Günümüze etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Günümüze etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Nisan 2015 Salı

Osmanlıdan Günümüze HAİNLER- 1




Osmanlıdan Günümüze HAİNLER- 1



ibalci 





Dünya var oldukça ihanet olacak ve hain bulunacaktır. Habil ve Kabil olayı ile başlayan ihanet ve hainlik bugüne kadar hiç ara vermeksizin devam etmiştir. Kim ihanet etmiştir? Kim Haindir? Dün olduğu gibi bugün de tartışma konusudur.
Kimilerine göre hain olan biri, kimilerine göre el üstünde tutulması gereken bir vatanperverdir. İtiraz fayda vermez. Hainin ihanet ettiğini karşınızdakine inandıramazsınız. Örneğin; kimilerine göre 19 kardeşini acımasızca boğduran III. Ahmet hain değildir. Yine uykuda iken öz oğlunu boğdurup öldüren aynı Padişah III. Ahmet asla hain değildir… Yine kimilerine göre kurduğu cemiyette etrafına Ulusal Kurtuluş Savaşı karşıtlarını toplayan ve savaş sırasında İngilizlerle birlikte çalışarak; verdiği fetvaları İngiliz uçakları ile Türk askerlerine ve şehirlerine attıran İsklipli Atıf Hoca hain değildir. Padişah Genç Osman’ın tahtan indirilerek Yedikule zindanına atılması burada cinsel tacize uğradıktan sonra boğdurulması emrini verenler de hain değildir. Milli Mücadele sırasında, İngilizlerin dümen suyuna giren, her istediklerini yerine getiren, Anadolu’da kurtuluş mücadelesini sürdürenler Mustafa Kemal, İsmet İnönü, Fevzi Çakmak, Ali Fuat gibi paşalara idam fermanı imzalayan Sultan Vahdettin de hain değildir. İdam fermanını hazırlayan Şeyhülislam da! Ama “Hasta  Adam” iken Sevr ile parçalanması kararlaştırılan Osmanlı Devletini düveli muazzamanın (Devrin en güçlü devletlerinin) tasallutundan kurtararak Cumhuriyeti kuran Mustafa Kemal ile arkadaşları haindir. Neden haindir, kime ihanet etmişlerdir? İngilizlerle, Yunanlılarla ortak hareket eden ve sadece kendi saltanatını ve tahtını düşünen Vahdettin’e! O halde haindir! Ama hain olduğunu bizzat kabul eden Sultan Vahdettin İngiliz savaş gemisi ile Ülkesinden kaçmıştır, bu ihanet değil midir? Bu sayılmaz, o Sultan’dır!
Demek isterim ki ihanet varsa hain vardır. Hainlik yapan varsa ihanet eden de vardır.
Osmanlı ve Cumhuriyet tarihleri gözden geçirilecek olursa ne kadar ihanetle karşılaşıldığı ne kadar çok hain olduğu açık olarak görülür. Üstelik bunların ülkenin balını kaymağını yediği görülür. Şöyle bir göz atalım, bakın nelerle karşılaşacağız:
Hainlerden birinin durumuna bakalım: Efendim; Vardar Ali Paşa Boşnak bir delikanlı iken devşirilerek İstanbul’a getirildi. Eğitildi ve yeniçeri ağası oldu. Değişik yerlerde Beylerbeyi olarak görev yaptı. Pek çok sefere katıldı, şöhretini pekiştirdi. Sivas valisi iken Sultan İbrahim (Padişah Deli İbrahim) kendisinden, bayram harçlığı olarak 30 bin kuruş ve İpşir Mustafa Paşa’nın karısını istedi…  Vardar Ali Paşa’nın yakın arkadaşı olan İpşir Mustafa Paşanın karısını istemesi paşayı çileden çıkardı ve isyan bayrağını açtı. Enteresan olan Sultan Deli İbrahim isyan eden Vardar Ali Paşa’nın üzerine karısını istediği İpşir Mustafa Paşa’yı göndermesi oldu. Yapılan savaşta İpşir Mustafa Paşa, Vardar Ali Paşa’nın ordusunu yenerek kendisini tutsak aldı.  Vardar Ali Paşa kafası kesilmek üzere cellada teslim edilirken barbar bağırıyordu: “Senin karının ırzını koruduğum için mi beni katlettiriyorsun?”. Kim ipler kim dinler. Dünya menfaat dünyası: Vardar Ali Paşa’nın başı kesilerek, içi bal dolu bir torbaya konulup Padişaha gönderildi ve kesik baş günlerce teşhir edildi! Acaba burada hain olan kim? Paşa’nın karısını isteyen Padişah mı? Paşanın karısını kollayan Vardar Ali Paşa mı? Yoksa İbşir Mustafa Paşa mı? Ama kayıtlarda, Padişaha isyan ettiği için hain olan Vardar Ali Paşa!
Osmanlı İmparatorluğu Tarihinin en büyük Veziri Azamı Çandarlı Halil Paşa. Devşirilmiş falan değildir. Türkoğlu Türk. Bilgili, temkinli, işini bilir bir büyük asker.  Babası İbrahim Paşa da Sadrazam’dı. Babasının sadrazamlığı zamanında da etkin görevde bulunuyordu. Babası ölünce II. Murat Çandarlı Halil Paşayı sadrazamlığa getirdi.  Fatih Sultan Mehmet’in ilk Padişahlığında da aynı görevde kaldı. Fatih Sultan Mehmet İkinci kez Padişah olduğunda yine sadrazamdı. İstanbul’un kuşatılması sırasında Bizans İmparatorunun, kuşatmayı kaldırması için kendisine hediyeler gönderdiği söylentileri çıktı. Dedikodu büyük boyutlara vardı ve gâvurlukla suçlandı. Rumelihisar kalesi yapılırken sırtında taş taşıyan, amele gibi çalışan Çandarlı Halil Paşa hakkında ileri geri iftiralar edildi ve sonuçta tutuklanarak Yedikule zindanına atıldı ve boynu vurularak öldürüldü (10.7.1453). Sebebi devlete ihanet olarak gösterildi. Oysa Osmanlı İmparatorluğunun tarih kaynaklarında aleyhinde hiç bir belge yoktur. Yazılanların tamamının söylendi ve tahmine dayandığı belirtilmektedir. Ancak boynunun vurulmasının nedeni olarak Fatih Sultan Mehmet’in kendisine duyduğu kin ve garez öne sürülmektedir. Malum ya, Fatih çocuk yaşta Padişah olunca, savaş çıkıyor, Sadrazam Çandarlı Halil Paşa  çocuk padişahla bu iş olmaz deyip II. Murat’ın yeniden padişah olmasını sağlıyor.  Fatih Sultan Mehmet bu olayı unutmuyor ve ikinci kez Padişah olup İstanbul’u da alınca sorun kalmadığına kanaat getirerek Koca Çandarlı’nın boynunu vurduruyordu. Tam 85 yıl Osmanlı İmparatorluğuna sadrazam olarak hizmet veren bir ailenin en önemli ferdi Hain oluyor! Olur ya! Kundaktaki kardeşini katleden Sadrazamını mı katletmeyecek?
Kara Davutpaşa’yı da yabana atmamak gerekir. Boşnak kökenli ve devşirmedir. Enderun’da eğitildi. Sultan III. Mehmet’in zamanında Çuhadar, I. Ahmet zamanında Rumeli Beylerbeyi,  I. Mustafa Tahta çıkınca da önce Kaptan-ı Derya, ardından Rumeli Beylerbeyi oldu. Genç Osman’ın saltanatı zamanında, tahtan indirilen Sultan I. Mustafa’nın kız kardeşi ile evlenip Saraya damat oldu. Genç Osman’ın tahttan indirilmesi ve I, Mustafa’nın yeniden tahta çıkması üzerine sadrazamlığa getirildi. Sadrazam olur olmaz ilk işi Genç Osman’ı bir pazar arabasına bindirtip Yedikule zindanına attırmak ve öldürtmek emrini vermek oldu. Genç Osman zindanda cinsel tacize uğradı ve sonra da boğularak öldürüldü. Demek ki lakabı “Kara” olan Davut Paşa’nıns işi bitmişti. Bu olaydan 23 gün sonra sadrazamlıktan azledildi. Sonra da Yedikule zindanına atıldı ve Genç Osman’nın bir kısım katili ile birlikte boğdurularak ortadan kaldırıldı.  Bu da bir başka ihanettir, haini de bellidir.
Konya Valisi olarak görev yapan Haydar Bey, Ulusal Kurtuluş Savaşına destek verenlerden biriydi. Ulusal mücadeleye destek verecek adam ararken Delibaş Mehmet’i buldu. Delibaş Mehmet’e çete kurdurup hazır hale getirdi.  Delibaş güçlü ve gözü pek bir çeteciydi.  Delibaş’tan üstün görevler bekleniyor ama beklenen olmuyor ve İstanbul hükümeti tarafından gönderilen Hürriyet ve İtilaf Fırkası kurucusu Zeynelabidin Bey tarafından “Kuva-yı Milliye’ye hizmet etmek dince caiz değildir, İslam’a ters düşer denilerek kandırılıyor ve ulusal mücadeleye karşı ayaklanıyordu. Delibaş Mehmet baskı görünce Fransızlara sığınıyor, Yunan ordusunun emrine girerek gerçekten ihanetini hainlikle perçinliyordu. Delibaş Mehmet, Fransız ve Yunanlıları yanına aldıktan sonra asker kaçakları ile birlikte 700 ‘e varan çetesi ile Konya’ya saldırarak şehri ele geçirdi.  Cezaevini boşaltıp çetesine kattı. Ele geçirdiği Ankara’ya bağlı subay ve memurları sorgu sual etmeden öldürttü. Ankara’ya bağlı askerler şehrin ortasındaki Alaattin Tepesine çekilip mevzu tuttu ama fazla direnemediler ve başta Vali Haydar Bey Vilayet Mevki Kumandanı Alb. Avni Bey olmak üzere esir düştüler. İsyancılar; Seydişehir, Akşehir, Manavgat, Ilgın, Karaman, Karapınar. Akseki‘yi ele geçirdi. Durumu öğrenen Ankara Hükümeti Alb. Refet Bele komutasında güçlü bir birliği asiler üzerine gönderdi. Kaymakam Kasap Osman ve Demirci Mehmet Efe de Alb. Refet Bele’ye takviye olarak gönderildi.  Acımasızca devam eden sokak çatışmaları sonunda Refet Bele kuvvetleri asileri bozguna uğrattı ve Konya’yı ve işgal edilen diğer yerleri çetecilerden temizlediler. Olan oldu ve asi Delibaş Mehmet, Cumra’da Ankara yanlısı olan kendi arkadaşları tarafından ortadan kaldırıldı. İşte ihanet eden bir isyancı ve arkadaşları tarafından ortadan kaldırılan bir hain!
Hainler saymakla bitmez, biz yazmaya devam edeceğiz.

.

Osmanlıdan Günümüze HAİNLER- 2





Osmanlıdan Günümüze HAİNLER- 2





ibalci





İBRAHİM BALCI, 

İhanet edenlerin yani hainlerin sayısını saptamaya imkân yok. Fazla düşünmeden denilebilir ki; sürüsüne bereket! İşte bir din adamı Dürrizade Abdullah Bey…
Dürrizade Abdullah Bey İstanbul’da doğdu (1867). Medrese eğitimi görerek müderris oldu. Birçok görevlerde bulunduktan sonra “Anadolu” unvanı ile Anadolu Kazaskeri oldu. İttihatçılarla barışık olmadığı için iki yıl sonra görevinden istifa etti. 1919 da ise yeniden memuriyet görevine geçti.  Paşa kabinesinde Şeyhülislam oldu. Ankara Hükümetine karşı tavır aldı. Padişah ve İngiliz işgal güçlerinin istekleri sonucunda, Milli kurtuluş mücadelesini başlatan ve devam ettiren Mustafa Kemal ile arkadaşlarının yakalanması ve öldürülmelerinin nizamı ve farz olduğu hakkında fetva verdi. Fetvası Sultan Vahdettin tarafından kabul edildi. Fakat milli mücadeleyi devam ettirenleri ele geçiremediler. Sadrazam (Başbakan) ’in Berlin Konferansına katılması üzerine kendisine vekâlet etti.  Dürrizade ailesi pek çok sayıda üst düzeyde din adamı, kazasker, kadı ve Şeyhülislam yetiştirmiş bir ailedir. Makam için milli hislerini bir yana bırakmış ve kendisine Şeyhülislam olarak görev veren  gibi bir hainin yolunda giderek Milli Mücadele karşı gelmiş ve hainlerden biri olarak kabul edilmiştir. Böyle bir adam ne yapacaktı ise onu yaptı ve Ulusal Mücadelenin başarı ile sonuçlanması üzerine İtalya’ya kaçtı. Oradan Arabistan’a giderek Şerif Hüseyin’e sığında ve orada 1923 de öldü. Ülkeye ihanet etti mi etmedi mi? Hain mi, değil mi? Buna okuyanlar karar verecektir. Yazılanlar “Hain” diyor.
İşte bir başka ihanet örneği! Muhteşem Süleyman dizisinin Gülfem Sultan’ı var ya işte onun ihaneti! Padişah hanımlarının hayır hasenat yapmaları adettendir. Mavidevran Sultan ve Hürrem Sultan ‘ın olduğu yerde Gülfem Sultan bir süre gözden ırak kaldı. Ancak unutulmadı. Her ne kadar kendisi unutulduğunu zannettiyse de Kanuni bu unutur mu? Bir gün halvet için hazırlanmasını buyurmuş. Yatağa girdiğinde Gülfem Hatun yerine bir başka hatunu görmüş! Hışımla fırlamış yataktan ve “Bre namussuz, bre melun bana ihanet ettin” diye bağırarak gerekli emri vermiş: “Acele kellesi vurulsun”. Gülfem Sultan’ın ağalara direnecek gücü yok, meyus ve sessiz ”Kıyma bana” yakarışları altında boynu vuruldu. Sonradan gerçek anlaşıldı. Üsküdar’da sevabına bir cami yaptırırken parası yetmeyince, halvet sırasını para karşılığında bir başka hatuna satınca olan olmuş ve hayatını kellesi ile ödemiş oldu. Üstelik müthiş de bir kitabe konulmuş mezarına! Kitabede şöyle yazıyor: “Şehide-i Saide” yani “Mutlu Şehit Kadın”… Varsın mezar kitabesine öyle yazsın… Acaba Gülfem Hatun hem mutlu ve hem de şehit midir? Yoksa Kanuni Sultan Süleyman’ın yatağına girmediği için Sultan’a ihanet eden bir Hain midir?
İhanet edenler arasında Molla olanlar da vardı. Mesela Sait Molla bunlardan biridir. İstanbul’da doğdu. Medrese eğitimini tamamladıktan sonra Hukuk mektebini bitirdi ve hâkim oldu. İttihat Terakki karşıtı olduğu için Hürriyet ve İtilaf partisine girerek siyasete atıldı. ’in Sadrazamlığı döneminde Adliye Bakanlığı müsteşarlığı ve Şura-i Devlet İkinci Başkanlığı yaptı.  Ulusal milli mücadele başladığından ulusalcılara karşı tavır aldı ve İngilizlerle işbirliği yaptı. Meşhur İngiliz Casus Papaz Frew ile dostluk kurdu ve İngiliz Muhipler Cemiyetini kurdu. Ayrıca İstanbul adıyla bir gazete çıkararak yayın hayatına girdi. Kısa sürede İngiliz casusu olduğu anlaşıldı. Ulusal kurtuluş savaşı zaferle sonuçlanınca İngiliz Elçiliğine sığındı ve kendisine verilen özel bir pasaportla Romanya’ya gitti. Burada barınamayınca Fransa’ya oradan da Mısır’a geçti. Burada da barınamadı ve Kıbrıs’a gitti. Kıbrıs’ta uzun bir süre kaldı. Atatürk devrimlerini baltalama çalışması yapmasına karşın başarılı olamadı ve Yunanistan’a geçti. Zafer sonrası yurtdışı edilen 150’likler listesine dâhil edilen Sait Molla 1927 de Türk vatandaşlığından çıkarıldı. 1930 da Yunanistan’da öldü. İşte hem işbirlikçi, hem casus ve hem de milli mücadele karşıtı bir molla! Hain mi değil mi? Tarihler hain olduğunu yazıyor! Başka ne olabilir ki?
Bazı kişiler vardır ki onlar gerçek hainlerdir. Hangi yönden bakılırsa bakılsın aynı kanıya varılır. Bu hainlerden biri de Firari Ahmet Fevzi Paşa’dır. Osmanlı İmparatorluğunun Kaptan-ı Deryalarından biridir. Girit’te doğan bir Rum’dur. İstanbul’a geldikten sonra Müslümanlıkla müşerref oldu. Boğaziçi’nde kayıkçılık yaparken dikkat çekti ve Bostancıbaşı Osman Paşa’nın himayesine girdi.  Hüsrev Paşa’nın sayesinde hızlı adımlarla ilerlemeye devam etti. Büyükelçi olarak Rusya’ya gitti.  Yükselmeye devam ediyor dedik ya, bir de bakıyoruz ki Kaptan-ı Derya olmuş! Tersanelerde bazı yenilikler yapmış arka arka seferlere çıkmış ve hayli de şöhreti yakalamıştı. Sultan II. Mahmut’un son yıllarıydı. Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Osmanlı Devletine isyan edince, Kaptan-ı Derya olarak 24 gemi ve pek çok askerle beraber üzerine gönderildi. Bu arada Koca Hüsrev Paşa sadrazam olunca kızdı ve deniz kuvvetlerini Mısırlılara teslim ederek onlara sığındı. Yani bir yerde Osmanlı deniz kuvvetleri bir anda çökertti. İhanet etmişti, haindi cezasını bulacaktı. Öyle oldu. Osmanlı tarihine adı Hain Firarı Ahmet Fevzi Paşa olarak geçen bu firari Kaptan-ı Derya, 4 yıl yaşadığı Mısır’da kendi cariyeleri tarafından zehirlenerek öldürüldü.
Koca Mustafa Paşa öyle sıradan bir paşa değildi. O kadar şöhretli bir paşa idi ki ismi, bir semte verilerek yaşatıldı. Koca Mustafa Paşa’nın semtinin adı işte bu Osmanlı Paşasının adıdır. Sadrazam’dı, değişik görevler üstlendi. Bu arada Roma’da esir tutulan Cem Sultan ile görüşmesi için Roma’ya gönderildi (1490). Rumeli Beylerbeyi ve sonra Vezir oldu (1501). Koca Mustafa Paşa almış başını gidiyordu. 1511 de Sadrazam oldu bu görevini Yavuz Sultan Selim Sultan olduğu zamanda devam ettirdi. Ama siyaseten ters yöne gidince yanlış yöne at sürerek, Padişah olma arzusu olan Şehzade Ahmet ile görüştü.  Bu durumu öğrenen Yavuz Sultan Selim’in hiç affı yoktu ve “Kaldırın ortadan” emri ile idam edilerek öldürüldü. Bu ne perhiz ne lahana turşusu! Koca Mustafa Paşa semtine bu isim, Paşanın sağlığında verilmedi ya…. Öldükten sonra verildiğine göre, Yavuz Sultan Selim önce sadrazamını öldürmüş, sonra da iyi insan olduğunu tescil eder gibi ismini bir semte vermişti. İhanetin ve hainliğinde böylesi! Merak edilmez mi hain kimdi diye?
Yakup Paşa Musevi kökenlidir. Müslümanlığı kabul ederek Yakup adına almış ve hekim olarak pek çok görevler üstlenmiştir. Cin gibi zeki, iş bilir biriydi. Hekim olarak şöhreti alıp yürümüştü. Defterdar oldu, vezir unvanı aldı. Fatih Sultan Mehmet’in gözde hekimi olarak mahiyetinde bulundu. Ne var ki dilin kemiği olmadığı da bilinmektedir. Doğrudur, yanlıştır bilemiyoruz ama Yakup Paşa hekimliğine ihanet etmiştir. Fatih Sultan Mehmet’in son rahatsızlığına müdahale etmiş ama iyileştirememiştir.  Kendisine İacopo Maestro denilen Yakup Paşa’nın, Venediklilerden bol rüşvet alarak Fatih Sultan Mehmet’i öldürdüğü bazı kaynaklar tarafından ileri sürülmektedir.  Eğer bu kaynaklar doğru ise Musevi Yakup Paşa ihanet eden çok önemli hainlerden biridir. Böyle olduğuna inanıldığı içindir ki Mayıs 1581 de Yeniçeriler tarafından paramparça edilerek öldürüldü
Yazan : İbrahim Balcı

.

Osmanlıdan Günümüze HAİNLER- 4




Osmanlıdan Günümüze HAİNLER- 4



ibalci
İBRAHİM BALCI, 

İhanet, ihanet, ihanet! İhanet devam ettikçe hainler de ortaya çıkacak ve cezasını çekecektir. İhanetin çok türü vardır. Devlete ihanet, saltanata ihanet, mala mülke ihanet, aileye ya da emanete ihanet! Hangisi olursa olsun ihanet eden hain olarak damgalanır. Aslında öyledir de! Kendisine inanılan itimat edilen kişi itimat edene ihanet ederse o elbette ki haindir ve öyle kabul edilecek öyle anılacaktır.
Osmanlı tarihi içinde Moralılar da hayli etkili kişiler olarak ortaya çıktı. Moralı Mustafa Paşa rüşvetle iş görerek yükselirken idama nasıl gittiyse Moralı Ali Efendi de ölüme öyle gitti. Moralı Ali Efendi Fransa’ya gönderilen ilk daimi Osmanlı elçisi, yani diplomatıdır. Daha önceleri İngiltere, Avusturya, Rusya ve Prusya’ya daimi elçi gönderen Osmanlı Devleti, Moralı Ali Efendi’yi de Fransa’ya gönderdi. Hem gidişi de çok azametli oldu. 18 kişilik mahiyeti ile yola çıkan Moralı Ali Efendi Marsilya’da muhteşem bir merasimle karşılandı. Paris’e giden (13.07.1797)  Morali Ali Efendi Napolyon Bonaparte ve halk tarafından çok ilgi gördü, coşku ile ağırlandı. İşin ters tarafı bu sırada Mısır’da gelişen olaylar nedeni ile Fransız elçi İstanbul’da Yedikule zindanına kapatılınca Morali Ali Efendi de Fransa’da gözaltına alındı.
Morali Ali Efendi daimi elçilik görevini en iyi şekilde yapmaya çalıştı. Yurda döndükten sonra hızla yükseldi ve Defterdarlık, Tophane ve Bahriye Nazırlığı gibi görevlerde bulundu. Ne var ki böylesine temkinli bir insan yanlış yola at sürünce olan oldu. 1808 de III. Selim olayı patlak verdi. Yeniçeri teşkilatını kaldırmak için Nizam-ı Cedit ordusunu kuran III. Selim’e karşı, Morali Ali Bey’in kışkırttığı yeniçeriler ayaklandı. Kabakçı Mustafa’nın etrafına toplanan Yeniçeriler Topkapı Sarayı’nı basıp, zorla III. Selim’i tahttan indirdiler ve IV. Mustafa’yı Sultan ilan ettiler. Ordusu ile Yurt dışında olan Alemdar Mustafa Paşa durumu öğrenince derhal İstanbul’a dönerek duruma müdahale ediyor ve Sarayı kuşatıp IV. Mustafa’yı tahttan indirip yerine tekrar III Selim’i çıkartmak istiyorsa da öldürüldüğünü öğrenince I. Mahmut’u Sulan ilan ediyordu. Alemdar Mustafa Paşa karşıtları durmak bilmiyor, tahrik ettikleri yeniçerleri bu kez Alemdar Mustafa Paşa üzerine gönderiyorlardı. Amaçları güçlü Sadrazamı ortadan kaldırmaktı.  Evi Sarıyer Alemdar Mustafa Paşa gelenlerle korumaları ile birlikte bir süre savaştıktan sonra durumu tehlikeli görünce evinde bulundurduğu barut fıçılarını patlatarak intihar ediyordu. Duruma hâkim olan yeni Padişah Sultan II. Mahmut derhal olayların üzerine gidiyor, suçluların cezasını verirken, önce Yeşilköy’e oradan da Rumeli’ye kaçan Morali Ali Efendi yakalandığı yerde,  Alemdar Mustafa Paşa’nın da ölümünden sorumlu tutarak kafası kesilmek suretiyle öldürülüyor ve kesik başı İstanbul’a gönderiliyordu.  Öyle ya Morali Ali Efendi’nin, I. Mahmut’u Tahta çıkaran Alemdar Mustafa Paşa’yı öldürtmek için yeniçerileri kışkırtması Padişaha karşı ihanetti ve bu ihanetini de başını vererek ödüyordu.
Firari Hasan Paşa’da bir başka ihanet erbabı! Suriye’de eyalet valisi olarak görev yaparken, gücüne güç kattığını zannederek Padişah’a karşı ayaklandı. Ama durumu öğrenen Padişah idam kararı verip ferman gönderdi. Fermanı getiren çavuşu yakalatıp idam ettirerek Padişah’ı tanımadığını, dinlemeyeceğini de ilan etti. Fakat ihanetinde çok ağır şekilde cezalandırılacağını bildiğinden kılık, kıyafet değiştirip İstanbul’a döndü ve yakınlarının mekânlarında saklanmaya başladı. Bu nedenle de kendisine “Firarı” lakabı verildi. Ne yaptı ise yaptı ve Padişah II. Mustafa’yı tahttan indirmek için Edirne üzerine yürüyen ordunun içine komutanlardan biri olarak katıldı. Bu işinde başarılı oldu ve yeni Padişah kendisini Rumeli Beylerbeyi olarak atadı. Ama uslanmayan Firari Hasan Paşa huzursuzluklara devam edince Mısır Valiliğine gönderilmek istendi. Paşa bunu kabullenemedi ve Sadrazamlık beklediğini Padişah’a bildirdi. Bunun üzerine Padişah III. Ahmet tarafından İstanbul’a davet edildi. Sadrazam olacağı hevesi ile İstanbul’a gelen Firari Hasan Paşa’nın hemen icabına bakıldı ve boynu vurulmak suretiyle idam edildi.
İşte açık bir şekilde ihanet içinde olanlardan biri;  Damat Ferit Paşa! Milli mücadeleye karşı çıkan, hatta milli mücadeleyi başlatanların başarısız olması için işgalcilerle işbirliği yapan yaman bir hain. Devlet katında üst görevler üstlenmiş bir ailenin oğlu olarak İstanbul’da dünyaya geldi (1853). Memur olarak Hariciye Nezaretinde göreve başladı. Avrupa da çeşitli yerlerde temsilciliklerde bulundu. Sultan Abdülmecit’in dul kızı Mediha Sultan ile evlenerek Saray’a damat oldu. Damat olması ile şansı açıldı. Önce Şurayı Devlet üyeliğine, II. Meşrutiyetten sonra da Ayan Meclisi üyeliğine atandı. İttihatçılarla anlaşamadığından Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nı kurup başkanlığını üstlendi (1911).  Mondros Antlaşması için delege yapılmak istendi ise de Sadrazam Ahmet İzzet Paşa “Kifayetsiz ve budala”  olduğu gerekçesiyle bu görevi almasını engelledi.  Fakat yükselmesine mani olamadı ve Mondros antlaşması sonunda Sadrazamlığa getirildi (1919). Yunanlıların İzmir’e çıkması üzerine istifa ettiyse de üç gün sonra ikinci kez Sadrazamlığa getirildi (1919). Damat Ferit ikinci kez sadrazam olduğu gün Mustafa Kemal Samsun’a ayak basıyordu. İkinci sadrazamlığı iki ay kadar sürdü. Enver Paşa, Talat Paşa ve Cemal Paşa’nın gıyabında idam edilme kararı alınması için yoğun çalışma yaptı ve başarılı oldu. Berlin Konferansında başarı sağlanamayınca sadrazamlıktan istifa etti ama ertesi gün tekrar sadrazamlığa getirildi. Milli Mücadele karşı savaşacak olan Kuvayı İnzibatiye’yi kurdurdu ve başına Ahmet Anzavur’a getirdi. Sivas Kongresinin toplanmaması için büyük uğraş verdi, başarılı olamayınca istifa etti ise de 5 Nisan 1920 de dördüncü kez sadrazamlığa getirildi.  İşgalci güçlerle işbirliği yaparak İstanbul Meclisinin kapanmasını sağladı (11.4.1920). Milli Mücadeleye katılanları eşkıya olarak suçladı ve 30.7b.1920 de yine istifa etti. Ama beşinci kez sadrazamlığa getirildi ve kabinesini yeniledi. İşgal genişlemiş Türkiye’nin her yanında ateş bacağı sarmıştır. Milli mücadele için yoğun çalışmalar devam etmekte iken 10.8.1920 de Sevr Antlaşması’nın imzalanmasından sonra Sadrazamlıktan istifa ederek ayrıldı (17.10.1920). Milli mücadele başarılı olunca kurtuluşu yurt d ışına kaçmakla buldu ve 22.9.1922 de yurtdışına kaçtı ve Fransa’da Nice’de öldü (1923).
Milli mücadele karşı bu kadar büyük direnç gösteren bir insanın, makamı, mevkii ve konumu ne olursa olsun, sadece ülkeden kaçarak canını kurtarması bile büyük şans. Oysa Damat Ferit, milli mücadelenin başarılı olması için namütenahi imkânsızlıklar içinde ölüm kalım savaşı verenlerin idamı için ferman çıkarılmasını sağlamış bir vatan haini idi. Demek ki ihanet edenlerin bir kısmı şanslı da olabiliyor ve kaçarak canlarını kurtarabiliyorlardı. Ne var ki ihanetleri belgeli olduğundan hain sıfatından sıyrılamıyorlardı.
İhanet ettiği kabul edilerek boynu vurulanlar da var. Bunlar yazar, çizer olduğu gibi başka mesleklerden olanlarda var. Yoktan yere söylediği bir dörtlükten yani iki sözden sonra hain damgasını yiyerek boynu vurulanlar var. Örneğin Nef-i bunlardan biridir. Nef-i’nin esas adı Ömer’dir. Nef-i Hasankale’de doğdu (1572). Babası Sipahi Mehmet Beydir. Çok iyi eğitim gördü. Eğitimine Hasankale’de başladı Erzurum’da devam etti. Burada Türk edebiyatının önemli eserlerini okudu Farsça ve Arapça öğrendi, şiir yazmaya başladı. Erzurum Defterdarı Gelibolulu Müverrih Ali Efendi, Nef-i’nin şiirlerini görerek beğenmiş ve kendisine Nef-i yani “Çok yararlı kişi” adını vermiştir. Sultan I. Ahmet zamanında İstanbul’a giden Nef-i devlet hizmetine girdi. Sultan II. Osman ve IV. Murat dönemlerinde yıldızı parladı, şöhreti arttı. Yazdığı hicviyelerle (Taşlama) muhataplarının kin ve öfkesini üzerine çekti. Yazdığı şiir ve hicviyeleri nedeni ile pek çok defa mahkemelik oldu. Bu yüzden Sultan IV. Murat kendisinden hicviye yazmamasını istedi. “Peki” diyen Nef-i, şairlik ruhu nedeni ile kalemine “Dur” diyemedi ve Vezir Bayram Paşa hakkında yazdığı ağır bir hiciv nedeniyle Saray’ın odunluğunda kement ile boğdurularak, cesedi denize atıldı (1635). Ancak bir başka söyleme göre, Nef-i, Vezir Bayram Paşa için yazdığı şiir nedeniyle idam edilmesine karar verilir. Fakat değerli bir şair oluşu nedeni ile öldürülmekten vazgeçilir. Padişaha gönderilecek olan öldürülmediğine dair belge yazılırken Arap yazıcı kağıda mürekkep damlatınca Nef-i kendini tutamaz ve “Mübarek teniniz damladı efendim” deyince olan olur ve kementle boğdurulup cesedi denize atılır.
Nef-i ne yapmıştı. Sivri dilliydi, haksızlığa tahammül edemiyor, silah kuşanıp isyan etmektense, kalemi ile muhatabını hicvederek onu yeriyor ve itibarını düşürüyordu. Osmanlılarda bu bile yerine göre çok büyük suçtu. Zira Sultan’ın sevdiğine, inandığına karşı gelmek affedilemezdi. Nef-i de affedilmedi ve boğdurulmak suretiyle öldürülerek yaşamına son verildi. Yani ölümüne neden bir veziri hicvederek ihanet etmesiydi. Yani Sultana göre Hain’di…  İki mısra şiire hayatını ödüyordu.
Yazan İbrahim Balcı

.

Osmanlıdan Günümüze HAİNLER- 5




Osmanlıdan Günümüze HAİNLER- 5




   Hiç kimse doğuştan hain değildir ama fıtratında vardır. Bu insanlara ulaşıldığında hain olarak kullanılması gayet basittir. Önce özendirilir, sonra da hain olarak piyasaya sürülürler. Hainliklerini, çok sevdiklerinin isteklerini yerine getirmek, göze girmek ya da maddi menfaat sağlamak için yaparlar. Bunların en tehlikelisi ise hainliklerini yükselme aracı olarak kullananlardır. Yükselecek ve mevki alacaksa, yani böyle bir düşünceye sahipse her türlü ihaneti yapmaktan geri kalmaz, dolaysıyla hainlerden biri olarak ortaya çıkar.
Bir de yokken yere hainlikle, ihanet etmekle suçlananlar vardır. İşte bunlar kendilerini ifade edemediklerinden başlarına olmadık işler gelir. Her neyse hain olarak tarihe isim  düşürenleri yazmaya devam edelim bakalım kimler var sırada.
Hainin yolu birdir; ihanet etmek! Hain ihanet etmeye ahdetmişse, isteğinin ününe set çekilse yıkar ve isteğini yerine getirir. İşte önemli bir Hain Zülali Hasan Efendi.
damatibrahimpasa            Osmanlı Devleti kadısı olan Zülali Hasan Efendi yaman bir kadı efendidir. Ama büyük yetki ve etki sahibi olmasına karşın isteği dışında gelişen bazı olaylara mani olamadığı için dikkat çekiyor ve devamlı yeriliyordu. Osmanlı Devleti başkentinde kıtlık ve pahalılık baş gösterince sorumlu görüldü. Halk geçim sıkıntısı ve pahalılıkla boğuşurken suçlu bulunan Zülali Hasan Paşa Sadrazam Nevşehir Damat İbrahim Paşa tarafından görevinden azledildi. Kadı efendi bu azledilmeyi kendisine hakaret kabul etti ve Sadrazama düşmen kesildi. Yapacakları belliydi. Sadrazam’a karşı halkı kışkırtmak ve isyan çıkartmak! Her yerde Sadrazam Damat İbrahim Paşa aleyhine konuşuyor ve halkı tahrik ediyordu. Durumu anlaşılınca tutuklanarak hapsedil. Patrona Halil Ayaklanmasının ilk günlerinde isyancıların başarı kazanması üzerine Zülali Hasan Paşa hapisten kahraman olarak çıkarılarak, Sultan I. Mahmut tarafından Anadolu Kazaskeri yapıldı. Ama adamın fıtratında var hainlik. Kadı da olsa, imam da olsa, sıradan bir kişi de olsa, fıtratında hainlik varsa bundan kurtulamadığı gibi Zülali Hasan Paşa’da ihanet etmekten kurtulamadı. Kendisine Kazaskerlik görevi veren Sultan I. Mahmut aleyhine de konuşmaya ve halkı kışkırtmaya başlayınca görevinden alınarak Girit adasına sürgüne gönderildi. Tabii bununla yetinilmedi, hainliğinin, yani ihanetinin bedelini 1731 de Resmo’da cellat tarafından kementle boğularak ödedi.
aligalipbey   Ali Galip Bey bir başka haindir. İhaneti belgeli hainlerden biri olarak tarihe geçenlerdendir. Milli Mücadelenin ilk aylarıydı. Erzurum Kongresindensonra Sivas kongresi toplanmıştı. Mustafa Kemal bütün yurda tamimler göndererek, telgraf çekerek Sivas Kongresinin toplanacağını ve ilgi gösterilmesini istiyordu. İstanbul Hükümeti, yani Sultan Vahdettin ise kongrenin toplanmamasını, dağıtılmasını istiyordu. Bu görevi de Elazığ Valisi olarak görev yapan Ali Galip Bey’e veriyordu. Ali Galip Bey’den istenen Sivas Kongresi başlamadan Mustafa Kemal ile onunla beraber olanların tutuklanarak İstanbul’a gönderilmesiydi. Tabii iş kolay iş değildi. İstanbul Hükümeti tarafından Sivas Valisi görevden alınarak yerine Ali Galip hem vali hem de komutan olarak büyük yetkilerle atandı. Yeni Vali Ali Galip Bey, Sivas kongresinin ikinci günü (6.9.1919) yanında 100-150 kişilik süvari askeri ile Sivas’a geldi. Kendisini işgal kuvvetlerinden İngiliz Binbaşı E.W Noel’in karşılaması çok anlamlıydı. Yani kısacısı Padişahtan çok işgal kuvvetleri duruma müdahale ediyordu. Ayrıca İngilizlerin maşası durumunda olan Kürt Bedirhan AşiretindenCeladet, Kamuran ve Cemil Paşazade Ekrem BeyMalatya Mutasarrıfı Halil Beykarşılayıcılardandı. Ama karşılarında sıradan bir subay değil Mustafa Kemal olduğunu unuttuklarından olan oldu ve durumu öğrenen Mustafa Kemal 15. Alay Komutanı İlyas Bey’e gelenlerin hepsini tutuklattı. Ne var ki Ali Galip Bey tehlikeyi sezince ortadan kayboldu ve kaçarak canını kurtardı. İngiliz Binbaşı Noel yurtdışına çıkarıldı. Ali Galip Bey’in başarılı olamaması üzerine Sadrazam Damat Ferit istifa etti.  Milli Mücadele başarı ile sona erince Ali Galip Bey 150’lilikler listesiyle yurtdışına çıkarıldı (1924) ve Romanya’ya yerleşti. 1934’de de Köstence’de vefat etti.
Abaza Ahmet Paşa Osmanlının başına dert üstüne dert açan paşalardan biridir. Zaten hayati bağışlanmak suretiyle kurtulmuş sonra da devletin başına bela olmuştur. Celali İsyanlarındaCanbulatoğlu’nun yamaklarından biriydi. İsyanda başarılı olmuş ve ismini duyurmuştu. İsyan bastırıldığında, yani Canbulatoğlu’nun güçleri bozguna uğratıldığında Abaza Mehmet de yakalandı. Kellesi gidecek yerde Yeniçeri Ağası Halil Ağa tarafından affedilerek kurtulduğu gibi birde himayesine alındı. Böylece isyancı bir eşkıya olan Abaza Mehmet’in şansı açıldı ve şöhret basamaklarını koşar adım çıkmaya başladı. Kısa sürede yükseldi. Önce Derya Beyi oldu. Sonra da Maraş (1617), Erzurum (1621) Beylerbeyi oldu. Abaza Mehmet bundan böyle vezirdi ve Abaza Mehmet Paşa olarak anılmaya başlandı. Erzurum’da Beylerbeyi olarak görev yaparken Padişah Genç Osman yeniçeriler tarafından katledilmişti (20.5.1922). Abaza Mehmet Paşa, Sultan Genç Osman’ın öldürülmesinden yeniçerileri sorumlu tuttuğundan müthiş bir yeniçeri katliamı yaptı. Artık kendi başına hareket edebilirdi. Kendisini çok güçlü gördüğü için ihanet çemberini boynuna dolayıp İstanbul’a karşı isyan etti. Güçlü ordusu ile İstanbul üzerine yürüdü. Ankara’ya vardığında kenti kuşattı ama üzerine gönderilen Çerkez Mehmet Paşa’nın ordusuna yenilerek Erzurum’a çekildi. İsyancı yamaktan vezir olunca olacaklarda böyle olacaktı elbet. Yaptığı yanlışlıklar, hatalar birkaç kez bağışlandı ama içinde melanet olan bir adamın yapacağı yine melanetti ve ihanet etmekten geri durmadı. Tekrar isyan edeceği haberleri üzerine yakalandı ve kafası kesilerek ortadan kaldırıldı.
Abdülkadir Bey, Harbiye’yi bitirdikten sonra Balkanlarda Yunan ve Bulgar komitecilerle yapılan çatışmalara katılarak yararlılık gösterdi. İttihat Terakki Cemiyetinin en hızlı fedailerinden biri idi. 31 Mart Vak’asını bastıran Hareket Ordusunda görevliydi. Balkan Savaşına katıldı. Dünya Savaşının son aylarında Musul Kumandanı ve Valisi olarak görev yaptı. Mütareke yıllarında işgal güçlerince tutuklanacağını anlayınca gizli yollardan Anadolu’ya kaçtı. Mustafa Kemal’in okul arkadaşıydı. Yaptıkları da göz önüne alınarak Ankara valiliği görevine getirildi. Cumhuriyet ilan edildikten sonra işler ters döndü.  Ankara’da Mustafa Kemal’e karşı yapılmak istenen suikast ve daha sonra İzmir’de (1926) planlanan suikaste katıldı. Yargılandı ve idama mahkûm olunca bir yolunu bularak kaçtı. Istranca DağlarındanBulgaristan’a geçerken yakalandı ve Ankara’ya getirilerek idam edildi.
            İnat ve Hain Ahmet Paşa Osmanlı İmparatorluğu tarihine hainlikleriyle geçen çok ihtiras sahibi bir kişi olarak tanındı. Enderun’da eğitim gördü. Üst üste rütbeler aldı. ÖnceMirialem sonra da Yeniçeri Ağası oldu. 1521 de de Rumen Beylerbeyi olarak Padişah Kanuni Sultan Süleyman’ın komutasında Belgrat seferine iştirak etti.  Becerikli Paşa bilahare de İkinci Vezir oldu. İmparatorluğun Rodos Seferine Serdar olarak katıldı. İnat ve Hain Ahmet Paşa’nın sütün emeli önüne çıkan her engeli aşarak Sadrazam olmaktı. Ama emeli boşa çıktı. Yerine bir başkası sadrazam olunca kızdı ve hıncına hâkim olamadı. Bu nedenle deMısır’a vali olarak atandı. Kendi kafasına uygun gördüğü Çerkezlerle anlaşarak, valisi olduğu Mısır’ı ele geçirdiğini açıkladı ve Sultanlığını ilân ederek adına para bastırdı. Bu da yetmedi kendi adına hutbe okuttu. Mısır’ı ele geçirdikten ve sultanlığını ilân ettikten sonra Osmanlılar tarafından “İnat” ve “Hain” lakaplı paşa olarak anılmaya başlandı. Sultan olan ne yapacaksa onu yaptı ve vezir olarak Mehmet Beyi atadı. Padişaha sadık kalan Mehmet Bey, İnat ve Hain Ahmet Paşa’yı öldürmek için hemen harekete geçti. Bunu anlayan Paşa kaçarak bir kaleye sığındı ise de orada yakalanıp öldürüldü. Osmanlı Devletinde Osmanlıya karşı isyan etmek akıl kârı mı? Değil isyan etmek, sadakattan bir an olsun uzaklaşmak dahi ihanettir ve cezası idamdır. Ahmet Paşa ne kadar İnat ve Hain olursa olsun yakasını kurtaramazdı, kurtaramadı da! Sonunda sığındığı kalede, inanıp vezir yaptığı Padişaha bağlı Mehmet Bey tarafından öldürülerek cezası verildi.
Yazan İbrahim Balcı

.

Osmanlıdan Günümüze HAİNLER- 6




Osmanlıdan Günümüze HAİNLER- 6





ibalci





İbrahim Balcı

Hain ihanet edendir. Ya hain olmadan ihanet ettiğine inanılıp da ortadan kaldırılanlara ne demeli? Osmanlı Tarihinde bunun sayılamayacak kadar çok örneği var. Canını dişine takıp mücadele etmiş, varını yoğunu ortaya koymuş “devlet malı deniz yemeyen domuz” diyenlere aman vermemiş ama dedikodu kazanına konularak katran gibi kaynatılarak yok edilenlere de hain damgası vurulduğu çok olmuştur. Bir örnek vermek gerekirse diyor ve Torhuncu Ahmet Paşa’yı hatırlatırız.
Tarhuncu Ahmet Paşa yükselme ihtirası olanlardan biriydi. Kademeleri teker teker ama istikrarlı bir şekilde geçerek hedefe varmıştı. Baktı ki “Hacı” olmanın avantajı çok büyük, hemen yollara düşüp hac farizesini yerine getirerek “Hacı” oldu. Hacı olduğu dönemde Mısır Valiliğine atandı. Bu görevi sırasında ne oldu ise oldu olaya Sadrazam Gürcü Mehmet Paşa ile karşı karşıya geldi. Her an bir tehlikeye maruz kalabilirdi ama imdadına, yani ölümden kurtulmasınaKazasker Mesut Efendi yetişti. Hem de ne yetişti? Hem ölümden kurtuldu hem de Sadârete tayin edildi. Yani Sadrazam oldu. Torhuncu Ahmet Paşa sadaret mührünü alırken Sultan’la yapılacak işler konusunda adeta pazarlık yaptı. Neler yapması gerekir, kendisinden neler istenir hepsini teker teker görüşüp bilgi ve yetki aldıktan sonra göreve başladı. Aslında yeni sadrazamdan beklenen devlet hazinesini çekip çevirmek, israf içindeki hazineyi daha kötü durumlara düşürmekten kurtarmaktı.
Tarhuncu Ahmet paşa
Tarhuncu Ahmet paşa

Devlet hazinesi perişan durumdaydı. Gider gelirden fazlaydı. Yani ürkütücü idi. Yani “24 bin yük akçe” gelir; “25 bin 200 yük akçe” gider vardı. Durum bu olunca Tohuncu Ahmet Paşa’nın yapacağı iş israfı önlemekti. Ama en önemlisi de rüşvetin önünü kesmekti. Torhuncu Ahmet Paşa yoğun bir çalışma içine girdi. Rüşvetin önünü kesmek için olağanüstü önlemler aldı ama bu durum bir kısım devlet adamının işine gelmedi. Çünkü bazı insanların çıkarları Devleti Ali’nin üzerindeydi. Dedikodu kazanı kaynatılıp durdu. Günler günleri kovaladı ve Padişah Kanuni Sultan Süleyman ile Valide Sultan’a Torhuncu Paşa devamlı şikâyet edildi. Hem de asılsız ve berbat bir iftiralarla. Bu iftiralardan biri olan;  “Padişahı tahttan indirmek istiyor” dedikodusu Padişah’ın kulağına gidince, Padişah da anlatılanlara inanmış olacak ki Torhuncu Ahmet Paşa’yı huzura davet ederek önce sadaret mührü elinden aldı sonra da boynu vurularak (21.3.1653) ortadan kaldırıldı.
Devlet hazinesini düzeltmek için canını dişine takan, kötülerin, rüşvetçilerin, kendi çıkarını Devleti Ali’nin çıkarı üzerinde görenlerin gözünün yaşına bakmayan bir sadrazam dedikoduya kurban edilerek ortadan kaldırıldı.  Anlaşılan o ki; ihanet edenlerin hainliklerini ortaya koymak için boğuşup duranlarda hain olarak damgalanabiliyor ve boynu vurulabiliyor.
Uzun Piyale Paşa
Uzun Piyale Paşa


Osmanlı Devletinin önemli Kaptanı Deryalarından biri olan Uzun Piyale PaşaKaradeniz’de üstün hizmetler yaptı ve güvenliği sağladı. Karadeniz güvenlik bakımından sağlam duruma geldikten sonra Akdeniz’e gönderildi. Pek çok seferler yaptı ve Cezayir’e gitti. Cezayir Seferi dönüşünde Cezayir Dayısı (Valisi) Mehmetpadişaha çok miktarda değerli armağanlar gönderdi. Ne var ki Padişaha gönderilen armağanlara tamah eden Uzun Piyale Paşa armağanların bir kısmını kendisi için ayırarak ihanete kapı araladı. Armağanların bir kısmına Uzun Piyale Paşa tarafından el konulduğunu öğrenen Sultan İbrahim’in fermanı ile Uzun Piyale Paşa boynu vurularak öldürüldü (1644).
Osmanlı Devletinin önemli Kaptanı Deryalarından biriydi Kanlı Cafer Ağa (1516-1520).Kanuni Sultan Süleyman döneminde görev yaptı. Çok önemli hizmetlerde bulundu. İstanbul’un gelişmesine, yeni limanlar inşa edilmesine vesile oldu. Cesaretli ve gözü pek bir kişiydi. Acıması yoktu ve sert davranışları ile korku salıyordu. Pek çok kişinin ölümüne neden olduğu için ismi “Kanlı Cafer Ağa” ya çıkmıştı. Kan akıttıkça korku salan Cafer Ağa kendini de düşünmekten geri kalmıyor ve rüşvet olaylarına karışıyordu. Bilhassa savaş ganimetlerinden hakkından çok fazla pay aldığı dilden dile dolaşınca Padişah Kanuni Sultan Süleyman ibreti âlem için duruma müdahale ediyor, anında verdiği fermanla Kanlı Cafer Ağa boğularakihanetinin cezasını görüyordu.
Mehmet Sait Pertev Paşa Osmanlı Devletinin çok önemli vezirlerinden biridir. Divan-ı Hümayun’da yetişti. Reisülküttaplığa yükseldi  (Yazı İşlerine bakan sekreterlerin reisi oldu). Güçlü devletlerden Rusya, Fransa ve İngiltere’nin bağımsız Yunanistan kurulması  dayatmalarına karşı koydu.  Petersburg’da imzalanan anlaşmayı kabul etmedi (4. Nisan 1926). Rusya’ya savaş açılmasını kabul etti.
Yapılan savaşta Osmanlı Ordusu yenilince Reisülküttaplık görevinden alındı. Ama gözden düşmedi yeni görev verildi kendisine. Görev gereği Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın Girit ayaklanmasını bastırmak üzere Kahire’ye gönderildi.  Mehmet Ali Paşa’yı ikna edip İstanbul’a döndü ve Padişaha Mehmet Ali Paşa’nı,  hazineye 20 bin, ordu için kullanılmak üzere de 5 bin kese altın verileceği haberini verince Padişah II. Mahmut tarafından süslü bir kılıçla ödüllendirildi ve Sadaret Kethüdası olarak atanarak yükselişine devam etti. Padişah’ın güvenini kazanan, bu nedenle de olağanüstü etkiler alan paşa, halk arasında “Tuğsuz Padişah” diye anılmaya başlandı.
Padişah 2. Mahmut
Padişah 2. Mahmut


Büyük yetkiler alan M. Sait Pertev Paşa’nın düşmanları da arttı. Kıskançlık büyük boyutlara vardı ve hakkında dedikodular yapılmaya başlandı. Hele,  padişahı indirecek yerine Abdülmecit’igeçirecek yolundaki yalanlarına inanan Padişah II. Mahmut M. Sait Pertev Paşa’yı görevden aldı ve Edirne’ye sürgüne gönderdi. Sürgün’ün ardında ölüm fermanı geleceği muhakkaktı öyle oldu.  Devlete hizmetten çekinmeyen, Padişaha karşı da hiçbir kusuru olmayan Paşa, 1837 de boğularak öldürüldü. İşte Osmanlı Devletindeki demokrasi! Ucu sivri bir yalan, üç beş kendi çıkarını düşünen paşa ve dedikodu için dolduruşa getirilen cahil halk ve yoktan yere canından olan M. Sait Pertev Paşa’nın sonu!
İşte boynu vurulan ya da asılarak idam edilen bir paşa! Nişancı İsmail Paşa Ayaşlı olup Saray’da yetişti. Çuhadar olarak görev yaptıktan sonra Rumeli Beylerbeyi payesi ile kendisine maaş bağlanıp emekliye gönderildi. Siyavuş Paşa’nın katlinden sonra yaşlı olmasına karşın Sadrazamlık görevine getirildi. Padişah II. Süleyman’dı ve aklına mukayyet değildi. 40 yıldan beri hapis hayatı yaşıyordu. Tahta çıkarılışının ilk aylarında yanına gelen Darüssaade Ağasına, kendisini asmamaları için şöyle yalvarıyordu. “Ortadan kaldırılmamız emri çıkmışsa söyleyin. İki rekât namaz kılayım. Ondan sonra emri uygulayın. Çocukluğumdan beri kırk yıldır hapis yatarım; her gün ölmektense bir gün ölmek yeğdir…”.
Ağanın gelişi öldürülmesi ile ilgili değildi. İşte böyle bir ortamda Nişancı İsmail Paşa Sadrazamlığa getirildi. Yaşlı Sadrazam işe hızlı girdi. Her şeyi düzeltmek azmi ile hareket etti. İsyanları bastırmak, rüşveti önlemek, sarayı cehenneme çeviren ilmiye sınıfı ile saray erkânını tavsiye etmek için bütün gücünü sarf etmeye başladı. Ama herkesi karşısında gördü. Çünkü yönetim köhnemiş, rüşvet, adam kayırma almış yürümüştü. Şeyhülislam’da Nişancı İsmail Paşa’nın karşısına geçince olan oldu ve dolduruşa getirilen Padişah II. Süleyman Sadrazam Nişancı İsmail Paşa’yı sadaretten azletti (2.5.1688). Ne oldu ise bu azil kararından sonra oldu ve rüşvet almalarına mani olduğu kişiler aleyhine döndü. Hakkında şikâyet etmeye başladılar.
Körülüzade Fazıl Mustafa Paşa
Körülüzade Fazıl Mustafa Paşa


Neticede, şeyhülislam olmasına rıza göstermediği Debbağzade Mehmet Efendi’nin gayretleri ile azlini temin ettiler ve kendisini Kavala kalesine hapse gönderdiler. Bir sürede hapis yatan Paşa buradan Rodos’a sürgün edildi.  Köprülüzade Fazıl Mustafa Paşa ile arası iyi değildi. Zamanında onu sürgüne göndermişti. Bu kez işler ters döndü ve Köprülü Fazıl Mustafa Paşa Sadrazam olunca Nişancı İsmail Paşa’dan hesap sormaya başladı. Arnavut Zeynel Abidin Paşa’nın idamının haksız yere yapıldığı ileri sürülüp kısas istendi.
Hıncını alamayan Köprülü Fazıl Mustafa Paşa Kapıcıbaşı’yı Rodos’a gönderdi. Padişah’ın idam fermanı ile gelen Kapıcıbaşıyı gören Nişancı İsmail Paşa: “Altmış bir günlük vezaretimin muhasebesini gördüm; ne ben de miri mal var ne de cevahire vaziyet ettim. Kız Hüseyin Ağa ve Yeniçeri Ağası Hasan Ağa cevahiri beyaz ehrama sarılı mühriyle getirdiler; baktım ve yine mühürleyip sahiplerine verin deyip tenbih ve teslim ettim; onlardan sorun; mal ıtlak olunur ise ancak bir adet rahtım var (at takımı) yüz kuruşa satıp ramazan harcını gördüm” cevabını verdi. İsmail Paşa’nın bu sözlerine karşı, Kapıcıbaşı Kara Bayram Ağa “Vezaret ettiniz, bazı saklı paranızdan kırk kese kadar verin, müsterih olsunlar” diyerek işi halletmek istedi ise de Nişancı İsmail Paşa “Vezir-i Azam değil, babası Koca Köprülü mezardan gelse yine sözüm sözdür; ne akçem var, ne miri yedim ve ne de vermeye kadirim ve ne de olsa veririm, işte Kelamullah, emrine razıyım.”
Nişancı İsmail Paşa servet sahibi olmadığını ne param var, ne devlet malı yedim ve ne de verebilecek durumdayım diyordu. Bunun üzerine Kapıcıbaşı Kara Bayram Ağa getirdiği idam fermanını Nişancı İsmail Paşanın eline verdi. Paşa fermanı okuyup güldü ve: Padişahımın bu işte suiniyeti yok, çelebicik yazmış, Allah emaneti şu Mushaf (Kar’an-ı Kerim) büyük oğlumundur, götürüp ver, beni şu dolapta, Kâbe’den getirdiğim zemzemle kefene sarıp defneyle” dedikten sonra vasiyetini yazdırdı ve helalleşti. Ferman gereği başı gövdesindenkoparıldığında yetmiş yaşın üzerinde yaşlı bir paşaydı (Nisan 1690).
Yazan İbrahim Balcı

..


Osmanlıdan Günümüze HAİNLER- 7



Osmanlıdan Günümüze HAİNLER- 7



ibalci





İBRAHİM BALCI
Hain- İhanet; Hainler-İhanetler… 
Hain olmasa ihanet olmaz! İhanet edilmezse de hain ve hainler olmaz. Ama haini, yani ihanet edeni bulmak o kadar güç değil. Tarihe bakıldığında peşi sıra gelirler. Sanki lokomotife takılan katarlar gibi arka arkaya dizilirler. Bir değil, on değil; yüzlerce, binlerce, milyonlarca bulunur…  İhanetin ne olduğuna bakılır! Neye, niçin ve ne zaman ihanet edilmiştir. Neye, niçin ihanet edildiği saptandığında hainleri bulmak da kolaylaşır…
Dün Osmanlı hanedanına, saltanata, saraya yapılan en ufak hareket ihanetin büyüğü sayılırdı. Bunu devlet malını zimmete geçirmek, rüşvet almak, düşmanla işbirliği yapmak takip ederdi. Şeyhülislamlara karşı hareket, sadrazam ve vezirlere karşı alınan tavır; dedikodularla Sultan’a kadar ulaşırsa bir ihanet belgelendi demektir… Bu nedenledir ki Osmanlı Devletinde olan ihanet kadar ve hain kadar hiçbir devlette olmamıştır.
Günümüzde de böyle değil mi? Ama bir farkla; günümüzde hainlerin cephesi yok! Hepsi iç içe, hepsi birbirine karışmış! Hangi taş kaldırılsa altında tonlarca hain çıkar, ihanet belgelenir. Ama bu dönemde cepheler belirli; siyasi partiler, dışa bağımlı kuruluşlar, sivil toplum örgütleri, cemaatler… Ve kişisel de olca çok becerikli olanlar ile işirlikçiler…
Burada keselim! Devam edecek olursam günümüzde ihanet edenleri de sıralayıver diye seslenenler olur… Tabii ki onunda zamanı var!
İhanet ettiği için boynu vurulan bir kişi var ki ona ihanet etti diyebilmek için izandan ve akıldan noksan olmak gerekir… Böyle bir insan devletine ihanet edebilir mi? Böyle bir adam hain olabilir mi? Olabiliyormuş demek! Bakalım bu hain kim?
piri-reis-(1)  


Karamanlı Hacı Mehmet’in oğludur Ahmet Muhittin Pîrî… Amcası ise namlı denizcilerden Kemal Reis’ti. Aile Karaman’dan İstanbul’a göç etmiş, bir süre kaldıktan sonra da Gelibolu’ya yerleşmişti. Ahmet Muhittin Pîrî denizciliğe amcası Kemal Reis’in yanında başladı. Akdeniz’de 1487-1493 yılları arasında korsanlık yaptılar. Vurdular, kırdılar, esir ve haraç aldılar. Dur durak bilmediler; Sicilya, Korsika, Sardunya ve Fransa kıyılarına üst üste akın düzenlediler. İspanya’da Endülüs Müslümanları zor durumdaydı. Gırnata’ta Müslümanlara katliam yapılıyordu (1486). Gırnata Müslümanları Osmanlı Padişahından yardım istedi. O sıralarda Osmanlı’nın denizde donanması yoktu. Ama denizlerde dolaşan Türk denizciler vardı. Kemal Reis’ten yardım istendi. Kemal Reis isteği kabul etti ve Osmanlı Devleti sancağını arma olarak kullanarak İspanya’ya gitti. Orada ölümle yüz yüze olan Müslümanları kuzey Afrika’ya taşıdılar. II. Beyazıt donanma kurmak için korsanlık yapan Türkleri donanmaya katılmaya çağırdı. Hemen İstanbul’a gelip Osmanlı donanmasının resmi hizmetine girdiler (1495). Gelişen, tecrübe kazanan Ahmet Muhittin Pîrî, bundan böyle Pîrî Reis olarak isim aldı ve Sefer Kaptanı oldu.  Moton, Koron, Navaris, Midilli ve Rodos seferlerinde görev aldı. Seferleri sırasında gördükleri yerleri, yaşadığı olayları tespit etti. Sonra meşhur kitabı olan Kitab-ı Bahriye’yi yazdı. Dünya denizciliğinin ilk kılavuz kitabı olan bu kitap Türk denizciliğinde bir devrim yarattı. Pîrî Reis’in amcası Kemal Reis öldükten sonra Barbaros Hayrettin Paşa’nın kumandası altına girdi.  Sefere çıkmaktan çok, mesken tuttuğu Gelibolu’da bulundu yazmakta olduğu kitabı üzerine çalıştı. Kitaptan sonra çalışmalarını harita üzerine yoğunlaştırdı ve 1513 de ilk dünya haritasını çizdi. Atlas Okyanusu, İber Yarımadasını, Afrika’nın batısı ile Amerika’nın doğu kıyılarını kaplayan haritayı çizdi. Padişah tarafından kendisine armağan olarak iki savaş gemisi ve Derya Beyi (Albay) unvanı verildi. İskenderiye’nin ele geçirilmesinde gösterdiği başarı nedeni ile Padişah Yavuz Sultan Selim’in övgüsünü kazandı. İşte bu sefer sırasında Padişah’a yani Yavuz Sultan Selim’e yaptığı haritayı sundu. Pîrî Reis 1528 de çok daha detaylı olan ikinci haritasını Sadrazam Pargalı İbrahim Paşa’nın delaletiyle Padişah’a takdim etti. Barbaros Hayrettin Paşa Kaptan-ı Derya olunca Pîrî Reis’te Sancak Beyi oldu. Barbaros Hayrettin Paşa ölünce de Mısır Kaptanlığı görevine layık görüldü. Pîrî Reis Umman ve Basra üzerine çıktığı seferde Hürmüz kalesini kuşattı. Portekizlilerden aldığı haraç karşılığı kuşatmayı kaldırdı ve donanma ile birlikte Basra’ya döndü. Tamire muhtaç donanmayı Basra’da bırakıp ganimet yüklü üç gemi ile Mısır’a gitti. Gemilerden biri yolda battı. Pîrî Reis’in donanmayı Basra’da bırakarak Mısır’a gitmesi kusur sayıldığı için Mısır’da hapsedildi. Basra Valisi Kubat Paşa’ya ganimetten istediği haracı vermemesi, Mısır Beylerbeyi Mehmet Paşa’nın politik hırsı yüzünden hakkında Padişah Kanuni Sultan Süleyman’a olumsuz bilgiler verildi. Padişah olayın üzerinde durmadı, soruşturmadı ve 1554 de verdiği fermanla Pîrî Reis’in boynunun vurulmasını istedi. Padişah Kanuni Sultan Süleyman bu, istediğine karşı durulabilir mi? Padişah’ın İsteği hemen yerine getirildi ve Pîrî Reis boynu vurularak öldürüldü (1554). İşte ibretle bakılacak bir olay bu! Yaptıkları ile denizcilikte devrim yaratan bir büyük reis, yoktan yere boynu vurularak öldürülüyor ama öldürülmesine neden olarak da Devlet’e ihanet ettiği gösteriliyor. İşte Osmanlı Devleti! Acaba ihanet eden kim?  mi? Onu dedikodu kazanı içinde kaynatanlar mı? Ne yazık ki Osmanlı aşçısı aşçı değil ki çorbanın zehirli olup olmadığını anlayabilsin?
Sultan deli olunca aldığı kararlar da delice oluyor. Hiç yoktan verdiği fermanla olmadık işler yaparak tarihe geçiyordu. Sultan Deli İbrahim de bunlardan biridir. Zamanı geldi öyle bir karar verdi ki Salih Paşa denen zat bugünkü ifadeyle bok yoluna gitti…  Salih Paşa Boşnak’tı ve diğer Boşnakların geçtiği yollardan geçerek adım adım yükseldi. Önce Sarayın ahır hizmetleri için görevlendirilerek İmrahor oldu. Sonra ki hedefi Yeniçeri Ağalığı idi bu makama da tırmanmakta gecikmedi. Yavaş yavaş son amaca doğru gidiyordu ve Kubbe veziri oldu (1644) bir yıl sonra da Sadrazam olarak mührü eline aldı. Kısa sürede yükselen Salih Paşa bu doludizgin gitmesinin nerelere kadar varacağını düşünmüyordu bile. Padişah Sultan İbrahim “Deli” olduğundan ne yaptığını bilmiyordu. İşi gücü bırakmış kendisini okutacak hoca arıyor, cinci hocalardan medet umuyordu. Baş ağrısı illet halini almış, buna bir de iç sıkıntısı eklenince dayanılmaz haraketler yapıyor ve ses çıkarmaması için at arabalarının yoldan geçmesini yasaklıyordu. Sadrazamın yapacağı bir şey yoktu. Yasaksa yasak, hemen uygulamaya başlıyordu, ama o zamanda başka vasıta yok ki! Halk, ya da arabacı esnafı işini yapmaya devam ediyordu. Sultan Deli İbrahim yine bir gün kendini okutmak için Davutpaşa’ya şöhretli bir imamın evine giderken olan oldu. Yolda at arabasına rastladı.  Atların nal ve arabanın tekerleklerinden çıkan sesler Sultan Deli İbrahim’i çileden çıkarmaya yetti. Gazaba gelen Padişah Deli İbrahim “Ben Padişah değil miyim? Neden sözüm dinlenmez?” diye bağırdıktan sonra da “Tez bulun sadrazamı boğun, boğun” diye bağırarak son emri verdi. Kısa sürede Sadrazam Salih Paşa bulundu ve imamın evine getirildi. Padişah ve mahiyetindekilerin içinde ne cellât vardı ne de ip. Hemen alelacele İmamın evinden bir kuyu ipi bulundu ve oracıkta boğularak öldürüldü. Salih Paşa tarih sayfalarına rüşvetçi, hain, asi ve çok ters bir adam olarak geçmedi. Ama yine de boğduruldu. Yani ne şehit oldu ne gazi, bok yoluna gitti Niyazi!
Büyük hainlerden biri de Yakup Çelebi’dir (!). Osmanlı Padişahlarından I. Murat’ın oğlu, Orhan Gazi’nin torunu idi Yakup Çelebi. Osmanlı tarihinin en şanssız şehzadelerinden biri olarak kayıtlara geçti. Yakup Çelebi adı gibi çelebi bir insandı. Her hangi bir şekilde babasının yerine tahta geçen Yıldırım Beyazıt’a ihanet ederek yerine geçmek gibi bir niyet ve düşüncesi yoktu. Hakkında yazılanlar böyle dediğine göre neden ortadan kaldırıldı? Sultan Yıldırım Beyazıt, Padişah olmadan yani tahta geçmeden önce Karesi (Balıkesir) Beyliği yapmış, savaşçı olarak Karaman ve Kosova seferlerine katılmıştı. Ama vehimliydi, ihtiras ve yarınından korkma duygusunun altında ezilme nedeni ile huzursuzluk çekiyor ve rahatlamak için kararını veriyordu: Kardeşi Yakup Çelebiyi ortadan kaldırtacaktı!  Bu karar üzere kardeşi Yakup Çelebiyi ordugâha çağırarak, sorgu sual etmeden cellâtlara boğdurtarak vehim ve korkusunu üzerinden atıyordu. Ordu Kosova Seferindeyken sırf saltanat endişesi yüzünden boğularak öldürülen yani katledilen ilk şehzade oluyordu Yakup Çelebi (1389). Sonraki yıllarda da Fatih Sultan Mehmet kardeş katlini yasalaştırıyordu! Eeeeee Osmanlı Devletinin bekası söz konusu olunca değil kardeş, evlat katline de “Evet” denir!
Osmanlı tarihinde Arnavut kökenli Sadrazamların ayrı bir yeri vardır. Neden Sadrazamlık için ilk akla gelenlerdendir Arnavut Paşalar? Henüz cevabı verilmediyse de Sultana itaat da kusur etmediklerinden tercih edildikleri söylenegelir. Ama yine bilinir ki boynu vurulan, boğdurulan ya da değişik şekilde öldürülen sadrazamların büyük çoğunluğu Arnavut sadrazamlardır. Bu sadrazamlardan biri de Arabacı Ali Paşa’dır. Ohrili olan Ali Paşa medresede yetişmiş bir süre de imamlık yapmıştı. Ne zaman ve ne yaptı da Sultan II. Ahmet ona Paşalık verdi ve Sadrazamlık teklif etti bilinmiyor! Sadrazam Fazıl Mustafa Paşa savaşta şehit düşünce ona vekâlet eden Arabacı Ali Paşa, Padişah II. Ahmet tarafından sadrazamlığa getirildi. Savaştan korkan Arabacı Ali Paşa, sefere gitmemek için elli dereden su getiren bir Paşa idi. Hazırlanma bahanesiyle işi yokuşa sürüyor, karşı çıkanları, hoşlanmadığı insanları da at arabasına bindirip sürgüne gönderdiği için adı “Arabacı” ya çıkıyordu. Üstelik doymak bilmiyordu. Sürgüne gönderdiği kişilerin malına, parasına el koyarak zimmetine geçiriyor, Karun gibi zengin oluyordu. Bütün bu yaptıkları ile de halkın dikkatini ve kinini üzerine topluyordu. Hakkında şikâyetler çoğaldıkça çoğalıyordu. “Kadı” ve “Hoca” lakapları ile de anılan Ali Paşa’ya Arabacı lakabı çok yakışmıştı. Son marifeti de Kızlar Ağası için Saraya bir araba göndermesi oldu. Arabaya bindirilenin kim olursa olsun sürgüne gideceğini bilen Sultan II. Ahmet hiddetlenerek, gelen arabaya Sadrazamı Arnavut Ali Paşa’yı bindirerek sürgüne gönderdi. Böyle Ali Paşa’nın  adına bir de “Arabacı” lâkabı eklendi. Arabacı Ali Paşa’ya Rodos sürgünü de yaramadı, fitne çıkardığı, fesatça işler yaptığı söylentileri üzerine orada katledilerek ortadan kaldırıldı.
Yazan İbrahim Balcı

..