28 Nisan 2015 Salı

Osmanlıdan Günümüze HAİNLER- 7



Osmanlıdan Günümüze HAİNLER- 7



ibalci





İBRAHİM BALCI
Hain- İhanet; Hainler-İhanetler… 
Hain olmasa ihanet olmaz! İhanet edilmezse de hain ve hainler olmaz. Ama haini, yani ihanet edeni bulmak o kadar güç değil. Tarihe bakıldığında peşi sıra gelirler. Sanki lokomotife takılan katarlar gibi arka arkaya dizilirler. Bir değil, on değil; yüzlerce, binlerce, milyonlarca bulunur…  İhanetin ne olduğuna bakılır! Neye, niçin ve ne zaman ihanet edilmiştir. Neye, niçin ihanet edildiği saptandığında hainleri bulmak da kolaylaşır…
Dün Osmanlı hanedanına, saltanata, saraya yapılan en ufak hareket ihanetin büyüğü sayılırdı. Bunu devlet malını zimmete geçirmek, rüşvet almak, düşmanla işbirliği yapmak takip ederdi. Şeyhülislamlara karşı hareket, sadrazam ve vezirlere karşı alınan tavır; dedikodularla Sultan’a kadar ulaşırsa bir ihanet belgelendi demektir… Bu nedenledir ki Osmanlı Devletinde olan ihanet kadar ve hain kadar hiçbir devlette olmamıştır.
Günümüzde de böyle değil mi? Ama bir farkla; günümüzde hainlerin cephesi yok! Hepsi iç içe, hepsi birbirine karışmış! Hangi taş kaldırılsa altında tonlarca hain çıkar, ihanet belgelenir. Ama bu dönemde cepheler belirli; siyasi partiler, dışa bağımlı kuruluşlar, sivil toplum örgütleri, cemaatler… Ve kişisel de olca çok becerikli olanlar ile işirlikçiler…
Burada keselim! Devam edecek olursam günümüzde ihanet edenleri de sıralayıver diye seslenenler olur… Tabii ki onunda zamanı var!
İhanet ettiği için boynu vurulan bir kişi var ki ona ihanet etti diyebilmek için izandan ve akıldan noksan olmak gerekir… Böyle bir insan devletine ihanet edebilir mi? Böyle bir adam hain olabilir mi? Olabiliyormuş demek! Bakalım bu hain kim?
piri-reis-(1)  


Karamanlı Hacı Mehmet’in oğludur Ahmet Muhittin Pîrî… Amcası ise namlı denizcilerden Kemal Reis’ti. Aile Karaman’dan İstanbul’a göç etmiş, bir süre kaldıktan sonra da Gelibolu’ya yerleşmişti. Ahmet Muhittin Pîrî denizciliğe amcası Kemal Reis’in yanında başladı. Akdeniz’de 1487-1493 yılları arasında korsanlık yaptılar. Vurdular, kırdılar, esir ve haraç aldılar. Dur durak bilmediler; Sicilya, Korsika, Sardunya ve Fransa kıyılarına üst üste akın düzenlediler. İspanya’da Endülüs Müslümanları zor durumdaydı. Gırnata’ta Müslümanlara katliam yapılıyordu (1486). Gırnata Müslümanları Osmanlı Padişahından yardım istedi. O sıralarda Osmanlı’nın denizde donanması yoktu. Ama denizlerde dolaşan Türk denizciler vardı. Kemal Reis’ten yardım istendi. Kemal Reis isteği kabul etti ve Osmanlı Devleti sancağını arma olarak kullanarak İspanya’ya gitti. Orada ölümle yüz yüze olan Müslümanları kuzey Afrika’ya taşıdılar. II. Beyazıt donanma kurmak için korsanlık yapan Türkleri donanmaya katılmaya çağırdı. Hemen İstanbul’a gelip Osmanlı donanmasının resmi hizmetine girdiler (1495). Gelişen, tecrübe kazanan Ahmet Muhittin Pîrî, bundan böyle Pîrî Reis olarak isim aldı ve Sefer Kaptanı oldu.  Moton, Koron, Navaris, Midilli ve Rodos seferlerinde görev aldı. Seferleri sırasında gördükleri yerleri, yaşadığı olayları tespit etti. Sonra meşhur kitabı olan Kitab-ı Bahriye’yi yazdı. Dünya denizciliğinin ilk kılavuz kitabı olan bu kitap Türk denizciliğinde bir devrim yarattı. Pîrî Reis’in amcası Kemal Reis öldükten sonra Barbaros Hayrettin Paşa’nın kumandası altına girdi.  Sefere çıkmaktan çok, mesken tuttuğu Gelibolu’da bulundu yazmakta olduğu kitabı üzerine çalıştı. Kitaptan sonra çalışmalarını harita üzerine yoğunlaştırdı ve 1513 de ilk dünya haritasını çizdi. Atlas Okyanusu, İber Yarımadasını, Afrika’nın batısı ile Amerika’nın doğu kıyılarını kaplayan haritayı çizdi. Padişah tarafından kendisine armağan olarak iki savaş gemisi ve Derya Beyi (Albay) unvanı verildi. İskenderiye’nin ele geçirilmesinde gösterdiği başarı nedeni ile Padişah Yavuz Sultan Selim’in övgüsünü kazandı. İşte bu sefer sırasında Padişah’a yani Yavuz Sultan Selim’e yaptığı haritayı sundu. Pîrî Reis 1528 de çok daha detaylı olan ikinci haritasını Sadrazam Pargalı İbrahim Paşa’nın delaletiyle Padişah’a takdim etti. Barbaros Hayrettin Paşa Kaptan-ı Derya olunca Pîrî Reis’te Sancak Beyi oldu. Barbaros Hayrettin Paşa ölünce de Mısır Kaptanlığı görevine layık görüldü. Pîrî Reis Umman ve Basra üzerine çıktığı seferde Hürmüz kalesini kuşattı. Portekizlilerden aldığı haraç karşılığı kuşatmayı kaldırdı ve donanma ile birlikte Basra’ya döndü. Tamire muhtaç donanmayı Basra’da bırakıp ganimet yüklü üç gemi ile Mısır’a gitti. Gemilerden biri yolda battı. Pîrî Reis’in donanmayı Basra’da bırakarak Mısır’a gitmesi kusur sayıldığı için Mısır’da hapsedildi. Basra Valisi Kubat Paşa’ya ganimetten istediği haracı vermemesi, Mısır Beylerbeyi Mehmet Paşa’nın politik hırsı yüzünden hakkında Padişah Kanuni Sultan Süleyman’a olumsuz bilgiler verildi. Padişah olayın üzerinde durmadı, soruşturmadı ve 1554 de verdiği fermanla Pîrî Reis’in boynunun vurulmasını istedi. Padişah Kanuni Sultan Süleyman bu, istediğine karşı durulabilir mi? Padişah’ın İsteği hemen yerine getirildi ve Pîrî Reis boynu vurularak öldürüldü (1554). İşte ibretle bakılacak bir olay bu! Yaptıkları ile denizcilikte devrim yaratan bir büyük reis, yoktan yere boynu vurularak öldürülüyor ama öldürülmesine neden olarak da Devlet’e ihanet ettiği gösteriliyor. İşte Osmanlı Devleti! Acaba ihanet eden kim?  mi? Onu dedikodu kazanı içinde kaynatanlar mı? Ne yazık ki Osmanlı aşçısı aşçı değil ki çorbanın zehirli olup olmadığını anlayabilsin?
Sultan deli olunca aldığı kararlar da delice oluyor. Hiç yoktan verdiği fermanla olmadık işler yaparak tarihe geçiyordu. Sultan Deli İbrahim de bunlardan biridir. Zamanı geldi öyle bir karar verdi ki Salih Paşa denen zat bugünkü ifadeyle bok yoluna gitti…  Salih Paşa Boşnak’tı ve diğer Boşnakların geçtiği yollardan geçerek adım adım yükseldi. Önce Sarayın ahır hizmetleri için görevlendirilerek İmrahor oldu. Sonra ki hedefi Yeniçeri Ağalığı idi bu makama da tırmanmakta gecikmedi. Yavaş yavaş son amaca doğru gidiyordu ve Kubbe veziri oldu (1644) bir yıl sonra da Sadrazam olarak mührü eline aldı. Kısa sürede yükselen Salih Paşa bu doludizgin gitmesinin nerelere kadar varacağını düşünmüyordu bile. Padişah Sultan İbrahim “Deli” olduğundan ne yaptığını bilmiyordu. İşi gücü bırakmış kendisini okutacak hoca arıyor, cinci hocalardan medet umuyordu. Baş ağrısı illet halini almış, buna bir de iç sıkıntısı eklenince dayanılmaz haraketler yapıyor ve ses çıkarmaması için at arabalarının yoldan geçmesini yasaklıyordu. Sadrazamın yapacağı bir şey yoktu. Yasaksa yasak, hemen uygulamaya başlıyordu, ama o zamanda başka vasıta yok ki! Halk, ya da arabacı esnafı işini yapmaya devam ediyordu. Sultan Deli İbrahim yine bir gün kendini okutmak için Davutpaşa’ya şöhretli bir imamın evine giderken olan oldu. Yolda at arabasına rastladı.  Atların nal ve arabanın tekerleklerinden çıkan sesler Sultan Deli İbrahim’i çileden çıkarmaya yetti. Gazaba gelen Padişah Deli İbrahim “Ben Padişah değil miyim? Neden sözüm dinlenmez?” diye bağırdıktan sonra da “Tez bulun sadrazamı boğun, boğun” diye bağırarak son emri verdi. Kısa sürede Sadrazam Salih Paşa bulundu ve imamın evine getirildi. Padişah ve mahiyetindekilerin içinde ne cellât vardı ne de ip. Hemen alelacele İmamın evinden bir kuyu ipi bulundu ve oracıkta boğularak öldürüldü. Salih Paşa tarih sayfalarına rüşvetçi, hain, asi ve çok ters bir adam olarak geçmedi. Ama yine de boğduruldu. Yani ne şehit oldu ne gazi, bok yoluna gitti Niyazi!
Büyük hainlerden biri de Yakup Çelebi’dir (!). Osmanlı Padişahlarından I. Murat’ın oğlu, Orhan Gazi’nin torunu idi Yakup Çelebi. Osmanlı tarihinin en şanssız şehzadelerinden biri olarak kayıtlara geçti. Yakup Çelebi adı gibi çelebi bir insandı. Her hangi bir şekilde babasının yerine tahta geçen Yıldırım Beyazıt’a ihanet ederek yerine geçmek gibi bir niyet ve düşüncesi yoktu. Hakkında yazılanlar böyle dediğine göre neden ortadan kaldırıldı? Sultan Yıldırım Beyazıt, Padişah olmadan yani tahta geçmeden önce Karesi (Balıkesir) Beyliği yapmış, savaşçı olarak Karaman ve Kosova seferlerine katılmıştı. Ama vehimliydi, ihtiras ve yarınından korkma duygusunun altında ezilme nedeni ile huzursuzluk çekiyor ve rahatlamak için kararını veriyordu: Kardeşi Yakup Çelebiyi ortadan kaldırtacaktı!  Bu karar üzere kardeşi Yakup Çelebiyi ordugâha çağırarak, sorgu sual etmeden cellâtlara boğdurtarak vehim ve korkusunu üzerinden atıyordu. Ordu Kosova Seferindeyken sırf saltanat endişesi yüzünden boğularak öldürülen yani katledilen ilk şehzade oluyordu Yakup Çelebi (1389). Sonraki yıllarda da Fatih Sultan Mehmet kardeş katlini yasalaştırıyordu! Eeeeee Osmanlı Devletinin bekası söz konusu olunca değil kardeş, evlat katline de “Evet” denir!
Osmanlı tarihinde Arnavut kökenli Sadrazamların ayrı bir yeri vardır. Neden Sadrazamlık için ilk akla gelenlerdendir Arnavut Paşalar? Henüz cevabı verilmediyse de Sultana itaat da kusur etmediklerinden tercih edildikleri söylenegelir. Ama yine bilinir ki boynu vurulan, boğdurulan ya da değişik şekilde öldürülen sadrazamların büyük çoğunluğu Arnavut sadrazamlardır. Bu sadrazamlardan biri de Arabacı Ali Paşa’dır. Ohrili olan Ali Paşa medresede yetişmiş bir süre de imamlık yapmıştı. Ne zaman ve ne yaptı da Sultan II. Ahmet ona Paşalık verdi ve Sadrazamlık teklif etti bilinmiyor! Sadrazam Fazıl Mustafa Paşa savaşta şehit düşünce ona vekâlet eden Arabacı Ali Paşa, Padişah II. Ahmet tarafından sadrazamlığa getirildi. Savaştan korkan Arabacı Ali Paşa, sefere gitmemek için elli dereden su getiren bir Paşa idi. Hazırlanma bahanesiyle işi yokuşa sürüyor, karşı çıkanları, hoşlanmadığı insanları da at arabasına bindirip sürgüne gönderdiği için adı “Arabacı” ya çıkıyordu. Üstelik doymak bilmiyordu. Sürgüne gönderdiği kişilerin malına, parasına el koyarak zimmetine geçiriyor, Karun gibi zengin oluyordu. Bütün bu yaptıkları ile de halkın dikkatini ve kinini üzerine topluyordu. Hakkında şikâyetler çoğaldıkça çoğalıyordu. “Kadı” ve “Hoca” lakapları ile de anılan Ali Paşa’ya Arabacı lakabı çok yakışmıştı. Son marifeti de Kızlar Ağası için Saraya bir araba göndermesi oldu. Arabaya bindirilenin kim olursa olsun sürgüne gideceğini bilen Sultan II. Ahmet hiddetlenerek, gelen arabaya Sadrazamı Arnavut Ali Paşa’yı bindirerek sürgüne gönderdi. Böyle Ali Paşa’nın  adına bir de “Arabacı” lâkabı eklendi. Arabacı Ali Paşa’ya Rodos sürgünü de yaramadı, fitne çıkardığı, fesatça işler yaptığı söylentileri üzerine orada katledilerek ortadan kaldırıldı.
Yazan İbrahim Balcı

..

Osmanlıdan Günümüze HAİNLER- 8






Osmanlıdan Günümüze HAİNLER- 8




İhanet yafta gibidir. Birinin boynuna asıldığında orada kalır. Hem de indirilene kadar! Yafta indirilse de ihanet bir isim hatta kötü bir unvan, hepsinden gayri bir leke olarak üzerinde kalır. O lekenin temizlenmesi de mümkün değildir. Hani derler ya “çamur at izi kalsın”, işte öyle bir şeydir. Yapılan ihanetin ileride etkisiz bir masum eylem olduğu kanıtlansa bile balçık çamuru gibi yapıştığı için iz kalır. İhaneti yapan da hain olarak belgelenir. Bir de ihanete ihanetle karşılık verilmesi vardır. Osmanlı tarihi böyle olaylarla doludur. İşte bunlardan sadece biri:
Karagöz Mehmet Paşa hırslı, yükselmeye müthiş hevesli, çıkarını her şeyden üstün tutan biriydi. En yakın arkadaşlarından biri olan Halıcıoğlu lâkaplı Mehmet Paşa İstanbul Defterdarıydı. Bu defterdar çalışmalarında ağır kalıyor, beklenen disiplini sağlayamıyor, yeniçerilere de menfaat sağlamadığından gözden düşüyordu. Padişah IV. Murat tarafından görevden alınması düşünüldüğünde, en yakın arkadaşı Karagöz Mehmet Paşa sahne alıyor ve ihanetin en sunturlusunu yapıyordu. IV. Murat’a, Defterdar’ın ayaklanan Yeniçerilere teslimini salık veriyor, Padişah’ta görevden aldığı defterdar Halıcıoğlu Mehmet Paşayı ayaklanmacılara teslim ediyordu. Ayaklanan yeniçeriler de Defterdar Halıcıoğlu Mehmet Paşayı Çınar ağacına asarak idam ediyordu. Arkadaşına ihanet eden Karagöz Mehmet Paşa da İstanbul Defterdarı olarak göreve başlıyordu. Ne var ki çark dönmekte devam ediyordu. Padişah IV. Murat affı olmayan bir Padişah’tı. Her ne yanlışlık gördü ise gördü ve Defterdar Karagöz Mehmet Paşa’yı görevden alarak Yedikule Zindanına gönderdi. Sadece beş gün görevde kalan Karagöz Mehmet Paşa, ihanet ettiği arkadaşının hışmına uğruyor ve boynu vurularak idam ediliyordu.
Şehzade Küçük Mustafa
Şehzade Küçük Mustafa



Osmanlı Sultanlarının en büyük arzusu Bizans’a savaş açmak ve İstanbul’u feth etmekti. Sultan II. Murat bütün hazırlıklarını yapmış İstanbul’u kuşatmaya gitmişti. Ama sorunlar çıktı.  Hamiteli Sancak Beyi olan Fatih Sultan Mehmet’in on üç yaşındaki oğlu Şehzade Küçük Mustafa, babasının ölümü üzerine öldürülmek korkusu ile Karamanoğlu Beyliğine sığındı. Durumu öğrenen Bizans İmparatoru araya adamlar sokarak Küçük Şehzadeyi tahrik ettiler.  Şehzade, Karamanoğlu Beyliği,  Turgutlu Türkmenleri ve Dulkadiroğullarından da destek alınca Anadolu’da saltanat iddiasına kalktı. Şehzade Küçük Mustafa bu hareketi ile babasının vasiyetine de karşı hareket ediyordu.  Durmadı Şehzade Küçük Mustafa ordusu ile Bursa üzerine yürüdü. Ancak Bursalılar tarafından hoş karşılanmadı. Durumu öğrenen II. Murat İstanbul kuşatmasını kaldırıp Bursa’ya dönerken Şehzade Küçük Mustafa’da İznik üzerine yürüdü ve bir buçuk aya yakın İznik’i kuşatma altına tuttuktan sonra işgal ederek Beyliğini ilan etti. Şehzadenin yaptığı bu hareket ülkeyi bölecek durumu yarattı. Sultan II. Murat buna müsaade edemezdi. Şehzade’nin üzerine yürüdü. Şehzadenin ordusundan bazı bey ve kumandanlar, el altından yaptıkları temaslar sonucu Şehzadeyi terk edip II. Murat tarafına geçtiler.  Sultan II. Murat ordusu ile İznik üzerine giderek Şehzade Küçük Mustafa’yı yakalattırdı ve boğdurarak ortadan kaldırttı. Ülke bölünmekten kurtuldu ama yaşı küçük olmasına karşın ihanet eden Şehzade ihanetinin karşılığını buldu ve hain olarak boğularak öldürüldü.
emanuelkarasuefendiEmanuel Karasu Efendi, bir diğer ismi ile Emanuel Karaso yaman bir Osmanlı siyasetçisidir. Her dalda çiçek oldu, her yolda yaya yürümeyi bildi ve yükseldikçe yükseldi. Selanik’te 1862 yılında doğdu. Hukuk okudu, avukat oldu. Siyasete atıldı ve İttihat Terakki Cemiyetine girdi. Selanik’teki Risoto Mason Locasına girdi ve Üstad-ı Azamlığa kadar yükseldi. Mason olmakla kalmadı. İttihat Terakki Cemiyetinin ileri gelenlerini de Mason yaparak, Osmanlı siyasetini masonik faaliyetlerin içine çekti. Başta Talat Paşa olmak üzere anlı şanlı Terakki Cemiyeti büyükleri mason olarak Osmanlıya hükmettiler. İttihat Terakki’nin Müslüman olmayan tek üyesi Emanuel Karasu Efendiydi bu bile ne denli becerikli bir Mason olduğunu gösteriyordu. Önceleri Sultan II. Abdülhamit yanlısıydı ama işler karışınca ani bir dönüşle diğer cepheye geçti ve Abdülhamit’in hallini bildiren heyette yer aldı.  Karasu Efendi II. Meşrutiyet sonrasında önce Selanik daha sonra da İstanbul Milletvekili oldu. I. Dünya Savaşı sırasında İaşe Müfettişliği görevini yaparken, orduyu ve halkı düşünecek yerde cebini  düşündü ve çok büyük servetin sahibi oldu. Tarih Emanuel Karasu Efendi için şöyle der “Para dışında hemen her şeye ihanet etmiştir…”. Birinci Cihan Savaşı sırasında yaptığı servetin elinden alınacağı ve öldürüleceği korkusu ile İtalya’ya kaçtı, Trieste’ye yerleşti ve burada da 1934 öldü. Cenazesi Türkiye’ye getirilerek Arnavutköly’deki Musevi Meşatlığına defnedildi. Emanuel Efendinin büyük ihaneti servetinden ziyade Masonluğun Türkiye’de yaygınlaşmasına neden olmasıydı. Öyle ya masonlar nerde darbe yemiş ki Türkiye’de de yesin!
İsmail Canpolat Bey
İsmail Canpolat Bey



İşte ihanetle suçlanan ve yaşamı darağacında sonlanan bir büyük yürek! İsmail Canbolat İttihat Terakki Cemiyetinin en önemli silâhşörlerinden biriydi. İstanbul’a dünyaya geldi (1880). Harbiye’yi bitirdikten sonra Osmanlı Hürriyet Cemiyeti kurucuları arasında yer aldı. Bilahare Cemiyetin ismi İttihat ve Terakki Cemiyeti olarak değiştirildi. Müthiş zeki, cüretkâr, atak ve korkusuz olan İsmail Canbolat Cemiyet’in vurucu gücü olarak görev almaktan çekinmedi ve Sultan II. Abdülhamit’in yandaşlarından Albay’ı Nazım’ı öldürerek ortadan kaldırdı. Bununla yetinmedi, kendisini tutuklamak isteyen polis memurunu da vurarak öldürdü. II. Meşrutiyet ilân edilince askerlikten ayrılarak siyasete atıldı.  1914 de İstanbul Polis Müdürü, 1915 de İstanbul Valisi, 1916 yılında da İstanbul Belediye Başkanı (Şehremini) oldu. 1918 de Talat Paşa’nın Osmanlı Kabinesinde Dâhiliye Nazırı olarak görev yaptıktan sonra aynı yıl içinde 1918 de ise İsveç Büyükelçiliğine gönderildi. İttihat Terakki Cemiyeti kendisini feshettiğinde yerine kurulan Teceddüt Fırkası’nın kurucuları arasında yer aldı ama devam etmeyip istifa ederek ayrıldı. 1919 yılında İşgalci İngilizler tarafından tutuklanarak Malta’ya sürgün edildi. 1921 de serbest bırakılarak yurda döndü ve Ankara’ya gitti. 1923 de İstanbul milletvekili seçildi.  Milletvekilliği sırasında Mustafa Kemal paralelinde yer aldı ama zamanla değişti ve karşısına geçerek tam tersi bir tutum izledi.  Genç Türkiye Cumhuriyeti huzurlu bir dönemle, kalkınma hamlelerini ve devrimlerini gerçekleştirme mücadelesi verirken, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal’e karşı İzmir’de bir suikast düzenlendi. Suikast gerçekleşmeden önlendi ve suçlular yargılanarak cezalandırıldılar. Suçlular içinde yer alan İsmail Canbolat İzmir İstiklal Mahkemesinde yargılanarak suçlu bulundu ve 1926 da İzmir’de idam edildi.
+  +  +

Okurların duyarlı olması açıklama yapmamı gerektirdi. Bu nedenle bazı hususların bilinmesini isterim.
“Hainler” ismi altındaki dizi yazısı bana aittir. Tarafımdan yazılmaktadır. Ancak elbette ki altı-yedi yüz yıllık tarih içindeki olaylar ben yapmış ve yazmış değilim. Olayların kahramanları zamanın tarihçileri ve görevliler tarafından saptanıp kayda geçmiş günümüze kadar ulaşmıştır.  Elbette ki olayların tespiti, uzun yıllar araştırmacılar tarafından başta Osmanlı Arşivi olmak üzere pek çok arşiv taranarak yapılmıştır.
Tarihi kayıtlar incelenerek olaylar gün ışığına çıkarılmış ve tarihçiler, araştırmacılar ve yazarlar tarafından makale, kitap ve sair şekilde metin haline getirilerek okurlara sunulmuştur.  Tabii ki yazılanlardan bende yararlandım. Dolasıyla bu dizi yazı meydana geldi.  Okuyup incelediğim ansiklopedi, kitap, makale ve dizi yazı sayısı yüzleri geçer. Ancak bir kısmını belirtmekle yetineceğim. İşte yararlandığım bazı kaynaklar.
KAYNAK
1- İslam Ansiklopedisi
2- Büyük Osmanlı Tarihi (Ord. Prof. İsmail  Hakkı Uzunçarşılı)
3- Büyük Osmanlı Tarihi (Ord. Prof. Dr. Enver Ziya Karal)
4- Padişah Anaları (Kemal Meram)
5- Osmanlı’da İkinci Adam Saltanatı Sadrazamlar (Nazım Tekdal)
6- Ünlü Türk Hainleri ( Erdoğan Tokmanoğlu)
7- Bilinmeyen Osmanlı (Prof. Dr. Ahmed Akgündüz ve Doç. Dr. Said Öztürk)
8- Osmanlı Tarihi (Lord Kinros)
9- Sorularla Osmanlı İmparatorluğu C. I-II (Erhan Afyoncu)
10- Bu Mülkün Sultanları (Necdet Sakaoğlu)
11- Meydan Larousse
12- Siyaset Kavgalarında Kan ve Şehit Edebiyatı (Çetin Altan)
13- Hürriyet Tarih Dergisi (Murat Bardakçı)
14- İstanbul Ansiklopedisi
15- Ayakta Dinlenecek Liste (Makale, Murat Bardakçı)
16- Hırsız Sadrazamı Önce İşkence ile Konuşturur, Sonra Cellata veriyorduk (Makale, Murat     Bardakçı)
17- Bekir Ağabey! Şehzadelerin Kafalarını Kesmez, Yağlı İlmikle Yahut Kuşakla Boğardık                       (Makale, Murat Bardakçı)
18- Padişah Katil mi (Makale, Mehmet Kemal)
19- Siyasette Kadın Parmağı (Makale, İlker Sarıer)
20- Ecdat Tartışması (Makale, Sözcü)
21-  Osman Gazi’den Mustafa Kemal’e (Mehmet Tansu Akerman)
22- Kabakçı Mustafa (Ahmet Refik Altınay)
23- Aşık Paşa Zade Tarihi
24- İmparatorluğun En Uzun Yüz Yılı (İlter Ortaylı)
25- Paşalar Şehri İstanbul (Mithat Sertoğlu)
26- Babiali Sadrazamları (Nazır Şentürk)
27- Osmanlı’da Karşı Düşünce ve İdam E dilenler (Rıza Zelyut)
28- Atatürk İhtilali (Prof. D. E. Mahmut Bozkurt)
29- Tarihin Korkunç Yüzü: Öldürülmüş Şahzadeler ve Devrilmiş Padişahlar (Makale, Çetin         Altan)
Yazan İbrahim Balcı
http://www.sariyertimes.com/hainler-8-ibrahim-balci/


..

Osmanlıdan Günümüze HAİNLER- 9



                               Osmanlıdan Günümüze HAİNLER- 9




Hain, haindir. İhanetini yaparken sen ben dinlemez. Onun kafasında ve kalbinde hainlik sorun değil çözümdür. Haklı haksız, vuracak, kıracak ve istediğini yapacak. Yaptıkları ihanet de olsa, o kendisini başarılı bulur ve karşılığını bekler. Yani bu tür kişiler ihanetlerini bilerek yaparlar ama hain olduklarını, hatta ihanet ettiklerini kabullenemezler. Çünkü o kime hizmet ediyorsa, en iyi şekilde yapmak için en kötü şeyi yapar. Yaptığı çok önemli ve affedilemez bir ihanet de olsa başarılı olduğunu sanır. İşte yaptığı her ihaneti iyi niyetle yaptığını zanneden bir Hırvat devşirmesi Kuyucu Murat Paşa!
Genç yaşta devşirildi ve Saray’a alındı. Harem-i Hümayunda yetiştirildi. Erişkin yaşa gelip devlet işlerinde deneyim sahibi olunca Vali Kethüdası olarak Yemen’e gönderildi ve uzun bir sure burada kaldı (1560-1566). Mahmut Paşa öldürüldükten sonra Yemen Valiliğine getirildi.  Burada hem görev yaptı ve hem de aleyhindeki söylentilere rağmen büyük servet biriktirdi. Servetini yaparken Yemen halkına kan kusturduğu için halkın şikâyeti Padişah’a ulaşınca görevinden alındı ve İstanbul’a çağrıldı. Murat Paşa İstanbul’a gelince bütün serveti elinden alındı ve Yedikule zindanına atıldı (1580). Zaman hızla ilerledi ve tekrar göze giren Murat Paşa Karaman Beylerbeyi oldu. Safevilerle savaş için Tebriz’e gitti (1585). Safevilerle savaşırken, atı ile birlikte bir kuyuya düştü ve kaçamayınca da esir edildi. Yapılan sulh antlaşması ile kurtularak İstanbul’a döndü (1590). Atı ile kuyuya düşmesi nedeni ile artık ismi “Kuyucu Murat Paşa” dır. Kuyucu Murat Paşa’nın şansı açılmıştı. Dev adımlarla ilerliyordu. Kıbrıs ve Şam Beylerbeyliği
kuyucu_s_78954
Kuyucu Murat Paşa
Yaptıktan sonra Diyarbakır Valiliğine gönderildi.Akabinde Avusturya seferine çıktı (1599). Haçovamuharebelerinde başarı gösterince itibarı daha da arttı veRumeli Beylerbeyliği ve Budin Muhafızlığına atandı (1603). Avrupa’dan dönüldükten sonra Anadolu’daki ayaklanmalar başladı. Celali isyanları imparatorluğuzorluyordu. Sultan I. Ahmet çareler düşünürkenŞeyhülislam Sunullah Efendi’nin önerisi ile Kurucu Murat Paşa’ya sadrazamlık mührünü gönderdi. Sadrazam olan Kuyucu Murat Paşa İstanbul’a dönerek göreve başladı.17 yaşında çok genç bir Padişah ve 80 yaşlarında birsadrazam! Anadolu’da asayiş berbattı. Hemen her yerde isyan hareketleri görülüyordu.İsyancıların amacı, devleti devşirmelerin ve dönmelerinden elinden kurtarmaktı. Anadolu halkı kendi devletinde söz sahibi olmak istiyordu. İsyancıların sayısı her geçen gün çoğalıyor, askerler de onlara iltihak ediyordu. Bunun da nedeni, devşirme ve dönme paşaların askerlere çok eziyet etmeleriydi. Peki, isyancıların üzerine gönderilen kimdi: Kuyucu Murat Paşa! Bu da bir devşirme idi. Bu devşirme Paşa isyancıları tepelemek için İstanbul’dan hareket etti (15.6.1607). Paşa en güçlü silahlarını yanına almıştı. Bunlar acımasızlığı ve vicdansızlığı idi! Paşa bu seferi sırasında isyancıların bir kısmını çeşitli vaatlerle elde etti. İsyancılara gerçek darbeyi vurmak için Konya’ya giderken yüzlerce insanı idam ettirdi. Konya’da isyancı kalmamıştı. İsyancılardan Saraç-zade Ahmet Bey, Konya naibini hançerle öldürmüş, Deli Ahmet Paşa’nın sarayını yıkmış, karışıklık sırasında bin kişiyi öldürmüştü. Bu kadar hain bir adam gözden çıkarılamazdı. Yanına çağırarak “Seni Konya’da alıkoymak isterim, ben Canbolatoğlu’ndan intikam alıp dönünceye kadar şehri bir güzel muhafaza et. Lâkin imdat lazım olursa, ne kadar asker toplayabilirsin?” diye sordu. Ahmet Bey,   hemen yanıt verdi “30 bin kişi toplarım”. İşte ne oldu ise Saraç-zade Ahmet Beyin bu sözü ile oldu ve Kuyucu Murat Paşa “bir çırpıda 30 bin kişi toplayabilen adamı arkamda bırakıp gidemem. Ben gittikten sonra Konya’yı işgal eder, kaleye kapanırsa, hal neye varır” düşüncesi ile harekete geçti ve derhal Saraç-zade Ahmet Beyikuyuya attırarak öldürttü. Yaşlı sadrazam durmak bilmiyordu. Adana ve Silifke’yi işgal eden asilerden Çemşit ve Muslu Çavuş’u da ortadan kaldırttı. Maraş’a gidip, Beylerbeyi’ne ait 40 bin askeri alarak Canbolutoğlu ile savaşmaya gitti. Kuyucu burada da galip geldi.Canbolatoğlu kaçıp İstanbul’a gitti ve Padişaha sığındı.  Kuyucu Murat Paşa için sanki son yoktu. Bayburt’a geçti ve kan dökmeye burada da devam etti. Suçlu, suçsuz ayırt etmeden binlerce insanın başını keserek öldürttü ve kesik başları dağlar gibi üst üste yığdırarak seyretti.  Kuyucu Murat Paşa Anadolu’nun çeşitli yerlerinde Celalileri temizlerken kendisi Celaliliğe başlayıp soyguna ve haraç almaya devam edince İstanbul’a çağırıldı (18.12.1609).  Kurnaz paşa yine göze girmeyi ve görev almayı bildi. Celali isyanlarından geride kalan isyancı büyüklere pusu kurmaya devam etti ve onları da temizledi. Yusuf Paşa’ya Ferman göndererek affettiğini söyledi. İnanan Yusuf Paşa Üsküdar’a gelir gelmez öldürülerek ortadan kaldırıldı.  Kuyucu Murat Paşa, Anadolu’da ki Celali isyanlarını bastırırken acımasızlığı ve vicdansızlığı ile haklı haksız, suçlu suçsuz binlerce insanı öldürterek kuyulara attıAnadolu’yu isyanlardan temizledi ama Celalilere su verenleri, yemek verenleri, hatta selam verenleri bile öldürterek en büyük kanlı katil olarak tarihe geçti. Huzuru getireceğim diye her şeyi yaptı. Haraç almak, hediye kabul etmek Kuyucu Murat Paşa için adettendi. Hele adam öldürme o sanki onun için ilahi bir görevdi. Bir gün otağın önünde otururken, bir süvarinin küçük bir çocuğu getirdiğini gördü. Çocuğu yanına getirtti. Çocuğa kimin çocuğu olduğunu sormuş, çocuk bir çalgıcının demiş! Vay anam sen misin çalgıcı çocuğu “Çalgıcı Celalileri çalgı çalıp şevke getirir” diyerek çocuğun öldürülmesini emreder. Etrafındaki adamlardan hiç biri çocuğu öldürmeye yanaşmayınca Kuyucu Murat Paşa sinirlenip öfke ile yerinden kalkarak çocuğu elleri ile boğarak kuyuya atar.  Kuyucu Murat Paşa acımasızlığı ile ün salmış bir paşadır. Acımasız olduğu içindir ki bir söyleme göre yüz bin Türk’ü öldürüp kuyulara attığı söylenir. Ama işin aslı öldürdüğü binlerce Celali’yi kuyu attırdığı için bu ismi aldığıdır. Binlerce insanı öldürterek imparatorluğun nizamını sağlayan Kuyucu Murat Paşa nedense hainlerden olmuyordu. Üstelik tarih Kuyucu Murat Paşa’yı “Devamlı kuran okur, oruç tutar, Nakşibendi tarikatına bağlı dindar bir adam” olarak kaydeder. İşin tuhafı da bu zaten! Kuyucu Murat Paşa Diyarbakır’da öldü (5.8.1611( ve tüm serveti hazineye devredildi.
7378_Yunus_Pasa          Devşirme sadrazamlardan biri de Yunus Paşa’dır. Yunus Paşa da boynunu vurulmaktan kurtaramadı. Yunus Paşa Yeniçeri ocağında yetişti. Başarıları dikkate alınarak Yeniçeri Ağası, bilahare Anadolu sonra daRumeli Beylerbeyi oldu. Beylerbeyi olduktan sonra adı duyulan, korku salan, sözü dinlenilen bir kişi olarak nam saldı. Ridaniye muharebesi sırasında şehit olan Hadım Sinan Paşa’nın yerine sadrazamlığa getirildi (22.1.1517). Ayrıca Mısır Valiliği de uhdesine verildi. Ama her zaman işler istenildiği gibi gitmiyor. Bu görevinden azledilince dönüş yaptı ve Padişah Yavuz Sultan Selim’in hakkında ileri geri konuşmaya başladı. Aklı bir türlü Mısır Valiliğinden alınışına yatmadı. Oysa gizli gizli İran Şahı Şah İsmail’le görüştüğü tespit edilmişti. Bu nedenle görevinden azledilmiş ve yerine Kölemen Hayri Bey atanmıştı.  Bu olay Yunus Paşa’yı Padişah’ın aleyhine konuşmaya sevk etti. Padişah için “Ordunun yarısı kum çöllerini gördükten sonra fethedilen Mısır’ın bir Kölemen’e verileceğini kullarınız bilselerdi peşinize takılıp gelmezlerdi!” deyince kızılca kıyamet koptu ve Yunus Paşa, Padişah Yavuz Sultan Selim’in fermanı ile boynu vurularak idam edildi. Eeeee Koskoca Padişah’ın, hem de Yavuz Sultan Selim Han’ın aleyhinde konuşursan olacağı bundan başka bir şey olmazdı. Çünkü Yunus Paşa’nın Sultan’a karşı söylediği sözler ihanet sebebiydi cezasını da başı ile ödedi.
Hadım Hasan Paşa’nın ölümü de rüşvetten oldu. Devşirme olan Hadım Hasan Paşa dev adımlarla yükseldi. Mısır valiliğine atandı. Mısır zengin bir memleket! Para pul her ne aranırsa bulunan bir yer. Vali Hasan Paşa memuriyetleri satışa çıkarmış kim fazla para veriyorsa onu memur yapıyordu. Dedikodular ayyuka çıkmıştı. Mısır Valiliğinden azledilmesi gerekiyordu ama kim yapacaktı. Aldığı rüşvetin büyük kısmını hediye olarak Sultan III. Murat’ın annesi Nurbanu Sultana gönderiyordu. Paşanın azli konusu gündeme gelince Nurbanu Sultan devreye giriyor Hadım Hasan Paşa’yı affettiriyordu.  Bu büyük beceri idi ve bu beceri sayesindedir ki Valide Sultana bolca rüşvet vererek 1597 de dördüncü vezirliğearkadan da Sadrazamlığa yükseltiliyordu. Sadrazam Hadım Hasan Paşa 5 ay altı gün kaldığı sadrazamlığı sırasında ne rüşvet almaktan doyuyor ve ne de Valide Sultanı doyurabiliyordu. Memuriyetleri adeta açık arttırmaya çıkarmış, satıyor aldığı parayı da Valide Sultan’la paylaşıyordu. Bu d urum nereye kadar gidecekti? İşte bunu hiç düşünmedi. Nihayet dedikodular ayyuka çıkınca, kendini kurtarabilmek için suçunu Valide Sultan’a yüklemeye kalkınca sadrazamlıktan azledildi ve 14. 4. 1589 da hapsedildiği Yedikule Zindanında boğduruldu.
           
Mere Hüseyin Paşa
Mere Hüseyin Paşa
Mere Hüseyin Paşa Arnavut kökenli bir Osmanlı devlet adamıdır. Başarı merdivenlerini koşar adım çıkanlardan biriydi.  Satırcı Mehmet Paşa’nın aşçıbaşısı iken göze girdi. Paşa adeta aşçıbaşısının önüne altından bir merdiven koydu ve basamakları koşar adım çıkmasına vesile oldu. Kapıkulu SüvarisiDivan-ı Hümayün Çavuşu, Koyun Emini olduktan sonra, Kapıcıbaşı olduSonra da Mısır Valiliği! Valiliği sırasında hem devlete ve hem de kendisine vergi topladı. Daha ileri düzede görev alabilmek için hazinesini bol bol kullanmayı bildi ve kısa sürede Sadrazamlığa yükseldi. En büyük özelliği, belgelerdeki kayıtlara göre  rüşvet almaktı. Doymasını bilmedi. Bu yüzden onlarca kişinin malını canını aldı. Öldürülmesini istediği kişiler için görevlilere  “Alın, götürün” anlamına gelen Arnavutça “Mere” diye seslendiği için Mere lakabını aldı. Mere Hüseyin Paşa birçok masumun kanı, malı, cani pahasına kesesini doldurdukça doldurdu. Nihayet görevinden azledildi. Ama yılmadı ve sipahileri tahrik ederek ikinci kez sadrazamlığa geldi. Bu gelişinde de vicdansızlığı, acımasızlığı devam etti. Bir Beylerbeyini dayak attırarak öldürttü. Bir kadıya öldüresiye dayak attırdı.  Bolca parayı rüşvet vererek Yeniçerileri arkasına aldı. Azli için uğraşanlardan pek çoğunun canını aldı. Yeniçeri ve askerleri birbirine düşürdü. Mere Hüseyin Paşa sadrazam olarak almış başını gidiyordu. Ulemadan pek çoğunu sürgün edip, bir kısmını öldürülmesi gerginliği iyice arttırdı. Sonunda Sipahiler ile Yeniçeriler anlaşarak Hüseyin Paşa’nın azledilmesini sağladılar (30.8.1623). Azledilmek demek, bir anlamda ölmek demekti. Can derdine düştü, on bir ay kaçtı, değişik yerlerde saklandı fakat canını kurtaramadı ve IV. Murat Padişah olunca, verdiği fermanla katledildi.
Yazan İbrahim Balcı

.

▶ Oktay Sinanoğlu,Türkiye'nin GELECEĞİ - ,







 Oktay Sinanoğlu,Türkiye'nin GELECEĞİ 




 TEK PARÇA ,22 Mayıs 2013




https://www.youtube.com/watch?v=TZWgQnrwrh8



..


Osmanlıdan Günümüze HAİNLER- 10




 Osmanlıdan Günümüze HAİNLER- 10




İbrahim BALCI
İbrahim BALCI




Hainler bitmez. Dünya var oldukça hain de olacaktır ihanette! Hain ve ihanet birbirini tamamlayan terimlerdir. İhanet eden hain olur. Buna itiraz edilemez ama hain kim? Haini bulmak, hain olduğunu saptamak kolay değildir. Öyle ya! Bana göre hain olan bir başkasına göre hain değildir. Hatta kahramandır. Peki, buna karar verecek kimdir? Kimlerdir? Eğer, kendine karşı bir eylem yapıldığını sezenler ihanetle karşılaştığına inanırsa, bu eylemi yapan ve yapanlar haindir, hainlerdir…  Yapılan eylem, birilerine çıkar ve makam, çok iyi bir konum, hatta daha ileri gidelim iktidar sağlıyorsa o asla hain değil, kahramandır! Böyle durumlarda devreye tarih girer, tarihçiler girer, belgeler girer… Olaylar ve belgeler gözden geçirilir, değerlendirilir ve durum saptaması yapılarak kimin hain olduğu, kimin ihaneti yaptığı ortaya çıkar.
Kayıtlara göre hainleri yazmaya devam edeceğiz. Bakalım kimlerin ismi hain olarak kayda geçmiş. Günümüzde yazılanlar değerlendirildiğinde hain olup olmadıklarına bakacağız: Tarihten üç örnek verirsek, gerçek hainlerin nasıl olabileceklerini gözler önüne sereriz.  Örneğin; İslâm’ın son üç halifesi Hz. Ömer’i şehit eden Zerdüşt dinine mensup Ebu Lülü Firuz isimli bir köleydi. Hz. Osman’ı evinde Kur’an-ı Kerim okurken şehit edenler Mısır’dan gelen canilerdi. Hz. Ali ise Cami’den çıkarken Mülcemoğlu tarafından kılıçla başına vurulmak suretiyle şehit edilmişti.  Bu üç İslâm büyüğünü öldürenler sıradan insanlardı ama Hz. Hasan ile Hüseyin’i hatta Hz. Hüseyin’in aile efradını şehit ettiren sıradan insan değildi. Hz. Hasan’ı, eşi Cude zehirleyerek şehit etmiş, karşılığında Muaviye’den büyük paralar almıştı. Hz. Hüseyin’i şehit ettiren ise Yezit’ti.  Bu Yezit, Hz. Ali’den, birçok entrika çevirerek Halifeliği almış olan Muaviye’nin oğlu idi. Yezit, halifeliği babasından devralmış, onun halifeliğini kabul etmeyen Hüseyin’in şehit edilmesi emrini vermiş, bununla yetinmemiş Hz. Hüseyin’in aile efradını kundaktaki bebeklere kadar öldürterek tarihe dünyanın en hain kişilerinden biri olarak adını yazdırmıştır. İşte dört büyük olay ve dört büyük ihanet ve bir o kadar da hain!
Bu hainlere ve böylesi ihanetlere hiç itiraz yok… Ama diğerleri? Onlar ne kadar doğrudur? Okuyacağız ve karar vereceğiz.
Boşnak’tan devşirilen bir genç olarak Bostancı ocağında yetiştirildi. İyi bir asker olarak hayli başaralar kazandı. Ama her karışıklığın içine girmeyi ve karışıklıktan istifade etmeyi marifet saydığı için dikkat çekti. Saray’a damat olduğu için üzerine fazla gidilmedi. Karadeniz’de soygun ve çapulculuk yapan Lehistanlılara karşı vezaret payesi ile gönderildi. Deniz savaşında da büyük başarı kazandı. Ne var ki Kazak korsanları için durmak yoktu. İkinci defa Türk sahillerine saldırdılar. Kaptan-ı Derya olarak üzerlerine Topal Recep Paşa gönderildi. Kazak korsanlarına çok ağır darbe vurmayı başardı. 172 düşman gemisi esir alındı, bir kısmı batırıldı, ancak 30 kadar düşman gemisi kaçarak kurtuldu. Türk sahillerine musallat olan Kazaklara karşı kazanılan en önemli zaferlerden biri olarak tarihe geçti bu olay (1622).  Topal Recep Paşa bu başarılı seferden sonra güçlendikçe güçlendi. Güçlenmesi ile birlikte kendisini entrikaların içinde buldu.
Bağdat’ın alınamaması, Sadaretten Kaymakamlığa indirilen Gürcü Mehmet Paşa’nın akçe rayicini değiştirmesi, Bağdat’ı yardımsız bırakması nedeni ile sıkıştırılıyordu. Yeniçeriler, Sipahiler adeta ayaklanmış kellesini istiyorlardı. Recep Paşa boş durur mu? Kazanı kaynatan adam olarak yapacağını yaptı ve Gürcü Mehmet Paşa’nın ak saçlı başı vurulmak suretiyle gövdesinden koparıldı. Bu olaydan sonda Topal Recep Paşa Sadaret Kaymakamlığına getirildi. Fakat elbette ki burada fazla kalmayacaktı. Zira IV. Murat olayları yakından takip ediyor ve esas suçlunun Sipahi ve Yeniçerileri kışkırtanın Topal Recep Paşa olduğunu biliyordu. Padişahı, Yeniçerilere karşı aşağılarken olan oluyor ve Divan’a çıkan Topal Recep Paşa’ya, Padişah IV. Murat gürlüyordu: “Gel berü, bre Topal zorba başı!” Emir demiri keser bunu bilen Topal Recep Paşa birkaç adım ilerleyince Padişah konuşmaya devam etti “Bre kâfir abdest al!”. Recep Paşa sanki başına geleceğini biliyormuş gibi hazırlıklı gelmiş olacak ki yanıtı şöyle oldu; “Abdestlüyümdür Hünkârım!” Son emir Sultan IV. Murat’tan geldi “Tiz kesin şu hainin başını”… Üzerine çullandı bosbtancı başı, üzer ine çullandı bostancılar ve Topol Recep Paşa’nın kafasını huzurda kesip, kesik başı Sarayı Hümayun kapısı önünde teşhir edildi.
335561-3-4-97814Mustafa Sabri Efendi Tokatlı olup tartışmasız olarak Türk hainlerinin en önde gelenlerinden biridir. 1889çda Tokat’da doğdu. Tokat’ta doğduğu için “Tokatlı” lakabı ile anılır. Tokatlı Mustafa Efendi Fatih Camiinde ders vermeye başladı (1889). 1889-1913 yılları arasında huzur derslerine muhatap olarak iştirak etti. İkinci Meşrutiyet ilan olduktan sonra İttihat Terakki Fırkasına katıldı ve Milletvekili seçildi. Kısa bir süre sonra İttihat Terakki Fırkasından ayrılıp Ahali Fırkası kurucuları arasında yer aldı.  Bu partiden de ayrılıp Hürriyet ve İtilaf Fırkasını kurdu. Bu sırada Mahmut Celalettin Paşa’nın öldürülmesinden ürkerek, sorumluluğu olması ve bu yüzden cezalandırılacağı korkusu ile yurt d ışına kaçtı. Mütareke yapıldıktan sonra tekrar Türkiye’ye geldi ve Sait Molla ile birlikte İngiliz Muhipler Cemiyetinde yer alarak Türkiye’nin İngiliz mandası altına girmesini savundu. Yeniden kurulun Hürriyet ve İtilaf Fırkasının kurucularından biri oldu. Ancak Fırka Bakanı Miralay Sadık Bey ile anlaşamayınca o partiden de ayrıldı Mutedili Hürriyet Fırkası’nı kurdu (1919). Zikzaklı hayatı devam ediyordu ve burada da duramıyor tekrar Hürriyet İtilaf Fırkasına geçiyordu. Her daim gündemde kalmayı bildi ve bir süre partinin yayın organı olan Beyan-ül Hak Dergisinin baş yazarlığını yaptı. Damat Ferit ikinci ve üçüncü kabinesinde Şeyhülislam olarak görev yaptı. Milli Mücadeleyi başlatan Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının yakalanarak öldürülmeleri için Padişah Vahdettin tarafından imzalanan fetvayı Dürrizade Abdullah Efendi imzaladı ama Fetvayı Mustafa Sabri Efendi yazdı. Fetvada şöyle yazıyordu: “Padişahın aksi emrine rağmen milliyetçilerin öldürülmeleri caiz olmakla kalmayıp hatta her Müsliman’ın dini görevidir. Bu uğurda ölenler şahit kalanlar gazidir”. Bu fetvayı yazan kişi kendi ihanetinin belgesini de hazırlamış demektir. Mustafa Sabri Efendi Milli Mücadelenin başarılı olmasına üzüldü ve Mudanya Antlaşmasının imzalanması üzerine,  oğlu İbrahim Sabri ile birlikte İngiliz Yüksek Komiserliğine sığınarak işbirlikçilerden biri olduğunu gösterdi ve yurtdışına kaçarak Yunanistan’a sığındı. Yunanistan’da da rahat durmadı Milli Mücadele ve Mustafa Kemal aleyhinde mücadelesine devam etti. Nihayet 150’likler listesine alındı. Kahire’ye gidip yerleşti. 1927 de vatandaşlıktan çıkarıldı. 1939 de 150’liklere af çıkmasına rağmen yurda dönemedi ve 1954 de Kahire’de öldü.
Tokatlı Mustafa Sabri Efendi’nin yaptıklarını o günden bu yana devam eden Osmanlı ve hilafet yanlıları haklı bulmaktadır. Onlara göre Tokatlı Mustafa Sabri hain değil kahramandır. Çünkü Mustafa Kemal, Sultan Vahdettin’in verdiği emrin dışına çıkmış ve Milli Mücadeleyi başlatmıştır. Milli Mücadeleyi başlatmakla da haksızlık yapmıştır. Böylesine büyük haksızlık yapanlarında cezalandırılması gerekmektedir. Sultan Vahdettin fetva yazılsın emri vermiş, Mustafa Sabri Efendi fetvayı kaleme almış. Bu fetva ile de  Mustafa Kemal’in foyasını meydana çıkardığını iddia etmekte ve yazmaktadırlar. Pes değil mi?
Sürmeli Ali Paşa’ya boşuna sürmeli dememişler. Güzel gözükmek için o günün koşullarına göre demek ki çok iyi makyaj yapıyormuş. Devamlı gözlerine sürme çektiğinden de “Sürmeli” lakabını alıyordu. Başarı basamaklarını koşar adım çıkarak Sadrazam oldu. Ne var ki Sadrazamlığı sırasında sık sık yeniçeri ayaklanmaları ve huzursuzluklar oldu. Bunları önleyemediği için de görevinden azledildi. Asayişte başarılı olamamış ama nakit işlerinde hiç çaktırmadan büyük mal varlığı edinmişti.  Yapılan incelemeler sonucunda çok büyük rüşvetler aldığı anlaşılmıştı. Ayrıca hazineye de hatırı sayılır borcu olduğu görülmüştü. Bütün inceleme ve araştırmalar sonucunda tüm servetinin hazineye olan borcunu karşılayamayacağı anlaşılmıştı. Durum tespiti yapıldıktan sonra ceza olarak sürgüne gönderildi ama yerine ulaşmadan geri çağırıldı ve idam edildi.
Kanuni Sultan Süleyman zamanının en güçlü Baş Defterdarlarından biriydi. Adeta İmparatorluğun başkentini tek başına dilediği gibi idare ediyordu. Görünüşü itibari ile çok ciddi bir kişiydi. Haksızlığa karşı çıkan, yanlışları düzelten, mali açıdan İmparatorluğun en önemli ismi olarak haklı bir şöhrete sahipti. Adeta ismi Kanuni Sultan Süleyman’dan sonra gelen kişi olarak görülüyordu. Bu durum elbette ki iyi değildi. Zira Damat İbrahim Paşa yani Pargalı İbrahim İmparatorluğun ikinci adamıydı. Gerekli ortamı bulmuş, Sultan’ın itimadını kazanmış, Sultan adına istediği gibi iş yapıyordu. Hal böyle olunca İskender Çelebi de gözüne batıyor ve isteklerinin yerine gelmemesine sinirlenerek Baş Defterdarı çekemiyordu. SBelki Pargalı’nın bir bildiği vardı ya da tahmin ediyordu. Nitekim yapılan araştırmalar sonunda rüşvet, armağan ve diğer şekilde ahlaki olmayan yollardan büyük bir servetin sahibi olmuştur. Tarihi kayıklara bakılırsa Peşevi “Onun servet ve tantanası yanında veziriazamlarındaki sönük kalır” diyordu. Artık olan olmuştu. Pargalı hasmı ve rakibi gördüğü ve çokça da kıskandığı, İskender Çelebi’nin üzerine gidiyordu. Fırsat kaçırılmıyor ve İskender Çelebi Bağdat çarşı içinde 1535 de asılarak idam edilerek ortadan kaldırılırken, geride altın ve gümüş sırmalar içinde 6 bin 800 köle bırakıyordu.
Yazan İbrahim Balcı
..

Osmanlıdan Günümüze HAİNLER- 11



Osmanlıdan Günümüze HAİNLER- 11



Kahramanlar da hain olabilir. Yeter ki ihanetine karar verilmesin. Gerçekte hain midir? Yoksa oyuna mı getirilmiştir? Bunu tespit etmek çok zordur. Mesela hain denilmiş ve ihanet ettiği kabul edilerek boynu vurulmuş ya da sair şekilde idam edilmiştir. Bunun karar mercii elbette ki Padişahtır ya da Sadrazam ama tabii ki fetvayı verecek olan Şeyhülislam kabul edecek olan Padişah.
Etraftakilerin dolduruşuna gelen Padişahlar haksız yere çok kişinin boynunu vurdurmuş sonra da pişmanlığını dile getirmişlerdir. Ama giden gitmiştir ve hain olarak damgalanmıştır. İhanet etmediğini kim iddia edebilir ki? Sultan’a karşı yanlış yaptınız demek, kelle vermekle eştir. İşte bir örnek: Deli Hüseyin Paşa:
28.2.1656 – 5.3.1656 tarihleri arasında Sadrazam olarak görev yaptı. Yani tam tamamına 6 gün mühr-ü üzerinde taşıdı.  Deli Hüseyin Paşa Budin Beylerbeyliği yaptıktan sonra Girit Muhafızlığına gönderildi. Girit’te iken çok büyük mücadeleler vererek haklı bir şöhretin sahibi oldu. İkinci Vezir rütbesi ile bulunduğu Girit’te Venediklilerle girdiği savaşlardan galip çıktı ve Yanya’yı aldı. Girit’te bulunduğu süre içinde o kadar yiğitlik gösterdi ki nam-ı İstanbul’a kadar gitti ve İmparatorluğu sevince boğdu. Artık yükselme sırası gelmişti. Bu büyük başarıdan sonra Sadrazam Ermeni Süleyman Paşa’nın görevden azli üzerine Sadrazamlık mühr-ü kendisine gönderildi. Seferde iken verilen bu görev maalesef Deli Hüseyin Paşa İstanbul’a gelmeden sona erdi.  Sadrazamlığa getirildiği sırada seferde olduğu için, başkentte işleri kotaracak Sadrazam bulunmadığı için, derhal bir sadrazam atanması gerektiği kanaatine varan Padişah, Deli Hüseyin Paşa’dan sadrazamlığı alarak Zurnazen Mustafa Paşa’ya verdi. Zurnacı Paşa’ya yar olmadı bu önemli görev. Zurnacı Mustafa Paşa sadece 4 saat Sadrazam olarak kalabildi ve görev Boynueğri Mehmet Paşa’ya verildi. Bu paşa da 4 ay görev yaptıktan sonra Sadrazamlığa Köprülü Mehmet Paşa getirildi.  Köprülü ihtiras sahibi bir paşaydı.
Tarih kitapları öyle yazıyor. Deli Hüseyin Paşa ise İstanbul’a kahraman olarak kabul ediliyor ve pek sevildiğinden Köprülü Mehmet Paşa rahatsızlık duyuyordu. Kurnaz Köprülünün önünde durmanın imkânı var mı? Deli Hüseyin Paşa’nın hakkından gelmek için Hüseyin Paşa’yı Kaptan-ı Derya olarak görevlendirilmesini sağladı. Sonra da Rumeli Beylerbeyliğine gönderdi. Filibe Kadısı Süleyman Efendi Sadrazam Köprülü Mehmet Paşa’nın verdiği talimatlara karşı gelemiyor ve yazdığı uydurma şikâyetnamelerle Padişah kandırılıyordu. Hal böyle olunca Deli Hüseyin Paşa acilen İstanbul’a çağrılıyordu. Bu gelişi onun için bir sondu. Hemen Yedikule zindanına atılıyor, İki gün sonra da boğdurulmak suretiyle ortadan kaldırılıyordu (28.12.1958). Bu olay Köprülü için silinmez bir leke olarak kalırken, Sultan IV. Mehmet’in de halk arasında “Zulüm eden Padişah” olarak anılmasına neden oldu. Acaba İhanet eden kim? Hain kim?
Deliden başladık deli ile devam edelim. Bu kez Deli Hasan Paşa çıkıyor karşımıza. Anadolu’da iki asırdır devam eden isyanlar çok can alıyor, çok can yakıyordu. Celali İsyanları ile anılan isyanlar sırasında çok can yandı, çok kan aktı. Deli Hasan Paşa Celali İsyanlarının reislerinden biriydi.  Sırf isyanların bastırılması, Anadolu’ya sükunet getirilmesi için eşkiya reislerinin kazanılması yoluna gidiliyor, Deli Hasan’a da paşalık veriliyordu. Paşa rütbesi verilmekle de olsa, hemen arkasından da Beylerbeyi olarak görevlendiriliyordu. Celali İsyanlarının en büyük önderi Karayazıcı, Deli Hasan Paşa’nın kardeşiydi. Karayazıcı ölünce yerine kardeşi Deli Hasan Paşa geçti. Sokulluzade’nin Diyarbakır’dan gönderdiği önemli ağırlıkları ele geçirdi, Sokulluzade kaçarak Tokat kalesine sığındı. Deli Hasan Paşa kaleyi kuşattı ve paşayı öldürdüğü gibi, kaleyi de yağmalattı. Durmadı, civar il ve ilçeleri de yağmaladı. Üzerine gönderilen Hüsrev Paşa’nın kuvvetlerine bozguna uğrattı. Bilahare Hafız Ahmet Paşa’nın savunduğu Kütahya’yı ele geçirdi. Fakat ona da bir “Dur” diyen oldu. Güzelce Mahmut Paşa’nın güçlü bir ordu ile üzerine geldiğini öğrenince “Özür” diledi. Özür isteği kabul edildi ve Beylerbeyi rütbesi ile Bosna’ya gönderildi. Burada da rahat durmadı ve Padişah’ın emirlerini yerine getirmemekte direnince, pusuya düşürüldü ve asılarak idam edilerek ortadan kaldırıldı.
Kadı Mehmet Efendi Uşakiye Tarikatının kurucu Şeyhi Hasan Hüsamettin’in torunudur. Kazasker Mehmet Efendi iyi bir eğitim gördü ve müderris olarak dersler verdi. Eyüp, Edirne, Medine ve İstanbul Kadılıklarında bulundu (1716-1735). 1735 yılında Anadolu Kazaskerliğine atandı. Hayatı kazaskerlikle geçiyordu. Halep ve Kars’ta da kazasker olarak bulundu. Son görevi sırasında (1745), Nadir Şaha karşı savaşan Osmanlı ordusunun bozulmasını ve yenilmesini sağlamak amacıyla seraskerin öldürüldüğü haberini yayınca ordu bozuldu ve yenildi. Yaptığı öğrenilince görevinden azledilerek Kıbrıs’a sürgün edildi, sonra da idam edilerek ihanetinin karşılığını buldu.
Osmanlı Defterdarlarından biridir Mustafa Paşa, Ayrıca “Müezzinzade” ve “Halimi” lakaplarıyla da anılır. Hayatı zevk ve sefa içinde geçmiştir. Sabahlara kadar devam eden çalgılı, çengili gece hayatı ile tanındı ama kendisinden hiç vazgeçilemedi. Çünkü müthiş bir para politikasına sahipti ve bu nedenle de vazgeçilmezlerdendi. Sır bu yüzden tam dört kez Osmanlı İmparatorluğunun başdefterdarlığına getirildi. Mali bakımdan imparatorluğun işleri ters gidince hemen başdefterdarlığa getiriliyor ve işleri düzeltmede büyük başarı sağlıyordu. Nihayet 1758 de dördüncü kez imparatorluğun başdefterdarlığına getirildi. Huylu huyundan vazgeçer mi? Geçmez! Nitekim aynı yaşama devam etti. Halk sürekli olarak İstanbul’a devletin ileri gelenlerine dilekçe göndererek şikâyet etti. Hayat tarzında da değişiklik olmayınca ve üstelik yaptıklarına bir de yolsuzluğu bulaştırınca olan oldu Musul’da başı kesilerek idam edildi. Kesik başı İstanbul’u gönderildi ve günlerce Topkapı Sarayı’nın orta kapısı önünde ibret-i âlem için teşhir edildi.
Daltaban Mustafa Paşa her ne kadar Sadrazam olarak görevler üstlendi ise de kara cahil biriydi. Okuma yazması dahi bulunmayan Daltaban Mustafa Paşa devşirilen bir Sırptı.  Yeniçeri ocağında yetişti, Cebeci olarak Salankamen savaşına katıldı ve büyük yararlılık göstererek Yeniçeri ağası oldu ve vezir payesi ile Diyarbakır Valiliğine atandı (1696). Sultan II. Mustafa’nın düzenlediği Avusturya seferine Beylerbeyi olarak katıldı.
Bu savaşta da büyük yararlılıklar gösterdi. Bir yıl sonra ordunun Zenta’da bozguna uğramasının sorumlusu olarak vezirliği elinden alındı ve görevinden azledildi. Fakat Karlofça Antlaşmasının imzalanmasından sonra Vezirlik görevi tekrar kendisine verildi ve Bağdat Valiliğine gönderildi. Okuma yazma bilmeyen kara cahil Daltaban Mustafa Paşa’ya Allah yürü kulum demiş durmadan ilerliyordu. Nitekim 1702 de Sadrazamlığa getirildi. Fakat burada fazla kalamadı çünkü cahildi. Cahilce hareket ederek Osmanlı’ya karşı Kırım ayaklanmalarını el altından desteklediği öğrenilince Şeyhülislam Feyzullah Efendi’nin isteği ile görevinden azledilerek Edirne’ye geri çağrıldı ve burada idam edilerek ortadan kaldırıldı (1703).
Yazan İbrahim Balcı
.

Osmanlıdan Günümüze HAİNLER- 12



Osmanlıdan Günümüze HAİNLER- 12




İbrahim BALCI
İbrahim BALCI

İhanete kim karar verir? Hain kimdir? Bunu günümüze kadar tam anlamıyla açıklayabilen yoktur. Vardır! Mutlaka vardır ama kesin olarak öyledir demek he kadar doğrudur? Bunu gerçek anlamda bilen yoktur. Kimileri ihanet etti haindir derken, kimileri asla hain olamaz, o muhalifti der. Ama yine de tarih kesin yargıdır deriz ve ihanet edenleri, yani hain olarak tarihe geçenleri yazmaya devam ederiz.

Çalık Ahmet Paşa Enderun’da yetişti. Yeniçeri Ocağından çıkarıldığı için “Çalık” lâkabını aldı. Padişah II. Mustafa’nın dikkatini çekince önce Zağarcıbaşı bilahare de Kul Kethüdası, yani bütün Enderun mensuplarının başı oldu. Artık Padişah’ın güvenini kazanan bir kişiydi. Av düşkünü Padişah II. Ahmet av ve ve iyi bir tatil geçirmek için Edirne’ye gidince, devleti Şeyhülislam yönetmeye başladı. Yeniçerilerin ile cebeciler ulufeleri alamayınca cebeciler isyan başlattı. Cebecilerin başına geçen Çalık Ahmet Paşa Edirne üzerine yürüdü. Bu sırada Çalık Ahmet Paşa, ayaklanmacılar tarafından Sekbancıbaşı ve sonra da Yeniçeri Ağası ilan edildi. İsyan önemliydi, tarihe Edirne Olayı olarak geçen bu isyan sonucunda Padişah II. Ahmet tahttan indirildi ve III. Ahmet Padişah oldu. Çalık Ahmet Paşa kurnazlığı ile kısa sürede yeni Padişah’ın da güvenini kazandı ve Yeniçeri Ağası olarak görevine devam etti. İstanbul’da Bostancıbaşıların çıkardığı isyanın üzerine giderek isyanı bastırdı ve Padişah’ın bir kat daha güvenini kazandı. Fakat bu güvende başını yedi. Zira Padişah’a çok güvenen Çalık Ahmet Paşa Padişahtan sadrazamlık istemekten geri kalmadı. Böyle bir istek o güne kadar meydana gelmiş değildi. Padişah III. Ahmet bu isteğe müthiş kızdı ve “Derhal şu kendini bilmezi İstanbul’dan uzaklaştırın” emrini verdi. Emir yerine getirildi. Çalık Ahmet Paşa önce Kıbrıs’a vali olarak atandı, kısa bir süre sonra da Rodos’ta boynu vurularak ortadan kaldırıldı. Padişah’tan Sadrazamlık isteğinde bulunmak ihanetti ve ihanetinin karşılığını buldu!

Derviş Vahdeti Lefkoşe’de (Kıbrıs) doğdu (1869). Bu nedenle de Kıbrıslı Hafız Derviş Vahdeti olarak anılır oldu. Fakir bir ailenin çocuğu idi. Yoksulluk içinde büyüdü. Küçük yaşta hafız olmayı başardı. Arapça ve Fıkıh dersleri alarak kendisini geliştirdi. Yirmi yaşında İstanbul’a geldi ve Nakşibendi tarikatına girdi. Memduh Paşa Yalısında (Kireçburnu) bir süre imamlık yaptıktan sonra Memduh Paşa’nın delaletiyle devlet hizmetine girdi. Fakat bir suç işlediğinden Anadolu’ya Diyarbakır’a sürgün edildi. II. Meşrutiyet ilan edilince affedilenlerden biri olarak İstanbul’a döndü. Sultan II. Abdülhamit’ten gazete çıkarmak için para yardımı istedi ama kabul edilmedi. İsteğini daha ileri götürdü ve bazı iddialara göre İngiliz Elçiliğinden maddi yardım olarak Volkan isminde bir gazete çıkarmayı başardı (1908). Gazetenin ismi altındaki slogan manidardı. Şöyle yazıyordu “İnsaniyete hadim, dini, siyasi gazete”. Derviş Vahdeti kısa bir zaman sonra İttihad-ı Milli Cemiyeti” adında aşırı ve çok tutucu bir kuruluşun sözcülüğüne soyundu. Gazetenin yazarları arasında Hasan Tahsin, Şeyh Feyzullah Efendizade Mehmet Ali, Kadızade Abdullah Ziyaettin ve Bediüzzaman Said-i Nursi (Kürdi) vardı. Volkan gazetesi iktidardaki İttihat Terakki yöneticilerine karşı adeta savaş açtı. Halkın dini duyguları ile oynayarak tahrik ederek kışkırtıcı politika izliyordu. Meşrutiyeti “Şeytan Dönemi” olarak ilan ediyordu. Her geçen gün hezeyanlarını arttırıyor ve halkı Volkan Gazetesi etrafına toplanmaya çağırıyordu. Bunlarla yetinmiyor dini inançların sarsıldığı ve ahlakın bozulduğunu ileri sürerek devletin ileri gelenlerine açık mektuplar yayınlıyordu. Nihayet bardak taşıyor ve 31 Mart 1909 da “31 Mart Vakası” denilen isyan meydana geliyordu. Dördüncü Avcı Taburunun öne çıktığı olayda, medrese öğrencileri softalar meydana çıkarak isyanı olabildiğince büyüttüler. Mebusan Meclisi kuşatıldı ve ayaklanmacıların istekleri geldi: 1) Şeriatın eksiksiz uygulanması, 2) Sadrazam, Bahriye Nazırı ve Hassa Kumandanının hemen görevden alınması, 3) Mebusan Meclis Reisi Ahmet Rıza’nın istifası… Bu patırdı sırasında Lazikiye Mebusu Emin Aslan Bey, Adliye Nazırı Nazım Paşa ve Şerif Sadık Paşa ve pek çok okullu subay katledildi. Harbiye Nazırı Rıza Paşayı yaraladılar, Binbaşı Ali Kabuli Beyi de öldürdüler. İttihat Terakki Cemiyeti Genel merkezi, Cumhuriyet Gazetesi, Tanin, Şurayı Ümmet gazetelerin binaları tahrip edildi. İttihat Terakki Cemiyetinin ileri gelenleri İstanbul’u terk etti. Padişah II. Abdülhamit isyancılar yanında yer almasına karşın, isyancılar durmadı. Olaylar Selanik’te duyulunca Ordu ve İttihat Terakki Cemiyeti isyana karşı durdular. Olayın bastırılması için “Hareket Ordusu” adı ile kurulan Ordu İstanbul’a isyancılar üzerine gönderildi. Ordu 22 Nisan 1909 da Yeşilköy’e geldi. Ordunun Komutanı Mahmut Şevket Paşa, Kurmay Başkanı Kolağası Mustafa Kemal’di. Hareket 0rdusu 24 Nisan 1909 da İstanbul’a girdi. Kısa sürede Taksim ve Taşkışla’ya çekilen isyancılar kuşatıldı ve isyancılar teslim alındı. Padişah II. Abdülhamit tahttan indirildi. Kurulan sıkıyönetim suçluları yargıladı. Mehmet Reşat Padişah olarak tahta çıkarıldı. Başta isyanın teşvikçisi ve lideri olan Derviş Vahdeti olmak üzere 13 kişi idam cezası aldı. Ceza alanlar Sultanahmet Meydanında asılarak cezalandırıldılar.

Gazanfer Ağa bir başka hain olarak tarihe geçti. 16. Asrın sonlarında 17. Asrın ilk dönemlerinde yaşan bir Saray görevlisidir. Osmanlı Sarayında haremde göreve başladı. Önce; Kapı Ağası, sonra Kızlar Ağası ve Harem Ağası oldu. Müthiş entrika çevirmesi ile Sarayın aranılan adamı ve güvenilen kişi olmayı bildi. Padişah I. Ahmet’in Cağaloğlu Yusuf Sinan Paşa’yı sadrazam yapmasında hayli etkili oldu. Fakat sonu iyi olmadı. Zira kendisini Kızlar Ağası yapan Güzelce Mehmet Paşa’yı atladığı ve Sadrazamlığın Cağaloğlu Yusuf Sinan Paşa’ya verilmesine yardımcı olduğu için hatalı bulundu. Güzelce Mehmet Paşa Gazanfer Ağa tarafından ihanete uğradığına inandığı için onu “Hain” olarak gördü. Güzelce Mehmet Paşa fırsatını bulur bulmaz kendisine ihanet ettiğine inandığı Gazanfer Ağa ve Kapı Ağası Osman Ağayı öldürterek ortadan kaldırttı.

Kara İbrahim Paşa Bayburt’ta dünyaya gelmiş ve hızla yükselmeyi bilenlerden biri olmuştur. Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın yanında ve korumacılığı altında yetişti. Sadrazam olan Kara Mustafa Paşa, Kara İbrahim’i Kubbe Veziri yapıp Kaptan-ı Deryalığa getirdi (1677). Kara İbrahim bir yıl sonra Sadaret Kaymakamı oldu. Fakat donanmaya gereken önemi vermediği için Kaptan-ı Deryalığı elinden alındı, rütbesi de beşinci vezirliğe indirildi. Bu durdum karşısında kendisini yetiştiren velinimeti olan Kara Mustafa Paşa’yı kendisine hedef seçti. Ona kin besledi, düşman gördü. Dolaplar çevirmeye başladı. Kara Mustafa Paşanın düşmanları olan Başimrahor Boşnak Sarı Süleyman ve Kızlar Ağası Yusuf Ağa ile işbirliği yaparak IV. Mehmet’in güvenini kazandı ve tekrar ikinci vezir oldu (1681). Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Avusturya Seferine çıkarken Sadaret Kaymakamı oldu. Osmanlı Ordusu Viyana’da bozgun yiyince fırsat bu fırsattır deyip, işbirlikçi arkadaşları ile beraber en yakın koruyucusu ve velinimeti Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın idamı için Padişah’ı ikna edip idamı için ferman çıkarılmasını sağladılar. Kara İbrahim Paşa, ferman üzere idam edilen Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın yerine Sadrazamlığa getirildi. Ne var ki hiçbir zaman sefer yanlısı olmadığı için işi hafiften alınca sadrazamlıktan azledildi ve bütün mal ve servetine el konularak Rodos Adasına sürgün edildi. Orada da boğdurularak ortadan kaldırıldı.

Kenan Paşa “Sarı”, “Uzun” ve “Damat” lakapları ile anılır. Vezirlik unvanını aldıktan sonra Padişah İbrahim’in kızı ile evlenerek Saray’a damat oldu ve Kaptan-ı Deryalığa yükseldi. Mısır’da Bakırcı Ahmet Paşa’nın yanında çalıştıktan sonra IV. Murat döneminde saraya alındı. Kısa sürede yükseldi ve çeşitli yerlerde valilik yaptı. Kaptan-ı Deryalığı zamanında Osmanlı Donanması Çanakkale Boğazında Venedik donanmasından çok ağır bir yenilgi aldı. Pek çok gemi kaybedildi. Venedikliler Bozcaada ve Limni’yi aldılar. Kenan Paşa görevinden azledilerek önce Eğriboz’a ve daha sonra da Bursa muhafızlığına gönderildi. Bu görevlerde iken yarınını garanti altına almak için halktan zorla para toplamaya başlayıp, topladığı paraları Osmanlı’ya karşı isyan hazırlayan Abaza Hasan Paşa’ya göndermesi yetmediği gibi kendisi de emrindeki askerlerle beraber Celâli eşkiyalarına katıldı. Anadolu’da köyleri, kasabaları ve şehirleri yağmalayama başladı. Fakat ihanetin karşılığı elbette ki ağır olacaktı ve tuzağa düşürüldü. Yapacağı bir şeyi yoktu artık Damat Kenan Paşa’nın başı kesilerek İstanbul’a gönderildi (1659).

Şam’da doğdu Refi Cevat (Ulunay) (1890). Mekteb-i Sultani’yi (Galatasaray Lisesi) bitirdi. Muhittin Paşa’nın oğludur. Genç yaşta gazeteciliğe başladı ve kısa sürede önemli gazetecilerden biri olarak kendini kabul ettirdi. İkdam ve Tanin gibi gazetelerde çalışarak şöhretini arttırdıkça artırdı. Devrin iktidarına karşı yani İttihat Terakki’ye karşı verdiği amansız mücadele ve müthiş eleştirileri nedeni ile Sinop, Çorum ve Konya’da olmak üzere 1913 den 1918’ e kadar beş yıl sürgün hayatı yaşadı. Mondros Mütarekesi yapıldıktan sonra İstanbul’a döndü. Muhalefetini bu kez Kuvayı Milliye ve Anadolu’da Milli Mücadeleyi sürdüren Mustafa Kemal ile arkadaşlarına karşı sürdürmeye devam etti. Çok aykırı bir kalem adamı olması, sivri dili ile acımasızca Ulusal Kurtuluş Savaşını yönetenleri eleştirdi. Ulusal Kurtuluş Mücadelesi zaferle sonuçlanınca 1922 de yurtdışına kaçtı. 150’ likler listesine alındı (1924). 16 Yıl yurtdışında yaşadı. 1938 yılında çıkarılan aftan yararlanarak Türkiye’ye döndü. Yeni Sabah ve ölünceye kadar da Milliyet Gazetesinde köşe yazarı olarak çalıştı. Pek çok romanı ve anı kitabı bulunan Refi Cevat muhalif kişiliği, acımasız eleştirileri, Ulusal Kurtuluş Savaşına karşı tavır alması ve Anadolu hareketini yönetenleri devamlı eleştirmesi nedeni ile “Hain” lerden biri olarak kabul edildi. Ancak muhalif yanı hiç unutulmadı ve bu nedenle de kimilerince “Hain” kabul edilirken kimilerince de “Muhalif” olarak kabul edildi.

Osmanlı ve Cumhuriyet Türkiye’si tarihi incelendiğinde o kadar çok hainle karşılaşmak olanaklı ki bunları teker teker yazmak başlı başına çok kapsamlı bir kitap olur. Buna soyunmayacağım ama özet olarak ele belirtmek uygun olacağından, bundan sonraki yazımda toplu bir kayıtla “Hainler” yazı dizini sonlandıracağım.

.