TÜRKİYE İSRAİL İLİŞKİLERİ 1946 - 2010 BÖLÜM 6
22 Aralık 2008 -İsrail Başbakanı Ehud Olmert Türkiye’ye bir çalışma ziyaretinde bulundu. Medya organları Olmert’in Başbakan Erdoğan’la Suriye ile yapılacak görüşmeler hakkında fikir alışverişinde bulunmak üzere geldiğini yazdı.
27 Aralık 2008 -İsrail, Gazze Şeridi’ne yönelik “Dökme Kurşun” operasyonunu başlattı. Türkiye saldırıya her düzeyde çok sert tepki verdi.
29 Ocak 2009 - Davos Dünya Ekonomik Forumu’nda “Gazze: Ortadoğu’da Barış Modeli” başlıklı panelde Türkiye Başbakanı R. Tayyip Erdoğan İsrail Cumhur başkanı Şimon Peres’e sert çıktı. Başbakan Erdoğan’la Şimon Peres arasındaki tartışma siyasi tarihe “one minute çıkışı” olarak geçti.
14 Şubat 2009 -İsrail Kara Kuvvetleri Komutanı Avi Mizrahi’nin Başbakan Erdoğan’ın Gazze’deki tepkisine karşılık söylediği “Erdoğan önce aynaya
baksın” sözleri için Türkiye İsrail’e nota verdi.
15 Ekim 2009 - TRT’de yayınlanan Ayrılık dizisinde İsrail düşmanlığı yapıldığı gerekçesiyle İsrail Türkiye’ye nota verdi. Dışişleri Bakanlığı’na çağrılan Türk
Büyükelçisi ile İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı arasında yaşanan ve daha sonra “alçak koltuk krizi” diye adlandırılacak diyalog yaşandı.
Mart 2010 -İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı (İHH), İsrail’in Gazze’ye uyguladığı ambargoyu delmek ve Gazze halkının temel ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla biri üç bin tonluk yük gemisi, diğeri de 1000 kişilik yolcu gemisi satın aldı. İHH İnsani Yardım Vakfı başkanı Fehmi Bülent Yıldırım, Mayıs ayında Gazze’ye doğru yola çıkacaklarını açıkladı.
27 Mayıs 2010 - 27 Mayıs 2010 günü yolcuların gümrükteki işlemlerinin tamamlanmasının ardından Mavi Marmara gemisi yardım gönüllüsü 560
kişi ile birlikte yola çıktı.
31 Mayıs 2010 -Yardım gemileri İsrail silahlı kuvvetlerince durduruldu. İsrail askerlerinin gemiye çıkması esnasında aktivistlerin mukavemet etmesi üzerine, İsrail güçleri sivillere ateş açtı. Açılan ateş sonucunda biri ABD vatandaşı olmak üzere 9 aktivist öldü, 23’ü ağır 54 kişi yaralandı. Gemiler İsrail’in Aşdod Limanı’na çekildi. Aktivistler gözaltına alındı. Türkiye Başbakanı R. Tayyip Erdoğan Dışişleri Bakanı ile birlikte Latin Amerika ziyaretinde bulunuyordu. Haber alınır alınmaz program iptal edildi. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu BM Güvenlik Konseyi’ni acil toplantıya çağırmak üzere New York’a geçti.
1 Haziran 2010 - BM Güvenlik Konseyi İsrail’in Mavi Marmara gemisine yaptığı silahlı saldırıyı görüşmek üzere acil toplandı. Toplantı neticesinde İsrail Devletinin yaptığı operasyon esnasındaki ölümlere yol açan davranışları kınayan ve özellikle Gazze’ye uygulanan abluka’nın kaldırılmasıyla ilgili 1850 ve 1860 nolu konsey kararlarına uyması gerektiğini belirten bir bildiri yayınlandı. Türkiye İsrail’den öncelikli olarak yardım malzemesinin Gazze’ye ulaştırılması, tutukluların derhal serbest bırakılması, gemilerin serbest bırakılması, özür, mağdurlara ve ailelerine tazminat taleplerinde bulundu.
1 Haziran 2010 - Türkiye NATO Kuzey Atlantik Konseyi’nin acil koduyla toplanmasını istedi. Açıklama yapan NATO Genel Sekreteri Anders Fogh
Rasmussen İsrail’den “sivilleri ve gemileri derhal bırakmasını” istedi.
2 Haziran 2010 -İsrail’in Mavi Marmara gemisine yaptığı saldırı Türkiye’de büyük bir infial meydana getirdi. Ankara’daki İsrail Büyükelçiliği’ne çıkan yollar ölçüsüz gösteriler olabilir endişesiyle kapatıldı. İstanbul’daki İsrail Başkonsolosluğu önünde de yoğun gösteriler oldu.
2 Haziran 2010 - Başbakan Erdoğan AK Parti grubunu topladı. “İsrail’in Gazze’ye insani yardım götüren gemilere yaptığı kanlı katliamın her türlü laneti hak etmiş bir katliam” olduğunu söyleyen Erdoğan “zorbalar, haydutlar, korsanlar bile belli ahlâk kurallarına uyarlar. Hiçbir hassasiyete uymayanlara bu sıfatı yakıştırmak bile iltifat olur” cümleleriyle açıkça İsrail’i hedef aldı.
2 Haziran 2010 -İsrail adına açıklama yapan İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman “Askerlerimize el kaldıran herkes, yasaların gerektirdiği şekilde
cezalandırılacak” dedi. Lieberman ayrıca Tayland, Afganistan, Pakistan, Irak ve Hindistan gibi ülkelerde son bir ay içinde 500’den fazla kişinin öldüğünü
hatırlatarak uluslararası toplumun buralardaki ölümler karşısında sessiz ve pasif kalmasına rağmen sadece İsrail’i, “hem de savunma eyleminden dolayı kınadığını” savundu ve uluslararası toplumu iki yüzlülükle suçladı.
2 Haziran 2010 - Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’in emriyle Refah Sınır Kapısı açıldı. Gazze’ye uygulanan ambargo hafifletilmeye çalışıldı.
1 Temmuz 2010 - Mavi Marmara Saldırısı sonrası taraflar arasındaki ilk temas Brüksel’de gerçekleşti. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile İsrail hükümetinin güvercin kanadından Sanayi Bakanı Eliazer Brüksel’de gizlice görüştü.
2 Ağustos 2010 - BM Genel Sekreteri Ban-ki Moon tarafından BM bünyesinde faaliyet gösterecek olan ve Mavi Marmara saldırısını uluslararası hukuk açısından inceleyip BM’yi bilgilendirmeyi amaçlayan bir komisyon kuruldu. Komisyonda Türkiye’yi emekli Büyükelçi Özdem Sanberk Temsil etti. Komisyonun başkanlığını ise Yeni Zelanda eski Başbakanı Sir Geoffrey Palmer üstlendi.
27 Eylül 2010 - BM İnsan Hakları Komisyonu İsrail’in Mavi Marmara saldırısı ile ilgili raporunu yayınladı. Raporda İsrail suçlu bulundu, uluslararası hukuku ihlal ettiği ifade edildi. Komisyonun hazırladığı rapora göre 8 Türk vatandaşı ile Amerika Birleşik Devletleri vatandaşı Furkan Doğan İsrail Komandoları tarafın dan “infaz” yöntemiyle öldürüldü. Raporda, 19 yaşındaki Furkan Doğan’ın elindeki küçük kamera ile çekim yaparken 2 kere kafasından olmak üzere defalarca vurulduğu ifade edildi. Adli tıp raporundan yola çıkarak Furkan Doğan’ın güvertede bilinci açık ya da yarı bilinç kaybıyla bir zaman yattığı ve daha sonra yüzünden vurulduğu tespit edildi. Bu tespitler üzerine İnsani Yardım Vakfı temsilcileri, aktivistler ve Filoda bulunan bütün Türkleri temsil eden 3 avukattan oluşan bir heyet 14 Ekim 2010 tarihinde Lahey’de bulunan Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne başvuruda bulundu.
3 Aralık 2010 - Haifa yakınlarında Karmel Dağı’nda yangın çıktı. İsrail yangını söndürmede yetersiz kalınca Türkiye, Başbakan Erdoğan’ın talimatıyla yangın söndürme uçakları gönderdi. Bu gelişme sonrası İsrail Başbakanı Netanyahu Başbakan Erdoğan’ı arayarak teşekkür etti.
17 Aralık 2010 -İsrail ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Münhasır Ekonomik Bölge Sınırlandırma Anlaşması imzaladı. Ankara antlaşmaya sert tepki gösterdi.
Eylül 2011 - Palmer Raporu henüz açıklanmamışken bazı uluslararası yayın organlarına sızdırıldı. İsrail’in Gazze ablukasını meşru gören rapor Türkiye
tarafından kabul edilmedi. İsrail ise raporu kabul ettiğini açıkladı. Türkiye Palmer Raporu’nun sonucu doğrultusunda İsrail’le ilişkilerin düzeltilmesi için beş ana başlık altında toplanabilecek bir yaptırım kararı açıkladı. Karara göre;
1- Türk İsrail diplomatik ilişkileri ikinci kâtip düzeyine indirilecektir. İkinci katip düzeyi üzerindeki tüm görevliler, başta büyükelçi olmak üzere üç gün
içinde ülkelerine geri döneceklerdir.
2- Türkiye ile İsrail arasındaki askeri anlaşmaların tümü askıya alınmıştır.
3- Doğu Akdeniz’de en uzun kıyısı bulunan sahildar devlet olarak Türkiye, Doğu Akdeniz’de seyrü-sefer serbestîsi için gerekli gördüğü her türlü
önlemi alacaktır.
4- Türkiye İsrail’in Gazze’ye uyguladığı ablukayı tanımamaktadır. İsrail’in 31 Mayıs 2010 tarihi itibariyle Gazze’ye yönelik uyguladığı ambargonun Uluslar arası Adalet Divanı’nda incelenmesini sağlayacaktır. Bu doğrultuda BM Genel Kurulu’nu harekete geçirmek için girişimlere başlanacaktır.
5-İsrail saldırısının Türk ve yabancı tüm mağdurlarının mahkemelerdeki hak arama girişimlerine gereken her türlü destek verilecektir.
19 Eylül 2011 -İsrail basını İsrail ortaklı Amerikan şirketi Noble’in Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile Doğu Akdeniz’de petrol ve doğal gaz arama
çalışmalarına başladığını yazdı.
20 Eylül 2011 - Türkiye ile KKTC arasında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu tarafından New York’ta Kıta Sahanlığı Sınırlama Anlaşması imzalandı. Bu çerçevede KKTC Bakanlar Kurulu bir karar alarak Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’ndan teknik destek talebinde bulundu. 9 Eylül Üniversitesi’ne ait olan Piri Reis Sismik Araştırma Gemisi mürettebatıyla birlikte 23 Eylül günü denize açıldı.
Ek - 1) Türkiye -İsrail Ticari İlişkileri (Dolar)
* 2011 yılı verileri Eylül ayı itibariyle Dış Ticaret Müsteşarlığı ve Türkiye İstatistik Kurumu’ndan elde edilen bilgilere göredir.
Ek - 2) Haritalar
Harita 1) 1947 BM Taksim Planı’na Göre Sınırlar
(Kaynak: www.hsstrateji.com)
Harita 2) 1948 Sınırları ile 1967 ve 1999 sınırlarının karşılaştırılması
(Kaynak: pressturk.com)
Harita 3) 1948 - 2005 Karşılaştırmalı İsrail Sınırları
(Kaynak: www.ensonhaber.com)
Harita 4) Gazze Filosu www.tr.wikipedia.org)
Kaynaklar
Arı, Tayyar; Ortadoğu (Siyaset, Savaş ve Diplomasi), Alfa Yayınları, İstanbul, 2004.
Armaoğlu, Fahir; Filistin Meselesi ve Arap -İsrail Savaşları 1948 - 1988, İşbankası - Kültür Yayınları, İstanbul, 1989.
Armaoğlu, Fahir; XX. Yüzyıl Siyasi Tarihi, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 1989.
Cleveland, William; Modern Ortadoğu Tarihi, Agora Kitaplığı, çev: Mehmet Harmancı, İstanbul, 2008.
Dursunoğlu, Alptekin; Stratejik İttifak - Türkiye İsrail İlişkilerinin Öyküsü, Anka Yayınları, İstanbul, 2000.
Dağı, Zeynep, Ak Parti’li Yıllar, ORION Kitabevi, Ankara, 2006. Fromkin, David; Barışa Son Veren Barış, Epsilon Yayınları, Çev: Mehmet
Harmancı, İstanbul, 2004.
Halloum, Rifat; Palestine - Through Documents, Belge Yayınları, İstanbul, 1988.
Oran, Baskın (ed); Türk Dış Politikası, c. I, İletişim Yayınları, İstanbul, 2006.
Oran, Baskın; Türk Dış Politikası, c. II, İstanbul, 2006.
Sander, Oral; Siyasi Tarih, c.II, İmge Kitabevi, Ankara, 2006.
Uzgel, İlhan - Duru, Bülent(der), AKP Kitabı - Bir Dönüşümün Bilançosu, Phoenix Yayınevi, Ankara, 2009.
Olaylarla Türk Dış Politikası (Kollektif), Siyasal Kitabevi, Ankara, 1996.
DİPNOTLAR;
1 Yenişafak, (20 Şubat 2006)
2 Böyle üç devletten müteşekkil bir komisyon kurularak Yahudi yanlısı ABD, tarafsız Fransa ve Arap yanlısı Türkiye’nin birbirini dengeleyeceği
öngörülmüştü.
3 Operasyonun İsrail seçmeninin artan güvenlik kaygılarından nemalanma amacıyla başlatıldığı yönünde görüşler bulunmaktadır.
4 HAMAS’ın İsrail’e fırlattığı roketler direnişin sona ermediği yönünde algılanmalıdır.
5 Fikret Ertan, “Birinci Yılında Gazze Yıkımı”, Zaman Gazetesi, (27 Ocak 2009)
6 Çek Cumhuriyeti tam bu dönemde ABD güdümünde sürdürülen Avrupa için Füze Savunma Kalkanı projesi ile gündemi işgal ediyordu.
7 BM Sartı 2/4 kuvvet kullanma yasağını içermektedir. Meşru müdafa halini düzenleyen 51. Maddenin ise meşru müdafada ölçülülüğü içerdiği genel kabul durumundadır.
8 Çekimser oy kullanan ülkeler ise İngiltere, Belçika, Norveç, Slovenya, Kamerun, Gabon, Burkina Faso, Japonya, G. Kore, Meksika ve
Uruguay oldu.
9 Nitekim özellikle Başbakan’ın bölge ülkelerinin kamuoylarında ciddi destek bulan Davos çıkışının ardından S. Arabistan’ı ziyareteden Cumhurbaşkanı Abdullah Gül çok iyi ağırlanmış; S. Arabistan parlamentosuna seslenen ilk Türk Cumhurbaşkanı olmuştur.
10 Yenişafak, (15 Ekim 2009)
11 Hürriyet, (13 Ocak 2010)
12 Zaman, (2 Haziran 2010)
13 Zaman, (2 Haziran 2010)
14 Zaman, (2 Haziran 2010)
15 Milliyet, (1 Temmuz 2010)
16 Milliyet, (1 Temmuz 2010)
17 http://www.mfa.gov.tr/no_-288_-21aralik-2010_-israil-ile-gkryarasinda-imzalanan-meb-anlasmasi-hk_.tr.mfa, 21.12.2010.
18 Radikal, (20 Aralık 2010)
19 Hürriyet, (3 Eylül 2011)
20 Zaman, (3 Eylül 2011)
21 Türkiye, (3 Eylül 2011)
22 Hürriyet, (3 Eylül 2011)
23 http://online.wsj.com/article/SB10001424053111904900904576554102130278870.html (7 Eylül 2011)
24 David Rosenberg, “Israel-Turkey Tensions Here to Stay, Diplomat Warns”,
http://www.jpost.com/DiplomacyAndPolitics/Article.aspx?id=237011 (7 Eylül 2011)
25 Radikal, (21 Eylül 2011)
..................
Bölgesel Güç Olma Yarışı: Ya da Türkiye-İsrail İlişkileri
Son dönemde burjuva gündem oldukça yoğun. Doğu Akdeniz'de yoğunlaşan emperyalist kapışma sürerek devam ediyor. BM raporu krizinin ardından açıklanan beş maddelik yaptırım paketi, yeniden alevlenen Türkiye-İsrail ilişkileri ve son olarak sondaj gerilimi, Türkiye-İsrail ilişkileri üzerine bundan sonra da yazılacağa benziyor. Bizim amacımız emperyalist ilişkilerin arka planını görmek ve siyasi yansımalarını işçi sınıfı nezdinde tahlil etmek.
Türkiye-İsrail ilişkileri, İsrail'in kurulmasıyla başladı. Bu ilişki, inişli çıkışlı fakat bu güne kadar süren bir ilişkiydi. Bugünlerde yaşadığımız Türkiye-İsrail krizinin bir benzeri, 1980 yılında Doğu Kudüs'ün işgaliyle de yaşandı. Sonrasında bu ilişki doksanlı yıllarda iyileşerek iki binli yıllarda askeri anlaşmalar ve bir dizi gizli ilişkiyle zirvesine ulaştı. Türkiye için ABD eksenli bir dış politikanın bölgedeki en büyük ortağıydı İsrail ve artık bu konuda belli sorunların yaşandığı aşikar fakat bunun nasıl bir yön bulacağı hala belirsiz. Zira bu ilişkinin asli ve üçüncü ortağı ABD'nin aldığı ve alacağı tutum oldukça belirleyici. Ama politik mesajların satır aralarına bakılırsa aslında eski dönemden farklı bir ilişkinin gelişmesi olası görünmüyor.
İsrail ve Türkiye'nin ilişkilerinin geçmişene bakacak olursak, İsrail için birçok ilk Türkiye ile yaşanmış. Örneğin Türkiye, İsrail kurulduğunda halkının çoğunluğu müslüman olan ve onu tanıyan ilk ülke. İsrail devlet başkanı Şimon Perez'in, yine nüfusun çoğunluğu müslüman olan Türkiye parlamentosunda 2007 yılında konuşma yaptığı ilk ülke. Aslında bu ilişkinin kaderi bir biçimde belirlenmiş gibi görünüyor. Çok uluslu tekellerin ya da onların ulusal hükümetleri tarafından belirlenmiş bu ilişki burjuvazi açısından Ortadoğu'da oldukça önem taşıyor.
Son yaşanan kriz ise BM'nin hazırladığı Mavi Marmara raporunun basına sızmasıydı ve raporda İsrail'e herhangi bir yaptırım çıkmaması AKP hükümetini bu konuda tutum almaya zorladı. 2 Eylül'de Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, İsrail'e karşı bir yaptırım paketi açıkladı. BM raporunun basına sızması ve sonuçlarının AKP hükümetinin istediği gibi olmaması Arap coğrafyasında yarattığı siyasi etkiyi ortadan kaldırabilirdi. Özellikle Tayyip Erdoğan'ın İsrail karşıtı çıkışlarıyla yakalanan bu siyasi etki, hem Türkiye'de hem de Arap coğrafyasında AKP'ye prestij kazandırdı. Açıklanan yaptırım paketinin gerçekte Türkiye-İsrail ilişkilerine yeni bir boyut kazandırmadı. Zaten 2009 yılından beridir herhangi bir askeri anlaşma ya da bilgi paylaşımı söz konusu değildi. Açıklanan paketin sadece prestij kaybetmemek için yapılan bir manevradan ibaret olduğunu söyleyebiliriz.
Açıklanan paketteki beş maddeden biri olan “Doğu Akdeniz’de en uzun kıyısı bulunan sahildar devlet olarak Türkiye, Doğu Akdeniz’de seyrü-sefer serbestisi için gerekli gördüğü her türlü önlemi alacaktır.”[1] açıklaması ile Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki askeri varlığıyla bölgesel güç olduğunu göstermek istemektedir. Son yıllarda Türkiye bölgesel güç olma yarışında İsrail'e karşı varlık göstermek istemekte. Bölgedeki en hızlı gelişen ekonomi olma iddiasını da taşıyan Türkiye, siyasi varlığını da buna göre tesis etmek istiyor. Bu anlamda da karşısına çıkabilecek güç ise İsrail. Tüm kapışmaların temelinde önemli ölçüde bu kaygı yatmakta. Tamamen bölgesel güç olmak isteyen Türk burjuvazisinin Gazze’ye yakınlık göstermesi Arap coğrafyasında siyasi varlığını arttıracak adımlar atması ve eskiye göre Araplarla daha fazla ekonomik anlaşmalar yapması onun emperyalist eğilimlerinin sonucudur. İsrail ile ilişkisindeki temel gerilim noktalarından birini bu durum oluşturmaktadır.
Doğu Akdeniz’deki petrol gerilimi de Türkiye-İsrail krizine yeni bir boyut kazandırdı. Güney Kıbrıs Rum yönetiminin Akdeniz'de petrol arama çalışmalarına başlamasının arka planında İsrail'in olduğu bizzat Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız açıkladı. Ardından bunun bir tahrik ve provokasyon olduğunu söyleyerek meseleyi İsrail ile ilişkilendirdi. Türkiye'de vakit kaybetmeden KKTC ile yaptığı kıta sahanlığı anlaşması ile Doğu Akdeniz’de petrol arayacağını duyurdu. Petrol sondajı üzerinden yaşanan bu gerilim, yukarıda bahsettiğimiz bölgesel güç olma yarışının ürünü. Sondaj krizi ise Doğu Akdeniz sularını daha da ısındırdı.
Bölgesel güç olma yarışının yanında başka bir durum ise ABD'nin Irak ve Afganistan'ı işgaliyle başlayan paylaşım savaşı. Türkiye ise bu projede ABD'nin stratejik ortağı. ABD için Türkiye bu projede bölgesel olarak konumlandırılacak en ideal ülke. ABD'nin İki stratejik ortağından biri olan Türkiye özellikle Arap coğrafyasında İsrail yerine tercih ettiği bir ülke. İsrail-Filistin sorunu ve Gazze işgali Arap coğrafyasında İsrail'in istenmeyen ülke haline getiriyor. İsrail'in saldırgan tutumu ve kanlı eylemleri ile kuruluşundan bu yana sürmekte, bu tutumundan kaynaklı Ortadoğu’nun şer ülkesi olarak görülüyor. Bölgeye yerleşmek isteyen ABD ise sicili bu kadar bozuk ve kabarık bir ülke ile stratejik ortak olarak öne çıkmak istemiyor. İsrail'in bu konumundan kaynaklı ABD, Türkiye'yi tercih etmiş görünüyor. Bu durum sayesinde Türkiye için bölgesel güç olmanın maddi olanakları ortaya çıkmış oluyor.
Son yıllarda Türkiye'nin Arap coğrafyasında etkinlik kazanması, AKP'nin siyasal geleneği ve Araplarla geliştirilen iktisadi ve siyasi ilişkiler yatıyor. Ilımlı islam yada seküler islam modeliyle servis edilen AKP, Arap coğrafyasında ilgiyle takip ediliyor. Davos zirvesindeki “One Minute” İle başlayan bu yükseliş Mavi Marmara ile daha da hız kazandı ve son yaşanan israil krizi ile zirveye ulaştı. Davos'un ardından Gazze'de, Mısır'da, Suriye'de ve başka Arap ülkelerinde Tayyip Erdoğan posterleriyle gösteriler düzenlendi. Geçen haftalarda Tayyip Erdoğan’ın Mısır, Tunus ve Libya ziyaretleri sırasında ilgi görmesi yine bu politikanın sonucu. İlk defa bir Türk başbakan ''İslam'ın kurtarıcısı, Allah'ın azizi Erdoğan'' sloganlarıyla karşılandı. Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da böyle bir etkinin yaratılmış olması ABD açısından Türkiye ortaklığını önemli hale getiriyor. Yine Mısır'da AKP ile aynı siyasal gelenekten olan İhvan Hareketi'nin “Özgürlük ve Adalet Partisi” adında parti kurup İktidarın en büyük ortağı olması yukarıda bahsettiğimiz ortaklığın arka planına ışık tutuyor. Ilımlı yada seküler islam modelinin Türkiye'de inşa edilip bölgedeki diğer ülkelere ihraç edilmeye çalışılması ABD'nin bölgedeki projesi için vazgeçilmez bir olanak.
Ilımlı islam modeliyle AKP ve Türkiye'nin yeni siyasi vizyonu Arap coğrafyasında, kanlı eylemler yapan, saldırgan bir politika izleyen İsrail'e göre daha etkili bir bölgesel güç olma olasılığını artırıyor. Fakat ABD tarihsel iki ortağının yaşadığı bu krizin daha da derinleşmesini istemiyor. BM toplantılarında yapılan açıklamalar genel itibariyle bu yönde. Öyle görünüyor ki; Türkiye-İsrail krizi daha da derinleşmeden araya başka bir arabulucunun girmesiyle yeniden normal seyrine dönecek gibi.
Tüm bunlar yaşanırken Türkiye'de burjuvazi milliyetçiliğini kullanarak emperyalist kapışmayı haklı göstermeye çalışıyor. Filistin halkıyla dost olduğunu söyleyerek islam üzerinden propaganda yapmakta. Yahudi karşıtlığı üzerinden de bölge işçi sınıfı üzerinde, milliyetçi ayrımların yanına dinsel ayrımları da ekleyerek ayrımlar yaratmaya çalışmaktalar. TC'nin Filistin'e karşı nasıl bir dostluk duygusu beslediğini görmek için İsrail-Türkiye ilişkilerinin geçmişine bakmak yeterli olacaktır ve bu bile fazla söze mahal vermemektedir. Türkiye sadece ve sadece kendi çıkarlarının dostudur. Ve yaptığı sadece işçi sınıfı ve kitleler üzerinde yanılsama yaratıp, yapay ayrımlarla, işçi sınıfının enternasyonal mücadelesinin önüne geçmektir. Yaratılan bu anti-siyonist havaya burjuvazinin hizmetindeki solda açıktan ya da karnından konuşarak destek vermektedir. Emperyalist kapışmaların tümünde olduğu gibi bu dönemde de milliyetçilik Türkiye burjuvazisinin de kullandığı bir argüman. Buna karşısında ise işçi sınıfının tekbir silahı var o da enternasyonal birlik ve mücadele.
Ekrem
https://tr.internationalism.org/book/export/html/366
***