Suriye İç savaşı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Suriye İç savaşı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Ocak 2018 Pazartesi

Ankara-Washington Hattında Suriye İç Savaşı ve Güvenli Bölge Planı

Ankara-Washington Hattında Suriye İç Savaşı ve Güvenli Bölge Planı



Ali SEMİN

Arap coğrafyasında 2010 yılının Aralık ayında meydana gelen halk gösterilerine bağlı olarak Tunus, Mısır, Libya ve Yemen gibi ülkelerdeki rejimlerin 
devrilmesinin ardından Orta Doğu’daki dengelerin de değişmiş olduğu görülmektedir. 

Arap Baharı/Arap uyanışı ile beraber Orta Doğu’daki siyasi, ekonomik ve güvenlik alanlarındaki istikrarsızlık da her geçen gün artmaktadır. Arap 
uyanışından sonra bölgede kendini gösteren bölgesel ve küresel aktörler arasındaki güç rekabeti, diplomatik krizlere yol açmıştır. 
Orta Doğu’daki güvenlik boşluğunun ve ekonomik sorunların artmasından mütevellit, terör örgütlerinin ve devlet dışı silahlı milis güçlerinin hareket alanlarını genişlettikleri ifade edebilir. 

Bu sebeple Türkiye’nin Arap uyanışıyla birlikte Orta Doğu’da cereyan eden kaotik ortamdan siyasi ve ekonomik anlamda ciddi zarar gördüğü söylenebilir. 
Aslında ABD’nin 2003 yılında Irak’ı işgal etmesinin ardından ülkedeki terör eylemlerinde yükseliş yaşanması ve İran’ın hem Şii çoğunluklu Bağdat yönetiminde etkinliğini artırması hem de Orta Doğu’da (Şam, Beyrut ve Sanaa’da) bölgesel bir güç haline gelmesi Şii-Sünni gerilimini tırmandırmış tır. Türkiye 2011 yılına kadar dış politika ve kamu diplomasisi anlamında Orta Doğu’daki Şii-Sünni bloğun arasında dengeli bir siyaset izleyebilmiştir. Fakat Arap uyanışı sonrasında bölgedeki etnik, mezhepsel ve ideolojik ayrışmaların netleşmesi ve yükselişe geçmesi ile birlikte Türkiye’nin dengeli bir dış politika izlediğine yönelik algının değiştiği söylenebilir. 


IŞİD’in Irak’taki ve Suriye’deki ilerleyişine paralel olarak güç kazanması ve terörle mücadele konusunda bölgesel düzlemde güvenlik alanında 
işbirliğinin gerçekleştirilemeyişi Orta Doğu’daki krizleri beslemektedir. ABD öncülüğünde IŞİD’e karşı verilen mücadeleye Ankara’nın başlangıçtan itibaren temkinli yaklaşması, farklı yorumlara neden olmuştur. Ayrıca Türkiye’nin kuzey Irak’ın Kandil bölgesine ve PKK terör örgütüne yönelik hava operasyonları düzenlemesi, Bağdat hükümetinin tepkisine yol açmıştır. Bu yazıda Türkiye’nin IŞİD ile mücadelesinin etkileri analiz edilmeye çalışılacaktır. Ayrıca Türkiye’nin İncirlik üssünü açarak ABD liderliğinde kurulmuş uluslararası koalisyona aktif destek vermesi ve Suriye’de güvenli bölgenin oluşturulması hususundaki tutumu değerlendirilecektir. 

Türkiye’nin IŞİD ile Mücadeledeki Temel Yaklaşımı

IŞİD’in 10 Haziran 2014 tarihinde Musul’u kontrol etmesinin ardından Irak’ta ve Suriye’de ilerlemesi, bölgede ciddi ölçekli bir terör sorununa kaynaklık etmektedir. IŞİD’e yönelik mücadelede, hem bölgesel hem de uluslararası anlamda farklı yaklaşımlar doğrultusunda hareket edildiği izlenimi mevcuttur. IŞİD’e karşı sürdürülen mücadelede amaç, hedef ve strateji hususlarının yeterince net olmaması, Türkiye’nin bu örgüte karşı mücadeledeki tutumunda kendini hissettirmektedir. 

IŞİD’in Irak’taki ilerleyişini engellemek amacıyla ABD öncülüğünde 2014 yılının Eylül ayında kurulan uluslararası koalisyonda, Türkiye fiili bir katılımcı olarak yer almamıştı. Hatta Suudi Arabistan’ın Cidde kentindeki IŞİD ile mücadele konferansında yayımlanan deklarasyonu da Türkiye imzalamamıştı. Ankara’nın uluslararası koalisyonun aldığı kararlara sözlü olarak destek vermesinin ise iki temel nedeni bulunmaktaydı: Öncelikle Türkiye, IŞİD’in Musul Başkonsolosluğu ’ndan rehin aldığı 49 vatandaşının can güvenliğini tehlikeye atmak istememiştir.   
İkinci olarak ise Irak ve Suriye ile sınır komşusu olunmasından dolayı IŞİD tehdidinin Türkiye üzerinde daha fazla hissedilebileceği öngörülmüştür.

Öte yandan ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyona destek veren 60 ülkenin, IŞİD ile mücadele noktasında izlemiş olduğu çeşitli yöntem ve stratejilerin belirsizliğinden söz edilebilir. Çünkü IŞİD’e yönelik savaşta izlenen stratejilerin, Irak ve Suriye üzerinde farklılaştığı görülmektedir. 

Örneğin; Irak’ta uluslararası koalisyonun IŞİD’e karşı düzenlediği operasyonlar sayıca Suriye’dekilerden daha fazladır. Türkiye’nin IŞİD ile mücadeleye aktif destek verebilmesi için üç şartı bulunmaktadır: Bunlardan ilki Suriye’de sadece IŞİD ile mücadele edilmemesi, ayrıca ülkedeki Esed rejiminin de devrilmesi doğrultusunda çaba sarf edilmesi yönündedir. İkincisi, Türkiye sınırına yakın Suriye topraklarında güvenli bölge ve uçuşa yasak bölgenin ilan edilmesidir. 
Bir diğeri ise Esed rejimine karşı savaşan mutedil silahlı muhalif güçlerin eğitilmeleri ve silahlandırılmaları şeklinde tezahür etmektedir.

Bu bağlamda Türkiye’nin IŞİD’e karşı mücadelede öne sürmüş olduğu taleplere ilişkin bir değerlendirme yapıldığında; bu talepler ile ABD’nin Suriye’ye ve IŞİD’e yönelik politikalarının örtüşmediği görülmektedir. ABD’nin hem Suriye krizine yaklaşımında hem de IŞİD ile mücadeleye dair tutumunda bazı çelişkilerin mevcuttur. ABD’nin Suriye’deki IŞİD’e yönelik hava operasyonlarının neredeyse tamamı, ülkenin kuzeyindeki bölgelere düzenlenmektedir. Şu hususa dikkat çekmekte yarar vardır ki Irak’ta IŞİD’e karşı verilen mücadelede koalisyon güçleri; Irak güvenlik güçleri ve Peşmergeler ile birlikte hareket etmektedir. Suriye’de ise IŞİD’den geri alınan bölgelerin çoğunluğunun, PKK terör 
örgütünün Suriye uzantısı olan PYD’nin kontrolüne bırakıldığı görünmektedir. Bu nedenle -Eylül 2014’ten bu yana- uluslararası koalisyonca terör veya IŞİD ile mücadele doğrultusunda izlenen stratejiler neticesinde, örgütün Irak’taki (Bağdat ve Erbil gibi) ve Suriye’deki (PYD’nin kurduğu kantonlara) belirli bölgelere ilerleyebilmesi gibi bir gelişmenin önüne geçilmiştir. Bu Türkiye’nin IŞİD ile mücadele noktasında kurulmuş uluslararası koalisyona aktif destek vermemesinin en önemli sebeplerinden birisini, yukarıda belirtilen çelişkiler oluşturmaktadır. 

Ayrıca IŞİD’e karşı mücadele hedefiyle kurulmuş, anti-terörizm nitelikli uluslararası koalisyon güçlerine bölge ülkelerinden katılım olmuşsa da güvenlik çerçevesinde bölgesel bir işbirliğine yine de ihtiyaç bulunmaktadır. Başta Türkiye, İran ve Suudi Arabistan olmak üzere diğer Arap ülkelerinden de etkin destek alınması yoluyla bölgesel düzlemde kurulabilecek kollektif nitelikli bir güvenlik ve istihbarat paylaşımı ağına büyük gereksinim vardır. Ancak böylesi bir işbirliğinin kurulabilmesi için bölgesel güç mücadelesinin ve rekabetin geri planda tutulması gerekir.

Ankara’nın IŞİD’e yönelik mücadele meselesindeki tutumunun değişmesi çerçevesinde ise terör örgütüne katılmış 1200 Türk vatandaşının orta ve uzun vadede Türkiye açısından ciddi bir ulusal güvenlik tehdidi olarak değerlendirilme si kuvvetle muhtemeldir. Özellikle IŞİD’in Türkiye topraklarında düzenlediği saldırı eylemleri, Ankara’nın uluslararası koalisyon gücü içerisinde aktif şekilde rol almasına neden olmuştur. 

Şu noktaya değinmek gerekir ki IŞİD ve benzeri diğer terör örgütleri sadece eylem yaptıkları ülkelerde tehdit oluşturmamakta, tüm bölge için tehlike arz etmektedir. Türkiye, IŞİD terör örgütü nedeniyle ciddi anlamda ekonomik zarara uğramıştır. Bilhassa IŞİD’in Musul’u kontrol etmesinin ardından Türkiye’nin Irak’a yaptığı ihracatta önemli düşüşler söz konusu olmuştur.

Suriye Krizi ve Güvenli Bölge Bağlamında Türkiye

Suriye krizi, Türkiye’nin Orta Doğu coğrafyasına yönelik dış politikasında önemli bir kırılma noktasıdır. Suriye krizi çerçevesinde Ankara’nın Esed rejimine karşı izlediği politikalar netice itibariyle Orta Doğu’daki çeşitli diplomatik ilişkileri olumsuz etkilemiştir. Zira coğrafi olarak Orta Doğu’da yer almasına karşın Suriye içerisindeki gelişmelerin, küresel bir krize ve güç mücadelesine dönüştüğü ifade edilebilir. Suriye krizi bölgeyi iki kutba ayırdığı gibi küresel güçleri de aynı ayrışmaya sevk etmiştir. Bu bağlamda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndeki (BMGK) daimi üyeler (ABD, İngiltere, Fransa, Çin ve Rusya) arasında da güç rekabeti yaşanmıştır. Suriye krizinde Rusya ve Çin’in Esed rejimi aleyhine alınan kararları veto etmesi BMGK içerisindeki güç rekabetini gözler önüne sermiştir. Bu nedenle Türkiye tarafından Suriye krizi ve IŞİD ile mücadele doğrultusunda sunulmuş Esed’in devrilmesi, güvenli bölgenin oluşturulması ve ılımlı silahlı Suriyeli muhaliflerin eğitilmesi gibi öneriler uluslararası güçler tarafından yeterince göz önünde bulundurulmamıştır.

Türkiye’nin önerdiği güvenli bölgenin, mevcut uluslararası güvenlik sisteminde BMGK’nin girişimi neticesinde oluşturulması gerekmektedir. 
Nitekim Irak’ın Kuveyt’i işgali sonrası hava operasyonlarının önlenmesi amacıyla BMGK, 1991 yılında 688 no’lu kararını uygulayarak 36. 
paralelin kuzeyi ve 32. paralelin güneyindeki bölgeyi Irak uçaklarının uçuşunu yasaklamıştır. 

“Başta Türkiye, İran ve Suudi Arabistan olmak üzere diğer Arap ülkelerinden de etkin destek alınması yoluyla bölgesel düzlemde kurulabilecek kollektif nitelikli 
bir güvenlik ve istihbarat paylaşımı ağına büyük gereksinim vardır. Ancak böylesi bir işbirliğinin kurulabilmesi için bölgesel güç mücadelesinin ve rekabetin geri planda tutulması gerekir.”

Böylece güvenli bölge oluşturulmuştur.1 Fakat burada şu kritik noktayı vurgulamak gerekir ki Irak’ın kuzeyi uçuşa yasak bölge ilan edilmiş olsa dahi Saddam rejimi helikopterler aracılığıyla havadan operasyonlar düzenlemeye devam etmiştir. Suriye’de oluşturulmaya çalışılan güvenli bölgenin ise Türkiye sınırındaki Suriye toprakları içerisinde yer alan Azez-Cerablus hattı boyunca 98 kilometrekare uzunluğa ve 45 kilometre derinliğe sahip bir alanda inşa edilmesi planlanmaktadır.2

Türkiye’nin IŞİD ve PKK terör örgütlerine karşı 24 Temmuz 2015 tarihinde başlattığı hava operasyonları sonrasında, Suriye’deki güvenli bölge hususu üzerine Ankara ve Washington arasındaki görüşmeler başlamıştır. ABD’nin Eylül 2014’ten bu yana IŞİD’e karşı mücadele edilebilmesi amacıyla uluslararası koalisyona İncirlik üssünün açılması şeklindeki talebine Ankara, Suriye’de güvenli bölge ve uçuşa yasak bölgenin ilan edilmesi karşılığında izin vermiştir. Fakat İncirlik üssünün uluslararası koalisyon güçlerinin kullanımına açılmasına Türkiye yönetimince izin çıkmasının ardından ABD, güvenli bölge yerine IŞİD’den arındırılmış bölgeler kavramını kullanmaya başlamıştır. Bu gelişme Ankara’nın 
Suriye’de inşa edilmesini istediği güvenli ve uçuşa yasak bölge şartlarına ilişkin, Washington yönetiminin tereddütlü olduğu izlenimini vermektedir. Bu nedenle Türkiye açısından bakıldığında güvenli bölgenin oluşturulması gibi bir durumun uluslararası hukuk teamüllerine uygun olabilmesi noktasında 1991 yılında Irak’ın kuzeyi için BMGK’den çıkan 688 no’lu karara 

Aksi takdirde Türkiye’nin bahse konu girişimibenzer bir kararın uygulanmasında fayda vardır. nin, Suriye’de işgalci konumuna düşülmesi şeklindeki bir riski bünyesinde barındırdığı söylenebilir. Dolayısıyla Türkiye ve ABD arasındaki görüşmelerde net bir sonuca ulaşılmasının ardından BMGK’da tekrar görüşülüp ortak bir karara varılması daha isabetli bir yol haritası olacaktır. Çünkü Suriye topraklarında oluşturulması planlanan güvenli bölge üzerindeki denetimin, sadece Özgür Suriye Ordusu (ÖSO)’na veya ılımlı muhalefete bırakılması yeterli olmayabilir. Bu durumun temel sebebleri şu şekilde sıralanabilir:


1. Türkiye’nin öngördüğü güvenli bölgenin etnik ve mezhepsel yapısı da göz önünde bulundurulmalıdır. Bölgede bulunan Arap, Kürt, Türkmen ve diğer etnik grupların güvenli bölgedeki siyasi, askeri, idari ve mali yapılanmada ortak bir paylaşım içerisinde bulunmalarında fayda vardır. Zira Azez-Cerablus hattında oluşturulması planlanan güvenli bölgede yaşamlarını sürdüren çeşitli etnik grup içerisinde çatışma meydana gelmesi gibi bir risk halen geçerliliğini korumaktadır. Örneğin; Kuzey Irak’ta oluşturulan güvenli bölgedeki tek hâkimiyetin Kürtlerde 
olmasına karşın Celal Talabani’nin lideri olduğu Kürdistan Yurtseverler Birliği ve Mesud Barzani’nin lideri olduğu Kürdistan Demokratik Partisi arasında Habur sınır kapısı gelirinin paylaşılması meselesinden ötürü 1994 yılından 2003 yılına kadar silahlı çatışma yaşanmıştır. Bu nedenle Suriye’de planlanan güvenli bölgenin uluslararası barış gücü himayesinde inşa edilmemesi halinde etnik-mezhepsel ayrışmaların ortaya çıkması ve daha ileri bir noktada, muhalif güçler arasında silahlı çatışmaların meydana gelmesi kuvvetle muhtemeldir. 


2. Suriye’den Türkiye’ye göç edenlerin sayısı Mart 2011’den bu yana 2 milyonu aşmıştır. Bu bağlamda uçuşa yasak bölgenin temel amacı, oluşturulan güvenli bölgeye ülkede bulunan Suriyeli mültecilerin yerleştirilmesi şeklinde ifade edilmektedir. Ancak beş yıldır Türkiye’de yaşayan ve artık ülkeye adeta yerleşmiş gibi görünen Suriyeliler (kamptakiler hariç) güvenli bölgeye gitmeyi kabul etmeyebilir. Başka bir ifadeyle dört yıl önce güvenli ve uçuşa yasak bölge kurulsaydı Türkiye’de bulunan Suriyeli mültecilerin dönüşü daha kolay olabilirdi. Ancak ülkedeki iç savaş konjonktüründen ve IŞİD gerçeğinden dolayı Suriyeliler, güvenli bölgeye yerleşme hususunda istekli davranmayabilir. Esasında 
güvenli bölge planı, oluşturulacağı sınır hattı çerçevesinde iç savaştan kaçmayan/kaçamayan bireyler açısından önemli bir adım olarak nitelendirilebilir.


Bu perspektiften Ankara-Washington hattındaki gelişmeler değerlendirildiğinde, Türkiye’nin İncirlik üssünü ABD’ye ve uluslararası koalisyon güçlerine açması neticesinde IŞİD ile mücadelede elde edilecek kazanım, güvenli bölgenin oluşturulması hedefinden daha fazla önem taşımaktadır. Çünkü İncirlik üssünün ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyon güçlerine hem zaman hem de maliyet konusunda katkısı vardır. IŞİD ile mücadele sürecinde, koalisyon güçlerine ait uçakların Ürdün ve Körfez ülkelerindeki farklı askeri üslerden havalandırılmaları suretiyle Irak’taki ve Suriye’deki hava operasyonları düzenlenmektedir. Ürdün ve Körfez’den havalanan uçak yaklaşık 1000 mil (1609 kilometre) yol kat etmekte ve Suriye hava sahasında kısa süreli operasyon düzenlemektedir. Türkiye’nin izin verdiği İncirlik üssünden havalanan uçak ise 250 millik (400 kilometrelik) bir mesafeden operasyona katılmış olacak ve 6 saat havada kalabilecektir.

3 Bu bağlamda ABD’nin IŞİD’e karşı düzenlediği hava operasyonlarındaki günlük 9,4 milyon dolarlık maliyet, İncirlik üssü gelişmesine bağlı olarak azaltılabilir.4 Dahası ABD tarafından IŞİD ile mücadele edilebilmesi amacıyla düzenlenen hava operasyonlarına, Eylül 2014 ve Ağustos 2015 tarihleri arasında toplamda 3,5 milyar dolar harcanmıştır. Türkiye’nin onay vermesiyle birlikte IŞİD’e yönelik 9 Ağustos’ta düzenlenecek operasyonlara katılım sağlanabilmesi üzerine ilk etapta ABD’deki 480. Filo’ya bağlı 6 adet F-16 uçağı, Adana’daki İncirlik üssüne 
getirilmiştir. İncirlik üssünün koalisyon güçlerinin kullanımına açılması, Ankara-Washington arasında yapılan güvenli bölge hususundaki görüşmelerde 
Türkiye açısından daha kayda değer bir pazarlık konusu oluşturabilirdi. Türkiye, Suriyeli muhaliflerin daha rahat hareket edebilmeleri için İncirlik üssünün kullanımını güvenli bölge planına entegre etmiştir. ABD ise güvenli bölge yerine uluslararası hukukta kullanılmayan IŞİD’den arındırılmış/temiz bölge kavramını kullanmayı tercih etmiştir.

“Uçuşa yasak bölgenin temel amacı, oluşturulan güvenli bölgeye ülkede bulunan Suriyeli mültecilerin yerleştirilmesi şeklinde ifade edilmektedir. Ancak beş 
yıldır Türkiye’de yaşayan ve artık ülkeye adeta yerleşmiş gibi görünen Suriyeliler (kamptakiler hariç) güvenli bölgeye gitmeyi kabul etmeyebilir.”

Ankara’nın IŞİD’e karşı mücadele sürecindeki şartlarından birisi olarak tezahür eden Esed rejiminin devrilmesi meselesinin Washington’un gündeminde yer almamasına rağmen İncirlik üssünün koalisyon güçlerinin kullanımına açıldığı görülmektedir. Diğer yandan 16 Ağustos 2015 tarihinde The New York Times gazetesi, Almanya ve ABD’nin Suriye’den gelebilecek muhtemel bir füze saldırısını engellemek amacıyla 2013 yılında Türkiye’de konuşlandırdıkları Patriot füze savunma sistemini geri çekme yönünde karar almış olduklarını duyurmuş tur. Almanya’nın ve ABD’nin temel gerekçesi, Suriye’den Türkiye’ye yönelik herhangi bir saldırı ihtimalinin söz konusu olmadığıdır.5 Bu gerekçe de ABD’nin Esed rejiminin devrilmesi doğrultusunda herhangi bir çaba içerisinde olmadığını göstermektedir. 

Yukarıda belirtilen gelişmeler ışığında Türkiye’nin sınıra yakın Suriye topraklarında güvenli bölge inşa edilmesi planı ele alındığında iki temel etmen ortaya çıkmaktadır: Bunlardan birincisi; PKK terör örgütünün Suriye’deki uzantısı PYD/YPG tarafından kurulmuş kantonların genişleyebilmelerine engel teşkil edilmesi ve beraberinde uluslararası desteğin önlenmesidir. Başka bir ifadeyle Suriye’de kısa ve orta vadede olası bir güvenli bölgenin meydana getirilmesi durumunda, 1991 yılında kuzey Irak’ta uygulanan modelde olduğu gibi tamamen Kürtlerin hâkimiyeti altındaki bir özerk bölgenin önüne geçilebilecektir. 

İkinci etmen ise, Mart 2011’den beri Esed rejiminin devrilebilmesi için Türkiye’nin desteklediği muhalif güçlerin kontrolündeki korunaklı bir bölgenin kalıcılığının sağlanabilmesidir. Bu nedenle Esed rejimi devrilmese de ülke içerisinde 98 kilometrekarelik uzunluğa ve 45 kilometrekarelik derinliğe sahip olan bir bölgenin yeniden rejim güçlerinde kontrol edilmesi zordur. Böylece Türkiye, hem Esed rejimine bağlı güvenlik güçlerini hem de PYD’nin kurduğu kantonları Suriye ile mevcut sınır kapılarından uzaklaştırabilecektir. Bütün bu ihtimaller değerlendirildiğinde Türkiye’nin İncirlik üssüne karşılık ABD’den, IŞİD ve Esed rejimiyle birlikte mücadele edilmesi gerektiği yönündeki talebi ve güvenli/uçuşa yasak bölgenin inşası ile ılımlı muhalif güçlerin eğit-donat 
programı kapsamına alınması şeklindeki istemleri Washington tarafından teorik düzlemde kabul edilmiş olsa bile pratik anlamda bu isteklerin gerçekleştirilmeleri noktasında bir gönülsüzlüğün mevcut olduğu ifade edilebilir. Özellikle güvenli bölge kavramı yerine IŞİD’den arındırılmış/temiz bölgeler kavramının kullanılması, netice itibariyle, Türkiye’nin söz konusu talebinin tam karşılığını sunmamaktadır. Bunlara ilaveten eğit-donat programı çerçevesindeki ılımlı muhalif güçler hususu ise, 2015 yılının Mayıs ayından beri Türkiye ve Ürdün’de uygulamaya konulmasına ve yılda 5 bin kişiye eğitim verilmesinin planlanmasına rağmen Suriye’deki çatışma sahasında etkisini gösterememekte dir. 

Örneğin; Temmuz ayında eğit-donat programı kapsamında eğitilmiş 30. Tümen’in Türkmen kökenli komutanı Nedim el-Hasan ile birlikte 21 kişi, el-Nusra Cephesi tarafından Halep kırsalından kaçırılmıştır. 

“Güvenli bölge kavramı yerine IŞİD’den arındırılmış/temiz bölgeler kavramının kullanılması, netice itibariyle, Türkiye’nin söz konusu talebinin tam karşılığını sunmamaktadır.”

Şu hususa dikkat çekmekte yarar vardır ki ABD’nin eğit-donat programına destek vermesindeki temel amaç, eğitilenlerin Esed rejimine karşı savaşmalarını sağlayabilmek değildir. Bu bağlamda ABD’nin temel hedefi, havadan uluslararası koalisyon güçleri ile karadan da söz konusu program kapsamında eğitilmiş Suriyeli muhalif savaşçılar aracılığıyla IŞİD’e karşı kapsamlı bir şekilde mücadelenin sağlanmasıdır. Dolayısıyla eğit-donat programının Suriyeli muhaliflerin Mart 2011’den bu yana Esed rejiminin devrilmesi hedefinden uzaklaştığını söylemek mümkündür. 

Sonuç:

Orta Doğu coğrafyasında cereyan eden gelişmeler dikkate alındığında Arap uyanışı/baharı ile birlikte bölgesel ve küresel aktörlerin güç mücadelesinde, etnik ve dini (Şii-Sünni) gerilimde ve devlet dışı silahlı örgüt sayısında artış gözlemlenmektedir. Bu açıdan Türkiye’nin Orta Doğu’ya yönelik dış politikasını gözden geçirmesinde yarar vardır. Ayrıca Arap dünyasında yaşanan halk gösterileri ile Tunus, Mısır, Libya ve Yemen’de değişen iktidarlar bölgesel dengelerin değişmesine yol açmıştır. Bununla birlikte Suriye’deki iç savaşın her geçen gün daha kanlı boyutlara ulaşması ve uzaması bir an önce bölgesel ve küresel konsensüsün sağlanmasını gerektirmektedir. 

Özellikle IŞİD’in hem Irak’ta hem de Suriye’de güç kazanması ve ilerlemesi bölgesel bir terör tehdidini beraberinde getirmektedir. 
Şu hususa dikkat çekmek gerekir ki Orta Doğu’daki sorunları çözmenin yolu bölgesel işbirliği ve küresel ittifaklardan geçmektedir. 
Bununla birlikte IŞİD ile mücadele sürecinde küresel güçlerin kurduğu uluslararası koalisyonlarla somut neticelere varılması oldukça zordur.

Bu çerçeveden bakıldığında, bir taraftan 26 Mart 2015 tarihinden beri Suudi Arabistan öncülüğünde kurulan Arap koalisyonunun Yemen’deki Husi Hareketi’ne hava operasyonları düzenlemesi, diğer taraftan Tahran ile P5+1 ülkelerinin (ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin artı Almanya) nükleer müzakereler konusunda anlaşmaya varması, Orta Doğu’da yaşanan gelişmelerin politikaları fazlasıyla etkilediğinin bir göstergesidir. 

Bu sebeple Türkiye’nin 20l0 yılının Aralık ayında başlayan Arap uyanışına yönelik politikasını yalnızca halkın değişim istediğinden yana kullanması ve söz konusu tutumunda sabit kalması tutarlılık bakımından önem taşımaktadır. Fakat bölgesel ve küresel gelişmeler bağlamında bahse konu krizin Türkiye’ye ciddi maliyetlerinin olduğu da ifade edilebilir. Bilhassa Suriye krizi Türkiye’nin ekonomi ve sınır güvenliği sorunlarını -iç savaştan kaçan Suriyeli mültecilere bağlı olarak- daha da arttırabilir. Suriye komşuları içerisinde en çok Suriyeli mülteci kabul eden ve kendi bütçesinden 6 milyar dolar harcayan ülke Türkiye’dir. Dolayısıyla Arap camiasından yapılan halk gösterileri Suriye’de bir iç savaşa evrilmeseydi, Türkiye bölgesel gelişmelerden olumsuz manada etkilenmeyebilirdi. Bu bağlamda Suriye iç savaşını artık ne güvenli/uçuşa yasak bölge ne de eğit-donat programı çözebilir. Suriye’nin çözüm anahtarı bölgesel düzlemde Türkiye, İran ve Suudi Arabistan’ın ve küresel olarak ise ABD ve Rusya’nın ortak yol haritası ile mümkün olabilir. Böylesi bir kollektif plana acilen ihtiyaç vardır. Aksi halde Suriye’deki iç savaşın yıllarca sürmesi kaçınılamazdır.

Türkiye’nin Suriye’deki güvenli bölge planına, içerdiği risk ve fırsatlar doğrultusunda yukarıda değinilmiştir. Netice itibariyle Türkiye tarafından 
güvenli bölgenin inşa edilmesi durumunda, PYD’nin Suriye’nin kuzeyinde kurduğu kantonların uluslararası arenadaki zemini meşrulaşabilir. 

Başka bir tabirle Türkiye’nin inşa etmeye çalıştığı güvenli bölge planına karşılık, ABD ve batılı ülkelerin etnik ve mezhepsel unsurlara dayalı birden çok güvenli bölge sistemini Suriye’de geliştirmesi riski göz önünde bulundurulmalıdır. 

Zira Türkiye, PYD’nin Suriye’nin kuzeyindeki hareket alanını genişletmesini ve özerk bölgeleşmesini önlemek için çaba harcarken tam tersi bir tablo ortaya çıkabilir. 

BİLGESAM Hakkında

BİLGESAM, Türkiye’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından biri olarak 2008 yılında kurulmuştur. 

Kar amacı gütmeyen bağımsız bir sivil toplum kuruluşu olarak BİLGESAM; Türkiye’deki saygın akademisyenler, emekli generaller ve diplomatların 
katkıları ile çalışmalarını yürütmektedir. Ulusal ve uluslararası gündemi yakından takip eden BİLGESAM, araştırmalarını Türkiye’nin milli problemleri, dış politika ve güvenlik stratejileri, komşu ülkelerle ilişkiler ve gelişmeler üzerine yoğunlaştırmaktadır. 

BİLGESAM, Türkiye’de kamuoyuna ve karar alıcılara yerel, bölgesel ve küresel düzeydeki gelişmelere ilişkin siyasal seçenek ve tavsiyeler sunmaktadır.
Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi (BİLGESAM) 
Mecidiyeköy Yolu Caddesi, No:10, 34387 Şişli -İSTANBUL 
www.bilgesam.org 
www.bilgestrateji.com 
bilgesam@bilgesam.org Tel: 0212 217 65 91 - Fax: 0 212 217 65 93
© BİLGESAM Tüm hakları saklıdır. İzinsiz yayımlanamaz. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. 


Yazarımız; ALİ SEMİN Hakkında

Mart 2011’den beri BİLGESAM Orta Doğu araştırmaları uzmanı olarak çalışan Ali Semin, Orta Doğu siyaseti, Türkiye’nin Ortadoğu politikası, Türk-Irak ilişkileri, 
Irak’ın iç ve dış politikası, kuzey Irak’ın siyasi yapısı, Türkmenler, Iraklı Kürtlerin bölgesel ve küresel güçlerle ilişkileri, Körfez ülkeleri, İran, Suriye, Libya, Mısır, 
Tunus, Filistin sorunu, Hizbullah ve Hamas konularıyla ilgilenmektedir. Semin, 2012 yılından itibaren Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler doktora programına devam etmektedir.

DİPNOTLAR;

1 Ali Semin,”Türkiye’nin Irak Politikası Işığında Kuzey Irak Açılımı”, Bilge Strateji, Cilt 3, Sayı 5, Güz 2011,S.180-181.
2 http://bit.ly/1fHyO4M, (Erişim:15.08.2015).
3 ‘ABD 480. Hava Filosu’nu İncirlik’e kaydıracak’, 
http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/07/150729_times_abd_filo, (Erişim,15.08.2015)
4  http://bit.ly/1PVqcV5,(Erişim: 16.08.2015).
5 After Delicate Negotiations, U.S. Says It Will Pull Patriot Missiles From Turkey, 
http://www.nytimes.com/2015/08/17/world/europe/after-
delicate-negotiations-us-says-it-will-pull-patriot-missiles-
from-turkey.html?_r=0, (Erişim:25.08.2015).


***

14 Kasım 2017 Salı

Ankara-Washington Hattında Suriye İç Savaşı ve Güvenli Bölge Planı


Ankara-Washington Hattında Suriye İç Savaşı ve Güvenli Bölge Planı



Ali SEMİN
31 AGUSTOS 2015



Arap coğrafyasında 2010 yılının Aralık ayında meydana gelen halk gösterilerine bağlı olarak Tunus, Mısır, Libya ve Yemen gibi ülkelerdeki rejimlerin 
devrilmesinin ardından Orta Doğu’daki dengelerin de değişmiş olduğu görülmektedir. 

Arap Baharı / Arap uyanışı ile beraber Orta Doğu’daki siyasi, ekonomik ve güvenlik alanlarındaki istikrarsızlık da her geçen gün artmaktadır. Arap 
uyanışından sonra bölgede kendini gösteren bölgesel ve küresel aktörler arasındaki güç rekabeti, diplomatik krizlere yol açmıştır. Orta Doğu’daki 
güvenlik boşluğunun ve ekonomik sorunların artmasından mütevellit, terör örgütlerinin ve devlet dışı silahlı milis güçlerinin hareket 
alanlarını genişlettikleri ifade edebilir. Bu sebeple Türkiye’nin Arap uyanışıyla birlikte Orta Doğu’da cereyan eden kaotik ortamdan siyasi ve 
ekonomik anlamda ciddi zarar gördüğü söylenebilir. Aslında ABD’nin 2003 yılında Irak’ı işgal etmesinin ardından ülkedeki terör eylemlerinde 
yükseliş yaşanması ve İran’ın hem Şii çoğunluklu Bağdat yönetiminde etkinliğini artırması hem de Orta Doğu’da (Şam, Beyrut ve Sanaa’da) 
bölgesel bir güç haline gelmesi Şii-Sünni gerilimini tırmandırmıştır. 

Türkiye 2011 yılına kadar dış politika ve kamu diplomasisi anlamında Orta Doğu’daki Şii-Sünni bloğun arasında dengeli bir siyaset izleyebilmiştir. 
Fakat Arap uyanışı sonrasında bölgedeki etnik, mezhepsel ve ideolojik ayrışmaların netleşmesi ve yükselişe geçmesi ile birlikte Türkiye’nin dengeli bir dış politika izlediğine yönelik algının değiştiği söylenebilir. 

IŞİD’in Irak’taki ve Suriye’deki ilerleyişine paralel olarak güç kazanması ve terörle mücadele konusunda bölgesel düzlemde güvenlik alanında 
işbirliğinin gerçekleştirilemeyişi Orta Doğu’daki krizleri beslemektedir. ABD öncülüğünde IŞİD’e karşı verilen mücadeleye Ankara’nın 
başlangıçtan itibaren temkinli yaklaşması, farklı yorumlara neden olmuştur. Ayrıca Türkiye’nin kuzey Irak’ın Kandil bölgesine ve PKK terör örgütüne 
yönelik hava operasyonları düzenlemesi, Bağdat hükümetinin tepkisine yol açmıştır. Bu yazıda Türkiye’nin IŞİD ile mücadelesinin 
etkileri analiz edilmeye çalışılacaktır. Ayrıca Türkiye’nin İncirlik üssünü açarak ABD liderliğinde kurulmuş uluslararası koalisyona aktif 
destek vermesi ve Suriye’de güvenli bölgenin oluşturulması hususundaki tutumu değerlendirilecektir. 


Türkiye’nin IŞİD ile Mücadeledeki Temel Yaklaşımı

IŞİD’in 10 Haziran 2014 tarihinde Musul’u kontrol etmesinin ardından Irak’ta ve Suriye’de ilerlemesi, bölgede ciddi ölçekli bir terör sorununa 
kaynaklık etmektedir. IŞİD’e yönelik mücadelede, hem bölgesel hem de uluslararası anlamda farklı yaklaşımlar doğrultusunda hareket edildiği 
izlenimi mevcuttur. IŞİD’e karşı sürdürülen mücadelede amaç, hedef ve strateji hususlarının yeterince net olmaması, Türkiye’nin bu örgüte 
karşı mücadeledeki tutumunda kendini hissettirmektedir. IŞİD’in Irak’taki ilerleyişini engellemek amacıyla ABD öncülüğünde 2014 yılının 
Eylül ayında kurulan uluslararası koalisyonda, Türkiye fiili bir katılımcı olarak yer almamıştı. Hatta Suudi Arabistan’ın Cidde kentindeki IŞİD 
ile mücadele konferansında yayımlanan deklarasyonu da Türkiye imzalamamıştı. Ankara’nın uluslararası koalisyonun aldığı kararlara sözlü 
olarak destek vermesinin ise iki temel nedeni bulunmaktaydı: Öncelikle Türkiye, IŞİD’in Musul Başkonsolosluğu’ndan rehin aldığı 49 vatandaşının 
can güvenliğini tehlikeye atmak istememiştir. İkinci olarak ise Irak ve Suriye ile sınır komşusu olunmasından dolayı IŞİD tehdidinin 
Türkiye üzerinde daha fazla hissedilebileceği öngörülmüştür.

Öte yandan ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyona destek veren 60 ülkenin, IŞİD ile mücadele noktasında izlemiş olduğu çeşitli yöntem ve 
stratejilerin belirsizliğinden söz edilebilir. Çünkü IŞİD’e yönelik savaşta izlenen stratejilerin, Irak ve Suriye üzerinde farklılaştığı görülmektedir. 

Örneğin; Irak’ta uluslararası koalisyonun IŞİD’e karşı düzenlediği operasyonlar sayıca Suriye’dekilerden daha fazladır. Türkiye’nin IŞİD 
ile mücadeleye aktif destek verebilmesi için üç şartı bulunmaktadır: Bunlardan ilki Suriye’de sadece IŞİD ile mücadele edilmemesi, ayrıca 
ülkedeki Esed rejiminin de devrilmesi doğrultusunda çaba sarf edilmesi yönündedir. İkincisi, Türkiye sınırına yakın Suriye topraklarında güvenli 
bölge ve uçuşa yasak bölgenin ilan edilmesidir. Bir diğeri ise Esed rejimine karşı savaşan mutedil silahlı muhalif güçlerin eğitilmeleri ve 
silahlandırılmaları şeklinde tezahür etmektedir.

Bu bağlamda Türkiye’nin IŞİD’e karşı mücadelede öne sürmüş olduğu taleplere ilişkin bir değerlendirme yapıldığında; bu talepler ile ABD’nin Suriye’ye ve IŞİD’e yönelik politikalarının örtüşmediği görülmektedir. ABD’nin hem Suriye krizine yaklaşımında hem de IŞİD ile mücadeleye dair tutumunda bazı çelişkilerin mevcuttur. ABD’nin Suriye’deki IŞİD’e yönelik hava operasyonlarının neredeyse tamamı, ülkenin kuzeyindeki bölgelere düzenlenmektedir. Şu hususa dikkat çekmekte yarar vardır ki Irak’ta IŞİD’e karşı verilen mücadelede koalisyon güçleri; 

Irak güvenlik güçleri ve Peşmergeler ile birlikte hareket etmektedir. Suriye’de ise IŞİD’den geri alınan bölgelerin çoğunluğunun, PKK terör 
örgütünün Suriye uzantısı olan PYD’nin kontrolüne bırakıldığı görünmektedir. 

Bu nedenle 

-Eylül 2014’ten bu yana- uluslararası koalisyonca terör veya IŞİD ile mücadele doğrultusunda izlenen stratejiler neticesinde, örgütün Irak’taki 
(Bağdat ve Erbil gibi) ve Suriye’deki (PYD’nin kurduğu kantonlara) belirli bölgelere ilerleyebilmesi gibi bir gelişmenin önüne geçilmiştir. Bu bağlamda Türkiye’nin IŞİD ile mücadele noktasında kurulmuş uluslararası koalisyona aktif destek vermemesinin en önemli sebeplerinden birisini, yukarıda belirtilen çelişkiler oluşturmaktadır. Ayrıca IŞİD’e karşı mücadele hedefiyle kurulmuş, anti-terörizm nitelikli uluslararası koalisyon güçlerine bölge ülkelerinden katılım olmuşsa da güvenlik çerçevesinde bölgesel bir işbirliğine yine de ihtiyaç bulunmaktadır. 

Başta Türkiye, İran ve Suudi Arabistan olmak üzere diğer Arap ülkelerinden de etkin destek alınması yoluyla bölgesel düzlemde kurulabilecek kollektif 
nitelikli bir güvenlik ve istihbarat paylaşımı ağına büyük gereksinim vardır. Ancak böylesi bir işbirliğinin kurulabilmesi için bölgesel güç mücadelesinin 
ve rekabetin geri planda tutulması gerekir.

Ankara’nın IŞİD’e yönelik mücadele meselesindeki tutumunun değişmesi çerçevesinde ise terör örgütüne katılmış 1200 Türk vatandaşının orta ve uzun vadede Türkiye açısından ciddi bir ulusal güvenlik tehdidi olarak değerlendirilmesi kuvvetle muhtemeldir. Özellikle IŞİD’in Türkiye 
topraklarında düzenlediği saldırı eylemleri, Ankara’nın uluslararası koalisyon gücü içerisinde aktif şekilde rol almasına neden olmuştur. 

Şu noktaya değinmek gerekir ki IŞİD ve benzeri diğer terör örgütleri sadece eylem yaptıkları ülkelerde tehdit oluşturmamakta, tüm bölge için 
tehlike arz etmektedir. Türkiye, IŞİD terör örgütü nedeniyle ciddi anlamda ekonomik zarara uğramıştır. Bilhassa IŞİD’in Musul’u kontrol etmesinin ardından Türkiye’nin Irak’a yaptığı ihracatta önemli düşüşler söz konusu olmuştur.

Suriye Krizi ve Güvenli Bölge Bağlamında Türkiye

Suriye krizi, Türkiye’nin Orta Doğu coğrafyasına yönelik dış politikasında önemli bir kırılma noktasıdır. Suriye krizi çerçevesinde Ankara’nın Esed rejimine karşı izlediği politikalar netice itibariyle Orta Doğu’daki çeşitli diplomatik ilişkileri olumsuz etkilemiştir. Zira coğrafi olarak Orta Doğu’da yer almasına karşın Suriye içerisindeki gelişmelerin, küresel bir krize ve güç mücadelesine dönüştüğü ifade edilebilir. Suriye krizi bölgeyi iki kutba ayırdığı gibi küresel güçleri de aynı ayrışmaya sevk etmiştir. Bu bağlamda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndeki (BMGK) daimi üyeler (ABD, İngiltere, Fransa, Çin ve Rusya) arasında da güç rekabeti yaşanmıştır. Suriye krizinde Rusya ve Çin’in Esed rejimi aleyhine alınan kararları veto etmesi BMGK içerisindeki güç rekabetini gözler önüne sermiştir. 

Bu nedenle Türkiye tarafından Suriye krizi ve IŞİD ile mücadele doğrultusunda sunulmuş Esed’in devrilmesi, güvenli bölgenin oluşturulması ve ılımlı silahlı Suriyeli muhaliflerin eğitilmesi gibi öneriler uluslararası güçler tarafından yeterince göz önünde bulundurulmamıştır.

Türkiye’nin önerdiği güvenli bölgenin, mevcut uluslararası güvenlik sisteminde BMGK’nin girişimi neticesinde oluşturulması gerekmektedir. Nitekim Irak’ın Kuveyt’i işgali sonrası hava operasyonlarının önlenmesi amacıyla BMGK, 1991 yılında 688 no’lu kararını uygulayarak 36. paralelin kuzeyi ve 32. paralelin güneyindeki bölgeyi Irak uçaklarının uçuşunu yasaklamıştır. 

“Başta Türkiye, İran ve Suudi Arabistan olmak üzere diğer Arap ülkelerinden de etkin destek alınması yoluyla bölgesel düzlemde kurulabilecek kollektif nitelikli bir güvenlik ve istihbarat paylaşımı ağına büyük gereksinim vardır. Ancak böylesi bir işbirliğinin kurulabilmesi için bölgesel güç mücadelesinin ve rekabetin geri planda tutulması gerekir.”

Böylece güvenli bölge oluşturulmuştur.1 Fakat burada şu kritik noktayı vurgulamak gerekir ki Irak’ın kuzeyi uçuşa yasak bölge ilan edilmiş 
olsa dahi Saddam rejimi helikopterler aracılığıyla havadan operasyonlar düzenlemeye devam etmiştir. Suriye’de oluşturulmaya çalışılan güvenli bölgenin ise Türkiye sınırındaki Suriye toprakları içerisinde yer alan Azez-Cerablus hattı boyunca 98 kilometrekare uzunluğa ve 45 kilometre derinliğe sahip bir alanda inşa edilmesi planlanmaktadır.2

Türkiye’nin IŞİD ve PKK terör örgütlerine karşı 24 Temmuz 2015 tarihinde başlattığı hava operasyonları sonrasında, Suriye’deki güvenli bölge 
hususu üzerine Ankara ve Washington arasındaki görüşmeler başlamıştır. ABD’nin Eylül 2014’ten bu yana IŞİD’e karşı mücadele edilebilmesi 
amacıyla uluslararası koalisyona İncirlik üssünün açılması şeklindeki talebine Ankara, Suriye’de güvenli bölge ve uçuşa yasak bölgenin ilan edilmesi karşılığında izin vermiştir. Fakat İncirlik üssünün uluslararası koalisyon güçlerinin kullanımına açılmasına Türkiye yönetimince izin çıkmasının ardından ABD, güvenli bölge yerine IŞİD’den arındırılmış bölgeler kavramını kullanmaya başlamıştır. Bu gelişme Ankara’nın Suriye’de inşa edilmesini istediği güvenli ve uçuşa yasak bölge şartlarına ilişkin, Washington yönetiminin tereddütlü olduğu izlenimini vermektedir. Bu nedenle Türkiye açısından bakıldığında güvenli bölgenin oluşturulması gibi bir durumun uluslararası hukuk teamüllerine uygun 
olabilmesi noktasında 1991 yılında Irak’ın kuzeyi için BMGK’den çıkan 688 no’lu karara benzer bir kararın uygulanmasında fayda vardır. 

Aksi takdirde Türkiye’nin bahse konu girişiminin, Suriye’de işgalci konumuna düşülmesi şeklindeki bir riski bünyesinde barındırdığı söylenebilir. 

Dolayısıyla Türkiye ve ABD arasındaki görüşmelerde net bir sonuca ulaşılmasının ardından BMGK’da tekrar görüşülüp ortak bir karara varılması daha isabetli bir yol haritası olacaktır. 

Çünkü Suriye topraklarında oluşturulması planlanan güvenli bölge üzerindeki denetimin, sadece Özgür Suriye Ordusu (ÖSO)’na veya ılımlı muhalefete bırakılması yeterli olmayabilir. Bu durumun temel sebebleri şu şekilde sıralanabilir:

1. Türkiye’nin öngördüğü güvenli bölgenin etnik ve mezhepsel yapısı da göz önünde bulundurulmalıdır. Bölgede bulunan Arap, Kürt, Türkmen ve diğer etnik grupların güvenli bölgedeki siyasi, askeri, idari ve mali yapılanmadaortak bir paylaşım içerisinde bulunmalarında fayda vardır. Zira Azez-Cerablus hattında oluşturulması planlanan güvenli bölgede yaşamlarını sürdüren çeşitli etnik grup içerisinde çatışma meydana gelmesi gibi bir risk halen geçerliliğini korumaktadır. Örneğin; Kuzey Irak’ta oluşturulan güvenli bölgedeki tek hâkimiyetin Kürtlerde 
olmasına karşın Celal Talabani’nin lideri olduğu Kürdistan Yurtseverler Birliği ve Mesud Barzani’nin lideri olduğu Kürdistan Demokratik Partisi arasında Habur sınır kapısı gelirinin paylaşılması meselesinden ötürü 1994 yılından 2003 yılına kadar silahlı çatışma yaşanmıştır. Bu nedenle Suriye’de planlanan güvenli bölgenin uluslararası barış gücü himayesinde inşa edilmemesi halinde etnik-mezhepsel ayrışmaların ortaya çıkması ve daha ileri bir noktada, muhalif güçler arasında silahlı çatışmaların meydana gelmesi kuvvetle muhtemeldir. 

2. Suriye’den Türkiye’ye göç edenlerin sayısı Mart 2011’den bu yana 2 milyonu aşmıştır. Bu bağlamda uçuşa yasak bölgenin temel amacı, oluşturulan güvenli bölgeye ülkede bulunan Suriyeli mültecilerin yerleştirilmesi şeklinde ifade edilmektedir. Ancak beş yıldır Türkiye’de yaşayan ve artık ülkeye adeta yerleşmiş gibi görünen Suriyeliler (kamptakiler hariç) güvenli bölgeye gitmeyi kabul etmeyebilir. Başka bir ifadeyle dört yıl önce güvenli ve uçuşa yasak bölge kurulsaydı Türkiye’de bulunan Suriyeli mültecilerin dönüşü daha kolay olabilirdi. Ancak ülkedeki iç savaş konjonktüründen ve IŞİD gerçeğinden dolayı Suriyeliler, güvenli bölgeye yerleşme hususunda istekli davranmayabilir. Esasında 
güvenli bölge planı, oluşturulacağı sınır hattı çerçevesinde iç savaştan kaçmayan/kaçamayan bireyler açısından önemli bir adım olarak nitelendirilebilir.

Bu perspektiften Ankara-Washington hattındaki gelişmeler değerlendirildiğinde, Türkiye’nin İncirlik üssünü ABD’ye ve uluslararası koalisyon 
güçlerine açması neticesinde IŞİD ile mücadelede elde edilecek kazanım, güvenli bölgenin oluşturulması hedefinden daha fazla önem taşımaktadır. 
Çünkü İncirlik üssünün ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyon güçlerine hem zaman hem de maliyet konusunda katkısı vardır. 
IŞİD ile mücadele sürecinde, koalisyon güçlerine ait uçakların Ürdün ve Körfez ülkelerindeki farklı askeri üslerden havalandırılmaları suretiyle 
Irak’taki ve Suriye’deki hava operasyonları düzenlenmektedir. Ürdün ve Körfez’den havalanan uçak yaklaşık 1000 mil (1609 kilometre) yol kat etmekte ve Suriye hava sahasında kısa süreli operasyon düzenlemektedir. Türkiye’nin izin verdiği İncirlik üssünden havalanan uçak ise 250 millik (400 kilometrelik) bir mesafeden operasyona katılmış olacak ve 6 saat havada kalabilecektir.

3 Bu bağlamda ABD’nin IŞİD’e karşı düzenlediği hava operasyonlarındaki günlük 9,4 milyon dolarlık maliyet, İncirlik üssü gelişmesine bağlı olarak azaltılabilir.4 Dahası ABD tarafından IŞİD ile mücadele edilebilmesi amacıyla düzenlenen hava operasyonlarına, Eylül 2014 ve Ağustos 2015 tarihleri arasında toplamda 3,5 milyar dolar harcanmıştır. Türkiye’nin onay vermesiyle birlikte IŞİD’e yönelik 9 Ağustos’ta düzenlenecek operasyonlara katılım sağlanabilmesi üzerine ilk etapta ABD’deki 480. Filo’ya bağlı 6 adet F-16 uçağı, Adana’daki İncirlik üssüne 
getirilmiştir. İncirlik üssünün koalisyon güçlerinin kullanımına açılması, Ankara-Washington arasında yapılan güvenli bölge hususundaki görüşmelerde 
Türkiye açısından daha kayda değer bir pazarlık konusu oluşturabilirdi. Türkiye, Suriyeli muhaliflerin daha rahat hareket edebilmeleri için İncirlik üssünün kullanımını güvenli bölge planına entegre etmiştir. ABD ise güvenli bölge yerine uluslararası hukukta kullanılmayan IŞİD’den arındırılmış/temiz bölge kavramını kullanmayı tercih etmiştir.

 < “Uçuşa yasak bölgenin temel amacı, oluşturulan güvenli bölgeye ülkede bulunan Suriyeli mültecilerin yerleştirilmesi şeklinde ifade edilmektedir. Ancak beş yıldır Türkiye’de yaşayan ve artık ülkeye adeta yerleşmiş gibi görünen Suriyeliler (kamptakiler hariç) güvenli bölgeye gitmeyi kabul etmeyebilir.” >

Ankara’nın IŞİD’e karşı mücadele sürecindeki şartlarından birisi olarak tezahür eden Esed rejiminin devrilmesi meselesinin Washington’un 
gündeminde yer almamasına rağmen İncirlik üssünün koalisyon güçlerinin kullanımına açıldığı görülmektedir. Diğer yandan 16 Ağustos 
2015 tarihinde The New York Times gazetesi, Almanya ve ABD’nin Suriye’den gelebilecek muhtemel bir füze saldırısını engellemek amacıyla 
2013 yılında Türkiye’de konuşlandırdıkları Patriot füze savunma sistemini geri çekme yönünde karar almış olduklarını duyurmuştur. 
Almanya’nın ve ABD’nin temel gerekçesi, Suriye’den Türkiye’ye yönelik herhangi bir saldırı ihtimalinin söz konusu olmadığıdır.5 

Bu gerekçe de ABD’nin Esed rejiminin devrilmesi doğrultusunda herhangi bir çaba içerisinde olmadığını göstermektedir. 

Yukarıda belirtilen gelişmeler ışığında Türkiye’nin sınıra yakın Suriye topraklarında güvenli bölge inşa edilmesi planı ele alındığında 
iki temel etmen ortaya çıkmaktadır: 

Bunlardan birincisi; PKK terör örgütünün Suriye’deki uzantısı PYD/YPG tarafından kurulmuş kantonların genişleyebilmelerine engel teşkil edilmesi 
ve beraberinde uluslararası desteğin önlenmesidir. 
Başka bir ifadeyle Suriye’de kısa ve orta vadede olası bir güvenli bölgenin meydana getirilmesi durumunda, 1991 yılında kuzey Irak’ta 
uygulanan modelde olduğu gibi tamamen Kürtlerin hâkimiyeti altındaki bir özerk bölgenin önüne geçilebilecektir. 

İkinci etmen ise, Mart 2011’den beri Esed rejiminin devrilebilmesi için Türkiye’nin desteklediği muhalif güçlerin kontrolündeki korunaklı bir bölgenin kalıcılığının sağlanabilmesidir. Bu nedenle Esed rejimi devrilmese de ülke içerisinde 98 kilometrekarelik uzunluğa ve 45 kilometrekarelik derinliğe 
sahip olan bir bölgenin yeniden rejim güçlerinde kontrol edilmesi zordur. Böylece Türkiye, hem Esed rejimine bağlı güvenlik güçlerini hem de 
PYD’nin kurduğu kantonları Suriye ile mevcut sınır kapılarından uzaklaştırabilecektir. Bütün bu ihtimaller değerlendirildiğinde Türkiye’nin 
İncirlik üssüne karşılık ABD’den, IŞİD ve Esed rejimiyle birlikte mücadele edilmesi gerektiği yönündeki talebi ve güvenli/uçuşa yasak bölgenin 
inşası ile ılımlı muhalif güçlerin eğit-donat programı kapsamına alınması şeklindeki istemleri Washington tarafından teorik düzlemde kabul 
edilmiş olsa bile pratik anlamda bu isteklerin gerçekleştirilmeleri noktasında bir gönülsüzlüğün mevcut olduğu ifade edilebilir. 

Özellikle güvenli bölge kavramı yerine IŞİD’den arındırılmış/temiz bölgeler kavramının kullanılması, netice itibariyle, Türkiye’nin söz konusu talebinin 
tam karşılığını sunmamaktadır. Bunlara ilaveten eğit-donat programı çerçevesindeki ılımlı muhalif güçler hususu ise, 2015 yılının Mayıs 
ayından beri Türkiye ve Ürdün’de uygulamaya konulmasına ve yılda 5 bin kişiye eğitim verilmesinin planlanmasına rağmen Suriye’deki 
çatışma sahasında etkisini gösterememektedir. 

Örneğin; Temmuz ayında eğit-donat programı kapsamında eğitilmiş 30. Tümen’in Türkmen kökenli komutanı Nedim el-Hasan ile birlikte 21 
kişi, el-Nusra Cephesi tarafından Halep kırsalından kaçırılmıştır. Şu hususa dikkat çekmekte yarar vardır ki ABD’nin eğit-donat programına 
destek vermesindeki temel amaç, eğitilenlerin Esed rejimine karşı savaşmalarını sağlayabilmek değildir. 


< “Güvenli bölge kavramı yerine IŞİD’den arındırılmış/temiz bölgeler kavramının kullanılması, netice itibariyle, Türkiye’nin söz konusu talebinin tam karşılığını sunmamaktadır.” >

Bu bağlamda ABD’nin temel hedefi, havadan uluslararası koalisyon güçleri ile karadan da söz konusu program kapsamında eğitilmiş Suriyeli muhalif savaşçılar aracılığıyla IŞİD’e karşı kapsamlı bir şekilde mücadelenin sağlanmasıdır. Dolayısıyla eğit-donat programının Suriyeli muhaliflerin Mart 2011’den bu yana Esed rejiminin devrilmesi hedefinden uzaklaştığını söylemek mümkündür. 

Sonuç:

Orta Doğu coğrafyasında cereyan eden gelişmeler dikkate alındığında Arap uyanışı/baharı ile birlikte bölgesel ve küresel aktörlerin güç mücadelesinde, etnik ve dini (Şii-Sünni) gerilimde ve devlet dışı silahlı örgüt sayısında artış gözlemlenmektedir. Bu açıdan Türkiye’nin Orta Doğu’ya yönelik dış politikasını gözden geçirmesinde yarar vardır. Ayrıca Arap dünyasında yaşanan halk gösterileri ile Tunus, Mısır, Libya ve Yemen’de değişen iktidarlar bölgesel dengelerin değişmesine yol açmıştır. Bununla birlikte Suriye’deki iç savaşın her geçen gün daha kanlı boyutlara ulaşması ve uzaması bir an önce bölgesel ve küresel konsensüsün sağlanmasını gerektirmektedir. 

Özellikle IŞİD’in hem Irak’ta hem de Suriye’de güç kazanması ve ilerlemesi bölgesel bir terör tehdidini beraberinde getirmektedir. 
Şu hususa dikkat çekmek gerekir ki Orta Doğu’daki sorunları çözmenin yolu bölgesel işbirliği ve küresel ittifaklardan geçmektedir. 
Bununla birlikte IŞİD ile mücadele sürecinde küresel güçlerin kurduğu uluslararası koalisyonlarla somut neticelere varılması oldukça zordur.

Bu çerçeveden bakıldığında, bir taraftan 26 Mart 2015 tarihinden beri Suudi Arabistan öncülüğünde kurulan Arap koalisyonunun Yemen’deki 
Husi Hareketi’ne hava operasyonları düzenlemesi, diğer taraftan Tahran ile P5+1 ülkelerinin (ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin artı Almanya) 
nükleer müzakereler konusunda anlaşmaya varması, Orta Doğu’da yaşanan gelişmelerin politikaları fazlasıyla etkilediğinin bir göstergesidir. 

Bu sebeple Türkiye’nin 20l0 yılının Aralık ayında başlayan Arap uyanışına yönelik politikasını yalnızca halkın değişim istediğinden yana 
kullanması ve söz konusu tutumunda sabit kalması tutarlılık bakımından önem taşımaktadır. Fakat bölgesel ve küresel gelişmeler bağlamında 
bahse konu krizin Türkiye’ye ciddi maliyetlerinin olduğu da ifade edilebilir. Bilhassa Suriye krizi Türkiye’nin ekonomi ve sınır güvenliği sorunlarını 
-iç savaştan kaçan Suriyeli mültecilere bağlı olarak- daha da arttırabilir. Suriye komşuları içerisinde en çok Suriyeli mülteci kabul eden 
ve kendi bütçesinden 6 milyar dolar harcayan ülke Türkiye’dir. Dolayısıyla Arap camiasından yapılan halk gösterileri Suriye’de bir iç savaşa 
evrilmeseydi, Türkiye bölgesel gelişmelerden olumsuz manada etkilenmeyebilirdi. Bu bağlamda Suriye iç savaşını artık ne güvenli/uçuşa 
yasak bölge ne de eğit-donat programı çözebilir. Suriye’nin çözüm anahtarı bölgesel düzlemde Türkiye, İran ve Suudi Arabistan’ın ve küresel 
olarak ise ABD ve Rusya’nın ortak yol haritası ile mümkün olabilir. Böylesi bir kollektif plana acilen ihtiyaç vardır. Aksi halde Suriye’deki iç 
savaşın yıllarca sürmesi kaçınılamazdır.

Türkiye’nin Suriye’deki güvenli bölge planına, içerdiği risk ve fırsatlar doğrultusunda yukarıda değinilmiştir. Netice itibariyle Türkiye tarafından 
güvenli bölgenin inşa edilmesi durumunda, PYD’nin Suriye’nin kuzeyinde kurduğu kantonların uluslararası arenadaki zemini meşrulaşabilir. 
Başka bir tabirle Türkiye’nin inşa etmeye çalıştığı güvenli bölge planına karşılık, ABD ve batılı ülkelerin etnik ve mezhepsel unsurlara dayalı 
birden çok güvenli bölge sistemini Suriye’de geliştirmesi riski göz önünde bulundurulmalıdır. Zira Türkiye, PYD’nin Suriye’nin kuzeyindeki 
hareket alanını genişletmesini ve özerk bölgeleşmesini önlemek için çaba harcarken tam tersi bir tablo ortaya çıkabilir. 

BİLGESAM Hakkında

BİLGESAM, Türkiye’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından biri olarak 2008 yılında kurulmuştur. 

Kar amacı gütmeyen bağımsız bir sivil toplum kuruluşu olarak BİLGESAM; Türkiye’deki saygın 
akademisyenler, emekli generaller ve diplomatların katkıları ile çalışmalarını yürütmektedir. Ulusal 
ve uluslararası gündemi yakından takip eden BİLGESAM, araştırmalarını Türkiye’nin milli problemleri, 
dış politika ve güvenlik stratejileri, komşu ülkelerle ilişkiler ve gelişmeler üzerine yoğunlaştırmaktadır. 
BİLGESAM, Türkiye’de kamuoyuna ve karar alıcılara yerel, bölgesel ve küresel düzeydeki 
gelişmelere ilişkin siyasal seçenek ve tavsiyeler sunmaktadır.

Yazar Hakkında

Mart 2011’den beri BİLGESAM Orta Doğu araştırmaları uzmanı olarak çalışan Ali Semin, Orta Doğu siyaseti, Türkiye’nin Ortadoğu politikası, 
Türk-Irak ilişkileri, Irak’ın iç ve dış politikası, kuzey Irak’ın siyasi yapısı, Türkmenler, Iraklı Kürtlerin bölgesel ve küresel güçlerle ilişkileri, Körfez ülkeleri, İran, Suriye, Libya, Mısır, Tunus, Filistin sorunu, Hizbullah ve Hamas konularıyla ilgilenmektedir. 
ALİ Semin, 2012 yılından itibaren Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler doktora programına devam etmektedir.


DİPNOTLAR;

1 Ali Semin,”Türkiye’nin Irak Politikası Işığında Kuzey Irak Açılımı”, Bilge Strateji, Cilt 3, Sayı 5, Güz 2011,S.180-181.
2 http://bit.ly/1fHyO4M, (Erişim:15.08.2015).
3 ‘ABD 480. Hava Filosu’nu İncirlik’e kaydıracak’, 
http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/07/150729_times_abd_filo, (Erişim,15.08.2015)
4 http://bit.ly/1PVqcV5,(Erişim: 16.08.2015).
5 After Delicate Negotiations, U.S. Says It Will Pull Patriot Missiles From Turkey, 
   http://www.nytimes.com/2015/08/17/world/europe/after-delicate-negotiations-us-says-it-will-pull-patriot-missiles-from-turkey.html?_r=0, 
   (Erişim:25.08.2015).

http://www.bilgesam.org/Images/Dokumanlar/0-51-20150901481245.pdf


***

5 Kasım 2017 Pazar

GERİ KABUL VE VİZE SERBESTİSİ ANLAŞMASI AB HUKUKUNA AYKIRILIĞI BÖLÜM 2

GERİ KABUL VE  VİZE SERBESTİSİ ANLAŞMASI AB HUKUKUNA AYKIRILIĞI  BÖLÜM 2




 Geri Kabul Anlaşmasının Uluslararası Hukuka Aykırılığı

AB ile Türkiye arasındaki Geri Kabul Anlaşması öncelikli olarak Uluslararası hukuka aykırılık içermektedir. Dikkate alınması gereken husus 1952 tarihli Cenevre Sözleşmesidir ve mültecilerin statüsüne ilişkin 1951 Cenevre Sözleşmesi’nin arkasındaki temel fikir yaygın olarak kabul görmektedir: “zulümden kaçan kişilere güvenli bir sığınak sağlanmalıdır”. Ne var ki, korumayı kimin sağlayacağı konusunda büyük bir anlaşmazlık vardır. “Güvenli üçüncü ülke” veya “güvenli sığınma ülkesi” kavramları, sığınmacıların kendi seçtikleri bir yere gidebilmelerine değil, koruma bulabilecekleri ilk ülkeye vardıklarında koruma talep etmeleri gerektiğine işaret eder.60 Bilindiği üzere, bir 
ülkenin güvenli sığınma ülkesi sayılması için iki temel şart vardır: ülkenin gerçek anlamda etkin koruma sağlaması ve o ülkede, kişilerin hayatlarına veya özgürlüklerine tehdit oluşturabilecek menşe ülkeye veya bir başka ülkeye gönderilme riski bulunmamasıdır. Bu koşulda, non-refoulement, yani geri göndermeme (iade edilmeme) yükümlüğü olarak bilinir.61 

Türkiye’ye güvenli bir ülke statüsü verilmesinin Cenevre Konvansiyonu’na taraf olmasına bağlı olması, uluslararası hukuk açısından gereklilik arz etmektedir. Türkiye’nin 1951 tarihli Cenevre Konvansiyonu’nu coğrafi kısıtlama ile uyguladığına, yani Batı’dan gelenleri mülteci olarak gördüğü, Doğu’dan ya da Afrika’dan gelenleri ise mülteci olarak kabul etmediği açıktır. Böyle bir çekince 
varken, Türkiye Cenevre Sözleşmesi’ne tam taraf olma koşulunu ne ölçüde yerine getirmiştir?

Hatırlamakta fayda var ki, Türkiye 1951 Mülteci Sözleşmesi’ni ve 1967 ek Protokolü’nü onaylasa da, Avrupa ülkelerinden olmayan kişileri iltica sisteminden muaf tutan coğrafi sınırlamayı henüz kaldırmış değil. Bu da, Avrupa ülkesi olmayan herhangi bir ülkedeki şiddetten veya zulümden kaçanların Türkiye’de mülteci olarak tanınmamaları ve koruma elde edememeleri anlamına geliyor. Bakıldığında, Türkiye’den Yunanistan’a geçen sığınmacıların birçoğu Orta Doğu ve Asya’dan geldiği görülmektedir.62 Bu durumda Türkiye’nin güvenli 
bir ülke statüsünde olmadığı açıktır. Sonuç itibariyle, Geri Kabul Anlaşması ile Türkiye’ye AB ülkelerinden geri gönderilecek mülteciler açısından non-refoulement (iade edilmeme) ilkesinin ihlali söz konusu olacaktır. Vurgulamakta fayda var ki, non-refoulement ilkesi kendiliğinden kabul yükümlülüğü oluşturmamakta, fiili sığınmacılar için, mülteciliğe kabul yönünde bir adım olarak kabul edilmektedir. Ayrıca ilkenin ağırlıklı olarak ileri sürülmesi 1951 Mülteci Sözleşmesi ile değil 1984 tarihli İşkenceye Karşı Sözleşme63 kapsamında başarıya ulaşmaktadır.64 Ancak ilke, her iki sözleşme kapsamında –bağlantılı olarak uygulama alanı bulmaktadır.

Geri Kabul Anlaşması AB hukuku açısından da sıkıntılı bir durum yaratmaktadır.  
AB hukuku belirli şartlar gerçekleştiğinde mültecilerin/sığınmacıların “güvenli üçüncü ülkeye” geri gönderilmelerine izin verir: “Ülkenin geri göndermeme ilkesine uyması; ülkenin kişileri işkence ya da zalimane, insanlık-dışı veya onur kırıcı muameleye uğrama riskinin olduğu ülkelere geri göndermemesi veya 
iade etmemesi; sığınmacının yaşamına ve özgürlüklerine yönelik herhangi bir tehditle karşı karşıya kalmaması, sığınmacının iltica başvurusunda bulunabilmesi ve mülteci statüsünün tanınması durumunda Mülteci Sözleşmesi’nin sağladığı tüm korumalardan faydalanabilmesi” hallerinde iadeye izin verilmektedir.65 Geri Kabul Anlaşması uyarınca, AB ülkeleri, Türkiye’den AB üyesi ülkelere giden 
yasadışı tüm kişileri Türkiye’ye geri gönderme hakkına sahip olduğu öngörülmelidir. Hatta bu kişiler, AB üyesi ülkelerden birine gittiklerinde, 
orada iltica talebinde bulunsalar bile, AB üyesi devlet onları geldikleri güvenli ülke (!) olan Türkiye’ye geri gönderecektir. Dolayısıyla iltica taleplerini kayda almayacaktır. İltica taleplerini kayda almadığı için de, bu kişilerin AB üyesi ülkelerde mülteci olarak bulunmalarının önüne geçilecektir. Ancak Türkiye’nin Güvenli Ülke Statüsünde olmadığı, durumun hukuken sıkıntılı ve tartışmalı bir alan olduğu yukarıda açıklanmıştı. 

AB yasaları, bir ülkenin ancak “Cenevre Sözleşmesi’nin hükümlerini, hiçbir coğrafi kısıtlama koymadan onaylamışsa” güvenli sayılabileceğini 
özellikle belirtir.66 Bununla birlikte Türkiye, bütün dünyada Mülteci Sözleşmesi ’ne coğrafi kısıtlama uygulayan tek ülkedir. Cenevre Sözleşmesi ve Ek Protokol açısından Türkiye “güvenli ülke” konumunda değildir. Hatta yoğun terör saldırıları, Suriye iç savaşının artık daha fazla olarak Türkiye içinde hissedilmesi-yaşanması-, Türkiye’nin komşuları ile ciddi sorunlarının olması dikkate alındığında “güvensiz ülke” konumda olduğu pratikte görülmektedir. İlave olarak, gelen mültecilerin Türkiye’de kalmayıp bir şekilde Avrupa ülkelerine geçmeye çalışmalarının altında da ülkenin “sorunlu” bir halinin olduğu görülmektedir. Bu sonuçlar neticesinde de, Geri Kabul Anlaşmasının 
AB hukukunun yaratmış olduğu, yukarıda belirtilen ilkelere, Dublin II Tüzüğü ile 2013/32/EU sayılı Direktif 39 2(a) maddesine aykırı olduğu görülmektedir. Bu nedenlerle, Geri Kabul ve Vize Serbestisi Anlaşmanın uygulanması sırasında hukuksal sorun, itiraz ve davalarla karşılaşılma olasılığı mevcuttur.

 Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Avrupa Birliği Adalet Divanı Kararları Açısından Geri Kabul Anlaşması

Geri Kabul Anlaşmasına bir de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Kararları kapsamında bakmak yararlı olacaktır. Mültecilerin (sığınmacıların) 
toplu halde göndermelerine karşı AİHM’de alınmış bir karar bulunmaktadır, Hirsi Jamaa ve Diğerleri / İtalya Davası, Büyük Daire Kararı.67 AİHM, bu kararında başvuranlara uygulanan işlemin toplu sınır dışı niteliği taşıdığına ve 4 Numaralı Protokolün 4. maddesinin ihlal edildiğine hükmetmiştir. Geri Kabul Anlaşmasında, “İltica/Sığınma” ile ilgili prosüdürel güvenceler görülebildiği kadarıyla yoktur. AİHS ve Cenevre Sözleşmesine göre ilticacının başvurusunu yapabilmesi lazım. Türkiye’den AB ülkesine-Yunanistan’a- geçti diye 
mülteciler toplu halde iade edilince, böyle bir iltica/sığınma başvurusu yapılamayacaktır. Sığınmacın/ilticanın başvurusunun o ülkedeki yargı 
tarafından incelenip bir karara bağlanması hukuken gereklidir. Bu durumda ülke mahkemesi karar verinceye kadar, ilticacının o ülkede bulunması lazım ki mahkemeye çıkıp sığınma iltica talep ettiğini, hem AİHM içtihatları, hem de uluslararası hukuktan doğan haklarını savunabilme haklarına sahip olsun. Geri Kabul Anlaşması ile tüm bunlara olanak sağlanmayacaktır ve bu da “hak ihlali” neticesini doğuracaktır. 

AİHM’nin M.S.S. / Belçika ve Yunanistan Davası Kararı68 da oldukça önemlidir. Mahkeme Yunanistan’ı Sözleşmenin 3. ve 13. maddelerine (İnsanlık Dışı ve Aşağılayıcı Muamele Yasağı ve Etkili Başvuru Hakkı) aykırılıktan, Belçika’yı mülteciyi Yunanistan’a gönderdiği için 3. ve 13. maddeye aykırılıktan tazminata hükmetmiştir. Bu kararın gerekçesini ise non-refoulement (iade edilmeme) ilkesinin ihlali şeklinde yorumlamak mümkündür. M.S.S. / Belçika ve Yunanistan davası, AB hukuku açısından önem arz eden, sığınmacıların Dublin II Düzenlemesi69 gereğince Yunanistan’a gönderilmesi ile AİHS hükümlerinin birbirine uygunluğu bakımından, AİHM için yol gösterici bir davadır. 

Mahkemenin bu kararı ile Dublin II Düzenlemesinin dayandığı temel varsayımın bir kurgu olduğunu onaylar niteliktedir: Sığınmacılara yönelik muamele, iltica belirleme prosedürlerine erişim dâhil olmak üzere, tüm Avrupa Birliği içerisinde değişiklik göstermektedir. Açıktır ki Dublin II Tüzüğü kapsamında, AB üyesi pek çok devlet ve başka ülkeler
 – Dublin II sistemine göre kendi takdirleriyle bunu yapabilecek olmalarına rağmen – uluslararası korumanın gerektirdiği sorumlulukları yüklenmektense, sığınmacıların Yunanistan’a iadesinde ısrarcı olarak durumu daha da vahimleştirmektedirler.70 Yukarıdaki kısaca açıklanan AİHM’nin kararları çerçevesinde, Ankara ile Brüksel arasındaki Geri Kabul Anlaşmasının AİHS ilkelerine ve AİHM kararlarına da aykırı olacağı hukuksal olarak nettir. Bu noktada, Geri Kabul Anlaşmasının hukuksal olarak yeni bir sıkıntılı alan yaratacağı da öngörülmelidir.

Son nokta olarak, Avrupa Birliği Adalet Divanı’nın (ABAD) görüşüne de bakmak yararlı olacaktır. Dikkate alınması gereken bir dava bulunmaktadır. Elgafaji davasında71 ABAD, AİHS’nin 3. maddesine gönderme yaparak 2004/83 sayılı Direktifin (Konsey Yönergesi 2004/83/EC (AT) Üçüncü ülke uyruklularının ya da vatansız kişilerin mülteci olarak ya da başka şekilde uluslararası korumaya muhtaç kişiler olarak nitelendirilmeleri ve statüleri ve sağlanacak korumanın içeriği için asgari standartlara ilişkin) 15. ve 2. maddelerinin AİHS’nin 
3. maddesine göre yorumlanması gerektiğine karar vermiştir.72 Bu yorum ile ABAD, AİHS’ne doğrudan atıf yapmış ve bu noktada AİHM kararlarını da gözetmiştir. Anılan bu karar çerçevesinde mülteci ya da başka şekilde uluslararası korumaya muhtaç kişiler olarak nitelendirilmeleri, 
statüleri sağlanacak koruma için AİHS’nin vurgulanan ilgili maddelerinin ve AİHM’nin kararlarının gözetilmesi gerektiği hükme bağlanmıştır. Bu karar dahi Geri Kabul Anlaşmasını hukuken tartışmalı hale getirmektedir. 

 Sonuç

Suriye iç savaşına bağlı olarak artan mültecilik akını artık sadece Türkiye’yi etkilememekte, doğrudan Avrupa Birliği’ni hem politik hem de ekonomik anlamda etkilemeye başlamıştır. Bu etkilenme ve değişim, sonuç itibariyle Türkiye-AB ilişkilerini de şekillendirmeye başlamıştır. Özellikle mültecilik akını ve gelebilecek yeni dalgaların, hem Türkiye açısından, hem de AB üyesi ülkeler açısından yeni bir siyasi ve hukuki sürece neden olduğu görülmektedir. AB’nin (ağırlıklı olarak Alman Şansölyesi Merkel’in inisiyatifinde) mültecilik akınını 
durdurma ve çözüm planında, aslında Türkiye’ye biçilen rol, mülteci akınının durdurulması karşılığında Türkiye’ye “vize serbestisi ve AB’ne üyelik sürecinde Ankara’ya destek” vaadinin ne kadar temiz bir yaklaşım olduğu tartışmalıdır. Hatta açık bir şekilde, Türkiye’ye biçilen rolün “sınır devriyeliği” veya “mültecilere karşı sınır polisliği-jandarmalık” görevi olduğunu söylemek mümkündür. Aslında hem AB, hem de Türkiye açısından öngörülen çözüm modeli, Geri Kabul ve Vize Serbestisi, gerçek bir çözüm modeli olmayıp, sadece geçici, her iki taraf açısından, kendi iç politikalarına yönelik bir girişim olduğunu, her an başarısızlıkla sonuçlanabileceğini hatırlamakta fayda bulunmaktadır. 

Geri Kabul Anlaşması ve Vize Serbestisi Anlaşması, AB hukuku ve Uluslararası hukuk açısından tartışmalı ve gri alanlar yaratmaktadır. 

Anlaşma öncelikli olarak Cenevre Sözleşmesi ve Ek Protokol hükümlerine aykırıdır ve doğrudan non-refoulement kuralını ihlal etmektedir. 
Türkiye uluslararası hukuk açısından “güvenli ülke statüsünde” değildir. Taraflar arasındaki anlaşma AB hukuku ve Dublin II Tüzüğü kapsamında da aykırılıklar içermektedir. Zira AB yasaları bir ülkenin ancak “Cenevre Sözleşmesi’nin hükümlerini, hiçbir coğrafi kısıtlama koymadan onaylamışsa” güvenli sayılabileceğini özellikle belirtir. Mevcut veriler ışığında, Türkiye’nin Cenevre Sözleşmesinin hükümlerine “coğrafi sınırlama” şartı koyması sebebiyle, anlaşmanın AB hukukuna aykırı olduğunu söylemek gerekliliktir. 

Son noktada, AİHM ve ABAD kararları uyarınca da ilgili anlaşmanın yargı kararlarına açıkça aykırı düzenlemeler içerdiğini söylemek mümkündür. Hem AİHM, hem de ABAD mültecilik ile ilgili doğrudan AİHS’nin 3 maddesine ve ilave olarak 2 ve 15. maddelerine atıfta bulunmaktadır. 

Taraflar arasındaki anlaşmada, AİHS hükümleri ve ilgili uluslararası yargı organlarının kararlarının ne ölçüde gözetil(me)diği de ayrı bir husus, önemli bir eksiklik olarak dikkat çekmektedir. AB ile Türkiye arasındaki bu anlaşmanın, her an sona ermesi veya anlaşma koşullarının taraflarca (özellikle Türkiye tarafından) yerine getiril(e)meme ihtimalini de sonuç itibariyle ön görmek yararlı olacaktır. 

DİPNOTLAR;

1 Arap Baharı olarak adlandırılan 2010 yılında Tunus’ta başlayan ve kısa süre içinde diğer Arap ülkelerine yayılan protestoların an ekseninde işsizlik, enflasyon, tek adam yönetimi, temel hak ve özgürlüklerin yetersizliği, özellikle ifade özgürlüğü-, siyasi yozlaşmalar, kötü yaşam koşulları gibi unsurlar yer almaktaydı. Ağırlıklı ve yaygın olarak, Tunus, Mısır, Libya, Yemen, Suriye, Bahreyn gibi ülkelerde yaygın ve çok şiddetli protestolar ile başlayıp şekillenmiştir. Buna karşılıkise Cezayir, Fas, Irak, Kuveyt, Lübnan, Sudan, Suudi Arabistan ve Umman gibiülkelerde küçük çaplı protestolar gerçekleşmiştir. 
Bkz. http://www.sourcewatch.org/index.php/Arab_Spring
2 https://www.hrw.org/report/2011/06/01/weve-never-seen-such-horror/crimes-against-humanity-syrian-security-forces
3 http://www.syriahr.com/en/ bkz. ayrıca: http://www.syriahr.com/en/
4 Syrian Centre for Policy Research (SCPR), “Syria Alienation and Violance impactof syria Crisis Report 2014, March 2015, Damascus – Syria”. Bkz. ayrıca: http://
www.unrwa.org/sites/default/files/alienation_and_violence_impact_of_the_syria_crisis_in_2014_eng.pdf
5 http://www.unhcr.org/turkey/home.php?content=648
6 A.g.e.
7 UNHCR Yüksek Komiseri Antonio Guterres. Bkz. http://www.unhcr.org/turhukukey/home.php?content=648
8 http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/06/150624_suriye_ekonomi
9 Bu ülkelerin kaybı Dünya Bankası verilerine göre 35 Milyar Doları aşmaktadır. Bkz.
http://europe.newsweek.com/high-cost-turkey-syrian-civil-war-403535?rm=eu
Bkz. ayrıca: http://www.worldbank.org/content/dam/Worldbank/document/
MNA/extended-summary-impact-of-ISIS.pdf
10 http://europe.newsweek.com/high-cost-turkey-syrian-civil-war-403535?rm=eu.
Bkz. ayrıca Oytun Orhan, “Effects of the Syrian Refugees on Turkey”, Orsam Report
No. 195, January 2015.
11 Bkz. Syria Alienation and Violance impact of syria Crisis Report 2014, March 2015,
Syrian Centre for Policy Research (SCPR), Damascus – Syria.
12 http://www.publicfinance.co.uk/feature/2016/01/counting-cost-refugees
13 https://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem24/yil01/ss554.pdf.
14 Bkz.“Council Decision 2014/252/EU of 14 April 2014” ayrıca bkz. “International Agreement between the European Union and the Republic of 
Turkey on the readmission of persons residing without authorisation”, Official Journal Of the EU of 07 Mai 2014 L134/3. 
15 Schengen Anlaşması. Bkz. http://eur-lex.europa.eu/legal-content/EN/TXT/?uri=URISERV%3Al33020 
16 Bülent Çiçekli, Uluslararası Hukukta Mülteciler ve Sığınmacılar, Seçkin Ankara 2009, S.15. 
17 Mesut Hakkı Caşın, “Modern Uluslararası Hukukun Temel Esasları”, Legal İstanbul 2013, S.1373.
18 Bkz. 1993 Viyana Deklarasyonu ve Eylem Planı.
19 Ademola Abass, “International Law, Text, Cases and Materials” Oxford Press 2012, S. 676.
20 Çiçekli, 2009, S.15. 
21 Thomas Musgrave, “Refugees”, in; “Public International Law, an Australian Perspective”, Edited by Sam Blay/Ryszard Piotrowicz/B. Martin Tsamenyi, Oxford 
Press, Melbourne 1997, S. 302.
22 https://www.amnesty.org.tr/icerik/37/1122/turkiye-1951-cenevre-sozlesmesi 
23 Çiçekli, 2009, S.15. 
24 Protokolün 7. Maddesi.
25 Caşın, 2013, S.1385. Bkz. ayrıca Nazlı Töre, “Uluslararası Göç Hukuku”, Turhan Kitabevi Ankara 2016, S.93.
26 https://www.amnesty.org.tr/icerik/37/1122/turkiye-1951-cenevre-sozlesmesi
27 Bkz. 2014 tarihli, 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu.
28 Caşın, 2013, S.1385.
29 Töre, 2016, S.93
30 6458 sayılı Kanun kapsamında yayımlanmıştır.
31 Töre, 2016, S.99
32 6458 sayılı kanun kapsamında yayınlanan Geçici Koruma Yönetmeliği.
33 Uluslararası Af Örgütü Mülteci Hakları Koordinatörü Volkan Görendağ’ın açıklaması. 
http://bianet.org/bianet/toplum/167434-multeci-gocmen-siginmaci-arasindaki-farklar 
34 http://www.publicfinance.co.uk/ 
35 http://data.unhcr.org/syrianrefugees/regional.php.
Bkz.ayrıca:
http://www.bbc.com/turkce/haberler/2016/02/160219_ab_turkiye_multeci_zirve
36 A.g.e. 
37 A.g.e.
38 Özellikle Paris ve Brüksel’deki saldırıları ciddi bir kırılma etkisi yaratmıştır.
39 http://www.dw.com/tr/%C3%BC%C3%A7-milyar-euro-t%C3%BCrkiyeye-gidiyor/a-19025629 
40 Çiçekli, 2009, S.15. 
41 Schengen Anlaşması, http://eur-lex.europa.eu/legal-content/EN/TXT/?uri=URISERV%3Al33020
42 Dublin II COUNCIL REGULATION (EC) No 343/2003 of 18 February 2003. 
http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=OJ:L:2003:050:0001:0010:EN:PDF
43 http://www.bbc.com/turkce/haberler/2016/01/160112_almanya_gocmen_geri 
44 Işıl Özkan, Avrupa Birliği Kamu Hukuku, Seçkin Ankara 2011, S.298.
45 Bkz. Art. 67/1 des Vertrags über die Europäische Union und des Vertrags über die Arbeitsweise der Europäischen Union. 
http://eur-lex.europa.eu/legal-content/DE/TXT/?uri=CELEX:12012E/TXT 
46 Özkan, 2011, S.298. Bkz. ayrıca: http://eur-lex.europa.eu/legal-content/DE/TXT/?uri=CELEX:12012E/TXT 
47 A.g.e.
48 Der Vertrags über die Europäische Union und des Vertrags über die Arbeitsweise der Europäischen Union.
49 Bkz. ileride Dipnot no: 64 ve 67.
50 Karl Brenke, “Distribution of refuges very uneven among EU member states-even when accounting for economic strength and total population”, DIW Economic 
Bulletin 39.2015, S.511-523.
51 Hannes Schamman, “Wenn Variationen den Alltag besitimmen. Unterschied lokaler Politikgestaltung in der Leistungsgewährung für Asylsuchende” Zeitschrift 
für Vergleichende Politikwissenschaft, Springer, Z. Vgl Polit Wiss (2015) 9:161-182. Bkz. ayrıca: Roland Bank, “Receptions for Asylum Seekers in Europe: An 
Analysis of Provision in Austria, Belgium, France, Germany and the United Kingdom”, Nordic Journal Of International Law 69:257-288, 2000.
52 http://www.mfa.gov.tr/turkiye-ab-iliskilerine-genel-bakis.tr.mfa 
53 A.g.e.
54 http://t24.com.tr/haber/ab-turkiyeye-vize-serbestisi-ekim-2016da-baslayacak,318469
55 Brüksel Zirvesinde tarafların anlaştığı kamuoyu ile paylaşılmış, ancak bu anlaşmanın orijinali henüz yayımlanmamış, ancak basına servis edildiği kısımlarıyla 72 Kriterden oluşan bir yol haritasıyla-anlaşma- sağlandığı açıklanmıştır. Basına ve kamuoyuna yansıdığı kadarıyla anlaşmanın içeriğindeki başlıca hususlar şöyledir: 
“- 15 Ekim tarihli AB Konseyi Sonuçlarına uygun olarak, Türkiye’nin katılım sürecinin yeniden canlandırılmasının gerekliliği hususunda mutabık kalmışlardır.
- Türkiye ve AB, Antalya’da düzenlenen G-20 Zirvesi Ortak Bildirisi ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 2249 sayılı kararına atıfla, terörizmle mücadelenin 
öncelik olmaya devam ettiğini teyit ederler. 
 - Her iki taraf, 17. faslın açılmasını teminen, Hükümetler arası Konferans toplanmasına ilişkin açıklamayı memnuniyetle karşılamıştır.
 - AB, Vize Yol Haritası unsurlarının tüm katılımcı Üye Devletler nezdinde karşılanmasının hızlandırılması konusunda Türkiye’nin taahhüdünü memnuniyetle karşılamıştır. Avrupa Komisyonu, Türkiye’nin Vize Serbestisi Yol Haritasını uygulamasına ilişkin ikinci ilerleme raporunu 2016 Mart ayının başında açıklayacaktır. Komisyonun 2016 sonbaharında üçüncü ilerleme raporunu sunabilmesini teminen Türkiye-AB Geri Kabul Anlaşmasının 2016 Haziran ayından itibaren tam olarak uygulanması konusunda her iki taraf anlaşmaya varmıştır.
 - Söz konusu üçüncü ilerleme raporu, Vize Serbestisi Sürecini tamamlamak, başka bir deyişle, Yol Haritasında yer alan unsurlar karşılandığında, Türk vatandaşlarının Schengen bölgesine seyahatlerinde vize uygulamasının Ekim 2016’ya kadar kaldırılmasını teminen yayınlanacaktır.
 - AB, Türkiye’de, acil ve sürekli insani yardım sağlayacaktır. Aynı zamanda, genel mali desteğini önemli ölçüde artıracaktır. Komisyon tarafından, 
Türkiye’de geçici koruma altındaki Suriyelilere ve ev sahibi topluluklara etkin ve tamamlayıcı destek sağlamak amacıyla finanse edilen faaliyetlerin 
eşgüdümünü sağlamak ve etkin hale getirmek için Türkiye için bir Sığınmacı Mali İmkanı oluşturulmuştur. 
-AB Türkiye’ye, başlangıç olarak, Birlik bütçesinden ve üye ülkelerin katkılarıyla 3 milyar Euro ilave kaynak sağlamayı taahhüt etmiştir. 
-Türkiye ve AB, Suriye’deki durumun yarattığı krizle mücadele etmek amacıyla, geçici koruma altındaki Suriyelilere destek verilmesi ve göç yönetimi çerçevesindeki mevcut işbirliğinin ilerletilmesini teminen, 15 Ekim 2015 tarihinde kabul edilen ve bugüne kadar ad referenda niteliğini haiz Ortak Eylem Planının hayata geçirilmesine karar vermişlerdir.
- Özellikle düzensiz göçmen akımına karşı sonuç alınmalıdır. Türkiye ve AB göçmen akınlarını düzenleyecek ve düzensiz göçün engellenmesine katkıda bulunacak Ortak Eylem Planını uygulama konusunda anlaşmışlardır. Türkiye ve AB göç akımlarına düzen getirmek ve düzensiz göçü engellemek üzere Ortak Eylem Planını uygulamak konusunda anlaşmışlardır.
- Sonuç olarak, her iki taraf, anlaşmaya varılmış olduğu üzere ve ivedilikle uygulanması kaydıyla, uluslararası korumaya ihtiyacı bulunmayan göçmenlerin 
Türkiye’ye ve AB’ye seyahatlerini engelleyerek, mevcut ikili geri kabul yükümlülüklerinin yerine getirilmesini temin ederek ve hızlı bir şekilde kaynak ülkelerine geri göndererek uluslararası korumaya ihtiyacı bulunmayan göçmenler konusundaki aktif işbirliğini ilerleteceklerdir.” 
Bkz. http://t24.com.tr/haber/ab-turkiyeye-vize-serbestisi-ekim-2016da-baslayacak,318469 ayrıca bkz. 
http://www.dw.com/en/eu-leaders-to-sign-agreement-with-turkey-over-migrant-flow/a-18883111
56 Bkz. bu kriterler için: http://www.dw.com/en/eu-leaders-to-sign-agreement-with-turkey-over-migrant-flow/a-18883111 
Ayrıca: 
http://t24.com.tr/haber/ab-turkiyeye-vize-serbestisi-ekim-2016da-baslayacak,318469 
http://www.dw.com/de/kommentar-historischer-eu-t%C3%BCrkei-gipfel/a-18884282 
http://www.turkishpress.co.uk/gundem/abden-turkiyeye-3-milyar-euro-h8493.html 
57 http://www.dw.com/tr/ab-vize-serbestisi-i%C3%A7in-ne-istiyor/a-19252576 
58 Kaçak Göçmen merkezleri. http://www.hurriyet.com.tr/vize-muafiyeti-icin-72-sart-40021126 
59 Kaçak Göçmen merkezleri. http://www.hurriyet.com.tr/vize-muafiyeti-icin-72-sart-40021126.
60 https://www.hrw.org/tr/news/2016/03/07/287376 
61 A.g.e.
62 https://www.hrw.org/tr/news/2016/03/07/287376 
63 İşkenceye ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Muameleye veya Cezaya Karşı Sözleşme. 
Bkz. http://www.unicankara.org.tr/doc_pdf/metin1310.pdf
64 Bkz. Gökhan Taneri, Uluslararası Hukukta Mülteci ve Sığınmacıların Geri Gönderilmemesi (Non-Refloument) İlkesi, Bilge Ankara 2012, S.45.
65 https://www.hrw.org/tr/news/2016/03/07/287376
66 2013/32/EU Direktifi (yönergesi), 39 2(a) maddesi. Bkz. http://eur-lex.europa.eu/legal-content/en/ALL/?uri=celex%3A32013L0032 
67 Başvuru no: 27765/09. 23.02.2012 tarihli karar. Bkz. ayrıca: http://madde14.org/index.php?title=Hirsi_Jamaa_ve_Di%C4%9Ferleri_/_%C4%B0talya 
http://www.inhak.adalet.gov.tr/inhak_bilgi_bankasi/tematik_bilginotu/sinirdisi/toplu_sinirdisi.pdf 
68 Başvuru no: 30696/09/09. 21 Ocak 2011 tarihli karar.
69 Bkz. Dublin II Councıl Regulatıon (EC) No 343/2003 of 18 February 2003. http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=OJ:L:2003:050:0001:0010:EN:PDF 
70 https://amnesty.org.tr/icerik/37/449/avrupa-insan-haklari-mahkemesi-avrupa-birligi%E2%80%99ndeki-siginmacilarin-haklarini-koruyor 
71 Bkz. ABAD Kararı C.465/07 Rec. 2009.
72 Özkan, 2011, S.257.

Kaynakça

Ademola Abass, “International Law, Text, Cases and Materials” Oxford Press 2012.
Antonio Guterres, UNHCR Yüksek Komiseri 
http://www.unhcr.org/turkey/home.php?content=648
Bülent Çiçekli, Uluslararası Hukukta Mülteciler ve Sığınmacılar, Seçkin Ankara 2009.
Gökhan Taneri, Uluslararası Hukukta Mülteci ve Sığınmacıların Geri Gönderilmemesi (Non-Refloument) İlkesi, Bilge Ankara 2012.
Hannes Schamman, “Wenn Variationen den Alltag besitimmen. Unterschied lokaler Politikgestaltung in der Leistungsgewahrung für Asylsuchende” Zeitschrift für 
Vergleichende Politikwissenschaft, Springer, Z. Vgl Polit Wiss (2015) 9:161-182. 
Işıl Özkan, Avrupa Birliği Kamu Hukuku, Seçkin Ankara 2011.
Karl Brenke, “Distribution of refuges very uneven among EU member states-even when accounting for economic strength and total population”, DIW Economic 
Bulletin 39.2015.
Mesut Hakkı Caşın, “Modern Uluslararası Hukukun Temel Esasları”, Legal Istanbul 2013.
Nazlı Töre, Uluslararası Göç Hukuku, Turhan Kitabevi Ankara 2016.
Oytun Orhan, “Effects of the Syrian Refugees on Turkey”, Orsam Report No. 195, January 2015. 
Roland Bank, “Receptions for Asylum Seekers in Europe: An Analysis of Provision in Austria, Belgium, France, Germany and the United Kingdom”, Nordic Journal 
Of International Law 69:257-288, 2000.
Syrian Centre for Policy Research (SCPR), Syria Alienation and Violance impact of syria Crisis Report 2014, March 2015, Damascus – Syria.
Thomas Musgrave, “Refugees”, in; “Public International Law, an Australian Perspective”, Edited by Sam Blay/Ryszard Piotrowicz/B. Martin Tsamenyi, Oxford Press, Melbourne 1997.
Volkan Görendağ, Uluslararası Af Örgütü Mülteci Hakları Koordinatörü 
http://bianet.org/bianet/toplum/167434-multeci-gocmen-siginmaci-arasindaki-farklar 
Resmi Belge-Mevzuat, İçtihatlar ve Antlaşmalar1993 Viyana Deklarasyonu ve Eylem Planı.  
6458 sayılı Kanun kapsamında yayınlanan Geçici Koruma Yönetmeliği.
6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu. 359 sayılı Kanun.

ABAD Kararı C.465/07 Rec. 2009.
AİHM Kararı, Başvuru no: 30696/09/09, 21 Ocak 2011 tarihli karar.
AİHM Kararı, Başvuru no: 27765/09, 23.02.2012 tarihli karar. Council Decision 2014/252/EU of 14 April 2014.
Der Vertrag über die Europäische Union und des Vertrags über die Arbeitsweise der Europäischen Union, Art. 67/1. 
Der Vertrags über die Europäische Union und des Vertrags über die Arbeitsweise der Europäischen Union.
Directive 2013/32/EU.
Dublin II, Council Regulations (EC) No 343/2003 of 18 February 2003.
International Agreement between the European Union and the Republic of Turkey on the readmission of persons residing without authorisation, Official Journal 
Of the EU of 07 Mai 2014 L134/3. 
İşkenceye ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Muameleye veya Cezaya Karşı Sözleşme.

Schengen Agreement. The 1951 Refugee Convention and its 1967 Protocol.

İnternet Kaynakları 

http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=OJ:L:2003:050:0001:0010:EN:PDF
http://eur-lex.europa.eu/legal-content/en/ALL/?uri=celex%3A32013L0032 
http://eur-lex.europa.eu/legal-content/EN/TXT/?uri=URISERV%3Al33020
http://eur-lex.europa.eu/legal-content/DE/TXT/?uri=CELEX:12012E/TXT 
http://www.sourcewatch.org/index.php/Arab_Spring 
https://www.hrw.org/report/2011/06/01/weve-never-seen-such-horror/crimes-against-humanity-syrian-security-forces
http://www.syriahr.com/en/ 
http://www.unrwa.org/sites/default/files/alienation_and_violence_impact_of_the_syria_crisis_in_2014_eng.pdf 
http://www.unhcr.org/turkey/home.php?content=648 
https://www.hrw.org/tr/news/2016/03/07/287376 
http://www.unicankara.org.tr/doc_pdf/metin1310.pdf
https://www.amnesty.org.tr/icerik/37/1122/turkiye-1951-cenevre-sozlesmesi
http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/06/150624_suriye_ekonomi
http://www.worldbank.org/content/dam/Worldbank/document/MNA/extended-summary-impact-of-ISIS.pdf 
http://www.publicfinance.co.uk/feature/2016/01/counting-cost-refugees 
https://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem24/yil01/ss554.pdf.
http://www.mfa.gov.tr/turkiye-ab-iliskilerine-genel-bakis.tr.mfa 
http://www.publicfinance.co.uk/ 
http://data.unhcr.org/syrianrefugees/regional.php.
https://amnesty.org.tr/icerik/37/449/avrupa-insan-haklari-mahkemesi-avrupa-birligi%E2%80%99ndeki-siginmacilarin-haklarini-koruyor 
http://www.inhak.adalet.gov.tr/inhak_bilgi_bankasi/tematik_bilginotu/sinirdisi/toplu_sinirdisi.pdf
http://madde14.org/index.php?title=Hirsi_Jamaa_ve_Di%C4%9Ferleri_/_%C4%B0talya 
http://www.bbc.com/turkce/haberler/2016/02/160219_ab_turkiye_multeci_zirve
http://www.dw.com/tr/%C3%BC%C3%A7-milyar-euro-t%C3%BCrkiyeye-gidiyor/a-19025629 
http://europe.newsweek.com/high-cost-turkey-syrian-civil-war-403535?rm=eu.
http://www.bbc.com/turkce/haberler/2016/01/160112_almanya_gocmen_geri 
http://t24.com.tr/haber/ab-turkiyeye-vize-serbestisi-ekim-2016da-baslayacak,318469
http://www.dw.com/en/eu-leaders-to-sign-agreement-with-turkey-over-migrant-flow/a-18883111
http://t24.com.tr/haber/ab-turkiyeye-vize-serbestisi-ekim-2016da-baslayacak,318469 
http://www.dw.com/de/kommentar-historischer-eu-t%C3%BCrkei-gipfel/a-18884282 
http://www.turkishpress.co.uk/gundem/abden-turkiyeye-3-milyar-euro-h8493.html 
http://www.dw.com/tr/ab-vize-serbestisi-i%C3%A7in-ne-istiyor/a-19252576 
http://www.hurriyet.com.tr/vize-muafiyeti-icin-72-sart-40021126 


***