9 Nisan 2016 Cumartesi

Ulusalcılığın Ateşle İmtihanı (Erdoğan'ı Kurtarmanın Vebali)



Ulusalcılığın Ateşle İmtihanı (Erdoğan'ı Kurtarmanın Vebali) 



Açık İstihbarat
Tarih:06/01/2014
Türü:İç Politika 


Tayyip Erdoğan'ın ; Doğu Perinçek'ten fazla "dış güçler/CIA" jargonuna sapması birazda bu siyasi işportacının piyasayı koklama yeteneğinden kaynaklanıyor. 

17 Aralık kırılması sonrasından, bu tecrübeli siyaset işportacısının cemaate karşı " Ulusalcı " cenahtan kendine ittifak devşirmesi de tesadüf değil.

Herkes artık Silivri tarlalarından megakente doğru yönelen bu akıma talip.

Peki, "Ulusalcılar" yıllardır cefasını çektikleri bu süreci ülke adına neye tahvil edecekler? 

 
www.acikistihbarat.com
07.01.2014



Türk siyasetindeki 17 Aralık kırılması, yeni bir irin patlaması olarak gündemi kapladı. 

Herkesin malumu olan "sırlar" ortalığa saçıldı ve bugüne kadar kolkola onlarca kumpas kurmuş olan şebekeler, iktidar yorganının yırtılması ile birlikte birbirlerine düştüler.

MİT'çinin Savcıya silah çektiği; Tayyar'ın  daha geçen randevu almak için yalvar yakar olduğu Öz'e galiz küfürler savurduğu; polisin savcının emrini yerine getirmeyerek Anayasal suç işlediği, ayakkabı kutularından milyon dolarların fışkırdığı  ve bunun gibi nice gerçek ötesi sahnenin yaşandığı bu süreçte herkes çevresine siyasi bir içtima çekmeye başladı.

"Önce safları toplayalım, sonra yeni itttifak arayışına girelim" heyecanı kokusuz ama baş döndüren bir gaz misali her tarafa yayılmaya başladı. 

Bir "Paralel Devlet", diğer "Paralel Devlet"'i , "Paralel Devlet" ilan etti. 

Dünkü "kahraman savcı", bugün yolsuz oldu. 

Dünkü savcı, bugün mağdur oldu. 

Erdoğan'ın kontratının iptal edildiğini duyan üşüştü iktidar sofrasının başına. Herkes bu masanın yakında devrileceğinin ve yakın zamanda yeni bir masa kurulacağının farkında. Erdoğan bile.

İşte bu hengame içerisinde nice ahlaksız teklif de havada uçuşmakta. 

Eski ortaklar, yeni ortak arayışı içerisinde, ucunda bir iki özeleştiri yapıp, daha geçen kanına ekmek doğradıklarına doğru seyirtmeye başladı. 

"Sizler de artık taktik olarak cemaate karşı AKP'yi desteklemelisiniz" diyeni mi ararsınız...

"Cemaate karşı AKP desteklenmeli, zaten başından beri biz bunlara karşı değil miyiz" diyen mi ararsınız...

At izinin it izine karıştığı günleri özleyeceğiz. 

Bu kaotik tablo içerisinde , doğal olarak, "Ergenekon" sürecinin mağdurları da, uğradıkları büyük haksızlığın kumpasından kurtulma peşindeler.

Fakat bu hain süreçte, "Ergenekon"/"Balyoz" ve türevi davalardan yatanlar aynı zamanda bir siyasi izdüşüme sahipler; isteseler de istemeseler de.

Bu siyasi izdüşümün emlak değeri, özellikle kartların yeniden karıldığı bu dönemde çok yüksek ve birileri çoktan bu emlak değeri yüksek "Ergenekon" arazisi üzerine kat çıkmaya başladı bile. 

Toplumda meşruiyetini kanıtlamış bir siyasi damar olarak "Ulusalcılık" artık sadece "marjinallerin" tütün kutusundaki egzotik bir tad değil; paketlenmeye hazır siyasi bir toplumsal ürün.

Sözcü , Aydınlık, Yurt ve Cumhuriyet gazetelerinin tirajlarının toplamı bu tabloda önemli bir gösterge.

Tayyip Erdoğan'ın ; Doğu Perinçek'ten fazla "dış güçler/CIA" jargonuna sapması birazda bu siyasi işportacının piyasayı koklama yeteneğinden kaynaklanıyor. 

17 Aralık kırılması sonrasından, bu tecrübeli siyaset işportacısının cemaate karşı "Ulusalcı" cenahtan kendine ittifak devşirmesi de tesadüf değil.

Herkes artık Silivri tarlalarından megakente doğru yönelen bu akıma talip.

Peki, "Ulusalcılar" yıllardır cefasını çektikleri bu süreci ülke adına neye tahvil edecekler?

"Bakın biz masumuz, bakın Zekeriya neler yapmış" cümlelerinin ardındaki o psikolojik itibar iadesine mi?

Eli kanlı bir örgüt olan PKK ile , " Toplumsal Barış " adı altında pişirilecek utanç verici bir birlikteliğe mi?

Bir Meclis sandalyesine mi?

Hükümette bir koltuğa mı?

Bir " Yeniden Yargılanma " süsü verilmiş affa mı?

" Özgürlüğe " mi...

" İktidar'da ortaklığa mı ?"

Bunların hiç biri konjonktürel kazanımlar ve anlık ferahlığın ötesinde bir anlam ifade etmeyecektir.

Aksine bu tarz " Kazanımlar ", şu anda iktidar dengeleri açısından siyasi maniveladan öte bir gücü olmayan "Ulusalcılığın" , küresel güçler tarafından herhangileştirilmesinin de önünü açacaktır. 

Masumların suçlu ilan edilip bir torbaya atıldığı bu süreçte çeşitlenen ve demir parmaklıklar ardında marjinallikten doğal yatağına doğru akmaya başlayan Ulusalcılık ; suçluların masum ilan edileceği yeni dönemin manivelası yapılmamalıdır. 

Özel Yetkili Mahkemeler kaldırıldığında Türkiye'nin üzerine bir hukuk güneşinin doğacağını varsaymak en hafif tabirle safdilliktir. Türkiye'nin hukuk kitaplarında; doğru , vicdanlı ve ahlaklı zihniyetler tarafından uygulandığı takdirde herkese yetecek hukuk mevcuttur. 

Sorun ÖYM'lerin varlığı değil, bu mahkemeleri işgal etmiş zihniyetin varlığıdır. 

TCK'daki " Tutuklanabilir " ifadesini " Tutuklanır " olarak yorumladığı sürece hakim/savcı her yerde "özel yetkili" etkisi yapacaktır. Bilgisayarınızdaki CV'yi, TCK'daki "özel veriyi kaydetme" suçuna soktuğu sürece her savcı Zekeriya Öz kıvamında olacaktır.  

Bugüne kadar onlarca kişinin onlarca makam nezdinde yaptığı sonuçsuz kalmış girişim varken, birden sahneye çıkartılan Metin Feyzioğlu'nun , bu ihanet sürecinin baş mihmandarı Erdoğan'la masaya oturmasının parlatılması Ulusalcılığın araçsallaştırılmasında atılacak yeni bir adımdır.

Halbuki bu ülkenin vatanseverlerinin ne Erdoğan 'ın himmetine, ne Gülen'in duasına ihtiyacı bulunmaktadır. 

"Ulusalcılık" ne Feyzioğullarını, Kocasakalları CHP milletvekili /lideri yapmak, ne de Perinçek'i iktidar yapmak için bir araç değildir. 

"Ulusalcılık" , eski zaman "sağcılık" ve "solculuğun" olduğu gibi küresel oyun tarafından araçsallaştırıldığı takdirde uzun vadede kaybedecektir. 

Vatanseverlerin bu süreçte yapması gereken tek şey ; hiç kimsenin himmetine başvurmadan, haklı olduklarının bilinci ve özgüveni ile, birbirlerinden başka yiyecek bir şeyi kalmayan bu iktidar sürüsünün birbirini yemesini izlemektir.

Tayyip Erdoğan 'da, Fetullah Gülen de  bu sürecin hesabını vermekle yükümlüdür.

Bugün konjonktürel/taktiksel olarak yaptığınız her ittifak sizi ileride suçluyu aklar konuma taşır ki; kişisel olarak büyük kazanım gibi görünen bu hamleler ülke için ciddi bir stratejik hataya denk düşecektir. 

Günün birinde Öcalan gibi bir katilin Meclis sıralarında oturmasının vebalini taşımak istemiyorsak, bu oyunu yıllarımızı feda etmek pahasına bozmakla yükümlüyüz.

" Ulusalcılığı " ; ekranlarda boy boy vatan-millet edebiyatı yapmak ve kafiyeli konuşma sanatı zannetmiyorsak.

Açık İstihbarat

http://acikistihbarat.com/Sayfalar/haberdetay.aspx?id=10454

Kumpas'ın 2. Safhası Başlıyor



Kumpas'ın 2. Safhası Başlıyor 



Ali İhsan Gürcihan 
Açık İstihbarat
Tarih:28/12/2013 
Türü:İç Politika 


 Başbakan’ın danışmanı denen adam rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasında görev yapan cemaat yanlısı diye suçladıkları savcıları ve polisleri kastederek dedi ki ;

“ Bu Ülkenin Milli Ordusu’na KUMPAS kurdular.”

Doğru olmaya doğru da.

O kumpası, Cemaat ve AKP beraber kurmadı  mı ?

www.acikistihbarat.com
28.12.2013

Başbakan’ın danışmanı denen adam rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasında görev yapan cemaat yanlısı diye suçladıkları savcıları ve polisleri kastederek dedi ki ;

“ Bu Ülkenin Milli Ordusu’na KUMPAS kurdular.”

Doğru olmaya doğru da.

O Kumpası, Cemaat ve AKP beraber kurmadı  mı ?

Danışman denen adamın Başbakanı o kirli senaryonun savcısı olduğunu iddia etmedi mi ?

Peki nasıl oluyor da,Başbakan’dan habersiz öksürmesi  dahi, mümkün olmayan bir danışman böyle riskli bir açıklamayı yaptı.

Düşünmek gerekmez mi !..

Bugüne kadar Cemaatle işbirliği yapan AKP için bir yanı ile tehlikeli ve özellikle Silahlı Kuvvetler açısından tepki duyulabilecek  bir söylemin amacı nedir ? 

Tabi demokratik tepki duyabilecek  ve bunu demokratik yöntemle ortaya koyabilecek duyarlı ve akıllı bir kimlik kaldı ise..

İlk bakışta, Silahlı Kuvvetler’e yapılan haksızlığı ortaya koymak gibi görünen tepki duyulacak bu söylemin gerçek amacı ne olabilir!

Elbette Silahlı Kuvvetleri korumak  değil .

Esas amaç, Silahlı Kuvvetler’e oynanan kumpas üzerinden artık kendileri için tehlikeli hale gelen polis ve savcılar üzerinde baskı yaratmak ve onları kamuoyu önünde yıpratmaktır. 

Kısacası  kendini  akıllı,karşısındakileri ise çok rahatlıkla aptal yerine koyan Başbakan’ın esas amacı ;

Bu polis ve savcıların üzerine sözüm ona  Silahlı Kuvvetlere yapılan haksızlık nedeni ile gidildiği izlenimi vererek  onları etkisiz hale getirmek ve böylece dolaylı yöntemlerle kendilerini bu kirli iddia ve soruşturmalardan kurtarmaktır.

Daha açıkçası;

Başbakan kendini kurtarmak için Kumpasın ikinci safhasını da Silahlı Kuvvetler üzerinden oynayacaktır.

Şu andan itibaren Silahlı Kuvvetler’i  yanına almaya çalışarak  bir yandan mağdur ettiklerinin  sözüm ona kurtarıcısı rolünü oynayacağı gibi bir yandan da kendini hedef alanların üzerine daha rahat giderek her şeye rağmen  iktidarını  devam  ettirmeye çalışacaktır.  

Umarız bu Kumpasın 1. Safhasını algılayamayan ve gerekli duyarlılığı göstermeyen Türk Silahlı Kuvvetleri  
2. Safhanın Farkındadır. 



http://acikistihbarat.com/Sayfalar/haberdetay.aspx?id=10451


..



2. Dalgadan Büyük Bir Rant Öyküsü



2. Dalgadan Büyük Bir Rant Öyküsü 




Çiğdem Toker
Tarih:28/12/2013 
Türü:İç Politika 


 Akabe de Meksan’ın ödeyemediği kredi borcunu 13 yıl sonra “ Elverişli Koşullarda ”devralmış oluyor.

Ortaklar: Mustafa Latif Topbaş, Mahmut Muhammet Topbaş ve Abdullah Tivnikli.

Bu devirden 7 ay sonra Meksan’ın iflas masası toplanıyor.

Üç günlük şirkete göz göre göre…

Şimdi başa dönerek Halkbank’ın teminat olarak aldığı o çok kıymetli arazinin başına gelenlere bakalım:
 
www.acikistihbarat.com
28.12.2013

İkinci soruşturma dalgasında, mal varlıklarına tedbir konulan iş adamlarının büyük bölümü, kamuoyunun yakından bildiği isimler. Bu isimler arasında, bir dönem Telekom özelleştirilmesinde tartışmaların odağına yerleşen Abdullah Tivnikli’nin yanı sıra ortağı Mustafa Latif Topbaş da yer alıyor.

Her iki ismin de adı daha yakın zamanda birlikte ortak oldukları Akabe İnşaat dolayısıyla TBMM gündemine geldi.

2. dalga kapsamında olduğu konuşulan ve içinde; Halkbank’ın, 5 milyon metrekarelik arsanın ihalesiz satışı, muvazaalı şirket operasyonları olan büyük ve karmaşık bir hikâyeyi anlatma zamanı:

Başlangıcı 15 yıl öncesine giden bir rant öyküsü bu:

Meksan Makina adlı şirket, 1998’de Halkbank’tan 5.8 milyon dolar kredi kullanıyor.Karşılığında İstanbul-Pendik’te 5 milyon metrekarelik bir arazi teminat olarak alınıyor.

Geri ödemelerinde sorun çıkması üzerine, banka krediyi yasal takibe alıyor. Meksan, Temmuz 2009’da mahkeme kararıyla iflas ediyor.

Halkbank, icra takibinde 137 milyon TL olarak hesapladığı alacağını, iflas masasına 50 milyon TL olarak bildiriyor. Böylece Meksan’ın Halkbank’a borcu 86 milyon TL düşürülüyor.
Halkbank 110 milyon TL’den vazgeçti

2011’e gelindiğinde ilginç bir gelişme oluyor. 

Halkbank, icra takibinde 137 milyon dolar bildirdiği alacağını Akabe A.Ş. adlı şirkete 15 milyon dolara temlik ediyor.

Normal koşullarda, kamu bankalarının, “kalitesiz alacaklarını”, BDDK’ce belirlenmiş Varlık Yönetim Şirketleri’nden birine devretmesi gerekiyor. AncakAkabe, 2001 krizi sonrasında geliştirilen bu düzenleme kapsamındaki şirketlerden biri değil

Böylece bir kamu bankası olan Halkbank, 137 milyon TL’lik alacağını, o günün kurlarıyla 27 milyon TL’ye devrederken 110 milyon TL’den vazgeçiyor.

Akabe de Meksan’ın ödeyemediği kredi borcunu 13 yıl sonra “elverişli koşullarda”devralmış oluyor. 

Ortaklar: Mustafa Latif Topbaş, Mahmut Muhammet Topbaş ve Abdullah Tivnikli.

Bu devirden 7 ay sonra Meksan’ın iflas masası toplanıyor.

Üç günlük şirkete göz göre göre…

Şimdi başa dönerek Halkbank’ın teminat olarak aldığı o çok kıymetli arazinin başına gelenlere bakalım:

20 Haziran 2012’de Meksan’ın 1998’de aldığı krediye teminat olarak gösterdiği 5 milyon metrekarelik arazinin 120 milyon TL’den az olmamak üzere “pazarlık usulüyle” satışına karar veriliyor.

Meksan alacaklılarından Av. Ufuk Erdoğan Sabuncuoğlu, “Pazarlık yanlış. İhale açmanız gerekir” dese de itirazı kabul görmüyor.

120 milyon TL’den satışa çıkarılan bu arazinin değerine Kadıköy 3. İcra ve İflas Müdürü’nün görevlendirdiği bilirkişi itiraz ederek, arazinin değerini 198.6 milyon TL olarak takdir ediyor.

Ancak iki itiraz da sonuç vermiyor. 

Ve 30 Kasım 2012’de pazarlık usulü satışa çıkarılan arazi, tek alıcı olarak katılan Güven Enerji’ye 120 milyon TL’ye satılıyor.

Şimdi sıkı durun:

1. Güven Enerji bu satıştan sadece üç gün önce eldeğiştirmiş bir şirket…

2. Arazi satışına katılmak için gerekli olan 40 milyonteminatı da Al Baraka’dan sağlamış.

3. Güven Enerji’nin şirket adresi; Eksim Holding ileaynı.

4. Eksim Holding’in büyük ortağı ise Abdullah Tivnikli.

Darbe mi dediniz?

Toparlayacak olursak:

Bir kamu bankasının batık alacağını değerinin çok altına devralan da, o alacağı ipotekli çok kıymetli gayrimenkulü satışa çıkaran da, satışa çıkan araziyi alan da aynı kişiler…

Buraya kadar yazdıklarımın bir kısmı, CHP milletvekilleri Oktay Ekşi ile o dönem KİT Komisyonu üyesi olan Aykut Erdoğdu tarafından TBMM gündemine taşındı.

Bu rant öyküsüne rağmen, yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarını hâlâ “darbe” diye niteleyen, Halkbank’ı da küresel güçlerin yıkmak istediğine inananlar şüphesiz olacaktır. 

Yine de bu dosyanın tamamının belgeli olduğunu not düşelim. O çok sevdikleri deyimle, “tüyü bitmemiş yetim hakkı” adına.


http://acikistihbarat.com/Sayfalar/haberdetay.aspx?id=10450


..


8 Nisan 2016 Cuma

Cemaatin Hedefi 2023, Erdoğansız AKP




Cemaatin Hedefi 2023, Erdoğansız AKP 



Mehmet Ali Ersoy 
Tarih:28/12/2013 
Türü:İç Politika 



 Bu gün Gülerce den E. Babahan a tüm cemaat yazarları benzer twitler attı.

İşin özü AKP gitmesin RT Erdoğan gitsin. Çünkü AKP nin alternatifi AKP'dir mesajı verildi. 

 Bu neyi gösteriyor?

 Hizmet bir şekilde AKP üzerinden ve doğrudan Başbakana yapılan operasyonun içinde.

 Ancak akıllarda bir soru var.  

www.acikistihbarat.com 
28.12.2013


Bu gün Gülerce den E. Babahan a tüm cemaat yazarları benzer twitler attı.

İşin özü AKP gitmesin RT Erdoğan gitsin. Çünkü AKP nin alternatifi AKP'dir mesajı verildi. 

 Bu neyi gösteriyor?

 Hizmet bir şekilde AKP üzerinden ve doğrudan Başbakana yapılan operasyonun içinde. 

 Ancak akıllarda bir soru var. Yerine kim gelecek? 

 CHP mi? CHP son Seçenekten de sonraki Seçenektir. 

 Hizmetin işine gelmez, zira temelde ideoloji farkı var. Bu güne kadar tüm mensuplarına işlenilmiş sembolik düşman algısının figürü CHP dir. Bu nedenle ''U'' dönüşü mümkün değil.

 ABD ve diğer dış güçlerin CHP seçeneğine oynamamasının daha mantıklı bir nedeni var. 

 CHP ülkede Kemalist düşüncenin ve Devrimin sembolüdür. Ayrıca bu düşünceye ciddi seviyede bağlı tabanı vardır. 

 Bu iki tehlikeyi oluşturur. - Toplumda Siyasal İslam figürünün güçlendiği algısı yıkılır ve tekrar Kemalizmin güçlendiği algısını oluşturur.- Taban nedeni ile partinin içine itina ile yerleştirilmiş Turuva atlarının yönetimden dışlanma ihtimali kuvvetlidir.

İşte bu noktada çaresiz kalan hizmet cemaati çareyi yine AKP de buldu. AKP nin seçeneği AKP dir. Ancak Erdoğansız bir AKP. 

 Bu gün boyu bu mesaj işlendi. Neden mesaj ihtiyacı?

Basit bir olgu. Cemaat taraftarında sahipsiz kalma düşüncesini kırmak ve en önemlisi mevcut düzeni kurabilecek en iyi ortağın AKP olduğu gerçeği. 

 Zira gerek dini yaklaşımlar, gerek ideolojik yaklaşımlar düşünüldüğünde iktidar olan kuzenden daha iyisi olabilir mi? 

 Aslında kuzen varken uzakta ortak aramanın manası olur mu?

 Cemaat kararını net bir şekilde verdi ve bunu AKP tabanına da deklare ediyor. 

 Sizinle işimiz yok, Paniğe mahal vermeyin. Hedef 2023, hedef Erdoğansız bir AKP.

Halk eylemlerde ve protestolarda. Ancak gitmesini istediğinin yerine seçenek oluşturamadı. 

Türk halkı burada kendi kararını verecek. İcraatlarını beğenmediği Erdoğan mı? Yoksa, Erdoğan'ı İcraatlarına engel gören Cemaatin AKP si mi?

http://acikistihbarat.com/Sayfalar/haberdetay.aspx?id=10452


..

Askeri Çetelere Yem Edenler



Askeri Çetelere Yem Edenler 



Ali İhsan Gürcihan 
Açık İstihbarat 
Tarih:25/12/2013 
Türü:İç Politika 



    Başbakan  Samimi ise, Millet’i  ve özellikle  de Askerleri  hafife ve alaya  almıyorsa ona soruyorum ;

Eğer rüşvet,yolsuzluk iddiası ile sizi hedef alanlar çete ise, "Ergenekon", Balyoz, Casusluk ve benzeri düzmece operasyonlar ile Türk Silahlı Kuvvetleri’ni hedef alanlar kimdi ? 

Danışman denen adamınızın itiraf ettiği kumpas kimlerin ortaklığı ile uygulandı.

Şimdi çete diye suçlananlara, Asker Vesayetini kaldırıyoruz diye daha düne kadar destek verenler , onlarla işbirliği yapanlar kimlerdi ? 

25.12.2013
 

 Ortaya çıkan rüşvet ve yolsuzluk batağı dengeleri bozunca,ortalık harman yerine döndü ve pis kokular yayılmaya başladı. 

Başbakan ise günlerdir bağırıyor ve durumu kurtarmak için genel olarak diyor ki !….

” Bu Uluslar arası bir tezgah, bir çete içerideki uzantıları ile birlikte bize karşı büyük bir oyun oynuyor. ”

Başbakan  samimi ise, Millet’i  ve özellikle  de Askerleri  hafife ve alaya  almıyorsa ona soruyorum ;

Eğer rüşvet,yolsuzluk iddiası ile sizi hedef alanlar çete ise, "Ergenekon", Balyoz, casusluk ve benzeri düzmece operasyonlar ile Türk Silahlı Kuvvetleri’ni hedef alanlar kimdi ? 

Danışman denen adamınızın itiraf ettiği kumpas kimlerin ortaklığı ile uygulandı.

Şimdi çete diye suçlananlara, Asker Vesayetini kaldırıyoruz diye daha düne kadar destek verenler , onlarla işbirliği yapanlar kimlerdi ? 

 Eğer gerçekten çete var ise,hukuk dışı yargılamalarla Asker-Sivil yüzlerce insanı halen cezaevlerinde tutanlar kim?

 Eğer çete diyorsanız, birçok Vatansever Asker ve Sivil’in bu çete tarafından  hukuk dışı yargılanmasına ve  yıllardır cezaevlerinde çürütülmesine neden göz yumdunuz?

 Onların şahsi, ailevi ve mesleki haysiyeti ve özgürlüğü Bakanlarınkinden daha mı önemsizdi?

Soruyorum, yıllardır ailece eziyet çeken o kişilerin itibarını Genelkurmay ve Hükümet olarak nasıl iade edecek ve haklarını hangi çeteye ödeteceksiniz?

 Ortaya çıkan tüm bu karmaşa ve çatışmaların  en önemli sonucu yıllardır söylediğimiz ve yazdığımız gibi, bu Ülke’de  ilk büyük  oyun bugün birbirini suçlayanların dayanışma ve  işbirliği ile 2007 yılından itibaren “Asker üzerinde oynanmıştır.”

Sorumsuz ve yetkisiz bir emekli de olsam, bu üzücü ve utandırıcı tablo karşısında başımı ellerimin arasına koyup  düşünüyorum..

 Türkiye bağırsaklarını temizliyor diye komutan ve Arkadaşlarımıza yapılan hukuk dışı bu keyfiliği ve vicdansızlığı yapan Cumhuriyet karşıtlarını düşünüyorum,

 Demokrasi dışı yapılan  birçok yaklaşım ve uygulama ortada iken, komutanlarının   ve arkadaşları’nın adil yargılanmadığı konusunda bireysel fikrini  dahi  kamuoyuna beyan etmekten  imtina  eden ,güne ayak uydurarak rütbe ve makamlarını düşünen duyarsızlığı  ve sadakatsizliği  anlamakta zorlanıyorum.

 Bu Ülke'de yapılan yanlışlar,usulsüzlükler,keyfilikler ve Asker’e karşı yapılan kara propaganda  demokrasiye uygun da …..

Uğranan haksızlığı ve mağduriyeti bireysel anlamda ifade ederek kamuoyundaki yanlış algılamaları önlemek ve mağdur edilen meslektaşlarımıza en azından  manevi açıdan destek olmak mı demokrasi dışı olacak diye düşünüyorum …

Sahte demokratların ve din tacirlerinin  saltanatını garantiye almak  için en hafife alınacak ve en kolay kurban edilecek  bizler mi idik diye de kahroluyorum..
  
 Kısacası  ve açıkçası ;

Bir emekli olarak düşüncemizin ve söylediklerimizin fazla bir etkisi olmasa da, duyarsız  ve  vefasız  sorumlular yerine demokratik hakkımı kullanarak Millet’e,Meclis’e ve Yargıya sesleniyorum..

 Keyfi ve çıkarcı uygulamalar ile yapılan  haksızlıkları  artık görün ve gerçekleri de anlamaya çalışın …

Komutanlarımızın  ve Arkadaşlarımızın usulsüz yargılandığı , Başbakan danışmanının bile yüzsüzce ifade ettiği gibi kumpasa getirildiği,haksızlığa uğradığı açıkça ortadadır.

 Mağdur edilenlerin özgürlüklerinin  gecikmeden iade edilmesini ve yargı bağımsızlığının gerçekten sağlanması sonrasında ise yeniden yargılanarak  gerçeğin ortaya konmasını ve itibarlarının iade edilmesini ,bu kumpası yapanların da yargı önüne çıkarılmasını  arzu ediyoruz  ve de bekliyoruz.

Bu Ülke’ye gerçek demokratların egemen olması umudu ve kaybolan Adalet’i yeniden  tesis etmeleri  beklentisi ile. 





..

Orgenerallere Açık Mektup



Orgenerallere Açık Mektup 



Ali İhsan Gürcihan 
Açık İstihbarat 
Tarih:18/12/2013
Türü:İç Politika 




Bütün pislik uygulamaların ortaya birer birer çıktığı bu ortamda bile eğer söyleyecek tek kelimeniz yok ise işte o zaman düşünmek ve sizlerin sadakatini sorgulamak gerekir.

 Hiç düşündünüz mü ve gerçekten kendinizi  hiç sorguladınız mı ?

Bizlere her açıdan emeği geçen bu komutanlarımız,neden beraber darbe yapacakları adamları  değil de, bu üst düzey görevler için sizler gibi İktidar’ın da sonsuz güvenini kazanacak  Generaller’i tercih edip terfi ettirdiler. 

www.acikistihbarat.com 
19.12.2013



 Emekli bir General olarak özellikle Orgeneral ve Oramiraller’e açık mektubumdur.

 AKP ve Cemaat odaklı son gelişmeleri bir kamu görevlisi  ya da en azından bir vatandaş olarak sizlerin de takip ettiğini düşünüyor ya da öyle sanıyorum. 

 MGK’dan sızan dokümanlar,dershaneler  üzerinden  başlayan tartışmalar, rüşvet ve yolsuzlukla ilgili son operasyon, bu Ülke’de on yılı aşkın bir süredir  yapılan tüm demokrasi dışı uygulama ve pislikleri,çok açık bir şekilde  ortaya koymaktadır.

 Yıllardır ifade etmeye ve duyurmaya çalıştığımız gibi ;

 Cumhuriyet’le hesaplaşma ortak amacı ile AKP ve Cemaat’in çok yakın zamana kadar sıkı bir dayanışma ve işbirliği içerisinde bulundukları,

Güvenlik ve İstihbarat birimleri ile Yargı içerisinde  özel  yapılanmalara giderek  bu özel kadroları paylaştıkları, 

Amaçlarına ulaşmak için Adalet,Hak,Hukuk tanımaksızın  muhalefet eden  insanları vicdansızca karaladıkları,

Bugün meşruluğu her açıdan tartışılması gereken çıkar ve rüşvete dayalı bir hükümranlık yarattıkları,

Asker Vesayetini gerekçe göstererek Cumhuriyet’e sahip çıkan TSK’ni,sahte demokrasi söylem ve yaklaşımları ile yıprattıkları,

Ergenekon,Balyoz ve benzeri bir çok özel dava ile küçük doğrular üzerinden,düzmece özel senaryolar yaratarak Komutanlarımızı, arkadaşlarımızı yıllardır hapislerde tuttukları ve tutmaya da devam ettikleri, birçok genç ve idealist arkadaşımızın ise geleceklerini kararttıkları, AKP ve Cemaat sürtüşmesi sonucu tüm açıklığı ile ortaya çıkmış  ve bugüne kadar  iddia ettiğimiz  demokrasi ve hukuk dışı yaklaşımlar kanıtlanmıştır.
  
 General ve Amiral arkadaşlar kısacası ;

Kendi düzenlerini kurmak ve devam ettirmek adına, Komutanlarımız  ve Arkadaşlarımız  vicdan ve hukukla ilgisi olmayan keyfi bir şekilde yargılanarak  kişisel  ve ailevi olarak mağdur edildikleri gibi Türk Silahlı Kuvvetleri’nin de kurumsal itibarı hafife alınmıştır. 

 Kendisi de işin en başından itibaren Ailece haksızlığa uğrayan ve o zaman için kimsenin ilgilenmediği bir emekli olarak sesimiz ancak bu kadar çıkabilmekte,ne yazık ki kamuoyunda istenen etkiyi de yaratmamaktadır.

 Her kesim ve kurumun,mensupları adına haksızlıkları dile getirdiği bir ortamda,merak ediyorum sizlerin Komutanlarımız ve arkadaşlarımızın  uğradığı bu demokrasi dışı haksızlık  için bireysel sorumluluk anlamında söyleyeceği hiçbir şey yok mudur?

 Sizlerin de sadakat  duymanız gereken,vefat eden Komutanımız Teoman KOMAN’a dinden,imandan nasibini almamış Bakan denen bir adamın “ Hesap vermeden öldü ” Sözleride mi sizlerin vicdanını sızlatmamıştır.  

 Hizmette iken şartsız ve sonsuz itaat gösterdiğiniz için, emsalleriniz arasından  sizleri tercih eden, sizleri o rütbe ve makamlara getiren Komutanlarınız’ın  suçlu olduğuna yoksa sizlerde mi inanıyorsunuz?

 Eğer,inanmıyorsanız ,bu keyfilik ve haksızlık karşısında  insani yaklaşım,düşünce ve değerlendirmenizi Demokratik bir şekilde açıkça kamuoyuna ifade ederek sıkıntı yaşayan bu insanlar için en azından sadakatinizi göstermenizi  bekliyoruz. 

Bütün pislik uygulamaların ortaya birer birer çıktığı bu ortamda bile eğer söyleyecek tek kelimeniz yok ise işte o zaman düşünmek ve sizlerin sadakatini sorgulamak gerekir.

 Hiç düşündünüz mü ve gerçekten kendinizi  hiç sorguladınız mı ?

Bizlere her açıdan emeği geçen bu komutanlarımız,neden beraber darbe yapacakları adamları  değil de, bu üst düzey görevler için sizler gibi İktidar’ın da sonsuz güvenini kazanacak  Generaller’i tercih edip terfi ettirdiler.

 Bu ne çelişkidir ki ;

 Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanı olarak sözüm ona  darbe için hazırlık yapacaksın ama darbede görev alacakları emekli edip sonra da hep beraber  cezaevinde yatacaksın , bu işle ilgisi olmayan General ve Amiralleri ise üst rütbe ve makamlara yükselterek bugünlerin Komuta Kademesini oluşturacaksın.

 Suçlamaların tutarsızlığını ve asılsızlığını, tek başına dahi zayıflatması ve çürütmesi gereken,bir gerçek.

Ancak anlamak mümkün değil..

Sizleri de,yapılan bu yargılamadaki mantığı da…


http://acikistihbarat.com/Sayfalar/haberdetay.aspx?id=10446



.

Barzani - İsrail İlişkileri


Barzani - İsrail İlişkileri 



Tarih:11/04/2007 
Türü:Ortadoğu 


Altı Gün Savaşı'nın hemen öncesinde ilginç bir olay daha yaşanmıştı. Iraklı bir askeri delegasyon, yaklaşan savaşta 

" Siyonist düşmana karşı tek bir cephe olarak savaşabilmek için "  ayaklanmacı Kürtlere geçici bir ateşkes önermişti. 

Ancak bu teklife karşı söz alan bir "Kürt gerilla", ne olursa olsun taviz verilmeyeceğini ve ateşkesin kabul edilemez olduğunu söylemişti. İşin en önemli yanı ise, bu " Kürt gerilla "nın gerçekte İsrail'in bölgeye yolladığı askeri danışmanlardan biri olmasıydı.

www.acikistihbarat.com
09.04.2007 


Kendisi de bir Kürt Yahudisi olan UCLA öğretim üyesi Prof. Yona Sabar, yazdığı kitapta bu iddiaları doğruladı. Tarihçi Ahmet Uçar da, Osmanlı arşivlerinde, Sallum Barzani adlı bir hahamın önce Selanik'e, arkasından da Kudüs'e sürgün edildiğine dair bir belge yayımladı. Bilindiği gibi, Molla Mustafa Barzani ile oğlu Mesut Barzani, İsrail'le kurduğu iyi ilişkilerle tanınıyor ve İsrail öteden beri Irak Kürtleri'nin bağımsızlığını destekliyor. 

1982 yılında Yale Üniversitesi tarafından yayımlanan ‘‘The Folk Literature of the Kurdistani Jews: An Anthology (Kürdistan Yahudilerinin Halk Edebiyatı: Antoloji) başlıklı kitap, başlangıçta sıradan bir antropolojik çalışma muamelesi gördü. Kendisi de bir Kürt Yahudisi olan ve Los Angeles'teki Californiya Üniversitesi'nde (UCLA) görev yapan Prof. Yona Sabar tarafından kaleme alınan kitap, büyük çoğunluğu Kuzey Irak'ta yaşayan Kürt Yahudileri'nin hayatına ışık tutuyordu. 

Ancak, Prof. Yona Sabar'ın kitabında daha ilginç bilgiler de vardı. 

Bunlardan en önemlisi de Barzani ailesi ile ilgiliydi. 

 Prof. Sabar'ın verdiği bilgiye göre, 16. ve 17. yüzyılda bölgede yaşayan ailelerin en ünlülerinden biri Barzani ailesiydi ve bu aileye mensup hahamların kurduğu Yahudi eğitim kurumları büyük bir itibara sahipti. Öyle ki, başta Mısır olmak üzere Ortadoğu'nun muhtelif ülkelerinden buraya öğrenci akını oluyordu. Hatta, Haham Nathanel Barzani, bölgede nadiren görülen zenginlikte bir kütüphaneye de sahipti ve kitapların büyük çoğunluğu da elyazmasıydı. 

Bu kitaplar, yine haham olan oğlu Samuel Barzani'ye miras kalacaktı. İşin daha da çarpıcı yanı, Amerikan reformcu Yahudileri tarafından tam bir yüzyıl sonra kabul edilecek olan ilk kadın haham da Samuel Barzani'nin kızıydı ve ismi de Asenath Barzani'ydi. 

BİR TEK AİLE VAR 

İnternet aracılığıyla konuya ilişkin görüşlerine başvurduğumuz Prof. Yona Sabar, Yahudi Barzani ailesinin kurucusunun 16. yüzyılda yaşayan Haham Samuel Barzani olduğunu belirterek, ailenin sonraki yüzyıllarda Musul, Kerkük ve Erbil yöresinde etkili olduğunu söyledi. Ancak, Barzani ismini taşıyan herkesi Kürt Yahudisi olarak görmenin doğru olmadığını savunan Prof. Yona Sabar, Barzan doğumluların bu isimle çağrıldığını söyledi. 

Ancak, tarihçi Ahmet Uçar, Osmanlı arşivlerinde bölgede bir tek Barzani ailesi bulunduğuna dair kayıtların yer aldığını hatırlatarak, günümüz Barzanileri'nin atalarının Yahudi olduğundan şüphe duyulamayacağını ifade etti. Ahmet Uçar, Prof. Sabar'ın, Barzaniler'in ne zaman müslüman olduklarına ilişkin detaylara girmediğini de savundu. 

Ahmet Uçar'ın yine Osmanlı arşivinde bulduğu bir başka belge ise 1856 yılında Sallum Barzani isimli bir hahamın, Musul'dan Selanik'e, oradan da Hahambaşılığın özel ricası ile Kudüs'e sürgün edildiğini gösteriyor. 

 Uçar'ın ifadesine göre, 

‘‘Kudüs'e Yahudi iskánı ile tereddütler olduğu için; Hariciye Nezareti'nin de görüşü alınarak 29 Şubat 1856'da Hahambaşı'nca verilen dilekçe Osmanlı hükümetince 11 Nisan'da görüşülerek uygun bulunmuş ve Sallum Barzani 20 Nisan 1861'de bir irade ile Kudüs'e sürülmüştü.''

 Uçar, Tarih ve Düşünce Dergisi'nde konu ile ilgili olarak yazdığı yazıda şöyle devam ediyor: 

‘‘Mustafa Barzani'nin yıllar sonra kurduğu ilişkiler, hahamlarla Sallum Barzani ailesi arasındaki ilişkilerin yıllarca sürdüğünü göstermektedir. Molla Mustafa Barzani, 1950'den beri sık sık ziyaret ettiği İsrail'de her zaman Kuzey Irak kökenli, Kürtçe konuşan bir Yahudi hahamın evinde kalmaktadır: Haham David Gabay.''  

Ailede pek çok ünlü haham var 

Siz Yahudi Kürtler konusu ile ne zaman ilgilenmeye başladınız? 

- Batılı seyyahların Kürtçe konuşan Yahudiler'den söz edildiğini görüyorsunuz. Ben bunu okuyunca, Başbakanlık Arşivi'nde, bölgedeki yerleşime ilişkin araştırmalar yaptım ama uzunca bir süre bununla ilgili herhangi bir evrak bulamadım. 

 A. Medyalı isimli birisinin yazdığı ‘‘Kürt Yahudiler'' isimli bir kitaba rastladım. 

 Faik Bulut'un ‘‘Filistin Rüyası'' isimli kitabında da İsrail'de Kürtçe konuşan Yahudiler'in bir organizasyonundan bahsediliyordu. 

 Araştırmalarım sonucunda, Kuzey Irak'tan İsrail'e göçler yaşandığını tesbit ettim. Bugün İsrail'de geniş bir Kürtçe konuşan Yahudiler topluluğu mevcut. 

Peki ya Barzani ailesi? 

- Barzani ailesi ile ilgili ilk iddiaları da Amerika'da yaşayan ve kendisi Kürtçe konuşan bir Yahudi olmakla kalmayıp bu konuda uzman olan Prof. Yona Sabar'ın bir kitabında rastladım. Prof. Sabar, Barzani ailesinden gelen hahamların bölgede dini çalışmalar yaptıklarını söylüyordu. Bunun üzerine ben Barzani ailesinin kökenlerini araştırmaya başladım. 

Ne buldunuz? 

- Bir defa bölgede Barzani adıyla bilinen tek bir aile var. Bu aile, Kuzey Irak'taki Barzan köyünde yaşıyor. Osmanlı Arşivi'nde çalışırken, bu aile ilgili bir belge buldum. Bu belgede, 1855-56 yılında bu köyün mensuplarından Sallum Barzani adlı bir hahamın önce İstanbul'a, arkasından Selanik'e sürgün edildiği belirtiliyor. 

Başka bir belge veya delil var mı elinizde? 

- Molla Mustafa Barzani, ilk kez 1967 yılında İsrail'e gidiyor. Kendisini kabul eden İsrail Savunma Bakanı Moşe Dayan'a, hediye olarak bir 'Kürt hançeri' ile birlikte, Kerkük petrol rafinelerinin planlarını da getiriyor. Mart 1969'da yapılan bir operasyonda da Barzani-Mossad işbirliğiyle Kerkük rafinerileri bombalanıyor ve çalışamaz hale getiriliyor. 

Barzani aşiretinin Yahudi kökenli olduğunun anlaşılması, bölgeye ve tarihe bakışımızda değişikliklere sebep olabilir mi? 

- Olmaz mı? Tevrat'ta ‘‘Vaadedilmiş Ülke'' olarak Nil'le Fırat arasının işaret edildiğine dair yorumlar vardır. Ayrıca, Barzani ailesi sürekli Mehdi çıkartmaktadır. Yahudilik'te de Mehdilik çok önemlidir. Ama bir yanlış anlaşılma olmasın. Ben bütün Kürtler Yahudi'dir filan demiyorum.

MUHSİN KIZILKAYA FARKLI GÖRÜŞTE!..

Nereden başlasam... 

 Biliyorsunuz, Yahudiler dünyanın her yerine dağılmış olan bir kavimdir. Tabiatıyla bir kısmı da Mezopotamya'da Kürtlerle iç içe yaşıyorlardı İsrail devleti kurulunca kadar. 

 Kürtlerle birlikte yaşayan Yahudiler, iki grubu ayrılıyordu. Bir kısmı ticaretle, kuyumculukla, el sanatlarıyla uğraşırken, bir kısmı da toprak işleterek, Kürtler gibi yaşıyordu. 

 Kürtler üzerine araştırma yapmış olan bütün Kürdologlara göre, Kürtlerin en önemli özelliği dillerine karşı olan kıskançlıklarıdır. Yabancı bir dili öğrenmede müthiş bir direnç gösterirken, başkalarına kendi dillerini öğretmede o kadar esnektirler. Kürtlerle birlikte yaşayan Süryaniler'in, Ermeniler'in, Yahudiler'in büyük bir kısmı Kürtçe bilir, fakat Kürtler bu dillerin hiç birini bilmezler. 

Kürtlerle birlikte aynı yerlerde yaşayan Süryaniler, Ermeniler gibi, zaman içinde bazı Yahudi aileleri de, çeşitli nedenlerden, dinlerinden vazgeçerek Müslüman olmuşlar. O ailelerin birkaçını ben de tanıyorum ve şu anda Yahudilikle hiçbir ilgileri kalmamıştır. Bu tür ailelere Kürtler, “Binemal Cuhî” (Yahudi Kökenli) diye çağırırlar. 

Yahudi aileler Hakkari'de olduğu gibi, Barzan'da da vardı. Barzan bölgesinde yaşayan Yahudiler'e, “Bîrker” denir. “Bîr” geleneksel Kürt kıyafeti olan şel û şepik'lerin dokunduğu tezgahın adıdır. Burada yaşayan Yahudiler'in bir kısmı, Barzan ailesinin erkeklerine şel û şepik dokuyorlardı. Barzaniler de onlara gözü gibi bakıyordu. Hatta Barzaniler bunlara Bêdiyal adlı bir köy vermiş, tümü bu köyde toplu halde yaşıyordu.

İsrail devleti kurulunca da bir kısmı İsrail'e gitti, bir kısmı da kendi köylerinde kaldı. 

Tabiatıyla, bunların içinde hahamlar da vardı, sanatkarlar da, çiftçiler de... Buralarda yaşayan ahali, soyadlarıyla çağrılmaz. Hangi köyde yaşıyorsan, oralısın ve soyadın o köyün adıdır. 

 Yaygın kanının aksine, Barzani adı sadece Barzani sülalesinden gelenlerin adı değildir. Barzan bölgesindeki aşiret konfederasyonuna mensup herkese Barzani denir. İşte Uçar'ın büyük buluş olarak bize sunduğu Sallum Barzani de muhtemelen, o bölgede yaşamış olan bir Yahudidir ve Barzani ailesiyle hiçbir ilişkisi yoktur. 

Çünkü tarihçi Uçar'ın iddia ettiği gibi Barzan tek bir aşiret ve köyden müteşekkil değildir. 

 Barzani aşireti, Beroji, Mizorî, Şêrvanî ve Dolemêri gibi dört aşiretten oluşan bir aşiret konfederasyonudur. Kökenleri, Amediye paşası Zübeyir'e dayanmaktadır. 

 Bugünlerde, Doz Yayınları arasında çıkmış olan Mesut Barzani'nin babasının hayat hikayesini anlattığı “ Barzani ” Adlı kitabında da belirttiği gibi, Barzani ailesinin kökleri Amediye paşalarına uzanır. 

 1600'lü yıllardan bugüne kadar gelen aile seceresinin içinde bir tane yabancı ada rastlanmaz. Aile, baştan beri İslam dinine bağlı, imam ve şeyhleriyle ünlüdür. 

 Amediye Paşası Zübeyir'in oğlu Mansur'dan Mela Sait, Abdülrahim, Şeyh Mehmet, Mela Ehmedê Reş, Sait, Mela Abdülselam, Mela Tacettin, Mela Abdülrahim, Şeyh Mehmet 2, Mela Abdullah, Şeyh Abdülselam, Şeyh Mehmet 2, Musul'da Osmanlılar tarafından asılan Şeyh Abdülselam 2, Şeyh Ahmet ve Mela Mustafa Barzani'ye kadar yaklaşık dört yüz yıllık tarih boyunca Barzaniler, hep otoriteye kafa tutmuş, devletlerle yıldızı barışmamış, yerlerinden yurtlarından edilmiş, sürgüne gönderilmiş, çocukları hapishanelerde doğmuş, kıyıma uğramış bir ailedir.

BARZANİ HER ZAMAN İSRAİL'LE SIKI İLİŞKİ İÇİNDE OLUP ZAMAN ZAMAN CASUSLUK YAPTI,

Ünlü Amerikalı gazeteci Jack Anderson, Washington Post'taki bir makalesinde şöyle yazıyordu: 

"Her ay kimliği belli olmayan bir İsrail yetkilisi İran sınırından Irak'a gizlice girerek Kürt lider Molla Mustafa Barzani'ye 50 bin Amerikan doları veriyor. Bu para Kürtler'in, İsrail karşıtı olan Irak hükümetine karşı faaliyetlerini sürdürmelerini sağlıyor."

Anderson'ın o sıralarda yayınlanan bir CIA raporuna dayanarak verdiği bilgiler arasında, Molla Mustafa Barzani ile dönemin Mossad şefi Zvi Zamir arasındaki yakın ilişki de vardı.

Söz konusu rapora göre, Zamir, Barzani'yi Kuzey Irak'taki karargahında en azından bir kez ziyaret etmiş ve ondan Bağdat hükümetine karşı yürütülen saldırı ve sabotajların dozunu artırmasını istemişti. Bunun yanında, Irak'taki Yahudilerin İsrail'e gizlice göç edebilmeleri için de Barzani'den yardım istenmişti. 

 Bu tür "rica"ların hepsi, Barzani tarafından olumlu karşılanıyor, İsrailliler de her ay düzenli verilen 50 bin dolarlık yardımların dışında, ekstra ödemeler yapıyorlardı.

İsrailli eski general Rafael Eitan'ın anıları da, İsrail-Barzani iş birliğinin boyutlarını bütün çıplaklığıyla ortaya koyan bilgiler sağlıyordu.

Anılarında yazdığına göre, Rafael Eitan, Mustafa Barzani'nin talebi üzerine, 1969 yılında Kuzey Irak'a giderek ayaklanmayı yakından görmüş ve ayaklanmanın lideri Barzani ile, mücadeleyi daha yaygın bir savaş haline dönüştürme konusunu görüşmüştü. Eitan ziyaretinden sonra, İsrail Savunma Bakanlığı'na, ayaklanan Kürtlerin çok iyi savaşmakla beraber gelişmiş savaş araçları ve silahlarından mahrum olduklarını, kendilerine yardım edilmesi gerektiğini bildiren bir rapor da yazmıştı.

Ayaklanmacı Kürtlerle kurduğu bu gizli ittifak, İsrail'e Irak ordusu hakkında çok önemli istihbaratlara ulaşma fırsatı da veriyordu. 1967'deki Altı Gün Savaşı'ndan kısa bir süre önce İsraillilerin Irak'tan çaldığı MIG-21 uçağı, bunun en önemli örneğiydi.

İsrailliler, Irak Hava Kuvvetleri'ndeki bir pilotla gizlice bağlantıya geçmişler ve onu bir deneme uçuşu sırasında aniden İsrail'e uçmaya ikna etmişlerdi.

Iraklı pilotla İsraillilerin Bağlantısını kuran aracılar ise Kürtlerdi.

Ağustos 1966'da Tel-Aviv'e inen söz konusu MIG, bu Sovyet yapımı uçak hakkında daha önce yetersiz bilgiye sahip olan İsrail'e ve onun Batılı müttefiklerine büyük bir avantaj sağladı.

Hatta bazı yorumlara göre, İsrail'in Altı Gün Savaşı'nın ilk gününde Mısır Hava Kuvvetleri'ne yaptığı büyük baskın, MIG'lerin teknik özellikleri hakkında edinilen bilgi sayesinde mümkün olmuştu.

Altı Gün Savaşı'nın hemen öncesinde ilginç bir olay daha yaşanmıştı. Iraklı bir askeri delegasyon, yaklaşan savaşta 

"Siyonist düşmana karşı tek bir cephe olarak savaşabilmek içinayaklanmacı Kürtlere geçici bir ateşkes önermişti. 

Ancak bu teklife karşı söz alan bir "Kürt gerilla", ne olursa olsun taviz verilmeyeceğini ve ateşkesin kabul edilemez olduğunu söylemişti. İşin en önemli yanı ise, bu " Kürt gerilla "nın gerçekte İsrail'in bölgeye yolladığı askeri danışmanlardan biri olmasıydı.

Ian Black ve Benny Morris'e göre, Kuzey Irak dağları ile Tel-Aviv arasındaki bu ilişki giderek "Ortadoğu'nun en kötü saklanan sırrı" sıfatını kazandı.

İsrail 1967 yılında Arap ordularından ele geçirdiği çok sayıda Sovyet silahını Kürt ayaklanmacılara yolladı. 

Kendilerine verilen Doğu Bloku silahlarına önce şaşıran daha sonra çok sevinen Molla Barzani, ayrıca bulduğu İsrail yapımı bombalardan daha çok istemişti. Kendisini silah ve paraya boğan İsrail'in gücüne hayran kalan Barzani, İsraillilere ortak bir seferberlik de önermişti.

Barzani'nin planına göre, Kürt peşmergeler Irak'ı zaptettiğinde İsrail de Suriye'yi işgal edebilecekti.

İsrail'in Kürt ayaklanmacılara giderek artan desteğinin en sembolik göstergelerinden biri, 1967 Eylül'de Kürt hareketinin lideri Molla Mustafa Barzani'nin İsrail'e yaptığı ziyaretti.

Moşe Dayan'a hediye olarak bir Kürt hançeri getiren Barzani, Yahudi devletinde oldukça sıcak bir biçimde ağırlandı. Bu ziyaretin uyandırdığı yankılar, Kuzey Irak'taki Kürt isyanında İsrail'in parmağının var olduğu gerçeğini siyasi gündeme taşımaya başladı.

Mısırlı ünlü gazeteci Muhammed Hasaneyn Heykel'in ulaştığı ve açıkladığı bilgiler de, 1971'de 

"Kuzey Irak'taki Kürt bölgesindeki İsrailli subayların İsrail ile düzenli bir telsiz bağlantısı içinde olduklarını ve Irak içindeki istihbarat ve sabotaj faaliyetlerini organize ettiklerini" 
 ortaya koydu.

İsrail'in Kürt ayaklanmacılarla olan ittifakı, dönemin Irak basınında da yoğun biçimde konu edilmişti.

Barzani ikinci olarak 1973 yılında İsrail'i ziyaret etti. Bu ziyaretinde de, ilkinde olduğu gibi, 1950 ortalarında İsrail'e göç etmiş Kürt Musevisi David Gabay'ın evinde kalmış, hediye olarak da Moşe Dayan'ın eşi için altın bir kolye getirmişti.

Kuzey Iraklı Kürt ayaklanmacılarla İsrail arasındaki bu iş birliği, 1975 yılına kadar sürdü. 

 O yıl, Kürt isyanının diğer büyük destekçisi olan İran, Irak ile bir anlaşmaya vardı ve bunun üzerine Kürt ayaklanmacılara yaptığı tüm yardımı kesti. ABD de İran ile birlikte hareket edince, Barzani hareketi Bağdat rejimi karşısında savunmasız kaldı.

İsyan, bu rejim tarafından kanlı biçimde bastırıldı. İsrail'in durumu kabullenmekten başka seçeneği yoktu. 

 Ama İsrail, Irak'ın kuzeyindeki Kürtler arasındaki bazı grupların oluşturmak istediği parçalanmış Ortadoğu için en ideal "kart" olduğunu her zaman aklında tutacak ve bu kartı yeniden devreye sokmak için fırsat kollayacaktı. 


http://acikistihbarat.com/Sayfalar/haberdetay.aspx?id=6496


..

Operasyon Emine Erdoğan'a Uzanır mı?



Operasyon Emine Erdoğan'a Uzanır mı? 



Açık İstihbarat Özel 
Tarih:17/12/2013
Türü:İç Politika 


Gözaltına alınanların çoğu sansasyonel isimlerden oluştuğu için kamuoyunun aşina olmadığı isimler dikkatlerden kaçıyor. Bu durum, " Bakan Oğullarının" Erdoğan ailesine uzanan asıl kolları perdelemek amacıyla medyanın önüne atılmış olabileceğini bile düşündürür.


Örneğin, şafak operasyonu ile gözaltına alınan işadamlarından Taşyapı Holding'in sahibi Emrullah Turanlı, Ali Ağaoğlu kadar 'medyatik' bir isim olmasa da operasyonun belki de en kritik ismidir.

Operasyonun duyulmasıyla birlikte ortaya saçılan iddialardan birisi de Emrullah Turanlı'nın, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan'ın "eski ortağı" olduğu...


www.acikistihbarat.com 
18.12.2013


Çatışma büyük, iddialar vahim, operasyon derin...


Recep Tayyip Erdoğan'a yakın işadamı, bürokrat ve Bakan çocuklarının hangi soruşturma kapsamında gözaltına alındıklarına ilişkin henüz resmi makamlardan yapılmış bir açıklama yok..


 Ancak gayr-ı resmi kanallardan sızan bilgilere göre, yaklaşık 5 yıldır devam eden " Teknik Takipler " sonucu Tayyip Erdoğan kabinesi, hatta Erdoğan ailesinin içine uzanan bir operasyonla karşı karşıyayız.


 Yine resmi olmayan yansımalara göre soruşturmanın kapsamında organ mafyasından ihaleye fesat karıştırmaya, tarihi eser kaçakçılığından kara para aklama ve elmas ticaretine kadar pek çok konu var..


 Gözaltına alınanların çoğu sansasyonel isimlerden oluştuğu için kamuoyunun aşina olmadığı isimler dikkatlerden kaçıyor. Bu durum, "Bakan oğullarının" Erdoğan ailesine uzanan asıl kolları perdelemek amacıyla medyanın önüne atılmış olabileceğini bile düşündürür.


 Örneğin, şafak operasyonu ile gözaltına alınan işadamlarından Taşyapı Holding'in sahibi Emrullah Turanlı, Ali Ağaoğlu kadar 'medyatik' bir isim olmasa da operasyonun belki de en kritik ismidir. 

Operasyonun duyulmasıyla birlikte ortaya saçılan iddialardan birisi de Emrullah Turanlı'nın, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan'ın "eski ortağı" olduğu...


 Emine Erdoğan'ın pastacılıktan hastane işletmeciliğine kadar pek çok devasa yatırımın kayıt dışı ortaklarından olduğu iddiası kamuoyunda zaten yıllardır konuşuluyor..


 Ve operasyonun simgesel sahnelerinden birisi de Taşyapı'nın Üsküdar  Kısıklı'daki merkez ofisinin yüzlerce polis tarafından talan edilircesine aranmasıydı.


Kısıklı'daki binanın bir özelliği daha var: Tayyip Erdoğan'ın villasının neredeyse "duvarı dibinde" oluşu..


 Yani, Tayyip Erdoğan'ın gözünün önünde yandaş işadamının kalesini didik didik aradılar.


 " Kapıya Dayanmak " değil de nedir bu? 


 Olayların sansasyonelliği arasında dikkatlerden kaçmaması gereken bir durum daha var: 


 Ebru Gündeş'in kocası, Azeri asıllı İş adamı hakkında " Altın kaçakçılığı " iddiası ortaya atıldı. Oysa, altın ve pırlanta konusunda Atasay kuyumculuğun Türkiye'de neredeyse " Tekel " düzeyinde pay sahibi olduğu biliniyor..


Tayyip Erdoğan'ın oğlu Bilal Erdoğan'ın Atasay Kuyumculuğun ortaklarından olduğu ve Atasay'ın altın fiyatları düşmeden önce Hazine'den yüklü miktarda altın borçlandığı da basında haber oldu..


 Operasyondan sızan bu bilgiler birleştirildiğinde ortaya çıkan tablo, asıl hedefin Erdoğan ailesi olduğudur..


 Savcılar önümüzdeki günlerde Emine Erdoğan'ı (gözaltına aldırırlarsa demiyoruz, zira o kadar olsun bir nezaket göstereceklerdir)  "ifadeye çağırırlarsa" ne olur? 


Zira Emine Erdoğan,

Herhangi bir dokunulmazlığı olmayan sıradan bir vatandaştır. 
 Son beş yılın "kimse dokunulmaz değildir" retoriği de gözüne alınırsa, böyle bir durumun ne anlama geleceği ve operasyonun nerelere uzanabileceği sorusu önem kazanır.


Savcılar " İfade vermeye gelen " Emine hanımı kapıda kırmızı halıyla karşılasalar bile bu tavır Tayyip Erdoğan'ı sakinleştirmeye yeter mi? 


 Yoksa eşleri de koruma zırhına alan özel bir yasa daha mı çıkartır?

 Kemerlerinizi bağlayın; her şey yeni başlıyor. 

Açık İstihbarat


http://acikistihbarat.com/Sayfalar/haberdetay.aspx?id=10445

..