KISA TARİHİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
KISA TARİHİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Kasım 2015 Cumartesi

CUMHURİYET HALK PARTİSİ’NİN KISA TARİHİ 4 ( 1945-1980 DÖNEMİ )




CUMHURİYET HALK PARTİSİ’NİN KISA TARİHİ 4 

( 1945-1980 DÖNEMİ )



“Türkiye, demokrasiyi karşılaştığı tehlikelerden dünya çapında korumak için kurulmuş olan Batı ittifak sistemine ve onun temel direği olan NATO’ya sarsılmaz bir sadakatle bağlıdır. Türkiye bu bağlılığı aynı zamanda kaçınılmaz bir ödev saymaktadır.”  CHP 16. Kurultay Bildirisi-1962

Yedinci Kurultay: Mc Carthycilik Türkiye’de

7.Kurultay’da, o dönemde Amerika’da çok yaygın olan anti-komünist yükselişe uygun, öyle uygulamalar yapıldı ki bunlar, ABD’de aydın düşmanı olarak ünlenen tutucu senatör Mc Carthy’nin görüşlerinin hemen aynısıydı. CHP Kurultay’ında yapılan önerilerde, komünistlerin bütün kamu ve özel kuruluşlardan, özellikle de devlet kuruluşlarından atılması isteniyordu.1
Parti Kurultayında yeni baskı kararları alınırken, CHP milletvekilleri Meclis’te ABD’ye övgülerle dolu akıl dışı söylevler veriyordu. Başbakan Şükrü Saraçoğlu, o günlerde, Amerika’ya 4.5 milyon Dolarlık borcun ödenmesi üzerine yaptığı konuşmada şunları söylemişti: “Hepimiz inanıyoruz ki, biz bu parayı vermekle borcumuzun yalnız maddi kısmını ödüyoruz. Amerika’ya, bir de manevi borcumuz vardır ki; onu da, hürriyet, adalet, istiklâl ve insanlık davalarında Amerika’nın bulunduğu saflarda bulunmak suretiyle ödemeye çalışacağız”.2
CHP İstanbul Milletvekili Hamdullah Suphi Tanrıöver ve CHP Bursa MilletvekiliMuhittin Baha Pars ise Meclis’te şunları söylüyorlardı: H.Suphi Tanrıöver“Dünyaya ışık nereden geliyor? Bu ışığın bir kaynağı var. Işık Amerika’dan geliyor. Ümit nereden geliyor, Amerika’dan geliyor”.3 M.Baha Pars“Bugün bu büyük milletinAmerika’nın insanlığa yaptığı yardımı hatırlayıp teşekkür ederken, peygamber gibi temiz ve kusursuz Roosvelt’i ve onun halefi olan, kıymetli devlet ve millet adamı Truman’ı hürmetle selamlarım”.4

Eğitimde Geri Dönüş

Köy enstitülerinin kurulmasını istekle desteklemiş olan İsmet İnönü’nün, bu okulların ortadan kaldırılmasına neden gözyumduğu ve imam-hatip okul ve kurslarının açılmasına bu denli kolay nasıl izin verdiği, şimdiye dek çok tartışılmış bir konudur. Politika değişikliğinin nedeni kuşkusuz ABD ile girilen ilişkiler ve yapılan ikili anlaşmalardır.
Bunun kanıtı İsmet İnönü’nün sözleridir. İnönü, günlük notlarından oluşan Defterler adlı kitapta, yabancıların imam hatip açtırmada çok ısrarcı olduklarını ve okulları bitirenlerin harp okullarına alınmasını istediklerini açıklar. İlişkilerin ve isteklerin niteliği konusunda aydınlatıcı olan bu açıklamada İnönü aynısıyla şunları yazar: “Yabancılar (Amerikalılar diye okumalısınız y.n.), imam hatip mezunlarını Harbiye’ye almamızı söylediler. Bunu Sultan Abdülhamit ordusuna dönüş sayarım... Oldubitti yaptırmayacağız”.5
İsmet İnönüimam hatip çıkışlıları Harpokullarına aldırmadı ancak Cumhurbaşkanlığı döneminde birçok imam hatip okulu ve kursu açtırdı. Ondan sonraki CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit, yabancıların bu isteğini yerine getirdi ve imam hatip mezunlarının Harpokullarına alınmasını Meclis’ten geçirdi ancak dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün vetosunedeniyle bu girişim yasalaşmadı.

Ödün Verme Yarışı

Cumhuriyet Halk Partisi, 1945-1950 arasında yaptığı 2.Olağanüstü ve 7.Olağan Büyük Kurultay’la, kurulmasına izin vermek zorunda kaldığı Demokrat Parti’yle, Devrimler’den ödün verme yarışına giren bir parti durumuna geldi. Verdiği ödünler birçok konuda, karşıtı DP’nin isteklerini bile aşıyordu. Dayandığı kitlesel tabanda sınıfsal ayrım bulunmayan bu iki parti, ideolojik ve örgütsel olarak birbirine çok yakındı.6
Şevket Süreyya Aydemir “Menderes’in Dramı” adlı yapıtında CHP programı ile DP programı arasındaki benzeşmeyi şu sözlerle açıklar: “Demokrat Parti programındaki görüş, Halk Partisi’nin devletçilik görüşüyle karşılaştırılınca, Demokrat Parti’nin daha devletçi sayılması pekala mümkündür. Altıok’un diğer beş ilkesini de aynı biçimde karşılaştırabiliriz. Ve görürüz ki, Demokrat Parti, Halk Partisi’nden yalnız kadrosunu değil, programını da aktarmıştır”.7

14 Mayıs 1950; Yönetimi Yitiriş

CHP, 14 Mayıs 1950’de yapılan genel seçimleri yitirdi ve bir daha tek başına yönetime gelemedi. 1950-1980 arasındaki otuz yıllık süreç, halktan koparak topluma yabancılaşmanın,Atatürk’ün adını kullanarak Devrim İlkeleri’nden geri dönüşün ve dışarıya bağlanmanın tarihi gibidir.
12 Eylül 1980’de eylemsel olarak kapatıldığında, Kurtuluş Savaşı’nı veren Müdafaa-i Hukukhareketinin devrimci mirası üzerine kurulmuş olan Halk Fırkası anlayışı, duygu ve düşünce olarak zaten yok olmuştu. Atatürk’ün ölümünden 1980’e dek 19 Olağan, 8 Olağanüstü Kurultay yapıldı, tüzükler programlar değiştirildi ve birçok yeni karar alındı. Ancak, bunların tümü söylendiği gibi değişim, gelişim ve ilerleme değil, gerileme ve Atatürkçülüğün karşıtına dönüşme sürecini oluşturdu.

Atatürk’ü Kullanma

Cumhuriyet Halk Partisi, 1950 seçimlerine Atatürk’ün adını kullanarak; “Vatandaş, oyunu Atatürk’ün kurduğu, İnönü’nün başında bulunduğu CHP adaylarına ver”çarpıcısözüyle (sloganıyla) girdi. Bu davranış, Atatürk’ü siyasi amaçla kullanma girişiminden başka bir şey değildi. Atatürk’ün yaşamı boyunca gerçekleştirdiği ilkelerin tümü uygulamadan kaldırılıyor, onun kurduğu bir parti olduğu söylenerek halktan oy isteniyordu.
Üstelik seçim bildirgelerinde, mitinglerde ve hükümet kararlarında hala, Demokrat Parti’yi bile şaşırtan ödünler veriliyor, sözler söyleniyordu: “Devlet yalnızca özel sektörün kârlı bulmadığı alanlara yatırım yapacak, kâr amacıyla girişimde bulunmayacaktır. Denizyolu ve eşya taşımacılığı özel girişime bırakılacaktır. Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’nun 17.maddesi tümüyle kaldırılacaktır. Devlet, şirket ortağı kişilere yeni olanaklar sağlayacaktır. İmam hatip kursları açılacak, hacca gitmek isteyenlere devlet döviz verecektir. İlkokullara din dersi konacak, 1925’ten beri kapalı olan türbeler yeniden açılacaktır”.9 Halka, Atatürk’ün adı kullanılarak bunlar söyleniyordu.

Geçmişinden Kopmak

Şemsettin Günaltay’ın 14 Ocak 1949’da başbakan yapılmasıyla din bağlantılı siyasi ödünler yoğunlaşacaktır. Günaltay, medrese eğitimli ilk başbakandır ve Cumhuriyet gelenekleriyle çelişen uygulamaları gecikmeyecektir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, 4 Şubat 1949’da Arapça ezan okunacak; 4 Mayıs’ta Vatana İhanet Yasası, 1 Mart 1950’de Tekke ve Türbelerin Kapatılmasına İlişkin Yasa, yürürlükten kaldırılacaktır. Seçimlerden iki ay önce, 23 Mart 1950’de İsmet İnönü, “Anayasa’nın değiştirilerek ‘altıok’un Anayasa’dan çıkarılacağına”yönelik halka söz verecektir.10
Parti yönetimi, bu tür sözler verip açıktan yürütülen bir karşı-devrim hareketine girişirken; CHP, büyük çoğunluğu Müdafaa-i Hukuk geleneğine bağlı yaygın bir örgüt ağına sahipti. 63 il, 490 ilçe, 1084 bucak şubesi, 19 667 köy ocağı, 2056 mahalle ocağı, 1584 semt ocağı ve 1 898 394 üyesi vardı.11 Üye sayısı, 1950’de 20,9 milyon olan Türkiye nüfusunun yüzde 9’una denk geliyordu, bu oran günümüz nüfusu için 6 milyondan çok üye demekti.

1950-60 Dönemi

22-27 Haziran 1953’de yapılan 10.Olağan Kurultay’da Kemalizm programdan çıkarıldı, yerine Atatürk yolu diye ne anlama geldiği belli olmayan bir kavram getirildi.12 21-24 Mayıs 1956’da yapılan 12.Kurultayda, biçimini on yıl önce kendilerinin belirlediği “demokrasi işleyişi”nden yakınılmaya başlandı. “Demokrasinin gerekli yasal güvenceden yoksun” olduğu,“rejimin selametini sağlamak için” yasal güvencelerin arttırılması gerektiği söyleniyor, bir an önce “nisbi seçim sisteminin uygulanması” isteniyordu.13 Dış isteğe bağlı olarak telaşlı bir acelecilikle “demokrasi” getirenler, getirdikleri “demokrasi”yi beğenmez duruma gelmişlerdi.
16.Kurultay’da (14-16 Aralık 1962), Avrupa Birliği’ne (o zamanki adı Avrupa Ekonomik Topluluğu) üyelik başvurusu nedeniyle olacak, Batıya yöneltilen övgü sözlerinde belirgin bir artış vardı.
Kurultay bildirisinde; Avrupa’yla bütünleşme, NATO’ya bağlılık ve demokrasinin tüm dünyada korunmasından söz ediliyordu. Türkiye’nin, “Demokrasiyi karşılaştığı tehlikelerden dünya çapında korumak için kurulmuş olan Batı ittifak sistemine ve onun temel direği olan Atlantik Paktı’na (NATO y.n.) sarsılmaz bir sadakatle bağlı” olduğu söyleniyor, bu bağlılığın aynı zamanda “Türkiye’nin yerine getirmesi gereken kaçınılmaz bir ödev” sayıldığı dile getiriliyordu.14

Ecevit ve Ortanın Solu

18-21 Ekim 1966’da yapılan 18.Kurultay’da nereden ve neden çıktığı tam olarak anlaşılamayan ortanın solu diye bir kavram yoğun olarak tartışıldı. Sol, sosyal demokrasi, demokratik sol gibi tanımlar, Türk Devrimi’nin söylemlerinde yer almayan kavramlardı. Sosyalist Enternasyonel’in üyelik önerisi, 1927 Kongresi’nde kabul edilmemişti. CHP o güne dek bu tür tanımlardan uzak durmuştu. 18.Kurultay’da Genel Sekreter olan Bülent Ecevitortanın solukavramına ısrarla sahip çıktı. Bu kavramı, 1974’de Demokratik Sol haline getirdi; 1976’da CHP’yi Sosyalist Enternasyonale üye yaptı ve sert söylemlerle düzen karşıtı eleştirilere başladı.
EcevitAtatürk devrimlerini “halka ulaşmadığı” ve yeterince “radikal (köklü y.n.)olmadığı” için eleştiriyordu. Bireylerin inançlarını açıkça uygulamaya sokabilmesi gerektiğini söylüyor, “laiklik uygulamalarına” katı oldukları için karşı çıkıyordu.15 Parti içindeki karşıtlarına çok sert davranıyor, bunların, daha önce “yeterince radikal” bulmadığı Kurtuluş Savaşı yöntemleriyle “ezileceğini” söylüyordu: “Biz halkı ezilmekten ve sömürülmekten kurtarmaya çalışıyoruz. Milli mücadelede de (Kurtuluş Savaşı y.n.), içerden kurtuluşu engellemek isteyenler olmuştur. Onlar nasıl yenildiyse, bugün sosyal ve ekonomik kurtuluş hareketine gösterilen engellemeler de öyle ezilecektir”.16

Söylemler

28-29 Nisan 1967’de yapılan 4.Olağanüstü Kurultay’da “Sosyalizmi aşama olarak kabul eden komünistlerle hiçbir ilgimiz yoktur... Partimize yönelik olarak yapılan Marksist suçlamalarını nefretle karşılıyoruz... CHP sosyalist değildir ve olmayacaktır” biçiminde açıklamalar yapıldı.17
Ancak, Bülent Ecevit’in Türkiye’nin her yanına yaydığı söylemler, Ceza Yasası’nın 141. ve 142.maddeleri nedeniyle, sosyalistlerin bile söylemekten çekineceği kadar sertti: “Toprak işleyenin su kullananın”“Ne ezilen ne ezen, insanca hakça bir düzen”“Bu düzeni değiştireceğiz”“Toprak ve su ağalığına son”“Köylünün olmayan toprakta, demokrasi olmaz”,“Toprak işgalleri devrimci eylemlerdir” gibi sözler söylüyordu.18
Söylenenler içinde devlete karşı özenle seçilmiş söz ve eleştiriler de vardı. “Sağda servet, aşırı solda devlet, ortanın solunda halk egemendir”“Halk devletin değil, devlet halkın hizmetinde”“Devlet ve servet köleliğine karşıyız”“Yerel yönetimler gerçek demokrasinin gereği olan yetkilerle donatılacaktır”19 biçiminde sloganlaştırılmış sözler sıkça yineleniyordu.

Söz Var Eylem Yok

Bülent Ecevit uzun siyasal yaşamı boyunca; toprakdevrimsu kullanımıtefecidenağadanya da işbirlikçiden alıp, işçiye, köylüye vermek gibi konularda, söyledikleri yönde hemen hiçbir girişimde bulunmadı. 1970-1980 yılları arasında milyonlarca insanı peşinden sürüklemeyi başardı, iki seçim kazandı, iki kez hükümet kurdu ancak miting meydanlarında halka söz verdiği konularda, bir şey yapmadı. Gösterişli bir yükselişle elde ettiği siyasi gücünü sessizce yitirdi. 1999’da yeniden Başbakan olduğunda Türk halkı bambaşka bir Ecevit’le karşılaştı. “Toprak işgali”“su kullanımı” ve “devrim”in yerini artık, “küreselleşme”“global liberalizm” ya da“özelleştirme” söylemleri almıştı.

Ecevit’in Özgörevi (Misyonu)

Bülent Ecevit, verdiği sözleri yerine getirmedi ama önemli bir siyasi işlevi yerine getirdi. Altmışlı yılların sonuyla yetmişli yıllarda yayılan ve giderek toplumsal karşıtçılığa (muhalefete) dönüşen ulusçu ve bağımsızlıkçı halk deviniminin, denetim altına alınması ve giderek sönümlenmesine büyük katkısı oldu.
O dönemde işçi eylemleri gelişip örgütleniyor, köylüler toprak işgalleri yapıyor, üniversite gençliği anti-emperyalist nitelikli eylemlere girişiyordu. Süleyman Demirel başkanlığındakiAdalet Partisi hükümetleri bu eylemlere baskı uygularken, Ecevit devrimci söylemlerle ortaya çıkıyor ve toplumsal karşıtçılık, baskı yöntemlerinden çok daha etkili bir biçimde yön değiştiriyordu.

Ecevit-İnönü Çekişmesi

6 Mayıs 1972’de yapılan 5.Olağanüstü Kurultay, siyasi ahlak açısından doyumsuzluğun, vefasızlığın ve geçmişe saygısızlığın kaba örneklerinin yaşandığı bir kurultay oldu. Çok uzun bir süre CHP’nin hemen her şeyi olan İsmet İnönü, kalp kasılması (spazm) geçirmiş ve kurultay bu nedenle ertelenerek 6 Mayıs’a alınmıştı. İnönüBülent Ecevit’le çalışmak istemiyor ve “Parti meclisi değişmezse CHP yok olur. CHP’nin geleceği tehlike içindedir. Anlaşmazlık, benim ve Bülent’in birlikte görev almasıyla giderilemez. Karşı karşıya olmamız dostluğumuzu bozmaz. Ecevit’le çalışmam, ya ben ya da Ecevit seçilmelidir” diyordu.20
Ecevit’in bu çağrıya verdiği yanıt, o dönemdeki açıklamaların tümünde olduğu gibi son derece sertti. İnönü’ye, “Demokratik bir partinin yasalara saygılı üyeleri mi olacağız, kapı kulları mı olacağız. CHP’de hukuk mu yürüyecek, buyruk mu?” diyerek yanıt verecektir.21Ecevitçi olarak tanınan Ahmet Üstün“İnönü, İnönü, İnönü; keramet mi yani” diyecektir.22
Delegeler arasında İnönü’ye karşı saygısız bir muhalefet örgütlenmiştir. Yapılan oylamada 709 delege Ecevit’ten, 507 delege İnönü’den yana oy verir. İsmet İnönü, 8 Mayıs 1972’de 88 yaşındayken, önce genel başkanlıktan, daha sonra CHP üyeliğinden ayrılır. Oysa İnönü, 1947’de yapılan ve “değişmez genel başkanlığı” kaldıran Kurultayda, “yurdun siyasal yapısında yapıcı ve yaratıcı işlevine kesin olarak inandığım CHP’nin daima üyesi olarak kalacağım” demişti.23

12 Eylül ve CHP

Cumhuriyet Halk Partisi, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra herhangi bir mahkeme kararına dayanmadan, 16 Ekim 1981’de kapatıldı. Gerçekleştirilen eylem, sıradan bir parti kapatma olayı değil, olumlu-olumsuz etkileriyle altmış yıldır Türk siyasi tarihine yön veren temel bir kurumun ortadan kaldırılmasıydı.
Cumhuriyet Halk PartisiAtatürk’ün kurduğu parti olarak, onun ilkelerinden ne denli uzaklaşmış olursa olsun, Türk siyasetinin ana unsuru, Cumhuriyet’in siyasi alandakidokunulmazlarından biriydi. Yeni devlet ve yeni toplumun kuruluşuna öncülük etmiş, halk içinde kök salmış, Türk parti düzenine biçim vermişti. Tek parti ya da iki partili dönemlerde, siyasi dengenin temel unsurlarından biriydi. O denli etkiliydi ki, ondan ayrılan kişi ya da kümelerin siyasi yaşamı sona erer, Demokrat ya da Adalet Parti’sinden başka herhangi bir parti, ona rakip olabilecek denli güçlenemezdi.

1980’den Bu Güne

Cumhuriyet Halk Partisi’nin 1981 yılında kapatılmasından sonra ortaya çıkan; Halkçı Parti(HP), Sosyal Demokrat Parti (SODEP), onların birleşmeleriyle oluşan Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) ve yeni Cumhuriyet Halk Partisi girişimleri, bugün bambaşka bir CHP yaratmıştır.
Atatürk, 1935 yılında, “sonuna dek benim olarak kalacağını nereden bileyim” demekte haklı çıkmıştır. Günümüzdeki CHP’nin Atatürk’ün Cumhuriyet Halk Partisi’yle bir ilişkisi yoktur; bambaşka bir örgüttür. Bu ayırımı, en özlü biçimde, Deniz Baykal’ın sözlerinde buluyoruz. Baykal, 22 Ağustos 2002’de, Atatürk’ten kopuşun ilanı anlamına gelen şu sözleri söylemiştir: “Türkiye’de kutsal devlet anlayışından, insan odaklı devlete geçilecek. İçine kapalı Türkiye, küresel Türkiye haline getirilecek. Karma ekonomi yerine çağdaş piyasa ekonomisi yerleştirilecek”.24
CHP’nin bu günkü yönetimi 11 Kasım 1938’de başlayan geri dönüş sürecinin doğal sonucudur. CHP artık Atatürk'ün CHP’si değildir. Köklerini yadsıyan, siyasi bozulmanın merkezinde yer alan ve dünya egemenlerinin dümen suyunda varlığını sürdüren bir başka partidir.1950’lerde Demokrat Parti ile ödün verme yarışına giren CHP bugün, benzer anlayışla AKP ile yarışıyor. CHP, Cumhuriyet değerlerini ve Kemalist ilkeleri savunmadığı sürece ülke sorunlarına çözüm getiremeyecek, buna bağlı olarak Türkiye’nin geleceğinde yer alan  siyasi bir güç olamayacaktır.

DİPNOTLAR

1                “CHP’nin Soyağacı” Rahmi Kumaş, Çağdaş Yay., 1999, sf.51
2                “CHP 1919–1999” Hikmet Bila, Doğan Kitapçılık sf.118
3                a.g.e. sf.118
4                a.g.e. sf.118
5                “ABD Ziyareti ve İnönü” Prof. Türkkaya Ataöv, Cumhuriyet, 30.12.2003
6                Büyük Larousse, Gelişim Yay., 4.Cilt, sf.2507
7                “Menderes’in Dramı” Ş.S.Aydemir, Remzi Kit., İst. 1969, sf.165
8                “CHP 1919 – 1999” Hikmet Bila, Doğan Kit. A.Ş., 2.Bas., 1999, sf.116
9                a.g.e. sf.127 ve 128
10             a.g.e. sf.133
11             “Türkiye’de Siyasi Partiler” Prof.T.Z.T., Arba Yay., 2.Bas., sf.577–578
12             Büyük Larousse, Gelişim Yay., 4.Cilt, sf.2507
13             “CHP’nin Soyağacı” Rahmi Kumaş, Çağdaş Yay., 1999, sf.83-84
14             a.g.e sf.126
15             “CHP, Örgüt ve İdeoloji” Doç.Dr. Ayşe Güneş Ayata, Gündoğan Yay., 1992, sf.84
16             “CHP’nin Soyağacı” Rahmi Kumaş, Çağdaş Yay., 1999, sf.176-177
17             a.g.e. sf.177 ve 181
18             a.g.e. sf.204, 206 ve 208
19             a.g.e. sf.189, 201, 206 ve 256
20             “CHP’nin Soyağacı” Rahmi Kumaş, Çağdaş Yay., 1999, sf.222
21             a.g.e. sf.223 ve 52
22             “CHP 1919 – 1999” Hikmet Bila, Doğan Kit. A.Ş., 2.Bas., 1999, sf.221
23             “CHP’nin Soyağacı” Rahmi Kumaş, Çağdaş Yay., 1999, sf.223 ve 52

24             “Baykal – Derviş Sentezi” Hürriyet, 22.08.2002



CUMHURİYET HALK PARTİSİ’NİN KISA TARİHİ 3 ( ATATÜRK SONRASI )




CUMHURİYET HALK PARTİSİ’NİN KISA TARİHİ 3 

( ATATÜRK SONRASI )


 

Milletler, egemenliklerini geçici bile olsa bırakacağı meclislere dahi gereğinden fazla inanmamalı ve güvenmemelidir. Çünkü meclisler bile despotluk yapabilir ve bu despotluk bireysel despotluktan daha tehlikeli olabilir. Meclislerin öyle kararları olabilir ki, bu kararlar milletin hayatına giderilmesi mümkün olmayan zararlar verebilir.” Mustafa Kemal Atatürk- Ocak 1923



İsmet İnönü ve Kemalizm’den Geri Dönüş (1938-1945)

Cumhuriyet Halk Partisi, 26 Kasım 1938’de ilk kez olağanüstü kurultay topladı. Atatürkonbeş gün önce ölmüş, İsmet İnönü Cumhurbaşkanı olmuştu. Başbakan Celal Bayar’ın toplantıya çağırdığı bu Kurultay, İsmet İnönü’yü “milli şef” ve “değişmez genel başkan”tanımlarıyla parti başkanı yaptı. “Milli şef” tanımı Türk siyasi tarihinde ilk kez kullanılıyordu.“Değişmez genel başkanlık” ise daha önce (1927), tinsel (manevi) değeri olan bir saygı sözcüğü olarak yalnızca Atatürk’e verilmişti ve o zaman Tüzük ya da Programa yansıtılmamıştı.1
Ancak, Atatürk’ün ölümünden hemen sonra toplanan olağanüstü kurultay, “değişmez genel başkanlık” kavramını kabul etti, genel başkanlık seçimini tüzükten çıkardı.2 BöyleceAtatürk’te olmayan bir ünvan, İsmet İnönü’ye verilmiş oldu. Bu uygulama, Cumhuriyet Halk Partisi’nin Atatürk’ün yaşamı boyunca ısrarla sürdürdüğü halkçılık anlayışından uzaklaşacağının açık göstergesiydi. CHP, Türk Devrim ilkelerinden geri dönüşe yönelen yeni bir döneme giriyordu.

Beşinci Kurultay ve Ayıklama (Tasfiye)

Olağanüstü Kurultay’dan beş ay sonra 29 Mayıs-3 Haziran 1939’da 5.Büyük Kurultay toplandı. Mart 1939’da erken seçime gidilmiş, istifa eden Celal Bayar’ın yerine Refik SaydamBaşbakan olmuştu. Yeni Meclis ve yeni hükümette ilgi çekici değişiklikler vardı.
Kurtuluş Savaşı’ndan beri Atatürk’ün yakın çevresinde bulunan ve on dokuz yıl boyunca üst düzey görevler yüklenmiş olan kimi etkin isimler hükümete alınmadığı gibi milletvekili de yapılmamıştı. Atatürk’ün yakın çalışma arkadaşlarından; kesintisiz 13 yıl Dışişleri Bakanlığı (1925-1938) ve 16 yıl Milletvekilliği (1923-1939) yapan Tevfik Rüştü Aras; kesintisiz 11 yıl İçişleri Bakanlığı (1927-1938) ve 16 yıl Milletvekilliği yapan (1923-1939) Şükrü Kaya; 7 yıl İstiklâl Mahkemesi üyeliği (1920-1927) ve 19 yıl Milletvekilliği yapan (1920-1939) Kılıç Ali(Asaf Kılıç), hükümetten ve Meclis’ten uzaklaştırılan önde gelen kişilerdi.
Atatürk’e yakın isimler yönetimden uzaklaştırılırken, Terakkiperverciler dahil, Atatürk’e karşı çıkanların hemen tümü önemli görevlere getirildiler. Hükümet üyelerini ve milletvekillerini tek tek İsmet İnönü saptıyordu. Ali Fuat CebesoyRefet BeleHüseyin Cahit Yalçınmilletvekili yapıldı. Daha sonra, İzmir suikastı davasında hapis cezasına çarptırılan Rauf Orbay’a, Adnan Adıvar’a, aynı davada yargılanan ancak aklanan ve Atatürk’e karşıtlığı açık düşmanlığa vardıran Kazım Karabekir’e etkin görevler verildi. Ali Fuat Cebesoy ve Kazım Karabekir, Meclis Başkanlığı’na dek yükseldiler. Prof.Tarık Zafer Tunaya, 1939 Kurultayını,“Kemalist ideolojinin tartışılmadığı”, bu nedenle “delegelerinin Kemalizmi tam olarak bilmediği” bir “bocalama ve geçiş” Kurultayı olarak tanımlayacaktır.3
Atatürk döneminde Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği, Milli Eğitim Bakanlığı yapmış ve ilk İnkılap Tarihi derslerini vermiş olan Prof.Hikmet BayurAtatürk’ün ölümünden sonraki uygulamalar için şunları söyleyecektir: “Atatürk ölür ölmez Atatürk aleyhine bir cereyan başlatılmıştır. Örneğin Atatürk’e bağlı olan bizleri İnkılap Tarihi derslerinden aldılar; kendi adamlarını koydular. O dönemde Atatürkçülüğü övmek ortadan kalkmıştı”.4

Geri Dönüş Uygulamaları

Atatürk’ün yakın çevresinin yönetimden uzaklaştırılmasıyla başlayan süreç açıkça söylenip yazılmayan ancak uygulamaya sokulan davranışlarla, kapsamlı bir karşıdevrim politikasına dönüştü. Uygulamaların somut sonucu, devlet politikalarında Atatürk ve Atatürk dönemi uygulamalarıyla önce araya mesafe koyma, daha sonra ortadan kaldırma biçiminde gelişti.
İnönü “milli şef” ti ve herşeyi o belirliyordu. Devlet kadrolarında yükselmek isteyenler,günün gereklerine uyma durumundaydılar. Atatürk’ün yakın çevresi gözden düşmüştü. Pul ve paralardan Atatürk’ün resimleri kaldırılmış, yerine İnönü konmuştu. Dış politikada Batıyla uzlaşma eğilimleri giderek artıyor, laiklik başta olmak üzere altıok’la açıklanan temel ilkelerden ödünler veriliyordu. Falih Rıfkı, ödünler ve CHP konusunda şöyle söyler: “Atatürk’ün CHP’ye bıraktığı gerçek miras devrimleri, devrimlerin ana temeli ise laisizm ve eğitim birliğiydi. CHP yönetimi devrinde (1938-1950 arası y.n.) bu iki temel, derinden sarsılmıştır. CHP, İmam Hatip Okullarına fıkıh dersi koymakla, eğitim birliğini yıkmıştır. O zamanlardan beri CHP, Atatürk’ün değil İnönü’nün Partisidir”.5

1938-1950 Dönemi

1938-1950 yılları arasındaki “milli şef” döneminde CHP, üç büyük ve bir olağanüstü Kurultay gerçekleştirdi. 1950 yılında, yönetimi kendi içinden çıkardığı Demokrat Parti’ye bıraktığında, Türkiye iç ve dış ilişkiler bakımından, Atatürk’ün bıraktığı yerden, amaçladığı hedeflerden çok ayrı bir yerdeydi. İkili ya da çoklu anlaşmalarla tümüyle Batıya bağlanılmış, ulusal sanayi atılımları durdurulmuş, dış borca yönelinmiş ve eğitim başta olmak üzere Cumhuriyet’in temel değerlerinden önemli oranda uzaklaşılmıştı.
1939’daki 5.Kurultay’da alınan kararların ve yapılan tüzük değişikliklerinin belirgin özelliği, Atatürk’ün 1935’te tepki göstererek önlediği, yönetim gücünün kişi elinde toplanması vekatılımcılıktan vazgeçilmesiydi. Bütün güç, “milli şef” İnönü’ün elinde toplanmıştı. Tartışma ya da görüşme gibi kavramlar parti gündeminden çıkmış, Meclis’teki milletvekilleri bir türonaylayıcılar kümesi durumuna gelmişti. Parti hemen tümüyle hükümetin buyruğuna girmiş, parti ve hükümet uygulamaları arasındaki bağımlılık iyice pekişmişti.6 Parti içinde, “denetleme organı” adı verilen ancak ne işe yaradığı belli olmayan bir “bağımsız küme” oluşturulmuş;“merkeziyetçilik” ve “disiplin” adına parti üye ve yöneticileri üzerindeki baskı arttırılmıştı. Siyasi ilişkiler o denli iç içe girmişti ki, parti genel sekreteri “partiyle hükümet arasındaki bağı geliştirmek için”, Bakanlar Kuruluna katılmaya başlamıştı.7

Altıncı Kurultay

8-15 Haziran 1943’te yapılan 6.Kurultay, tek partili dönemin son kurultayıdır ve Dünya Savaşı sürerken yapılmıştır. Tutanakları açıklanmayan bu Kurultay’ın, dıştan görünüş olarak hiçbir yeni yanı yoktu ve sanki tam bir adet yerini bulsun kongresiydi.
Ancak, içerde yapılan ve Savaş sonrası dönemi ilgilendiren birtakım değerlendirmeler, geleceğin önemli değişiklikler getireceğini gösteriyordu. Programın 6.bölümüne eklenen 38.başlam (madde), “2. Dünya Savaşı’ndan sonraki olasılıklar” dan söz ediyor ve “Dünya Savaşı’ndan sonraki dönem, bizim için birkaç kat daha fazla çalışacağımız bir dönem olacaktır”8deniliyordu. Bu sözlerin ne anlama geldiği, daha sonra gerçekleştirilen uygulamalar ve açıklamalarla ortaya çıkacaktır. İsmet İnönü’nün “Eğer Rusya gelip aramızdaki anlaşmazlıkları olumlu biçimde çözme teklifinde bulunsa bile, ben Türk siyasetinin Amerikan siyasetiyle elele gitmesi taraftarıydım”9 biçimindeki sözleri, “Dünya Savaşı’ndan sonra” hangi yönde “fazla çalışılacağı”nı gösteren, belki de en çarpıcı açıklamalardı.

“Amerikan Siyasetiyle Elele”

İsmet İnönü’nün “Amerikan siyasetiyle elele gitme” olarak tanımladığı politik tutum, 1919’da reddedilen ve büyük devlet korumacılığına dayanan mandacılığın anlayış olarak yeniden gündeme getirilmesiydi. Tüm manda ilişkileri gibi, siyasi ve ekonomik ayrıcalıklara (imtiyaz)dayanıyordu.
Amerikalılar’la ilk ayrıcalık anlaşması, 1 Nisan 1939’da imzalandı. 5 Mayıs 1939’da yürürlüğe giren bu anlaşma imzalandığında, Atatürk’süz yapılan ilk Kurultay’dan yani 1.Olağanüstü Kurultay’dan yalnızca dört ay geçmişti. 1 Nisan anlaşmasıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Amerika’ya, “gerek ithalat ve ihracatta, gerekse diğer tüm konularda, en ziyade müsaadeye mazhar (en fazla kayırılacak y.n.) ülke statüsü” tanındı. Amerikan sanayi malları için yüzde 12 ile yüzde 88 arasında değişen oranlarda gümrük indirimleri sağlandı.10
Amerika Birleşik Devletleri’yle ekonomik anlaşmalar yapılırken, İngiltere ve Fransa’yla siyasi anlaşmalar yapıldı. 12 Mayıs 1939’da İngiltere, 23 Haziran 1939’da da Fransa ile iki ayrıbildirime (deklarasyona) imza atıldı. Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu, imza töreninde İngiltere Büyükelçisine, “Türkiye, bütün nüfuzunu Batı devletlerinin hizmetine vermiştir” dedi.11
Bu iki deklarasyon 19 Ekim 1939’da İngiltere-Fransa-Türkiye arasında, Üçlü İttifak Anlaşması’na dönüştürüldü. Batıya bağımlılığı geliştiren bu tür girişimler, Atatürk döneminde akla bile getirilemeyecek işlerdi. Atatürk, hastalığı ağırlaştığında bile, “Türkiye tarafsız kalmalıdır, herhangi bir ittifak içine girmemelidir”12 diyor, “İngiltere, Fransa, Amerika ve diğer Batılı devletler ile siyasetimizi çok dikkatli tesbit etmeli ve ilişkilerimizi mesafeli yürütmeye özen göstermeliyiz”13 diyerek, vasiyet niteliğinde önermelerde bulunuyordu. Ancak, önermeleri dikkate alınmıyor ve sanki o gün bekleniyormuşçasına; ölümünden birkaç ay sonra, onun vermemek için yaşamı boyunca savaştığı ulusal ödünler Batılı büyük devletlere kolayca veriliyordu.

Çok Partiliğe Geçiş

İsmet İnönü ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin dış isteğe bağlı olarak giriştiği “çok partili demokrasi” ye geçişin, birçok olumsuz sonucu oldu. Ülke koşullarına uygun düşmeyen veivedilikle gerçekleştirilen siyasi değişim, 1938’e dek doğal gelişim çizgisine oturmuş olan siyasi işleyişi önce bozmuş, daha sonra kazanımlarını ortadan kaldırmıştır. Yapılanlar, Türk toplumunun bağımsız yaşama geleneklerine, toplumsal gereksinimlerine ve gelecek yönelişlerine uygun düşmüyordu. Yapılanlarda Batı temel ölçü alındığı için, her şey göstermelik, yapay ve topluma yabancıydı. Bu nedenle de baskıya ve yozlaşmaya dayanıyordu.

1946-1950 Ödünler Süreci

Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD önderliğinde kurulmakta olan Yeni Dünya Düzeni’ne, koşulsuz destek verdi. Uluslararası anlaşmaların tümüne, hemen hiç incelemeden imza attı. Siyasi ödünler, kısa bir süre içinde; ekonomiden eğitime, askeri alandan kültüre ve sosyal güvenlikten hukuka dek genişledi.
Cumhuriyet Halk Partisi’nin başlattığı ödünler süreci, 1950’ye gelindiğinde büyük oranda tamamlanmış, ileri bir aşamaya ulaşmıştı. Düşünsel ve örgütsel yapı olarak temelde CHP’den ayrımı olmayan Demokrat Parti, 1950’de yönetime geldiğinde, dış ilişkiler bakımından tamamlanmış bir süreçle karşılaşmıştı. DP, siyasi istekleriyle tümüyle örtüşen bu süreci daha da geliştirmiş ve Amerika Birleşik Devletleri’ne, “herhangi bir tehdid durumunda” ve “çağrı üzerine” Türkiye’ye askeri müdahalede bulunma yetkisi verme noktasına kadar vardırmıştı.14
Demokrat Parti’nin içtenlikle katıldığı Batıya bağlanma politikasının temelleri, CHP döneminde atılmış ve bu tutum, partileri de aşarak, yerleşik bir devlet politikası yapılmıştı. İsmet İnönü, bu gerçeği daha sonra açıkça dile getirecek ve kamuoyuna açıklayacaktır. 6 Mayıs 1960’da yabancı gazetecilere yaptığı açıklamada şunları söylemiştir: “Dış siyaset için söyleyeceklerim çok basittir. Batı demokrasileri ile aynı cephede bulunuyoruz. Bu anlayış milletçe kabul edilmiştir. Ve hangi parti iktidara geçerse geçsin, bu devam edecektir“.15

Kemalizmi Yadsıma

10-11 Mayıs 1946’daki 2. Olağanüstü ve 17 Kasım-3 Aralık 1947’deki 7.Olağan Kurultaylar, ülke dışındaki gelişmelere uyum için yapılan ve yapılmakta olan değişikliklere hukuki zemin hazırlamak için toplandı. Sonradan yasalaştırılan tüzük ve program değişiklikleri, belirgin biçimde dışardan gelen istekleri karşılamaya; yabancılara, özellikle de Amerikalılara hoş görünmeye dayanıyordu.
Parti programının seçim biçimini belirleyen 4.maddesi kaldırılmış, 1876’dan beri, yetmiş yıldır yürürlükte olan iki dereceli seçim biçimi, hiçbir ön çalışma yapılmadan birden bire değiştirilmişti. Sınıf esasına göre dernek kurmayı yasaklayan 22.madde kaldırılmış, kağıt üzerinde kalan göstermelik bir serbestlik getirilmişti. “Değişmez genel başkanlık”, yine kağıt üzerinde,değişebilire dönüştürülmüş, parti içindeki “bağımsız küme” kaldırılmıştı.16
Sıradışı ivedilikle bir yıl içinde yapılan değişiklikler, en büyük zararı devletçilik ilkesine vermişti. Devlet yatırımları sınırlanmış, devletçilik anlayışı bırakılmıştı. Toprak reformu amacıyla çıkarılan, Çiftçiyi Topraklandırma Yasası uygulanmadan bir kenara itilmiş, köy enstitüleri önce amacından saptırılmış ve ortadan kaldırılacak duruma sokulmuştur. İmam hatip okulları, Kuran kursları açılmış, ilkokullara din dersi konulmuştu.17

DİPNOTLAR

1                “Türkiye’de Çok Partili Düzene Geçişte Dış Etkenler” Dr. Necdet Ekinci, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, 1997, sf.127
2                “CHP’nin Soyağacı” Rahmi Kumaş, Çağdaş Yay., 1999, sf.37
3                “Türkiye’de Siyasi Partiler” Prof.T.Z.Tunaya, Arba Yay., 2.Bas., sf.574
4                “Tarihe Tanıklık Edenler”, Arı İnan,  Çağdaş Yayınları, sf.364
5                “Bayrak” Falih Rıfkı Atay, Bates Yayınları, sf.121
6                “Türkiye’de Siyasi Partiler” Prof.T.Z.Tunaya, Arba Yay., 2.Bas., sf.574
7                a.g.e. sf.574
8                a.g.e. sf.575
9                “Çok Partili Hayata Geçiş” Prof. Tamer Timur, İletişim Yayınları
10             Ulus, 10 Mayıs 1939, ak. Hikmet Bila, “CHP–1919-1999” Doğan Kitap, 1999, sf.89
11             “Milli Kurtuluş Tarihi” D.Avcıoğlu, İst.Mat.–1974, 3.Cilt, sf.1328
12             “İkinci Dünya Savaşına Ait Gizli Belgeler” Cüneyt Arcayürek, Hürriyet 07.11.1972; ak. D.Avcıoğlu “Milli Kurtuluş Tarihi” İst. Bas.– 1974, 2.Cilt, sf.1472
13             Numan Menemencioğlu’ndan aktaran Dündar Soyer, “AB Tartışmaları ve Atatürk’ten Bir Anı” Cumhuriyet 16.06.2002
14             “Menderes’in Dramı” Ş.S.Aydemir, Remzi Kit., İst. 1969, sf.331 ve “Türkiye Tarihi 4–Çağdaş Türkiye”, “Siyasi Tarih 1950–1960” Mete Tuncay, Cem/Tarih Yay., 4.Basım 1995, sf.185
15             “İkinci Adam” Ş.S.Aydemir, Remzi Kit., 4.Bas., İst. 1983, 3.Cilt, sf.417
16        “Türkiye’de Siyasi Partiler” Prof.T.Z.Tunaya, Arba Yay., 2.Bas., sf.575

17        Büyük Larousse, Gelişim Yay., 4.Cilt, sf.2507


..