu yüzden eylemlerini artırdı. Yani daha çok taviz almak ve güçlü olduğunu kabul ettirmek, yıldırmak. Şunu kesinlikle kafamıza yazalım; terör eylemleri taviz verildikçe azar, terör hiçbir zaman tam olarak bitmez, çünkü bu bir tür kanserdir, ancak kontrol altına alabilir. Bu hastalığa vereceğiniz tavizler ancak azmasına neden olur.

AB reformları terörle mücadelede Cumhuriyet Savcılarının uygulama ve yorum farklılıklarına neden oldu. Bu durum askeri birliklerin adli yetkilerini belirlemede tereddüde yol açtı. Aynı tereddüt suçüstü yakalamada; konut, iş yeri ve kamuya açık olmayan alanlara kolluk kuvvetlerinin girme yetkisinde yaşanmaktadır. AB süreci ile yaşanan tahribat bununla da kalmadı. 1997 yılında düzenlenen Susurluk komplosu ile ülkenin istihbaratı derin yara aldı. Derin devlet ve çeteleşme iddiaları ile o güne kadar hukuksal altyapısı sağlam olmayan istihbaratımızın iyice eli kolu bağlandı. İstihbarat yapmak ve örtülü operasyonlar, AB'ci medyanın propagandası ile anti-demokratik ve bir suç gibi gösterildi. Yetmedi, bu sefer AB, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği'ne (MGK GS) el attı. 2003 ve sonrasında yapılan reformlar ile MGK GS'nin istihbaratı koordine, psikolojik harekat faaliyetleri yok edildi, sıradan bir araştırma merkezi haline getirildi. Devletin daha önce ülke güvenliği adına yaptığı her çalışma (siyaset belgesi, rapor, plan vb.) gizlilik kuralları hiçe sayılarak medyaya servis edildi. TSK ve hukuk sistemimizin yıpratılması ile ilgili medyanın AB ajanları merkezli faaliyetleri halen devam etmektedir.


Şimdi de gözlerimizi terörle mücadelenin bizden saklanan coğrafyasına çevirelim yani Irak'ın kuzeyine. Irak'ın kuzeyinde olup-bitenler son birkaç yıldır bundan sebeplenen medya-holding ilişkilerinin da katkıları ile Türk kamuoyundan gizlenmektedir. Peki, nedir resim? Kürdistan karşılığında PKK kartı ile Kürdistan ve Barzani'nin serpilmesinin önü açılmıştır. 300 kadar aç gözlü Türk şirketi para kazanacak diye Kürdistan'ı elimizle kurmaktayız. Burada PKK ile mücadele için bize; Erbil'de PKK mahalleleri kuran ve Büyük Kürdistan için Türkiye içinde altyapı oluşturmakta olan Barzani ile iyi geçinme tavsiye edilmiştir. Üstelik askerimiz Irak'ın kuzeyini rahat bıraksın diye istihbarat desteği yalanı uydurularak PKK ile mücadele hava harekatına bırakılmıştır. Hava harekatı ile terörist avlanmaz. Hava harekatı ve uydu istihbaratı ile terörist avlansa idi önce ABD bunu Afganistan ve Irak'ta kendisi başarırdı. Nisan-Mayıs aylarında yüzlerce terörist sınırdan geçerken ABD istihbaratı nerede idi? Özetle, Irak'ın kuzeyindeki Kürdistan'ın kurulmaması, Türkmenlerin hakları ve Kerkük'ün statüsü gibi çıkarlarımız kamuoyundan saklanmış, çıkarlarımız PKK'ya indirgenmiş, o da Barzani ve ABD'nin insafına bırakılmıştır. Bu tezgahın arkasında Barzani'nin Türkiye içindeki bağlantıları kadar, ABD'nin Adana Konsolosluğu da etkindir.
PKK ve Kürdistan tasfiye edilerek psikolojik savaş kazanılmalıdır.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi terörle mücadele öncelikle beyinlerde kazanılması gereken psikolojik bir savaştır. İçimizdeki bozguncu ajanların; " Terörle mücadelede askeri yoldan sonuç alınamaz.", " Siyasi çözüm, demokratik haklar verilmelidir." gibi argümanları; askeri başarısızlığına rağmen PKK'nın amacına siyasi yoldan ulaşması için uydurulmuş kılıflar ve onun muhatap alınma, pazarlığa oturma sürecidir. Bölgedeki ekonomik koşulların iyileştirilmesi argümanı ise terörün kaynaklarının kurutulması için yararlı ancak ülkenin genel koşulları itibarı ile gerçekleşmesi uzun zaman alacak ve işe yarayacağı garantili olmayan bir politikadır. 

Terörün IRA, ETA ya da BASK gibi örneklerine baktığımızda ekonomik koşulların iyi olmasının beyinlerdeki terör fikrini engellemediği açıktır. Terör ile mücadelenin beyinlerde kazanılması için PKK ve Kürdistan fikri beyinlerden silinmelidir. Bunun da yolu PKK ile birlikte Kürdistan fikrinin Irak'ın kuzeyindeki coğrafyadan silinmesi, umut olmaktan çıkarılmasıdır.
Türkiye'nin terörle mücadelede yeni politika ve stratejiler uygulama zamanı gelmiştir. Bu politikaların başında AB ve ABD'nin dümen suyundan terör ile mücadele edilmeyeceğini kabul ederek; kendi çıkarlarına, kendi gücüne ve kaynaklarına dayanarak hareket etmek gelmelidir. Kimse bizim için terörist yok etmez. Hele o teröristler kendilerinin bölgede kalışı ve çıkarları için iyi bir enstrüman ise. Türkiye'nin demokratikleşme diye bir sorunu yoktur, ülkemizin demokrasi koşulları pek çok ülkeden iyidir, gerçek olan bu özgürlüklerin Türkiye içinde bölücüler tarafından kötüye kullanıldığıdır. Özetle, ABD ve AB ile birlikte terörle mücadele yürümez, kendi iç şartlarımıza göre politika ve strateji üretmeli ve kendi kaynaklarımıza dayanmalıyız. Öncelikle içimizdeki psikolojik savaş zinciri kırılmalı, kurulacak yeni bir bilgilendirme alt yapısı ve uygun stratejiler ile halkın umudunu devlete bağlaması sağlanmalıdır. Bu yönde hala PKK'yı yöneten Öcalan ve DTP de tasfiye edilmeli, bölücülük yapanların siyasi geleceği tamamen ortadan kaldırılmalıdır. Ayrıca, demokrasi masalcısı, AB'ci bölücülerin tasfiyesi ile ilgili süreç başlatılmalıdır.

PKK ve Kürdistan'ın tasfiyesi sadece askerlere bırakılmamalıdır. Devletin yumuşak gücü ile askeri gücünün uygun bir karışımının sağlanacağı 'akıllı güç' kurgusu oluşturulmalıdır. Yumuşak güçten kastettiğimiz askeri güç dışındaki ekonomik, sosyal, kültürel ve diğer güç kaynaklarının sonuç alacak şekilde ABD'de de olduğu gibi bir kurgu haline getirilmesidir. Bunun Türkiye için nasıl yapılacağı ile ilgili görüşlerimiz saklıdır. Sonuçta askeri güç PKK ve Barzani'yi askeri olarak tasfiye ederken, yumuşak güç; bunun öncesi ve sonrasını hazırlayacak yani Irak'ın kuzeyini Türkiye çıkarlarına uygun bir şekle dönüştürecektir. Bunun için MİT'in dış istihbaratının ve örtülü operasyon kabiliyetinin güçlendirilmesi kadar, askeri istihbaratın da güçlendirilmesi, kendi ihtiyacı olan operasyonel istihbaratı yapabilmesi için hukuksal altyapısı sağlanmalıdır. EGM istihbaratı, PKK ve uzantılarının ülke içindeki ve dışındaki bağlantılarına ve etki ajanlarına odaklanmalıdır. İçimizdeki etki ajanları ile mücadele için gerekli hukuksal mevzuat yeterli olmadığından Almanya'daki Anayasa'yı Koruma Başkanlığı benzeri bir yapılanma sağlanmalıdır. Askeri seçeneklerin çeşitlendirilmesi için ABD'nin Irak'ta bol bol kullandığı gibi Özel Askeri Şirketler kurulmalı, anti-PKK şeklinde örgütlenecek bu yapılar pro-aktif olarak PKK'yı bulmalı ve yok etmelidir. Bu konudaki detaylı görüşlerimiz de saklıdır.

Şimdi gelelim hala; - ABD ve AB ne der ? diyenlere.. 

PKK teröristleri Irak'ın kuzeyinden ülkemize sızıp, eylem yaparken ABD bize demokratikleşme önermekte ve Barzani ile iyi geçinme tavsiye etmektedir. 
4000 km. öteden gelip, BM kararı olmadan tek taraflı olarak Irak'ı işgali eden ABD'nin kendi çıkarları uğruna Irak'a getirdiği demokrasi ve özgürlük ortamı ile ABD'nin siyasi etiği ortadadır. 

Oyun bitmemiştir. 

Orta Doğu, yeni harita değişikliklerine gebedir ve bunun en kolay yırtılma noktası Irak'ın kuzeyidir. ABD, sözde Irak'ın istikrarı uğruna Türk askerinin kuzeye girmesini istememektedir ama daha 2003 yılında yapılan görüşmelerde Kürt bölgesine yaklaşmamamızı isteyerek Kürdistan'ı kurma niyetini belli etmişti. Fiilen kurulmuş olan Kürdistan yavaş yavaş kemikleşmekte ve ABD üssü olmaya hazırlanmaktadır. Korkunun ecele faydası yoktur, cesur olalım, Türkiye ile Irak'ın kuzeyini kıyaslarsak bir merminin bir camı parçalaması gibidir. Kendi çıkarlarına sahip çıkmak için bir bütün olan ve terörü yok eden bir Türkiye, Batının çok daha saygın bir üyesi ve ortağı olacaktır.

Sonuç Yerine

Türkiye için Irak'taki gelişmeler beka seviyesinde önem taşımaktadır. Irak'ın kuzeyindeki gelişmeler Türkiye'nin millet ve toprak bütünlüğü dâhil birçok iç dinamiğini tetikleyecek potansiyele sahiptir. Türkiye'nin çıkarlarının önündeki öncelikli tehdit; sanıldığı gibi PKK değil, Barzani ve onun bağımsız devlet kurma hayalleridir. Ancak, Irak'ın kuzeyinde Kürt devletinin güçlenmesi ve Türkmenler ile ilgili olumsuz gelişmeler; basit ticari çıkarlar ve ABD ile yapılan örtülü siyasi hesaplar peşinde Türk kamuoyu gündeminden düşürüldü. Gelinen aşama PKK'ya karşılık Kürdistan pazarlığı olarak gözükse de, PKK ile ilgili sağlanan dış desteğin açılım örneğinde olduğu gibi bir ABD illüzyonu olduğu açıktır. 

Türkiye'nin Irak'taki çıkarları PKK'ya karşı verilen sınırlı desteğe indirgenmiştir. Türkiye'ye verilen PKK'ya karşı sözde istihbarat ve operasyonlara izin ise gerçekte 'tavşan kaç-tazı tut' oyunundan başka bir şey değildir. Nitekim hava harekâtından bugüne kadar PKK alt yapısı ve güçleri çok az hasar aldı[4]. Türkiye, Irak ve Irak'ın kuzeyindeki menfaatlerini ABD ile uyum içinde gerçekleştirmek gibi boş bir arayışın içine girmiştir. Türkiye, ABD ile ikili ilişkilerinde 'kontrolü kriz' çıkmasından çekinmemelidir.

Gelişmelerden hoşlanmadığı için bunları yokmuş farz eden bir ülke ağır bedel ödemek zorunda kalabilir. Kürtleri ve ABD'yi en çok tedirgin eden husus, Türkiye'nin bölgeye müdahale olasılığıdır. Irak'ın kuzeyi ile ilgili çıkarlarımız ABD ve AB'nin güdümünde sağlanamaz çünkü Irak'taki ve genel olarak Orta Doğu ile ilgili çıkarlarımız Batı ile uyuşmamaktadır. Türkiye'ye biçilen rol; Orta Doğu harita değişiklikleri ile birlikte Batının çıkarlarına uygun rejimlere ve devletlere dönüştürülürken, sadece etrafında olup bitenlere ikna olmak değil, kendi bölünmesine de rıza göstermek hatta destek olmaktır. Irak'ın kuzeyinde vakit daha geç olmadan yeni stratejiler uygulama zamanı gelmiştir. Asıl önemli olan PKK taktik kartına karşılık Kürdistan'ı kurdurmamaktır. 
Bunun için öncelikli hedef Barzani yönetimi olmalıdır. Irak'ın kuzeyine yapılacak askeri harekatın hedefi; Kürt yönetiminin bir an öncesi tasfiyesi ve Türkiye'ye müzahir bir bölgenin şekillenmesi için gerektiği kadar sürdürülecek bir tampon bölge oluşturulması olmalıdır. Nihai durumda Irak'ın kuzeyindeki Kürt-ABD ittifakının yerini ABD ile çıkar bileşkesi sağlamış bir Türk denetim sistemi almalıdır. Aksi takdirde yapması gerekenleri yapmayan, görmezden gelen, küçük siyasi ve ekonomik rantlar uğruna basiretsiz ve korkak davrananları.., 
Tarih affetmeyecektir.



[1] Richard PERLE & David FRUM, "Şeytana Son, Terörle Savaş Nasıl Kazanılır", TRUVA Yayınları, Temmuz 2004, s.126.

[2] 'Kuzey Irak' diye tanımlanmış bir coğrafi bölge bulunmamakla birlikte, bu terim Kürtlerin Irak'ta yoğun olarak yaşadığı bölgeyi tarif etmek için maksatlı olarak kullanılmaktadır. Bu nedenle, Irak'ın bütünlüğüne referans yaparak, bölge için 'Irak'ın kuzeyi' terimini kullanmaktayız.

[3] Sait YILMAZ: Irak'ın Kuzeyi ve Türkiye, http://www.beykent.edu.tr/dosyalar/Irak_Kuzeyi_Son.pdf

[4] PHILIPS, David L.: Confidence Building Between Turks and Iraqi Kurds, The Atlantic Council, Washington D.C., 2009, p.19.




..

Sabah uyardı akşam bombalama oldu!


Sabah uyardı akşam bombalama oldu!




Bülent ESİNOĞLU : 





Bülent ESİNOĞLU : Sabah uyardı akşam bombalama oldu!



Öncelikle, Atatürk Hava Limanında canını kaybedenlere rahmet, yakınlarına sabırlar dileyerek başlamak isterim.
Hürriyet Gazetesinin, ABD'nin terör olacak uyarılarını bu manşetle veriyor.
Bu manşet, şu anlamdadır. Amerika uyarıyor. Hemen ertesinde terör eylemi oluyor. Bakın Amerika'nın nasılda güçlü istihbaratı var. Onların uyarılarına kulak verseydik önlem alabilirdik demeye getiriyor.
Hürriyet ne kadar da masum bakıyor. Amerika bize iyilik yapıyor, istihbarat veriyor. Ama biz var ya biz…
Hürriyet şunu diyemiyor. Amerika "Terör Diplomasisi" yürütüyor. Bizimle pazarlık yapıyor diyemiyor.
Bu diplomasiyi biraz açalım. Rusya ile ilişkileri artırır, Avrasya'ya doğru yol alırsan, her gün bomba patlayacak.
Madem terörist sızacağını günü gününe biliyorsun. Ve sen uyarı yaptıktan sonra uyarıların hep doğru çıkıyor. O zaman nerede bomba patlatılacağını da biliyorsun.
Sözgelimi bombaların Roma'da değil de, Türkiye'de, İstanbul'da patlayacağını biliyorsun da, yerini mi bilmiyorsun?
Anladık. Dünyadaki ve Suriye'deki terör örgütleri içinde elemanların var. Onlar vasıtasıyla örgütleri istediğin gibi yönlendiriyorsun.
Amerika'nın Türkiye'de terör bombalaması olacak uyarılarını şöyle anlıyorum. "Ey devşirmelerim, işbirlikçilerim bu gün, sakın kalabalık yerlere gitmeyin oralardan birinde bombalama yapacağız."
Yani kendi insanını korumaya yönelik bir uyarı sistemi…
Atatürk Hava Limanındaki saldırıya gelirsek;
Bu terör eylemi kimin işine yarıyor kuralından hareket edersek; ABD'nin iki temel amacının olduğunu görebiliriz.

1- Rusya ile Avrasya yolculuğuna ben(ABD) karşıyım. Atlantik Anlaşmasına sadık kal. Aksi hal de bombalar patlar.

2- Gördün mü, DAEŞ seni de bombalıyor. İyisi mi sen(Türkiye) gel, Suriye'de kurulacak Kürt Koridorunu birlikte kuralım. PYD de zaten DAEŞ'e karşı savaşıyor. PYD ile Türkiye DAEŞ'e karşı ne de güzel olur.

Nereden bakarsanız bakın Hava Limanı bombalama işi sadece ABD'nin işine gelmektedir.

Türk uçaklarını DAEŞ mevzilerini bombaladığını işittiniz mi? Zaten Suriye'ye bizim uçaklar giremiyor ki…

Suriye'de bir tane IŞİD, bir tane DAEŞ, bir tane El-Kaide yok ki…
İfade edilenler doğru ise; Yüzün üzerinde terör örgütü varmış. Bunların birçoğu birbiri ile savaştığı gibi, zaman zaman, birlikte, bir başka örgüte karşı da savaşıyorlarmış.

Ey Amerika, Orta Doğuya gelip, halkaların üzerine bomba yağdırırsan, külliyetli miktarda terör örgütü imal edesin. Evet, bunların bir kısmı ABD ile birlikte hareket eder. Bir kısmı da insanlığa karşı savaş açar.

Amerika'nın bir başka ülkedeki varlığı zaten başlı başına terörün kendisidir.




..

27 Haziran 2016 Pazartesi

Peki, Siz Bunu Göremediniz Mi?




Peki, Siz Bunu Göremediniz Mi?


Yazar: Ümit Özdağ
01 MART 2013 CUMA


İmralı Öcalan ile BDP'li milletvekilleri arasında yapılan görüşmelerden çıkan sonuç şudur. Üç aşamalı ve iç içe geçmiş süreçlerden bahsedilmektedir. Bu süreçlerin adlarını A. Öcalan 1)Sürekli ateşkes, 2)yeni Anayasa, 3) Normalleşme olarak koymuştur. Öcalan 21 Mart 2013'de sürekli ateşkes ilan edecek ve PKK'lıların Irak'a çekilmesi başlayacaktır. Bu çekilme 15 Ağustos 2013'e kadar sürecektir.



Bu süreç devam ederken Öcalan yeni Anayasaya konulmasını istediği maddelerin konulup konulmadığını denetleyecektir. 
Öcalan'ın istedikleri, 
1)başkanlık sistemi ve federal bir sistemin unsurları olan senato ve halklar meclisi adlı iki parlamentonun kurulması. 
2) Anayasadan Türk milleti kavramının çıkması, 
3)Köylere dönüşün gerçekleşmesi, 
4)Hakikatler Komisyonunun kurulması, 
5)Çekilme için parlamentonun karar alması, TBMM'nin onaylaması, 
6)Öcalan ve PKK üst düzey kadrolarının serbest kalmasının güvence altına alınması.







Öcalan, BDP milletvekillerine "eğer bu taleplerim karşılanmaz ise PKK'lıların geri çekilmesini durdururum. Ve 50 bin PKK'lının katıldığı bir halk savaşı başlar" diyor. Durum bu. Anlaşılan Öcalan ile MİT arasında yapılan görüşmelerde üzerinde anlaşılan yol haritası bu. Şu ana kadar bunlar yalan açıklaması ne hükümetten geldi ne de BDP'den.



Öte yandan Kandil kadrolarının da Öcalan'ın önerdiği sürecinin içeriğinden çok zamanlaması ile sorunları var. Çünkü, PKK 1980'lerden buyana Ortadoğu savaşlarından hep kazançlı çıkmış bir örgüt. 1980-88 İran-Irak savaşı olmasa PKK Kuzey Irak'a yerleşemezdi. 1991'de ABD, Kuveyt savaşı sonrasında Kuzey Irak'ta Bağdat'ın egemenliğini kısıtlamasa, PKK 1990'lı yıllarında başındaki güçlenmesini yaşayamazdı. Ve 2003'de ABD Irak'ı işgal etmese idi PKK bugünlere gelemezdi. Halen Suriye'de bir iç savaş yaşanıyor. Ve PKK bu savaştan şimdiye değin en karlı çıkan taraf. PKK önümüzdeki dönemde gelişmelerin PKK lehine olacağını öngörüyor. Suriye'de konumunu sağlamlaştırarak müzakerelere oturan bir PKK'nın daha güçlü bir konumdan pazarlık edeceğini ve daha fazla şey elde edeceğine inanıyor.BDP'nin bir çok kadrosunun da Kandil'in bu yaklaşımına katıldığı anlaşılıyor.



Kandil'in müzakereleri geciktirmenin kendisine yarayacağı görüşünü güçlendiren bir başka husus ise önümüzdeki üç yılda gerçekleşecek Türkiye'de gerçekleşecek yerel, genel ve cumhurbaşkanlığı seçimleri. Bu üç seçim AKP iktidarını PKK'nın baskılarına daha açık hale getirecek.



Bu süreçleri yakından takip ettiğim için günlerden beri, Kandil'in müzakere sürecinin parçası olmayacağı konusunda yazılarım ve televizyon konuşmalarım ile AKP Hükümetini uyarmaya çalıştım. Şubat 2013'ün son haftasında Duran Kalkan'ın "biz değil Türk ordusu çekilecek" şeklindeki açıklamasına dikkat çektim. Başbakan Erdoğan'ın danışmanı Yalçın Akdoğan 1 Mart 2013 tarihli yazısında "Daha önce söylediğim gibi; Kandil böyle bir zamanda çözüme ulaşılmasını peşinde koştuğu hayallere aykırı görüyor. 2014'den itibaren yaşanacak üç seçimin silahların gölgesinde geçmesini isteyen ve Suriye'de bir oldu-bitti yapmaya çalışan PKK, makul bir zeminde sorunun aşılmasından rahatsızlık duyuyor" demekte.



Bu noktada Yalçın Akdoğan'a şu soruyu sormamız gerekiyor: Madem Kandil'in Suriye'deki gelişmeleri beklediğini ve seçimler sürecinde AKP'ye baskı yapmak istediğini öngördünüz o zaman neden bu müzakere-mütareke sürecini başlatarak PKK'nın moralini yükselttiniz, Güneydoğu Anadolu'da manevi ağırlığının artmasına neden oldunuz? Neden Türkiye'yi sonuç almayacak bir sürecin içine soktunuz? Neden hala propagandistler televizyonlarda her şey yolunda mesajları vermeye devam ediyorlar?


http://www.21yyte.org/tr/arastirma/terorizm-ve-terorizmle-mucadele/2013/03/01/6888/peki-siz-bunu-goremediniz-mi

Suriye'nin Kuzeyinde İşler Gittikçe Daha Kötüye Gidiyor


Suriye'nin Kuzeyinde İşler Gittikçe Daha Kötüye Gidiyor



Yazar: Ümit Özdağ
04 EKİM 2015 PAZAR


Türkiye içinde PKK'nın terör eylemleri, bir ayaklanmayı tetikleme amaçlı devam ederken, Suriye Rusya'nın ani ve sert müdahalesi ile büyük güçlerin savaş alanına dönüştü. Erdoğan ve Davutoğlu, AKP'nin Suriye politikasını devam ettirmek için vazgeçilmez olan Halep ile Türkiye'nin bağlantısını bir yandan İŞİD, diğer yandan PKK/PYD'nin keseceğini görünce ABD ile görüşerek, güvenli bölge diye nitelendirilen Cerablus-Azez arasındaki bölgeden Suriye'ye müdahale kararı aldılar. TSK'ya bu konuda hazırlık yapma emri verildi. Muhtemelen 1 Kasım seçimleri yaklaşırken yapılacak bir müdahale ile seçimleri kazanmanın alt yapısı da oluşturulmak isteniyordu.

ABD de Rusya'yı Ukrayna-Kırım savaşı ve ilhakından sonra başlayan Doğu Avrupa'da kuşatma politikasını, İncirlik üzerinden sürdürme kararı aldı. Ancak tam bu sırada Rus ordusu Suriye'ye bir anlamda çıkarma yaptı. Bir anda Rus hava kuvvetleri, Rus hava savunma sistemleri (bunların IŞİD'e karşı değil; ABD, Türkiye ve İsrail'e karşı olduğu çok açık) ve özel kuvvetleri Suriye'de ortaya çıktı. Rus hamlesi,  hem Erdoğan'ın Suriye'ye askeri müdahale projesini durdurdu hem de ABD'nin Rusya'yı İncirlik'ten de kuşatma planını dışarıdan kuşatarak etkisizleştirdi. Rusya'nın bu sert ve savaşı göze alan hamlesi, Suriye konusunda kararsız olan ABD'nin biraz daha Moskova'nın çizgisine yaklaşmasına yol açtı. Erdoğan ise Moskova seyahati sırasında anlaşılan o kadar ağır bir baskı altında kaldı ki, Türkiye'ye döndüğü zaman yaptığı ilk açıklamada: "Esad ile geçiş dönemini kabul ettiğini" açıkladı. Erdoğan'ın bu ifadesini düzeltmesi ve "öyle demek istememiştim" demesi 2-3 gün aldı. Şimdi Erdoğan'ın "Rusya'nın Suriye ile sınırı yok, neden Suriye'de bulunuyor?" demesinin hiçbir anlamı yok. ABD'nin, İngiltere'nin, Fransa'nın özetle Ortadoğu'da gördüğümüz güçlerin Suriye ile sınırı var mı? Ancak bugün Suriye meselesinin Türkiye'nin güvenliğini tehdit eden bir başka boyutunu ele alacağız.

ABD Başkanı Obama, 2 Ekim 2015'te başarısız olan "eğit-donat programını" "bundan sonra Kürtler ile devam ettirmeliyiz" dedi. Bunun anlamı, ABD'nin PKK/PYD'ye silah ve eğitim vermesi demek. PKK/PYD'ye silah ve eğitim vermek ise sonunda Suriye'de PKK'nın bir devlet kurması anlamına gelecek. Rus Dışişleri Bakanı Lavrov’un ise 2 Ekim 2015'te "Suriye Kürtlerine silah yardımı yapıyoruz" açıklaması yayınlandı. Bunun anlamı, Rusya PKK'ya askeri yardım yapıyor demek. Lavrov, Rusya'nın PKK'ya silah yardımını açıklarken, Erdoğan ve Davutoğlu'na da: "Siz Esadsız çözüm diye diretirseniz, PKK'nın elinde daha ne silahlar göreceksiniz bakalım" mesajını veriyor.

Bütün bunları sadece seyreden Erdoğan ve Davutoğlu ise hala sadece "basit ve ilkel bir gurur meselesi ile" Esad'lı geçiş dönemine karşıyız noktasındalar. Oysa, Suriye'de çözümden geçen her gün PKK'yı daha güçlendirirken, Türkiye'nin pozisyonunu daha da zayıflatıyor.  Esad'lı bir geçiş dönemi üzerinde anlaşılması durumunda, hem Suriye'nin toprak bütünlüğünün sağlanması noktasında bir şans belirecek hem de Türkiye'nin pozisyonu güçlenirken, PKK'nın pozisyonu zayıflayacak. PKK, Suriye'deki belirsizliği her geçen gün biraz daha akıllı hamlelerle lehine kullanmayı başarıyor.  Esad'ı devirme histerisi içindeki Erdoğan/Davutoğlu ikilisi,  önce PKK'ya Suriye'nin kuzeyinde Lübnan büyüklüğünde bir alan hediye ettiler. Sonra, ABD ile müttefik olmasının yolunu açtılar şimdi de Moskova-PKK ilişkilerinin alt yapısını hazırlıyorlar.
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü bütün bunları özellikle Rusya'nın Suriye'ye yerleşmesinin PKK'ya yapacağı katkıyı gerçekleşmeden tespit etti. 21YYTE Ortadoğu-Afrika Araştırmaları Merkezi Başkanı Doç. Dr. Serhat Erkmen, yazdığı "Erdoğan: Şah, Putin: Mat" başlıklı yazıda gelişmeler ile ilgili şu öngörüde bulunmuştu:

Suriye'nin kuzeyinde Rusya destekli ABD onaylı bölge oluşabilir

1 Kasım seçimlerinde Erdoğan'ın ve AKP'nin ağır bir darbe alması, bir milli güvenlik sorunudur. Son 13 senede Türkiye Cumhuriyeti devletinin başta Türk Ordusu, polisi ve istihbarat kurumları olmak üzere almış olduğu kurumsal darbelerin boyutları insan zihnini ve vicdanını zorlamaktadır. Durumun milli güvenlik boyutunun farkında olmayan kitleler değişik nedenler ile AKP'ye oy vermeye devam etseler de AKP her seçimde biraz daha küçülmektedir. Muhalefet, basın ve bağımsız sermaye grupları üzerinde kurulan baskı AKP'nin küçülmesini durdurmamaktadır. Ancak 1 Kasım seçimlerinde mevcut küçülme sürecinin daha sert ve keskin olması öncelikle AKP yöneticileri için faydalı olacaktır. 

Çünkü, Erdoğan'ın ifadesi ile 13 yıllık Erdoğan/Davutoğlu yönetimi ülkeyi "Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en kritik dönemlerinden birisine" sokmuştur. Davutoğlu, 27 ve 28 Ağustos'ta ülkemizin beka yani varlık  sorunu yaşadığını ifade etmiştir. Buna rağmen, Erdoğan ve Davutoğlu,  ülkemizi bugüne getiren politikalarda ısrar etmektedirler.  Suriye'de öngörüsüz, kaprisli, saldırgan politikalarda ısrarcı davranmaktadırlar. PKK ile müzakere sürecinde hala ısrarcı davranmakta, böylece PKK'ya: " Nasıl olsa tekrar görüşmelere başlarız " umudu vermektedirler.

1 Kasım seçimlerinden güçlü çıkacak bir MHP önümüzdeki dönemde Türkiye'nin birliğinin tek siyasi güvencesi olacaktır. MHP, milli ve üniter Türkiye Cumhuriyeti devletinin varlığını sürdürmesi için Türk Milleti'nin gerçek ve tek temsilcisi olacaktır. MHP'nin 1 Kasım sonrasında hükümette olması, içine girilen süreci hızla durduracak,  muhalefette olması halinde ise Türkiye'yi bir uçuruma sürüklemek durumunda olanların işi zorlaşacak, sonunda MHP, Türk Milletinden alacağı destek ile ülkemizin varlığını korumak için gereken neyse onu yapacaktır. MHP'ye verilecek her oy, Türk Milleti için bir umut niteliği taşımaktadır. " MHP, TBMM'de oldu da geçmişte ne yaptı? "  diye soranlar, Anayasa'dan " Türk Milleti " ifadesinin çıkarılmasının ve Anayasa'nın ilk dört maddesinin değiştirilmesinin engellenmesinde MHP baş engel olmuştur.    



http://www.21yyte.org/tr/arastirma/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/2015/10/04/8310/suriyenin-kuzeyinde-isler-gittikce-daha-kotuye-gidiyor


Şemdinli’de Ne Oluyor?


Şemdinli’de Ne Oluyor?

Yazar: Ümit Özdağ


Çatışmaların arka planında PKK'nın Şemdinli ilçe merkezini ele geçirmek üzere hazırladığı kapsamlı bir saldırı planı var. PKK'nın amacı 1992'de Şırnak'ta denediği gibi Şemdinli ilçe merkezini ele geçirip daha sonra güvenlik güçlerini ilçeyi bombalamaya ya da sokak sokak PKK ile çatışarak temizlemeye zorlarken, olayı dünyanın gözleri Suriye'nin üzerinde iken büyük bir propoganda başarısı yakalamaktır. Böyle bir durumun ortaya çıkması halinde Türkiye'nin Suriye'nin kuzeyi üzerinde zaten sorgulanan etkisi tamamen ortadan kalkmış olacağı gibi, "Arap Baharı" Kürt Baharı olarak Türkiye sınırlarının içine girmiş olacaktı.
PKK'nın bu hazırlığının öğrenilmesi sonrasında güvenlik güçleri hazırlık içinde olan PKK'lı unsurlara karşı operasyon başlatıyorlar. 2000 askerin katıldığı operasyonlar üzerine PKK'lılar normal şartlarda yapmaları beklenen Kuzey Irak'a geri çekilmek yerine bölgede kalarak TSK birliklerine karşı hareketlere başlıyorlar.

PKK'nın halen Şemdinli kırsalında yapmış olduğu eylemler " Gerilla savaşının " mantığına aykırı. Çünkü geril savaşı tekniğinin temeli güçlü düşman karşısında " vurup-kaçmak " ilkesine dayanıyor. Oysa PKK'nın yaptığı askeri ifade ile "cephe savaşı" benzeri bir çatışma türü. 

PKK bu tür çatışmayı iki kez gerçekleştirdi. 1992 Ağustosunda Kuzey Irak'ta ilerleyen bir Türk komando birliğine karşı vadide tıkama gerçekleştiren PKK'lı teröristler cephe savaşı yaptılar. Türk komando birliği bunun üzerine geri çekildi. Bundan cesaret alan A. Öcalan Ekim-Kasım 1992 Kuzey Irak'a giren Türk birliklerine karşı PKK'lılara cephe savaşı sürdürme emri verdi.

Türk birlikleri cephe savaşı veren PKK'lıları zırhlı birliklerin ve hava kuvvetlerinin desteği ile kısa sürede etkisiz hale getirdi. PKK büyük kayıplar verdi ve sınır bölgesini boşaltarak Irak içlerine çekilmek zorunda kaldı. Öcalan, bu mağlubiyetin cezasını yerel PKK liderlerine özellikle Nizamettin Taş'a kesti.

Türkiye içinde ise PKK'nın Şemdinli'de bir haftadan beri süren çatışmalar benzeri bir tür cephe savaşı/çatışması 1992 Şırnak dahil, 1990'lı yıllarda bile gerçekleşmedi. 

Şemdinli çatışmaları terör ile mücadelenin gelmiş olduğu zaaf noktasını göstermesi açısından çok çarpıcıdır.


http://www.21yyte.org/tr/arastirma/terorizm-ve-terorizmle-mucadele/2012/07/31/6693/semdinlide-ne-oluyor

..

Tutanaklar üzerinden tartışmalar




Tutanaklar üzerinden tartışmalar



Yazar: Ümit Özdağ
07 MART 2013 PERŞEMBE


Bir yandan muhalefet barış istememek ile sert bir şekilde suçlanırken, öte yandan merkez basın bizzat Başbakan tarafından suçlandı, hırpalandı. Otoriter bir söylem ile “ Sürece destek vermemek ” adeta suç ilan edildi. İktidarın bu atağına muhalefetin etkili bir şekilde sistemli bir şekilde karşı verdiğini söylemek mümkün değil. Oysa AKP, Türk Milletine izah edemeyeceği bir durum ile karşı karşıyadır. 

AKP Hükümetinin “Barış”, “Çözüm” ve “Analar ağlamasın” kavramları arkasında sığınarak gerçekleştirmekte olduğu psikolojik savaş medya desteği ile de olsa aslında çok zayıf bir zeminde gerçekleşmektedir. 2003/2004’te Kıbrıs’ta Annan Planı çerçevesinde Rumların taleplerinin Türk Milletine dayatılmaya çalışıldığı süreçte uygulanan stratejinin şimdi Türkiye’de Türk Milletine PKK’nın şartlarının uygulatılması için çalışılıyor. O zaman da “siz çözüm istemiyor musunuz” sorusu soruluyordu, şimdi de “siz çözüm istemiyor musunuz” sorusu kurnazca ortaya atılıyor. 

Biz çözüm istiyoruz. Biz Türk milliyetçileri herkesten çok çözüm istiyoruz. Ancak biz “çözüm” adı altında PKK’ya teslimiyetin karşısındayız. Terör örgütü PKK’nın ve onun hapisteki yöneticisinin devlet başkanı gibi muhatap alınarak, adeta diplomasi masasına oturtulmasına karşıyız. PKK’nın Kürtlerin adeta meşru temsilcisi imiş gibi görüşmeler ile meşrulaştırılmasına karşıyız. 

Çözüme değil, çözüm adına teslimiyetçiliğe karşıyız. 2005’te kurduğum 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü’nün logosunda “Bilim. Birlik. Barış” sözcükleri yer alır. Türk milliyetçileri barışa teröristlerden ve AKP’nin olduğundan çok daha yakındırlar. 

Türkiye Cumhuriyetini Erdoğan’ın ayaklarının altına aldığı Türk Milliyetçiliği üzerine kuran Mustafa Kemal Atatürk, “ Yurtta Sulh, Cihanda Sulh ” sloganının sahibidir. Ben de ülkemde barış istiyorum. Çocuklarımızın kendi dağlarımızda çatışarak şehit olmasını istemiyorum. Şehirlerimizin terör örgütü tarafından bombalanmasını istemiyorum. Barış istiyorum ancak Karayılan’ın “sizi mağlup ettik, onun için ayağımıza geldiniz” demesini istemiyorum. Barış istiyorum ancak Duran Kalkan’ın biz değil, Türk ordusu Kürdistan’ı terk etsin demesini duymak istemiyorum. Ben barış istiyorum ancak terör örgütü PKK’ya mağlup olmuş bir Türkiye Cumhuriyeti olsun istemiyorum. PKK’ya teslimiyetçi müzakereciler, “Analar Ağlamasın” diyorlar. Analar ağlamasın. Analar ağlasın diyen ruh hastasıdır. 

Ancak anaların ağlamaması için ana yurdumuzun, onun bir bölümünün çetelere teslim edilmemesi gerekir. Anaların ağlamamasını sağlamak için PKK’ya teslim olmak değil, PKK’nın anaları ağlatamayacağı zemini oluşturmak gerekir. Hem analar ağlamasın demek hem de 1984’den beri milletin anasını ağlatan Abdullah Öcalan ve PKK adlı çetenin talepleri karşısında adeta diz çökerek görüşmesi, taleplerde bulunması, kabul edilebilir demektedir. Başbakan “ Terörle Mücadele ederiz, Siyaset ile Müzakere ederiz ” diyor. 

Oysa, Öcalan’dan mektubu alan BDP’liler soluğu hemen Kandil’de aldılar. Başbakan’ın siyaset dediği BDP, AKP Hükümeti ile PKK arasında postacılıktan başka bir yetkisi ve etkisi olmayan bir partidir. Bu postacının eş başkanı Gültan Kışanak da “ Özgür Öcalan, Özerk Kürdistan ” diyerek Türkiye’yi dolaşmaktadır. Özetle; çözüme evet ancak PKK’ya teslimiyete hayır. 

Barışa evet ancak PKK’ya mağlubiyete hayır. Anaların ağlamamasını istiyorum ancak PKK’nın analarımıza ve Malazgirt’ten bu yana 1000 senedir bu topraklar altında yatan atalarımıza, Selçuklu, Karakoyunlu, Akkoyunlu ve Osmanlıya sövmesini de istemiyorum. Türkiye Cumhuriyeti Öcalan’ı yakaladı, Karayılan’ı, Bayık’ı ve diğerlerini de yakalayabilir. Terörü ezebilir ve aşabilir.


..

FRANSA’YA GERÇEKTEN KIZGIN MIYIZ?




FRANSA’YA GERÇEKTEN KIZGIN MIYIZ?



Yazar: Ümit Özdağ
25 OCAK 2012 ÇARŞAMBA

Parlamento yasa tasarısını kabul ettikten sonra Ankara'dan Paris'e yönelik çok sert tepkiler yükselmişti. Büyükelçimizi geri çektik, Başbakan Kanuni'nin Fransız kralına mektubunu okudu. Anlaşılan çok kızmıştık.

Bu arada Türkiye'de ve dünya da hayat devam etti. Başka dış gelişmelerde oldu. Bunlardan birisi de Rus doğal gazının Türkiye üzerinden Avrupa'ya akmasını sağlayacak "Güney Akımı projesine" Türkiye'nin onay vermesiydi. Proje ile Güney Akımı Rus doğalgazını Türkiye üzerinden Bulgaristan, Sırbistan, Macaristan, Yunanistan, Slovenya, Hırvatistan ve Avusturya'ya ulaştıracaktır.

Moskova, Türkiye'nin Güney Akım Projesine aniden onay vermesine o kadar sevinmişti ki, bunu yılbaşı hediyesi olarak yorumladığını resmi ağızlardan açıklamıştı. Peki, bu büyük projeyi Ruslar tek başlarına yapıyorlardı. Hayır. Rus Gazprom şirketi projenin % 50'sine, İtalyanENİ, % 20'sine Alman Wintershal Holding % 15'ine ve Fransız EDF % 15'ine sahiptir.

EDF, Güney Akım Projesine girebilmek için Fransız devletinin desteğini alarak çok mücadele etmiştir. Fransa, bu projeye kabul edilebilmek için Rusya'ya ABD tarafından eleştirilen bir helikopter gemisi satışı dahi yapmayı kabul etmiştir. Bu bir NATO ülkesinin Rusya'ya yaptığı ilk gemi satışı olmuştur. Kasım 2009'da Rusya ile Güney Akım'a dahil olmak üzere iyi niyet belgesi imzalayan ve Haziran 2010'da Güney akım'a resmne katılan Fransa amacına ulaşmıştır.

Türkiye'nin enerji ve stratejikonusundaki en önemli isimlerinden olan Tuğçe Varol ise şöyle diyor: "Fransa ile Rusya arasında tarihi bir gemi anlaşması yapılmıştır. Benim o zamanki tahminimde Fransa'nın Almanya'nın Kuzey Akım taktiğine karşılık Güney Akım'a girebilmek için bu stratejiyle hareket ettiği yönündeydi. Belli ki uzun süren pazarlıklar neticesinde Fransızlar Ruslara yeni bir teknolojiye sahip gemi satıyorlar, Ruslar da onları boru hattı projesine alıyor. Boru hattı anlaşması ile gemi anlaşmasının birbirine bu kadar yakın tarihlerde olmasının tesadüf olamayacağını düşünüyorum."

Bu noktada sorulması gereken soru, Fransızlar açısından bu kadar büyük bir öneme sahip olan ekonomik ve stratejik bir projeyi Türkiye neden Fransız parlamentosunun Ermeni sözde soykırımı iddialarını reddetmeyi cezalandıran yasa tasarısının kabul edilmesinden hemen sonra adeta Ruslar ile birlikte Fransızlara hediye etti."

Üstelik Güney Akımı projesinin devreye girmesi bir başka doğalgaz projesi olan Nabucco'ya ağır darbe indiriyor. Nabucco Projesi, İran, Azerbaycan ve Irak doğalgazının Avrupa'ya taşınmasını öngörüyor. AB, mevcut gerilimden dolayı İran'ı şimdilik işin dışında tutuyor. Irak'ın altyapısı yeterli olmadığı için çok uzun süre Nabucco'nun dışında kalacağı varsayılıyor. Geriye kalan bir tek Azerbaycan. Tabii ki Türkmenistan doğalgazının da Hazar altından bu projeye bağlanması söz konusu. Ancak Türkiye'nin Güney Akımı kabul etmesi ile Nabucco'nun gerçekleşmesinin önüne çok büyük bir engel çıkacak. Diğer bir ifade ile Türkiye, Azerbaycan'ı ikinci kez Ermenistan açılımından sonra cezalandırıyor. Bundan faydalanan Rusya Bakü'ye bütün artık doğalgazını yüksek fiyattan satın alma ve bunu uzun vadeli olarak gerçekleştirme sözü verdi.

Bütün bu süreçte çok boyutlu ve hem Türkiye'ye hem Azerbaycan'a zarar veren bir durum var. Hükümetin şimdi Fransa'ya verebileceği en ağır tepki Güney Akımı'ndan Fransız firmasının çıkarılmaması durumunda Güney Akımı projesini yavaşlatacağı, askıya alacağı şeklinde bir politika izleyerek, Fransız menfaatlerine gerçekten zarar verilebileceğini göstermek olmalıdır. Yoksa, Paris gerçekten kızgın olmadığımızı düşünecektir.



http://www.21yyte.org/tr/arastirma/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/2012/01/25/6467/fransaya-gercekten-kizgin-miyiz

Fezleke Neyi Gizlemek İçin

Fezleke Neyi Gizlemek İçin


Yazar: Ümit Özdağ
03 ARALIK 2012 PZARTESİ

Bir şeyi kabul etmek lazım. Başbakan Erdoğan'ın psikolojik savaş ve algı yönetimi konusunda çok iyi çalışan bir ekibi var. BDP'liler ile ilgili fezlekede yine bir örtme stratejisinin parçası. Abdullah Öcalan ile İmralı'da pazarlık yapan, Oslo'da senelerce Türkiye'de insanlarımızı katletmeye, güvenlik güçlerine saldırmaya devam eden PKK'lıların lider kadrosu ile pazarlık yapan, daha 28 Kasım 2012'de Adalet Bakanının ağzından"Habur aslında doğru idi" diye Habur'u öven bir AKP Hükümetinin BDP'lilerin Hakkari'de PKK'lılar ile kucaklaşmasına gerçekten bu kadar sert bir tepki göstermesi mümkün müdür? Bence ortadan samimi ve gerçek bir tepki yok. Fezleke bir örtme operasyonu veya "cambaza bak" oyunu.

Peki fezleke neyi örtme stratejisi: PKK ile yeni ve son aşamaya giren müzakere ve onun ötesinde ulaşılan sonuçları yaşama geçirme stratejisinin bir parçası. Erdoğan bu noktaya varıldığını AKP'nin son kongresinde açıkladığı 63 maddelik plan ile ortaya koymuştu. Erdoğan'ın meseleyi son aşamaya taşıdığını Yeniçağ'da 26 Ekim 2012 "AKP'nin Kürt Açılımı En Radikal Aşamasında" başlıklı yazımda kaydetmiştim.

Hatırlayalım nelerdi bu planda ki Kürt açılımı ile ilgili olan hususlar: a)Büyükşehir yasası, b)Anadilde savunma hakkı yasası, c)kamu hizmetlerine anadilde erişim hakkı yasası ve d)Ayrılıkçılık ile mücadele veeşitlik komisyonu. Büyükşehir yasası Türkiye'nin federalizme geçiş sürecini düzenleyen ve temel taşları oluşturan bir yasa. Bu yasa ile idari federalizm oluşmuş durumda. Geriye bir tek merkez ile bağlantıyı sağlayan yetkileri azaltılmış vali kalıyor. Yasa geçtikten hemen sonra başbakan açıklama yaptı. "Valiler de seçimle gelebilir." Valiler de seçimle gelir ise siyasi federalizm olur. Devletin adını da Türkiye daha da iyisi "Anadolu Birleşik Devletleri" diye değiştiririz.

Kamu hizmetlerine ana dilde erişim hakkı da suyu yavaş yavaş ısıtacak şekilde ikinci resmi dilin kabulüdür. Son günlerde AKP'nin entelektüel destekçileri "empati yapalım", "Kürtçe öğrenelim", "Kürtleşelim" diye boşuna yazmıyorlar. İkinci resmi dile doğru gidiyoruz.

Ayrılıçılık ile mücadele ve eşitlik komisyonu diye bir komisyonu kurmak PKK'nın ideolojik haklılığını kabul etmektir. Çünkü PKK'nın temel tezi Türkiye Cumhuriyetinin Kürtlere karşı ayrımcılık yaptığı ve insanlara sadece Kürt oldukları için eşitsiz davrandıkları üzerine kuruludur. Diğer bütün PKK tezleri, bu temel tezin devamıdır.

Erdoğan bilmektedir ki bu adımların hepsini atsa da Abdullah Öcalan serbest kalmadan ve PKK'lılar için genel af çıkarılmadan terör bitmez. PKK lider kadrosunun öyle İsveç'e falan gitmeye niyetleri yok. Siz olsanız Cemil Bayık'ın ve diğerlerinin yerinde Diyarbakır'a "kahraman" olarak mı girmeyi hayal edersiniz, yoksa İsveç'te sürgünde yaşamayı mı?

Ancak Türkiye'nin bir genel af süreci için olgunlaşması için önce Ergenekon ve Balyoz Davalarının sonuçlanması, her ikisinin de Yargıtay'dan geçerek kesinleşmesi gerekiyor. Sonra "beyaz bir sayfa" "yeni bir toplumsal mutabakat" çığlıkları ile genel af propagandası başlayacak.

Tabii bu arada eski Amerikan ulusal güvenlik danışmanı ve eski Dış İşleri Bakanı Condoleezza Rice'ın 7.8.2003 Washington Post gazetesinde yayınlanan "Transforming The Middle East – Ortadoğu'yu Dönüştürmek" başlıklı yazısında Ortadoğu'da Türkiye dahil 22 ülkenin sınırlarının değişeceğini ileri sürdükten sonra, 24 Kasım 2012'de yine Washington Post gazetesinde Suriye'nin Ortadoğu'da bölgesindeki bölünmelerin son aşamasını oluşturduğunu, İran ve Mısır'ın güçlü milli kimliklerinden ötürü parçalanmayacaklarını söyledikten sonra, Türkiye'de de Türklerin güçlü bir milli kimliğinin olduğunu ancak Kürtlerin bu milli kimliğin parçası olmadıklarını ve bundan dolayı Türkiye'nin Suriye'deki iç savaşa çekildiğini ileri sürdü. A. Gül'de dememiş mi idi "Biz Kürt sorununu çözmez isek birileri gelir yapar" diye. Son olarak, senelerce Türkiye'nin parçalanmasının mümkün olmadığını, Türk milliyetçilerinin paranoya içinde olduklarını ileri süren Cengiz Çandar'ın " Ya Türkler değişecek ya da sınırlarımız değişecek " demesi bu çerçevede değerlendirilmelidir.

Özetle, AKP Hükümeti federasyon ve genel af programını yürütürken, BDP'ye karşı sertmiş gibi yapıp süre kazanıyor.

..