YANIT etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
YANIT etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Şubat 2017 Çarşamba

YANIT,



YANIT,


Yekta Güngör Özden
18.08.2003/Sayı:37

Dolap çevirme ustaları

Dolap çevirme ustalarının, çeviremeyecekleri şey yoktur. İşlerine gelmeyen her şeyi tersine çevirip kendi yansıttıkları-tanıttıkları ya da anlattıkları gibi olduğunu benimsetmeye çalışırlar. Anlamamış da olabilirler ama gerçekte anlamalarına karşın, kendilerine göre anlamayı yeğlerler. Bunların kimisi de “yavuz hırsız ev sahibini kurtarır” sözünü anımsatan bir tutumla kendi eylem ve söylemini size ilişkin gösterir. Hiç ilginiz olmayan, aklınızdan hiç geçmeyen durumlarla bağlantı kurmaya, sizi sorumlu tutup suçlamaya çalışırlar. Arkalarındaki patron desteği, bu şerefsiz tetikçileri giderek şımartır ve azdırır. Bunlar arsız, yüzsüz, onursuz, soysuz, hırsız, ahlâksız, dönek bağnaz, yobaz, bilgisiz, saplantılı, sapkın, sayrılı (hasta), yalancı, karaktersiz, kişiliksiz, iğrenç ve aşağılık yaratıklardır. Her kötülüğün kaynağıdırlar, her kötülük beklenir. Daha neler söylenebilir ama bu tür kararmış ve küçülmüşlerin, “üfürük” bile olmayanların düzeyine inerek dilimi ve kalemimi kirletmeyi kendime yakıştıramıyorum. Dün görüşmek-konuşmak için saatlerce kapınızda bekleyen, gölgeniz gibi dolaşan, fırlayıp koşarak isteğinizi yerine getirmek üzere bakışlarınızı izleyen, birlikte görünmeyi, aynı ortamda ve masada bulunmayı mutluluk, onur ve övünme nedeni sayanlar, yetkiniz sona erip etkiniz kalmayınca ya da azalınca sırtını döner, görmezlikten gelir. Dahası, tüm bozukluklarını ortaya koyarak karşıtlıklar sergiler, yalanlar sıralar, olaylar uydurur, yeni yetkililere yaranmak çabasıyla düşüklüğün her biçimine, âdiliğin her kılığına, alçaklığın her kalıbına girer. Yurtdışına kaçmışlar, yasadışı örgütlerde de çalışmışlardır. Sonra dönüp para karşılığında, ömründe demokrasi dışı önerisi olmamış, alnı açık, yüzü ak insanlara çamur atarlar. Yağcılığını yaptıkları siyasetçiler de bu yılışık ve şımarıkları devlet olanaklarından yararlandırarak şişirirler.

Mütareke Basını işgal altında idi, ya bugünküler?

Kendi mide bulandırıcı niteliklerini ve mârifetlerini (!) başkalarına yüklemeye çalışan bu düzenbazların nasıl oynayıp oynaştıkları ibretle izleniyor. Toplumsal yaşamımızın çirkinliklerinin önünde, kimi köşebaşlarını-özellikle medyada bir gün orda bir gün burada olsa da-tutan bu kokuşmuşlar geliyor. Sömürgeci-işgâlcilerle işbirlikçi patronları övüp desteklemeleri uyduluk ve uşaklık olmuyor, Silâhlı Kuvvetler’in önemini belirtmek, konumunu anlatmak, yanlışlık ve sakıncaları önlemek çabası askere dayanmak ve faşistlik oluyor. Böyle sapla samanı ayıramayan, “Ramazan haftası”nı “mangal haftası”na çeviren yabanıl kafalar kendi Maoculuklarını, Stalinciliklerini, Hitlerciliklerini, Mussoliniciliklerini, Saddamcılıklarını, köktendincilik ve mezhepciliklerini, önceleri kimlerin yanında kuyruk ve tükrük hokkası gibi dolaştıklarını, neler yazıp yaptıklarını unutuyorlar. Ama unutturtamazlar. Şeriat şakşakçılarını, işkence, yakma, yaralama, öldürme, bölme, parçalama, yağma, soygun, hortum olaylarını alkışladıklarını birlikte, oldukları siyasal kişilerin buyruğunda ve nelere ortak olduklarını örtme açıkgözlülüğüyle çalakalem yazıyorlar. Mütareke Basını işgal altında idi, ya bugünküler? Sapkınlığın (ihanetin) bahanesi ve özrü olmaz. 12 Eylül’de biz uyarılarımızı yapar, baştakilerin demokrasiye geçiş sözünü tutmaları için önerilerimizi sıralarken, Anayasa taslağının yalnızca yargı bölümünü otuzdan fazla yazıyla eleştirirken, ulusumuzun hak ve özgürlüklerini savunmak için ağır görevleri özveriyle yürütürken “dut yemiş bülbül” gibi susanların seçilmek ve bir yerlere gelmek için kimlere nasıl yalvarıp yakardıklarını, sonra nasıl açılıp inkâr ve ihânet korosuna katıldıklarını ilgililer biliyor.

İşgalcileri ve işbirlikçi paralı güçlerin kucağındalar

Daha çok kendilerini niteleyip tanımladıkları yazılarıyla hiçbir ya da yararlı, yeterli bilgileri olmayan konularda dedikodu üretip karıştırıcılık yaparak medya vitrinlerinde boy gösteren “aklıevvel”ler, birbirinin elinden tutarak, 12 Eylül ortamını ve siyasal kodamanları kullanarak yerleşip yerleştirildikleri mevzilerden serseri atışlarla saldırıyorlar. Ne insanlık, ne saygı, ne yurt, ne yurttaş, ne hak, ne kişilik, ne onur, hiçbirşey umurlarında değil. Kendisi gibi düşünmeyeni düşman gören bir ilkellik. Bağımlılık, çıkar ve çekemezlik iliklerine işlemiş. Sormadan, öğrenmeden, araştırmadan, kanıtlamadan, atıp tutarak sütun dolduruluyor. Yurtdışından yurtiçindeki koroya eşlik eden pişkinleri, düşkünleri de var. Kimlere yaslandıkları, kimlerin bunlara dayandığı önemli değil. Hiçbirşey olmadıkları ve olamayacakları, saldırdıkları değerler, kavramlar, kurumlar gözetilince daha iyi anlaşılıyor. Düzeysizlikleri, terbiyesizlikleri, kişiliksizlikleri sırıtıyor. İşleri güçleri yağcılık, yalakalık, maskaralık, madrabazlık, şarlatanlık, şapşallık. Dün asker-sivil güçlüleri alkışlarlar, etmedikleri dalkavukluk kalmazdı. Bugün işgalcileri ve işbirlikçi paralı güçlerin kucağındadırlar. Yarın nerede, nasıl, kimlerle olacakları kestirilemez. Çoğu medyadaki bu yanar-sönerlerin şımarıklığı kendilerini kullandığını sanan, “Bizim itlere söylerim, yazar / yazmaz” dediği de anlatılan patronlarını istedikleri gibi kullanmaktan geliyor.

Silahlı Kuvvetler’i savunanları suçlamak niye?

Demokrasi, bir eğitim, bir disiplin, bir öğreti, bir siyasal terbiyedir. Çoğulcu, katılımcı, kurumlar ve kurullar düzeni, kendi kendini yönetim biçimi, bir dünya görüşü olması, insan ve insanlık üzerine kurulma gerçeğini değiştiremez. Ülkesini, ulusunu, devletini, namusumuzu ve onurumuzu canlarını adayarak koruyan Silâhlı Kuvvetler’i, hak ve özgürlüklerle demokrasiyi, düşünce ve inancın güvencesi lâikliği özveriyle savunan kurum ve kişileri karalayıp suçlamak niye? Görüşlere katılmaz, davranışları uygun bulmaz, yapılanları eleştirirsiniz. Bu her bireyin en doğal hakkı, hatta kamusal konularda ödevi. Ama kişilerle, kişiliklerle uğraşmak yaradılışından yakınlarına kadar konuyla ilgisiz sataşmalara ve saldırılara kalkışmak yakışıksızdır. Kimin ne olduğunu halkımız bilmiyor mu? Yolsuzluk, ahlâksızlık olaylarına karışanlara, ülkesini parselleyip satmak isteyenlere söz etmeyeceksin, gezi, armağan, harçlık ve başka sunuşlarla yaklaşanları öveceksin. Onlardan ve adamlarından korkacaksın, efendiliğini, terbiyesini, düzeyini bozmayan, özel savunma olanağı bulunmayan kurumlarla görevlilerine, güçsüz sandığın emeklilerle, emekli olacağı yakınlaşanlara çatacaksın. Ve hiçbir utanma, çekinme, haklı neden olmadan, üstelik yalanın, palavranın, pisliğin bini bir paraya, vasiyeti “vesayet”, raptiyeyi “zaptiye” sanarak, yaşamında kimsenin adamı olmamış, ancak ilkeleri savunmuş karanlık tek noktası bulunmayan insanları, kerpiç beynin, çürük yüreğin, paslı dilin, küflü kaleminle yıpratıp yıkmaya çalışacaksın. Bu azgınlığı, yurt kurtarıp yepyeni bir devlet kurana, yaşamını, namus ve onurunu borçlu olduğun insanlara kadar genişleteceksin. Bu kötü davranış, bu değerleri anlamamanın ve bunlara yaraşır olamamanın kanıtıdır. Yurtseverliği, Silahlı Kuvvetler’e önem verişi, kurumlara ve vatandaşlara saygıyı, “askere dayanmak, asker ve siyaset yandaşlığı” saymak, sakat bir anlayış, sapkınca bir yaklaşımdır. Dalkavuklarla dönekler herkesi kendileri gibi zanneder. Kimi zavallı da bilmediği konuda eleştiri yazmaya kalkışarak, kendine ilgi çekmek ister.

Atatürkçülükte birleşmek kötü mü?

Uslanması ve düzelmesi zikzaklar ve gelgitleriyle olanaksız görülen bu türediler, barışı, anlaşmayı, uyum ve uzaklaşmayı da bilmezler. Uygarlık gereklerini gösterişte, parayla ve bu yolla edinilip sağlanan olanaklarla bulurlar. Kişiliğe, niteliğe, kafa yapısına, düşünce ve duygu değeriyle, yürek ve ahlak temizliğine önem vermezler. Dinleri, imanları paradır. Bu nedenle olayları para gözüyle algılar ve yorumlarlar. Kimi doğrularda birleşmeyi, kimi uygunlukları paylaşmayı olağan bulmayıp kendi kıt düşüncesiyle amaçlı biçimde değerlendirir. Kendi yanlışını, tersine çevirdiği durumun doğrusu olarak verir. Kimi doğrularda buluşmak, ilkelerinden ödün vermeden kimi kötülük, yanlışlık ve aykırılıklara birlikte karşı çıkmak, neden kurumsal birleşme ve yeni bir yapılanma sayılsın? Olsa olsa yeni bir görünüm yeni bir karşı koyma yöntemi ve biçimidir. Karşıt düşünce, karşıt görüş ve değişik yolda olanların birleştikleri doğrular, buluştukları noktaların varlığı bir yaşam gerçeğidir, yadırganamaz ve kendince başka nedenlere bağlanamaz. Kavgaya ne gerek var? Yanlışı düzeltmek, yanılgıdan dönmek, hata nedeniyle özür dilemek erdemlilik değil mi? İnsanların tüm görüşleri birbirininkinin aynı ya da ayrı mı olur? Aykırılıkları, ayrılıktan temelde ya da ayrıntıda olsa bile birleştikleri görüş, buluştukları doğru, anlaştıkları konu olamaz mı? Genelde ve ilkede, örneğin ulusu ve ülkeyi kapsayan bir insan ve hukuk kurumu olan devlette; kurtarıcı ve kurucu Atatürk’te; tam bağımsızlığı, özgürlüğü, ulusal egemenliği ve aydınlanmayı amaçlayan Atatürkçülükte, ahlâkta, adalette, insanlıkta, demokraside, bilimsellikte, eşitlikte birleşmek kötü mü? İlkelerinden, düşüncesinden, inancından ödün vermeden kimi birleşme ya da yöntemde ayrılma neden sakıncalı olsun? Parayla, pulla değil, özveriyle, onurla yürünüyor. Bir yere bağlı, aylıkla yazmıyoruz. Bağımsız, özgür, kişisel görüşümüzü açıklıyoruz. Yalnız kendi yazımızdan ve imzamızdan sorumluyuz. Atatürk milliyetçiliği, çağdaş milliyetçiliktir. Tutuculuk, ırkçılık-turancılık değildir. Atatürkçü olmak, her iyiyi, güzeli, doğruyu her konuda ve her alanda benimsemek, insanlıktan, usdan, bilimden, barıştan, çağdaşlıktan, demokrasiden, eşitlikten yana olmak demektir. İlkelilik, tutarlılık demektir. Atatürkçü olunca başka şey olmaya, başka kurama, öğretiye ve ilkeye özenmeye, öykünmeye hiç gerek yoktur. Bunları anlamadan yazmaya kalkışmak gülünçlüğüne düşen medya papağanlarına ne dense azdır. Birbirlerine taktıkları adlar zaten neleri çağrıştırıyor...

Solun ulusalcılıkla bağdaşmayacağını savlayan kafalarla biryere varılmaz

Bölücü-yıkıcı, soykırımcı; inanç sömürücüsü, sahte dindar, şeriatçı; mandacı, numaracı; hortumcu, soyguncu; kaçakçı, çıkarcı rüşvetçi, mafyacı, yerli yabancı işbirlikçiler, tüm kötüler ve sakıncalılar birleşiyor, büyüyor, bir şey olmuyor da ülkesini, ulusunu seven, devletine bağlı, insana saygılı, namuslu insanların, belli konularda, görüşüp konuşmadan, önceden anlaşmadan, tutum, davranış, tepki benzerliği niye eleştiriliyor? Nedeni açık: Korkuyorlar. Hele kimi siyasal kurumların daha birleşme, bütünleşeme, katılma, yeniden yapılanma gibi üzerinde anlaşmış, kararlaştırılmış bir yöntem belirlenmeden dayanışmaları olasılığı duyulunca “mâlumlar”ın etekleri tutuşuyor. Anlamıyorsanız hiç değilse susmasını ve beklemesini biliniz. Solun ulusalcılıkla, ulusalcılığın da solculukla bağdaşmayacağını savlayan kafalarla tartışılmaz ve biryere varılmaz.

İyiliklere karşı, kötülüklerden yana olanlara “Tu.. size!” demek hakkımız, gerçekleri konuşmaktan çekinmemek, kaçınmamak görevimizdir.

Açıklama

Emekli olduktan sonra, söz gelmemesi için beş yıl bekleyip Atatürkçüleri birleştirmek amacıyla siyasal görevi koşullu kabûl etmeme karşın, bozukluklarına yenik düşen kimilerinin, olanaklarım dışında kalan aygıtları ve yöntemleri kullanarak adlarını da vermeden, gerçekdışı savlarla beni suçlayıp kötü tanıtmaya çalıştıklarını duydum. Kişilik, eğitim ve ahlâk sorunluların bu tür çabalarını, önceki davranışlarının tersine, değişik biçimde sürdürdüklerini biliyor ve asla önem vermiyorum.

Ancak kimi tanıdıkların isteği üzerine, özellikle gençlerin bilmesi için, özetle şu açıklamaları sıralıyorum:

1.Ankara Barosu Başkanlığım sırasında (1972-1974) benim neden olduğum bir avukatın tutuklanması olayı yoktur. Baromuz da böyle olumsuz bir duruma neden olmamıştır. Tersine, tutuklanan kimi hukukçularla ilgilenilmiş, istenmeyen durumlara düşmemeleri için gerekli başvurular yapılmıştır.

2. Baro işlemleri, Yönetim Kurulu kararıyla yürütülür. Başkan ancak imzasıyla iletir, uygulamayı yapar. Başvurular ve Cumhuriyet Savcılığı kanalıyla gelen ihbarlar zorunlu olarak incelenip karara bağlanır. Disiplin Kurulu'nun uyarı niteliğindeki kararı vardır. Siyasal tutumu nedeniyle cezalandırılan avukat yoktur. Başkanlık yazısına yanıt vermeyen bir avukatın yasa gereği aldığı para cezasını partili oluşuna bağlaması amaçlıdır. Dönemimde hiçbir parti etkisini kimse söz konusu etmemiştir.

3. ODTÜ’nün 1961’den beri aralıklarla yaptığım avukatlığından Rektörlüğün tutumunu uygun bulmadığım için 1971 Mart ayında, yurt olayları günü, alacaklarımı da bırakarak ayrıldım. Bu arada Öğrenci Birliği’nin ve Mezunlar Derneği’nin de avukatı idim. Hiçbir öğrenciyle kişisel bir sorunum, karşılıklı işlem konumuz olmadı. Kimseyi şikâyet ya da ihbar etmedim. Ulaş Bardakçı ile Taylan Özgür sanırım ortaokuldan öğrencilerimdi. İçtenlikli bir yurttaş, özenli bir hukukçu olarak, hukukdışı, yasadışı olaylara, kargaşa ve kavgaya, anarşi ve teröre hep karşı olduğumu söyleyip yazdım, şimdi de aynı tutumumu sürdürüyorum. Hiçbir aşırılığın içinde ya da yanında olmadım. Ün, san, çıkar gözetmedim.

Yanlışları doğru sanarak yaparız. Varsa bir aykırılığım öğrenmek hakkımdır. Kimseye veremeyecek bir hesabım yoktur. Avukatlığını yaptıklarım, meslektaşların, öğrencilerim, dostlarım, arkadaşlarım üstelik bilinen basın. Hepsine açığım. Amaçlıları kendi kararıyla baş başa bırakıyorum.

Yalan ve iftirayla her şey yakıştırılabilir. Bilerek, isteyerek ve amaçlı biçimde kimseye bir kötülüğüm, zararım dokunduğunu sanmıyorum ve anımsamıyorum. Gitmediğim yerlerde -üstelik şehir dışı- bulunduğum yazıldı. Kullanmadığım sözler bana bağlandı, yapmadığım davranışlarla eleştirildim. Yanıtlarım, düzeltmelerim yayımlanmadı. Anlattıklarımı kendi sözcükleri ve yorumlarıyla benim sözlerimmiş gibi yansıttılar. Fotoğraflarımı ters bastılar. Daha neler. düzeysizlik, düşüklük.

Kimi karşıtlık ve bağımlılık nedeniyle duygusallığa kapılıp yanlı yazıp konuşanlar özür dilediler. Yine de herşeyi tersine çevirip, sıkılmadan kuyruklu yalanlara yer verdiler. Adı geçen birisi olarak sormadılar bile. Kaç kez açıklamama, gerçekdışı yayınlarını Mahkemede tazminata bağlatmama karşın “mason” olduğumu, üstelik masonları üye yazıp yönetici yapanlar, yayıyorlar. Böyle bir üyeliğim yok. Olsam çekinmeden söylerim. Sakıncalı bulmuyorum. Tıpkı “Saddam’dan değil, barıştan yanayız. ABD’ye değil, savaşa karşıyız” içerikli yazımı, Karen Foog’u kınamamı tersine çevirdikleri, “AB’ye eğilmeden, ezilmeden, eşit girelim” dememi “Girmeyelim” diye verdikleri gibi.

Dedikoduyu, yalanı, terbiyedışı davranışları kendilerine nasıl yakıştırıyorlar? Amaçları ne, neye yarıyor? İnsanları yormanın, insanlara kıymanın, karşılıksız ve özveriyle yapılan hizmetlerin gücünü kırmanın ne anlamı var?

Benim kimsenin cezalandırılması, cezasının yerine getirilmesiyle ilgili sözüm yoktur. Namuslu ve şerefli insanlar yalan söylemezler. Utanmadan yazmaya çalıştıkları yalanlarının kanıtını, benim bu açıklamamın tersini ortaya koyan belgelerini -lâf değil, belge- getirsinler, görüşelim. Ankara Barosu dergileri, yazılarım, kitaplarım, Anayasa Mahkemesi kararları ve tören konuşmalarım ortada. Buyursunlar.. Dayanak gösterip eleştirsinler.. İlgisiz kimseleri araya katmadan, yormadan.. Saklanmadan, eveleyip gevelemeden. Mertçe, uygarca..

http://www.turksolu.com.tr/37/ozden37.htm


27 Ekim 2016 Perşembe

TEOMAN ALİLİ VE İRFAN TUNA’YA YANIT BÖLÜM 2




TEOMAN ALİLİ VE İRFAN TUNA’YA YANIT: 


İŞTE GEÇMİŞTE CUMHURİYET’İ BÖYLE SAVUNDUNUZ!  BÖLÜM 2




PKK'nın terörist eğitmek için adına Bekaa'da akademi açtığı ve “kahraman” ilan ettiği Mahsum Korkmaz'a, İşçi Partisi ve Aydınlık'ın öncülü 2000'e Doğru dergisi de sayfalarını açmıştı o yıllarda!
2000’e Doğru dergisinin PKK’lı teröristlerin ölüm ilanlarını yayınlama politikası, o kapatıldıktan sonra yerine çıkarılan Yüzyıl dergisi tarafından da sürdürüldü. İşte bir örnek daha…


Yüzyıl Dergisi…
Tarih: 24 Mart 1991
Yıl: 2, Sayı: 7, sayfa: 41…

Aynı sayfada iki PKK’lının ölüm ilanı var. Biri Mazlum Doğan’ın ve yine bir “şiir” eşliğinde…

Üç kibrit çöpüdür, tutsak bedenlerde
başkaldırıyı anlatan.
Biri halkım
biri belasına sevdalandığım ülkem
biri bağımsızlık.
21 Mart 1982’de ihanetin göğsüne
hançer olup saplandığı çağdaş KAWA
MAZLUM DOĞAN
Şehadetinin 9. yılında saygıyla anıyoruz.
Diyarbakır E Tipi Cezaevi Siyasi Tutukları…”

Diğer ilan da başka bir PKK’lı Zekiye Alkan için… Onda da şiirimsi satırlar var:

Sen; Gerilla’nın namlusunda patlayan mermi,
Sen MAZLUMUN açtığı ışıklı yolda ilerleyen
yiğit Kürt kızı
Sen; Diyarbakır burçlarında yanan baştan
başa bir kızıl meşale,
Sen; Kürt proletaryasının yılmaz savunucusu
Sen ZEKİYE ALKAN’dın
şehit düşünün 1. yıldönümünde seni
mücadelemizde yaşatacağımıza
söz veriyoruz.
DİYARBAKIR DEUTAĞ İŞÇİLERİ”

Ne ilginçtir ki, şimdi Haçlı İrticadan bahseden Aydınlık grubu, o yıllarda İncil ilanları da yayınlıyordu dergilerinde! İşte örnek…

“İNCİL’i okudunuz mu?
İSA MESİH’in tarihsel yaşamı ve öğretişleri hakkında bilgi edinmek isterseniz bize yazı. PK 112 ÜSKÜDAR”

Şimdi buradan İşçi Partililere soruyorum:
1987-1993 döneminde 2000’e Doğu ve Yüzyıl gibi yayın organlarınızda yayınlanmış bir tane şehit Türk askeri ilanı var mı? PKK’nın katlettiği Türk askerleri için gözyaşı döken bir tane haberiniz var mı?
İşte sizler geçmişte Cumhuriyet’i böyle savundunuz!

***

2000’e Doğru’nun kapatıldığı dönemde çıkan Yüzyıl dergisinin 24 Mart 1991 tarihli 7.sayısının kapak haberinde PKK övgüsü var. Kapakta halay çeken PKK teröristlerini görüyoruz. Biri saz çalıyor, 5-6 tanesi de halay çekiyor. Üstlerinde de “gerilla” elbisesi… Peki, haberin başlığı ne?
“Dört bir Yanda Newroz Ateşi… KÜRTLERİN YENİDEN DOĞUŞU”




    Bu fotoğraf için o sıralar derginin Yazı İşleri Müdürü olan Serhan Bolluk şu açıklamayı yapmış:
“Cudi dağındaki gerillaların fotoğrafı, Türkiye basınında ilk kez yayınlanıyor. Yüzyıl’ın kapak fotoğrafı Cudi’den…”
Peki, haberde neler söyleniyor? Kapakta yer alan haberin iç sayfalardaki başlığını okuyalım şimdi de:


“Tarihin en kitlesel ve yaygın Newroz kutlaması… Halk organları oluşuyor. Yetkililerle pazarlıklarda artık milletvekilleri değil halk komitesi temsilcileri yer alıyor… Mücadele devletin önlemlerini boşa çıkardı… Bugüne kadar hareketlenmemiş yerlerde de gösteriler… Önde yoksullar var… Kawa hem Kürt bölgelerinde, hem Batı’da… Öne çıkan iki güç PKK ve Sosyalist Parti…”

Bu haberin yapıldığı sayının;

Genel Yayın Yönetmeni: Doğu Perinçek

Genel Yayın Yönetmen Yardımcıları: Hasan Yalçın, Mehmet Bedri Gültekin… Yazı İşleri Müdürü: Serhan Bolluk…
Sorumlu Müdür: Adnan Akfırat…
Derginin aynı sayısında yayınlanan Mehmet Bedri Gültekin imzalı Başyazı da kapak haberi kadar dikkat çekici… Okuyalım:




“Devrimci Kawa 2500 yıl sonra Kürdistan’da yeniden ayağa kalktı. Newroz bayramı geçen yıllarla kıyaslanamayacak bir kitlesellikle kutlandı. Şimdiye kadar fazla bir kıpırdanışın yaşanmadığı yörelerde bile Newroz ateşleri yandı.

1991 Martı şimdiden Kürt tarihi açısından önemli dönüm noktalarından biri oluyor. Kürtler tarihin yapımına aktif olarak katılarak, bir anlamda yeniden doğarak Ortadoğu’da bir kuvvet olarak ortaya çıkıyorlar. Hem kendi tarihlerinin öznesi oluyorlar hem de silahlı güçleriyle bölgede etkin bir güç konumuna yükseliyorlar.
Genel Yayın yönetmenimiz Doğu Perinçek ile beraber geçen intifadaların hemen öncesinde bütün bölgeyi adım adım dolaşmıştık. Bu sene de Newroz dolayısıyla gene bölgedeydik. Malatya, Siverek, Urfa, Suruç, Nusaybin, Cizre ve İdil’de Newroz kutlamalarına katıldık. İki yılın Newroz bayralarının tanığı olarak gelişmeleri doğrudan ve yerinde izleme olanağımız oldu.
… Aradan tam bir yıl geçti. Geçen sene her türden Türk şoveninin uykularını kaçıran intifadalar, bu sene daha da yaygın bir biçimde gerçekleşti. Ama artık intifadaların, serhıldanların meşruluğu tartışılmıyor.
… Irak Kürdistan’ındaki gelişmeler Türkiye Kürtlerini doğrudan etkiliyor. Newroz kutlamalarının kitleselliğinde Irak Kürtleri’nin ayağa kalkışının büyük rolü var. Ama esas etken, bir yıl boyunca Kürt illerinde durmayan hakın mücadelesidir. Cizre, Nusaybin, Kerkoban, Lice, Doğu Beyazıt, Kızıltepe, Şırnak ve İdil’de yıl boyu süren kitlesel mücadeleler, adım adım kendi Newroz’unu yarattı. Kürtlerin ulusal hakları için ayağa kalkması ülkemizin demokratlaşmasına, demokratik devrim yolunda mesafe kat etmesine büyük aktkıda bulunuyor.
… Kürtlerin ulusal talepleri için verdiği mücadeleyi ‘azınlık ırkçılığı’ olarak niteleyenler ise artık tamamen iflas etmiş Türk milliyetçiliğinin kötü bir savunucusu olduklarını ispatlıyorlar sadece.
… Kürt sorunu ise ancak her türlü bağnazlıktan kurtularak, kendi kaderini tayin hakkında saygı gösterilerek çözülür. Kürtlerin ve Türklerin birliği ise ancak bu hakka saygı temelinde mümkün olabilir.”
Bu satırlar, şu anda İşçi Partisi Genel Başkan Vekili olan Mehmet Bedri Gültekin’e ait… Yorum yapmaya gerek var mı, ne dersiniz?
İşte sizler geçmişte Cumhuriyet’i böyle savundunuz!

***

Yüzyıl dergisinin 17 Mart 1991 tarihli 6. sayısında kapak haberinde ise tokalaşan iki el resmi var. Başlık ise çarpıcı:

“Sosyalist Parti’nin Kürt sorununa barışçı çözüm önerisi
HÜKÜMET PKK İLE GÖRÜŞSÜN”



“Hoş geldin BDP!” mi demeli şimdi?
Hayır, önce o sayıda yer alan Doğu Perinçek ’in “ Komşu Kürdü Sev, Evdeki Kürdü Döv Politikası ” başlıklı başyazısından birkaç cümle okuyalım:



“Türkiye Cumhuriyeti’nin Kürt sorununu inkâr politikası iflas etti. … Cumhuriyet’in getirdiği statükonun çözümsüzlüğü ortada… Asıl çıkmazda olan ideolojik olarak Türk milliyetçiliğidir, uygulamada ise askeri yöntem… Sorun Kürt sorunudur, milliyet sorunudur. Kuzey Irak’taki Kürt milliyeti, yaşadığı topraklarda silahlı bir otorite kurmak için ayaklandı. Irak’ın bu milli harekete şiddet uygulamasına karşıyız. Kürtler kendi geleceklerini özgürce belirlemelidirler. Milletlerin kendi kaderini tayin hakkı, hiçbir politik gerekçeyle rafa kaldırılamaz. Eğer bir millet emperyalizmi güçlendiren bir çözümü benimsiyorsa, bu tavrın üzerine de şiddetle gidilemez. Burada şiddete göğüs germek bir ilke tutumudur.”

Doğu Perinçek’in söyledikleri sizi tatmin etmediyse, biraz da o zamanlar Sosyalist Parti Genel Başkanı olan Ferit İlsever’e kulak verelim. Bakın Ferit İlsever de neler demiş:




“Sorun, Kürt sorununu çözmekse bunun için taa Bağdat’a kadar gitmeye ne gerek var? İşte sorunun büyük kısmı burada, ülkemizde bulunuyor. Buradan Irak Kürtlerine “bağımsızlığı”, “federasyonu” bol keseden dağıtanlar, kendi Kürdümüzün dilini bile çok görüyor. Orası için çözümler tartışılırken, Türkiye için neden konuşulmasın? Örneğin federasyon niçin özgürce tartışılmasın? Artık bu sorunun özgürce konuşulacağı ve Kürtlerin iradesinin serbestçe belirleyeceği ortam yaratılmalıdır. Barışçı bir çözüm için PKK ile görüşülmelidir.” (Yüzyıl, 17 Mart 1991, sayı: 6)

    PKK ve uzantılarının 2000’lerde savunduklarını, Aydınlık grubu 1990’ların başında savunuyordu!
    Aslında daha çok örnek var verecek, ama şimdilik bu kadar yeter sanırım!

    İşte sizler geçmişte Cumhuriyet’i böyle savundunuz!

***
  Şimdi zerre kadar utanıp sıkılmadan “Ey! Yaşamları boyunca konuşmaktan, eleştirmekten, çamur atmaktan başka hiçbir şey yapmayanlar, ülkemizi, cumhuriyetimizi, bağımsızlığımızı, egemenliğimizi savunmak için peki siz ne yaptınız? Çamur atmaktan başka yaptığınız bir şey gösterin bari!” diyerek yavuz hırsızlık yapanlara sormak gerek:
Geçmişte PKK terörünü “Serhıldan” diye alkışlayan sizler değil miydiniz?
PKK teröristlerine “gerilla” diyen sizler değil miydiniz?
Federasyonu savunan, bu konuda PKK’ya destek veren, "PKK ile görüşülsün" diyen sizler değil miydiniz?

Kuzey Irak’ta emperyalizmin kuklası Kürt devletini savunan sizler değil miydiniz?
“ Türkiyelilik kimlik olsun ”, “ Kürtlerin kimliği Anayasal olarak tanınsın ”, “ Kürtçe anadilde eğitim yapılsın ” diyen sizler değil miydiniz?

Dergilerinizde PKK teröristlerinin sayfa sayfa ölüm ilanlarını yayınlayan sizler değil miydiniz?
Atatürk’e “Kürtlere ulusal katliam yapmış bir kişidir” diyen sizler değil miydiniz?
Şeyh Sait’in Kürtlerin ulusal değeri olarak ele alıp “saygı göstermeliyiz” diyen sizler değil miydiniz?
89-90-91’de koşulların elverişli olduğu dönemlerde Güneydoğu’da Sosyalist Parti’nin mitinglerinde ve toplantılarında “Kürt marşı söyledik” diye övünen sizler değil miydiniz?
“Hedefimiz burjuva ulusal bayrağı ilelebet dalgalandırmak değil, emeğin enternasyonalist bayrağını ülkenin milli bayrağı haline getirmektir. …Biz ne Türk bayrağını ne de Kürt bayrağını bu bizim siyasi bayrağımız diye dalgalandırmıyoruz”diyen sizler değil miydiniz?
CIA Ajanı Fuller gibi “Kemalizm, artık tarihte kalmıştır ve Türkiye’nin geleceği üzerinde rol oynama şansına sahip değildir” diyen sizler değil miydiniz?
Kemalizm’i “zorba bir diktatörlük” olarak tanımlayan sizler değil miydiniz?
“Kemalizm, bir burjuva ideolojisidir. Biz ise Marksistiz. Biz, bir ideoloji olarak Kemalizm’i savunmuyoruz” diyen sizler değil miydiniz?
“Kemalizm, rolünü oynamıştır ve tarihte kalmıştır” diyen sizler değil miydiniz?
İŞTE SİZLER GEÇMİŞTE CUMHURİYET’İ BÖYLE SAVUNDUNUZ!
Şimdi karşımıza çıkıp çamurdan bahsedenler kendi geçmişlerine bakarlarsa, o “çamuru”orada bol bol bulacaklardır!

Serdar  ANT

KAYNAK:


TEOMAN ALİLİ VE İRFAN TUNA’YA YANIT: BÖLÜM 1



TEOMAN ALİLİ VE İRFAN TUNA’YA YANIT: 


İŞTE GEÇMİŞTE CUMHURİYET’İ BÖYLE SAVUNDUNUZ!  BÖLÜM 1






İşçi Partisi’nin Kürt sorunu konusundaki sözde “çözüm” önerilerine ve Kemalizm üstünde kurmaya çalıştığı ipoteğe yönelik eleştirilerimiz beklenildiği gibi hakaretler ve yalanlarla karşılandı. 

      Aydınlıkçılarla hakaretlerin havada uçuşmadığı, iftira ve yalanların değil toplumsal ve tarihsel olguların esas alındığı bir tartışma yapmak ne zaman mümkün olacak acaba? Bu siyasal grubun Türkiye’de bu kadar tecrit edilmiş ve ister sağda olsun ister solda neredeyse her kesim tarafından dışlanmış olmasında bu seviye sorunu da önemli bir rol oynuyor. 

     Kırk yıllık siyasi geçmişlerinde kırk defa rota değiştirmelerine rağmen, seçimlerde 70 milyonluk Türkiye’de ancak orta büyüklükteki bir kasaba nüfusu kadar oy alabilen bu partinin, eğer toplum tarafından dikkate alınmak istiyorsa yapması gereken iki basit şey var aslında… Birincisi, kamuoyunun karşısına çıkıp geçmişleriyle ilgili göstermelik değil ciddi ve tutarlı bir özeleştiri yapması ve özür dilemesi… İkincisi de Türkiye’nin diğer ulusal güçlerine de saygılı davranmayı öğrenip haddini bilmesi… Aksi takdirde bir kırk yıl daha kendileri söyleyip kendileri dinleyecekler!

Herhangi bir İşçi Partili ile kişisel hiçbir sorunum yok. 
    Çünkü hiçbirini tanımam… Onların söylediği gibi tanınmış bir insan da değilim ben. Hiçbir parti, örgüt, kurum ve kuruluşla ilişkisi olmayan, sıradan bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım. Kemalist ve sol görüşte bir kişiyim. Kendime lider bellediğim tek insan da büyük devrimci Mustafa Kemal Atatürk’tür! Mayıs 2011 itibarıyla yayın hayatına son veren Müdafaa-i Hukuk dergisinde 2004 yılından beri aylık yazılarım yayınlandı. Ekim 2009 tarihinden beri de Ulus gazetesinde köşe yazıları yazıyorum. 
     İşçi Partililer ve merak edenler, yazılarıma bakıp benim neleri, hangi inanç ve kararlılıkla savunduğumu görebilirler. Böylece hakkımda ileri sürülen iddiaların, uydurulan yalanların, atılmaya çalışılan iftiraların hangi temele dayandığı da ortaya çıkar.
    İşçi Partisi’nin, Türkiye’deki sol ve sosyalist parti ve örgütlerin neredeyse tamamı tarafından dışlanmış olmasına rağmen kendisini bilimsel sosyalist (Marksist) olarak tanımlaması ve kadrolarının da bilimsel sosyalist (Marksist) olduğunu iddia etmesi beni ilgilendirmiyor. Ama kendi yorumunu ve bakış açısını dayatarak Kemalizm üzerinde ipotek kurmaya çalışmasına sıradan bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olarak itirazım var. Bu muhalefetimi de, adı geçen grubun tutarsızlıklarını ve Cumhuriyet ilke ve değerleri açısından kirli geçmişini kendi dergi ve kitaplarında yazdıklarından alıntılar yaparak ortaya koyuyorum. Bir Cumhuriyet yurttaşı olarak anayasal hakkım olan düşünce ve ifade özgürlüğümü kullanmamı İşçi Partililer hakaretler, yalanlar ve iftiralarla önleyemeyeceklerdir.

    Bu çerçevede şahsıma yöneltilen yakıştırmaların son örneğini Teoman Alili isimli İşçi Partili “ Serdar Ant ve Benzerlerine Cevap: Bugün İşçi Partisi Düşmanlığı Gladyo’nun Safında Yer Almaktır ” yazısında dile getirdi. Teoman Alili’nin yazısının içeriği ayrıca tartışılabilir. Ama beni kendi kafasındaki şablon içinde bir yere oturtmaya çalışıp Gladyo’nun safında göstermeye çalışması, ancak hayal gücünün genişliğini gösterir. Örneğin Teoman Alili yazının girişinde ırkçılıktan bahsetmiş! 

    Doğu Perinçek’in sözde “bağımsız, özgür ve çağdaş Kürdistan”  nitelemesini eleştirdik, “gönüllü ve eşitlik temelinde inşa” ya da “birleşik Türkiye” diyerek örtük bir şekilde KÜRDİSTAN pazarlaması yapmasına karşı çıktık diye mi "ırkçı" ve “Gladyo’nun safında” olduk? Teoman Alili ve benzerlerine göre Kürdistan mavalına muhalefet edince “ Gladyonun safında ” oluyoruz, Perinçek gibi “ bağımsız, özgür, çağdaş Kürdistan”ın nasıl olacağı konusunda ayrılıkçı Kürtçülere akıl verirsek  “yurtsever”, öyle mi! Hadi oradan! Teoman Alili boş lafları bıraksın da bu Kürdistan neresiymiş onu açıklasın bize! Kaldı ki İşçi Partisi yayın organlarını izleyenler, partinin görüş ve politikalarını desteklemeyen neredeyse hemen herkesin ya “Fetullahçı” ya “Gladyocu”  şeklinde nitelenerek karalanmaya çalışıldığını da bilirler. En sonunda bu sıfata ben de mazhar oldum demek ki!

Teoman Alili'nin yazısında, söylediklerime yanıt olacak tek kelime yok. Kafasındaki şablona beni de yerleştirmeye çalışıyor, o kadar… Şimdi ben de kalsam onunun şahsına yönelik mesnetsiz ithamlarda bulunsam, ne olacak sanki? Kimin sesi daha çok çıkarsa o kişi mi haklı olacak? Hakaretler havada uçmaya başlayacak! Sanırım istenen de bu!

Teoman Alili mesnetsiz yakıştırmaları bir yana bıraksın ve madem bilimsel sosyalist olduğu iddiasındadır o zaman o düşünceye yakışır şekilde davranıp açık ve dürüst olsun. Doğu Perinçek'in son yazısında üstü kapalı olarak ifade ettiği "bağımsız, özgür çağdaş Kürdistan" önerisi konusunda ne düşünüyor acaba? "Eşitlik ve gönüllü birlik temelinde yeniden inşa" konusundaki eleştirilerimi yanıtlasın! İşçi Partisi'nin Kürtlere "elbette"diyerek "yerel düzeyde iktidar" vaat etmesinin, önce özerklik ve daha ileri aşamada da federasyonun bir ilk adımı olup olmadığı konusunda ikna edici bir çift laf etsin!

Teoman Alili de Doğu Perinçek gibi “ABD ile birleşip Kürdümüzü bastırma hayal ve gafletine son verilmelidir” diye mi düşünüyor? Önce buna yanıt versin!

Teoman Alili de, Mehmet Bedri Gültekin gibi “Yanlış anlaşılmasın. ‘Dağdan inen PKK’lılar niçin bırakıldı, cezalandırılsın’ demiyoruz. Tam tersine Kandil’de ve Türkiye’nin dağlarındaki toplam beş bin, altı bin PKK’lının silahlarını bırakması ve toplumumuzun bir parçası olarak normal yaşamlarına dönmesi, istiyorlarsa yasalar çerçevesinde siyaset yapmalarına kimsenin bir diyeceği olamaz, olmamalıdır” şeklinde mi düşünüyor! Önce buna yanıt versin!

Teoman Alili bu konularda tek bir laf etmiyor, ama oturmuş hariçten gazel okuyor!

Karşı karşıya olduğumuz durum İşçi Partisi yetiştirmelerinin saptırmalarını kaldırmayacak kadar ciddidir. Türkiye, tarihinin en kritik dönemlerinden birini yaşıyor. Seçimlerden sonra yapılması planlanan yeni anayasa ile “demokratikleşme” adı altında gerçekleştirilecek düzenlemelerin devletin üniter ve ulusal yapısını ortadan kaldırma tehlikesi gündemdedir. İktidar partisi AKP ile ana muhalefet CHP’nin “Kürt sorunu”nu çözmek adına teslimiyetçi bir tavırla sürece uyum sağlayacakları görülüyor. CHP’nin, Avrupa Özerklik Şartı’nı, bu metin Meclis’te kabul edilirken konulan kimi çekinceleri kaldırarak uygulamayı vaat etmesi bu bağlamda dikkat çekici ve endişe vericidir. AKP’nin ise bugüne kadar “Kürt açılımı” adı altında yaptıkları bundan sonra yapacaklarının teminatıdır! PKK’lılar için Habur’da “çadır mahkemesi” kurulmasından, iddialara göre kimi devlet yetkililerinin terör örgütü elebaşı Öcalan ile görüşmesine kadar uzanan birçok gelişme AKP’nin önümüzdeki dönem için nasıl bir perspektife sahip olduğunu göstermektedir. Cumhuriyetin üniter ve ulusal yapısına yönelik saldırılar karşısında dik bir duruş sergileyen MHP’nin ise kaset şantajlarıyla yıpratılmaya ve Meclis dışına itilmeye çalışılması düşündürücüdür!
Ne acıdır ki bütün bu gelişmeler karşısında, birkaç yurtsever aydının etkisiz kalan muhalefeti dışında, Türkiye’nin Kemalist kesimlerinin örgütsel bir tepkisi yoktur. Ama “Cumhuriyet’i savunmak”, “ulusal birlik ve bütünlük”, “Kemalist devrimi tamamlamak” gibi ifadelerle süslenmiş, “ulusalcı” görünümdeki bir politika, Türkiye’ye dayatılan özerklik ve federasyon temelindeki bölünme projelerine sanki bir alternatifmiş gibi sunulmakta ve ulusalcı saflarda ne yazık ki etkili olabilmektedir. Kendini “bilimsel sosyalist” olarak tanımlayan İşçi Partisi’nin özerklik ve federasyona yumuşak geçiş öneren yaklaşımı bir çözüm olarak benimsenecek midir? Doğu Perinçek’in topluma ulusalcı bir söylemle yutturmaya çalıştığı sözde “birleşik Türkiye”nin parçası olacak, sözde “bağımsız, özgür ve çağdaş Kürdistan” yaklaşımı kabul edilecek midir?

İşte soru ve sorun budur!

***
Bir başka İşçi Partili, İrfan Tuna da Güncel Meydan sitesinde yayınlanan “Evet, Böyle Oluyor Cumhuriyet’i Savunmak” başlıklı yazısında 1980 öncesi yayınlanan Aydınlık gazetesinden birkaç manşet aktararak İşçi Partililerin geçmişte nasıl “yurtsever” bir çizgi izlediklerini kanıtlamaya çalışıyor. Ne var ki İrfan Tuna ve İşçi Partiler, 1979’da PKK ve Öcalan’a bu kadar “düşman” iken, 1980’lerin sonunda ve 1990’ların ilk yarısında depreşen “PKK aşklarını” bir türlü açıklayamıyorlar.
Ey “bilimsel sosyalist” Aydınlıkçılar! PKK’nın yaptığı katliamları ve terör eylemlerini, bilimsel sosyalist teorinin neresiyle savunacaksınız? Öcalan ve katilleri, kundaktaki Kürt bebeleri ile vatan savunması yapan Anadolu delikanlıları arasında ayrım gözetmezken, Aydınlık grubunun bu terör eylemlerini ve katliamlarını onaylar tutumu mudur, bilimsel sosyalizme uygun olan?

Şimdi İşçi Partisi lideri, 1990’ların başında da 2000’e Doğru dergisi Genel Yayın Yönetmeni olan Doğu Perinçek’in ve İşçi Partisi’nin öncülü olan Sosyalist Parti’nin Genel Bakanı Ferit İlsever’in, Bekaa’da terör örgütü lideri Öcalan ve PKK teröristleriyle nasıl kucaklaştıklarını ne çabuk unuttunuz! Öcalan ile Perinçek’in birbirlerine çiçekler verirken kameralara gülücükler atarak poz verdiklerini, hatta Perinçek’in PKK militanlarını askeri birlik denetleyen bir komutan gibi selamlayıp tek tek tokalaştığını ne çabuk unuttunuz? Merak eden internete girip İşçi Partisi ya da Doğu Perinçek adına bir tarama yaparsa, ilk karşılaşacağı bu ibretlik resimler olur!






1990’larda İşçi Partisi yöneticileri, PKK lideri ve teröristlerle kucaklaşırken, Güneydoğu’da her gün onlarca vatan evladı toprağa düşüyor, şehit oluyordu! Ama 2000’e Doğru dergisinde yayınlanan Türk askerinin değil, PKK teröristlerinin Ölüm ilanlarıydı! İşte bir örnek…


2000’e Doğru dergisi…
Tarih: 27 Mart-2 Nisan 1988…
Yıl: 2, Sayı: 14, Sayfa: 29.

Dergide yayınlanan ilan bir şiirle başlıyor:

Eserindir devrim yolu
Yüreğimiz sevgi dolu
Dağlarımın kızıl güllü
Agit kardaş izindeyiz.

Sönmez devrimin alevi
Devraldık kutsal görevi
Uyandırdın koca devi
Agit kardaş izindeyiz.

Ve şöyle devam ediyor ilan:

“Mahsum Korkmaz (Agit)
'Kahramanlara en çok ihtiyaç duyulan dönemde' bu görevi onurluca yerine getiren ve şehit düşen MAHSUM KORKMAZ'ı (Agit) saygı ile anıyoruz. O'nun ölümsüzlüğünün yıldönümünde iki yıl geçti aradan… Geçse de yıllar yılı… Yaşarız yine her martta… Her gün, her saat… Taptaze ve yüreğimizin en derininde… En sıcak köşesinde acısını çekerek unutmayacağız. O her zaman gözlerimizde hırs, yüreğimizde gurur… Elimizde direniş ve özgürlük bayrağı… Ankara'dan Bir Grup Yurtsever-Devrimci"

2.Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

...