29 Temmuz 2015 Çarşamba

Temmuz 2008'de Ülkemizde Sağduyu değil, AKIL TUTULMASI Hakimdir..,



Temmuz 2008'de Ülkemizde Sağduyu değil, 
AKIL TUTULMASI  Hakimdir


Bir memlekette adalet olmazsa, o memlekette anarşi var demektir. Orada hükümet yok demektir. Adalet kanunlarla icra edilir. Bu memlekette adaletin emniyetle ve süratle tevzi olunup olunmadığını anlamak için mevcut kanunlarımıza bakmak lazımdır... Herhalde bağımsızlığın temel direği olan adalet dağıtımında bir ecnebi parmağı bulundurmayacağız. Gazi Mustafa Kemal Atatürk (1923)


7 Temmuz 2008 Pazartesi 

Türkiye, dünyanın merkezinde, dünyaya hakim olmak isteyen küresel güçlerin çıkarlarını engelleyebilecek potansiyel güce sahip tek ülkedir. Türkiye’ye bu gücü, 12.000 yıllık tarihinden günümüze taşıdığı Ordu- Millet vasfını devam ettiren, tecrübeli has evlatlarından meydana gelen ordusu sağlamaktadır.

Atatürk, 1938’de Türk Ordusunun görevini; “Türk vatanının ve Türklük camiasının şan ve şerefini, dâhili ve harici her türlü tehlikelere karşı korumak” olarak belirlemiştir. 211 Sayılı TSK İç Hizmet kanununun 35 inci maddesine göre silahlı kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyetini kollamak ve korumaktır. Türk ordusu bu görevleri başarı ile yerine getirebilecek bilgiye, beceriye, teşkilata ve tecrübeli insan kaynaklarına sahiptir. Gücünü tarihin her devrinde dünyaya ispat etmiştir.

11 Eylül 2001’deki ikiz kuleler saldırılarından sonra dünyayı merkezinden yönetmeye soyunan ABD, Ortadoğu’yu hâlâ sömürgeleri olarak gören AB ülkeleri, Yunanistan, Ermenistan, Kıbrıs Rum kesimi, Barzani ve Talabani Türkiye’yi kendi milli çıkarlarına tehdit olarak görmektedir. Bu güçler, Türkiye’yi güçsüz kılmanın tek yolunun Türk Silahlı Kuvvetlerini güçsüz kılmak olduğu ortak hedefinde anlaşmışlardır. 3 Kasım 2002’den itibaren Ak Parti yönetiminin dışa karşı tavizkar tutumundan da yararlanarak Türk askerini zayıflatmak ve milletimiz nezdinde itibarını kırmak için her yönden saldırmaktadırlar.

Oysa güçlü bir Türk Ordusu sadece Türkiye için değil, Türk dünyası ve bütün Ortadoğu ülkelerinin huzur ve güvenliği için tek vasıtadır. Türk Ordusu bu görevini geçen yüzyıl başlarına kadar başarı ile yerine getirmiş ve imparatorluğun dağılmasından sonra Anadolu topraklarında Türkiye Cumhuriyetini oluşturmuştur. Şimdi de devletimizin güvenlik ve bekasının da teminatı olarak Atasının ruhunu yaşatarak dimdik ayakta durmaktadır.

Türk askerine yapılan saldırılar sadece dışarıdan değil, bunların içimizdeki maaşlı işbirlikçileri tarafından da sürdürülmektedir. Küresel güçlerin Türk ordusuna saldırmak için yeterli ve inandırıcı gerekçeleri vardır. Çünkü Türk Ordusunun komuta heyeti;

- Kıbrıs’ta Türkiye’nin garantörlüğü altındaki Türk toplumunun egemenlik hakları her alanda sağlanana kadar adadan tek Türk askerinin çekilmeyeceğini açıklamıştır.

- ABD’nin emir ve komutası altında Irak’a asker göndermeyeceğini açıklamıştır.

- ABD kontrolündeki Afganistan’a daha fazla asker göndermeyeceğini açıklamıştır.

- PKK’yı koruyup kollayan Barzani ve Talabani ile muhatap olmayacağını açıklamıştır.

- İran’a yapılacak ABD- İSRAİL saldırısına taraf olmayacağını açıklamıştır.

- Ege ve Akdeniz’deki egemenlik haklarımızdan asla vazgeçilmeyeceğini vurgulamıştır.

- PKK ile son PKK’lı yok edilene kadar savaşacağını açıklamıştır.

- Ermeni soykırım yalanlarının asla kabul edilemeyeceğini açıklamıştır.

- Vatanımızda yabancılara sınırsız toprak satışının karşısında olduğunu açıklamıştır.

- Vakıflar Yasası ile getirilmek istenen yabancı talan düzenine karşı olduğunu açıklamıştır.

İşte ABD ve AB yöneticileri, bunları söylediği ve söylediklerini yaptırma gücü olduğu için Türk askerinden memnun değildir. Memnuniyetsizliklerini AB İlerleme Raporları ile Avrupa Konseyi kararlarına açıkça yazmakta, ayrıca üst düzey yöneticilerince verdikleri şifahi beyanatlarda da vurgulamaktadırlar. Hedef ordumuz ve ordumuza manevi gücünü veren Atatürkçü düşüncenin saf dışı kılınmasıdır. Bu saldırılarla Atatürk’ün ordusu ile ordunun içinden çıktığı asil milletimiz karşı karşıya getirilmeye çalışılmaktadırlar.

Çuval hadisesi ile şiddetlenen askere saldırılar; Ordu-millet olma vasfı dikkate dahi alınmayarak askerlerin görev yaptıkları devlet kurumlarından temizlenmesiyle, PKK’ya karşı mücadelesinde gerekli kanuni yetkiler verilmeyerek elinin zayıflatılması şeklinde devam etmiştir. Bunların demokratikleşme adına yapıldığı da özellikle vurgulanmıştır.

Şemdinli iddianamesini hazırlayan savcı KKK’nı çete reisi olarak nitelendirme cesaretini bulmuştur. Bununla başlayan üst düzey komuta heyetine saldırılar, son Ergenekon gözaltıları ile Ordu ve Kuvvet Komutanlığı yapmış ve ömrünün 50 yılı terörle mücadele ederek geçiren iki orgeneralin adi terör suçlusu gibi binlerce polisin katıldığı operasyonla evlerinden apar topar gözaltına alınıp bilahare terör örgütü kurmakla suçlanarak tutuklanmasına kadar devam etmiştir.

Türk milletinin bu psikolojik yıkımı hazmetmesi kolay olmayacaktır. PKK terör örgütüne karşı şehit vermeğe devam ederken, bu örgütün mensupları elini kolunu sallayarak ülkemizi ateşe boğarken, bu teröristlerle mücadele edenlere yapılan muameleyi unutmak ve bunun günlerce basın yoluyla beyinlerimizde yaptığı tahribatı gidermek de kolay olmayacaktır. Şimdi sıra Ak Parti yanlısı basının devamlı işaret ettiği gibi muvazzaf komuta kademesine gelmiştir. Ve bunların yazdıklarına göre aynen diğer iki orgeneral gibi ilk olarak yakalanıp hapsedilecek kişi de şimdiki Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt olacaktır. Bu konuda işbirlikçi basın ile birlikte AB ve ABD yetkililerinin de “Büyük balıkları yakalayana kadar, yani sonuna kadar gidin. Sizi destekliyoruz” şeklindeki beyanları halkımızın gözü önünde cereyan etmektedir. Bunun adı demokrasi değildir. Birileri devletin temeline dinamit koyma planları yapmakta, birileri de demokratik toplum kılıfı altında bunu uygulamaktadır.

Ordu-millet Türklerin varlıklarının temelinde yatan tarihi destanımız ERGENEKON adı bir terör örgütü davasına verilerek yeni yetişen beyinlerimizin tarihine ve milli kültürüne düşman olması hedeflenmiştir. Bizim nesillerimizin belleklerine Ergenekon kavramı milli kurtuluş destanı olarak kazınmıştır. Yeni nesillerimiz ise Ergenekon ismini terör örgütü olarak hatırlayacaklar ve kendisinden sonra gelen nesillere de böyle aktaracaklardır. Bu ismin belli mihraklar tarafından bilerek ve isteyerek planlı bir psikolojik harekât operasyonu olarak konulduğu değerlendirilmektedir. Ve bu kavramın basın tarafından devamlı kullanılması ile istenilen tahribat gerçekleşmiştir. Bilelim ki tarihine sahip çıkamayan milletler temelsiz bina gibi ilk gelen darbede yıkılmaya mahkûmdurlar.

Bir tarafta % 47 oy alarak iktidar olmuş bir partinin kapatılmasına ilişkin davanın Anayasa Mahkemesinde sürmesinin yarattığı belirsizlik ortamı mevcuttur. Diğer tarafta borçla yürütülen ekonominin çıkmazları vardır. Kıbrıs’ta bizim dışımızda oldu-bittiye getirilmek istenen bir süreç yürütülmektedir. PKK terör örgütü Kuzey Iraktaki Kürt devletinden aldığı destekle faaliyetlerini hızlandırmıştır. Ayrıca Anayasa mahkemesinin reddettiği türbanla ilgili maddelerin yarattığı karmaşa ülkeyi kamplaşmaya sürüklemiştir. Bu durumda iken, 1 Temmuz günü Ergenekon adı altında gerçekleştirilen gözaltına alınmalarla iş çığırından çıkmış, toplumda tansiyon yükselmiştir..

Elbette hukuk kuralları uygulanacaktır. Buna kimsenin itirazı olamaz. Ama sosyal bir varlık olan insan topluluklarının psikolojisinin de dikkate alınması lazımdır. Nitekim, çok geniş sivil toplum kesimlerini yöneten ve özellikle Atatürkçü- Laik düzeni benimseyenlerin üzerine gidiliyor izlenimi verilmesi ülkedeki kaos ortamını büyütmüştür. Yüksek rütbeli askerler, saygın işadamları, gazeteciler, bilim adamları gibi toplumun devamlı gözü önünde bulunarak geniş kitleleri fikirleri ile yönlendiren kişilerin adi birer suçlu gibi yakalanıp (bir kısmı kelepçelenerek) götürülmeleri millette akıl tutulması yaratmış,kafalar karışmıştır.

Milletimiz üzerinde oynanan bu psikolojik saldırının beyinlerde yarattığı travma küresel psikolojik savaş uzmanlarınca kolaylıkla bir iç savaşa dönüştürülebilir. Ve Türk milleti 12 Eylül 1980 öncesi olduğu gibi çatışmaya girebilir. Bu husus İran’a müdahale planları yapan ABD için rahatlıkla hareket edebileceği müsait ortamı yaratacaktır. Nitekim yönlendirmeli basınımızın bir yerlerden eline tutuşturulan senaryoları gündeme taşıyarak Atatürkçü kesimin 7 Temmuz’da ülkeyi nasıl kana bulayacaklarını yazmaları dehşet verici bir oyunun parçalarıdır.

Sonuç olarak; 


Çevremizde savaş bulutları dolaşırken, her alanda güçlü olmamız, birlik ve beraberlik içinde bulunmamız gerekirken ülkemizde tam bir akıl tutulması yaşanmaktadır. Adeta taraflar mevzilenmişler birbirlerine saldırı için son hazırlıklarını yapmaktadırlar. Dış mihraklar ise ellerine geçirdikleri işbirlikçi kanaat önderleri ve basını kullanarak mevcut ateşe benzin dökmeye devam etmektedirler.

Ak Parti kapanmamak için mahkemede kendisini savunmaya çalışırken ülkede bir iktidar boşluğu meydana gelmiştir. Devlet yönetimi ise asla boşluk kabul etmez. Ak Parti kendi derdine düşmüşken, birde özellikle bu partinin politikalarını benimsemeyen kişilerin gözaltına alınıp tutuklanmaları çatışma cephesini büyütmüştür. Dinciler ve laikçiler karşı karşıya gelirken, bölücülerde kendi mevzilerinde çatışmadan nasıl nemalanacaklarının hesaplarını yapmaktadır. Şimdi çatışmayı başlatacak kıvılcım beklenmektedir.

Siyasi kadroların akıl almaz bir şekilde birbirlerini suçlaması sorunun çözümünü zorlaştırmaktadır. Hâlbuki sonbaharda beklenen İran’a ABD saldırısının öncesinde bütün sistemleri ile birbirine kenetlenmiş güçlü bir Türkiye’ye ihtiyaç vardır. Sokaktaki sıradan insanlar çok ağır ekonomik koşullar altında yaşam mücadelesi verirken tepede kutuplaşma ve gerilmeye gerek yoktur.

Evet, bugün Türkiye hastadır ve acil tedaviye ihtiyacı vardır. Anayasamız böyle durumlarda devreye girecek kriz yönetim sistemlerini oluşturmuştur. Görev devletin başı ve Silahlı Kuvvetlerin Başkomutanı durumundaki Sayın Abdullah Gül’e düşmektedir.

Sayın Gül, AKP kapatma davasındaki konumunu bir tarafa bırakıp derhal devletin kurumlarını kucaklayacak şekilde acilen duruma el koymalı ve anayasal yetkilerini sonuna kadar kullanmalıdır. Ülkenin bütün akil adamları (eski cumhurbaşkanları, başbakanlar, bakanlar, komutanlar, yüksek yargı başkanları, sivil toplum liderleri ve kanat önderleri v.s.gibi tecrübeli beyinleri), siyasi parti liderleri ile üst düzey devlet yöneticileri Sayın Gül’ün daveti ile bir araya gelmeli ve Türkiye’yi sürüklendiği çıkmazdan çıkarmalıdır.

Buna şiddetle ihtiyacımız vardır. Çünkü başka Türkiye yoktur. Halimize gülerek bölük pörçük patlamaya hazır bir bomba haline getirdikleri Türkiye’den elde edecekleri nemaların hesabını yapan ABD ve AB ülkelerinin hevesleri söndürülmelidir. Ülkemizdeki gelişmeleri endişe ile izleyen Türk dünyasının yüzü güldürülmelidir.


Dr. Tahir Tamer Kumkale
7 Temmuz 2008 Pazartesi


http://kumkale.net/yazi.asp?id=1252




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder