Uçuşa Yasak Bölge etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Uçuşa Yasak Bölge etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Aralık 2017 Perşembe

RECEP TAYYİP ERDOĞAN, BİR DEĞİŞİMİN HİKAYESİ SÜLEYMANİYE KRİZİ 7 EKİM TEZKERESİ BÖLÜM 2

 RECEP TAYYİP ERDOĞAN: BİR DEĞİŞİMİN HİKAYESİ SÜLEYMANİYE KRİZİ VE 7 EKİM TEZKERESİ  BÖLÜM 2


B. Konunun Algılanması

Süleymaniye baskını, uzun geçmişe sahip Türkiye-ABD ilişkilerini derinden sarsan bir etki yaratmıştır. Olay hem 1 Mart tezkeresinin kabul edilmemesinden
dolayı ABD tarafında Türkiye’ye karşı oluşan güvensizliği, hem de ABD'nin Kuzey Irak'ın kaygan zemininde kışkırtmalara kolayca alet olabileceğini göstermiştir. Konu, çeşitli karar alıcılar tarafından aşağıdaki şekillerde algılanmıştır.

Olayların ardından konuşan Başbakan Erdoğan, “Tamamen çirkin bir olay… Böyle bir ittifak içerisinde olan bir ülkenin, müttefikine böyle bir davranışta bulunması, hiçbir siyasi üslupla ifade edilemez” şeklinde konuşmuş 348, Dışişleri Bakanlığı’n dan yapılan yazılı açıklamada ise “ABD ile ilişkilerimize de yansımaları olabilecek bu olayla ilgili tüm gelişmeler çok yakından izlenmekte ve değerlendirilmektedir” ifadeleri kullanılmıştır.349
Cumhurbaşkanlığı tarafından yapılan açıklamada, Amerikan askerlerince dost ve müttefik bir ülkenin askerlerine karşı girişilen saldırgan davranışın hiçbir
gerekçeyle açıklanamayacağı ve mazur görülemeyeceği belirtilerek, “Türkiye ve ABD arasında mevcut ittifak ilişkileri de çıkarılan sonuçlar ve yapılan  değerlendir meler ışığında iki ülke çıkarlarına hizmet edecek bir doğrultuda devam edecektir” ifadesi kullanılmıştır.350

Gelişmeler diplomatik kulislerde, ABD'nin Ankara'dan Kuzey Irak'taki askeri varlığını üç ay içinde çekmesini istediği şeklinde yorumlanmış; kamuoyunda ise

Türkiye'nin hata yaptığını kabul etmesi ve özür dilemesi için Türk askerinin taciz edilerek cezalandırılmaya çalışıldığı öne sürülmüştür.351
Kimi yetkililer ise bu konunun ABD yönetimi tarafından verilen bir mesaj olmadığını, olayın münferit bir olay olduğunu vurgulamıştır. Bunun nedeni olarak
ise, ABD yönetiminin aynı günlerde, 1 Mart tezkeresinin geçmemesine rağmen Türkiye’ye 1 milyar dolar yardım yapılmasına yönelik olarak Kongre’ye teklif
götürüldüğünü belirtilmektedir.352

Ancak Amerikan yönetimi Süleymaniye’de yapılanın yanlış olduğunu kabul etmemiş, yalnızca yöntemi abartılı bulduğunu belirtmiştir. Yani Türk askerleri
tutuklanırken başlarına çuval geçirilmemiş olsa ve askerler daha kısa süre içerisinde serbest bırakılsa, ortada önemli bir sorun bulunmayacağını belirtmişlerdir. ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld de “Askerlerimiz, askerlerinizi ellerindeki sağlam kanıtlara dayanarak engelledi” diyerek, Süleymaniye baskınının ABD tarafından resmi olarak planlanmamış olsa da ABD’nin planlarına uygun olduğunu teyit eden bir açıklama yapmıştır.353

Olaylar muhalefet partileri tarafından ciddi şekilde eleştirilmiş, DYP “Ültimatom verilmeli”; ANAP “Seferberlik ilan edilmeli”; CHP ise “Cumhurbaşkanı'nın başkanlığında Bakanlar Kurulu toplanmalı, Genelkurmay ve MİT'le de koordinasyon sağlanarak gerekli her türlü önlem alınmalıdır” şeklinde
açıklamalar yapmıştır. Öte yandan MHP’nin açıklamasında, hükümetin sergilediği duyarsızlıktan dolayı özür dilemesi gerektiğini belirterek, “AK Parti iktidarı artık
ayağını denk almalı, haddini iyi bilmelidir” ifadesi kullanılmıştır.354 Ayrıca Ankara ve İstanbul’da Amerikan Büyükelçiliği ve Konsolosluğu önünde protesto eylemleri gerçekleştirilmiştir.

Genelkurmay Başkanı Özkök ise, olayın ilişkilerdeki en büyük güven bunalımı olduğunu belirterek, “Bunun mahalli bir olay olarak değerlendirilmesinde
güçlük çekiyorum” şeklinde konuşmuştur. Özkök, milli onur ve TSK'nın onurunun, Türkiye ve ABD arasındaki ilişkiler kadar önemli olduğunu belirtmiştir.355

Baskın haberinin 4 Temmuz günü Ankara'ya ulaşmasının ardından Ankara- Washington arasında gerilimli anlar yaşanmış, Erdoğan ile ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney arasında gerçekleştirilen görüşme çerçevesinde Süleymaniye'de Türk ve Amerikalı heyetler bir araya gelmiştir. Heyetlerin görüşmeleri sonucunda 6 Temmuz günü Türk askerleri serbest bırakılmıştır.356

Sami Kohen, kriz günlerinde her iki tarafın sahip olduğu niyetleri yorumladığı bir makalesinde, Türkiye’nin hem Türkmenleri korumak, hem PKK - KADEK’i saf dışı etmek, hem de oradaki Kürtleri gözaltında tutmak için Kuzey Irak’taki askeri varlığını sürdürmek zorunda olduğunu; ABD’nin ise savaşta kendisine tam destek veren Kürtlere en azından bölgesel yönetimin başına geçmelerine yardımcı olmak niyetinde olduğunu, yani Talabani ve Barzani’nin bölgedeki Türk askeri varlığından duyduğu rahatsızlığı dikkate almak zorunda kaldığını belirtmektedir.357

Gelişmeler sonrasında basında, “Türk-Amerikan ilişkilerinin acilen yeniden tanımlanmasına ihtiyaç”358 olduğu, “Washington’la Ankara’nın ilişkileri bir an önce yeni bir kalıba dökmeleri”359 gerektiği, “Kuzey Irak’taki durumun ilişkileri olumsuz etkilememesi için, Türkiye ile ABD’nin bu bölge ile ilgili politikalarını açık biçimde konuşup bir eşgüdüm sağlamasının”360 iyi olacağı belirtilmiştir.

C. Konunun Tanımlanması ve Yorumlanması

Konuya ilişkin olarak Erdoğan, “Bu çirkin olayla ilgili girişimler sonucunda oradaki 11 askerimiz bırakılmıştır. Şimdi bunu sürekli gündemde tutmamız, sürekli ABD ile olan dostluk münasebetlerimizi adeta bozmaya yönelik bir virüs haline getirmemiz bana göre çirkindir. Atalarımız güzel söylemiş: Öfke ile kalkan, zararla oturur. Yani biz öfke ile kalkıp ondan sonra bedel ödeyemeyiz. Bu olaydan sonra iki taraf komisyonlarını oluşturdu. Bu komisyonlar çalışmalarını sürdürüyor.

Temennimiz odur ki, bu olay daha güzel gelişmelere neden olsun. Birbirimizi daha iyi anlamaya neden olsun”361 şeklinde konuşarak, olayların ilişkiler açısından olumsuz yanlarına değil, yeni fırsatlar ortaya çıkarttığına vurgu yapmış; olaylar sonrasında işbirliği açısından yeni bir adım atılacağının ilk sinyallerini vermiştir.

Türk ve ABD heyetlerinin bir araya gelerek sorunu çözmek için çalışmalar yapmasının da Erdoğan ile Cheney arasında gerçekleştirilen görüşme çerçevesinde gerçekleşmiş olduğu göz önünde bulundurulduğunda bu durum, olayın tanımlanması ve yorumlanması açısından Türk tarafındaki ilk adımın Erdoğan tarafından atıldığını göstermektedir. Erdoğan 8 Temmuz tarihinde yaptığı konuşmada, bu atılan adımın bundan sonraki süreç için tarafları birbirine daha yakın kılacağını ve Irak’taki gelişmeleri çok daha yakın bir kontrol altında tutmaya neden olacağını düşündüğünü belirtmiştir.362

Ortak araştırma grubunca gerçekleştirilen çalışmalar sonucunda ise, Irak'ta daha iyi bir eşgüdüm ve işbirliği sağlanması kararlaştırılarak, gelecekte bu gibi
olayların tekrar etmesinin önlenmesi için her türlü tedbirin alınması konusunda görüş birliğine varılmıştır.363

Dışişleri Bakanı Gül, Türkiye'nin müttefikliğine en çok ihtiyaç olduğu bir dönemde ABD veya onu Irak'ta temsil edenlerin yanlış yaptığını belirterek, “Bu
olayda kaybeden ABD olmuştur, Türkiye olmamıştır. Bunu da göreceksiniz” şeklinde konuşmuştur.364 Dolayısıyla Gül’ün olaya yönelik ilk yorumları, ABD’ye
yönelik önemli oranda tepki içermektedir. Gül olayı Erdoğan gibi değerlen dirmemiş, olayın sonuçlarının Türkiye-ABD ilişkileri açısından olumsuz olacağını ifade etmiştir.

Özkök ise olayların ABD yönetiminin veya Amerikan silahlı kuvvetlerinin politikası olduğunu zannetmediğini belirtmiş, ancak temas edilen kişilerin
seviyelerinin yüksekliği ve olayın sona ermesine kadar geçen sürenin uzunluğu dikkate alındığında, bunun sadece mahalli bir olay olarak değerlendirilmesinin
mümkün olmadığını belirtmiştir365. Bila, taraflar arasında derin bir güven bunalımı yaşandığının bizzat Özkök tarafından ifade edilmesinin, ordunun ABD ile olan ilişkilerin geleceği açısından endişe taşıdığının bir göstergesi olduğunu belirtmektedir.366

Aynı günlerde, eski cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından, bu sorunun çözülmesi için tezkere konusunun yeniden gündeme getirilmesi ve Türkiye’nin
bölgede asker bulundurmasının meşrulaştırılması gerektiği ilk defa şu sözlerle dile getirilmiştir: “Ne işiniz var burada diye soruyorlar bize. Bir yanıt vermemiz lazım…
Ya çıkacaksın, ya da buradaki varlığını tümüyle yeni, açık bir statüye bağlayacaksın.”367

Genelkurmay 2. Başkanı Büyükanıt ise ortak çalışma grubunun çalışmalarını izleyen günlerde, taraflar arasında güven bunalımından ziyade iletişim sorunları
olduğunun görüldüğünü, bundan sonra eşgüdüme gidileceğini belirtmiştir.368 Bu ifadeler doğrultusunda, olayın ilk ortaya çıktığı anlarda ordunun sahip olduğu
görüşlerinde zaman içerisinde, özellikle de ortak çalışma grubunun çalışmaları neticesinde yumuşama olduğu söylenebilir.
Kısacası özellikle Dışişleri ve TSK soruna ilk başlarda güven bunalımı olarak bakarak, ABD ile olan ilişkilerin geleceğinden endişe duyduklarını belirtirken,
Erdoğan bu olayın ABD-Türkiye ilişkilerinin olumlu bir yönde yeniden yorumlanması bakımından bir fırsat olduğunu düşünmektedir. Bu süreç içerisinde Erdoğan’ın girişimiyle oluşturulan ortak çalışma grubunun çalışmaları sonucunda da yeni bir düzenlemeyle Türkiye’nin Kuzey Irak’ta asker bulundurması seçeneği gündeme gelmeye başlamıştır.

D. Kararın Alınması

20 Mart 2003 tarihinde kabul edilen ve Türk hava sahasını ABD uçaklarına açan 6 aylık tezkerenin süresi 20 Eylül’de dolmuştur. ABD, Irak’taki savaşın ardından beklediği istikrar ortamını sağlayamamış olması ve askerlerine yönelik saldırılar ın her geçen gün artması nedeniyle, Irak’ı yeniden yapılandırmak için müttefik arayışına girmiştir. Bu aşamada Türkiye’nin Irak’a asker yollaması yeniden gündeme gelmiştir.369 Bu işbirliği, 8,5 milyar dolarlık kredi içeren güçlü bir
ekonomik bir yardım paketiyle birlikte tartışılmaya başlanmıştır.370

6 Ekim’de TBMM Başkanlığı’na sunulan “Gereği, kapsamı, sınırı ve zamanı hükümet tarafından belirlenecek şekilde Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının Irak’ta güvenlik ve istikrara katkı yapmak amacıyla Irak’a gönderilmesine ve bu kuvvetlerin görev ve kullanılmasına ilişkin gerekli düzenlemelerin hükümet tarafından yapılmasına Anayasa’nın 92. Maddesi uyarınca bir yıl süreyle izin verilmesine dair

Başbakanlık Tezkeresi”371, 7 Ekim 2003 tarihinde TBMM’de gerçekleştirilen oylama sonucunda Irak’a asker gönderilmesine ilişkin tezkere 358 oyla kabul edilmiştir.372
Erdoğan yaptığı açıklamada, bu iznin Türkiye'nin amaçlarına uygun biçimde değerlendirileceğini ve iznin kullanılmasının ilgili taraflarla yapılacak görüşmelerin seyrine ve sonucuna bağlı olacağını belirtmiştir. Ayrıca bu tezkereye ilişkin olarak Türkiye'nin önceliğinin PKK/KADEK unsurlarının tamamen temizlenmesi olduğunu açıklamıştır.373

E. Kararın Uygulanması

7 Ekim tarihinde tezkerenin TBMM’den geçmesine rağmen, ABD ile Türkiye arasında Irak’a asker gönderilmesinin şart ve koşulları açısından bir anlaşma
sağlanamamıştır. ABD tarafından Türk askerinin en sıkıntılı bölge olan “Ambar Mıntıkası”nda görev yapılmasının teklif edilmesine rağmen Türkiye askerinin Kuzey Irak’ta bulunmasında ısrarcı olmuş, bu nedenle tezkerenin uygulanmasına ilişkin iki taraf arasındaki müzakereler askıya alınmıştır.374

Öte yandan Iraklı Kürtler, Arap aşiretleri, Şiiler, bazı Türkmenler ve Geçici Hükümet Konseyi üyeleri Türkiye’nin Irak’a asker göndermesine karşı çıkmıştır.

Özellikle Sünni üçgenindeki Araplar, “Türk askerinin akıbetinin ABD askerleri gibi olacağın, Türkiye’ye her gün cenaze gönderileceğini” belirterek, tezkerenin
uygulanmasına karşı olduklarını açıkça ortaya koymuşlardır. Irak’ta yardımcı askeri güçlere şiddetle ihtiyacı olan ABD bile Kürtleri ve Şiileri Türk askeri konusunda ikna edememiştir. Örneğin Irak Cumhurbaşkanı Talabani, “ABD Türk askerini Irak'a çağırırsa istifa edeceğimi söylemiştim” şeklinde konuşarak, Irak'a Türk askeri gelmesi konusuna kesinlikle karşı olduğunu vurgulamıştır.375

Irak’tan gelen tepkiler sonucunda Powell, Gül’ü arayarak “Irak'ta şu anda asıl sorun güvenliğin sağlanması olmaya devam ediyor. Biz mevcut durumla başa çıkmak için yeterli gücümüz olduğuna inanıyoruz. Bu konuda Iraklılarla yapılacak işbirliğinin yeterli olacağına inanıyoruz” sözleriyle, tezkerenin uygulamaya
koyulmaması gerektiğini vurgulamıştır. Gelişmeleri değerlendiren hükümet ise 7

Kasım tarihinde, yurtdışında asker bulundurulmasına izin veren tezkerenin kullanılmasını askıya almıştır. Dolayısıyla 7 Ekim 2003 tarihli tezkere uygulamaya koyulmamıştır.
Tezkerenin uygulanmasını ABD’nin istememesinin esas anlaşılabilir nedeni ise, ABD’nin bu aşamada kendi planları açısından Türkiye’yi Irak’ta görmek
istememesidir. Türkiye’nin Irak’a asker göndermesi halinde Irak’taki yapılanmada da söz sahibi olmak istemeye kalkışması, savaşta ABD’nin yanında aktif rol alan  Kürtlerin pozisyonunu zayıflatacağı için ABD’nin bunu göze almak istemediği söylenebilir.376

II. Karar Alma Birimi;

Çalışmanın birinci bölümünde de belirtildiği gibi karar alma birimine ilişkin olarak bu çalışmada temel alınan yaklaşıma göre karar alma birimleri konuya ve
zamana bağlı olarak gruplar, koalisyonlar veya baskın lider olabilmektedir.

Türk dış politikası karar alma mekanizmasında etki sahibi olması muhtemel kişi ve kurumların, zamana ve konuya bağlı olarak Cumhurbaşkanı, Başbakan,
Dışişleri Bakanı ve Genelkurmay Başkanlığı olduğunu söylemek mümkündür. O halde 7 Ekim tezkeresine konu olan asker gönderme kararında karar alma biriminin tespit edilebilmesi için, bu kişi ve kurumların Irak’a asker gönderme konusunda Süleymaniye krizi sonrasında takındığı tavrı incelemek gereklidir. Bu sayede kararın grup veya koalisyon mu yoksa baskın lider (bu durumda Başbakan Erdoğan) tarafından mı alındığı ortaya koyulabilecek tir.

A. Diğer Aktörlerin Pozisyonu

Süleymaniye baskınının ardından Cumhurbaşkanlığı tarafından yapılan ilk açıklamada, olayın başından itibaren gerek hükümetin, gerekse de Dışişleri
Bakanlığı’nın ve Washington'daki büyükelçiliğin, ayrıca Genelkurmay Başkanlığı’nın olayın sürekli olarak içinde olduğu ve gelişmelerin bu kurumlarca
yakından takip edildiği belirtilmiştir. Açıklamada, yukarıda belirtilen makamların yapmakta olduğu girişimler bulunduğu için, Cumhurbaşkanlığı tarafından o aşamada bunun ötesinde bir girişimde bulunmaya gerek görülmediği belirtilmiştir.377

Genelkurmay ise krizin hemen ardından ortaya koyduğu sert tavrın aksine, zaman içerisinde Irak’a asker gönderme kararının doğru olacağını savunmuş, hatta Cumhurbaşkanı’nın ikna edilmesinde en büyük pay TSK’ya ait olmuştur. Büyükanıt, uluslararası meşruiyette diretmenin doğru olmadığını belirterek, “Olması mümkün olmayan kararları beklerseniz yanlış karar verirsiniz. 

Kapımızın yanı başındaki yangına kayıtsız kalamayız” ifadelerini kullanarak,        Cumhurbaşkanı Sezer ve diğer çevreleri ikna etmekte rol oynamıştır.

Ancak Büyükanıt, asker gönderme kararının TSK’nın kararı olmadığını ve siyasi bir karar olduğunu belirtmiş, “TSK verilen her türlü görevi yapma imkân ve
kabiliyetine sahiptir. TSK'ya görev verilirse, her şeyi yapmaya muktedirdir.

Zamanlıca verilecek karar en doğrusu olur. Kararsızlık en kötüsüdür” ifadeleriyle hükümetin karar alma sürecini hızlandırmasını beklediklerini belirtmiştir.378
Irak’a asker gönderilmesi konusu, ilk olarak 20 Temmuz tarihinde Erdoğan tarafından gündeme getirilmiştir. Erdoğan, ABD'nin, bölge için Türkiye'den asker
talep ettiğini açıklayarak, gerekli hazırlıkların başladığını belirtmiştir. Erdoğan Türkiye’nin ABD ile stratejik ortaklığını gayet ileriye götürmekte olduğunu
söyleyerek “Öfkeyle kalkıp zararla oturulmamıştır” şeklinde konuşmuştur.379

Erdoğan’ın açıklamaları üzerine konu hakkında görüşleri sorulan ABD'nin Ankara Büyükelçisi Robert Pearson ise, Irak'ta görev yapacak İstikrar Gücü'ne
Türkiye'nin katılması konusunun, ABD'nin Merkez Kuvvetler Komutanı Orgeneral

John Abizaid ile ABD'nin Avrupa'daki kuvvetlerinin komutanı ve NATO Avrupa Müttefik Kuvvetler Komutanı Orgeneral James Jones'un 18 Temmuz günü
Ankara'daki temasları sırasında gayri resmi olarak gündeme getirildiğini belirtmiştir.380 

Pearson ayrıca Gül'ün Washington ziyaretinde konunun netlik kazanacağını belirtmiştir.381

Erdoğan’ın asker gönderme konusundaki net tavrına rağmen aynı günlerde Dışişleri Bakanı Gül, resmi bir talebin henüz söz konusu olmadığını, taraflar arasında görüş alışverişinde bulunulduğunu belirtmiştir. Yetkin bu durumu, Başbakan Erdoğan'ın ABD ile ilişkileri düzeltmek için Irak'a asker göndermenin gereğine inanmış olduğu, Dışişleri Bakanı Gül'ün ise bu konuda tereddüt beslediği şeklinde yorumlamaktadır. Yetkin ayrıca, Irak'ta ABD önderliğinde uluslararası güç kurulmasını ilk öneren ve Türkiye'nin böyle bir güce katılabileceğini ilk ortaya atan tarafın da zaten, 1 Mart paniği içindeki Başbakan olduğunu belirtmektedir.382
Kısacası, bu hususlar doğrultusunda Cumhurbaşkanı’nın alınan karara doğrudan katılmadığı, aksine bazı hususlarda çekimser kaldığı; ayrıca çalışmanın
ilerleyen bölümlerinde de görüleceği gibi hükümet tarafından kendisinin ikna edilmesine yönelik olarak çabalar sarf edildiği görülmektedir. Bu nedenle Sezer’in alınan kararda karar alma birimi içerisinde bulunmadığını söylemek mümkündür.

Öte yandan Genelkurmay Başkanlığı, Süleymaniye krizi öncesinde Erdoğan’la sürekli istişare içerisinde olarak Irak’a asker gönderilmesine sıcak bakmasına rağmen, Süleymaniye baskınından sonra ABD’ye tepkili bir yaklaşımı ön plana çıkartmış ve sürekli olarak taraflar arasında güven bunalımı olduğunu
vurgulamıştır. Ancak Erdoğan’ın iradesi doğrultusunda taraflar arasındaki ilişkilerin kopartılmaması ve görüşmelerin sürdürülmesi sonucunda, Genelkurmay’ın görüşleri de kriz öncesi duruma yeniden dönmüştür.

Dışişleri Bakanlığı ise yukarıda da belirtildiği gibi ilişkilerin yeniden kurulmasına temkinli yaklaşmış, Erdoğan’ın resmi olmayan bir asker talebine bile hemen olumlu yanıt vermesine rağmen Gül resmi bir talep olmadığını ve konunun hükümet tarafından istişare edileceğini belirtmiştir.
Bu durumda, kriz döneminde özellikle Genelkurmay ve Dışişleri’nin görüşlerinde değişim meydana gelmesine ve bu değişimin zaman içerisinde yeniden
asker gönderme doğrultusunda şekillenmesine rağmen, kriz öncesinde ve sonrasında Erdoğan’ın asker göndermeye ilişkin görüşlerinde bir değişiklik olmaması nedeniyle, sürecin Türkiye’ye ilişkin kısmının Erdoğan tarafından yönlendirildiğini ve süreç boyunca karar alma biriminin Erdoğan olduğunu öne sürmek yanlış olmayacaktır.

Bu doğrultuda Kışlalı da, 7 Ekim tezkeresi sürecinde Erdoğan dışında hiçbir karar alıcının çıkıp “Irak’a asker gönderilmeli” ya da “gönderilmemeli” demediğini;
tüm ilgili kurumların yalnızca görüşlerini ortaya koyup kararı Erdoğan’a bıraktığını belirtmektedir.383

AKP döneminin ve Erdoğan’ın genel dış politikasına ilişkin olarak öne sürülen birtakım değerlendirmelerin incelenmesi de, Erdoğan’ın baskın lider olarak
karar alma birimi olduğunu ortaya koymaya yardımcı olacaktır.

Örneğin Uzgel, dış politikanın AKP için bir meşruiyet aracı olduğunu ve özellikle ABD ve AB ile ilişkilerin, içeride laiklik ve Kemalizm gibi çeşitli nedenlerle meşruiyet sorunları yaşayan iktidar için meşruiyet sağlayıcı unsurlar olduğunu belirtmektedir.384 Bu çerçeveden bakıldığında ABD ile ilişkilerin özellikle    iktidarın ilk aylarında bozulması AKP’nin önüne önemli bir sorun olarak çıkmıştır.

Bu ilişkilerin bozulması açısından en önemli dönüm noktası 1 Mart tezkeresi; düzelmesi açısından en önemli dönüm noktası ise 7 Ekim tezkeresi olmuştur.
Ayrıca Loğoğlu’na göre de, 1 Mart tezkeresi ve Süleymaniye’de Türk subaylarının başlarına çuval geçirilmesi, Türkiye-ABD ilişkilerinde ciddi bunalımlara yol açmış olaylardır ancak, iki ülke kısa süre içerisinde bunların üstesinden gelebilmiş ve aralarındaki bağı korumayı sürdürebilmiştir.385

Her ne kadar uygulanmamış olsa da, 7 Ekim tezkeresi ile asker gönderilmesine ilişkin kararın alınması, taraflar arasındaki ilişkilerin uçuruma yönelmesini önlemiş kısa bir sürede ilişkilerde düzelme olmasa da zaman içerisinde karşılıklı güvenin yeniden inşa edilmesini sağlamış, örneğin ilk olarak aynı yılın
Kasım gündeme gelen Büyük Ortadoğu Projesi konusunda ABD ile AKP hükümetinin işbirliği içerisinde hareket etmesine olanak sağlayan bir ilişki düzeyi
korunmuştur. Dahası bu süreçte, 2007 yılının sonunda Türkiye’nin Kuzey Irak’ta PKK’ya yönelik olarak gerçekleştirdiği sınır ötesi operasyonda istihbarat paylaşımı noktasının da ortaya koyduğu bir düzelme yaşanmıştır.

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


***

21 Aralık 2017 Perşembe

Türkiye’yi bekleyen tehditler!

Türkiye’yi bekleyen tehditler!


Naim Babüroğlu

naimbaburoglu@gmail.com

16.10.2017

1991 yılında Körfez Savaşı’ndan sonra, Kuzey Irak’taki Kürtleri o zamanki Irak lideri Saddam Hüseyin’e karşı korumak için ABD liderliğinde İngiliz, Fransız uçak ve helikopterlerinden oluşan kuvvet, Türkiye (İncirlik, Pirinçlik) üzerinden “Çekiç Güç” harekâtını gerçekleştirdi. 1991 yılında, Irak Hava Sahası’nda 36’ncı paralelin kuzeyi ile 32’nci paralelin güneyi “Uçuşa Yasak Bölge” ilan edildi ve bu bölge Irak Hava Kuvvetleri’ne yasaklandı. Bu uygulama, ABD işgalinin başladığı 2003 yılına kadar 12 yıl sürdü. Çekiç Güç, 12 yıl boyunca Kuzey Irak’ta Kürt Devleti’nin kurulmasına şemsiye oldu ve PKK’nın canlanmasına uygun ortam sağladı.

Kuzey Irakta ilan edilen “Uçuşa Yasak Bölge” ve “Çekiç Güç”ün varlığı sayesinde, “Hükümet Dışı Organizasyonlar (NGO)”, “yardım kuruluşları” görüntüsü altında Kürt Devleti’nin temellerini attılar.

1991 yılında, Birinci Körfez Savaşı’nda Irak’a saldırı öncesinde, ABD Türkiye’den cephe açmaya karar vermişti. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, ABD Başkanı Bush’la anlaşmıştı. Türk Silahlı Kuvvetleri o dönemde buna karşı çıktı. Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necip Torumtay, Cumhurbaşkanı Özal'ın Irak'taki maceraperestliğine direndi ve 1990'da istifa etti. Torumtay, 1994 yılında yayımladığı anılarında: “Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Türkiye’yi plansız, hazırlıksız ve donanımsız olarak Irak topraklarına, Irak savaşına ABD önderliğindeki saflarda dâhil etme kararını engellemenin tek yolu olarak istifayı uygun bulduğunu”(1) belirtmişti.

2003 yılında, ABD işgalinin başladığı ve Bağdat’a binlerce ton bombanın yağdırıldığı ilk saatlerde, ABD televizyon kanalı CNN’den yapılan canlı röportajda, Amerikan Kongresi’nin önemli üyelerinden Les Apsin büyük bir heyecanla: “Petrol bölgelerinin hâkimiyetinin ele geçirildiğini, İsrail’in güvenliğinin sağlandığını, Amerika’nın tek büyük güç olarak dünyaya gücünü ispatladığını” söyleyerek savaşın hedefine ulaştığını belirtiyordu.
ABD Dışişleri eski Bakanı Rice, daha Ulusal Güvenlik Danışmanı iken, 7 Ağustos 2003’te Büyük Orta Doğu Projesi (BOP) kapsamında, 23 ülkenin sınırlarının değişeceğini söylemişti.(2)  Bunun için de CIA görevlendirilmiş ve operasyonlara başlamıştı. CIA’nın desteği ile BOP uygulanmaya başlanmış ve Arap Baharı fırtınasıyla, ülkeler kargaşaya sürüklenmişti.

Sonuçta:

1- Kuzey Irak’ta yapılan bağımsızlık referandumuyla, Türkiye’nin 22 ilini de içine alan Bağımsız ve Birleşik bir Kürdistan’ın önemli bir halkası tamamlanmış,
2- Kuzey Irak’tan başlayıp, Kuzey Suriye’ye oradan Akdeniz’e açılan ve Türkiye’nin toprak bütünlüğünü doğrudan tehdit eden bir terör koridorunun taşları döşenmiş,
3- PKK’nın Suriye kolu PYD/YPG, Suriye’nin yaklaşık %30’unu ele geçirmiş ve ABD tarafından düzenli bir ordu durumuna getirilmiş,
4- ABD ve Batı ülkeleriyle kriz ya da kriz öncesi dönem yaşayan Türkiye, ABD’nin bazı yaptırımlarıyla baş başa kalmıştır.

ABD’nin önümüzdeki süreçte, Suriye'de PYD/YPG’ye desteğini artırarak NATO’da ve batı ülkelerinde Türkiye'yi yalnızlaştırma politikasını izleyeceği gerçeği de göz ardı edilmemeli. Bu arada, Türkiye’deki İncirlik üssü yerine alternatif yer çalışmasına başlandığı, ABD’deki düşünce kuruluşları tarafından dillendirilmekte.
Suriye’de, Rusya’nın savaşı kazandığını söyleyebiliriz. Putin’in Suriye’deki siyasi hedefi çok açık ve netti. Rusya'nın Suriye'ye yerleşmesi ve güvenebileceği bir yönetimin işbaşında olması. Bu yüzden Rus generalleri de askeri hedeflerin seçiminde çok rahattı. Suriye'nin başkenti başta olmak üzere, diğer kentleri teröristlerden temizlemek ve Suriye ordusunun kontrolü ele geçirmesine yardımcı olmak. Putin, ABD'ye Suriye ve Irak'ta ayar verecek kadar, az maliyetle çok kazanç elde etti. 

Bu, durup dururken olmadı. Putin, Stratejinin temel unsurlarını Kuvvet-Zaman-Mekan'ı (Yer) iyi kullandı. Suriye’den sonra, ekonomi alanındaki adımlarıyla Irak coğrafyasına da pençesini attı.

İdlib’te yürütülen operasyonların tamamlanmasıyla, Suriye'de savaşın sonuna gelineceği, fakat yer yer çatışmaların süreceği bir gerçek. Yani, Putin’le birlikte  Esad’ın da savaşı kazandığı şimdiden söylenebilir. Çatışmanın sonlandırılması ise yıllar alır.
İdlib sonrası, PYD/YPG bölgesine özerklik ya da federe bir yönetim verilmesi sürecinin tartışmalarına hazır olunmalı. ABD ve Rusya’nın, PYD/YPG'nin kontrol ettiği bölgelerde özerk/federe bir yapıyı destekleyecekleri bir sır değil. Rakka ve Deyrizor doğal gaz alanları, Kerkük’te olduğu gibi ana anlaşmazlık bölgeleri olacaktır.
Bu gelişmeler, Türkiye’nin ulusal çıkarları ve ulusal güvenliği doğrultusunda strateji geliştirmesini zorunlu kılmakta. İdlib sonrası, Afrin’in ve Menbiç’in YPG’den arındırılması ve Süleyman Şah Türbesi’nin yerine konuşlandırılması, Türkiye’nin BEKA’sı yönünden yaşamsal önemdedir. Kuzey Irak, Kuzey Suriye'den; Bağdat, Şam'dan ayrı değerlendirilmemelidir. Suriye ve Irak'ın toprak bütünlüğü, Türkiye'nin bütünlüğü açısından bir sigorta niteliğindedir. Coğrafya ülkelerin geleceğini belirler. Türkiye, Irak-İran-Suriye ile ittifak yapmalı, Irak ve Suriye’nin toprak bütünlüğü için Rusya’yla işbirliğini sürdürmelidir.

Ve, tarih ulusların tarlasıdır, ne ekersen onu biçersen… Rüzgar ekersen fırtına, fırtına ekersen deprem…

(1) Necip Torumtay, Necip Torumtay’ın Anıları, Milliyet Yayınları,  İstanbul, 1993.

(2) Washington Post Gazetesi (Transforming The Middle East), 7 Ağustos 2003.


https://www.gercekgundem.com/turkiyeyi-bekleyen-tehditler-4469yy.htm