İbrahim Balcı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İbrahim Balcı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Ekim 2015 Perşembe

NEYİ BEKLİYORSUNUZ?



NEYİ BEKLİYORSUNUZ?

ibalci           Misaki Milli sınırları içinde bulunan herkes kardeştir. Türkle Kürt kardeştir. Laz, Abaza, Çerkez, Arnavut, Çeçen ve diğerleri… Aynı yerde bulunan, aynı havayı soluyan, aynı kaderi paylaşan, uğrunda birlikte kan döktüğü toprakları savunanlar kardeştirler.  Bu kardeşliği bozmak isteyenlerin oyunu tuttu gibi… Oysa Tanzimat’tan beri başlayan ülkeye nifak sokarak insanları birbirine kırdırma isteği nerede ise gerçekleşiyor. Doğru mu elbette dileğimiz olmaması!

Devlet-i Muazzama Türkiye’yi parçalamak ve haritadan silmek için yıllardan beri hazırladıkları planı uygulama alanına koymuş, buna İttihatçı liderler de, yeteri ileri görüşe sahip olmadıkları ve maceracı fikirleriyle alet oldukları için hayranı oldukları Almanların oyununa gelerek I. Dünya Savaşına katılmış ve Çanakkale zaferi kazanılmasına rağmen Almanlar pes ettiği için ülke yenik sayılmış ve işgale sürüklenmiştir. Ülkenin değişik yöreleri ve İstanbul işgal edilmiştir… Osmanlı tarihten silinecektir. Padişah ve arka arkaya görev alan Sadrazam ve hükümetleri İngilizlerin eline oyuncaktır. Ülkenin her türlü kazanımlarına el konulmuştur. Yani Osmanlı Devleti parçalanmak üzeredir. Sevr Antlaşması imzalanmış, Anadolu İngiltere, Fransa, İtalya arasında paylaşılmıştır. Orta Anadolu’da bir kanton bölge Türklere bırakılmıştır.
İşte böylesi bir ortamda Mustafa Kemal sahne aldı. Bu Çanakkale’den sonra ikinci kez başkaldırısı idi. Bu kez sadece Saray’a değil bütün dünyaya karşı başkaldırıyordu. Ülkeyi düşmandan ve işgalden kurtaracak yeni Türkiye’yi yaratacaktır.
Saray Mustafa Kemal’den rahatsızdır, İşgalciler rahatsızdır. Mustafa Kemal oyuncak olmayı reddetmiş ve apoletlerini çıkarıp atarak sinei millete dönmüş, mücadelesine devam etmiştir. Sonuç malum, 26 Ağustos 1922 de başlayan Büyük Taarruz 9 Eylül 1922 de sona ermiş ve düşman binlerce ölüsünü ve Ordu Komutanı Trikopis’i geride esir bırakarak çekip gitmiştir…
Cumhuriyete bu yoldan gidildi. Devrimler yapıldı, asayiş sağlandı, büyük olaylar önlendi, iş alanları açıldı ve çok parti denemesi üçüncü denemesinde rayına oturarak demokrasi bütün ilkeleriyle yürürlüğe girdi. Ama bu büyük atılımı, bu büyük başarıyı kendine yediremeyenler, eskiye özlemi olanlar vardı… Katran kazanını kaynatıp kurdular. Genel Kurmay Başkanlığının kurulmasını takiben yeni bir kanunla kurulan Diyanet İşleri Başkanlığını bile kabullenemediler ve halife, hilafet, kadı, şeyhülislam özlemi içinde ülkeyi karıştırıp durdular… Demokrat partinin tek başına iktidara gelişi müthiş bir atılım ve olaydı ama denge tutturulamadı ve beş yıl sonra her şey rayından çıktı. 1957 seçimi yıkılışa gidişin başlangıcı oldu… Anormal büyüme hızı hazineyi tam takır yaparken, dış borçlanmalar da kaosu ortada kaldıramadı ve aynen bugünkü gibi o günün hükümeti halkın üzerine gitmeye başladı. Büyük olayları (mali ve idari sıkıntı, demokrasiden vazgeçme, diktaya yönelme gibi) unutturmak için MİT’in hazırladığı bir eylem ortalığı birbirine soktu. “SELANİK’TEKİ ATATÜRK’ÜN EVİNE BOMBA ATILDI” bu haber İstanbul radyosundan saat 12 de geçildi. Oysa hazırlanan senaryoya göre bomba saat 13’de atılacak ve haber o zaman verilecekti. Küçük bir yanlışlık büyük olaylara neden oldu. İstanbul’da halk ayaklandı, Rumlara hatta diğer azınlıklara ait işyerleri, evler yağmalandı, insanlar baskı gördü, bir kaç kişi yaşamını bitirdi, çok insan yaralandı… Bu büyük olay Türkiye’nin imajını yerle bir etti. Yıllar sonra olayı MİT’in yaptığı anlaşıldı. İşte Türkiye o tarihten sonra gerilemeye başladı.
Zamanın hükümet Başkanı mali yardım alabilmek için Rusya ile flört yapmak isterken katran kazanı ABD tarafından kaynatıldı, Hükümet muhalefeti sindirmek için aydınların üzerine gitti, basını sindirmek için gazetelere baskı uyguladı, gazetecileri hapse attı. Üniversite gençliği sokağa döküldü, polis devreye girdi, Üniversite Rektörü Sıddık Sami Onar’ı tokatladılar, Orman Fakültesi öğrencisi Turhan Emeksizi öldürdüler ve nihayet son haber geldi bir gecede 27 Mayıs İhtilâli gerçekleşti ve hükümet alaşağı edildi.
Adnan Menderes hükümeti, birlik çağrılarına hiç yanıt vermedi ve hep muhalefeti suçladılar… Üst rütbeli askerlerin ikazlarına aldırış etmediler… Olan oldu, yargılandılar ama esas darbeyi olan TÜRKİYE oldu.
Askerler bir iki yıl içinde demokrasiye dönerek müthiş bir iyi niyet gösterdiler. Ama kaosun önü alınamadı ve her on yılda bir askeri darbeler yaşandı. Ülke zor da olsa demokrasi yolunda yürüyor, zaman oluyor azınlık hükümeti kuruluyor, zaman oluyor ikili, üçlü koalisyonlu hükümetler kuruluyordu…
Ülke ekonomisi büyüdükçe büyüyor, iktisaden gelişiyordu. Ülkenin dört bir yanında KİT ler ve şahıslara ait binlerce işyeri ile gelişme atağı devam ediyordu.  Gelişmekte olan ülkelerde her zaman kriz ve kaos beklenir. Ecevit, Mesut Yılmaz, Devlet bahçeli üçlüsünün koalisyonu (CHP, ANAVATAN ve MHP) bozuldu… Bazı partiler kapatıldı, bazı partiler bölündü ve bazı partiler kuruldu. Kurulan partilerden biri de AKP oldu. Mevcut partilerden bıkan seçmen ilk seçimde yüklendi bu partiyi ve tek başına iktidara taşıdı… İlk birkaç yıl iyi ama sinsice ilerleyişi dikkat çekti. Atatürk’e, Cumhuriyete saldırıları, özelleştirme adı altında devletin 80 yılda sahip olduğu kazanımlarını(KİT) özelleştirme adına yerli ve yabancı yandaşlara ucuz fiyatlarla satmaya başladı. AKP kendi zenginini yarattı, kendi müteahhidini, kendi, armatörünü, kendi iş adamlarını yarattı. Halkı ötekileştirdi ve sizden-bizden diye adeta ayrıma soktu. Halk adeta çok zengin ve çok fakir olarak ikiye bölündü…  Orta sınıf ortadan kalktı. Açlık sınırının da altında oyan asgari ücret çalışanın baş belası olarak boynunda asılı kaldı…  Laiklik reddedildi, Atatürk’ün heykellerine saldırıldı, Tedrisat yerle bir edildi, okullar imam hatibe dönüştürüldü, üniversitelerin dekan ve rektörleri kapı kulu haline getirildi. Yolsuzluk, hırsızlık aldı başını gitti. Hükümet mensuplarının yolsuzlukları ortalığı karıştırdı. 17 ve 25 Aralık olayları bardağı taşırdı. Olayları soruşturan savcılar, hâkimler yerden yere vuruldu, polisler darmadağın edildi… Devletin değil, hükümetin polisi, hükümetin savcısı, hükümetin hakimi yaratıldı.   PKK belası 2002 de etkinliğini kaybetmişken AKP nin iktidara gelmesi ve kısır politikası ile yine eyleme geçti. Bunu önlemek için MİT’in nezaretinde İmralı’daki A. Öcalan ile temas kuruldu, KÜRT AÇILIMI SÜRECİ adı ile bir süreç başlatıldı ve bundan medet umuldu. Oslo’da toplantılar yapıldı… Ordu Balyoz, Casusluk ve Ergenekon davaları ile budandı. Gezi olayları bütün ülke sathına yayıldı, hükümetin faşist yönetimi burada kendisini bütünü ile gösterdi ve büyük itibar kaybı yarattı. Yapılan seçimde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Reisicumhur oldu… Ama Başbakan gibi hareket etmeye başladı. Başbakan-Hükümet ve Reisicumhur üçlüsü her geçen gün biraz daha fazla hata yapmaya başladı.
PKK Kürt Açılımından bir şey çıkmadığını anlayınca eylemlerini fazlalaştırdı ve üst üste şehit haberleri gelmeye başladı. İki ay içinde güvenlik mensubu 118 vatan evladı şehit oldu… Güneydoğu tamamen karıştı. Her İlde, her ilçede olaylar birbirini kovaladı. Ordu ve polis PKK avına çıktı. Açılım süreci içinde şehir; ilçe ve köylere yuvalanan PKK lıların peşine düştü. Şu anda Cizre abluka altında, sıkıyönetim var… Halkın katliamlara tepkisi sert oldu. Binlerce insan bütün ülke sathında ayaklandı ve protesto gösterileri yaptı. Bazı yerlerde taşkınlıklar meydana geldi. Hürriyet Gazetesi, AKP li bir milletvekilinin önderliğinde basıldı, bardak taştı, su boşaldı. Ülke zor günler geçiriyor.
Ülke karanlığın içinde yüzerken Sayın Reisicumhur hala “400 milletvekili verseydiniz bu olaylar olmazdı” diyor. Halkın öfkesi daha da artıyor. Oysa Sayın Reisicumhur’un konuşmaları çok zaman birbirini tersler. İşte birkaç örnek (Bedelli askerlik için şöyle diyor): “Şahsen böyle bir sorumluluğun altına giremem. Çünkü parası olan var, parası olmayan var. Parası olan bastıracak parayı, askerlikten kurtulacak, parası olmayan da gidip askerlik yapacak. Biz yola çıkarken kimsesizlerin kimsesi olarak yola çıktık.” Bir diğer söylemi şöyle: “Bedelli askerlikle ilgili çalışmalarımızın sonuna gelmiş bulunuyoruz. Bu işi tamamlayıp hemen adımı atacağız ve bedelli askerlikle ilgili yasayı çıkarmış olacağız”. Böylesine ters söylem olur mu?
Libya Türkiye’nin dostudur. Kıbrıs olaylarında Kaddafi’nin rolü inkâr edilemez. ABD Libya’yı parçalayacak ya, Kaddafi üzerine saldırır. Nato’nun da harekete geçmesini ister Bu olay karşısında R. Cumhur R. T. Erdoğan şöyle der: “Nato Libya’ya müdahale etmeli midir? Böyle saçmalık olabilir mi ya! Nato’nun ne işi var Libya’da?” Ama çok geçmez bu kez şöyle der: “Nato Libya’nın Libyalılara ait olduğunu tespit ve tescil için oraya girmelidir.” Allah Allah kimi inandıracaksınız bu söylemle!
Bu ve bunun gibi pek çok birbirini tutmayan ve birbirini yalanlayan söylemler. İşte bir yenisi; Tam da günümüzle ilgili: Şöyle diyor Sayın R.T.Erdoğan: “Ülkede erken seçim çığırtkanlığı yapmak, bu ülkeye ihanettir”… Peki, bir süre sonra söyledikleri! İşte onu da yazalım. Sayın R.T.Erdoğan şöyle diyor: “Erken seçime gidilmesi ülkemiz için en hayırlı olandır.” İşte bu gibi konuşmaları nedeniyledir ki Sayın C.Başkanı R.T. Erdoğan inanırlığını yitirmiştir.
            Sayın Reisicumhur R.T. Erdoğan’ın aslında yapacağı tek şey var. O da ülkemiz bugün çok zor günler geçirirken, AKP şapkasını başından atarak, TC yazılı şapkayı başına giyip konuşmalıdır.   Küçük, büyük bütün parti liderlerini bir araya toplayarak, günün önemi, Türkiye’nin çıkarı ve doğru yola girmesi üzerine, bildiklerini anlatmalı, önerileri almalı ve bu kaosa bir çözüm üretilmesine yardımcı olacak, yolu göstermelidir! Sayın Reisicumhur daha neyi bekliyorsunuz?

            Reisicumhur, ülkeyi yöneten adam değil, murakabe eden, temsil eden adamdır. Ülkeyi Başbakan ve hükümet yönetemiyorsa, yıkılış geliyor demektir. Şimdi o noktadayız.
 Allah korusun!
İbrahim Balcı

28 Nisan 2015 Salı

Osmanlıdan Günümüze HAİNLER- 3




Osmanlıdan Günümüze HAİNLER- 3




ibalci







İBRAHİM BALCI



İhanet kendiliğinden oluşmaz. İhanet edilir ve ihanet edene de “Hain” denir. Tarihin her döneminde ihanetlerle karşılaşıldı, hainlerle yüz yüze gelindi. İhanetin şekli de olmaz. Çok değişik yerde, şekilde yapılır.  Aileler içinde, aşiretler arasında, devlet içinde, siyasi partiler içinde, cemiyetler içinde, arkadaşlıklar içinde ihanetler yapılır, hainler ortaya çıkar. Ne ihanetin ve ne de hainin adresi olur. İhanet vuku bulana kadar, hain ortada görünmez. Onların bu özellikleri en büyük sermayeleridir.  Dün olduğu kadar bugün de bu sermayeye sahip olan pek çok insan kol geziyor aramızda! Biz tarihin derinliklerinde gezinmeye devam edelim, zaman zaman da yakın tarihimize gelelim bakalım ne gibi hainlikler yapılmış, kimler hain olarak kayda geçmiş!
“Devlet parası deniz yemeyen domuz” anlayışı bugün var olduğu gibi dün de vardı. Böyle olunca devlet malına, parasına ihanet edende fazlasıyla vardı. Vatandaşın malına, mülküne ve parasına göz dikenin de haddi hesabı yoktu. Bu yolu takip ederek kendisine çıkar sağlayana da rüşvetçi dendiğine göre rüşvet alan, rüşveti aldığı kişiye ya da devlete ihanet etmiş olur ve o kişi haindir. Hainler cezasını bulur.
Tepedelenli Ali Paşa Osmanlı tarihinin kaydettiği en büyük hainlerden biridir. Öylesine ihanet içinde bulunmuştur ki, ölene kadar yüzlerde ve belki de binlerce insanı, hırsı, kıskançlığı, keyfi ve Osmanlıya karşı olan düşünceleri nedeni ile öldürtmüş, kazığa vurmuş, hapislerde çürütmüştür. Osmanlı Devletinin bir dönem kahraman olarak gördüğü Ali Paşa 1774 de Tepedelen’de dünyaya geldi. Babası Veli de paşaydı. Ali Paşa, Debentli Başbuğu Kurt Ahmet Paşa tarafından yetiştirildi. Demvine Mutasarrıfı Mustafa Paşa’nın emrine girdi. Eşkiyalar tarafından Mustafa Paşa öldürülünce Miriman rütbesi alarak mutasarrıflığına getirildi, bilahare Yanya mutasarrıflığını aldı. Gözü pek, hırslı, servete düşkün ve acımasız bir Paşa idi 1787 – 1892 tarihleri arasındaki Rus ve 1788-1891 tarihleri arasındaki Avusturya Savaşlarında başarılı görevler yaparak dikkat çekti. Pazvantoğlu ayaklanmasının bastırılmasına büyük yardımı oldu. Bu başarıdan sonra Rumeli Beylerbeyliğine getirildi.  Büyük gayretlerle donanma meydana getirip seferlere çıktı. Napolyo’nun Mısır Seferi esnasında donanmasıyla Fransızları ağır yenilgiye uğratıp ve Preveze’yi geri aldı ve kendisine Vezir rütbesi verildi. Yanya’da çıkan ayaklanmayı bastırdı. 1806-1812 tarihleri arasındaki Rus Savaşları sırasında büyük başarı sağladı ve şöhreti dört yana yayıldı. Meşhur Sırp Kara Yorgi ayaklanmasını da bastırdı. İleride emellerini gerçekleştirebilmek için                                                                                                                                                                                                                                                     kendine bağlı ordu kurdu, oğullarına komutanlık verdi. Çocukları Muhtar ve Salih’e de paşalık verildi. İkisi de değişik yerlerde mutasarrıflık aldı.  Yavaş yavaş hayallerini gerçekleştirmeye başlayan Ali Paşa Yunanistan’ın ve Arnavutluğun güney kısımlarını kendi ülkesi haline getirdi.  Toksolan ve Gegalık bölgelerine hakim olabilmek için İbrahim Paşa’yı tuzağa düşürüp etkisiz hale getirdi ve hapse attı. Artık Tepedeli Ali Paşa Yanya Sultanıdır. Osmanlı devletinin emirlerini dinlemez oldu. İngilizlerle, Fransızlarla ayrı bir devletmiş gibi antlaşmalar yaptı. Korkulacak adam olmuştu! İsmail Paşa’nın hapisten kaçması ve Halet Efendi’nin ısrarları ile Sultan II. Mahmut tarafından görevlerinden alındı, kendisine sadece Yanya sancağı bırakıldı. İşte ipler bu zaman koptu. Osmanlı Ordusu deniz yolu ile üzerine gitti. İşinin zor olduğunu anlayınca Yunan ayaklanmasının nüvesi olan Etniki Eterya örgütü ile el altında anlaştı. Osmanlıya karşı; Mora, Adalar, Sırbistan, Eflak ve Buğdan’da ayaklanmalar çıkardı.  Sultan II. Mahmut durumu öğrenince bütün rütbe ve yetkilerini geri aldı. Yanya Mutasarrıflığından da azledildi. Bütün ailesiyle birlikte doğum yeri olan Tepedelen de ikamete mecbur edildi. Tepedelenli Ali Paşa yapılan uygulamaları kabul etmeyeceğini bildirince vatan haini ilan edildi ve İdamına ferman çıkarıldı. Artık bent yıkılmıştı. Sular en hızlı şekilde akacaktı. Öyle oldu. 20.8.1820 de Tepedelenli Ali Paşa güçlü ordusu ile Osmanlı’ya karşı ayaklandı.  Osmanlı da boş durmadı, Orduları üzerlerine saldı. Yanya’yı kuşattı. Ayaklanmacılar bozguna uğradı iki oğlu teslim oldu. Tepedelenli Ali Paşa ise 10 bin kişilik ordusu ve 200 top ile kuşatmaya karşı Yanya’yı 16 ay savundu. Artık sona yaklaşılıyordu. Hurşit Paşa komutasındaki ordu Yanya kalesine girdi. Hurşit Paşa ”kimseye dokunulmayacaktır” diyerek kaleyi teslim aldı. Halet Efendi’nin entrikaları ile padişahtan gelen sahte bir ölüm fermanı ile görevli cellâtlar görevi ifa için Tepedelenli Ali Paşa’nın karşısına çıkıp fermanı okudular. Tepedelenli pes der mi derhal silahına sarıldı ama üst üste mermiler yaşlı gövdesine saplanınca son nefesini verdi. Başını kesip bal torbasına koyarak İstanbul’a gönderdiler. Osmanlı bu durur mu öyle bir icraatta bulundular ki; paşa olan çocukları dâhil Tepedelenli ailesinden kimseyi sağ bırakmadılar. Tepedelenli Ali paşanın gövdesi Yanya’da Fethiye Camii bahçesine gömüldü. Kesik başı ise ibreti âlem olsun meydanda teşhir edildikten sonra Silivrikapı dışındaki bir mezarlığa defnedildi.  İhaneti; yaptığı hareketle hem Arnavutluk ve hem de Yunanistan isyanlarının başlamasına ve yeni devlet olarak ortaya çıkmalarına yol açtı.
Rüşveti en iyi kullananlardan biri olan Moralı Mustafa Paşa yine bir rüşvet teklifi sonunda hayatından olmuştu. Moralı Mustafa Paşa rüşvet vere vere ilerleyen ve en üst makamlara gelen bir Paşa idi. Çok açgözlü ve uyanık bir kişi olan Paşa 1653 de büyük rüşvet vererek baş defterdar olmayı bildi. Ama bütün emeli sadrazam olmaktı. Sadrazam olabilmek için de ya haremden güçlü bir Padişah anası ya da çok güçlü bir Padişah hanımı bulmak gerekiyordu. Bunları bulamayanlar için yapılacak tek şey Padişah’ın gözüne girmek ve takdirini kazanmaktı. Moralı kolay yolu seçti ve Padişah IV. Mehmet ile temasa geçti. Moralı için her şey para ve isteğini alabilmek içinde rüşvet vermekti. Hiç çekinmeden Padişah IV. Mehmet’e rüşvet teklif edince ilk tepki olarak görevinden azledildi. Paşa ülkenin bir köşesine sürgün edileceğini öğrenince yıllardan beri biriktirdiği servetini kaçırmaya kalktı. Servetini ve değerli eşyalarını, her birini dört atlının çektiği 26 arabaya yükleyip Mora’ya kaçırırken, yakalandı ve idam edildi.
Hazerpare Ahmet Paşa yaman paşalardan biridir!  Bu isim ona ölümünden sonra verildi ama boşa verilmedi. Bu yaman paşa, yükselişini sadrazam olur olmaz Padişah İbrahim’in iki yaşındaki kızı Beyhan Sultan’ı nikâhlanmakla sürdürdü. Saraya damat olmak demek yükselmek için en önemli faktördü. Ahmet Paşa bu faktörü çok iyi kullandı. Rüşvet almayı adeta meslek edindi ve sürekli olarak parasını ve mal varlığını büyülttü. Yarınını hiç düşünmemiş olacak ki Sadrazam olarak Padişah’ı da kafaya alarak “Samur ve Amber vergisi” koydurdu. Bu olay duyulunca yeniçeriler kazan kaldırıp ayaklandılar. Sultan İbrahim Sadrazamını değil, Yeniçerileri dikkate aldı istekleri doğrultusunda Paşa’yı idam ettirdi. Paşanın cesedi At Meydanına (Şimdiki Sultan Ahmet Meydanı) bırakıldı. Paşanın cesedi gerek yeniçeriler ve gerekse halk paramparça etti. Bir söyleme göre bin, bir söyleme göre binden fazla parçaya ayırdılar cesedi. Neden bin parça ya da daha çok da daha az değil? Nasıl daha az olsun ki? O zamanki inanca göre şişman adamlardan alınacak et parçaları mafsallara sürüldüğünde ağrılar geçeceğinden Paşayı bin parçaya bölüp para ile halka sattılar. Bu nedenle Paşa’ya ölümünden sonra “Bin Parça” anlamına gelen “Hazerpare” Ahmet Paşa denildi. İnsan Sultana’a, ülkeye ihanet eder de idam olmaz mı? Olur hem de Hazerpare Ahmet Paşa gibi olur.
Ankara’da milli mücadele için yoğun çalışmalar yapılırken Tokat’ta isyan çıktı. İsyan’ı 27 Mayıs 1920 de Zile’de avukat olan “Zileli”  lakabı ile meşhur Uvan Ali etrafına topladığı Postacı Nazım, Şeyh Abdüsselam, eski Nahiye Müdürü Naci, eski Mal müdürünün oğlu İhsan, Ayancıoğlu Mehmet ve 100 kadar Çerkez atlısıyla birlikte TBMM Hükümetine karşı “Din Elden gidiyor” diyerek isyan ettiler. Çorum’dan Binbaşı Hilmi Bey isyanı bastırmak için gönderildi ise de müthiş bir direnişle karşılaşıldı. İsyancıların ilk başarısı ile birlikte adam sayıları da çok arttı. Hilmi Bey Zile kalesine çekildi. Askeri Kaymakam Cemil Cahit Bey (Toydemir) komutasındaki 5. Piyade Tümeni Zile köylerine ulaştı. Hilmi Bey ile kuvvetleri asilerce teslim alındı. Ayaklanmacılar yönetimi de ele aldılar ve Müftüyü kaymakam ilan ettiler. Bulamadıkları Kuva-yı Milliye cemiyetinin üyelerinin evlerini yağmaladılar. Bu olaylar olurken Yıldızeli garnizonundan takviye kuvvet geldi. Bunun üzerine Cemil Cahit Bey asilere 24 saat süre tanıdı ve teslim olmalarını istedi. Bu istek kabul olmayınca asiler üzerine gidildi ve kısa sürede Zile asilerden alındı (12.6.1920). İsyanın elebaşları Zileli Uvan Ali, Şeyh Abdüsselam ve Ayancıoğlu Mehmet yakalanarak hükümet meydanında halkın önünde kurşuna dizilerek idam edildiler. Tüm diğer suçlular yakalanarak isyan bastırıldı. Askeri mahkeme suçluları yargıladı ve suçları sabit görülen 22 kişi aynı gün idam edildi.
Ulusal kurtuluş mücadelesi verilirken çıkarılan iç isyanlar ihanet değil de nedir. İhanet olunca hain de oluyor, gereken cezaları da veriliyordu.



.

Osmanlıdan Günümüze HAİNLER- 8






Osmanlıdan Günümüze HAİNLER- 8




İhanet yafta gibidir. Birinin boynuna asıldığında orada kalır. Hem de indirilene kadar! Yafta indirilse de ihanet bir isim hatta kötü bir unvan, hepsinden gayri bir leke olarak üzerinde kalır. O lekenin temizlenmesi de mümkün değildir. Hani derler ya “çamur at izi kalsın”, işte öyle bir şeydir. Yapılan ihanetin ileride etkisiz bir masum eylem olduğu kanıtlansa bile balçık çamuru gibi yapıştığı için iz kalır. İhaneti yapan da hain olarak belgelenir. Bir de ihanete ihanetle karşılık verilmesi vardır. Osmanlı tarihi böyle olaylarla doludur. İşte bunlardan sadece biri:
Karagöz Mehmet Paşa hırslı, yükselmeye müthiş hevesli, çıkarını her şeyden üstün tutan biriydi. En yakın arkadaşlarından biri olan Halıcıoğlu lâkaplı Mehmet Paşa İstanbul Defterdarıydı. Bu defterdar çalışmalarında ağır kalıyor, beklenen disiplini sağlayamıyor, yeniçerilere de menfaat sağlamadığından gözden düşüyordu. Padişah IV. Murat tarafından görevden alınması düşünüldüğünde, en yakın arkadaşı Karagöz Mehmet Paşa sahne alıyor ve ihanetin en sunturlusunu yapıyordu. IV. Murat’a, Defterdar’ın ayaklanan Yeniçerilere teslimini salık veriyor, Padişah’ta görevden aldığı defterdar Halıcıoğlu Mehmet Paşayı ayaklanmacılara teslim ediyordu. Ayaklanan yeniçeriler de Defterdar Halıcıoğlu Mehmet Paşayı Çınar ağacına asarak idam ediyordu. Arkadaşına ihanet eden Karagöz Mehmet Paşa da İstanbul Defterdarı olarak göreve başlıyordu. Ne var ki çark dönmekte devam ediyordu. Padişah IV. Murat affı olmayan bir Padişah’tı. Her ne yanlışlık gördü ise gördü ve Defterdar Karagöz Mehmet Paşa’yı görevden alarak Yedikule Zindanına gönderdi. Sadece beş gün görevde kalan Karagöz Mehmet Paşa, ihanet ettiği arkadaşının hışmına uğruyor ve boynu vurularak idam ediliyordu.
Şehzade Küçük Mustafa
Şehzade Küçük Mustafa



Osmanlı Sultanlarının en büyük arzusu Bizans’a savaş açmak ve İstanbul’u feth etmekti. Sultan II. Murat bütün hazırlıklarını yapmış İstanbul’u kuşatmaya gitmişti. Ama sorunlar çıktı.  Hamiteli Sancak Beyi olan Fatih Sultan Mehmet’in on üç yaşındaki oğlu Şehzade Küçük Mustafa, babasının ölümü üzerine öldürülmek korkusu ile Karamanoğlu Beyliğine sığındı. Durumu öğrenen Bizans İmparatoru araya adamlar sokarak Küçük Şehzadeyi tahrik ettiler.  Şehzade, Karamanoğlu Beyliği,  Turgutlu Türkmenleri ve Dulkadiroğullarından da destek alınca Anadolu’da saltanat iddiasına kalktı. Şehzade Küçük Mustafa bu hareketi ile babasının vasiyetine de karşı hareket ediyordu.  Durmadı Şehzade Küçük Mustafa ordusu ile Bursa üzerine yürüdü. Ancak Bursalılar tarafından hoş karşılanmadı. Durumu öğrenen II. Murat İstanbul kuşatmasını kaldırıp Bursa’ya dönerken Şehzade Küçük Mustafa’da İznik üzerine yürüdü ve bir buçuk aya yakın İznik’i kuşatma altına tuttuktan sonra işgal ederek Beyliğini ilan etti. Şehzadenin yaptığı bu hareket ülkeyi bölecek durumu yarattı. Sultan II. Murat buna müsaade edemezdi. Şehzade’nin üzerine yürüdü. Şehzadenin ordusundan bazı bey ve kumandanlar, el altından yaptıkları temaslar sonucu Şehzadeyi terk edip II. Murat tarafına geçtiler.  Sultan II. Murat ordusu ile İznik üzerine giderek Şehzade Küçük Mustafa’yı yakalattırdı ve boğdurarak ortadan kaldırttı. Ülke bölünmekten kurtuldu ama yaşı küçük olmasına karşın ihanet eden Şehzade ihanetinin karşılığını buldu ve hain olarak boğularak öldürüldü.
emanuelkarasuefendiEmanuel Karasu Efendi, bir diğer ismi ile Emanuel Karaso yaman bir Osmanlı siyasetçisidir. Her dalda çiçek oldu, her yolda yaya yürümeyi bildi ve yükseldikçe yükseldi. Selanik’te 1862 yılında doğdu. Hukuk okudu, avukat oldu. Siyasete atıldı ve İttihat Terakki Cemiyetine girdi. Selanik’teki Risoto Mason Locasına girdi ve Üstad-ı Azamlığa kadar yükseldi. Mason olmakla kalmadı. İttihat Terakki Cemiyetinin ileri gelenlerini de Mason yaparak, Osmanlı siyasetini masonik faaliyetlerin içine çekti. Başta Talat Paşa olmak üzere anlı şanlı Terakki Cemiyeti büyükleri mason olarak Osmanlıya hükmettiler. İttihat Terakki’nin Müslüman olmayan tek üyesi Emanuel Karasu Efendiydi bu bile ne denli becerikli bir Mason olduğunu gösteriyordu. Önceleri Sultan II. Abdülhamit yanlısıydı ama işler karışınca ani bir dönüşle diğer cepheye geçti ve Abdülhamit’in hallini bildiren heyette yer aldı.  Karasu Efendi II. Meşrutiyet sonrasında önce Selanik daha sonra da İstanbul Milletvekili oldu. I. Dünya Savaşı sırasında İaşe Müfettişliği görevini yaparken, orduyu ve halkı düşünecek yerde cebini  düşündü ve çok büyük servetin sahibi oldu. Tarih Emanuel Karasu Efendi için şöyle der “Para dışında hemen her şeye ihanet etmiştir…”. Birinci Cihan Savaşı sırasında yaptığı servetin elinden alınacağı ve öldürüleceği korkusu ile İtalya’ya kaçtı, Trieste’ye yerleşti ve burada da 1934 öldü. Cenazesi Türkiye’ye getirilerek Arnavutköly’deki Musevi Meşatlığına defnedildi. Emanuel Efendinin büyük ihaneti servetinden ziyade Masonluğun Türkiye’de yaygınlaşmasına neden olmasıydı. Öyle ya masonlar nerde darbe yemiş ki Türkiye’de de yesin!
İsmail Canpolat Bey
İsmail Canpolat Bey



İşte ihanetle suçlanan ve yaşamı darağacında sonlanan bir büyük yürek! İsmail Canbolat İttihat Terakki Cemiyetinin en önemli silâhşörlerinden biriydi. İstanbul’a dünyaya geldi (1880). Harbiye’yi bitirdikten sonra Osmanlı Hürriyet Cemiyeti kurucuları arasında yer aldı. Bilahare Cemiyetin ismi İttihat ve Terakki Cemiyeti olarak değiştirildi. Müthiş zeki, cüretkâr, atak ve korkusuz olan İsmail Canbolat Cemiyet’in vurucu gücü olarak görev almaktan çekinmedi ve Sultan II. Abdülhamit’in yandaşlarından Albay’ı Nazım’ı öldürerek ortadan kaldırdı. Bununla yetinmedi, kendisini tutuklamak isteyen polis memurunu da vurarak öldürdü. II. Meşrutiyet ilân edilince askerlikten ayrılarak siyasete atıldı.  1914 de İstanbul Polis Müdürü, 1915 de İstanbul Valisi, 1916 yılında da İstanbul Belediye Başkanı (Şehremini) oldu. 1918 de Talat Paşa’nın Osmanlı Kabinesinde Dâhiliye Nazırı olarak görev yaptıktan sonra aynı yıl içinde 1918 de ise İsveç Büyükelçiliğine gönderildi. İttihat Terakki Cemiyeti kendisini feshettiğinde yerine kurulan Teceddüt Fırkası’nın kurucuları arasında yer aldı ama devam etmeyip istifa ederek ayrıldı. 1919 yılında İşgalci İngilizler tarafından tutuklanarak Malta’ya sürgün edildi. 1921 de serbest bırakılarak yurda döndü ve Ankara’ya gitti. 1923 de İstanbul milletvekili seçildi.  Milletvekilliği sırasında Mustafa Kemal paralelinde yer aldı ama zamanla değişti ve karşısına geçerek tam tersi bir tutum izledi.  Genç Türkiye Cumhuriyeti huzurlu bir dönemle, kalkınma hamlelerini ve devrimlerini gerçekleştirme mücadelesi verirken, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal’e karşı İzmir’de bir suikast düzenlendi. Suikast gerçekleşmeden önlendi ve suçlular yargılanarak cezalandırıldılar. Suçlular içinde yer alan İsmail Canbolat İzmir İstiklal Mahkemesinde yargılanarak suçlu bulundu ve 1926 da İzmir’de idam edildi.
+  +  +

Okurların duyarlı olması açıklama yapmamı gerektirdi. Bu nedenle bazı hususların bilinmesini isterim.
“Hainler” ismi altındaki dizi yazısı bana aittir. Tarafımdan yazılmaktadır. Ancak elbette ki altı-yedi yüz yıllık tarih içindeki olaylar ben yapmış ve yazmış değilim. Olayların kahramanları zamanın tarihçileri ve görevliler tarafından saptanıp kayda geçmiş günümüze kadar ulaşmıştır.  Elbette ki olayların tespiti, uzun yıllar araştırmacılar tarafından başta Osmanlı Arşivi olmak üzere pek çok arşiv taranarak yapılmıştır.
Tarihi kayıtlar incelenerek olaylar gün ışığına çıkarılmış ve tarihçiler, araştırmacılar ve yazarlar tarafından makale, kitap ve sair şekilde metin haline getirilerek okurlara sunulmuştur.  Tabii ki yazılanlardan bende yararlandım. Dolasıyla bu dizi yazı meydana geldi.  Okuyup incelediğim ansiklopedi, kitap, makale ve dizi yazı sayısı yüzleri geçer. Ancak bir kısmını belirtmekle yetineceğim. İşte yararlandığım bazı kaynaklar.
KAYNAK
1- İslam Ansiklopedisi
2- Büyük Osmanlı Tarihi (Ord. Prof. İsmail  Hakkı Uzunçarşılı)
3- Büyük Osmanlı Tarihi (Ord. Prof. Dr. Enver Ziya Karal)
4- Padişah Anaları (Kemal Meram)
5- Osmanlı’da İkinci Adam Saltanatı Sadrazamlar (Nazım Tekdal)
6- Ünlü Türk Hainleri ( Erdoğan Tokmanoğlu)
7- Bilinmeyen Osmanlı (Prof. Dr. Ahmed Akgündüz ve Doç. Dr. Said Öztürk)
8- Osmanlı Tarihi (Lord Kinros)
9- Sorularla Osmanlı İmparatorluğu C. I-II (Erhan Afyoncu)
10- Bu Mülkün Sultanları (Necdet Sakaoğlu)
11- Meydan Larousse
12- Siyaset Kavgalarında Kan ve Şehit Edebiyatı (Çetin Altan)
13- Hürriyet Tarih Dergisi (Murat Bardakçı)
14- İstanbul Ansiklopedisi
15- Ayakta Dinlenecek Liste (Makale, Murat Bardakçı)
16- Hırsız Sadrazamı Önce İşkence ile Konuşturur, Sonra Cellata veriyorduk (Makale, Murat     Bardakçı)
17- Bekir Ağabey! Şehzadelerin Kafalarını Kesmez, Yağlı İlmikle Yahut Kuşakla Boğardık                       (Makale, Murat Bardakçı)
18- Padişah Katil mi (Makale, Mehmet Kemal)
19- Siyasette Kadın Parmağı (Makale, İlker Sarıer)
20- Ecdat Tartışması (Makale, Sözcü)
21-  Osman Gazi’den Mustafa Kemal’e (Mehmet Tansu Akerman)
22- Kabakçı Mustafa (Ahmet Refik Altınay)
23- Aşık Paşa Zade Tarihi
24- İmparatorluğun En Uzun Yüz Yılı (İlter Ortaylı)
25- Paşalar Şehri İstanbul (Mithat Sertoğlu)
26- Babiali Sadrazamları (Nazır Şentürk)
27- Osmanlı’da Karşı Düşünce ve İdam E dilenler (Rıza Zelyut)
28- Atatürk İhtilali (Prof. D. E. Mahmut Bozkurt)
29- Tarihin Korkunç Yüzü: Öldürülmüş Şahzadeler ve Devrilmiş Padişahlar (Makale, Çetin         Altan)
Yazan İbrahim Balcı
http://www.sariyertimes.com/hainler-8-ibrahim-balci/


..

Osmanlıdan Günümüze HAİNLER- 9



                               Osmanlıdan Günümüze HAİNLER- 9




Hain, haindir. İhanetini yaparken sen ben dinlemez. Onun kafasında ve kalbinde hainlik sorun değil çözümdür. Haklı haksız, vuracak, kıracak ve istediğini yapacak. Yaptıkları ihanet de olsa, o kendisini başarılı bulur ve karşılığını bekler. Yani bu tür kişiler ihanetlerini bilerek yaparlar ama hain olduklarını, hatta ihanet ettiklerini kabullenemezler. Çünkü o kime hizmet ediyorsa, en iyi şekilde yapmak için en kötü şeyi yapar. Yaptığı çok önemli ve affedilemez bir ihanet de olsa başarılı olduğunu sanır. İşte yaptığı her ihaneti iyi niyetle yaptığını zanneden bir Hırvat devşirmesi Kuyucu Murat Paşa!
Genç yaşta devşirildi ve Saray’a alındı. Harem-i Hümayunda yetiştirildi. Erişkin yaşa gelip devlet işlerinde deneyim sahibi olunca Vali Kethüdası olarak Yemen’e gönderildi ve uzun bir sure burada kaldı (1560-1566). Mahmut Paşa öldürüldükten sonra Yemen Valiliğine getirildi.  Burada hem görev yaptı ve hem de aleyhindeki söylentilere rağmen büyük servet biriktirdi. Servetini yaparken Yemen halkına kan kusturduğu için halkın şikâyeti Padişah’a ulaşınca görevinden alındı ve İstanbul’a çağrıldı. Murat Paşa İstanbul’a gelince bütün serveti elinden alındı ve Yedikule zindanına atıldı (1580). Zaman hızla ilerledi ve tekrar göze giren Murat Paşa Karaman Beylerbeyi oldu. Safevilerle savaş için Tebriz’e gitti (1585). Safevilerle savaşırken, atı ile birlikte bir kuyuya düştü ve kaçamayınca da esir edildi. Yapılan sulh antlaşması ile kurtularak İstanbul’a döndü (1590). Atı ile kuyuya düşmesi nedeni ile artık ismi “Kuyucu Murat Paşa” dır. Kuyucu Murat Paşa’nın şansı açılmıştı. Dev adımlarla ilerliyordu. Kıbrıs ve Şam Beylerbeyliği
kuyucu_s_78954
Kuyucu Murat Paşa
Yaptıktan sonra Diyarbakır Valiliğine gönderildi.Akabinde Avusturya seferine çıktı (1599). Haçovamuharebelerinde başarı gösterince itibarı daha da arttı veRumeli Beylerbeyliği ve Budin Muhafızlığına atandı (1603). Avrupa’dan dönüldükten sonra Anadolu’daki ayaklanmalar başladı. Celali isyanları imparatorluğuzorluyordu. Sultan I. Ahmet çareler düşünürkenŞeyhülislam Sunullah Efendi’nin önerisi ile Kurucu Murat Paşa’ya sadrazamlık mührünü gönderdi. Sadrazam olan Kuyucu Murat Paşa İstanbul’a dönerek göreve başladı.17 yaşında çok genç bir Padişah ve 80 yaşlarında birsadrazam! Anadolu’da asayiş berbattı. Hemen her yerde isyan hareketleri görülüyordu.İsyancıların amacı, devleti devşirmelerin ve dönmelerinden elinden kurtarmaktı. Anadolu halkı kendi devletinde söz sahibi olmak istiyordu. İsyancıların sayısı her geçen gün çoğalıyor, askerler de onlara iltihak ediyordu. Bunun da nedeni, devşirme ve dönme paşaların askerlere çok eziyet etmeleriydi. Peki, isyancıların üzerine gönderilen kimdi: Kuyucu Murat Paşa! Bu da bir devşirme idi. Bu devşirme Paşa isyancıları tepelemek için İstanbul’dan hareket etti (15.6.1607). Paşa en güçlü silahlarını yanına almıştı. Bunlar acımasızlığı ve vicdansızlığı idi! Paşa bu seferi sırasında isyancıların bir kısmını çeşitli vaatlerle elde etti. İsyancılara gerçek darbeyi vurmak için Konya’ya giderken yüzlerce insanı idam ettirdi. Konya’da isyancı kalmamıştı. İsyancılardan Saraç-zade Ahmet Bey, Konya naibini hançerle öldürmüş, Deli Ahmet Paşa’nın sarayını yıkmış, karışıklık sırasında bin kişiyi öldürmüştü. Bu kadar hain bir adam gözden çıkarılamazdı. Yanına çağırarak “Seni Konya’da alıkoymak isterim, ben Canbolatoğlu’ndan intikam alıp dönünceye kadar şehri bir güzel muhafaza et. Lâkin imdat lazım olursa, ne kadar asker toplayabilirsin?” diye sordu. Ahmet Bey,   hemen yanıt verdi “30 bin kişi toplarım”. İşte ne oldu ise Saraç-zade Ahmet Beyin bu sözü ile oldu ve Kuyucu Murat Paşa “bir çırpıda 30 bin kişi toplayabilen adamı arkamda bırakıp gidemem. Ben gittikten sonra Konya’yı işgal eder, kaleye kapanırsa, hal neye varır” düşüncesi ile harekete geçti ve derhal Saraç-zade Ahmet Beyikuyuya attırarak öldürttü. Yaşlı sadrazam durmak bilmiyordu. Adana ve Silifke’yi işgal eden asilerden Çemşit ve Muslu Çavuş’u da ortadan kaldırttı. Maraş’a gidip, Beylerbeyi’ne ait 40 bin askeri alarak Canbolutoğlu ile savaşmaya gitti. Kuyucu burada da galip geldi.Canbolatoğlu kaçıp İstanbul’a gitti ve Padişaha sığındı.  Kuyucu Murat Paşa için sanki son yoktu. Bayburt’a geçti ve kan dökmeye burada da devam etti. Suçlu, suçsuz ayırt etmeden binlerce insanın başını keserek öldürttü ve kesik başları dağlar gibi üst üste yığdırarak seyretti.  Kuyucu Murat Paşa Anadolu’nun çeşitli yerlerinde Celalileri temizlerken kendisi Celaliliğe başlayıp soyguna ve haraç almaya devam edince İstanbul’a çağırıldı (18.12.1609).  Kurnaz paşa yine göze girmeyi ve görev almayı bildi. Celali isyanlarından geride kalan isyancı büyüklere pusu kurmaya devam etti ve onları da temizledi. Yusuf Paşa’ya Ferman göndererek affettiğini söyledi. İnanan Yusuf Paşa Üsküdar’a gelir gelmez öldürülerek ortadan kaldırıldı.  Kuyucu Murat Paşa, Anadolu’da ki Celali isyanlarını bastırırken acımasızlığı ve vicdansızlığı ile haklı haksız, suçlu suçsuz binlerce insanı öldürterek kuyulara attıAnadolu’yu isyanlardan temizledi ama Celalilere su verenleri, yemek verenleri, hatta selam verenleri bile öldürterek en büyük kanlı katil olarak tarihe geçti. Huzuru getireceğim diye her şeyi yaptı. Haraç almak, hediye kabul etmek Kuyucu Murat Paşa için adettendi. Hele adam öldürme o sanki onun için ilahi bir görevdi. Bir gün otağın önünde otururken, bir süvarinin küçük bir çocuğu getirdiğini gördü. Çocuğu yanına getirtti. Çocuğa kimin çocuğu olduğunu sormuş, çocuk bir çalgıcının demiş! Vay anam sen misin çalgıcı çocuğu “Çalgıcı Celalileri çalgı çalıp şevke getirir” diyerek çocuğun öldürülmesini emreder. Etrafındaki adamlardan hiç biri çocuğu öldürmeye yanaşmayınca Kuyucu Murat Paşa sinirlenip öfke ile yerinden kalkarak çocuğu elleri ile boğarak kuyuya atar.  Kuyucu Murat Paşa acımasızlığı ile ün salmış bir paşadır. Acımasız olduğu içindir ki bir söyleme göre yüz bin Türk’ü öldürüp kuyulara attığı söylenir. Ama işin aslı öldürdüğü binlerce Celali’yi kuyu attırdığı için bu ismi aldığıdır. Binlerce insanı öldürterek imparatorluğun nizamını sağlayan Kuyucu Murat Paşa nedense hainlerden olmuyordu. Üstelik tarih Kuyucu Murat Paşa’yı “Devamlı kuran okur, oruç tutar, Nakşibendi tarikatına bağlı dindar bir adam” olarak kaydeder. İşin tuhafı da bu zaten! Kuyucu Murat Paşa Diyarbakır’da öldü (5.8.1611( ve tüm serveti hazineye devredildi.
7378_Yunus_Pasa          Devşirme sadrazamlardan biri de Yunus Paşa’dır. Yunus Paşa da boynunu vurulmaktan kurtaramadı. Yunus Paşa Yeniçeri ocağında yetişti. Başarıları dikkate alınarak Yeniçeri Ağası, bilahare Anadolu sonra daRumeli Beylerbeyi oldu. Beylerbeyi olduktan sonra adı duyulan, korku salan, sözü dinlenilen bir kişi olarak nam saldı. Ridaniye muharebesi sırasında şehit olan Hadım Sinan Paşa’nın yerine sadrazamlığa getirildi (22.1.1517). Ayrıca Mısır Valiliği de uhdesine verildi. Ama her zaman işler istenildiği gibi gitmiyor. Bu görevinden azledilince dönüş yaptı ve Padişah Yavuz Sultan Selim’in hakkında ileri geri konuşmaya başladı. Aklı bir türlü Mısır Valiliğinden alınışına yatmadı. Oysa gizli gizli İran Şahı Şah İsmail’le görüştüğü tespit edilmişti. Bu nedenle görevinden azledilmiş ve yerine Kölemen Hayri Bey atanmıştı.  Bu olay Yunus Paşa’yı Padişah’ın aleyhine konuşmaya sevk etti. Padişah için “Ordunun yarısı kum çöllerini gördükten sonra fethedilen Mısır’ın bir Kölemen’e verileceğini kullarınız bilselerdi peşinize takılıp gelmezlerdi!” deyince kızılca kıyamet koptu ve Yunus Paşa, Padişah Yavuz Sultan Selim’in fermanı ile boynu vurularak idam edildi. Eeeee Koskoca Padişah’ın, hem de Yavuz Sultan Selim Han’ın aleyhinde konuşursan olacağı bundan başka bir şey olmazdı. Çünkü Yunus Paşa’nın Sultan’a karşı söylediği sözler ihanet sebebiydi cezasını da başı ile ödedi.
Hadım Hasan Paşa’nın ölümü de rüşvetten oldu. Devşirme olan Hadım Hasan Paşa dev adımlarla yükseldi. Mısır valiliğine atandı. Mısır zengin bir memleket! Para pul her ne aranırsa bulunan bir yer. Vali Hasan Paşa memuriyetleri satışa çıkarmış kim fazla para veriyorsa onu memur yapıyordu. Dedikodular ayyuka çıkmıştı. Mısır Valiliğinden azledilmesi gerekiyordu ama kim yapacaktı. Aldığı rüşvetin büyük kısmını hediye olarak Sultan III. Murat’ın annesi Nurbanu Sultana gönderiyordu. Paşanın azli konusu gündeme gelince Nurbanu Sultan devreye giriyor Hadım Hasan Paşa’yı affettiriyordu.  Bu büyük beceri idi ve bu beceri sayesindedir ki Valide Sultana bolca rüşvet vererek 1597 de dördüncü vezirliğearkadan da Sadrazamlığa yükseltiliyordu. Sadrazam Hadım Hasan Paşa 5 ay altı gün kaldığı sadrazamlığı sırasında ne rüşvet almaktan doyuyor ve ne de Valide Sultanı doyurabiliyordu. Memuriyetleri adeta açık arttırmaya çıkarmış, satıyor aldığı parayı da Valide Sultan’la paylaşıyordu. Bu d urum nereye kadar gidecekti? İşte bunu hiç düşünmedi. Nihayet dedikodular ayyuka çıkınca, kendini kurtarabilmek için suçunu Valide Sultan’a yüklemeye kalkınca sadrazamlıktan azledildi ve 14. 4. 1589 da hapsedildiği Yedikule Zindanında boğduruldu.
           
Mere Hüseyin Paşa
Mere Hüseyin Paşa
Mere Hüseyin Paşa Arnavut kökenli bir Osmanlı devlet adamıdır. Başarı merdivenlerini koşar adım çıkanlardan biriydi.  Satırcı Mehmet Paşa’nın aşçıbaşısı iken göze girdi. Paşa adeta aşçıbaşısının önüne altından bir merdiven koydu ve basamakları koşar adım çıkmasına vesile oldu. Kapıkulu SüvarisiDivan-ı Hümayün Çavuşu, Koyun Emini olduktan sonra, Kapıcıbaşı olduSonra da Mısır Valiliği! Valiliği sırasında hem devlete ve hem de kendisine vergi topladı. Daha ileri düzede görev alabilmek için hazinesini bol bol kullanmayı bildi ve kısa sürede Sadrazamlığa yükseldi. En büyük özelliği, belgelerdeki kayıtlara göre  rüşvet almaktı. Doymasını bilmedi. Bu yüzden onlarca kişinin malını canını aldı. Öldürülmesini istediği kişiler için görevlilere  “Alın, götürün” anlamına gelen Arnavutça “Mere” diye seslendiği için Mere lakabını aldı. Mere Hüseyin Paşa birçok masumun kanı, malı, cani pahasına kesesini doldurdukça doldurdu. Nihayet görevinden azledildi. Ama yılmadı ve sipahileri tahrik ederek ikinci kez sadrazamlığa geldi. Bu gelişinde de vicdansızlığı, acımasızlığı devam etti. Bir Beylerbeyini dayak attırarak öldürttü. Bir kadıya öldüresiye dayak attırdı.  Bolca parayı rüşvet vererek Yeniçerileri arkasına aldı. Azli için uğraşanlardan pek çoğunun canını aldı. Yeniçeri ve askerleri birbirine düşürdü. Mere Hüseyin Paşa sadrazam olarak almış başını gidiyordu. Ulemadan pek çoğunu sürgün edip, bir kısmını öldürülmesi gerginliği iyice arttırdı. Sonunda Sipahiler ile Yeniçeriler anlaşarak Hüseyin Paşa’nın azledilmesini sağladılar (30.8.1623). Azledilmek demek, bir anlamda ölmek demekti. Can derdine düştü, on bir ay kaçtı, değişik yerlerde saklandı fakat canını kurtaramadı ve IV. Murat Padişah olunca, verdiği fermanla katledildi.
Yazan İbrahim Balcı

.