2 Nisan 2015 Perşembe

KÜRTLER VADİSİ,




KÜRTLER  VADİSİ,




Senaryo Değil Gerçek Kürtler Vadisi
Kurtlar Vadisi-Irak filminin yarattığı tartışma, filmin gösterime girmesinden beri hızını kaybetmeden devam ediyor. Kurtlar Vadisi-Irak, Kuzey Irak'a giren Türk ekibinin, Amerikan askerlerini öldürerek, başarılı bir operasyon gerçekleştirip, Süleymaniye'de yaşanan Türk askerlerinin başına ABD'liler ve peşmergeler tarafından çuval geçirilmesi olayının intikamının alınmasının öyküsünü anlatıyor. Biz TÜRKSOLU olarak ilk defa ABD dışında bir ülkenin bu yöntemi kullanarak etki yaratmasını olumlu karşıladık. Ne de olsa bugüne kadar gösterime giren tüm filmlerde Amerikan Rambolarının başarılarını görmüştük ve ilk defa bir film boyunca Amerikalılar ölüyordu ve sonunda da ezilen ülkenin kahramanları başarı kazanıyordu. Ancak Kurtlar Vadisi'ni eleştirmek için seçilen zemin de ilginçti. Eleştiri yapanlara göre film çok fazla şiddet içeriyordu, mafya bağlantılarını vurguluyordu, ırkçıydı… Bu ve bunun gibi suçlamalar uzatılıp gitti birkaç hafta boyunca. Ancak filme en çok düşmanlık yapan kesimin Kürt ırkçıları, PKK çevreleri olması daha da ilginçti. Şiddeti, mafyayı, ırkçılığı eleştiren bir Kürt hareketi, bize en hafifinden komik ve iki yüzlü görünüyor.













Kurtlar Vadisi-Irak, ABD'nin hezimetini sergilemesiyle ve Amerikan askerlerinin sürüler halinde ölmesiyle, aslında sadece Türklerin değil tüm ezilenlerin gönlünden geçenleri ortaya koymuş olsa da yine de şimdilik bir senaryodan ibaret. Oysa bugün o çok "demokratik Kürt hareketi"nin tablosuna baktığımız zaman senaryo değil tamamen gerçek olan ve Irak'ta da değil Türkiye zemininde her gün yaşanan bir gerçeklik görüyoruz. Tüm kirli bağlantılarıyla, Kürt mafyasıyla, meclisteki siyasileriyle, terör örgütüyle, Aposuyla, avukatlarıyla, iç hesaplaşmalarıyla, emperyalist destekçileriyle, tecavüzleriyle, eroin kaçakçılarıyla gerçek mafya, gerçek şiddet, gerçek terör: Kürtler Vadisi-Türkiye karşınızda.

Kürt hareketi bugün hiçbir mafyanın ya da örgütün sahip olmadığı kadar çok silahlı adama sahiptir. Kuzey Irak’taki Kandil Dağı’nda örgütün binlerce silahlı teröristi Türkiye’ye ve diğer bölge ülkelerine karşı ABD’nin öncü operasyon gücü olarak hazır beklemektedir. Bu teröristlerin önemli bir kesimi daha önceden de hem Türkiye içinde hem de diğer ülkelerde terör eylemlerine katılmış profesyonel katillerdir.

Bugün Kürt hareketinin varlığının tek destekçisi ABD ve İsrail cephesidir. Bu durum sadece Irak Kürtleri için değil, Kürtçülüğün Türkiye içindeki ayağı olan PKK için de geçerlidir. PKK ABD'nin bölgeye yerleşmesinden beri, onun Ortadoğu'daki operasyon gücü olmuştur. PKK elebaşlarının, ABD yetkilileriyle yaptıkları görüşmelerin, anlaşmaların fotoğrafları büyük sermaye basını tarafından bile görmezden gelinememişti. Gelinen noktada PKK'nın ABD’nin tehdit ettiği İran ve Suriye'de de örgütler kurarak buralarda operasyonlara girişmesi bu durumu daha da netleştirmiş bulunuyor. Varlıklarını emperyalizme bağlayanların çöküşününse en az efendilerininki kadar ağır olacağı kesindir.
Türk yargısına karşı Kürtler Vadisi’nin kendi hukuksal mücadele sistemi kurulmuştur ve tıkır tıkır işlemektedir. Apo’nun İmral’dan PKK’yı yönlendirmesi bu avukatlar aracılığıyla gerçekleşir. Haklarında örgüte kuryeliği yapmak dolayısıyla soruşturmalar açılmıştır.
Güvenlik güçleriyle girdiği çatışmada ölen Uğur Kaymaz’la ilgili davada, karşı tarafın avukatları, Uğur Kaymaz’ın babasının da hüküm giymiş bir terörist olduğunu söyleyince hemen açıklama yaparlar: “PKK’ya terörist demek hakarettir. PKK siyasal mücadele vermektedir. Biz de PKK sempatizanıyız”. Bu söylediklerini de mahkeme zabıtlarına geçirerek hiçbir şeyi umursamadıklarını belli ederek meydan okurlar.














































Kendisine siyasetin, yeraltı faaliyetlerinin içinde yer bulan Kürtler Vadisi bir kolunu da “aydınlar”arasında oluşturmuştur. Bir aydının çıkıp herhangi bir konuda Türk milletinin çıkarların ve haklarını savunması hemen faşistlik ve resmi tezlerin savunuculuğuyla suçlanırken, Kürt bölücülüğü Türkiyeli “aydınlar” arasından da birçok ismi devşirerek kendi uydurma tezlerini savundurtmaktadır. “Aydınlar” güruhu bir ihanet şebekesi olarak Kürtler Vadisinin hizmetindedir.



Türkiye gündemi Abdullah Baybaşin ekibinin, Londra'da baskına uğramasıyla yeniden eroin ticareti-PKK bağlantısının gündeme gelişini görmüş oldu. Gerçekten de PKK'nın en önemli gelir kaynaklarının başında eroin ticareti yapan Kürt mafyasıyla ilişkileri gelir. Sanırız ki dünya çapındaki yer altı faaliyetleri arasında uyuşturucu kaçakçılığı kadar pis ve organize bir iş daha yoktur, bu da Türkiye'de Kürtler Vadisi ekibinin elindedir. PKK uzun yıllar boyunca Hüseyin ve Abdullah Baybaşin aracılığıyla eroin ticaretinden finansman sağladı ve yurtdışındaki Kütleri haraca bağladı.








Kürtler Vadisi şebekesi o kadar sistemli bir şekilde kurulmuştur ki, en büyük illegal faaliyetten en küçüğüne kadar her şey son derece organize bir şekilde kontrol edilmektedir. Böylece küçük gibi görünen bazı suçlar da kapkaç terörüne benzer şekilde büyük kentlerde bile Türk insanına kan kusturacak kadar vahim duruma gelmektedir. PKK, sırf bu için Kürt çocuklarını İstanbul'a getirmekte ve Kürt mafyasıyla beraber buradan da bir maddi kaynak sağlamaktadır. Basit gibi görünse de son derece organize bir faaliyetle karşı karşıya olduğumuzu bilmeliyiz.




























Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca gördüğü en açık provokasyonlardan birini bu yaz Şemdinli'de yaşadı. PKK'nın en eski üyelerinden olan Seferi Yılmaz'a ait kitabevi görünümlü PKK merkezinin, yine bir PKK provokasyonuyla bombalanmasının ardından Şemdinli'de PKK tüm gücünü sokağa dökerek büyük bir isyan provasında bulundu. Seferi Yılmaz'ın, PKK elebaşılarından Murat Karayılan'la yaptığı görüşmelerin bile ortaya çıkmasına rağmen olay Türk Ordusu'na karşı bir yıpratma operasyonuna dönüştürüldü ve PKK inisiyatifini artırdı. Kürtler Vadisi ekibinin belki de bugüne kadar gerçekleştirdiği en profesyonel ve başarılı operasyon Şemdinli provokasyon tezgahı oldu. Apo'nun 15 Şubat'ta yakalanışının yıldönümü bahane edilerek bu sefer de İstanbul'un göbeğinde Gazi mahallesinde ve Bağcılar'da aynı provokasyon tekrarlandı.


PKK, Apo'nun İmralı'daki rahatı için yandaşlarını açlık grevlerine, ölüm oruçlarına yatırmakta, teröristleri Apo uğruna kendini yakmaya teşvik etmektedir. Güneydoğu'da büyük şehirlerde örgütlediği isyan provalarında özellikle çocukların eline molotof kokteyllerini tutuşturmakta ve kullanmaktadır. Kurtlar Vadisi’ni şiddet içerdiği için eleştiren Kürt ırkçıları sıra kendilerine gelince şiddetin her çeşidini uygulamaktan çekinmemektedirler.
Klasik bir yeraltı faaliyetinin olmazsa olmaz bir parçası da işlenen cinayetlerin ardı arkasının kesilmemesi ve iç hesaplaşmalar sonucunda şebekenin kendi evlatlarını yemesidir. Kürtler Vadisi’nde bu da eksik değildir. Özellikle son dönemde Hikmet Fidan ve Kani Yılmaz gibi Apo’ya muhalefet ederek, ayrılan kişilerin PKK tarafından temizlenmesi iç hesaplaşmalar gerçeğini gündeme getirmiştir. Ancak geçmişe bakıldığında Apo'nun eski karısı Kesire dahil olmak üzere pek çok eski PKK’lının da bu kuraldan nasibini aldığını görmekteyiz. Bu kuralın herkese uygulanması da her halde Kürt hareketinin demokratlığına örnek olarak gösterilecektir!

















Kürtler Vadisi o kadar nitelikli bir organizasyon kurdu ki, televizyonları ve sanat dünyasını işgal etmeye çalıştığı gibi spor camiasında da Kürt terörü estirerek tabloyu tamamlamaktadır. Geçtiğimiz hafta Diyarbakırspor'un Konyasporlu futbolculara, taraftarlara ve güvenlik güçlerine saldırması basit bir maç kavgası olarak algılanamaz. Burada burası bizim bölgemiz istersek siz yaşatmayız mesajı verilmektedir. Nitekim Konyasporlu futbolculara da kurtulduklarına sevinir durumdadırlar. Aynı zamanda bu ilk olay değildir. Daha önce de Şırnak-Erzincan maçında Şırnaksporluların İstiklal Marşı'na karşı PKK'nın "Ey rakip" marşını söylemesi üzerine çatışma yaşanmıştı. Görüldüğü gibi Kürtler Vadisi hiçbir alanı boş bırakmadan örgütlenen terör ve mafya hareketidir.




























Bir diğer cepheden Kürt ırkçılığı kendisini savunacak başka dostlar da buldu. Bunlardan biri de ülkücü Aslan Bulut'tur. PKK, Aslan Bulut'la temas kurması için Sarp Kuray'ı görevlendirdi. Kuray da ona saldırı emirlerini Apo'nun vermediğini ABD'nin çatışma isteyen PKK imajı yarattığını iletmiştir. Aslan Bulut da Apo'yla dolaylı olarak röportaj yapmanın zevkiyle barış isteyen Apo imajının propagandasını yapmıştır. Kürtler Vadisinin kontrgerilla ekibinin ülkücülerle bağlantısı da böylece aslan Bulut üzerinden kurulmuştur.
Kürtler Vadisinin bir kolu da TBMM'nin içine sızmıştır. Doğru PKK'nın partileri ülke barajını aşarak meclise giremiyorlar. Ama bu Kürt hareketini engelleyecek bir durum yaratmamaktadır. DP döneminden beri sağ partiler başta olmak üzere, Batı tip demokrasi düzeninin tüm partileri kapılarını Kürt toprak ağalarına, aşiret reislerine açmış durumdalar. Bugünse AKP'nin ana gövdesini oluşturan bu Kürt-İslamcı kanat bu işlevi fazlasıyla yerine getirmekte. Bunlar hem şeriatçı, etnik ırkçı bir ideolojinin temsilcileridir, hem de Kürt mafyasının siyaset ve parlamento içindeki kolunu oluşturmaktadırlar. Seçim bölgelerine gittikleri zaman Kürtçe pankartlarla karşılanırlar. Kürt mafyasının, ya da PKK'nın başı sıkışırsa Ankara'da sesini duyurabilecek dostları, akrabaları vardır. Sıradan Türk vatandaş ise Meclis'in kapısından içeri bile girememektedir.









Tabi istilanın bir de kültürel boyutu var. Bugün tüm televizyon kanalları Kürt işgali altındadır. İstisnasız tüm kanallar birkaç Kürt dizisi yayınlamaktadır. Bu dizilerle Kürt şivesiyle bozuk Türkçe konuşma ve Kürt aşiret yapısı Türk halkına benimsetilmeye çalışılmaktadır. Artık iş o kadar normalleşmiştir ki Yıldız Tilbe gibileri çıkarak "Evet Kürdüm, aslını inkar edenler haramzadedir" açıklamaları yapabilmektedirler.








Bugün Türkiye'de bir çok siyasi partinin televizyon kanalı yoktur. PKK ise Danimarka üzerinden yayın yapan, bizzat örgütün propaganda kanalı olan Roj Tv aracılığıyla sadece Türkiye'ye değil tüm Ortadoğu'daki Kürtlere ulaşabileceği bir araca sahiptir. Buradan zaman zaman örgütsel yönlendirmeler, ayaklanma çağrıları yapılmakta ancak bunun da ötesinde Kürtler için ortak bir dil ve kimlik yaratılmasının zemini hazırlanmaya çalışılmaktadır.
Apo, İmralı'daki yaşamına başladığından beri bir aşk filozofu olarak da kendini lanse etmekte. Bir diğer taraftan da Gündem gazetesi üzerinden düzenli olarak Kürt hareketinin Kürt kadınların özgürleştirmesi üzerinden vurgulu bir propaganda yapılıyor. Ancak bu propagandanın neyin üstünü örtmek için yapıldığı geçtiğimiz günlerde eski bir PKK'lı kadının yazdığı kitapta, PKK'nın örgüte aldığı Kürt kadınlara nasıl davrandığını ve yaşanılan tecavüz olaylarını ortaya çıkardı. Aşiret beyinin ve toprak ağasının rolünü ele alan PKK elebaşlarının özgürleşmeden anladıklarının, olsa olsa ABD'nin Ebu Gureyb özgürleştirmesine benzediği anlaşıldı













.



PKK, geçen yerel seçimlerde başta Diyarbakır Büyükşehir belediyesi olmak üzere Güneydoğu ve Doğu Anadolu'da çok sayıda belediye yönetimini ele geçirdi. Bu belediye başkanlarının en önde gelen ismi Osman Baydemir oldu. Hem Avrupa'ya giderek verdiği Türkiye aleyhtarı raporla, hem de ABD gezisiyle Batının kanatları altından ayrılmadı. Bugün PKK, ABD ve AB'nin himayesinde Diyarbakır merkezli bir özerk belediyeler bölgesi yaratmak aşamasına kadar ulaşmış durumda. Osman Baydemir şahsında şekillenen bu kesim Kürtler Vadisi'nin belediyelere, yerel yönetimlere yerleşmiş olan koludur.

 














Kürtler Vadisinde Türklüğü korumak
Bu noktada diyebiliriz ki Türk'e düşen tek görev bu organize, emperyalist destekli saldırıya karşı Türklüğünü korumaktır. Emperyalistler uygulayamadıkları ama asla vazgeçmedikleri Sevr'i bu sefer Kürtler Vadisi aktörlerine uygulatmak istemektedirler. Birinci kurtuluşumuzu Türklükle sağlamıştık, ikincisinde de tek ihtiyacımız damarlarımızdaki asil Türk kanına sahip çıkmak, ona dayanmak olacak.

http://www.turksolu.com.tr/102/kapak102.htm

CIA'NIN IKINCI OSAMA BIN LADEN'I- EL-MEHDI EL HARATI SURIYE DE



CIA'NIN İKİNCİ  OSAMA BİN LADEN'İ- EL-MEHDİ EL HARATI SURİYE DE


 
1973 doğumlu Libyali Mehdi El Harati, Suriye'ye (Esad'a) karşi kurulan terorist "Liwa El-Ummah" grubunun kurucusu.
Libya da Kaddafiye karşida "Tripoli Brigade" Ordusunun başarili komutani idi..
Mehdi Al Harati, Libya doğumlu Ancak 20 yıldır irlanda’da yaşıyor ve irlanda vatandaşı Arapça öğretmeni. El Kaide’nin islam savaş grubu’nun üyesi. El Haratiyi araştirdikca ilginç bilgiler oryaya cikiyor. El-Harati 3 ay once 6000 kisilik bir ordu kurmuş( Liva El-Umma) Çoğu Libyali-Katarli ve Suriyeli sünni fanatikler ve işin ilginci adam bu orduyu Irlanda da kurmuş. 6000 kisi Irlanda'dan Esad'a karsi savaşmak için gelmiş.










İşte, o terorist;El Kaideli Harati, Başbakanı’ öpmüştü.İsrail’in bastığı Mavi Marmara gemisinde yaralanan Al Harati nerede bir karşıklık olsa, orada ortaya çıkıyor.
Mavi Marmara’da yaralanınca tedavi için Türkiye’ye getirilen Al Harati, kendisini ziyarete gelen Başbakan Erdoğan’ı alnından öpmüş. “Sizinle gurur duyuyoruz” diye iltifat etmişti.

İsrail’in 2010′da basıp 9 kişiyi öldürdüğü Mavi Marmara gemisinde yaralandı. Tedavi edildiği Ankara’da Başbakan Erdoğan’ı alnından öptü. Ihrac teroristler ülke, ülke dolaşıyor.










Aralik 2011 yilinda El-Harati'nin Dublindeki evinden 200,000 dolar çalinmişti.. Para bulunamadi.. CIA bu parayi El-Harati'ye Libyadaki başarili çalişmalari sebebi ile kendisine verdi.. Amerika’dan para aldığını açıkladı. Fransa, Amerika ve İngiltere’ye sık sık giden El Harati, “Bir Amerikan istihbarat ajanından Kaddafi’yi devirmek için yüklüce para aldım” demişti.
Kaddafi devrilince silahlı adamlarıyla Suriye’ye geçti. Şimdi Esad’ı devirmek için savaşıyor. Yani El-Harati aslinda bir CIA işbirlikcisi..

Yeni “Usame Bin Ladin” olarak görülüyor.
Yandaşlari tarafindan Seyh Mehdi" olarak isimlendilen Mehdi El Harati, Suriye’de,  6000 silahlı adamı var. El kaide örgütünün öldürülen lideri Usame bin Ladin’e benzetiyor. 

Osama gitti.. Yerine Küresel çetenin işbirlikcisi El-Harati Geldi.. 

1 Nisan 2015 Çarşamba

Son On Yılda Özelleştirilen ( TÜRKİYENİN LOKOMOTİFİ ) Büyük Kamu Kuruluşları...




Son On Yılda Özelleştirilen  ( TÜRKİYENİN LOKOMOTİFİ ) Büyük Kamu Kuruluşları... 



02 Ocak 2013


1-Taksan, 
2- Gerkonsan, 
3- SEKA Afyon işletmesi, 
4- SEKA Balıkesir işletmesi, 
5- SEKA Çaycuma işletmesi, 
6- SEKA Kastamonu işletmesi, 
7- SEKA Aksu işletmesi, 
8- SEKA Taşucu Tersane Alanı, 
9- SEKA ya ait 4 taşınmaz, 
10- TZD Sakarya işletmesi, 
11- THY USAŞ, 
12- TDİ Trabzon Limanı, 
13- TDİ Dikili Limanı, 
14- TDİ Kuşadası Limanı, 
15- Sümer Holdinge Ait Merinos Halı Fabrikası, 
16- Sümer Holding Eryağ, 
17- SÜMER HOLDİNG Adıyaman işletmesi, 
18- SÜMER HOLDİNG 117 adet taşınmaz, 
19- KBİ 103 arsa, 89 lojman, 
20- EBÜAŞ-MEYBUZ, 
21- EBÜAŞ 54 taşınmaz, 
22- TEKEL Kaya Tuzu İşletmesi, 
23- TEKEL 30 taşınmaz, 
24- ESGAZ, 
25- BURSAGAZ, 
26- ETİ BAKIR, 
27- ETİ GÜMÜŞ, 
28- ETİ KROM, 
29- ETİ ELEKTROMETALURJİ A.Ş, 
30- Çayeli Bakır işletmeleri A.Ş, 
31- KBi Samsun işletmesi, 
32- KBi 65 adet taşınmaz, 
33- DiV-HAN A.Ş, 
34- Amasya Şeker Fabrikası, 
35- Kütahya Şeker Fabrikası, 
36- TÜMOSAN, 
37- SÜMER HOLDİNG Malatya işletmesi, 
38- SÜMER HOLDİNG Bakırköy işletmesi, 
39- SÜMER HOLDİNG Diyarbakır işletmesi, 
40- SÜMER HOLDİNG Çanakkale Deri işletmesi, 
41- SÜMER HOLDİNGE Ait 108 Adet Taşınmaz, 
42- SÜMER HOLDİNG Ortadoğu Teknopark A.Ş, 
43- SEKA Karacasu işletmesi, 
44- SEKA Ankara Alım Satım Binası Müdürlüğü, 
45- SEKA Ardanuç işletmesi Varlıkları, 
46- TÜGSAŞ, 47- TÜGSAŞ Gemlik Gübre San.TAŞ, 
48- TÜGSAŞ-İGSAŞ HİSSELERİ % 100, 
49- TÜGSAŞ Urfa Depoları arazisi, 
50- TÜGSAŞ 23 taşınmaz, 
51- iGSAŞ Kütahya Gübre Varlıkları, 
52- TEKEL Alkolü içkiler San. 
A.Ş, 53- TEKEL 60 adet taşınmaz, 
54- TEKEL İnegöl Kibrit Fabrikası T.A.Ş, 
55- TEKEL Gemlik Sun.ip. Mües. T.A.Ş, 
56- TEKEL Tuzluca Tuzlası, 
57- TEKEL Sekili Tuzlası, 
58- EBÜAŞ Samsun Soğuk Hava Deposu, 
59- EBÜAŞ Manisa Kombinası, 
60- EBÜAŞ Manisa Arsası, 
61- EBÜAŞa ait 101 adet Taşınmaz, 
62- TDİ ANKARA FERİBOTU, 
63- TDİ Samsun Feribotu, 
64- PETKİM 2adet taşınmaz, 
65- TEDAŞ 1 arsa, 1 adet trafo binası, 
66- TEDAŞ 1 adet taşınmaz, 
67- ATAKÖY Turizm A.Ş., 68- ATAKÖY Otelcilik A.Ş., 
69- ATAKÖY Marina ve Yat işletmesi, 
70- SÜMER HOLDİNG Beykoz işletmesi, 
71- SÜMER HOLDİNG İstanbul İmar LTD. Şti, 
72- SÜMER HOLDİNG 2 adet Taşınmaz, 
73- TDİ Karadeniz Gemisi, 
74- TEKEL Kristal Tuz Rafinerisi, 
75- TEKEL Kağızman Tuzlası, 
76- TEKEL 49 adet taşınmaz, 
77- TÜPRAŞ 2 adet taşınmaz, 
78- TDİ 1 Adet Taşınmaz, 
79- SEKA 5 Adet taşınmaz, 
80- KÖY HİZMETLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Tasfiye Edildi), 
81- SSK Hastaneleri (Tasfiye Edildi), 
82- SSK Eczaneleri (Tasfiye Edildi), 
82- SEKA Kocaeli Fabrikası ve arsası, 
83- Sümer Holding Sarıkamış işletmesi, 
84- Sümer Holding Sivas Dokuma Fabrikası, 
85- Sümer Holding Manisa Pam. Men. A.Ş., 
86- Sümer Holding Makine Ve Teçhizat, 
87- Sümer Holding 32 Adet Taşınmaz, 
88- TÜGSAŞ Samsun Gübre Sanayi A.Ş., 
89- TEKEL 5 Adet Taşınmaz, 
90- Karayolları Araç Muayene istasyonları, 
91- DSİ ERCİYES Sosyal Tesisi, 
92- Bayındırlık Ve iskan Bakanlığı ERCİYES Sosyal Tesisi, 
93- Karayolları ERCiYES Sosyal Tesisi, 
94- TEKEL Sigara Fabrikaları, 
95- Sümer Holding Bergama Pamuk ipliği Fabrikası, 
96- TEKEL Sigara Fabrikalarına Ait Taşınmazlar, 
97- TEKEL Puro Fabrikaları, 
98- TEKEL Alkol işletmelerine Ait Taşınmazlar, 
99- Tercan Ayakkabı işletmesi, 
100- TCDD Mersin Limanı, 
101- Adapazarı Şeker Fabrikası, 
102- Ereğli Demir Çelik Fabrikası, 
103- İskenderun Demir Çelik Fabrikası, 
104- Ereğli Limanı, 
105- İskenderun Limanı, 
106- Yarımca Limanı, 
107- Yarımca Porselen Fabrikası, 
108- Romanya’daki Silisli Sac Fabrikası, 
109- Divriği Demir Madeni, 
110- Hekimhan Demir Madeni, 
111- Kırıkkale 
Çelik Çekme Boru Fabrikası, 
112- BORÇELİK, 
113- TÜPRAŞ, 
114- PETKİM, 
115- TÜRK TELEKOM, 
116- KIBRIS TÜRK HAVA YOLLARI, 
117- TÜGSAŞ Toros Gübre Fabrikası, 
118- TÜGSAŞ Tekirdağ, Tarsus, Fatsa Depoları, 
119- Seydişehir Eti Alüminyum A.Ş., 
120- OYMAPINAR BARAJI, 
121- ETİ Alüminyuma Ait Madenler, 
122- Emekli Sandığı Ankara Emek iş hanı, 
123- Emekli Sandığı İstanbul Hilton Oteli, 
124- İzmir Limanı, 
125- Boğaz köprüleri ve otoyollar.

Yukarıdaki listenin ne olduğunu merak ediyor musunuz?

O listedeki kurum ve kuruluşlar Son On yılda AKP iktidarı tarafından satılan 
Cumhuriyetin ( HALKIN ) Öz varlıkları…
Bu kadar değer satıldı da Türkiye ekonomisi rayına girdi mi?
Ne gezer!..
AKP hükümetlerinin iş başında olduğu son 10 yılda 125 büyük özelleştirme 
yapıldı. Diğer küçük özelleştirmelerle birlikte toplam 50 milyar dolar gelir 
elde edildi.

80 yılda elde edilen Cumhuriyet eserlerini 10 yılda satıp açıklar kapatılmaya 
çalışıldı ama buna rağmen Türkiye’nin iki yakası bir araya gelmedi, geçen 10 
yılda 360 milyar doları aşan bütçe açığı verildi.
Daha fazla söze gerek var mı?

..

Yanlış Üstüne Yanlış


Yanlış Üstüne Yanlış



Yekta Güngör Özden

Sâdelik ve samimiyet isteyen inanç bağlılıkları da siyasetin yöntemlerini benimsemiş gibi. Ramazan gösterilerle başladı. Sanırım yakında süslü iftar sofralarında ekranlardan düşmeyen yüzleri dinsel söylemlerle izleyeceğiz. TBMM iftara göre çalışma saatlerini düzenledi. Ramazan trafiği her kentte kendini belli ediyor. Ramazan nedeniyle görev ve iş yerini çok önce bırakıp yollara düşenlerle akşam trafiğinin ağırlığı duyuluyor. Haberler bile iftar saatine göre sunuluyor. Daha neler neler. TRT’nin dinsel proğramları artırması ramazanla hızlanıyor. Bilmem müslümanların yaşadığı, hattâ çoğunlukta olduğu başka ülkelerde böylesine dinsel yüklenme var mı? Dünyadaki camilerin toplamından fazlası Türkiye’de varken birkaç evin bulunduğu yerde görkemli camiler yaptırmak, minare sayısını artırmak ne anlama geliyor, neye yarıyor, ne kazandırıyor? Ahlâka aykırı her türlü eylem, hırsızlıktan adam öldürmeye kadar, alabildiğine, ortamı karartırken içtenliksiz din bağlılıkları ancak sahiplerini kandırıyor. İftar çadırları karşısında türbelere akın, çalışıp hak arama yerine dua ve dilekle sonuç beklemek, yalandan, iftiradan, sakıncadan, haksızlıktan uzak kalmamak bize özgü bir çelişkidir.

Sorunlar birbirine ekleniyor. Bu yetmiyormuş gibi iç ve dış sorunlar da birbirine bağlanıyor. Ermeni savlarının sözcülüğüne soyunanların konferans adını verdikleri konuşmaları yapıldı. 1915 olaylarını kimse yadsımıyor. Ancak, olayların nedeni, yanların durumu ve tutumu, ortam, koşullar, sorumluluk payı konusunda yanlışlarla yürünüyor. Yanlış tuşa basan yanlış yazar. Ermenilerin İngilizlerin desteğini almaları, rusların yanına geçerek Türklere saldırmaları, işledikleri cinayetler, neden oldukları vahşet unutulup çoğu savunma amaçlı karşılıklı saldırılar tek yanlı ele alınırsa doğrulara ulaşılamaz. Öncelikle iki üniversitenin düzenlediği, bir üniversitenin de yer vererek katıldığı etkinlik bilimsel değildir. Bir etkinliğin bilimsel olması için her konuyu inceleyip irdeleyecek olanın bilimin bir dalıyla ilgili olması yetmez. Konuşmacıların bilimsel san taşımaları da yetmez. Bilimsel yöntemlerle başlayıp bitmesi koşuldur. Yansızlık, gerçekçilik, karşı görüşlere yer vermek ve siyasal amaç gütmemek. İstanbul toplantısı ne akademiktir, ne bilimseldir. Ermeni tezlerine destek veren, Türkiye Cumhuriyeti’ni başkasının eylemlerinden sorumlu tutarak baskı altına almaya yönelik bir düzenlemedir. Daha çok ermenilerle ermeni yandaşlarını sevindiren, ermenileşen kimilerinin çabasına bağlanmalıdır. Olaylar asla soykırım değildir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan çok öncedir. Bu topraklarda Osmanlı’dan önce de başkaları yaşamıştır. Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkı Türk ulusudur, asla Osmanlı değildir. Türkiye Cumhuriyeti asla Osmanlı ya da Osmanlının mirasçısı değildir. Lozan’da anlamlı bir yaklaşım olarak Osmanlı borçlarını üstlenmesi Osmanlının yerine geçmek ve sorumluluklarını almak değildir. Yepyeni Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkını Osmanlı döneminde geçmiş olaylardan sorumlu tutmanın, Türkiye Cumhuriyeti devletini suçlamanın hiçbir anlamı yoktur. Ermenilerin açılımları için aranan bahaneler yalanlarla, abartmalarla sıralanırken ermenilerin yaptıkları, Asala’nın cinayetleri, kabûlü olanaksız ermeni istekleri gözardı edilmemelidir. ABD’nin, Rusya’nın Avrupa devletlerinin ermeniler konusunda yasayla, kararla, anıt dikerek Türkiye’ye karşı düşmanca tutumları gözetildiğinde amacın çirkinliği, yabancıların değişik destekleriyle kendi ülkesine ihanet yarışında olan sözde aydınların tutarsızlığı karşısında kaldığımız anlaşılır. “Soykırım” usdışı bir suçlamadır. Olanlara soykırım denilemez.

Ekim başında İstanbul’da yapılan 27. Kıtalararası Avrasya Maratonu’nun halk koşusu bölümünün sonunda sıkmabaşlı 22 bayanın türban yalanıyla kopardıkları yaygara temel değerlerden, özgün kavramlardan, ulusal ilkelerden ne ölçüde uzak bulunulduğunu, bilgisizlik ve nankörlüğü ortaya koymuştur. Çekindiklerinden “Peçe, çarşaf” diyemiyorlar, usdışı, asla dinsel zorunluluk olmayan örtünmelerini “Türban” diyerek dayatıyorlar. Bunların, hilâfet isteyen yobazların eylem zamanları düşündürücüdür.

Ermeni konferansını düzenleyenler kendi alanlarıyla ilgili sorunlarda, öbür ulusal sorunlarda niçin suskunlar? Ismarlama konferans batıya yaranmak için yapıldı. AB sürecinde bundan yararlanmak isteyen iktidar da kimilerinin itirazına karşın destek verdi. Sorunun en önemli yanı yargı kararına yönelik yakışıksız eleştirilerdi. Hele iktidar başının sözleri demokrasiye tümüyle aykırı, sakıncalı, hukuka, yargıya karşı direnişe çağıran içeriğiyle kötü idi. İdare mahkemesi yanlış karar vermiş olsa da uymak, yöntemince itirazda bulunmak, sonucu beklemek gerekirken ağır eleştiri, karşı çıkma, dinlememe, kararı geçersiz bırakmak için yol gösterme kimilerin ne olduğunu, ne olabileceğini gösterdi. Mahkeme, kendisine yapılan başvuruda üzerinde durumlar, sava gerekçe gösterilen hususları soracak ki kararında bunları değerlendirip yargısını açıklasın. Bunları sormak, kendiliğinde ve gereksiz sorgulamak değildir. İptali istenilen, yürütmenin durdurulması istemi bulunan konu idarî işlem değilse mahkeme dâvayı reddeder. Kaldı ki, kamu tüzelkişiliği olan üniversitelerin yöneticilerinin birlikte öngördükleri toplantı, yine bir üniversitenin toplantıya özgülenmesi (tahsisi) yönetsel bir işlem sayılabilir. Hukuksal tartışmalara elverişli bu konuda mahkemenin kararını beklemeden, itiraz yolunu izlemeden, yanların önüne geçip yargıyı suçlamak kendini bilen hukukçunun ve devlet adamının işi olamaz. Mahkemenin savunmayı alarak karar vermesi, Türkiye Cumhuriyeti karşıtlarını bahane vermesi de düşünülebilirdi. Yargının bağımsız yapısı, yansız tutumu, yapıcı yaklaşımı gözardı edilemez. İktidar bu konuda yanlış yapmıştır. Ermeni yanlıları yanlış yapmıştır. Yanlış üstüne yanlış yeni yanlışların kaynağı olur.

AB Düşkünlüğü

Kaç kez söyleyip yazdık. Anlamak istemeyenler tersine çevirerek veriyor. Türkiye’siz AB gerçek birlik olmaz. Türkiye’ye de AB içinde olmasa bir şey olmaz. Eşit, gerçekçi, onurlu birlikteliğe çok az kimse karşı çıkar. Ama günümüzdeki olaylar, AB ülkelerinin tutumu, Türkiye karşıtlığının açık belirtileridir. Kopenhang ölçütlerinde olmayan koşulların dayatılması bunun kanıtıdır. Üye olmadan Gümrük Birliği’ne girmek yanlıştı. 17 Aralık kararlarını lehimizde gösterip zafer diye nitelemek ve bayram yapmak yanlıştı. Doğal olarak 3 Ekim’de başlayacak görüşmeleri Birliğe girme işlemi gibi algılayıp yansıtmak yanlıştı. 17 Aralık kararlarını imzaladıktan sonra tek yanlı deklarasyon yayınlayıp Güney Kıbrıs’ı tanımayacağını söylemek iç kamuoyunun tepkisini azaltmaya yönelik bir başka yanlıştı. Şimdi de güç duruma düşmemek için büyüklerin Avusturya’ya söylettiklerini yeni ödünlerle karşılama, sertlikleri sözcüklerle yumuşatma gerçeğini “Başımız dimdik giriyoruz” diye yansıtma yanlıştır. Lüksemburg’da olağan biçimde başlayacak görüşmelerin çerçeve belgesine konulan başlık 31’den 35’e çıkarılmıştır. Avusturya ya da AB birşey vermemiş almıştır. Veren Türkiye olmuştur. Görüşmeler en az 15 yıl sürebilecektir. Ucu açıktır. Sonucun nasıl biteceği belli olmadığı gibi bir üyelik güvencesi de yoktur. Sonunda üye yapmayacaklarını da bildirebilirler, ancak imtiyazlı ortaklık verebileceklerini de. Fransa ve Almanya’nın AB Anayasası’na halkoyunda hayır dediklerini unutmazsak, Türkiye’nin üyeliğini yine halkoyuna sunacak Fransa ve Avusturya’yı iyi izlememiz gerekir. Görüşmelerde istenecek yeni ödünleri de akıldan çıkarmamalıyız. Türkiye yetkilileri, iktidar, ne karşılığında Avusturya’nın itirazını yumuşattığını, neler alınınca neler verildiğini ya da verilmediğini hiç değilse TBMM’nde açık seçik anlatmalıdır. Sorun efelenmeyle, bağırıp çağırmakla geçiştirilemez. Deregasyonlar dururken, sınırlama-kısıtlamalar dururken, Kıbrıs, dinsel azınlıklar, kürtlere destek dururken, kimse kimseyi kandıramaz. Demokrasi havarisi kesilerek körükörüne AB’ne bilet kesilemez. AB’nin karşı deklarasyonuna bile ses çıkarmayan, eğilip katlananlar bu konuda yeterli bilgisi olmayan toplumu gerçekdışı anlatımlarla kandırıp tepkileri diremezler. Çoğunluğu iktidar yalakalığına soyunmuş medyanın desteği sorumluluktan kurtaramaz. Ulusal onuru koruyamayanları hiçbir güç koruyamaz. Görüşmelerin başlamasında Avusturya’nın seslendirdiği karşıtlığın aşılması neye malolmuştur, olacaktır? Türk Ulusu bunu bilmelidir. Başbakan, ödünleri haklı göstermek için “Almak için vermek gerekir” savunmasına başladı. Hüseyin Çelik, kendilerine yontarak YÖK’ü gündeme getiriyor.

Bencil Avrupa

İsviçre’de “Ermeni soykırımı yoktur” demek suçtur. “Vardır” demek değil. Soykırımını savunanlara her yer açılıyor, anıtlar diktiriliyor. İsviçrelilerin, ermenilerin elinde Almanların Nurenberg mahkemesi kararları gibi soykırım belgesi var mı? Ama yabancılara niye kızıyoruz? Onlara bu kozu içimizdeki sözde aydınlar veriyor. İçimizde bunlar oldukça başka düşmana ne gerek var? AB aşkıyla yanıp tutuşan çıkarcılar, kendi geleceklerini güvenceye bağlamak isteyen rejim karşıtları, dönekler varken Lozan’ın öcünü almak isteyenler, Türkiye’nin büyümesinden, gelişmesinden, Türklerin gücünden ve yeteneklerinden çekinenler bindirdikçe bindirmez mi? Türkiyemiz için değil, kendileri için açılımlar bekleyen bölücü-yıkıcılar, köktendinciler, uyduruk liberaller, paracılar, bilgisiz ve aymazlar içerde; din ayrımcılığından ve Kurtuluş Savaşı ezikliğinden kurtulamayan katı batılılar, ermeni ve rum yaygaracılar oldukça sonucun değişeceği kanısında değilim. AB’ni ödünlerle frenleyeceğini sananlar kimbilir daha neler verecekler? İktidarda kalmak, yeni seçimleri kazanmak için AB yolculuğu en renkli, en süslü söylemleri olacak. Görünen budur. Bu kadar ödün verilirse görüşmeler başlar ama ne yazar? AB, Türkiye’yi avucunun içinde balmumu gibi biçimlendirmek istiyor. Kurtuluş Savaşı’yla ve Lozan’la verdiklerini geri almak için, “Bıktırdı” başlıklı yazıları yazanlar önceleri bizleri suçlamıyor muydu? Mümtaz Soysal 5 Ekim günlü yazısında her şeyi güzelce özetledi. Uzlaşma Türkiye’nin değil, AB’nin istediği verilmekle oldu. Hangi olumsuzluk Türkiye katlanmasa idi olumluya dönüşecekti? Veren Türkiye, kazanan AB. Herşeyi vererek üye olmak önemli değil. “İstediğimizi aldık” diyen Avusturya. Bu nedir?

Daha densiz İngiliz’e “Siz önce kraliçenizin resimlerini duvarlarınızdan indirin” denilebildi mi? Atatürk bu devletin kurucusu. Demokrasiye aykırı kraliyet düzenini koruyanlar Türkiye’nin kurucusuna ve rejimin temeli olan ilkelerine söz edemezler. Türkiye’nin direnci kırıldı. “Sindirme”yi bakalım nasıl sindireceğiz? İktidar hesap verecektir.

Telâşa, gelişigüzel tepkiye gerek yok. Önyargılı ve koşullanmış olmak çoğu kez pişmanlık duyurur. Acele sevinç, acele bayram ilerde güç durumda bırakır. Güney Kıbrıs’ın Nato ve OECD üyeliğinde Türkiye’nin eli-kolu bağlı mı, serbest mi ilerde göreceğiz. ABD’nin sözüne ne ölçüde güvenilir, bunu da göreceğiz. Irak’ın kuzeyinde yuvalanan PKK için sözleri ortada, durum açık. Millî Eğitim Bakanı şimdiden ruhban okulu kalkışıyla işaretini verdi. Ödünler dizisi gösterime giriyor. KKTC’ne küçük bir yaklaşımın Türkiye limanlarının (hava, kara ve deniz) rumlara açılmasına yeteceği Başbakanın konuşmasıyla anlaşılmıştır. Türkiye’yi AB’ne üye yapmak istemiyorlar ama kaçırmak da istemiyorlar. Amaçları belli: Ellerinde tutmak, istediklerini yaptırmak, istedikleri ödünü almak, Türkiye’yi zayıflatıp sömürmek. Eylemli biçimde sömürge yapmak.

İktidarda panik havasını yatıştırma tutumu var. İçlerinde ses çıkarmaya cesaret eden bir-iki kişi ya çıkar ya çıkmaz. Dışişleri Bakanı’nın çerçeve belgesini kabülden sonra muhalefete göstermeye râzı olması anlaşılır bir tutum değil. Hele TERK görüşmelerini ileten televizyon kanalının muhalefet sözcüleri kürsüye geldiğinde teknik ârıza nedeniyle yayını kesmesi ayıplanacak bir olay. Kanımca gerçek neden siyasî ârıza.

Dinci televizyonun yayına başlaması da gösteriyor ki AB gerekçe gösterilerek her tür aykırılık, kurtuluş ve kuruluş felsefesine ters oluşumlar birbir yaşama geçirilecektir. Öyle ki, bugünkü iktidarın öncülüğünde hilâfete olur vererek Türkiye’yi her şeye râzı edecek AB şimdiden yavaş yavaş samanaltına su koyvermektedir.

Siyaset Salıncağı

İlkesizlik siyasetin hastalığıdır. Parti değiştirmeler bunun en belirgin göstergesi. Seçildiği partinin doğrultusuna tümüyle ters partiye geçişin başka bir nedeni olamaz. Bu nedenin arkasında siyasal gelecekle çıkar yatmaktadır. Ülkeyi, ilkeyi, seçmenin istencini düşünenler böyle gelgitler, salıncaklar içinde olmazlar.

MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin görüşlerine, tutumuna katılmasak da 2 Ekim Tandoğan Alanı mitingindeki şu sözlerine sanırım çok kimse imzasını koyar: “... sokaklarımız suçlulara, yollarımız teröristlere, meydanlarımız bölücülere, sermayemiz fırsatçılara, tarihimiz işbirlikçilere teslim edilmiştir.” Bunlar çok doğru ve az bile söylenmiş. Buna parmak basarken kendilerinin dönemini de anımsamalarını istiyoruz. Bugünün iktidarının kendi ürünleri olduğunu da.

Yaşam güçlüğü giderek ağırlaşıyor. Yakınmalar artıyor. Tüm olumsuzluklara karşın “Yapısal dönüşüm ilerliyor, ekonomik temelleri gülü” avutması kimseyi doyurmuyor. İcra kovuşturmaları, banka kartı krizi, kapanmalar, iflâslar, bunalım intiharları birbirini izliyor.

Profesör sanlı iki kişinin “AKP en demokrat partidir” övgüsüne gülünür mü, ağlanır mı? İşlerine gelen duruşlar nedeniyle yalakalık küçülenlere yakışır. Ermeni konferansı, din liderlerinin buluşmaları, hepsi AB’ne hoşgörünüp görüşmeleri başlatmak için seçilen uygulamalar. En demokrat parti, Diyanet İşleri’nin bile çok bulduğu cami yapımı için yeşil alanları yokediyor. TUS sınavları için 3 bin kişilik Fethullahçı salonlar dolup boşalıyor. Çişlikler törenle açılıyor. Sıkmabaş gittikçe yayılıyor. Kadrolaşma hızla sürüyor. Yargı kararları dinlenmiyor. Üniversitelere karşı çıkılıyor, olanakları kısılıyor. Ders proğramları değişiyor. Her şeye karşın halkı kandırıp iktidarda kalmaya önem verenler, hayvancılığı, tarımı kıyıma uğratanlar, özelleştirmelerde özel uygulamalarda adı geçenler salya-sümük bağırarak konuşabildikçe şaşkınlık artıyor. Başbakanın YÖK Başkanı’na yönelik “İki ... güdemezler” sözü konumuyla bağdaşıyor mu? Daha ne tuhaflıklar. Konuşmalarını alsanız, her tümcesini, her satırını sayfalarca eleştirirsiniz. Toplumumuz da tuhaflaştı. Aykırı bir şey yapılıyorsa olumlu karşılanıyor, olumlu bir şey yapılsa aykırı geliyor. Aykırılık ilgi çekiyor, uygunluğa kimse aldırmıyor. Aykırılıkla kendini göstermeyenler karalanıyor, itiliyor, yalnızlığa terkediliyor.

İktidarın gücü yok. Dayanağı, temeli de yok. Dinci, rejim karşıtı kesim en büyük destekçisi. Aldığı oydan daha çok kullanılmayan oylar var. Öbür partilere verilen oylar da eklenirse iktidar azlığın azı.

Dinlerin terörle ilgisi tartışılmalıdır. Köktendincilerin teröristliği apaçık ortada. Dine dayandıkları da öyle. O halde?

Partilerinin parasını içedenler yargı kararıyla açıklanmasına karşın kimse tepki göstermiyor, yine onların peşinden gidiyor. Bağış yapanlar haklarını aramıyor, sormuyor. Yabancılarla alım-satım görüşmeleri yapanlar saydamlık ve dürüstlük nutukları çekiyor. Toplumdan ses çıkmıyor. Siyasal hortumculara kimse aldırmıyor. Irak’ta bir yılda 110 Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı öldürülüyor, PKK terörü her gün can alıyor, şehitlerin cenaze törenlerinde aynı seslerden başka ses yine yok. Bıkkınlık mı, ölgünlük mü, yılgınlık mı, kanıksamık mı? Nitelemek güç.

Safsata ve Şamata

AB sorunu gündeme gelince, Türkiye’nin tepkisini azaltmak amacıyla dışardakiler, gerçekleri saklayıp istemleri doğrultusunda sonuç almak çabasıyla içerdekiler kimi tabuların aşıldığını, yıkıldığını savlamaktadırlar. Türkiye’de kanımca din tabusundan başka tabu yoktur. Atatürk tabusu yoktur. Tersine sav, Atatürk karşıtlarının gerçekdışı yakıştırması ve amaçlı sözleridir. Tabu yokki kalksın. Kimi şakşakçı da “Bu yoldan dönmemeli, cesaretle kararlar alınmalı” diyor. Onursuzluk, bağımlılık getiren, değerlerimizi ve varlıklarımızı ödünlerle yitirten yol, yol değil, yokluktur. Halkın tepkisini gözardı ederek, halka rağmen satmak, elden çıkarmak, manda konumuna girmek cesaret değil aptallık ve ahmaklıktır. Unutmamalı ki uşaklık, uşaklarla vardır. Her şeyi vererek, her şeye katlanarak üye olmayı önermek, ne kafa...

Belçika’da çokevlilik yasası kabûl edilmiş (gazeteler, 1 Ekim) Türkiye’nin her şeyine karışan AB bu ilkelliğe niye elatmıyor? Annan Plânı’nı reddeden rumları bu tutumlarına karşın içine alan AB, Türkiye karşıtı tutumuyla kimi kandırıyor? Medya çoğunluğunun çarpıtmasıyla, abartılı övgüleriyle halkımız AB ile para denizine gireceğimizi sanıyor. Ne serbest dolaşım, ne akçalı yardım, hiçbir şey yok. Sonu belirsiz, 15-25 yıllardan başka. Gerisi safsata ve şamata.

PKK boş durmuyor. 1 Ekim’de Dörtyol’da şantiye basıp makinaları yaktılar. 2 Ekim’de Hakkâri’de bombalarla başkomiseri yaraladılar. Van-Muradiye’de Jandarma karakoluna roketatar ve elbombalarıyla saldırdılar. İstanbul-Bağcılar’da polise molotof kokteyli attılar. Kimden güç ve destek alıyorlar, kime ve neye dayanıyorlar? Ne karşılık görüyorlar? Hepsi AB amaçlı anlamsız, sakıncalı hoşgörü. Kural var, uygulayan nerde?

Sözde Demokratlar

Demokrasi demokratlarla kurulur ve gerçekleşir. Hem demokrasi şarkısı söylerler, hem de siyasete öcü gözüyle bakıp, bir süre siyaset yaparak ülkesine, ulusuna, devletine yararlı olmak isteyenleri suçlarlar. İyi siyaset iyi siyasetçiyle olur, iyi siyasetle de işler düzelir. İyileri, siyasete girdikleri ve bir süre siyasetle uğraştıkları için karalar, kötülersiniz siyaset hep kötülerin eline kalır. Bu çelişki gerçek demokratlara, ciddî devlet adamlarına yaraşmaz. Hem siyasetçilerin gözlerinin içine bakarlar, buyruk almaya, isteneni, sakıncalı da olsa bir kılıf bulup hızla yerine getirerek göze girmeye çalışır, hattâ yarışırlar. Sonra da siyasetçileri karalar, siyaseti kötülerler. Yükselmek için duruşları, selâm vermeleri, gülüşleri, oturup kalkmaları değişir. İşleri bitince uzaklaşırlar. Emekli olunca da siyasete girmek için çalmadık kapı bırakmazlar. Bir parti listesine girmek için geçmişlerini, andlarını bile unuturlar. Böyle kendini beğenmiş, kıt düşünceli, gösterişçi, pısırık, sünepe kafes arslanına az da olsa rastlanıyor. Arada sırada herkesin söylediğini yineleyince, konumuna bakıp önemseyenler çıkıyor. Tanıyanlar gülüp geçiyor. Sahte, ikiyüzlü, yapay ve sözde kalanlar zamanla daha iyi saptanacaktır. Bunların demokratlığı gibi yurtseverliği, Atatürkçülüğü de sözdedir.

Zaman insana her şeyi gösteriyor. AB üyeliğine değil, aşağılanmaya, eşitsizliğe, ikilemlere, onursuzluğa karşı çıkarak yıllardır söyleyip yazdıklarımıza çıkarcı AB amigoları çatıyorlardı. Şimdi kendileri tepkilerini yazmaya başladı. Akılları yeni yeni başlarına geliyor. Kimileri yeni yeni anlamaya başladı. Günaydın!

Lâikliği savunduğumuz için saldıranlar şimdi lâikliğe övgüler diziyor. Lâikliği dillerinden düşürmüyor. Tıpkı, öztürkçe sözcükler kullandığımız zaman karşı çıkanların şimdilerde öztürkçe sözcük kullanma özentilerinin sırıtması gibi.

Cami yapımına, kaçak kurslara, kadrolaşmaya, partizanlığa, ölümlere, öldürmelere, haksızlıklara, üniversite özerkliğine, yargı bağımsızlığına asla ilgi göstermeyen AB’nin içişlerimize karışması kapitülasyonları anımsatıyor. Mumcu, Aksoy, Kışlalı, şehit diplomatlarımız için sesini çıkarmayan AB’nin Türkiye karşıtlığıyla gündeme gelen yazarları korumacı, yargıya elatması herkesi uyarmalıdır. İçerdeki dağınıklık, kopukluk ve karşıtlıklar, dışardaki karşıtlara güç vermektedir. Yüzünün değil, ensesinin aklığına önem verenlerin sorumluluğu ağırdır.

Gerici-çıkarcı dayanışması ilericileri utandırmalıdır. Benden 250 milyon TL. bağış alıp gazete çıkaranlar şimdi TÜRKSOLU’nun dışardan para aldığı yalanını utanmadan yayıp beni de kötülüyormuş. Yazıklar olsun!

Erdemir’in %46.1’ini satın alan OYAK’ı içtenlikle kutluyorum. Başarılı yöneticiliğin anlamlı bir örneğini verenlerin ulusal bellekte özel yerleri vardır.

İftar gösterileri başladı. Kimi yerlerde içki yasağı, kimi kuruluşlarda yemekhane onarımı gündemde. İktidara ayak uyduran bürokratların yaranma çabaları. Ramazan bahane. Ramazanı bile kullanıyorlar. AB için bakalım neleri kullanacak, nasıl dayatacaklar?

http://www.turksolu.com.tr/92/ozgun92.htm

.

PKK’yı Silahlandıracak mıyız!?


PKK’yı Silahlandıracak mıyız!?






Bülent ESİNOĞLU
bulentesinoglu@gmail.com
Tarih: 03-09-2014 


Açılım propagandası hızlandı, yoğunlaştı.
Medyanın Türk halkına karşı sürdürdüğü savaşta, Türk halkı artık düşünemez hale geldi.
PKK, IŞİD’a karşı savaş veren "milli kahraman" ilan edildi.
Irak’ta Türkmenlerin yaşadığı Emirli’yi (Amerli), sözde, PKK’lı keskin nişancılar temizlemiş!
Siyasi iktidar IŞİD’ı terör örgütü olarak ilan etmeyince, PKK’nın itibarı tavan yaptı.
AKP iktidarının IŞİD’a lojistik destek yaptığı, artık dünyanın kabul ettiği temel gerçek haline geldi. 
Çünkü şimdiye kadar "hayır böyle bir şey yok" diyen olmadı.
Birleşmiş Milletlere üye hemen hemen tüm ülkeler, IŞİD’ın terör örgütü olduğu konusunda birleştiler.
Ama ne hikmetse, Davutoğlu ve Erdoğan hala terör örgütü diyemedi.
PKK’nın Meclisteki temsilcisi Selahattin Demirtaş ise; "Türkiye PKK’ya silah yardımı yapmalı" dedi.
Gerekçesi de, PKK’nın IŞİD ile savaşıyor olmasıdır.
Medya bölünmeden yana olunca, her geçen gün PKK itibar ve meşruiyet kazanıyor.
 Türkiye kendisini IŞİD’a karşı savunamıyor. PKK Türkiye’yi savunuyor. Dolayısıyla, Türkiye PKK’ya silah versin.
Düşünebiliyor musunuz, Türk insanını getirdikleri yer, neresi oldu?
PKK’yı silahsızlandırmayacağız, silahlandıracağız.
Sen, IŞİD’a terör örgütü demezsen, Meclisinden PKK ile "muhataplık yasası" çıkarırsan, PKK da kahraman olur.
Bu ülke, bu iktidarı başında taşıyamaz.
46 insanımız hala IŞİD’ın elinde esirdir. Unutturmaya çalışıyorlar.
Davutoğlu, IŞİD canavarından söz etmiyor.
Hatta muhalefet, bilhassa Kılıçdaroğlu, IŞİD canavarından söz etmiyor.
Ama Suriye’ye bu canavar saldırıp, Suriye’yi kan gölüne döndürdüğünde, kalkıp Esad’a katil diyebilmişti.
İktidarıyla muhalefetiyle birlikte Açılım sevdasına düşünce, ister istemez PKK kahraman mertebesine yükseliyor.
Açılım Türkiye’yi Türk insanını çürütüyor. Kimliğini bulanıklaştırıyor. Ülkesinin ve kendisinin çıkarlarını göremez hale sokuyor.
PKK’ya silah bıraktırmak üzere çıkılan Açılım sürecinde, şimdi PKK’yı nasıl silahlandıracağız aşamasına geldik.
Org. Necdet Özel "bölünme kırmızı çizgimizdir" diyor. Diyor ama öyle bir yere doğru gidiyoruz ki, bölünmeyi Ordunun da durduramayacağı bir yere...
Bu siyasi iktidar döneminde, devlet darmadağın edildi.
Kimin adliye memuru, kimin savcı, kimin hâkim olduğu belirsiz hale geldi.
Kurumlar yıkıldı. Kişiler öne çıktı.
Öyle bir yere geldik ki, PKK IŞİD ile savaşsın ve bizi bir beladan korusun!
Açılım sürecini destekleyenler, bölünmeyi meşrulaştırmaya çalışanlardır.
Açılım süreci sürdükçe, meşrulaşıyor, itibarı artıyor. Terör devlet ilişkisinin ne olacağı bulanıklaşıyor.
Türkiye’nin bu hale gelmesinde, iktidar kadar Açılımı destekleyen muhalefetinde vebali çoktur.
Keşke ülkenin hiç muhalefeti olmasaydı da, millet kendi başının çaresine baksaydı.
Açılım süreci bölünme sürecidir. Türk halkını kendi çıkarları için direnemez hale getirme operasyonudur.
Dışarıdan(Irak’tan, Suriye’den) bir tehdit oluşuyor. Ülkenin güvenlik güçleri ortada yok. Ordu ne yapacağını bilmiyor. 
Türk halkı tehdide karşı uyarılmıyor.
Bu durum sürdürülebilir bir durum değildir.
Bölünmeyi ve geriye kalan Türkiye’ye, Yeni Türkiye denilmesini içime sindiremiyorum.

http://www.kemalistler.gen.tr/yazarlar/bulent-esinoglu/pkk-yi-silahlandiracak-miyiz/206/

..

Savaşlardan Önceki Savaş…


Savaşlardan Önceki Savaş…




Bülent ESİNOĞLU
bulentesinoglu@gmail.com

Tarih: 24-10-2014 

Yalan uzmanı değilim. Ancak psikolojik savaşların sürdüğü dönemlerdeki, yalanları çabuk anlarım.

Psikolojik savaşın başlayıp, ortalığın toz duman olduğu dönemlerde, akla yatkın yalan haber bombardımanı ile karşılaşırız.

Türkiye uzun süredir, Amerika’nın uyguladığı psikolojik savaşlara maruz kaldığı için, dürüst aydınımız sanki psikolojik savaş uzmanı gibidir. Onun için dürüst aydınımıza komplo-teorisyeni yakıştırması yapılır. Oysa ortada komplo teorisi yok, yalanların deşifresi vardır.

Psikolojik savaşların yoğunlaştığı dönemler, gerilimlerin yükselmeye başladığı döneme rastlar.

Psikolojik savaş harekâtı; halkı inanmadığı bir şeye inandırma harekâtıdır.

Böyle dönemlerde “yalan uzmanları” ortaya çıkar. Başlarlar inandırıcı yalanlar söylemeye…

Aslında Türkiye Amerika ilişkileri; psikolojik savaşlar ilişkisidir.

Tabi uygulayan Amerika, kurbanları da Türk halkıdır.

Darbe dönemleri psikolojik savaşların en yoğun geçtiği günlerdir.

Tabi psikolojik savaş bir başlangıç yalanı ile başlar ve medya onun üzerinde çalışarak halka mal edilmesini sağlar. Bu günlerdeki Kobani meselesi gibi…

Buna benzer bir süreci, Irak’ın kuzeyinden, 36. paralelin üstünün, Irak’tan koparıldığı günlerde yaşadığımız gibi…

Amerika’nın Türkiye’de psikolojik savaş yapabilmesi, sıkı bir örgütlenmeyi gerektirir.

Ülke içinde kurumsallaşmayı sağlamadan, psikolojik savaş yapılamaz. Başka bir deyişle, Türkiye’de Küçük Amerika kurmayı gerektirir.

Askerin, polisin, partilerin, medyanın, üniversitelerin ve sermaye çevrelerinin velhasıl hayatın bütün alanlarında, ajan bulundurmak demektir, psikolojik savaş…

Bu kadar kişinin devşirilmesi ve ABD’ye hizmet eder hale getirilmesi, uzun zaman alır. Buna kitlesel devşirme de diyebiliriz. Bu kitlenin, nüfusumuzun %5 olduğunu ifade edebiliriz.

Amerika da, her darbe döneminde, bir miktar ajan devşirerek, bu günkü örgütlülük konumuna geldi.

Amerika’nın Türkiye’deki, bu büyük, etkin örgütlenmesinin yönetim organına gladyo deniyor.

Bahsettiğimiz bu örgütlenmenin görevi; Amerikan çıkarlarının, Türkiye’nin de çıkarınaymış gibi olduğuna halkı inandırmaktır.

1950 1970 yılları arasında bu anlayış öylesine abartılmıştı ki, Müsteşar ve Genel Müdür seviyesinde ABD/Türkiye ikili antlaşmaları imzalanabilmiştir.

CIA ajanları ile MİT görevlileri aynı odada oturup, aynı görevlere beraber gider olmuşlardır.

Cumhurbaşkanı vekili İhsan Sabri Çağlayangil; “CIA altımı oyuyor” diyebilmiştir.

Belki de, Amerika(CIA) dünya ülkeleri arsında, en kolay Türkiye içinde örgütlenmiştir.

Her dediklerini kolayca Türkiye’ye kabul ettirmişlerdir.

Kabul ettirmekte zorlandıklarında, şantaj, suikastlar yaptırtmışlardır.

Bu gün, eski CIA sorumlusu Henry Barkey diyor ki; Her dediğimizi yapan Türkiye dediklerimizi yapmıyor. Artık Batının müttefiki Kürtlerdir.

Eğer bugün Irak ve Suriye’de, bu kadar masum insan ölüyorsa, bunda Türkiye/ABD ilişkilerinin günahı çok büyüktür.

Durum buysa, ülkemiz içinde kurumsallaşmış, önemli mevzileri tutmuş bu menfur örgütlenmeden nasıl kurtulacağız?

Birinci görev: Emperyalizm nedir, ne yapar-ı öğrenmeliyiz. Emperyalizm sözcüğünü sosyalistler söylüyor diye, emperyalizm sözcüğünden korkmamalıyız. Milli olmayanlara karşı emperyalist sıfatını yapıştırmaktan korkmamalıyız.

Korkmamalıyız. Çünkü savaşın esası buradan başlar.

Emperyalizmi öğrendik mi işbirlikçileri kolay deşifre ederiz.

Türk halkı çok önemli bir süreci yaşamaktadır. Türk halkı Amerika’yı keşfediyor. Geçek manada anlıyor. Harekete geçeceği işareti bekliyor.

Yukarıdaki sözünü ettiğim örgütlenmenin adı; Cemaattir.

“AKP’yi iktidar Amerika taşıdı” dediğimizde işte bu örgütlenme vazife başındaydı. Amerika bölünmede dayatınca, Cemaatle AKP birbirinden koptu.

AKP kendi derdine düştü.

Cemaat, şimdi bir geri mevzie çekilmiş. Çekildiği mevzii koruyup, ülkenin zaafa düşeceği anı beklemektedir.

İktidarda kim olursa olsun, iktidar ne yaparsa yapsın, Türk Amerikan savaşı tüm hızıyla devam ediyor.

24.10.2014, bulentesinoglu@gmail.com


http://www.kemalistler.org/yazarlar/bulent-esinoglu/savaslardan-onceki-savas/352/

..