NUTUK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
NUTUK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Eylül 2020 Pazar

100. yılda baş tacı edeceğini .

100. yılda baş tacı edeceğini . 



MURAT SABUNCU. 

TE 24


100. yılda baş tacı edeceğini hapiste yerde yatırana dönen ülke

19 Mayıs 1919’da özgürlük ve bağımsızlık ateşini yakanlara, bu ülkeye Cumhuriyet’i armağan edenlere selam olsun…  

“1919 yılı Mayıs’ının 19. günü Samsun’a çıktım.”

Mustafa Kemal Atatürk’ün  kendi kaleminden Kurtuluş Savaşı’nı anlattığı eseri ‘Nutuk’, bu cümleyle başlıyor. Cumhuriyet Halk Partisi ’nin 15-20 Ekim 1927  tarihleri arasında  Ankara’da toplanan İkinci Kurultayı’nda bizzat kendisinin 36.5 saat süren ve altı günde okuduğu tarihi bir hitabeye dayandığı için de ‘Nutuk’ adını aldı. Atatürk’ün bu tarihe bu kadar önem vermesinin nedenini; Türkiye’nin bağımsızlığa gidiş sürecinin en önemli kıvılcımlarından biri olması, uzun yıllar sürecek Cumhuriyet ile sonuçlanacak mücadele için ilk adımın atılmış olması şeklinde okumak mümkün.

Resmi adı ‘Atatürk’ü anma, Gençlik ve Spor Bayramı’ olan gün ile ilgili mesajlar da yayınlanıyor elbet. Bunlardan biri Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a ait.

Şöyle Sesleniyor gençlere:  

‘Sizin istek ve beklentilerinizi, sizin hayallerinizi gerçekleştirmek için mensubu olmaktan ve yaşamaktan gurur duyacağınız bir gelecek inşa etmek için, dün olduğu gibi bugün de sizi dinlemeye hazırız. Haydi, el ele gönül gönüle vererek ülkemizi daha ileri taşıyalım. ‘

Mensubu olmaktan ve yaşamaktan gurur duyulacak memleket. Ne güzel bir cümle… Peki bir karşılığı var mı? Kestirmeden hayır demek mümkün…Düşünce özgürlüğünün olmamasından genç işsizliğine umutları yeşertmek yerine korkuyu kökleştirmeye çalışan zihniyete bir çırpıda söylenecek o kadar çok şey var ki…

Ama gelin sadece düne (18 Mayıs 2019) bakarak gençlerin durumuna göz atalım. Dün Milli Eğitim Bakanlığı, AKP’nin iktidarda kaldığı 17 yıl boyunca en az

10 kere yaptığı eğitim sisteminde ‘reform’un on birincisini açıkladı.Türkiye’nin eğitim konusunda en kıdemli gazetecisi Abbas Güçlü Milliyet’teki köşesinde  bununla ilgili şöyle yazdı:      

‘Son 17 yıldır ülkeyi aynı parti yönetiyor ama eğitim sistemimiz en az 17 kez değişti. Erkan Mumcu, Hüseyin Çelik, Nimet Baş (Çubukçu), Ömer Dinçer, Nabi  Avcı, İsmet Yılmaz ve şimdi de Ziya Selçuk…Tuğlaları üst üste koyacaklarına, birinin başladığını, diğeri tamamlayacağına, her gelen sistemi hep sil baştan  değiştirdi. Özetin özeti: Geleceğimizi ilgilendiren böylesi önemli değişiklikler, keşke başta öğretmenler olmak üzere toplumun her kesiminden görüşler  alındıktan sonra şekillendirilseydi, sanki o zaman çok daha iyi olurdu.

Ne acı değil mi? Çocuklarının-gençlerinin  deneye tabi tutulduğu , eğitim sisteminin yap-boz tahtasına döndüğü bir yapı. Peki sonuç?

Dünya Ekonomik Forumu (WEF)  “Eğitim Kalitesi 2018” raporuna göre Türkiye eğitim kalitesi bakımından 137 ülke arasından 99’uncu sırada. (Kaynak Hürriyet)…Türkiye’deki öğrencilerin bilim ve matematikte son sıralarda yer almaları da bu sistemin sonucu.

Gençleri eğiten sistem felç. Ya öğreticiler. Liseden üniversiteye ne yazık ki çoğu önüne verileni uygulayan, sormayan sorgulamayan, susan, öğretmenler-akademisyenler… Tabi en basit-doğal hakkını, düşünce-söz söyleme özgürlüğünü kullandığı için hapislerde kalan yine de oradaki halleriyle de ‘ders verenleri’  unutmamak gerekir. Örnekler çok ama dedim ya sadece dünden gideceğim. Prof. Dr. Füsun Üstünel mesela. ‘Barış istediği için’ bir süredir hapiste. T24 Ankara

Temsilcisi Gökçer Tahincioğlu’nun haberinden öğreniyoruz ki Üstel hapse konulduğu ilk gece kalabalıktan yerde yatmış. Tahincioğlu’nun haberini tekrar hatırlayalım:

CHP Eskişehir Milletvekili Utku Çakırözer, “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisine imza attığı için 1.5 yıl hapis cezasına çarptırılan, akademisyen yargılamalarında  cezası kesinleşen ilk akademisyen olan Prof. Dr. Füsun Üstel’i 10 gün önce konulduğu cezaevinde ziyaret etti. Çakırözer, “Üstel 14 kişilik koğuşta kalmak zorunda bırakılan 21 kişiden biri.  Hapishaneye girdiği ilk gece yerde yatmak zorunda kalmış” dedi. Çakırözer, “Türkiye’nin yetiştirdiği değerli bir akademisyenin sadece fikrini ifade ettiği için yargılanması, cezalandırılması, hepsinin üstüne bir de cezaevinde yerde yatmak zorunda kalması Türkiye’de yaşanan hukuksuzluğun,  adaletsizliğin, tahammülsüzlüğün fotoğrafını çekiyor” ifadelerini kullandı.

100. yılda büyük büyük laflara gerek yok aslında. Bu ülke, bu yönetim; akademisyenlerini,  fikir üretenlerini, gençlerini  yetiştirenleri,  hapse tıkıp yerde yatıracağına baş tacı etmediği müddetçe ‘yaşamaktan gurur duyulacak bir memleket’ inşa edemeyecek. Ama umutsuzluğa yer yok… 

19 Mayıs 1919’da özgürlük ve bağımsızlık ateşini yakanlara, bu ülkeye Cumhuriyet’i armağan edenlere selam olsun…  

https://t24.com.tr/yazarlar/murat-sabuncu/1919-yili-mayis-inin-19-gunu-samsun-a-ciktim,22579


***

19 Kasım 2015 Perşembe

CUMHURİYET HALK PARTİSİ’NİN KISA TARİHİ




CUMHURİYET HALK PARTİSİ’NİN KISA TARİHİ–1 (KURULUŞ)



Cumhuriyet Halk Fırkası, hemen tümüyle, Sivas’ta ortaya çıkan ve Kurtuluş Savaş’ını gerçekleştiren Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin örgütsel ve düşünsel temelleri üzerine oturmuştur. Bu nedenle, yeni bir kuruluştan çok, Müdafaa-i Hukuk örgütlerinin yeni bir yapıya dönüşmesini yansıtan bir girişimdi.  Bu o denli belirgindi ki, partinin gerçek kuruluşu olarak 23 Ekim 1923 değil, 4-11 Eylül 1919 yani Sivas Kongresi kabul edildi. Bugün kuruluş günü sayılarak kutlamalar yapılan 9 Eylül 1923 ise, Halk Fırkası tüzüğünün kabul edildiği gündür.



Cumhuriyet Halk Partisi’nin Kökleri

Hakimiyeti Milliye ve Yeni Gün gazeteleri, 7 Aralık 1922’de, Mustafa Kemal’in bir açıklamasını yayınladı. Açıklamada, “halktan gördüğüm sevgi ve güvene layık olabilmek için sıradan bir vatandaş olarak, yaşantım boyunca sürdürmek ve ülke yararına adamak amacıyla, halkçılık temelinde ve ‘Halk Fırkası’ adıyla bir parti kurmak istiyorum” deniyorve ülkenin siyasi geleceğiyle ilgilenen aydın ve düşünürler, konuyla ilgili tartışmaya çağrılıyordu. Atatürk,bu çağrıdan yaklaşık bir ay sonra, aynı konuyu halkla görüşmek üzere, uzun bir yurt gezisine çıkacak ve Eskişehir, İzmit, İzmir ve Balıkesir’de, kurulacak parti ile ilgili ünlü konuşmalarını yapacaktır.

Mustafa Kemal, her biri yedi sekiz saat süren toplantılarda, önceden hazırlanmış bir parti programını ve parti örgütünü halkın önüne koymak yerine, program ve partinin halkla birlikte hazırlanmasının doğru olacağını, bunun için çaba gösterildiğini söylüyordu. Aydınlar arasında başlamış olan parti tartışmalarıyla ilgili bilgiler veriyor, toplantılara katılanlardan “hiç çekinmeden ve her konuda” soru sormalarını, görüş bildirmeleri istiyordu.2

Toplantılarda, yeni yönetim biçimi, parti ve örgütlenme konularında görüşlerini şöyle açıklıyordu: “Millet, daha önce olduğu gibi, çıkarcı gurupların kurduğu partilerin peşinden gitmemeli, kendi program ve partisini yaratarak siyasi eyleme dolaysız katılmalıdır; her görüşten yurttaşın üye olduğu Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk örgütlerinden ve bu örgütlerin yarattığı ulusal birikimden yararlanılmalıdır; kurulacak parti, halkçılık programı üzerinde yükselmeli, bu nedenle adı Halk Partisi (fırkası) olmalıdır. Tam bağımsızlık ve kayıtsız koşulsuz egemenlik ilkelerine dayanan bir politika izleyecek olan bu parti, ulusun tümünü kapsamalıdır. Sınıfsal değil, ulusal olmalıdır. Gönenç ve mutlulukları, ulusal birliğin sağlanmasına bağlı olan tüm halk kesimlerinin, aynı parti içinde örgütlenmesi gerekir. Bu parti aynı zamanda, halka siyasi eğitim veren bir okul olmalıdır. Millet karşısında dürüst ve namuslu olmak, halka her zaman doğruyu söylemek gerekir. Kimsenin kendini halkın üstünde görmeye hakkı yoktur...”3

Mustafa Kemal, 19 Ocak 1923’te yaptığı ve 7,5 saat süren İzmit konuşmasında, parti konusundaki görüşlerini şu sözlerle bitirir: “Benim ve hepimizin, düşünmek zorunda olduğu şey, bu ülke ve bu milleti gerçekten kurtarabilecek beyinlerin, vatanseverlerin bir araya gelmesini sağlamaktır. Bu yetenekte olan insanlar her nerede ise, onları alıp milletin geleceğini yürütme işini verdiğimiz meclisin içine koymak gerekir. Davranışlarımızın belirlenmesinde akıl, bilim, deneyim egemen olmalıdır. Somut ve köklü adımlar atmak zorundayız”.4

Müdafaa –i Hukuk’tan  “ 9 Umde ” ye


İkinci Meclis için yapılacak seçimlerde kullanılacak bildiri, parti tartışmalarının belirli bir aşamasında, 8 Nisan 1923’te yayınlandı. Aydın ve uzmanların, İzmir İktisat Kongresi’nin ve halkın görüşlerinin değerlendirilerek hazırlanan bu bildiriye, Dokuz Umde (ilke) adı verildi. Bu bildiri, kurulacak olan Halk Fırkası’nın programı için, bir ön taslak işlevini gördü. Ocak ve Şubat aylarında, halkla yapılan toplantılarda ele alınan konuların hemen tümü, kısa özetler halinde Dokuz Umde bildirisi içinde yer aldı.5

Dokuz Umde bildirisi, İkinci Meclis’i oluşturacak genel seçimlerde Müdafaa-i Hukuk’un seçim bildirgesi olarak yayımlandı. Bildirinin, seçim bildirgesi olması yanında bir başka önemli işleve daha vardı. Kurulması düşünülen Halk Fırkası, program olarak, kalın çizgilerle de olsa, bir anlamda halkın görüş ve onayına sunuluyordu.
Seçim sonuçları, halkın bu onayı verdiğinin açık göstergesi oldu. Hemen tüm milletvekillerini Müdafaa-i Hukuk adayları kazanmıştı. Bu sonuç üzerine, seçimi kazanan milletvekilleri, seçildikleri 7 Ağustos’tan 11 Eylül’e dek yaptıkları toplantılarla, kurulacak partinin tüzüğünü hazırladılar. 23 Ekim 1923’te, yani Cumhuriyet’in ilanından bir hafta önce, İçişleri Bakanlığına, Genel Başkan olarak Mustafa Kemal, Genel Sekreter olarak Recep Peker’in imzaladığı bir dilekçe verildi ve Halk Fırkası resmen kuruldu.6

Müdafaa-i Hukuk’tan Cumhuriyet Halk Fırkasına

Yeni Parti, hemen tümüyle, Sivas’ta ortaya çıkan ve Kurtuluş Savaşı’nı gerçekleştirenAnadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin örgütsel ve düşünsel temelleri üzerine oturuyordu. Bu nedenle, yeni bir kuruluştan çok, Müdafaa-i Hukuk örgütlerinin yeni bir yapıya dönüşmesini yansıtan bir girişimdi. Bu o denli belirgindi ki, partinin gerçek kuruluşu olarak 23 Ekim 1923 değil, 4-11 Eylül 1919 yani Sivas Kongresi kabul edildi. Bugün kuruluş günü sayılarak kutlamalar yapılan 9 Eylül 1923, Halk Fırkası tüzüğünün kabul edildiği gündür.

Sivas Kongresi’nin Halk Fırkası’nın kuruluşu olarak kabul edilmesi, nedensiz değildi.Anadolu ve Rumeli Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti, her türlü particilik akımı dışında kalarak, değişik görüşten insanları bir araya getirmiş ve ulusal bir siyaset geliştirmişti. Şimdi yapılmak istenen, aynı anlayışla siyasi bir parti yaratmak ve sınıf ya da zümre ayrımı gözetmeden tüm ulusu bu parti aracılığıyla devrime katmaktı.
Müdafaa-i Hukuk, ulusalcı duruşuyla Kurtuluş Savaşı’nı hangi anlayışla başarıya ulaştırmış ise, Halk Fırkası da toplumsal gelişimi sağlayacak devrimleri aynı anlayışla gerçekleştirecekti. Kurtuluş Savaşı sonrası kurulacak bir siyasi parti, meşruiyetini bu savaştan, bağlı olarak bu savaşı yürüten Müdafaa-i Hukuk anlayışından almak zorundaydı; bu nesnel bir zorunluluktu.
Halk Fırkası, 23 Kasım 1924’de adını, Cumhuriyet Halk Fırkası olarak değiştirdi ve uzunca bir hazırlık döneminden sonra, üye kaydederek örgütlenmeye başladı. Üye alımında, özellikle yönetici belirlemede, dikkatli davranılıyordu. İktidar partisi olması nedeniyle, partiye üstelik yoğun biçimde çıkarcılar da yönelmişti. Ulusal savaşıma duyarsız kalan, hatta karşı çıkan kimi insanlar, coşkulu cumhuriyetçiler olmuş, geçmişlerini gizleyerek Halk Fırkası’na geliyordu. Bu olumsuzluk, bir yandan üye başvurularındaki denetimlerle, bir yandan da Müdafaa-i Hukukhareketinin sınanmış kadrolarının, etkin görevlere getirilmesiyle aşılmaya çalışıldı.
9 Eylül 1923’te kabul edilen tüzük (nizamname), tüzükten çok programa benziyor ya da bir başka deyişle, tüzük ve program işlevini birlikte yerine getiriyordu. Tüzüğün Birinci başlamına (maddesine) göre, parti (fırka) bir devrim (inkılab) partisiydi ve ancak halktan yana olan kişiler partiye üye olabilirdi.7 Aynı başlam (madde) partinin; “ulusal egemenliğin halk tarafından halk için uygulanmasına” öncülük etmeyi, Türkiye’yi “çağdaş bir devlete yükseltmeyi” ve “yasa egemenliğini bütün güçlerin üzerine çıkarmayı” amaç edindiğini açıklıyordu.8

Halkın Örgütlenmesi

Tüzükte dile getirilen eşitlikçi anlayış, yeni ve önemli bir yaklaşımdı. Ancak, bundan daha önemli olan bu anlayışın somutlanması için önerilen örgütlenme biçimiydi. Ulusal egemenlikhaklarını, eşit olarak tüm halk kesimlerine kullandırmak için, parti örgütlerinin köylere dek yaygınlaştırılması öngörülüyordu.
“Devlet siyasetinin belirlenmesi”nde, “köyler ve köy parti kongreleri” temel alınıyordu9, Bu konuda tüzüğün 75, 76 ve 78. başlamlarında (maddelerinde) şöyle söyleniyordu: “Fırka üyeleri ve on sekiz yaşını bitirmiş olan köy ve mahalle halkından her kişi, halk kongresinin doğal üyesidir... Kongreler, yörenin koşullarına göre uygun bir yerde ya da köy meydanında toplanır... Kongrelerde başkan ve bir yazman seçilir, nahiye kongresine önerilecek konular saptanır ve ocak üyeleri seçilir...”10
Tüzük, köy kongrelerinde seçilen delegelerin bucak, bucakta seçilenlerin ilçe, ilçe delegelerinin de il kongrelerine katılmasını öngörüyordu. Katılım, biçimsel düzeyde bırakılmıyor, köy ve köylü sorunlarının partinin genel merkez kongrelerine, sorunun gerçek sahipleri, yani köylü temsilcileri tarafından götürülmesi isteniyordu. Halk Fırkası, hükümet işleri ve devlet siyasetinde, ilk önerme hakkını köy kongresine vererek, Türkiye’de ilk kez ve eylemli olarak, köylüyü siyasi haklarını en geniş biçimde kullanmaya davet ediyordu. Bu daveti, yazılı hale getirerek tüzüğüne almıştı. Siyasi katılımcılığın ileri bir aşamasını oluşturan bu yaklaşım Batı’da, yalnızca o dönemde değil, bugün dahil hiçbir dönemde görülmemiştir. Köy eğitmeni programları ve köy enstitüleriyle uygulamaya sokulup geliştirilen bu girişim, 1945’ten sonra ortadan kaldırılacaktır.

2.Büyük Kurultay

Cumhuriyet’in ilanından sonra adına Cumhuriyet sözcüğünü ekleyen Halk Fırkası, İkinci Büyük Kongresi’ni 15-23 Ekim 1927’de yaptı. Bu Kongre’nin, parti ve Cumhuriyet tarihi açısından önemli bir yeri vardır. Birinci Kongre kabul edilen Sivas Kongresi’nden sonra geçen sekiz yıl içinde; bağımsızlık savaşı kazanılmış, saltanat ve hilafet kaldırılmış, Cumhuriyet kurulmuş ve karşı devrim çıkışları bastırılarak yeni bir devlet, yeni bir toplum yaratılmıştı. Kongre’ye anlam ve heyecan katan, bunca işin gerçekleştirilmesinden sonra ilk kez ve üstelik siyasi parti olarak toplanılması ve Mustafa Kemal’in sekiz yıllık savaşımının öyküsünü (NUTUK), belgeleriyle birlikte bu kongrede açıklamasıydı.
Mustafa Kemal, apayrı önemi olan bu Kongre’yi şu sözlerle açmıştır: “Fırkamız, milletimizin hayatı ve şerefi için gösterdiği yüksek azim ve iradenin temsilcisi olarak, bundan sekiz yıl önce ve acılı yıllar içinde ortaya çıkmıştı. Bütün Anadolu ve Rumeli’yi kapsamak üzere ilk genel kongremizi Sivas’ta yapmıştık... O gün kullandığımız ünvanla bugünkü ünvanımız arasında fark vardır. Ancak, örgüt esas olarak korunmuş ve bugün, siyasi fırka halinde beliren varlığa kaynaklık etmiştir. Ülke ve milletin, esenlik ve gönencini sağlamaktan oluşan genel amaç, niteliği değiştirilmeksizin sürdürülmüştür. Bu nedenle diyebiliriz ki, bugün açılışıyla övünç duyduğum büyük kongremiz, Sivas Kongresi’nden sonra örgütümüzün ikinci büyük kongresi olmaktadır”11

İlkeler

1927 Kongresi’nin bir başka önemli yanı, tüzüğün, örgütlenme anlayışında bir değişiklik olmadan geliştirilerek, 123 maddelik kapsamlı bir tüzük durumuna getirilmesiydi.12 Yeni tüzükte;cumhuriyetçilikmilliyetçilik ve halkçılık partinin temel ilkeleri haline getiriliyor; laiklik sözcüğü kullanılmamakla birlikte, “devlet ve millet işlerinde din ve dünyayı birbirinden ayırmanın” önemli bir ilke sayıldığı açıklanıyordu.13 İkinci Kongre’de, tüzük değişikliklerinden başka; sosyalist enternasyonalin katılım daveti reddediliyor14, Türk Ocakları parti denetimine alınıyor15 ve ekonomik uygulamalarda bundan böyle “ulus yararına uygunluğun esas alınacağı”16 kabul ediliyordu.

Nutuk

Mustafa Kemal’in, Halk Fırkası İkinci Büyük Kongresinde okuduğu Nutuk, yalnızca Cumhuriyet tarihinde değil, dünya siyasi tarihinde de benzeri olmayan bir ilk örnektir. Okunması 36,5 saat süren ve etkileyici bir anlatımı olan Nutuk, ülkenin Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki durumunun açıklanmasıyla başlar, ulusal savaşımın tüm aşamalarını ve Kurtuluş sonrası siyasi gelişmeleri belgeleriyle birlikte ele alır ve Cumhuriyet’in yaşatılması için gelecek kuşaklara görevlerini hatırlatan Gençliğe Sesleniş ile son bulur. AtatürkNutuk’u, Gençliğe Sesleniş’ten hemen önce söylediği duygu yüklü şu sözlerle bitirir: “Saygıdeğer efendiler, sizi günlerce meşgul eden uzun ve ayrıntılı açıklamalarım, sonuç olarak geçmişte kalan bir devrin hikâyesidir. Burada, milletim için ve gelecekteki evlatlarımız için, dikkat ve uyanıklığı davet edebilecek bazı noktalar belirtebilmişsem kendimi bahtiyar sayacağım.
        Efendiler, açıklamalarımla milli hayatı son bulmuş sanılan büyük bir milletin, bağımsızlığını, bilim ve tekniğin en son kurallarına dayanarak milli ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım. Bugün ulaştığımız sonuç, yüzyıllardan beri çekilen milli felaketlerin son bulması ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir. Bu sonucu Türk gençliğine emanet ediyorum. 
Ey Türk Gençliği,
Birinci vazifen Türk istiklalini, Türk Cumhuriyeti’ni ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir...”17

 

DİPNOTLAR


1                “Kaynakçalı Atatürk Günlüğü” Prof.Utkan Kocatürk T.İş Ban. Yay., sf.220
2                “Atatürk’ün Resmi Yayınlara Girmemiş Söylev, Demeç, Yazışma ve Söyleşileri” Sadi Borak, Kaynak Yay., 2.Basım, 1997, sf.217
3                a.g.e. sf.217 – 224 ve “Eskişehir ve İzmit Konuşmaları” Kaynak Yay., 1993, sf.237, “Kemalist Eğitimin Tarih  Dersleri–IV” Kaynak Yay., 3. Bas.2001, sf.169
4                “Eskişehir ve İzmit Konuşmaları” Kaynak Yay., 1993, sf.237–239
5                Büyük Larousse, Gelişim Yay., 6.Cilt, sf.3251
6                “Türkiye’de Siyasi Partiler” Prof.T.Z.Tunaya, Arba Yay., 2.Bas. 1995, sf.559
7                Büyük Larousse, Gelişim Yay., 4.Cilt, sf.2506
8                “Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri–IV” Kaynak Yay., 3 Bas., sf.169
9                a.g.e. sf.170
10             a.g.e. sf.170
11       “Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri–IV” Kaynak Yay., 3 Bas.  sf. 171
12       “Türkiye’de Siyasi Partiler” Prof.T.Z.Tunaya, Arba Yay., 2.Bas. sf.568
13       Büyük Larousse, Gelişim Yay., 4.Cilt,  sf. 2506
14       “Türkiye’de Siyasi Partiler” Prof.T.Z.Tunaya, Arba Yay., 2.Bas., sf. 569
15       a.g.e.  sf. 569
16       “CHP’nin Soyağacı” Rahmi Kumaş, Çağdaş Yay., 1999,  sf. 29

17       “Kemalist Eğitimin Tarih  Dersleri–IV” Kaynak Yay., 3 Bas., sf. 176


.

16 Şubat 2015 Pazartesi

ATATÜRK’ÜN KALITI (VASİYETNAMESİ) (5 Eylül 1938)



ATATÜRK’ÜN KALITI (VASİYETNAMESİ) 
(5 Eylül 1938)






Atatürk`ün 5 Eylül 1938 günü Dolmabahçe`de düzenleyerek İstanbul 6. Noteri İsmail Kunter`e teslim ettiği vasiyetnamesidir.


"Malik bulunduğum bütün nukut ve hisse senetleriyle Çankaya`daki menkul ve gayrimenkul emvalimi Cumhuriyet Halk Partisi`ne atideki şartlarla terk ve vasiyet ediyorum:

1 - Nukut ve hisse senetleri, şimdiki gibi, İş Bankası tarafından nemalandırılacaktır.
2 - Her seneki nemadan, bana nisbetleri şerefi mahfuz kaldıkça, yaşadıkları müddetçe, Makbule`ye ayda bin, Afet`e 800, Sabiha Gökçen`e 600, Ülkü`ye 200 lira ve Rukiye ile Nebile`ye şimdiki yüzer lira verilecektir.
3 - Sabiha Gökçen`e bir ev de alınabilecek ayrıca para verilecektir.
4 - Makbule`nin yaşadığı müddetçe Çankaya`da oturduğu ev de emrinde kalacaktır.
5 - İsmet İnönü`nün çocuklarına yüksek tahsillerini ikmal için muhtaç oldukları yardım yapılacaktır.
6 - Her sene nemadan mütebaki miktar yarı yarıya, Türk Tarih ve Dil Kurumları`na tahsis edilecektir."
K. Atatürk


ATATÜRK`ÜN VASİYETNAMESİNİ YAZMAYA KARAR VERİŞİ
Atatürk`ün vasiyetnamesini nasıl düzenlendiğini, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak şöyle anlatmıştı;

"1938 senesi sonbaharı, Dolmabahçe Sarayı`ndayız. Bir sabah Atatürk`ün yatak odasına girdim. Büyük adam, yatağında başı biraz yüksekte arka üstü yatıyordu. Salonu solgun bir güneş kaplamıştı. Yüzü fildişi rengindeydi. Çehresi her gün biraz daha zayıflayıp uzuyor, o gök mavisi gözleri irileşiyordu. Ben yatağının ayak ucuna doğru, gösterdiği yere oturdum. Her zaman ki suallerini tekrarladı:

"Ne haber?"

O günlerde Avrupa`da siyasi hava çok bozulmuştu. Atatürk umumi endişelere ve bir takım tehlikeli belirtilere rağmen, Almanların henüz, İtalyanların ise hiç hazırlanmamış olduklarını ileri sürerek müsterih bulunuyor. O sene harp olmayacağını, ihtilafların behemahâl bir pamuk ipliğine bağlanacağını, harbi ancak 1939 senesinde veya ondan sonraki senelerde beklemek lazım geldiğini söylüyorlardı.

Son yirmi dört saat zarfında günlük meselelere dair gelen haberleri hülasa ettim. Görüşünü teyit eder mahiyette olan bu haberleri alaka ile dinliyor, ara sıra bazı şeyler soruyor ve kısa cümlelerle mütalaalar beyan ediyordu. Böyle olmakla beraber düşünceli ve heyecanlı olduğu belliydi.

Sözlerimi bitirince sağ kolunu bana doğru uzattı. Doktorlar, kati lüzum olmadıkça kuvvet sarf etmesini yasakladıkları için hareketlerinde yardım ediyorduk. Elini tuttum, doğruldu, yatağının içinde bağdaş kurdu. Birkaç dakika denize ve karşı sahile baktı. Belliydi ki heyecanını yenmeye çalışıyordu. Gözlerini bana çevirdiği zaman, uzun kirpiklerinin ıslandığını fark ettim. Bütün hastalığı boyunca yanımda gösterdiği yegane zaaf (eğer bu ulvi sükunete zaaf demek uygunsa) buydu. Sonra önüne baktı ve ağır ağır konuşmaya başladı.

"Bu yolda konuşmak benim içinde, senin için de, ağır bir şey ama başka çaremiz yoktur. Konuşmaya mecburuz çocuk. Hani seninle ara sıra bir işimizden bahsederdik. Hatta bunun içinde kanun çıkarılmıştı: Şu vasiyetname meselesi. Bugün yarın o işi bitirmeliyiz. Nasıl olsa bir gün karnımdan su alınacaktır. Ne olur ne olmaz. Bağırsaklardan biri delinebilir, başka bir arıza olabilir. Herhalde ihtiyatlı olmalı."

  
ATATÜRK`ÜN VASİYETİNİ NOTERE VERİŞİ

"Atatürk, 6 Ekim 1938 `de Noter`in getirilmesini istemişti. Noter İsmail Kunter Bey, Prof. Neşet Ömer Bey ve ben, yatak odasının altındaki bir odada huzuruna girebilme emrini bekliyorduk. Bu daveti alınca hep beraber üst kata çıktık ve yatak odalarına girdik.

Vaziyeti şöyleydi; yataktan çıkmış, ipek bir pijama ve yine kırmızı ipek bir rob döşambr giymiş, boynuna koyu vişne renginde ipek bir eşarp bağlamıştı. Denize bakan pencerelerin önüne koydurduğu bir şezlongun üzerine oturmuş sigara içiyordu.

Bizi görünce hafifçe kımıldandı: "Buyurunuz.." dedi.

Tam karşısına koydurduğu sandalyelerde üçümüze de yer gösterdi. Hatırımda kaldığına göre Noter İsmail Kunter Bey ile, yeni çıkmış olan Noter Kanunu ve İstanbul`daki noterler üzerine görüştü. Getirilen kahvelerin içilmesini bekledi. Sonra önündeki sigara masasının koyduğu kapalı zarfı aldı:

" Bu benim vasiyetnamemdir. İcap ettiği zaman muamelesini yaparsınız..." diyerek zarfı notere verdi.

 Kaynakça / Tekadam Devrimi Bilgisunar(İnternet) Sayfası

 
ATATÜRK`ÜN KURUMU TÜZELKİŞİLİĞİNE KAVUŞMALIDIR!
Türkçenin, bütün bilim, sanat ve teknik kavramlarını karşılayacak denli varsıl bir dil olduğu, bir başka deyişle görkemli bir bilim ve sanat dili olduğu Dil Devrimiyle başlayan süreçte ortaya çıkmıştır. Atatürk`ün başlattığı Dil Devrimiyle beklentisi de buydu; bunun doğru bir eylem olduğunu ise bilimci ve sanatçıların pırıl pırıl Türkçeyle yazdıkları ürünleri kanıtlamıştır.

Eleştirilen, yasaklanan, horlanan sözcükleri, 2000’lerin Türkiye’sinde her kesimin kullanması da devrimin ve Türkçenin gücünün başka bir kanıtıdır. Türkçe doğru kullanıldığında her ağza yakışmakta, devrim süreci akışını doğal olarak sürdürmektedir.

Atatürk`ün kurumun kapatılmasından sonra dil kullanımında görülen özensizlik, yazım birliğinin bozulmasıyla doğan kargaşa, yazık ki genç kuşakların dil bilincini yaralamaktadır. Daha doğrusu ulusun dil bilinci amaçlı olarak yok edilmeye çalışılmaktadır. Bu nedenle 1982 Anayasasının 134. maddesi ve buna dayanılarak çıkarılan ve ATATÜRK`ÜN KALITINI yok sayan yasadan kaynaklanan kargaşa, hukukun üstünlüğü ile çözülebilir. 1983 yazından bu yana geçen zaman, bugün Türkçenin içine itildiği bütün sıkıntılar, Dil Devrimini savunanları doğrulamıştır. Keşke yanılmış olsaydık da Türkçe yeniden yabancı dillerin ve yayılmacıların saldırısıyla yüz yüze kalmasaydı. Keşke yalancı çıksaydık da ulusal kimliğimiz olan dilimiz, bugünkü kirlenme sürecine girmeseydi.

Türkçe; dünya görüşü, kökeni, dini ne olursa olsun, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının ortak iletişim aracıdır. Laik cumhuriyetimizin yurttaşlarının birbirini daha iyi anlaması, düşünce özgürlüğünün kurumlaşması için Atatürk`ün açtığı yolda yürümek de çok onurlu, kesinlikle vazgeçilemez görevimizdir.

Bu nedenle TBMM`deki siyasi partileri, özellikle CHP`yi, bütün kitle örgütlerini, Türk Devrimine emek veren bütün aydınları, ATATÜRK`ÜN KALITININ VE KURUMLARININ ESKİ YAPISINA KAVUŞMASI için DİL DERNEĞİ`NİN bilimsel ve hukuksal savaşımına omuz vermeye çağırıyoruz!

 Kaynakça / Dil Derneği Bilgisunar(İnternet) Sayfası