İbrahim BALCI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İbrahim BALCI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Nisan 2015 Salı

Osmanlıdan Günümüze HAİNLER- 10




 Osmanlıdan Günümüze HAİNLER- 10




İbrahim BALCI
İbrahim BALCI




Hainler bitmez. Dünya var oldukça hain de olacaktır ihanette! Hain ve ihanet birbirini tamamlayan terimlerdir. İhanet eden hain olur. Buna itiraz edilemez ama hain kim? Haini bulmak, hain olduğunu saptamak kolay değildir. Öyle ya! Bana göre hain olan bir başkasına göre hain değildir. Hatta kahramandır. Peki, buna karar verecek kimdir? Kimlerdir? Eğer, kendine karşı bir eylem yapıldığını sezenler ihanetle karşılaştığına inanırsa, bu eylemi yapan ve yapanlar haindir, hainlerdir…  Yapılan eylem, birilerine çıkar ve makam, çok iyi bir konum, hatta daha ileri gidelim iktidar sağlıyorsa o asla hain değil, kahramandır! Böyle durumlarda devreye tarih girer, tarihçiler girer, belgeler girer… Olaylar ve belgeler gözden geçirilir, değerlendirilir ve durum saptaması yapılarak kimin hain olduğu, kimin ihaneti yaptığı ortaya çıkar.
Kayıtlara göre hainleri yazmaya devam edeceğiz. Bakalım kimlerin ismi hain olarak kayda geçmiş. Günümüzde yazılanlar değerlendirildiğinde hain olup olmadıklarına bakacağız: Tarihten üç örnek verirsek, gerçek hainlerin nasıl olabileceklerini gözler önüne sereriz.  Örneğin; İslâm’ın son üç halifesi Hz. Ömer’i şehit eden Zerdüşt dinine mensup Ebu Lülü Firuz isimli bir köleydi. Hz. Osman’ı evinde Kur’an-ı Kerim okurken şehit edenler Mısır’dan gelen canilerdi. Hz. Ali ise Cami’den çıkarken Mülcemoğlu tarafından kılıçla başına vurulmak suretiyle şehit edilmişti.  Bu üç İslâm büyüğünü öldürenler sıradan insanlardı ama Hz. Hasan ile Hüseyin’i hatta Hz. Hüseyin’in aile efradını şehit ettiren sıradan insan değildi. Hz. Hasan’ı, eşi Cude zehirleyerek şehit etmiş, karşılığında Muaviye’den büyük paralar almıştı. Hz. Hüseyin’i şehit ettiren ise Yezit’ti.  Bu Yezit, Hz. Ali’den, birçok entrika çevirerek Halifeliği almış olan Muaviye’nin oğlu idi. Yezit, halifeliği babasından devralmış, onun halifeliğini kabul etmeyen Hüseyin’in şehit edilmesi emrini vermiş, bununla yetinmemiş Hz. Hüseyin’in aile efradını kundaktaki bebeklere kadar öldürterek tarihe dünyanın en hain kişilerinden biri olarak adını yazdırmıştır. İşte dört büyük olay ve dört büyük ihanet ve bir o kadar da hain!
Bu hainlere ve böylesi ihanetlere hiç itiraz yok… Ama diğerleri? Onlar ne kadar doğrudur? Okuyacağız ve karar vereceğiz.
Boşnak’tan devşirilen bir genç olarak Bostancı ocağında yetiştirildi. İyi bir asker olarak hayli başaralar kazandı. Ama her karışıklığın içine girmeyi ve karışıklıktan istifade etmeyi marifet saydığı için dikkat çekti. Saray’a damat olduğu için üzerine fazla gidilmedi. Karadeniz’de soygun ve çapulculuk yapan Lehistanlılara karşı vezaret payesi ile gönderildi. Deniz savaşında da büyük başarı kazandı. Ne var ki Kazak korsanları için durmak yoktu. İkinci defa Türk sahillerine saldırdılar. Kaptan-ı Derya olarak üzerlerine Topal Recep Paşa gönderildi. Kazak korsanlarına çok ağır darbe vurmayı başardı. 172 düşman gemisi esir alındı, bir kısmı batırıldı, ancak 30 kadar düşman gemisi kaçarak kurtuldu. Türk sahillerine musallat olan Kazaklara karşı kazanılan en önemli zaferlerden biri olarak tarihe geçti bu olay (1622).  Topal Recep Paşa bu başarılı seferden sonra güçlendikçe güçlendi. Güçlenmesi ile birlikte kendisini entrikaların içinde buldu.
Bağdat’ın alınamaması, Sadaretten Kaymakamlığa indirilen Gürcü Mehmet Paşa’nın akçe rayicini değiştirmesi, Bağdat’ı yardımsız bırakması nedeni ile sıkıştırılıyordu. Yeniçeriler, Sipahiler adeta ayaklanmış kellesini istiyorlardı. Recep Paşa boş durur mu? Kazanı kaynatan adam olarak yapacağını yaptı ve Gürcü Mehmet Paşa’nın ak saçlı başı vurulmak suretiyle gövdesinden koparıldı. Bu olaydan sonda Topal Recep Paşa Sadaret Kaymakamlığına getirildi. Fakat elbette ki burada fazla kalmayacaktı. Zira IV. Murat olayları yakından takip ediyor ve esas suçlunun Sipahi ve Yeniçerileri kışkırtanın Topal Recep Paşa olduğunu biliyordu. Padişahı, Yeniçerilere karşı aşağılarken olan oluyor ve Divan’a çıkan Topal Recep Paşa’ya, Padişah IV. Murat gürlüyordu: “Gel berü, bre Topal zorba başı!” Emir demiri keser bunu bilen Topal Recep Paşa birkaç adım ilerleyince Padişah konuşmaya devam etti “Bre kâfir abdest al!”. Recep Paşa sanki başına geleceğini biliyormuş gibi hazırlıklı gelmiş olacak ki yanıtı şöyle oldu; “Abdestlüyümdür Hünkârım!” Son emir Sultan IV. Murat’tan geldi “Tiz kesin şu hainin başını”… Üzerine çullandı bosbtancı başı, üzer ine çullandı bostancılar ve Topol Recep Paşa’nın kafasını huzurda kesip, kesik başı Sarayı Hümayun kapısı önünde teşhir edildi.
335561-3-4-97814Mustafa Sabri Efendi Tokatlı olup tartışmasız olarak Türk hainlerinin en önde gelenlerinden biridir. 1889çda Tokat’da doğdu. Tokat’ta doğduğu için “Tokatlı” lakabı ile anılır. Tokatlı Mustafa Efendi Fatih Camiinde ders vermeye başladı (1889). 1889-1913 yılları arasında huzur derslerine muhatap olarak iştirak etti. İkinci Meşrutiyet ilan olduktan sonra İttihat Terakki Fırkasına katıldı ve Milletvekili seçildi. Kısa bir süre sonra İttihat Terakki Fırkasından ayrılıp Ahali Fırkası kurucuları arasında yer aldı.  Bu partiden de ayrılıp Hürriyet ve İtilaf Fırkasını kurdu. Bu sırada Mahmut Celalettin Paşa’nın öldürülmesinden ürkerek, sorumluluğu olması ve bu yüzden cezalandırılacağı korkusu ile yurt d ışına kaçtı. Mütareke yapıldıktan sonra tekrar Türkiye’ye geldi ve Sait Molla ile birlikte İngiliz Muhipler Cemiyetinde yer alarak Türkiye’nin İngiliz mandası altına girmesini savundu. Yeniden kurulun Hürriyet ve İtilaf Fırkasının kurucularından biri oldu. Ancak Fırka Bakanı Miralay Sadık Bey ile anlaşamayınca o partiden de ayrıldı Mutedili Hürriyet Fırkası’nı kurdu (1919). Zikzaklı hayatı devam ediyordu ve burada da duramıyor tekrar Hürriyet İtilaf Fırkasına geçiyordu. Her daim gündemde kalmayı bildi ve bir süre partinin yayın organı olan Beyan-ül Hak Dergisinin baş yazarlığını yaptı. Damat Ferit ikinci ve üçüncü kabinesinde Şeyhülislam olarak görev yaptı. Milli Mücadeleyi başlatan Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının yakalanarak öldürülmeleri için Padişah Vahdettin tarafından imzalanan fetvayı Dürrizade Abdullah Efendi imzaladı ama Fetvayı Mustafa Sabri Efendi yazdı. Fetvada şöyle yazıyordu: “Padişahın aksi emrine rağmen milliyetçilerin öldürülmeleri caiz olmakla kalmayıp hatta her Müsliman’ın dini görevidir. Bu uğurda ölenler şahit kalanlar gazidir”. Bu fetvayı yazan kişi kendi ihanetinin belgesini de hazırlamış demektir. Mustafa Sabri Efendi Milli Mücadelenin başarılı olmasına üzüldü ve Mudanya Antlaşmasının imzalanması üzerine,  oğlu İbrahim Sabri ile birlikte İngiliz Yüksek Komiserliğine sığınarak işbirlikçilerden biri olduğunu gösterdi ve yurtdışına kaçarak Yunanistan’a sığındı. Yunanistan’da da rahat durmadı Milli Mücadele ve Mustafa Kemal aleyhinde mücadelesine devam etti. Nihayet 150’likler listesine alındı. Kahire’ye gidip yerleşti. 1927 de vatandaşlıktan çıkarıldı. 1939 de 150’liklere af çıkmasına rağmen yurda dönemedi ve 1954 de Kahire’de öldü.
Tokatlı Mustafa Sabri Efendi’nin yaptıklarını o günden bu yana devam eden Osmanlı ve hilafet yanlıları haklı bulmaktadır. Onlara göre Tokatlı Mustafa Sabri hain değil kahramandır. Çünkü Mustafa Kemal, Sultan Vahdettin’in verdiği emrin dışına çıkmış ve Milli Mücadeleyi başlatmıştır. Milli Mücadeleyi başlatmakla da haksızlık yapmıştır. Böylesine büyük haksızlık yapanlarında cezalandırılması gerekmektedir. Sultan Vahdettin fetva yazılsın emri vermiş, Mustafa Sabri Efendi fetvayı kaleme almış. Bu fetva ile de  Mustafa Kemal’in foyasını meydana çıkardığını iddia etmekte ve yazmaktadırlar. Pes değil mi?
Sürmeli Ali Paşa’ya boşuna sürmeli dememişler. Güzel gözükmek için o günün koşullarına göre demek ki çok iyi makyaj yapıyormuş. Devamlı gözlerine sürme çektiğinden de “Sürmeli” lakabını alıyordu. Başarı basamaklarını koşar adım çıkarak Sadrazam oldu. Ne var ki Sadrazamlığı sırasında sık sık yeniçeri ayaklanmaları ve huzursuzluklar oldu. Bunları önleyemediği için de görevinden azledildi. Asayişte başarılı olamamış ama nakit işlerinde hiç çaktırmadan büyük mal varlığı edinmişti.  Yapılan incelemeler sonucunda çok büyük rüşvetler aldığı anlaşılmıştı. Ayrıca hazineye de hatırı sayılır borcu olduğu görülmüştü. Bütün inceleme ve araştırmalar sonucunda tüm servetinin hazineye olan borcunu karşılayamayacağı anlaşılmıştı. Durum tespiti yapıldıktan sonra ceza olarak sürgüne gönderildi ama yerine ulaşmadan geri çağırıldı ve idam edildi.
Kanuni Sultan Süleyman zamanının en güçlü Baş Defterdarlarından biriydi. Adeta İmparatorluğun başkentini tek başına dilediği gibi idare ediyordu. Görünüşü itibari ile çok ciddi bir kişiydi. Haksızlığa karşı çıkan, yanlışları düzelten, mali açıdan İmparatorluğun en önemli ismi olarak haklı bir şöhrete sahipti. Adeta ismi Kanuni Sultan Süleyman’dan sonra gelen kişi olarak görülüyordu. Bu durum elbette ki iyi değildi. Zira Damat İbrahim Paşa yani Pargalı İbrahim İmparatorluğun ikinci adamıydı. Gerekli ortamı bulmuş, Sultan’ın itimadını kazanmış, Sultan adına istediği gibi iş yapıyordu. Hal böyle olunca İskender Çelebi de gözüne batıyor ve isteklerinin yerine gelmemesine sinirlenerek Baş Defterdarı çekemiyordu. SBelki Pargalı’nın bir bildiği vardı ya da tahmin ediyordu. Nitekim yapılan araştırmalar sonunda rüşvet, armağan ve diğer şekilde ahlaki olmayan yollardan büyük bir servetin sahibi olmuştur. Tarihi kayıklara bakılırsa Peşevi “Onun servet ve tantanası yanında veziriazamlarındaki sönük kalır” diyordu. Artık olan olmuştu. Pargalı hasmı ve rakibi gördüğü ve çokça da kıskandığı, İskender Çelebi’nin üzerine gidiyordu. Fırsat kaçırılmıyor ve İskender Çelebi Bağdat çarşı içinde 1535 de asılarak idam edilerek ortadan kaldırılırken, geride altın ve gümüş sırmalar içinde 6 bin 800 köle bırakıyordu.
Yazan İbrahim Balcı
..

Osmanlıdan Günümüze HAİNLER- 12



Osmanlıdan Günümüze HAİNLER- 12




İbrahim BALCI
İbrahim BALCI

İhanete kim karar verir? Hain kimdir? Bunu günümüze kadar tam anlamıyla açıklayabilen yoktur. Vardır! Mutlaka vardır ama kesin olarak öyledir demek he kadar doğrudur? Bunu gerçek anlamda bilen yoktur. Kimileri ihanet etti haindir derken, kimileri asla hain olamaz, o muhalifti der. Ama yine de tarih kesin yargıdır deriz ve ihanet edenleri, yani hain olarak tarihe geçenleri yazmaya devam ederiz.

Çalık Ahmet Paşa Enderun’da yetişti. Yeniçeri Ocağından çıkarıldığı için “Çalık” lâkabını aldı. Padişah II. Mustafa’nın dikkatini çekince önce Zağarcıbaşı bilahare de Kul Kethüdası, yani bütün Enderun mensuplarının başı oldu. Artık Padişah’ın güvenini kazanan bir kişiydi. Av düşkünü Padişah II. Ahmet av ve ve iyi bir tatil geçirmek için Edirne’ye gidince, devleti Şeyhülislam yönetmeye başladı. Yeniçerilerin ile cebeciler ulufeleri alamayınca cebeciler isyan başlattı. Cebecilerin başına geçen Çalık Ahmet Paşa Edirne üzerine yürüdü. Bu sırada Çalık Ahmet Paşa, ayaklanmacılar tarafından Sekbancıbaşı ve sonra da Yeniçeri Ağası ilan edildi. İsyan önemliydi, tarihe Edirne Olayı olarak geçen bu isyan sonucunda Padişah II. Ahmet tahttan indirildi ve III. Ahmet Padişah oldu. Çalık Ahmet Paşa kurnazlığı ile kısa sürede yeni Padişah’ın da güvenini kazandı ve Yeniçeri Ağası olarak görevine devam etti. İstanbul’da Bostancıbaşıların çıkardığı isyanın üzerine giderek isyanı bastırdı ve Padişah’ın bir kat daha güvenini kazandı. Fakat bu güvende başını yedi. Zira Padişah’a çok güvenen Çalık Ahmet Paşa Padişahtan sadrazamlık istemekten geri kalmadı. Böyle bir istek o güne kadar meydana gelmiş değildi. Padişah III. Ahmet bu isteğe müthiş kızdı ve “Derhal şu kendini bilmezi İstanbul’dan uzaklaştırın” emrini verdi. Emir yerine getirildi. Çalık Ahmet Paşa önce Kıbrıs’a vali olarak atandı, kısa bir süre sonra da Rodos’ta boynu vurularak ortadan kaldırıldı. Padişah’tan Sadrazamlık isteğinde bulunmak ihanetti ve ihanetinin karşılığını buldu!

Derviş Vahdeti Lefkoşe’de (Kıbrıs) doğdu (1869). Bu nedenle de Kıbrıslı Hafız Derviş Vahdeti olarak anılır oldu. Fakir bir ailenin çocuğu idi. Yoksulluk içinde büyüdü. Küçük yaşta hafız olmayı başardı. Arapça ve Fıkıh dersleri alarak kendisini geliştirdi. Yirmi yaşında İstanbul’a geldi ve Nakşibendi tarikatına girdi. Memduh Paşa Yalısında (Kireçburnu) bir süre imamlık yaptıktan sonra Memduh Paşa’nın delaletiyle devlet hizmetine girdi. Fakat bir suç işlediğinden Anadolu’ya Diyarbakır’a sürgün edildi. II. Meşrutiyet ilan edilince affedilenlerden biri olarak İstanbul’a döndü. Sultan II. Abdülhamit’ten gazete çıkarmak için para yardımı istedi ama kabul edilmedi. İsteğini daha ileri götürdü ve bazı iddialara göre İngiliz Elçiliğinden maddi yardım olarak Volkan isminde bir gazete çıkarmayı başardı (1908). Gazetenin ismi altındaki slogan manidardı. Şöyle yazıyordu “İnsaniyete hadim, dini, siyasi gazete”. Derviş Vahdeti kısa bir zaman sonra İttihad-ı Milli Cemiyeti” adında aşırı ve çok tutucu bir kuruluşun sözcülüğüne soyundu. Gazetenin yazarları arasında Hasan Tahsin, Şeyh Feyzullah Efendizade Mehmet Ali, Kadızade Abdullah Ziyaettin ve Bediüzzaman Said-i Nursi (Kürdi) vardı. Volkan gazetesi iktidardaki İttihat Terakki yöneticilerine karşı adeta savaş açtı. Halkın dini duyguları ile oynayarak tahrik ederek kışkırtıcı politika izliyordu. Meşrutiyeti “Şeytan Dönemi” olarak ilan ediyordu. Her geçen gün hezeyanlarını arttırıyor ve halkı Volkan Gazetesi etrafına toplanmaya çağırıyordu. Bunlarla yetinmiyor dini inançların sarsıldığı ve ahlakın bozulduğunu ileri sürerek devletin ileri gelenlerine açık mektuplar yayınlıyordu. Nihayet bardak taşıyor ve 31 Mart 1909 da “31 Mart Vakası” denilen isyan meydana geliyordu. Dördüncü Avcı Taburunun öne çıktığı olayda, medrese öğrencileri softalar meydana çıkarak isyanı olabildiğince büyüttüler. Mebusan Meclisi kuşatıldı ve ayaklanmacıların istekleri geldi: 1) Şeriatın eksiksiz uygulanması, 2) Sadrazam, Bahriye Nazırı ve Hassa Kumandanının hemen görevden alınması, 3) Mebusan Meclis Reisi Ahmet Rıza’nın istifası… Bu patırdı sırasında Lazikiye Mebusu Emin Aslan Bey, Adliye Nazırı Nazım Paşa ve Şerif Sadık Paşa ve pek çok okullu subay katledildi. Harbiye Nazırı Rıza Paşayı yaraladılar, Binbaşı Ali Kabuli Beyi de öldürdüler. İttihat Terakki Cemiyeti Genel merkezi, Cumhuriyet Gazetesi, Tanin, Şurayı Ümmet gazetelerin binaları tahrip edildi. İttihat Terakki Cemiyetinin ileri gelenleri İstanbul’u terk etti. Padişah II. Abdülhamit isyancılar yanında yer almasına karşın, isyancılar durmadı. Olaylar Selanik’te duyulunca Ordu ve İttihat Terakki Cemiyeti isyana karşı durdular. Olayın bastırılması için “Hareket Ordusu” adı ile kurulan Ordu İstanbul’a isyancılar üzerine gönderildi. Ordu 22 Nisan 1909 da Yeşilköy’e geldi. Ordunun Komutanı Mahmut Şevket Paşa, Kurmay Başkanı Kolağası Mustafa Kemal’di. Hareket 0rdusu 24 Nisan 1909 da İstanbul’a girdi. Kısa sürede Taksim ve Taşkışla’ya çekilen isyancılar kuşatıldı ve isyancılar teslim alındı. Padişah II. Abdülhamit tahttan indirildi. Kurulan sıkıyönetim suçluları yargıladı. Mehmet Reşat Padişah olarak tahta çıkarıldı. Başta isyanın teşvikçisi ve lideri olan Derviş Vahdeti olmak üzere 13 kişi idam cezası aldı. Ceza alanlar Sultanahmet Meydanında asılarak cezalandırıldılar.

Gazanfer Ağa bir başka hain olarak tarihe geçti. 16. Asrın sonlarında 17. Asrın ilk dönemlerinde yaşan bir Saray görevlisidir. Osmanlı Sarayında haremde göreve başladı. Önce; Kapı Ağası, sonra Kızlar Ağası ve Harem Ağası oldu. Müthiş entrika çevirmesi ile Sarayın aranılan adamı ve güvenilen kişi olmayı bildi. Padişah I. Ahmet’in Cağaloğlu Yusuf Sinan Paşa’yı sadrazam yapmasında hayli etkili oldu. Fakat sonu iyi olmadı. Zira kendisini Kızlar Ağası yapan Güzelce Mehmet Paşa’yı atladığı ve Sadrazamlığın Cağaloğlu Yusuf Sinan Paşa’ya verilmesine yardımcı olduğu için hatalı bulundu. Güzelce Mehmet Paşa Gazanfer Ağa tarafından ihanete uğradığına inandığı için onu “Hain” olarak gördü. Güzelce Mehmet Paşa fırsatını bulur bulmaz kendisine ihanet ettiğine inandığı Gazanfer Ağa ve Kapı Ağası Osman Ağayı öldürterek ortadan kaldırttı.

Kara İbrahim Paşa Bayburt’ta dünyaya gelmiş ve hızla yükselmeyi bilenlerden biri olmuştur. Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın yanında ve korumacılığı altında yetişti. Sadrazam olan Kara Mustafa Paşa, Kara İbrahim’i Kubbe Veziri yapıp Kaptan-ı Deryalığa getirdi (1677). Kara İbrahim bir yıl sonra Sadaret Kaymakamı oldu. Fakat donanmaya gereken önemi vermediği için Kaptan-ı Deryalığı elinden alındı, rütbesi de beşinci vezirliğe indirildi. Bu durdum karşısında kendisini yetiştiren velinimeti olan Kara Mustafa Paşa’yı kendisine hedef seçti. Ona kin besledi, düşman gördü. Dolaplar çevirmeye başladı. Kara Mustafa Paşanın düşmanları olan Başimrahor Boşnak Sarı Süleyman ve Kızlar Ağası Yusuf Ağa ile işbirliği yaparak IV. Mehmet’in güvenini kazandı ve tekrar ikinci vezir oldu (1681). Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Avusturya Seferine çıkarken Sadaret Kaymakamı oldu. Osmanlı Ordusu Viyana’da bozgun yiyince fırsat bu fırsattır deyip, işbirlikçi arkadaşları ile beraber en yakın koruyucusu ve velinimeti Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın idamı için Padişah’ı ikna edip idamı için ferman çıkarılmasını sağladılar. Kara İbrahim Paşa, ferman üzere idam edilen Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın yerine Sadrazamlığa getirildi. Ne var ki hiçbir zaman sefer yanlısı olmadığı için işi hafiften alınca sadrazamlıktan azledildi ve bütün mal ve servetine el konularak Rodos Adasına sürgün edildi. Orada da boğdurularak ortadan kaldırıldı.

Kenan Paşa “Sarı”, “Uzun” ve “Damat” lakapları ile anılır. Vezirlik unvanını aldıktan sonra Padişah İbrahim’in kızı ile evlenerek Saray’a damat oldu ve Kaptan-ı Deryalığa yükseldi. Mısır’da Bakırcı Ahmet Paşa’nın yanında çalıştıktan sonra IV. Murat döneminde saraya alındı. Kısa sürede yükseldi ve çeşitli yerlerde valilik yaptı. Kaptan-ı Deryalığı zamanında Osmanlı Donanması Çanakkale Boğazında Venedik donanmasından çok ağır bir yenilgi aldı. Pek çok gemi kaybedildi. Venedikliler Bozcaada ve Limni’yi aldılar. Kenan Paşa görevinden azledilerek önce Eğriboz’a ve daha sonra da Bursa muhafızlığına gönderildi. Bu görevlerde iken yarınını garanti altına almak için halktan zorla para toplamaya başlayıp, topladığı paraları Osmanlı’ya karşı isyan hazırlayan Abaza Hasan Paşa’ya göndermesi yetmediği gibi kendisi de emrindeki askerlerle beraber Celâli eşkiyalarına katıldı. Anadolu’da köyleri, kasabaları ve şehirleri yağmalayama başladı. Fakat ihanetin karşılığı elbette ki ağır olacaktı ve tuzağa düşürüldü. Yapacağı bir şeyi yoktu artık Damat Kenan Paşa’nın başı kesilerek İstanbul’a gönderildi (1659).

Şam’da doğdu Refi Cevat (Ulunay) (1890). Mekteb-i Sultani’yi (Galatasaray Lisesi) bitirdi. Muhittin Paşa’nın oğludur. Genç yaşta gazeteciliğe başladı ve kısa sürede önemli gazetecilerden biri olarak kendini kabul ettirdi. İkdam ve Tanin gibi gazetelerde çalışarak şöhretini arttırdıkça artırdı. Devrin iktidarına karşı yani İttihat Terakki’ye karşı verdiği amansız mücadele ve müthiş eleştirileri nedeni ile Sinop, Çorum ve Konya’da olmak üzere 1913 den 1918’ e kadar beş yıl sürgün hayatı yaşadı. Mondros Mütarekesi yapıldıktan sonra İstanbul’a döndü. Muhalefetini bu kez Kuvayı Milliye ve Anadolu’da Milli Mücadeleyi sürdüren Mustafa Kemal ile arkadaşlarına karşı sürdürmeye devam etti. Çok aykırı bir kalem adamı olması, sivri dili ile acımasızca Ulusal Kurtuluş Savaşını yönetenleri eleştirdi. Ulusal Kurtuluş Mücadelesi zaferle sonuçlanınca 1922 de yurtdışına kaçtı. 150’ likler listesine alındı (1924). 16 Yıl yurtdışında yaşadı. 1938 yılında çıkarılan aftan yararlanarak Türkiye’ye döndü. Yeni Sabah ve ölünceye kadar da Milliyet Gazetesinde köşe yazarı olarak çalıştı. Pek çok romanı ve anı kitabı bulunan Refi Cevat muhalif kişiliği, acımasız eleştirileri, Ulusal Kurtuluş Savaşına karşı tavır alması ve Anadolu hareketini yönetenleri devamlı eleştirmesi nedeni ile “Hain” lerden biri olarak kabul edildi. Ancak muhalif yanı hiç unutulmadı ve bu nedenle de kimilerince “Hain” kabul edilirken kimilerince de “Muhalif” olarak kabul edildi.

Osmanlı ve Cumhuriyet Türkiye’si tarihi incelendiğinde o kadar çok hainle karşılaşmak olanaklı ki bunları teker teker yazmak başlı başına çok kapsamlı bir kitap olur. Buna soyunmayacağım ama özet olarak ele belirtmek uygun olacağından, bundan sonraki yazımda toplu bir kayıtla “Hainler” yazı dizini sonlandıracağım.

.