29 Temmuz 2015 Çarşamba

Hilmi Özkök’ten Başına çuval geçirilen Türk askerine şok Emir..



Hilmi Özkök’ten Başına çuval geçirilen Türk askerine şok Emir..


  




Eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün, 4 Temmuz 2003 günü Kuzey Irak’ın Süleymaniye kentinde Amerikan askerleri tarafından Türk Özel Kuvvetleri Bürosu’na yapılan baskınla, 11 Türk askerinin başlarına çuval geçirilip kelepçelenerek esir alınması olayını öğrendiğinde, esir alınan askerler için“Mukavemet etmesinler” dediği ortaya çıktı.
E.Amiral Türker Ertürk, soğuk savaş yıllarında olduğu gibi taşeronluk yapmayan ve hizadan çıkan Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı tetiğe 1 Mart tezkeresinin reddi üzerine 3 ay sonra 4 Temmuz 2003’te basıldığını ve Türk askerinin başına çuval geçirildiğini belirtti.  
ÖZKÖK’TEN “MUKAVEMET ETMESİNLER” EMRİ
Ertürk, 4 Temmuz 2003 günü, dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’ün, olayın kendisine bildirildiği sırada odasında yaşananları ve Özkök’ün olayı öğrendikten sonra verdiği emri açıkladı. Ertürk, şöyle dedi:
“Bugün Almanya’da siyasi mülteci olarak yaşayan E. Dz. İk. Kur. Alb. Ali Gözenek o gün (4 Temmuz 2003) Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’e bir konuyu anlatmaktadır. Komutana bir konu anlatılırken makama bir başkasının girmesi normal değilken zamanın Genelkurmay Harekât Başkanı Korgeneral Köksal Karabay durumun ivediliği nedeniyle içeri girer ve Irak’ta gelişen acil durumu anlatır ve emir beklediklerini rapor eder. Hilmi Özkök’ün suratı simsiyah olur ve ‘Mukavemet etmesinler’ diye emir verir.”
Özkök’ün, bu olayın, yaşanan Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy, Askeri Casusluk, Amirallere Suikast gibi davalar sürecine değin geleceğini fark etmediğini dile getiren Ertürk, şöyle devam etti:
“Özellikle soğuk savaştan sonra Türk Silahlı Kuvvetlerinin durduğu yer Türk halkının yanıdır, hizasıdır. Türk halkının çıkarlarının yanında, doğru yerde durmuştur. Hatta bunu yaparken,dönemin Savunma Bakan Yardımcısı ‘Türk generalleri hizadan çıktı’ demiştir. Bunu, 1995’teki Çelik Harekatı nedeniyle söylemiştir. Soğuk savaştan, 1990’dan sonra Türk Silahlı Kuvvetleri, emperyalizmin uşaklığını, taşeronluğunu yapmamışve en sonunda da bardağı taşıran damla olarak, 1 Mart 2003 Tezkeresi’nin Meclis’ten geçmemesi görülmüştür.Esasında Türk Silahlı Kuvvetleri Meclis’in o tercihine hiç karışmamıştır. Ama bu bir demokratik tercih olmasına rağmen, ‘Türk Silahlı Kuvvetleri liderlik görevini yapmadı’ demişlerdir. O zaman buradan şunu anlıyoruz; bizim müttefiklerimizin demokrasi tercihini, demokrasiyi görmek gibi bir arzuları yoktur. Türk Silahlı Kuvvetleri baskı yapsın, 1 Mart Tezkeresi’ni Meclis’ten geçirsin istemişlerdir. Türk Silahlı Kuvvetleri baskı yapmamıştır, demokrasinin kurallarına ve işleyişine bırakmıştır. Türk halkının Meclis’teki temsilcileri de, 1 Mart Tezkeresi’ni geçirmemişler. O zaman işte ‘Amerikalı müttefiklerimiz’, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni itibarsızlaştırmaya, etkisizleştirmeye ve kafesin arkasına atma kararını vermişlerdir.(CIA ajanı) HenriBarkey, ‘Biz AKP ile Türk Silahlı Kuvvetleri’ni kafesledik’ diyor.”
“BAŞINIZA ÇUVAL GEÇİRİLİYORSA MUKAVEMET ETMEK ZORUNDASINIZ, GEREKİRSE ÖLMEK ZORUNDASINIZ”
4 Temmuz 2003 günü Süleymaniye’de yaşanan Çuval Olayı’nın tek amacı olduğunu dile getiren Ertürk, bu amacı şu sözlerle açıkladı:
“Amacı, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bölgede ve Türk halkı gözündeki itibarını beş paralık etmektir. Siz empatiyapın ve kendinizi Ankara’da, Genelkurmay Başkanı olarak düşünün. Size böyle bir operasyon yapıyorlar. Askere, tetiğe basmak düşer. Eğer birisi sizin itibarınızı beş paralık etmeye kalkıyorsa, sizin kafanıza çuval geçirmeye kalkıyorsa, mukavemet etmek zorundasınız. Gerekirse, ölmek zorundasınız.
Gelinen noktada, Türk Silahlı Kuvvetleri itibarsızlaştırıldıysa, etkisizleştirildiyse, ne içindir? Suriye’ye terör ihraç etmek için, Orta Doğu’da taşeron olarak kullanmak içindir. Bunun başlangıcı, Süleymaniye’de Türk askerinin kafasına çuval geçirilmesiydi. İşte burada komutanlık görevini kim yapamamıştır? Zamanın Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök yapamamıştır.”
Bundan sonraki süreçte yaşanan Ergenekon ve Balyoz davalarının çok açık olarak operasyon olduğunun günümüzde bilindiğini de vurgulayan Ertürk, “Bunu Başbakan Erdoğan bile söylüyor. Ama ne yazık ki bu süreçte Hilmi Özkök silah arkadaşlarına sahip çıkmamıştır. Hatta ‘Ben kasaptaki ete soğan doğramam’ demiştir, mahkemelere gitmemiştir, tavır göstermemiştir. Bu gelişmeler gösteriyor ki, zamanında Hilmi Özkök, bir komutandan, bir Mustafa Kemal’in askerinden beklenen tavrı, hem başlangıçta göstermemiştir, hem de gelişim sürecinde göstermemiştir.”dedi.
Ankara’da 4 Temmuz 2003 günü, Özkök’ün ‘Mukavemet etmesinler’ emrine bizzat tanıklık eden bir subaydan, bir askerden öğrenerek Türk halkına ilettiğiniifade eden Ertürk, Çuval Olayı’nınbugüne değin hep ‘neler olduğu-askerin direnip-direnmediği’ bağlamında merak edilen bir konu olduğunu da anımsatırken, “Zannediyorum bu haberle birlikte bu konu biraz daha açıklığa kavuşmuştur”diye konuştu.
“BÖYLE BİR KARAR, BÖYLE BİR EMİR MUTLAKA YARGILANMALIDIR”
Ertürk, “Özkök'ün daha önce de Irak'a ABD'nin özel timini Meclis izni olmadan geçirdiği, sonra da bu timin yeniden ülkemiz üzerinden geçtiği ortaya çıkmıştı.  Şimdi de siz,‘Mukavemet etmesinler’ direktifini aktarıyorsunuz. Böylesine bir durumu, gerçek anlamda bir bağımsız yapıya kavuşmasını dilediğimiz yargı mı yargılamalı, yoksa bu konuda verilecek en gerçek hüküm tarihin yargısı mı olacak?” sorusuna da, şu yanıtı verdi:
“Türk askerine yakışan, Türk halkının çıkarlarından yana tavır koymaktır. Bu ülkenin güvenliğinden ve refahından yana tavır koymaktır. Eğer bunun için tetiğe basmak gerekiyorsa, ölmek ya da öldürmek gerekiyorsa; Türk askerinden bu beklenmelidir. Ama ne yazık ki Süleymaniye’de Türk askeri bu görevini yapamamıştır. Bunlar Orta Doğu’da, ülkemizi de içine alan bir planı gerçekleştirmek için yapıldı. Türkiye’yi bölüp parçalayabilmek için yapıldı.Türkiye’de terörü azdırmak, ülkede bölünme ve parçalanmanın şartlarını oluşturabilmek için hazırlandı. İşte bugün ülkemizin yaşadığı zorlukların başlangıcı budur. Esasında böyle bir karar, böyle bir emir mutlaka yargılanmalıdır. Ama yargılayabilmeniz için, bu ülkede, bu toprakların gözüyle bakan bir iktidarı getirmeniz lazımdır. Eğer bunu getiremezseniz; bu tip hainlikleri, bu tip yanlış kararları yargılayabilmeimkanına kavuşamazsınız. Ancak tarihte bir vaka olarak, okuduğunuz bir gerçek olarak kalır. Onun ötesinde ne yazık ki hiçbir geçerliliği olmaz.”
“KİMİ ZAMAN ORDUNUN EN TEPESİNDEKİ BİR ŞAHIS BİLE, BİR RÜTBESİZ ERİN GÖSTERDİĞİ KAHRAMANLIĞI GÖSTEREMEZ…”
E. Amiral Türker Ertürk, “Bir tarafta, kendisine atılı iddiaları hem kendine, hem de üniformasına yakıştıramadığı için, ‘Ben bu hukuksuzlukla yaşayamam’ diyerek intihar eden bir Yarbay Ali Tatar örneği, diğer tarafta da sizin aktardığınız bilgiden hareketle Amerikalılar kendi askerini esir almışken ‘Mukavemet etmesinler’ emri veren bir Genelkurmay Başkanı duruyor. Buna, Türk askerinin karakteri bakımından nasıl bir değerlendirme yapacaksınız?” sorusu üzerine de, şunları kaydetti:
“Askerin görevi, zamanı geldiğinde, şartlar oluştuğunda vatanı için ölmektir. Bazen bunu bir üsteğmen, bazen bir astsubay, başçavuş, bir rütbesiz er layıkıyla yapar ve kahraman olur. Ama kimi zaman ordunun en tepesindeki bir şahıs, en tepesindeki bir komutan bile, bunu yapamaz, bir rütbesiz erin gösterdiği kahramanlığı gösteremez. Bu tarihte çeşitli seferler olmuştur. Yalnız ülkemizde değil, diğer ülkelerde de olmuştur. İşte bu gördüğünüz vaka da, kötü örneklerden birisidir.”
*Odatv Ankara Haber Müdürü Müyesser Yıldız,Özkök’ün, ABD Özel Kuvvetleri’nin Türkiye’den, Irak’a geçişini (TBMM yetkisinde olmasına karşın ve Özkök’ün kendi ifadesiyle ‘Yasal süreç izin vermemesine rağmen’) sağladığını yazmıştı: http://www.odatv.com/n.php?n=abd-taburunu-haburdan-yasadisi-geciren-komutan-kim-0912131200
Sabriye Aşır
Odatv.com



http://odatv.com/n.php?n=mukavemet-etmesinler-1703141200

TÜRK MİLLETİ ÇUVAL OLAYI’NI (4 Temmuz 2003) UNUTMAYACAK!




TÜRK MİLLETİ
ÇUVAL OLAYI’NI (4 Temmuz 2003) 
UNUTMAYACAK!

image0014.jpg










İşgalci güçlerle Kürt işbirlikçilerinin hazırladığı hain bir plan Süleymaniye’de uygulamaya konuluyordu.
      2003 yılının 4 Temmuz Cuma günü ABD’nin 173. Hava indirme tümenine bağlı askerlerle onlara destek veren KürtlerinSüleymaniye’deki Türk Özel Kuvvetleri Bürosuna yaptıkları baskın sırasında 11 Türk askeri (3’ü subay 8’i astsubay olmak üzere) esir alıyordu
Türk askerlerine silah doğrulttular. Yüzü koyun yatırılarak, bilekleri kelepçelenen Türk grubu bahçeye indirildiğinde, baskıncıların bir bölümü bina çevresinde de emniyeti almış ve içerdekilerin büyük bir kısmı da evin her noktasında arama yapıyordu. Amerikalıların yaptıkları her işlem için yardımcıları, daha doğrusu öncü kuvvetleri peşmergelerdi.
Türk Askerlerine reva görülen muamele en iyimser ifade ile “fena” kavramını aşıyordu. Fakat artık yapılacak hiç bir şey yoktu, çünkü eller kelepçelenmişti. Amerikalılar esir aldıkları Subay, Astsubay ve görevliler ile baskın sırasında büroda bulunanların başına “Çuval geçirdiler! Başa çuval geçirilmesi, esir alınanların, Iraklıların etrafı görmemeleri için yapılan bir uygulama idi. Fakat bu kez özellikle amaç sindirme, güç gösterisi ve psikolojik baskı oluşturmaktı.
8 araçlık (3 kamyon, 5 Hummer) baskın konvoyunun yanlarında peşmergelerde olduğu halde ABD’nin karargahı olarak kullanılan, Kerkük Hava alanına götürdüler.
2 kamyonun içinde 24 esir bulunuyordu. Esirler; 11 Türk özel Timi mensubu, 2 Sivil Türk, 4 Kürt muhafız, 2 Türkmen erkek, 2 Türkmen kadın, 1 Kürt, 1 Türkmen çocuk ve İngiliz vatandaşı Michael Todd’du. Kamyonların birinde 6, diğerinde Türk askeri vardı.
5 Temmuz günü Kerkük Havaalanında sorgulama yapıldıktan sonra, Amerikalılar helikopterlerle Türk askerlerini Bağdat’a götürdüler. Irak’ın kuzeyinde Türk Özel Kuvvetlerimensubu 11 Türk askerinin ABD’liler tarafından esir alınmasıyla başlayan kriz yoğun diplomatik çabalar sonucu ancak 60 saat sonra çözülebildi. Serbest bırakılan Türk askerleri “Amerikalılar bize El-Kaide muamelesi yaptı. En yakın müttefikine nasıl terörist gibi davranırlar?
Türk Özel Kuvvetleri Komutanı Binbaşı Aydın Eser. “4 Temmuz Cuma günkü baskını önce Amerikalıların Iraklılarla bir çatışması sandığını söyledi. “Amerikalılar havaya ateş açıyorlardı. Önce sokakta çatışma çıktı sandım. Kapıyı açıp onlara yardım etmek istedim. Bir baktım bize doğru ateş ediyorlar.
Amerikalılar bize doğru gaz bombası attılar. Olayın değişik boyutlara girmemesi için teslim olduk”. Binbaşı Aydın, dayaktan incinmiş kaburga kemiğini gösterirken: “Biz burada yasal olarak bulunuyoruz. Benim rütbemi hiçe sayıp Kerkük ve Bağdat’ta kötü muamele ettiler. Kafalarımıza çuval geçirildiği gibi ellerimizi de kelepçelediler.” Türk Özel Kuvvetleri Timinin Komutanı Binbaşı Aydın Eser’nin son sözü ise “Bizi Kürtler gammazladı.” oldu.
Saat 14:30’da Türk Özel Kuvvetleri Bürosu terk edilirken 100 metre ilerde beyaz jip içindekiler, Amerikalı yarbay tarafından birkez daha tebessümle selamlandılar. Jip’in içinde bekleyen rehber, görevini ifa etmenin huzuru ile(!) KYB Dışilişkiler Bürosunun yolunu tutarken, konvoy Süleymaniye sokaklarında yeniden bir geziye çıktı. İçeride çuvallanmış Türk Askeri vardı. Başlarında ise Coni’ler ve peşmergeler
Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin ısrarla “haberimiz yok” dediği Türk Özel Kuvvetleri Timine karşı yapılan baskında, Celal Talabani’nin oğlu zaten başından sonuna kadar bu çuval baskınının içinde yer alıyordu. Bölgede babadan oğula geçen siyaset geleneği içinde küçük Talabani önemli bir figür olma özelliğini doğuştan taşıyordu. İşte bu Bafel Talabani, operasyon boyunca elindeki telefonla hem babasını bilgilendirmiş hemde Amerikalı konvoya yol gösterirken, aynı anda da baskını saniye saniye görüntülemişti. Hatta Bafel işi iyice abartmış, Amerikalıların Türk Özel Kuvvetleri Timi’ni götürmelerinin ardından “baskın sonrasını da” görüntülemişti.
ALİ KERKÜKLÜ
Habertürk Televizyonunda Basın Kulübü programına katılarak konuşan dönemin Genelkurmay başkanlığı eski harekat başkanı emekli korgeneral Köksal Karabay, 4 Temmuz 2003 günü Irak’ın Kuzeyinde Süleymaniye şehrinde (Kürtlerin yoğun yaşadığı şehir) yaşanan çuval olayını şöyle anlattı:  
“Kerkük Valisi’ne suikast yapılacağı ihbarı üzerine Kerkük’ten gelen ABD askerlerinin Talabani’nin Sarayı’nın çevresinde ilerlerken Türk timinin bulunduğu sokağa da girdiler. ABD askerlerinin arasında Türkiye’nin ekmeğini yiyen Talabani’nin oğlu (Bafel Talabani) da bulunuyordu. Tim komutanı(Aydın Eser) kapıya çıkıyor ’Hoşgeldiniz’ diyor. Üzerine çullanıyorlar. Bu esnada herkes ateş etmeye hazır. Tim komutanı Binbaşı Aydın Eser elini kaldırıp ateş etmeyin diyor. Hiç böyle birşey olacağını tahmin etmemişler. Çünkü daha önce birlikte çay içmişler ve oturmuşlar.”
KAYNAK: İnternetajans
image0021.jpg











Çuval skandalının başka bir Türk tanığı konuştu:

image0031.jpg









Öngel, askerlerimize su, yemek ve sigara götürdüğünü söyleyerek, “Binbaşı Aydın E. yapılan muameleye çok kızmıştı. Bu yüzden ABD’liler onun üzerine gidiyordu” dedi.
Kuzey Irak’ta, 11 Türk askerinin ABD askerleri tarafından gözaltına alınıp başlarına çuval geçirilerek alıkonulması olayının bilinmeyen bir tanığı ortaya çıktı. O dönemde Amerika Birleşik Devletleri adına tercümanlık yapan 32 yaşındaki Metin Öngel, 4 Temmuz 2003 günü yaşananları tüm ayrıntılarıyla ilk kez Hürriyet’e anlattı.
Öngel, gözaltına alınan askeri personelden bildiği isimleri de sıraladı. Türkiye’de vatan hainliğiyle suçlanma korkusu nedeniyle ABD’ye iltica eden kendisi gibi tercüman Tuncay Çelik ve Savaş Dalkılıç’ı eleştiren Öngel, “Koca Türkiye, bu iki tercümanla mı uğraşacak?” dedi. Halen Kocaeli Derince’de ticaret yapan Öngel, 4 Temmuz günüyle ilgili şu bilgileri verdi:
KAAN YÜZBAŞI’NIN BARBEKÜ PARTİSİ
4 Temmuz günü, biz ABD ordusu hesabına tercümanlık yapıyorduk. O gün ABD’nin resmi bayramı olduğu için, Kerkük’teki ABD üssü içinde bulunan Türk Özel Kuvvetleri’ne ait ofiste Kaan Yüzbaşı da bir barbekü partisi veriyordu. Kaan Yüzbaşı, partiye bizi de davet etti. Yemekleri yedik, sonra bir Amerikalı asker geldi. ’3-4 Türkçe tercüman lazım’ dedi. Süleymaniye’den bazı insanları gözaltına almışlar. Biz hemen o askerle Kerkük’teki gözaltı merkezine gittik. Yanımda, Amerika’ya sığınan Tuncay Çelik ve Savaş Dalkılıç ile Gülay Kıramer adlı kızıl saçlı bir Türk kızı daha vardı. Gülay Kıramer, bir emekli astsubayın kızıydı ve Amerika’dan gelmişti. Emin değilim, sanıyorum daha önce bir Amerikalı ile evlilik geçirmişti.
ELLERİ ARKADAN PLASTİK KELEPÇELİ
Gözaltı merkezinde, buraya getirilen 33 kişi vardı. Bunların sorgusunu yaptılar. Ben gözaltına alınanları Kuzey Iraklı Türkmen sanıyordum, sonra 11 Türk askerinin de gözaltına alındığını gördüm. Türk askerleri, Süleymaniye’de Dışişleri İrtibat Bürosu’nda görevliydiler. Sivildiler ve hepsinin ellerini arkadan plastik kelepçeyle kelepçelemişlerdi. Kafalarına çuval geçirilmişti. Gözaltı merkezinde değişik odalar vardı. Bunları, 3-4 ayrı odaya dağıttılar. Gözaltına alınanlar arasında, bir temizlikçi kadın ile 14 yaşındaki oğlu bile vardı. Kimi buldularsa getirmişlerdi. 2 Kürt koruma ve oradaki dönerci dükkánında oturanlar bile vardı.
ASKERLERİMİZE YİYECEK VE SİGARA GÖTÜRDÜM
İlk sorgu sırasında ben, bizimkilere su, yemek ve sigara götürdüm. Amerikalılar, getirilenler arasında Türk askeri olduğunu biliyorlardı; ama bilmezlikten geliyorlardı.
TÜRK BİNBAŞI ÇOK KIZMIŞTI
Binbaşı Aydın E., çok sinirliydi, agresif davranıyordu. Yapılan muameleye kızmıştı. Bu yüzden Amerikalılar da onun üzerine gidiyordu. Kerkük’te 1 ya da 2 gün kaldılar. Sonra uçakla tüm ekibi Bağdat’a uçurdular. Havaalanına götürürken, turuncu kıyafet giydirmişlerdi.Kamyonun arkasında taşındılar. 2’nci sorguya, tercümanlardan sadece Tuncay Çelik ve Savaş Dalkılıç gitti. Biz gitmedik, daha doğrusu gitmek istemedik.
’ÇUVAL’DAN SONRA İSTİFA ETTİK, DÖNÜYORDUK
Çuval olayı üzerine Türk tercümanlar olarak hepimiz istifa ettik, geri dönüyorduk. Ancak Türk Özel Kuvvetleri Komutanlığı, ’Colin Powell özür diledi, olay diplomatik olarak çözüldü’ deyince istifadan vazgeçtik. Bir ay sonra Türkiye’ye döndük.
TÜRKİYE’NİN İTİBARI İLE OYNAMASINLAR
Tuncay Çelik ve Savaş Dalkılıç, ABD’de kalabilmek için Türkiye’de vatan hainliğiyle suçlanma iddiasını gündeme getirdiler. ABD’ye kapağı atmak için bunu bahane ettiler. Ülkenin itibarıyla oynamasınlar. Kimse onları tehdit etmedi. Koca Türkiye Cumhuriyeti zaten böyle iki tercümana mı kaldı. Tercümanların lideri konumunda, Helinka Pepison adlı bir ABD’li kadın vardı. Helinka, Tuncay ve Savaş’ı ABD için ikna etti. Onlara akıl verdi. Zaten Tuncay, Helinka’nın asistanıydı. Bizi kimse tehdit filan da edilmedi. Ortalığı bulandırmasınlar.
GÖZALTINA ALINAN TÜRK ASKERLERİ
Tim Komutanı Binbaşı Aydın E.
2 üsteğmen. Birinin adı veya soyadı Bozkurt.
5 astsubay başçavuş
3 kıdemli üstçavuş.
AMERİKA’DA 10 YIL KALDIM
Metin Öngel, ABD’de 10 yıl kaldığı için İngilizce’yi çok iyi bildiğini söyledi. Kuzey Irak’ta ABD için çalışan 4 ayrı kategoride tercüman olduğunu anlatan Öngel, “Her kategorideki tercüman, belli gizlilik seviyesine göre yetkiliydi. Biz en düşük yetkide tercümanlardık” diye ekledi. Öngel, nasıl tercüman olduğunu ise şöyle anlattı: “Askerden dönmüştüm. Bir arkadaşım, bu işten haberdar olmuş, CV gönderdik. Gaziantep ve İskenderun’da çalıştırmak için tercüman arıyorlardı. Ankara Hilton’da toplantı yaptılar, evrak verdik, kabul ettiler. Mardin’de 15-20 gün kaldık. Sonra geri döndük. Bir daha arayıp Irak teklifi yaptılar. Ticari bağlantı kurarım diye kabul ettim. Tuncay Çelik benden bir hafta önce gitmişti, Savaş Dalkılıç’la aynı dönemde gittik.”
KEBAP PARTİSİ
Türk tercüman Metin Öngel, kendilerine iş veren ABD’li şirketin yöneticisi Helinka Pepison ile bir Irak dönüşü Mardin’de kebap partisinde.
image004.jpg
BİRLİKTE GÖREV
Tercüman Metin Öngel, ABD’ye iltica eden diğer tercüman Savaş Dalkılıç ile Kuzey Irak’ta birlikte görev yaptığını anlattı.
Öngel ve Dalkılıç’ın birlikte pek çok fotoğrafı var. Öngel, ABD’ye iltica eden Savaş Dalkılıç ile Tuncay Çelik’in davranışlarını doğru bulmadığını söylüyor.
KAYNAK: HÜRRİYET USA
MUAVENET OLAYINI DA UNUTMADIK!
image005.jpg










1 Ekim 1992’de Ege’de NATO ortak tatbikatı yapılıyordu. Amerikan uçak gemisi Saratoga’dan bir gece iki füze fırlatıldı ve Türk savaş gemisi Muavenet’in kaptan köşkü vuruldu. Biri gemi komutanı üç şehit verdik, 27 askerimiz de yaralandı…
HAZIRLAYAN: YILMAZ KARAHAN  .,
http://www.yenidenergenekon.com/130-turk-milleti-cuval-olayini-4-temmuz-2003-unutmayacak/


20 TEMMUZ 1974, KIBRIS BARIŞ HAREKATI.,


20 TEMMUZ 1974, KIBRIS BARIŞ HAREKATI


Efendiler ! Kıbrıs düşman elinde bulunduğu sürece bu bölgenin (Akdeniz Bölgesi’nin) ikmal yolları tıkanmıştır. Kıbrıs’a dikkat ediniz. Bu ada bizim için çok önemlidir.
(Kemal Atatürk)

 20 Temmuz 2015 Pazartesi 




Bugün 20 Temmuz 2015, Türkiye’nin 20 Temmuz 1974’de Kıbrıs Adasına Barış getirmek için gerçekleştirdiği Kıbrıs Barış Harekatının 41 nci zafer yılını kutluyoruz. Fakat bugün zaferle taçlanan harekattan 41 yıl sonra KIBRIS’taki genel durumun Türkiye ve Kıbrıs Türk Toplumunun milli çıkarları doğrultusunda gelişmediğini üzülerek görüyoruz..

1960 Londra ve Zürih Antlaşmaları ile kurulan ve Türkiye’nin garantör ülke olarak hukuki hakları bulunan Kıbrıs Cumhuriyeti üzerinde bugün hiçbir yaptırım gücümüz kalmamıştır. Çünkü bugün sadece Kıbrıs Rum tarafınca temsil edilen Kıbrıs Cumhuriyeti, 1 Mayıs 2004 tarihinden itibaren Avrupa Birliği üyesidir..

Türkiye, uluslararası anlaşmaların kendisine verdiği hukuki kazanımlarını dikkate almadan, hiçbir zaman katılamayacağı AB üyeliği yolunda ilerleyebilmek için Kıbrıs’taki milli hak ve menfaatlerinden feragat etmiştir.

20 Temmuz 1974’ten itibaren hür ve bağımsız olarak yaşayan Kıbrıs Türk toplumunun 13 Kasım 1983’te kurduğu Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini henüz Türkiye dışında hiçbir ülke tanımamıştır. Tanınması yolunda ne Türkiye ve ne de KKTC yönetimi tam 41 yıldır ciddi hiçbir girişimde bulunmamıştır. AB ile ilişkilerin bugün geldiği boyutlar dikkate alındığında Türkiye’nin de KKTC’nin bağımsızlığını tam olarak tanıyıp tanımadığı da şüphelidir. AKP yönetimi, hiçbir zaman gerçekleşmeyeceği açıkça belli olan AB üyeliği uğruna küresel güçlerin çekim merkezindeki bu stratejik toprak parçasındaki haklarımızdan vazgeçmiş gibidir.

Dünyada Kıbrıs Türk ve Rum halkları kadar içişlerine karışılan ve üzerinde çıkar hesaplarının odaklandığı başka bir ülke yoktur. Dünyayı küresel çıkarları istikametinde yapılandırmak için çalışan küreselleşme mimarları, dünyanın jeopolitik merkezinde bulunan bu stratejik toprak parçası üzerinde yoğun çaba harcamaktadır.

Bugün Kıbrıs Adasını AB adına Helenizm’e teslim ederek Enosis’i gerçekleştirmek için Türk askerinin adadan çıkartılmasından başka çözüm olmadığını gören küresel güçler bunun için çeşitli senaryolar yazıyorlar ve figüran olarak KKTC ve Anadolu Türk toplumunu birlikte oynatabiliyorlar.

Küresel güçler hedeflerinden asla taviz vermek niyetinde değiller. Ne kadar haklı olursak olalım. Ne kadar hukuk üstünlüğümüz olursa olsun. Adamlar burayı ele geçirerek Türkleri Anadolu’ya hapsetmeyi kafalarına koymuşlar. Bunun fiziki olarak mümkün olmadığını gördüklerinden siyasi entrikalarla bunu bize yaptırma yoluna gidiyorlar. Ve ne yazık ki bunda da muvaffak oluyorlar.

AKP hükümetinin tam teslimiyetçi ve tavizkar tutumu devam ettiği takdirde Kıbrıs Türk toplumunun geçmişte Girit’te, Rodos’ta ve diğer Ege adalarında kaderlerine terk ettiğimiz Türk toplumlarından farkı olmayacaktır. KKTC topraklarının kaybı Anadolu Türk toplumunun bundan sonraki yaşantısında da önemli bir dönüm noktası olacaktır. Kıbrıs’ta kazanılan hakların her ne pahasına olursa olsun korunması kaçınılmaz bir zorunluluktur..

Yıllardır Psikolojik Harekât operasyonları ile beyinleri uyuşturulan Türk halkı Kıbrıs’taki milli çıkarlarımızı ve bu toprağın Türkiye’nin güvenliği için önemini hâlâ kavrayamamıştır. Bu duruma, dünyayı yeniden yapılandırmaya çalışan küresel toplum mühendislerinin yıllarca sabırla sürdürdükleri politikalarla gelinmiştir.
Kıbrıs’ta TSK’nin barış harekâtı ile 41 yıldır gerçek çözümün bulunduğunu, geçen süre içinde tek kişinin dahi burnunun kanamadığını, adada demokrasinin hâkim olduğu bir Türk devletinin yaşadığını, Türkiye’nin bu devletin ilelebet yaşatılması gibi bir tarihi misyonunun olduğu gerçeğini unutmamalıyız.

Buna rağmen 13 yıldır tek başına iktidarda olan AKP’nin KKTC’yi yaşatmak ve üçüncü ülkelere tanıtmak gibi bir düşüncesi olmamıştır. AKP’nin tüm gayretleri çözüm adı altında Kıbrıs Türk toplumunun güneydeki Rumlara BM eliyle yama edilmesi yönündedir.

1974 öncesini bilen ve KKTC’yi kuran neslin yaşları bugün altmış civarındadır. Bu kişilerin artık silah kullanarak kazandıkları devletlerini yeniden kurtaracak fiziki güçleri kalmamıştır ama mücadele ruhları aynen durmaktadır. Bunlar, yeni yetişen ve yaşları otuz civarında olan genç nesil ile her alanda fikir ayrılığı içindedir. Gençler eskiyi iyi bilmediklerinden, üzerlerindeki yoğun psikolojik baskıyla açıkça dağıtılan euro-dolarlara kanarak avrupalı olacaklarını sanmakta ve Rum kesimi ile birlikte hareket etmektedir.

400 yıllık Türk yurdu yavruvatan Kıbrıs’ta ay yıldızlı bayrağın gönderden inmemesi, ezan seslerinin asla susmaması için Türk milletinin tüm varlığı ile mücadele edeceğine inanıyorum. Bu küçük adada kanla oluşturulan kutsal vatan topraklarının kâğıt üzerindeki sanal birlikteliklerle elimizden alınacağına ihtimal vermiyorum.
Kıbrıs’ın daima Türk kalacağını vurgularken, bugün sessizce vatan topraklarının satışını izleyen halkımın gür sesini çıkarmak için fırsat beklediğini değerlendiriyorum.


Dr. Tahir Tamer Kumkale
20 Temmuz 2015 Pazartesi


http://kumkale.net/yazi.asp?id=1474

..


3 TEMMUZ ÇUVAL OLAYINI UNUTMA



3 TEMMUZ  ÇUVAL OLAYINI UNUTMA  


Bugün 4 Temmuz 2010. Birileri için bugün dostumuz, müttefiğimiz ve de stratejik ortağımız ABD’nin “Bağımsızlık Günü” olarak hatırlanır ve kutlanır.

                   Oysa 4 Temmuz 2003 tarihi Türk askerinin başına Amerikan askeri çuvallarının geçirildiği kara gündür. Türk milleti için asla unutulmaması ve unutturulmaması gereken tarihi bir gündür.

                   4 Temmuz 2010 tarihli medyamızda ne yazık ki konu ile ilgili en küçük bir haber kırıntısı dahi yoktur. Unutmamamız gereken hususlar bize geçen sürede kolaylıkla unutturulmuştur. Bu durumu milletimizin beyinlerinin küresel psikolojik savaş operasyonlarıyla nasıl satın alındığının tipik bir göstergesi olarak görebiliriz. Ayrıca son durumu; “ABD, Türk milletine karşı yaptığı psikolojik savaşı zaferle sonuçlandırmıştır” şeklinde tanımlayabiliriz.

                  Türk Milletinin gururu,ordumuzun gözbebeği bordo bereli 11 askerimize 4-6 Temmuz 2003’te Irak’ın Süleymaniye kentindeki karârgahlarında yapılan çirkin saldırı Türk milletini derinden yaralamıştır. Türk Devleti son derece pasif davrandığı bu saldırıdan onarılamaz bir yara almıştır.

                 Türkiye’yi yönetenlerin ellerindeki gücü kullanamayan basiretsiz ve cesaretsiz tutum ve davranışları, milletimizi ABD'nin yaptığından çok daha fazla üzmüştür. Cumhuriyet tarihimizde 4-6 Temmuz 2003 tarihinde yaşanan “Türk askerlerinin ABD askerleri tarafından esir alınarak ve başlarına çuval geçirilerek sorgulanmaları olayı” daima kara bir leke olarak hatırlanacaktır. Bu lekenin çıkarılmasının ise bugünkü teslimiyetçi Ak Parti   yönetimiyle mümkün olmadığı  geçen süre zarfında açıkça görülmüştür.

                  Bu olayın her safhası ibret alınacak derslerle doludur. İftihar kaynağımız dünyanın en iyi eğitimini almış, yakın muharebe tecrübesine sahip 11 rütbeli askerimiz hiç bir direniş göstermeden, önceden müttefikleri Türkiye nezdinde hiç bir resmi girişimde bulunulmadan düşman askeri gibi esir alınmışlardır. Şerefimizi ayaklar altına alacak şekilde elleri bağlanmış ve kafasına çuval geçirilmiştir. Türk bayrağının dalgalandığı resmi çalışma büroları talan edilmiştir. Aradan geçen üç gün boyunca Türk yönetimince ABD yetkililerine ulaşılmaya çalışılmıştır. Ama  muhatap bulunamamıştır. Sonunda istedikleri tahribatı elde ettiğini düşünen ABD askerleri tarafından lütfedilip askerlerimiz bırakılmışlardır.

                  Aslında milletçe gözbebeğimiz gibi baktığımız ordumuz bu günler için vardır. Bu zor günlerde ordumuz gücünü gösteremiyorsa başka ne zaman gösterecektir. Hadisenin neresinden bakarsanız bakın yaşananlar bir faciadır. Türk askerlerine karşı plânlı, programlı ve bilinçli bir şekilde gerçekleştirilen bu saldırı aslında devletin bizzat kendisine yapılmıştır.

                     ABD’nin 1991 Birinci Körfez Harekat’ını müteakip 36 paralelin Kuzeyinde kalan Irak topraklarında oluşturulan Çekiç Güç faaliyetleri çerçevesinde bölgeye yerleşen Türk askerleri Kuzey Irak’ı tamamen kontrol eden bir organizasyon meydana getirmişlerdi. Bu sıkı kontrol sonunda PKK terörü tamamen bitmese bile sıfıra yakın bir hale dönüştürülmüştü. 2003’de Irak’ı ikinci kez işgal eden ABD tarafından Kuzey Irak’ta kuracakları müstakil bir Kürt devleti oluşumuna karşı bölgede Türk askeri varlığı istenmemiştir. Bu husus ABD tarafı için Türk askerlerinin kafasına çuval geçirilerek aşağılanması için makul bir neden teşkil edebilirdi. Veya bugüne kadar bilemediğimiz başka bir hedefleri de olabilirdi. Zaten kendilerini haklı gösterecek bir sebepleri olmasa iki müttefik ülke arasında bu şekilde akıldışı bir saldırıya cesaret edemezlerdi.

                    Üzüntümüz onların yaptıklarına değildir. Bizim yapmamız gerekipte yapamadıklarımız içindir. Gücümüz olduğu halde, güçsüz ve çaresiz bir teslimiyet anlamına gelen davranışımız içindir. Üzüntümüz 70 milyonun gözleri önünde tamamen teslimiyetçi tutum izleyen siyasi yönetim ile birlikte hareket eden ordu üst yönetiminin sergilediklerinedir.

                   Ömrünün 36 yılında şerefli asker üniforması taşıyan biri olarak bu üç gün içinde yaşananlardan dolayı halkımızdan utandım. Başımızı eğik tutanları ise asla affetmiyorum. Çünkü ne Türk halkı ve ne de halkının gözbebeği Türk askeri böyle bir davranışı hak etmemiştir.

                  Geçen süre içinde hâlâ cevap bekleyen ve aydınlanamayan hususlar vardır. 11 kişilik özel tim mensupları neden kendilerine emanet edilen silâhları kullanmamışlardır ? Neden savaşmadan teslim olmuşlardır? Bunun hesabı neden kendilerinden sorulmamıştır.? Eğer bu şekilde emir aldılar ise, bu emri verenden bunun hesabı neden sorulmamıştır?

                  Bir diğer önemli soru da şudur. Neden bu timin kurtarılması için telefon etmek ve toplantı yapmak dışında hiç bir ciddi eylem olmamıştır. ABD o günlerde savaş içinde esir düşen Amerikalı kadın asker için Bağdat içinde kurtarma operasyonu yapmış ve bu kadın askeri milli kahraman ilan etmiştir. Biz biliyoruz ki Türk Silâhlı Kuvvetleri esir edilen askerlerini en geç bir saat içinde ABD'nin elinden alabilecek güce sahiptir. Bu neden yapılmamıştır.?  Bu yetişmiş kuvvetlerimizin kullanılması için daha başka ne gibi aşağılayıcı durum gerekiyor du? İşte bunu anlamak mümkün değildir.

                  Ben bir özel tim mensubunun nasıl yetiştiğini ve savaşçılıkta dünyada benzerinin bulunmadığını yakından bilen biri olarak, 11 kişiyi teslim alacak gücün asgari 200 ölü vermesi gerektiğini biliyorum. Askerlikte hiç değişmeyen ve daima başarı vadeden bir kural vardır. Silaha karşı kullanılacak en etkili silah ayni silâhtır. Tanka tankla, topa topla, gerillaya gerilla ile karşı koyacaksın. Peki bizim askerlerimiz bunu bilmiyorlar mi? Çok iyi biliyorlar ama bu güçlerini kullanmaları bir şekilde istenmedi.

                  Olayın siyasi sorumluğunu taşıyan Ak Parti yönetimi tecrübesiz olabilir veya durumun vehametini kavrayamayabilirdi. Nitekim durumun önemini algıyamadılar bile. Fakat binlerce yıllık tecrübeye sahip silâhlı kuvvetlerimizin esir edilen mensuplarını kurtarmak için toplantıdan başka yapacakları şeyler olmalı idi. Bunun için biryerlerden emir ve talimat almalarına da gerek yoktu.

- Olay duyulur duyulmaz; Batıda konuşlanan savaş uçaklarımız Diyarbakır dahil bütün doğu hava alanlarına kaydırılabilir, 24 saat süre ile Irak sınırı boyunca uçaklarımız havada hazır tutulabilirdi.

-  Terhisler ve izinler durdurulur, 2 nci ve 3 üncü Ordu birlikleri tatbikat adı altında Irak sınırı boyunca tespih tanesi gibi dizilebilirdi. 

-  Kuzey Irak’taki birliklerimizi takviye olarak ilk altı saat içinde uçar birliklerle en az 20 Komando Taburu bölgeye indirilebilirdi.

-  Devletler hukukuna göre çok meşru bir davranış olarak derhal Türkiyede  görev yapan ABD askerlerinden yüzü enterne edilebilir ve takas için elde tutulabilirdi.

                 Bunları yapmak en doğal hakkımızdı. Peki neden yapılmadı? Bunların cevabı da bugüne kadar verilmemiştir.

                  O günleri bir kere daha hatırlayacak olursak;

- Devlet televizyonu TRT başta olmak üzere televizyonlarımız olayı küçümsediler ve televoleli eğlence proğramlarına devam ettiler.

-  Siyasi partiler ve sivil toplum örgütleri meydanlara dökülerek ABD şiddetle kınanabilirdi. İşçi Partisi, BBP ve MHP'nin meydanlardaki sesi de ne yazık ki olayın vehameti yanında cılız kaldı.

- Cumhurbaşkanı acilen Milli Güvenlik Kurulunu toplantıya çağırabilir ve bizzat kendisi tarafından halkın hissiyatını yansıtacak ve onların kırılan gururlarını okşayacak bir konuşma yapabilirdi: Ama olmadı..

-  TBMM derhal olağanüstü toplanıp hadise lehimize çözülene kadar görevi başında kalarak milletçe askerlerimizin arkasında durduklarını sergileyebilirdi.   Bunlar halkımızın ordumuzdan haklı beklentileri idi. Ama yapılmadı.

                   Sonuç olarak ABD; “Süleymaniye çuval hadisesi” ile Ortadoğu ve Türkiye bölge için kurguladığı senaryoyu başarı ile uygulamaya geçirmiştir. Bu bölgedeki Amerikan menfaatleri için üniter yapısını koruyan bir Türkiye ve bu yapının yılmaz savunucusu olan güçlü bir Türk ordusu istenmemektedir.

                 Süleymaniye çuval hadisesi ile başlayan Türk Silahlı Kuvvetlerine saldırılar o günden başlayarak giderek artmıştır. Şimdilerde Genellkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un devamlı bahsettiği “Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı asimetrik psikolojik savaş yürütülmektedir” sözü ile neyi kastettiği çok daha iyi anlaşılmaktadır.

                "Süleymaniye Çuval Olayı" Cumhuriyet orduları için acı bir milattır. Bu hadiseden dersler çıkarılarak dost ve müttefik kabul ettiğimiz ABD ile askeri ilişkilerimizi gözden geçirerek tekerrür etmemesi için ciddi tedbirlerin alınması gerekirken bunun yapılmadığını görmek Ordu-Millet kavramını zafiyete uğratmaktadır.

                4 Temmuz 2010’da artık gerçek bir devlet gibi davranmalıyız. Milli gücümüzü tekrar gözden geçirerek ABD ile bütün ikili ilişkilerimizi yeniden masaya yatırmalıyız.

       (04 Temmuz 2010)

http://www.kumkale.net/makaleler/003df.html


..

Temmuz 2008'de Ülkemizde Sağduyu değil, AKIL TUTULMASI Hakimdir..,



Temmuz 2008'de Ülkemizde Sağduyu değil, 
AKIL TUTULMASI  Hakimdir


Bir memlekette adalet olmazsa, o memlekette anarşi var demektir. Orada hükümet yok demektir. Adalet kanunlarla icra edilir. Bu memlekette adaletin emniyetle ve süratle tevzi olunup olunmadığını anlamak için mevcut kanunlarımıza bakmak lazımdır... Herhalde bağımsızlığın temel direği olan adalet dağıtımında bir ecnebi parmağı bulundurmayacağız. Gazi Mustafa Kemal Atatürk (1923)


7 Temmuz 2008 Pazartesi 

Türkiye, dünyanın merkezinde, dünyaya hakim olmak isteyen küresel güçlerin çıkarlarını engelleyebilecek potansiyel güce sahip tek ülkedir. Türkiye’ye bu gücü, 12.000 yıllık tarihinden günümüze taşıdığı Ordu- Millet vasfını devam ettiren, tecrübeli has evlatlarından meydana gelen ordusu sağlamaktadır.

Atatürk, 1938’de Türk Ordusunun görevini; “Türk vatanının ve Türklük camiasının şan ve şerefini, dâhili ve harici her türlü tehlikelere karşı korumak” olarak belirlemiştir. 211 Sayılı TSK İç Hizmet kanununun 35 inci maddesine göre silahlı kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyetini kollamak ve korumaktır. Türk ordusu bu görevleri başarı ile yerine getirebilecek bilgiye, beceriye, teşkilata ve tecrübeli insan kaynaklarına sahiptir. Gücünü tarihin her devrinde dünyaya ispat etmiştir.

11 Eylül 2001’deki ikiz kuleler saldırılarından sonra dünyayı merkezinden yönetmeye soyunan ABD, Ortadoğu’yu hâlâ sömürgeleri olarak gören AB ülkeleri, Yunanistan, Ermenistan, Kıbrıs Rum kesimi, Barzani ve Talabani Türkiye’yi kendi milli çıkarlarına tehdit olarak görmektedir. Bu güçler, Türkiye’yi güçsüz kılmanın tek yolunun Türk Silahlı Kuvvetlerini güçsüz kılmak olduğu ortak hedefinde anlaşmışlardır. 3 Kasım 2002’den itibaren Ak Parti yönetiminin dışa karşı tavizkar tutumundan da yararlanarak Türk askerini zayıflatmak ve milletimiz nezdinde itibarını kırmak için her yönden saldırmaktadırlar.

Oysa güçlü bir Türk Ordusu sadece Türkiye için değil, Türk dünyası ve bütün Ortadoğu ülkelerinin huzur ve güvenliği için tek vasıtadır. Türk Ordusu bu görevini geçen yüzyıl başlarına kadar başarı ile yerine getirmiş ve imparatorluğun dağılmasından sonra Anadolu topraklarında Türkiye Cumhuriyetini oluşturmuştur. Şimdi de devletimizin güvenlik ve bekasının da teminatı olarak Atasının ruhunu yaşatarak dimdik ayakta durmaktadır.

Türk askerine yapılan saldırılar sadece dışarıdan değil, bunların içimizdeki maaşlı işbirlikçileri tarafından da sürdürülmektedir. Küresel güçlerin Türk ordusuna saldırmak için yeterli ve inandırıcı gerekçeleri vardır. Çünkü Türk Ordusunun komuta heyeti;

- Kıbrıs’ta Türkiye’nin garantörlüğü altındaki Türk toplumunun egemenlik hakları her alanda sağlanana kadar adadan tek Türk askerinin çekilmeyeceğini açıklamıştır.

- ABD’nin emir ve komutası altında Irak’a asker göndermeyeceğini açıklamıştır.

- ABD kontrolündeki Afganistan’a daha fazla asker göndermeyeceğini açıklamıştır.

- PKK’yı koruyup kollayan Barzani ve Talabani ile muhatap olmayacağını açıklamıştır.

- İran’a yapılacak ABD- İSRAİL saldırısına taraf olmayacağını açıklamıştır.

- Ege ve Akdeniz’deki egemenlik haklarımızdan asla vazgeçilmeyeceğini vurgulamıştır.

- PKK ile son PKK’lı yok edilene kadar savaşacağını açıklamıştır.

- Ermeni soykırım yalanlarının asla kabul edilemeyeceğini açıklamıştır.

- Vatanımızda yabancılara sınırsız toprak satışının karşısında olduğunu açıklamıştır.

- Vakıflar Yasası ile getirilmek istenen yabancı talan düzenine karşı olduğunu açıklamıştır.

İşte ABD ve AB yöneticileri, bunları söylediği ve söylediklerini yaptırma gücü olduğu için Türk askerinden memnun değildir. Memnuniyetsizliklerini AB İlerleme Raporları ile Avrupa Konseyi kararlarına açıkça yazmakta, ayrıca üst düzey yöneticilerince verdikleri şifahi beyanatlarda da vurgulamaktadırlar. Hedef ordumuz ve ordumuza manevi gücünü veren Atatürkçü düşüncenin saf dışı kılınmasıdır. Bu saldırılarla Atatürk’ün ordusu ile ordunun içinden çıktığı asil milletimiz karşı karşıya getirilmeye çalışılmaktadırlar.

Çuval hadisesi ile şiddetlenen askere saldırılar; Ordu-millet olma vasfı dikkate dahi alınmayarak askerlerin görev yaptıkları devlet kurumlarından temizlenmesiyle, PKK’ya karşı mücadelesinde gerekli kanuni yetkiler verilmeyerek elinin zayıflatılması şeklinde devam etmiştir. Bunların demokratikleşme adına yapıldığı da özellikle vurgulanmıştır.

Şemdinli iddianamesini hazırlayan savcı KKK’nı çete reisi olarak nitelendirme cesaretini bulmuştur. Bununla başlayan üst düzey komuta heyetine saldırılar, son Ergenekon gözaltıları ile Ordu ve Kuvvet Komutanlığı yapmış ve ömrünün 50 yılı terörle mücadele ederek geçiren iki orgeneralin adi terör suçlusu gibi binlerce polisin katıldığı operasyonla evlerinden apar topar gözaltına alınıp bilahare terör örgütü kurmakla suçlanarak tutuklanmasına kadar devam etmiştir.

Türk milletinin bu psikolojik yıkımı hazmetmesi kolay olmayacaktır. PKK terör örgütüne karşı şehit vermeğe devam ederken, bu örgütün mensupları elini kolunu sallayarak ülkemizi ateşe boğarken, bu teröristlerle mücadele edenlere yapılan muameleyi unutmak ve bunun günlerce basın yoluyla beyinlerimizde yaptığı tahribatı gidermek de kolay olmayacaktır. Şimdi sıra Ak Parti yanlısı basının devamlı işaret ettiği gibi muvazzaf komuta kademesine gelmiştir. Ve bunların yazdıklarına göre aynen diğer iki orgeneral gibi ilk olarak yakalanıp hapsedilecek kişi de şimdiki Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt olacaktır. Bu konuda işbirlikçi basın ile birlikte AB ve ABD yetkililerinin de “Büyük balıkları yakalayana kadar, yani sonuna kadar gidin. Sizi destekliyoruz” şeklindeki beyanları halkımızın gözü önünde cereyan etmektedir. Bunun adı demokrasi değildir. Birileri devletin temeline dinamit koyma planları yapmakta, birileri de demokratik toplum kılıfı altında bunu uygulamaktadır.

Ordu-millet Türklerin varlıklarının temelinde yatan tarihi destanımız ERGENEKON adı bir terör örgütü davasına verilerek yeni yetişen beyinlerimizin tarihine ve milli kültürüne düşman olması hedeflenmiştir. Bizim nesillerimizin belleklerine Ergenekon kavramı milli kurtuluş destanı olarak kazınmıştır. Yeni nesillerimiz ise Ergenekon ismini terör örgütü olarak hatırlayacaklar ve kendisinden sonra gelen nesillere de böyle aktaracaklardır. Bu ismin belli mihraklar tarafından bilerek ve isteyerek planlı bir psikolojik harekât operasyonu olarak konulduğu değerlendirilmektedir. Ve bu kavramın basın tarafından devamlı kullanılması ile istenilen tahribat gerçekleşmiştir. Bilelim ki tarihine sahip çıkamayan milletler temelsiz bina gibi ilk gelen darbede yıkılmaya mahkûmdurlar.

Bir tarafta % 47 oy alarak iktidar olmuş bir partinin kapatılmasına ilişkin davanın Anayasa Mahkemesinde sürmesinin yarattığı belirsizlik ortamı mevcuttur. Diğer tarafta borçla yürütülen ekonominin çıkmazları vardır. Kıbrıs’ta bizim dışımızda oldu-bittiye getirilmek istenen bir süreç yürütülmektedir. PKK terör örgütü Kuzey Iraktaki Kürt devletinden aldığı destekle faaliyetlerini hızlandırmıştır. Ayrıca Anayasa mahkemesinin reddettiği türbanla ilgili maddelerin yarattığı karmaşa ülkeyi kamplaşmaya sürüklemiştir. Bu durumda iken, 1 Temmuz günü Ergenekon adı altında gerçekleştirilen gözaltına alınmalarla iş çığırından çıkmış, toplumda tansiyon yükselmiştir..

Elbette hukuk kuralları uygulanacaktır. Buna kimsenin itirazı olamaz. Ama sosyal bir varlık olan insan topluluklarının psikolojisinin de dikkate alınması lazımdır. Nitekim, çok geniş sivil toplum kesimlerini yöneten ve özellikle Atatürkçü- Laik düzeni benimseyenlerin üzerine gidiliyor izlenimi verilmesi ülkedeki kaos ortamını büyütmüştür. Yüksek rütbeli askerler, saygın işadamları, gazeteciler, bilim adamları gibi toplumun devamlı gözü önünde bulunarak geniş kitleleri fikirleri ile yönlendiren kişilerin adi birer suçlu gibi yakalanıp (bir kısmı kelepçelenerek) götürülmeleri millette akıl tutulması yaratmış,kafalar karışmıştır.

Milletimiz üzerinde oynanan bu psikolojik saldırının beyinlerde yarattığı travma küresel psikolojik savaş uzmanlarınca kolaylıkla bir iç savaşa dönüştürülebilir. Ve Türk milleti 12 Eylül 1980 öncesi olduğu gibi çatışmaya girebilir. Bu husus İran’a müdahale planları yapan ABD için rahatlıkla hareket edebileceği müsait ortamı yaratacaktır. Nitekim yönlendirmeli basınımızın bir yerlerden eline tutuşturulan senaryoları gündeme taşıyarak Atatürkçü kesimin 7 Temmuz’da ülkeyi nasıl kana bulayacaklarını yazmaları dehşet verici bir oyunun parçalarıdır.

Sonuç olarak; 


Çevremizde savaş bulutları dolaşırken, her alanda güçlü olmamız, birlik ve beraberlik içinde bulunmamız gerekirken ülkemizde tam bir akıl tutulması yaşanmaktadır. Adeta taraflar mevzilenmişler birbirlerine saldırı için son hazırlıklarını yapmaktadırlar. Dış mihraklar ise ellerine geçirdikleri işbirlikçi kanaat önderleri ve basını kullanarak mevcut ateşe benzin dökmeye devam etmektedirler.

Ak Parti kapanmamak için mahkemede kendisini savunmaya çalışırken ülkede bir iktidar boşluğu meydana gelmiştir. Devlet yönetimi ise asla boşluk kabul etmez. Ak Parti kendi derdine düşmüşken, birde özellikle bu partinin politikalarını benimsemeyen kişilerin gözaltına alınıp tutuklanmaları çatışma cephesini büyütmüştür. Dinciler ve laikçiler karşı karşıya gelirken, bölücülerde kendi mevzilerinde çatışmadan nasıl nemalanacaklarının hesaplarını yapmaktadır. Şimdi çatışmayı başlatacak kıvılcım beklenmektedir.

Siyasi kadroların akıl almaz bir şekilde birbirlerini suçlaması sorunun çözümünü zorlaştırmaktadır. Hâlbuki sonbaharda beklenen İran’a ABD saldırısının öncesinde bütün sistemleri ile birbirine kenetlenmiş güçlü bir Türkiye’ye ihtiyaç vardır. Sokaktaki sıradan insanlar çok ağır ekonomik koşullar altında yaşam mücadelesi verirken tepede kutuplaşma ve gerilmeye gerek yoktur.

Evet, bugün Türkiye hastadır ve acil tedaviye ihtiyacı vardır. Anayasamız böyle durumlarda devreye girecek kriz yönetim sistemlerini oluşturmuştur. Görev devletin başı ve Silahlı Kuvvetlerin Başkomutanı durumundaki Sayın Abdullah Gül’e düşmektedir.

Sayın Gül, AKP kapatma davasındaki konumunu bir tarafa bırakıp derhal devletin kurumlarını kucaklayacak şekilde acilen duruma el koymalı ve anayasal yetkilerini sonuna kadar kullanmalıdır. Ülkenin bütün akil adamları (eski cumhurbaşkanları, başbakanlar, bakanlar, komutanlar, yüksek yargı başkanları, sivil toplum liderleri ve kanat önderleri v.s.gibi tecrübeli beyinleri), siyasi parti liderleri ile üst düzey devlet yöneticileri Sayın Gül’ün daveti ile bir araya gelmeli ve Türkiye’yi sürüklendiği çıkmazdan çıkarmalıdır.

Buna şiddetle ihtiyacımız vardır. Çünkü başka Türkiye yoktur. Halimize gülerek bölük pörçük patlamaya hazır bir bomba haline getirdikleri Türkiye’den elde edecekleri nemaların hesabını yapan ABD ve AB ülkelerinin hevesleri söndürülmelidir. Ülkemizdeki gelişmeleri endişe ile izleyen Türk dünyasının yüzü güldürülmelidir.


Dr. Tahir Tamer Kumkale
7 Temmuz 2008 Pazartesi


http://kumkale.net/yazi.asp?id=1252