21 Aralık 2017 Perşembe

Türkiye’yi bekleyen tehditler!

Türkiye’yi bekleyen tehditler!


Naim Babüroğlu

naimbaburoglu@gmail.com

16.10.2017

1991 yılında Körfez Savaşı’ndan sonra, Kuzey Irak’taki Kürtleri o zamanki Irak lideri Saddam Hüseyin’e karşı korumak için ABD liderliğinde İngiliz, Fransız uçak ve helikopterlerinden oluşan kuvvet, Türkiye (İncirlik, Pirinçlik) üzerinden “Çekiç Güç” harekâtını gerçekleştirdi. 1991 yılında, Irak Hava Sahası’nda 36’ncı paralelin kuzeyi ile 32’nci paralelin güneyi “Uçuşa Yasak Bölge” ilan edildi ve bu bölge Irak Hava Kuvvetleri’ne yasaklandı. Bu uygulama, ABD işgalinin başladığı 2003 yılına kadar 12 yıl sürdü. Çekiç Güç, 12 yıl boyunca Kuzey Irak’ta Kürt Devleti’nin kurulmasına şemsiye oldu ve PKK’nın canlanmasına uygun ortam sağladı.

Kuzey Irakta ilan edilen “Uçuşa Yasak Bölge” ve “Çekiç Güç”ün varlığı sayesinde, “Hükümet Dışı Organizasyonlar (NGO)”, “yardım kuruluşları” görüntüsü altında Kürt Devleti’nin temellerini attılar.

1991 yılında, Birinci Körfez Savaşı’nda Irak’a saldırı öncesinde, ABD Türkiye’den cephe açmaya karar vermişti. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, ABD Başkanı Bush’la anlaşmıştı. Türk Silahlı Kuvvetleri o dönemde buna karşı çıktı. Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necip Torumtay, Cumhurbaşkanı Özal'ın Irak'taki maceraperestliğine direndi ve 1990'da istifa etti. Torumtay, 1994 yılında yayımladığı anılarında: “Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Türkiye’yi plansız, hazırlıksız ve donanımsız olarak Irak topraklarına, Irak savaşına ABD önderliğindeki saflarda dâhil etme kararını engellemenin tek yolu olarak istifayı uygun bulduğunu”(1) belirtmişti.

2003 yılında, ABD işgalinin başladığı ve Bağdat’a binlerce ton bombanın yağdırıldığı ilk saatlerde, ABD televizyon kanalı CNN’den yapılan canlı röportajda, Amerikan Kongresi’nin önemli üyelerinden Les Apsin büyük bir heyecanla: “Petrol bölgelerinin hâkimiyetinin ele geçirildiğini, İsrail’in güvenliğinin sağlandığını, Amerika’nın tek büyük güç olarak dünyaya gücünü ispatladığını” söyleyerek savaşın hedefine ulaştığını belirtiyordu.
ABD Dışişleri eski Bakanı Rice, daha Ulusal Güvenlik Danışmanı iken, 7 Ağustos 2003’te Büyük Orta Doğu Projesi (BOP) kapsamında, 23 ülkenin sınırlarının değişeceğini söylemişti.(2)  Bunun için de CIA görevlendirilmiş ve operasyonlara başlamıştı. CIA’nın desteği ile BOP uygulanmaya başlanmış ve Arap Baharı fırtınasıyla, ülkeler kargaşaya sürüklenmişti.

Sonuçta:

1- Kuzey Irak’ta yapılan bağımsızlık referandumuyla, Türkiye’nin 22 ilini de içine alan Bağımsız ve Birleşik bir Kürdistan’ın önemli bir halkası tamamlanmış,
2- Kuzey Irak’tan başlayıp, Kuzey Suriye’ye oradan Akdeniz’e açılan ve Türkiye’nin toprak bütünlüğünü doğrudan tehdit eden bir terör koridorunun taşları döşenmiş,
3- PKK’nın Suriye kolu PYD/YPG, Suriye’nin yaklaşık %30’unu ele geçirmiş ve ABD tarafından düzenli bir ordu durumuna getirilmiş,
4- ABD ve Batı ülkeleriyle kriz ya da kriz öncesi dönem yaşayan Türkiye, ABD’nin bazı yaptırımlarıyla baş başa kalmıştır.

ABD’nin önümüzdeki süreçte, Suriye'de PYD/YPG’ye desteğini artırarak NATO’da ve batı ülkelerinde Türkiye'yi yalnızlaştırma politikasını izleyeceği gerçeği de göz ardı edilmemeli. Bu arada, Türkiye’deki İncirlik üssü yerine alternatif yer çalışmasına başlandığı, ABD’deki düşünce kuruluşları tarafından dillendirilmekte.
Suriye’de, Rusya’nın savaşı kazandığını söyleyebiliriz. Putin’in Suriye’deki siyasi hedefi çok açık ve netti. Rusya'nın Suriye'ye yerleşmesi ve güvenebileceği bir yönetimin işbaşında olması. Bu yüzden Rus generalleri de askeri hedeflerin seçiminde çok rahattı. Suriye'nin başkenti başta olmak üzere, diğer kentleri teröristlerden temizlemek ve Suriye ordusunun kontrolü ele geçirmesine yardımcı olmak. Putin, ABD'ye Suriye ve Irak'ta ayar verecek kadar, az maliyetle çok kazanç elde etti. 

Bu, durup dururken olmadı. Putin, Stratejinin temel unsurlarını Kuvvet-Zaman-Mekan'ı (Yer) iyi kullandı. Suriye’den sonra, ekonomi alanındaki adımlarıyla Irak coğrafyasına da pençesini attı.

İdlib’te yürütülen operasyonların tamamlanmasıyla, Suriye'de savaşın sonuna gelineceği, fakat yer yer çatışmaların süreceği bir gerçek. Yani, Putin’le birlikte  Esad’ın da savaşı kazandığı şimdiden söylenebilir. Çatışmanın sonlandırılması ise yıllar alır.
İdlib sonrası, PYD/YPG bölgesine özerklik ya da federe bir yönetim verilmesi sürecinin tartışmalarına hazır olunmalı. ABD ve Rusya’nın, PYD/YPG'nin kontrol ettiği bölgelerde özerk/federe bir yapıyı destekleyecekleri bir sır değil. Rakka ve Deyrizor doğal gaz alanları, Kerkük’te olduğu gibi ana anlaşmazlık bölgeleri olacaktır.
Bu gelişmeler, Türkiye’nin ulusal çıkarları ve ulusal güvenliği doğrultusunda strateji geliştirmesini zorunlu kılmakta. İdlib sonrası, Afrin’in ve Menbiç’in YPG’den arındırılması ve Süleyman Şah Türbesi’nin yerine konuşlandırılması, Türkiye’nin BEKA’sı yönünden yaşamsal önemdedir. Kuzey Irak, Kuzey Suriye'den; Bağdat, Şam'dan ayrı değerlendirilmemelidir. Suriye ve Irak'ın toprak bütünlüğü, Türkiye'nin bütünlüğü açısından bir sigorta niteliğindedir. Coğrafya ülkelerin geleceğini belirler. Türkiye, Irak-İran-Suriye ile ittifak yapmalı, Irak ve Suriye’nin toprak bütünlüğü için Rusya’yla işbirliğini sürdürmelidir.

Ve, tarih ulusların tarlasıdır, ne ekersen onu biçersen… Rüzgar ekersen fırtına, fırtına ekersen deprem…

(1) Necip Torumtay, Necip Torumtay’ın Anıları, Milliyet Yayınları,  İstanbul, 1993.

(2) Washington Post Gazetesi (Transforming The Middle East), 7 Ağustos 2003.


https://www.gercekgundem.com/turkiyeyi-bekleyen-tehditler-4469yy.htm


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder