Yıldıray Oğur etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yıldıray Oğur etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Ekim 2017 Cumartesi

İŞİD ' MEYEN KALMASIN..,


İŞİD ' MEYEN KALMASIN..,


19 Haziran 2014

Yıldıray Oğur
yildiray.ogur
Önce bildiklerimizi tekrar hatırlayalım. Çünkü az sonra çok yoğun bir dezenformasyona maruz kalacaksınız.
IŞİD Irak Şam İslam Devleti demek. 2013 Nisan’ında Suriye’de kuruldu. Suriye’de isyan Mart 2011’de başlamıştı. Temelleri önce Afganistan’da, 2003’te ABD’nin işgal ettiği Irak’ta atıldı. El Kaide’den Zerkavi’nin kurduğu örgütün ilk adı Irak İslam Devleti’ydi. Zerkavi 2006’da öldürüldü. Şimdiki başkanı 1971 Samarra doğumlu Ebu Bekir el Bağdadi. Örgüt Suriye’de isyanın başlamasından 2 yıl sonra Suriye’ye geçerek IŞİD adını aldı. Diğer muhalif gruplara çarpıştı.
Gördüğünüz gibi IŞİD’in 11 yıllık Tarihini tek bir kere bile Türkiye demeden anlatmak mümkün.
Ama Türkiye’deki Gazetelere, Gazetecilere, Siyasetçilere, bazı uzmanlara bakılırsa IŞİD, MİT tarafından kurulmuş, TSK tarafından eğitilmiş, Diyanet tarafından fonlanmış, Dışişleri Bakanlığı talimatıyla desteklenmiş, liderleri Bilal Erdoğan’la yemek yiyip, Tayyip Erdoğan’ı alnından öpmüş Türkiye’nin ilk resmî terör örgütü…
İşte de delilleri:
-Bilal Erdoğan IŞİD liderleriyle:
Resme dikkatli bakanların göreceği gibi esas başlık; Bilal Erdoğan IŞİD liderleriyle ciğer yerken. İşin bu kısmını bile Suriye’den gelen ciğer sökme görüntülerine bağlayanlar çıktı nitekim. IŞİD’in komşu ülkede söktüğü ciğerleri, İstanbul’da pişirip yiyen bir Başbakan’ın oğluna karşı sadece tweet atarak tepki gösterenler yine de tahammülü yüksek insanlar olmalı.
Fotoğrafın İstanbul’un meşhur ciğercisi Ciğeristan’ın Başakşehir şubesinde çekildiği, Bilal Erdoğan’ın yanındaki sakallı, şalvarlı abilerin de Ciğeristan’ın ehli tarik sahipleri olduğu (Birinin adı İsmail Kember) artık biliniyor.
Ciğeristan’ın açtığı twitter hesabı fotoğrafı paylaşanları kibarca uyarıp, o “IŞİD liderleri”yle ciğer yemeye çağırıyor. Yine de onları bu iyi niyetli çabaları da son iki haftada Redhack, Natali Avazyan, Hüseyin Aygün gibi binlerce takipçisi olanların “ işte IŞİD-AKP iş birliğinin delili ” diye bu fotoğrafı paylaşmaya devam etmesini engelleyemedi. Muhtemelen de hiçbir güç de bu gönüllü dezenforme olma arzusuna nüfuz edemeyecek. Hem IŞİD’in kurmak istediği hilafet devletinin adı belki Ciğeristan’dır, ne biliyorsunuz.
-Erdoğan’ı alnından öpen El Kaide teröristi:
Yine Sözcü’nün, Yurt’un manşetlerinde, Twitter’da gazeteci, siyasetçilerin bolca paylaştığı bir fotoğraf. Bir hastane odasında Erdoğan’ı öpen adamın adının yazılışından şüpheler başlıyor: Mahti Al Harati. Mehdi El Harati yazmanın Sözcücesi. Ya da servisi yapanın dilinde okunduğu gibicesi. Fotoğraf karesi Haziran 2010’dan. Yani IŞİD’in kurulmasına 3 yıl, Suriye’de savaşın başlamasına bir yıl, hatta Arap Baharı’nın başlamasına bile altı ay var. Mavi Marmara’da yaralananlar Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne getirilmiş, Başbakan yaralıları ziyaret ederken Libya asıllı İrlanda vatandaşı Mavi Marmara yolcusu Mehdi El Harati “sizi alnınızdan öpebilir miyim” diyerek Başbakan’ı öpmüş, epey de haber olmuş. Harati, o sırada 20 yıldır Dublin’de İrlandalı eşi ve çocuklarıyla yaşayan bir Arapça öğretmeni.
Sonra bir yıldan fazla zaman sonra Libya’da Kaddafi’ye karşı devrim başlayınca Libya’ya gitmiş. Trablus Tugayı adlı direniş grubunu kurmuş. Trablus’da Kaddafi’nin mekanı Bab-i El Aziz’i grubu ele geçirince şöhreti artmış, devrimden sonra Libya Askeri Konseyi başkan yardımcılığına getirilmiş. Bu arada Libya’da Kaddafi’yi Türkiye ya da El Kaide’nin değil, NATO’nun devirdiğini hatırlatalım. O yüzden Mehdi El Harati’nin Libya’da Kaddafi’yi devirmek için CIA’den yardım ve para aldıklarını açıklamasına şaşırmıyoruz. Yani ille biriyle ilişki kurulacaksa Obama’yla kurulabilir.
Sonra Libya’daki iktidar mücadelesinde anlaşmazlıklar yaşanınca görevinden istifa etmiş. Suriye’ye gitmiş, Suriye muhalefetiyle birlikte hareket etmiş, Ümmet Sancağı adlı direniş grubunu kurmuş, altı ay sonra oradan ayrılıp, Özgür Suriye Ordusu’nda yer almış. Özgür Suriye Ordusu yani ABD’den Türkiye’ye bütün dünyanın açıkça desteklediği, silah verdiği Suriyeli muhaliflerin resmî ordusu. Mehdi El Harati, bırakın IŞİD’liğini, El Kaideciğini, Edinburgh Üniversitesi’nde Suriye’deki İslam üzerine uzman Thomas Pierret’e göre cihatçı, selefi bile değil. Libya devriminden Suriye devrimine desteğe gelmiş bir İslamcı Arap. Kurup ayrıldığı grup da El Kaide’nin cihadı için değil Suriye devrimi için savaşıyor. Yani elde var yine sıfır.
-AKP’li bakan Suat Kılıç IŞİD liderleriyle:
Bu IŞİDçiler ya çok aç ya da randevularını hep kebapçılarda veriyorlar. Eski AKP’li bakan Suat Kılıç’ın IŞİD liderleriyle fotoğrafı diye paylaşılan fotoğrafda 2013 Mayıs’ında Almanya’nın Köln şehrinde çekilmiş. Türk kebapçılarıyla meşhur Keup Caddesi’ndeki Urfalı bir ailenin işlettiği Kilim Restoranı’nda.
IŞİD’in kurulmasından bir ay kadar sonra. IŞİDçilerin Köln’deki kebapçılarda takılma rahatlığı dikkat çekici. Belki de IŞİD’in arkasında Almanya da vardır, kim bilir.
Suat Kılıç da çok rahat görünüyor. Fotoğrafta arkada görünenlerden biri dönemin Türkiye Köln Başkonsolosu. Rutin bir Almanya ziyaretinde uğranılmış bir kebapçıda yemek yiyen bir grupla çekilmiş spontane bir hatıra fotoğrafı bu. Peki kim bu uzun sakallı abiler o zaman.
Ceketli kısa sakallı olan Almanya’da epey meşhur bir isim olan İbrahim Ebu Naci. Filistinli selefi bir iş adamı. Selefi deyince korkmayın hemen. En bilinen eylemi ise Almanya’da epey tepki çeken “Her eve bir Kur’an” kampanyası. Bu fotoğrafın hikayesini yazan Alman WDR çalışanı Elmas Topçu hakkında hiçbir soruşturma olmadığı için Köln’deki kebapçılarda rahatça dolaşan, Barış Konferansı’nda tanıştıklarını İbrahim Naci ve yanındaki selefi gençler için sonunda kendini tutamayıp şöyle yazmış: “O karedeki dört selefinin IŞİD ve El Nusra ile bağlantıları bilinmez” İşte gazetecilik tam da bu. Bilinmeze pas atmak… Çünkü Bir Alman yetkili şöyle demiş: “Her selefi terörist değil belki, ama teşkilat olarak karşılaştığımız her teröristin bir selefilik geçmişi vardı."
Belki Suat Kılıç da ileride terörist olma potansiyellerini görerek o sakallılarla bir resmi olmasını istemiştir. Tek bir çare var: Yurt dışında kebapçı ziyaretinde tesadüfen karşılaştığı uzun sakallılarla fotoğraf çektirmemek.
-Hatay’da hastanede tedavi gören IŞİD Komutanı:
Yine son günlerde gazete manşetlerinde dönen, Suriye rejimine yakın Twitter hesaplarınca paylaşılan, CHP’li Muharrem İnce’nin basın toplantısı düzenlediği bir fotoğraf karesi. İddiaya göre fotoğraftaki kişi IŞİD komutanlarından Mezen Ebu Muhammed. Suriye’de yaralanıp, 16 Nisan 2014’te Hatay’da tedavi edilmiş. Sonra da iki ayda iyileşip Irak’a geçip Musul’u ele geçirmiş.
IŞİD’in Rambo misali Mazen Ebu Muhammed adlı bir komutanı olduğunu zaten dünya Muharrem İnce’den öğrenmiş oldu. Başka bir yerde öyle bir bilgi yok. Kim nereden tanıdı peki? Yoksa esas CHP’liler mi IŞİD’le ilişki içinde? Sakalından deyip keselim.
Esas mühimi yaralı IŞİD komutanın Hatay kapısından Türkiye girişi bayağı zor olması. Çünkü kapı IŞİD’in kanlı bıçaklı olduğu Ahrar-ur Şam’ın kontrolünde.
İddia ne kadar dökülse de inanan çok olunca üzerine Hatay Sağlık Müdürlüğü bütün hastanelere yazı yazmış. 16 Nisan günü Suriye’deki çatışmalarda yaralanıp Hatay’daki hastanelere 27 hasta getirilmiş. Ama aralarında Mazen Ebu Muhammed diye biri yok. Fotoğrafın çekildiği hastanenin bağlı olduğu Mustafa Kemal Üniversitesi rektörü tedavi ettikleri hastanın adının o gün Mezin Hatip olduğunu açıklamış. Rektörün açıklamasının can alıcı kısmı ise şurası:
“Biz hastanemize gelen yaralının terörist olup olmadığını, tedavisinden sonra suç işleyip işlemeyeceğini bilemeyiz. Kaldı ki bugün bile dağdaki yaralı bir teröristi askerimiz alıp en yakın hastaneye götürerek tedavisini yaptırıyor. Suriye’den gelen yaralıların çoğunun üzerine kimlik ve belge bulunmuyor. Yaralılar ambulanslarla getirilirken ‘Kardeşim evine git kimliğini, sevk belgeni getir’ diyemiyorsun ve öyle olunca hastanın beyanlarını esas alıyorsunuz. Ambulanslar haricinde hastanemize gelen yaralıları ise kamplara gönderiyor, orada polis tarafından kayıtları yapıldıktan sonra hastanemize getirilerek tedavileri yapılıyor.”
Suriye’deki çatışmalarda yaralananların tedavi edilmesine bile karşı çıkanlara Hipokrat’tan bahsetmek lüks kaçabilir. Savaşlarda düşman yaralı askerleri bile tedavi edilir diye hatırlatmak da. Mevzuya dönersek: O fotoğraftaki kişinin Mezen Ebu Muhammed olduğu, onun da bir IŞİD komutanı olduğuyla ilgili hiçbir somut hiçbir veri yok. Sakalları saymazsak… IŞİD’in bir komutanının Türkiye’nin desteklediği gruplarla savaşırken, hem de onlara bağlı bir kapıdan ambulansla geçerek ekim 2013’ten beri terör listesinde oldukları Türkiye’deki bir hastanede tedavi olduğunu, sonra iyileşip Musul’u aldığını düşünenlere gerçek hayatta başarılar…
-İçişleri Bakanlığı’ndan Hatay Valiliği’ne talimatın belgesi: Nusracı mücahitleri resmî kurumlarda barındırın!
En klasik belgelerden biri. Belgenin uyduruluşunun birinci yıl dönümü iki ay önce kutlandı. Defalarca yalanlandı ama yine ortaya çıktı. O yüzden bir klasik olmalı. Son olarak CHP’nin müftü vekili İhsan Özkes “Nusracılar Diyanet misafirhanelerinde mi kaldı” diye sorarken yine bu belgeye dayandırdı iddiasını. Özkes’ten ‘El Nusra genelgesi’ iddiası başlığı ise Zaman’dan. Tuhaftır bu belge bir buçuk yıl önce dolaşıma PKK’nın Oda TV’si Lekolin adlı site tarafından sokulmuştu. Meclis kürsüsüne çıkıp ilk okuyan da avukat kökenli BDP’li vekil Hasip Kaplan olmuştu. Böylece PKK’nın kara propagandası 1.5 yıl sonra CHP’den Zaman’a ulaşmış oldu.
Şu sahtelik akan, arada MİT’e iki taş atan cümle belgeden: “ Milli İstihbarat Teşkilatımız denetiminde çeşitli ülkelerden getirilerek bölücü örgüt PKK uzantısı PYD’ye karşı savaştırılan, ağırlıkta Çeçen ve Tunusluların bulunduğu El Nusra’ya bağlı mücahitlerin geçişlerinde gerekli desteğin sağlanarak, güvenliklerine ve konunun gizliliğine riayet edilmesi önem arz etmektedir. "
İçişleri Bakanı Muammer Güler imzasıyla Hatay Valiliği’ne gönderilmiş bir genelge güya bu. Sahtelik en baştan başlıyor: İçişleri Bakanlığı’nın genelgesinin tepesinde T.C. İçişleri Bakanlığı Hatay Valiliği yazıyor. Sonu daha da tuhaf Bakan valiye genelgeyi “arz” ediyor. Resmî yazışma kültürünü bile hiçe sayma pahasına epey kibar bir İçişleri Bakanımız varmış, kıymetini bilememişiz. Hazırlayan kişinin ömründe bir tek resmî genelge görmediği, o üslubu hiç bilmediği de açık. Peki ya yayınlayan avukat Hasip Kaplan, müftü İhsan Özkes, belgeler konusunda uzman Zaman gazetesi?
Nusra-Türkiye, İŞİD-Türkiye konularındaki pek çok belgenin ilk kaynağına gidilirse ya Suriye rejimine yakın sitelere, hesaplara ya da PKK’nın OdaTv’si olan bu Lekolin.org adlı siteye varılır. Daha önce Nusra’ya destek bahsinde bir Dışişleri Belgesi üretmişlerdi. Belge serbest üslubu ve “PKK’nin” ifadesiyle kendini ele verene kadar epey dönmüştü… Aynı site kökenli daha büyük bir prodüksiyonu ise önceden yazmıştık. Rus istihbaratının ricasıyla Türkiye’yi Şam’daki kimyasal saldırıya bağlayan bir sahte MİT-Nusra anlaşması belgesi. Merak edenler için; Rus istihbaratı bizim medyayı nasıl kullandı? (http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yildiray-ogur/577165.aspx)
-Türkiye IŞİD’i terör örgütü listesine almadı:
Geçen hafta epey dönen bir iddiaydı bu. Nusra’nın terör listesine alınmasından, Musul baskınından hemen sonra. Önce Hurriyet Daily News Genel Yayın Yönetmeni Murat Yetkin IŞİD’in terör listesinde olmadığını Twitter’da iddia etti, IŞİD dezenformasyonlarına sorgusuz sualsiz atlayan CHP’li Sezgin Tanrıkulu da Arınç’a bir soru önergesiyle sordu: Ne zaman terör listesine alındı IŞİD?
Cevap verelim. IŞİD’in kurulmasından beş ay sonra, 2013 Eylül’nde. Bakanlar Kurulu kararının tam tarihi 30 Eylül 2013. 10 Ekim 2013’te de Resmî Gazete’de yayınlanmış. BM’nin terör listesine alması ise Mayıs 2013. Sadece Nusra’nın terör listesine eklendiği kararının yayınlandığı Resmî Gazete’ye bile dikkatle bakınca IŞİD’in adının çok daha önce listeye alındığını görmek mümkündü oysa.
Bu uzun litaratüre muteber iki gazetecinin son günlerdeki yazıları eklenebilir. Biri Amberin Zaman’ın “IŞİD’e destek hâlâ sürüyor" yazısı. Diğeri Murat Yetkin’in “Türkiye Irak’ta ‘Besle kargayı oysun gözünü’ durumunda mı?” yazıları.
Amberin Zaman’ın yazısının başlığı ve girişinde söylediği: İktidara yönelik eleştiriler aynı noktada birleşiyor: “Türkiye beslediği canavarın kurbanı oldu”yu destekleyen somut hiçbir veri yok yazıda. YPG komutanının “IŞİDçileri taşıyan ambulanslar Türkiye’ye girdi dürbünle gördük” iddiasından başka tabii. Ama yazıdan onun iddiasını bağlı olduğu PYD Başkanı Salih Müslim’in bile tam paylaşmadığını öğreniyoruz: “AKP iktidarı değil ama devletteki derin güçler hâlâ IŞİD’e destek veriyor” demiş.
Yazıda Amberin Zaman’ın telefonla görüştüğü Aşrar Aş Şam örgütü (yazıda iki kere geçiyor) yeni kurulmuş olabilir. Belki de Ahrar-uş Şam’ın Çin yapımı çakmasıdır.
Türkiye’ye yakın olduğu söylenen örgüt “IŞİD’le savaşıyoruz, bizim tarafta hastane var” demiş bir de. Tabii bütün bunlardan IŞİD’de destek sürüyor başlığı çıkar…
Murat Yetkin’in tezi ise “Türkiye kendisine yakın muhaliflere silah verirken ABD uyarmıştı bunlar radikallere gider diye.” Peki ABD’nin muhaliflere verdiği silahların radikallere gitmediğini nereden biliyoruz? Selefiliğe hassas bir GPS sistemi mi kurmuşlar?
Başakşehir’de unutulmuş, Irak Sünni siyasetinde Türkiye’de bir Ertuğrul Günay kadar etkisi kalmış Tarık Haşimi’nin IŞİD’in sivil lideri ilan edilmesine hiç girmiyoruz. Bu arada 2012’de IŞİD bile henüz kurulmamışken, Suriye’ye giden yabancı cihatçılar üzerinden yazdığım “Peki sakallı Che’nin Bolivya’da ne işi vardı” yazımı IŞİD’in Musul baskını sonrası manalı bir şekilde paylaşan Günay’ın Bosna Savaşı sırasında epey mesai harcadığı Bosna’daki yabancı mücahitler hakkında ne düşündüğünü de sormayı erteleyelim…
Zaten iddiaların, dezenformasyonların bütün sakallıları El Kaideci, IŞİD’çi sanmaların temeli bu büyük saptırmadan geliyor. Evet, Türkiye Suriyeli muhalif grupları Özgür Suriye Ordusu’nu, sonra İslami Cephe’yi destekledi. ÖSO’yu bütün Batı açıkça destekledi, zaman zaman silah gönderdi. Ama Türkiye hiçbir zaman IŞİD’i desteklemedi. Tam tersine IŞİD Türkiye’nin desteklediği gruplarla savaştı, onların önünü kesti. Türkiye’nin IŞİD’in Esed destekli olduğunu düşündüğünü o sızan Dışişleri kaydından biliyoruz. Kaydı bilerek doldurup, numara yapmadılarsa tabii…
Evet, Türkiye sınırlarını mülteciler için açtı. Bu sınırlarından geçip, Nusra’ya, IŞİD’e katılanlar da olmuştur. Peki, PKK’nın Suriye’deki ordusu YPG’ye katılanlar olmamış mıdır? Türkiye YPG’yi de mi destekliyor yani? Peki, Kandil’deki PKK’lılar arasında Avrupa’dan İstanbul Havalimanı’na inip, Türkiye üzerinden sınırı geçen hiç kimse yok mu? Buna bakıp Türkiye PKK’yı da destekliyor mu diyeceğiz? PYD lideri Salih Müslim’le Türkiye’de defalarca görüşüldü? Türkiye PYD’yi de mi destekledi? Sadece 150 kişi Hollanda’dan gelip Suriye’deki gruplara katılmış, Hollanda IŞİD’e mi göz yumuyor demektir bu?
Malzeme çok. Daha da uzatmak mümkün.
Diyanet’in CHP’li İhsan Özkes’i yalanlamasından bir cümleyle bitirelim: Kendisine ulaşan bilgilerin doğruluğunu kavrama konusundaki basiret… Amin…
https://stratejikoperasyon.wordpress.com/2014/06/19/yandas-gazeteci-yildiray-ogurdan-akp-ve-isid-dosyasi-isidmeyen-kalmasin-iste-o-delill-er/


..

21 Nisan 2015 Salı

Cumhuriyet'in son muhafızı PKK




Cumhuriyet'in son muhafızı PKK


Yıldıray Oğur
(Taraf, 31 Temmuz 2012)





Önceki gece Twitter’da dolaşan PKK kaynaklı “62 askeri öldürdük, denizaltılarını batırdık” kıvamındaki avcı hikâyelerine bakılırsa PKK, Şemdinli’de bir Devrimci Halk Ayaklanması ile Kürdistan’ı ilan ediverdi.

20 yıl önce Twitter yoktu ama PKK’nın devrimci yöneticilerinin devrimci halk ayaklanması rüyaları yine vardı. Tıpkı şimdi Suriye’de olan biten o zaman Türkiye sınırları içinde olmaktaydı. PKK da “şimdi tam zamanı” diyerek Kürt illerinde başlayan ayaklanmaların sonunda Botan-Behdinan Savaş Hükümeti’ni ilan etmiş, Kürdistan Ulusal Meclisi’ni kurmuştu. 18 Ağustos 1992 gecesi ise kurtarılmış bölge ilan etmek için Şırnak’ta ayaklanma başlattı. Sivil halkı tankların önüne çıkaran PKK’nın ayaklanma denemesinin bedeli ağır oldu. Şehirde sadece bir gün içinde 40 sivil hayatını kaybetti. Yıllar sonra Murat Karayılan kitabında o ayaklanma için özeleştiri verirken “erken iktidar hastalığına yakalanmıştık” deyiverdi.

20 yıl önceki o erken iktidar hastalığının Kürt halkı için en ağır bedeli kuşkusuz “ayaklanmayı bastır” emri ve sınırsız yetkilerle bölgeye gönderilen acımasız komutanlar oldu.

Ne tesadüftür ki PKK’nın 20 sonra bu kez Suriye’den hareketle kapıldığı erken iktidar hastalığının sonucu olan “Şemdinli düştü düşüyor” haberlerinin baş referansı, o komutanların en kanlısı ve acımasızı olan Osman Pamukoğlu’nu Türkiye’ye kahraman gibi tanıtan Kan Uykusu belgeselini yapan gazeteci oldu.

PKK’nın her zamanki örgütsel pragmatizmiyle Türkiye Kürdistan’ında nakde çevirmeye çalıştığı Suriye Kürdistan’ındaki heyecanı, hafta boyunca televizyon televizyon dolaşarak ânında intikal ettiği Suriye’den PYD’nin resmî görüşleri çerçevesinde aktaranın aynı gazeteci olması ise ilginç bir tesadüf olarak kayda geçti.

Kan Uykusu belgeseli yapımcısının “Kürdistan geliyor” haberleriyle heyecanlananlar arasında Kürt milliyetçiler olması çok tuhaf değil artık, ama gün boyu “Şemdinli’de neler oluyor, medya gerçekleri gizliyor, Halep’i bırak Şemdinli’ye bak, RTE hâlâ Londra’da” tepkileriyle Şemdinli’de bir Kürdistan kurulmasının memleketin ulusalcılarını ve müzmin AKP muhaliflerini heyecanlandırması epeyce tuhaftı doğrusu.

İlginç şeyler oluyor doğrusu.

Uzun süredir merkez medyanın PKK ve Kürt meselesi konusunda bir aydınlanma yaşadığı malum. Gün aşırı Demirtaş’ı Milliyet’in, Hürriyet’in ve Radikal’in birinci sayfasında görmek artık sürpriz değil. Ertuğrul Özkök ekolünden yetişmiş, hafta sonu eklerinde yazmış beyaz Türk bir yazarın “Türkleri ve Kürtleri en çok Öcalan düşünür” başlıklı yazılarında “Küçük tilkiler BDP’yi bölme kurnazlıkları peşindeyken” gibi ancak örgüt gazetesinde çıkacak cümleleri de artık kimseyi şaşırtmıyor.

Ama artık barış ve çözüm isteyen Türkler ve Kürtler olarak biraz şaşırsak iyi olacak.

Çünkü, PKK bir nevi Türkiye’nin ana muhalefet partisi haline ge(tiri)liyor. Ordu yenildi, yargı el değiştirdi, CHP’den ise AKP’den ümidi kesmiş laik liberaller haricinde kimsenin en azından iktidar ümidi kaldı. Geriye AKP’yi köşeye sıkıştıracak tek bir güç kaldı: PKK.

Her an sokaklara dökebildiği geniş halk desteği, bir kurşunla istediği anda gündemi değiştirme kabiliyetiyle PKK bugün AKP’yi yıkmak, tüketmek, etkisizleştirmek isteyenlerin son umudu hâline geliyor.

Böylece Kürt meselesine hakkaniyetli bir çözüm ihtimali yine Ankara’daki Bizans saray kavgalarına kurban ediliyor.

28 Şubatçılar, Refah Partisi ve şeriat tehlikesini, PKK ve bölücülük tehlikesinden daha ciddi görüp, Kırmızı Kitap’taki tehdit sıralamasını değiştirmekten çekinmemişti. Şimdi de AKP muhalifleri direnişin son hattını Şark cephesinde kurmaktan çekinmiyor.

Laik kesimin en zeki ve en açık sözlü yazarlarından Kadri Gürsel geçen haftalarda tam da bunu yazdı. Hak ettiğinden daha az tartışılan “Laik Türkler daha iyisini hak edebilir” başlıklı yazısında şöyle diyordu:

“Devlet kati biçimde el değiştirdi. Ve laiklerin onu eski hâliyle geri alma şansı yok. Dolayısıyla bu devlet üniter olsa ne fark eder, olmasa ne fark eder? Özgürlüklerine ve yaşam tarzlarına musallat olanların onları Ankara’dan keyfince yönetmesi artık bu sınıfların menfaatine aykırı... Laiklerin çıkarları bu bakımdan da Kürtlerinkiyle örtüşüyor.”

Anlaşılan bu ittifak fikrinin, başından beri aklı “Kimle savaşırsan onunla barışırsın”a yatan Kandil’de de taraftarı çok.

Örgütün Öyle Bir Geçer Zaman ki’deki saf devrimci bir genç kadar saf devrimci kalmış ideologu Duran Kalkan geçen ayki röportajında tam da bir ana muhalefet lideri gibi konuşmuştu:

“Kuşkusuz içinde bulunduğumuz süreç bir çözüm sürecidir. Fakat geçmişte olduğu gibi siyasi çözüm süreci değil, askerî çözüm sürecidir. Biz iki yıl önce stratejik değişiklik yaptık. Artık mevcut AKP yönetimi devam ettikçe Kürt sorununun siyasi çözümünün gerçekleşemeyeceği kanaatine vardık. Dolayısıyla da AKP’yi siyasi yenilgiye uğratacak aktif bir mücadele konumuna geçtik, strateji değiştirdik.”

PKK’yı Kürtlerin hakları için savaşmak herhâlde artık kesmiyor o yüzden de gözünü Ankara’daki iktidarı değiştirmeye dikti.

Peki, Ankara’da iktidarı değiştirip ne yapacak PKK?

Onu da geçen haftalarda Leyla Zana’ya Aydınlık’ın birinci sayfasından “Erdoğan çözemez” diye cevap veren Aysel Tuğluk’tan öğrenelim. “Türkiye Cumhuriyeti Devleti artık ‘AKP Devleti’ olmuştur. ‘Ya AKP’nin alanına gireceksiniz, ya da size hayat hakkı tanımıyorum’ diyor. Hepimiz ciddi bir tehlikeyle karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Türkiye’nin başında büyük bir bela sözkonusudur” diyerek Aydınlıkçılarla birlikte ellerimizin altından kaymakta olan güzelim Türkiye Cumhuriyeti devletine ağladıktan sonra şöyle dedi Tuğluk:

“Bizim AKP iktidarının bu konuda bir çözüm getireceğine kesinlikle inancımız yok. Devletin içerisinde bir kesimin çözüm istediğini biliyoruz. AKP Kürt sorununa karşı bu devlet politikasının daha ötesinde bir politika izliyor.”

Devlet içerisinde çözüm isteyen birileri varsa onlarla AKP’ye karşı ittifak etmek gayet mantıklı görünüyor.

Herhâlde Barış Meclisi’nin “Kürt sorununun çözümü için Ergenekon, Balyoz ve KCK/PKK davalarını kapsayan bir genel af çalışması başlatılmalıdır” çağırısı da buna karşılık gelmekte.

Peki, bunun için ne yapmalı PKK? Tabii ki en iyi bildiği şeyi: Savaşmalı. Bu müzakereci demokratların barış, çözüm, müzakere zırvalamalarını bırakıp savaşmalı.

Dağlarda broşür olarak dağıtılabilecek yazısında Nuray Mert “Kürtler haysiyetleri için mücadele ediyor. Gerisi teferruat” diyerek geçen hafta barış ve çözüm isteyen “haysiyetsizlere” hak ettikleri cevabı verdi.

Kürtlerin ve Türklerin birbirini öldürmesi haysiyet gereği, kutlama yemeğine giden gencecik kızların kopan bacakları haysiyet için, Kürtlere en haysiyetsiz muameleyi yapan Esed’le işbirliği de haysiyet için.

Peki, AKP’ye karşı, Kürtleri Kan Uykusu’na daldıran eski devletle ittifak?

http://t24.com.tr/haber/cumhuriyetin-son-muhafizi-pkk,209820

.