Muzaffer Özdağ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Muzaffer Özdağ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Eylül 2015 Perşembe

TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 12 EYLÜL VE ÖNCESİ BÖLÜM 6



TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 
12 EYLÜL VE ÖNCESİ   
BÖLÜM 6


"İHTİLALLERİ TASVİP VE TAVSİYE ETMİYORUM"

Çelebi, yurt dışında gerçekleştirilen ihtilallerden ise hiç etkilenmediklerini söyledi. İhtilallerin iyi bir şey olmadığını vurgulayan Çelebi, 
"Hiçbir zaman tasvip ve tavsiye etmem, eğer rejimi demokratik bir rejim olarak kabul ediyorsanız. Hükümetler, seçimler gelir seçimle gider."

"İKTİDARI ELE GEÇİRMEK İÇİN YAPTIK İHTİLALİ"

Çelebi, 'İktidarı ele geçirmek için mi yaptınız, bu darbeyi?' sorusuna için de "Doğru bu ama o zamanın şartlarına göre doğruydu bu. Bu gün o şart olmadığına göre doğru değil."açıklamalarını yaptı.

"DP'YE KARŞI SEMPATİM VARDI, ANTİPATİM DEĞİL"

Çelebi, kendisinin de DP'ye uzun yıllar destek verdiğini de açıkladı. 1950 senesinde, anne ve babasını DP'ye oy vermek için ikna etmeye çalıştığını 
dile getiren Çelebi, şunları söyledi: "DP'ye karşı bir sempatim vardı, antipatim değil. 1950 ve 1954 için de destek arayışına girdim. 

Babam, 'Atatürk'ün partisinden başka partiye oy vermem.' diyordu. Annemi ise oy sandığına götürdüğümde DP'ye oy vermesi için ikna ettim."

"ÖĞRENCİ OLAYLARI HAREKETİMİZİ HAZIRLAYAN UNSURLARDANDI"

Çelebi, darbe için gerekçe gösterilen öğrenci hareketlerini de, "Hareketimize hazırlayıcı unsurlardı, onlar."diye açıkladı. Müdahale öncesinde, 
öğrencilerle direk temas halinde olmadıklarını iddia eden Çelebi, "Öğrencileri biz tahrik etmiş değiliz. Kendiliğinden oluşmuş hareketlerdi onlar." 
diye anlattı.

"AKADEMİSYENLERİN GÖREVLERİNDEN ALINMASI DOĞRU DEĞİLDİ"

Çelebi, üniversitelerden atılan 147 subayın uzaklaştırmasını "İyi bir şey olmadı, bir kere." şeklinde değerlendirdi. Görevine son verilen 
profesörlerin arasında tanığı ve yakınlarının da olduğunu anlatan Çelebi, "Ben, üniversiten bu öğretim görevlilerinin alınmasına oyumu vermedim. 
Haksızlık vardı, orada. Önemli akademisyenlerin görevlerine son verildi. Az bir sayı değildi bu. Akademisyen lerin neden çıkarıldığını 14' lere 
sormalısınız." dedi.

"SUBAYLARIN EMEKLİLİĞİ GELMİŞTİ, ONDAN AYIRDIK"

Çelebi, TSK'dan yaklaşık 5 bin üzerinde subayı tasfiye etmelerini için "Subayların emeklilikleri gelmişti. Ondan ayırdık."diye açıkladı. Talimnamede 
"Arzu eden" ifadelerini kullandıklarını ve bunun üzerine emekliliklerin başladığını savunan Çelebi, "Ben de emekli oldum, yarbayken. 

Emekli subaylara ayrıca ev de yaptık. "bilgisini verdi.

"YÜKSEK KURUMLARI DEMOKRASİNİN BEKASI İÇİN KURDUK"

27 Mayıs'ın ardından kurulan MGK, MGK Genel Sekreterliği, Anayasa Mahkemesi, Senato gibi kurumların da neden oluşturulduğu hakkında 
açıklama yapan Çelebi, bu kurumları, demokrasinin bir daha ihlal edilmemesi için kurduklarını savundu.
Çelebi, "MGK, silahlı kuvvetler ve hükümetin bir araya gelip istişaresini sağlamak amacıyla kurduk. Anayasa Mahkemesi'ni, kanun çıkarıldığında 
yasanın uygunluğu yüksek mahkemeye sorulsun, diye kuruldu. Bunlar dikta rejimi kurulsun diye değil. Demokratik rejim devam etsin diye kuruldu.
" şeklinde konuştu.

DARBEYE ZEMİN HAZIRLAYAN UNSURLAR

Darbenin neden gerçekleştirdikleri konusunda da bilgi veren Çelebi, harekata zemin hazırlayan unsurları ise şöyle sıraladı: " 
Kore'ye birlik gönderilmesi bir savaştır. Savaş kararını hükümet verir, hükmü ise TBMM tarafından onaylanır. TBMM'ye sorulmadan Kore'ye birlik 
gönderildi. Bazı şehirlerin politik olarak ilçeye çevrilmesi. Mesela, Kırşehir'i ilçe yaptılar. Neden? Çünkü, DP kazanmadı da ondan. Memurlar, 
lüzum üzerine emekli yapıldı. Vatan cepheleri kuruldu. Üniversitelerdeki hadiseler, polisin tutumu, meclis tahkikat kurulunun kurulmasıdır. 
Bunlar ihtilalı hazırlayıcı unsurlardır. "

"İHTİLALİ İÇ HİZMETLER KANUNU'NA DAYANARAK YAPTIK"

Çelebi, Darbeyi TSK' nın İç Hizmetler kanunun 35. Maddesine dayanarak gerçekleştirdik



14  LERLE İLĞİLİ   DİĞER BİR DEĞERLENDİRME..,

Sürgün edilmeseydik, Yassıada havaya uçacaktı

Ahmet Er, 27 Mayıs’ı yapan Milli Birlik Komitesi’nin yaşayan üyelerinden. Türkeş’in grubu olarak bilinen 14’lerden Er, Menderes’in idamını sürgünde
 radyodan dinlediğini söylüyor ve ekliyor: “Haberi duyunca eşimle saatlerce ağladık.”O gece İstanbul Üniversitesi, ağırladığı konuklarla askerî 
birlikten farksızdı. Bahçedeki askerî cipler arka arkaya sıralanmış, şoförler ve muhafızlar ise ‘hazır ol’ vaziyetini almıştı. Hemen yirmi metre ilerde 
üst rütbeli subaylar, ‘beklenen gün’ için son kez toplanmıştı. Herkes heyecanlı ve kararlı bir şekilde Kurmay Binbaşı Ahmet Yıldız’ı dinliyordu. 
İhtilale saatler kalmıştı. Bir hata her şeyi altüst edebilirdi. Bu yüzden binbaşı, önce dikkat edilecek hususları anlattı tek tek. Ardından ele geçirilecek
 kritik nokta ve askerî birlikleri.

İstanbul Radyoevi’ni ele geçirme görevi Yüzbaşı Ahmet Er’e düşmüştü. Saatler ilerledikçe heyecan da artmıştı. Gece yarısından sonra harekât 
başladı. Ahmet Er, yanındaki birliklerle Harbiye’deki radyoevine geldi. Kapıdaki nöbetçilere “Artık güvenlikten biz sorumluyuz. Yerlerinize marş 
marş” diye emir verdi. İçeri girip nöbetçi binbaşıyı buldu, durumu izah etti. Radyoevi başta olmak üzere İstanbul’daki bütün kritik noktalar ele 
geçirilmişti. Artık Ankara’dan haber bekleniyordu. Ancak başkentten ses seda çıkmıyordu. İstanbul grubu endişelenmeye başlamıştı. Kısa süre 
sonra beklenen mesaj ihtilalin kudretli albayı Alparslan Türkeş’ten gelmişti: “Dikkat… Dikkat… Demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son 
müessif hadiseler dolayısıyla kardeş kavgasına meydan vermemek üzere Türk Silahlı Kuvvetleri memleketin idaresini eline almıştır.” 

Türkiye, 27 Mayıs sabahına askerî bir darbe ile uyanmıştı. On yıllık Demokrat Parti iktidarı sona ermiş, emekleme dönemindeki demokrasi tekrar 
rafa kaldırılmıştı. İhtilal, ülkedeki kardeş kavgasını önlemek için yapılmıştı; ancak asıl kavga darbeyi yapan 38 kişilik Milli Birlik Komitesi’nde 
yaşanıyordu. Daha ilk günlerde komite içinde ihtilaflar çıkmaya başlamıştı. Tutuklanan DP’lilerin durumu, nasıl yargılanacakları, CHP’li vekillerin 
subaylarla birlikte hareket etmesi, anayasayı hazırlayacak olan kurul üyeleri, seçimlerin ne zaman yapılacağı gibi konular komiteyi de ikiye 
bölmüştü. Milliyetçi subaylar, Alpaslan Türkeş’in liderliğindeki grupta, diğerleri ise Cemal Madanoğlu grubunda toplanmıştı. Aslında ihtilalciler 
arasındaki fikir ayrılıkları darbeden önce de vardı. Ancak ayrılık ve bölünmeler, darbeden sonra netleşti. Her iki grup da ayrı ayrı toplantılar 
yapıyor, birbirleri için tasfiye planları hazırlıyordu. Bu iç çatışmanın galibi Madanoğlu grubu oldu. Darbeden 5,5 ay sonra Türkeş grubu MBK’dan 
tasfiye edilerek sürgüne gönderildi. Türkeş ile birlikte 13 kişi farklı ülkelerin Türkiye büyükelçiliklerine tayin edildi.

YASSIADA’YA KARŞI SİVRİADA MAHKEMESİ’Nİ KURACAKTIK

Yüzbaşı Ahmet Er, Türkeş’in grubunda yer alan isimlerden biri. Milliyetçi bir subaydı. Çankırı Atış Okulu’nda iken Türkeş onun savunma hocasıydı. 
1951 yılında tanıştığı Türkeş ile uzun yıllar yol arkadaşlığı yaptı. Sadece darbede aynı grupta yer almadı, siyasi hayatta da Türkeş’in sağ kolu oldu 
hep. 

-Neden tasfiye edildiniz? 

MBK üyeleri arasındaki ayrılıklar her geçen gün daha da belirginleşmişti. Madanoğlu grubu hemen seçime gidip iktidarı İsmet İnönü’ye vermek 
istiyordu. Biz buna karşı çıkıyorduk. Hükümet üyelerini İsviçre’de ikamete mecbur kılıp seçim şartları hazırlandıktan sonra ülkeye dönmelerine ve 
siyasete katılmalarına izin vermeyi düşünüyorduk. Sadece DP’lilerin değil CHP’lilerin de yargılanmasını istiyorduk. 
Biz Menderes’in asılmasına karşıydık. Bütün hapishaneleri açacaktık. Onlar Yassıada Mahkemesi’nde ısrar ederlerse biz de Sivriada Mahkemesi’ni 
açacaktık. İsmet İnönü’yü de burada yargılayacaktık. Aslında komite içinde herkes farklı düşünüyordu. Ümit Özdağ’ın ifadesiyle bir değil 38 tane  
27 Mayıs vardı. Bizim grup Eylül ayına kadar komiteye hâkimdi. Çünkü Türkeş’in Cemal Gürsel ile arası iyiydi. Ancak Madanoğlu ve Sami Küçük 
daha sonra Gürsel’i yanına çekti. Dengeler değişince tasfiye edilen biz olduk.

İNÖNÜ İHTİLALCİ SUBAYLARA SENATÖRLÜK TEKLİFİNDE BULUNDU

-Dengeler nasıl değişti?

Madanoğlu, Gürsel’e “Mısır’da albay Nasır nasıl general Necib’i devirmişse Türkeş de sizi devirecek” demiş ve onu inandırmıştı. Tabii bir de MBK 
içinde İnönü’den emir alan subaylar vardı. Hatta CHP’li bu komite üyelerinin zaman zaman toplanıp yönetimin CHP’ye devri konusunda 
müzakereler yaptığına dair haberler alıyorduk. Bu toplantılardan biri Prof. Dr. Afet İnan’ın evinde oldu. O toplantıda İnönü ihtilalci subaylara 
senatörlük teklifinde bulunmuş ve bu teklifi kabul edilmişti.

-Peki, siz karşı grubu tasfiye etmeyi düşündünüz mü hiç?

İhtilalin yapıldığı ilk günden itibaren bunu düşündük. Kuvveti elinde bulundurduğumuz dönem içinde harekete geçseydik karşı grubu tasfiye 
edebilirdik. Ancak biz başarılı olsaydık Yassıada’yı havaya uçuracaklardı. Adadaki binaların altına tahrip kalıpları yerleştirmişler. 
Biz onları tasfiye  etseydik o tahrip kalıplarını patlatacaklardı. Yassıada’nın güvenliğinden sorumlu Yüzbaşı Remzi Oral anlatmıştı bana.

CEMAL GÜRSEL: MBK’YI FESHETTİM

13 Kasım 1960 gecesi Ahmet Er’in evinde üst rütbeli subaylar toplantı hâlindeydi. Milliyetçi subaylar, karşı grubun nasıl tasfiye edileceğini 
konuşurken kapı çalmıştı. Gelenler polisti ve Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’den önemli bir mektup getirmişlerdi: “MBK’yı feshettim. 
Şahsi emniyetiniz ve milli menfaatiniz bakımından evlerinizden çıkmamanızı rica ederim.” Bu satırlarla başlayan mektup 14’lerin tutuklanma 
emriydi aslında. Mektubun geldiği saatlerde evin etrafı da sarılmıştı. Kadere bakın ki Türkeş grubu Ahmet Er’in evinde diğer ihtilalci grubu 
nasıl tasfiye edeceklerini konuşurken aynı saatlerde karşı darbeye maruz kalmışlardı. Zaten Türkeş’in bir ay önce Başbakanlık müşavirliğinden 
istifa etmesiyle bu grup iyice zayıflamıştı. Komite, o gece Türkeş’in grubunda bulunan 13 subayı tutuklamıştı. Komitenin bazı üyeleri, 
14’leri Bolu’da kurşuna dizerek cesetlerini meçhul bir yere gömmek istemişti. Gürsel bunu engelledi. Bu tartışmalar sonucunda 14’lerin yurtdışına 
sürgüne gönderilmesi kararı alındı. Türkeş ve grubu 5 gün Mürted Askerî Havaalanı’nda tutuklu kaldı. 19 Kasım’da Türkeş Hindistan’a, 
Ahmet Er Libya’ya, Orhan Kabibay Belçika’ya, Orhan Erkanlı Meksika’ya, Numan Esin İspanya’ya, Münir Köseoğlu İsveç’e, Mustafa Kaplan 
Portekiz’e, Muzaffer Karan Norveç’e, Şefik Soyuyüce Finlandiya’ya, Fazıl Akkoyunlu Afganistan’a, Rıfat Baykal İsrail’e, Dündar Taşer Fas’a, 
İrfan Solmazer Hollanda’ya ve Muzaffer Özdağ ise Japonya’ya gönderildi. 14’ler Türk elçiliklerinde iki yıl kalacaktı.

GÜRSEL: ‘ELİMDEN İNÖNÜ BİLE KURTULAMAYACAK’

14’lerin her birini farklı bir ülkeye sürgüne gönderen komite böylece onları birbirinden koparmak istemişti. Ancak durum hiç de düşünüldüğü gibi 
olmadı. 14’ler Türkiye’deki gelişmeleri yakından takip ediyor, mektuplarla haberleşiyordu. Numan Esin ve Orhan Kabibay, komitenin attığı her 
adımı diğer arkadaşlarına aktarıyordu. Türkeş ise gönderdiği mektuplarda nasıl hareket etmeleri gerektiğini anlatıyor ve komiteyi ‘ne idüğü 
belirsiz Yeniçeri bozuntuları’, ‘zorba’ ve ‘soysuz’ olmakla suçluyordu. Bu haberleşmelerden sonra 18 Temmuz 1968’de Brüksel’de toplanmaya 
karar vermişlerdi. Bu toplantıdan önce Orhan Erkanlı ve Rıfat Baykal Türkiye’ye gidip Cemal Gürsel ile görüşmüştü. 

-Gürsel ile görüşmesi için neden iki arkadaşınızı gönderdiniz?

Türkiye’deki gelişmeleri öğrenmek için göndermiştik onları. Bu arada Cemal Gürsel ile de görüşmüşlerdi. Gürsel kendilerine ‘Erken gelin, 
ihtilalde beraber olalım.’ teklifinde bulunmuş ve şunu eklemiş: ‘Bu sefer elimden İsmet İnönü de kurtulamayacak.’ 

TÜRKEŞ, TALAT AYDEMİR’LE İHTİLAL 

YAPMAKTAN SON ANDA VAZGEÇTİ 

-Bu teklifi değerlendirdiniz mi Brüksel toplantısında?

Bunu tartıştık; ancak toplantıda liderlik tartışması vardı. Kabibay ve Türkeş arasında. Ciddi tartışmalar yaşandı. En sonunda 8 ve 6 kişilik iki 
gruba ayrıldık. 

13 Kasım 1960’ta 14’ler olarak sürgüne giden milliyetçi subaylar ikiye bölünerek yurda dönmüştü. İlk duydukları haber ise ordu içinde ihtilal 
faaliyetlerinin yeniden alevlendiği. Talat Aydemir grubunu onlar da duymuştu. Albay Aydemir 22 Şubat 1962’de yapılan atama ve tutuklamalara 
karşı, askerî öğrencilerin de desteğini alarak direniş hareketini örgütlemişti. Bu direniş hükümetle uzlaşma ile sonlandırılmış ve Aydemir emekli 
edilmişti. 10 Mayıs 1962’de çıkarılan özel af yasasıyla serbest bırakılmıştı. 14’ler sürgüne gönderilince ordu içindeki sempatizanları Aydemir’in 
etrafında toplanmıştı. Aydemir, ikinci bir ihtilal peşindeydi ve sürgündeki subayların döndüğünü duyunca Türkeş’e görüşmek istediğini bildirmişti.

-Talat Aydemir, Türkeş ile neden görüşmek istedi? 

Türkeş bir gün Atatürk Orman Çiftliği’nde bizleri topladı. Ben, Baykal, Özdağ, Kaplan ve Türkeş. Numan Esin gelememişti. Talat Aydemir’in 
kendisiyle görüşmek istediğini söyledi. Bizimle de istişare ediyordu. Ben ve Kaplan, görüşmesi taraftarı değildik. Baykal ve Özdağ ise görüşme 
taraftarı. Aradan bir müddet geçti ve Türkeş’in 10 Nisan 1963 günü Dikmen sırtlarında Aydemir ile görüştüğünü öğrendik. 

-Neyi görüştüler orda?

Aydemir ile Türkeş, yanlarındakilerden uzaklaşarak baş başa görüşmüşler. Aydemir, ihtilal teklifinde bulunmuş; ancak anlaşamamışlar. 
Zannediyorum liderlik konusunda anlaşamadılar. 

Bu görüşmeden sonra Talat Aydemir, 21 Mayıs 1963’te Anayasa’da öngörülen reformların gerçekleştirilmediği gerekçesiyle ikinci darbe girişiminde 
bulunmuş ve başarılı olamamıştı. Yanındaki subaylarla birlikte tutuklanarak cezaevine konulmuştu. Kısa bir süre sonra Aydemir ile ilişkisi 
olduğu gerekçesi ile Türkeş, Özdağ ve Baykal da tutuklanmıştı. Yapılan mahkemeden sonra Aydemir, Binbaşı Fethi Gürcan ile birlikte idama 
mahkûm edilmişti. Türkeş ve grubu ise beraat etmişti. Bu olaylardan sonra Türkeş grubu kendisine yeni bir yol haritası çizdi. Artık hedefte siyasi 
bir parti vardı. 

TÜRKÇÜLÜK HAYATINA İSLAM’I GETİRDİM

Ahmet Er, 1951 yılında bitirdiği Kara Harp Okulu’ndan sonra Çankırı’daki atış okulunda Türkeş ile tanışır. Türkeş, onun savunma hocasıdır. 
Aynı görüşte olduğunu görünce hocası ile arasını iyi tutar. Bir süre sonra dostluk başlar. Milliyetçi subaylar zaman zaman Türkeş’in evinde buluşur.
 Burada siyaset ve milliyetçilik konuları konuşulur. Ahmet Er, Çankırı’daki eğitimini tamamlayınca Hadımköy 16. Piyade Alayı’na tayini çıkar. 
İstanbul’da da milliyetçi subaylarla tanışır. Bir süre sonra ilginç bir gerçeği görür: “Fark ettim ki bu Türkçü hareketin içinde İslam yok. 
Fikir bakımından Türkçülük çok ağır basıyordu. ‘Arabın dini’ ifadelerini kullanıyorlardı. Türkeş de Türkçüydü. İslami kelime onun da ağzından 
çıkmıyordu. Türkiye’de Türkçülük hayatına İslam’ı sokan şu fakir kardeşinizdir.” 

İstanbul’a gelir; ama Türkeş ile diyalogunu hiçbir zaman koparmaz Ahmet Er. Mektuplaşır, zaman zaman da yüz yüze görüşür. 
1952 yılında Numan Esin ve Rıfkı Erdoğdu ile ‘Tanrı Dağı Yayınevi’ni kurar. 1953’te Jandarma Subay Okulu’na gider. 
Bir yıl sonra Hozat’a tayini çıkar. Bu tarihlerden sonra sırayla Diyarbakır (Çermik) ve İstanbul’daki (Balmumcu-Fatih) çeşitli birliklerde görev alır. 
1955 yılından sonra asker içindeki ihtilal dedikoduları milliyetçi subayları da etkiler. Askerî liseden beri tanıştığı Numan Esin ve Muzaffer Özdağ ile 
birlikte hareket eder. İlk temasları Piyade Atış Okulu’ndan hocaları Alpaslan Türkeş’tir.

İHTİLALİ İHBAR ETMEKTEN VAZGEÇTİK

-İhtilal komitesine nasıl girdiniz?

Biz askerî liseden ihtilale kadar Türkiye’nin siyasetinde rol almayı düşünüyorduk. Türk Silahlı Kuvvetleri içinde ayrı ayrı ihtilal grupları teşekkül 
etmişti. 1960 yılında ihtilal hazırlıkları süratlendi. Gençlik arasındaki şiddet olayları tahrik ve teşvik görürken iktidar bunları önlemekte zorluk 
çekiyordu. Böyle bir ortamda Numan Esin, örgüt üyeleri ile temasa geçti. Türkeş de örgütün içindeydi. Biz de katıldık. 
Ayrı bir grup kurduk örgüt içinde. 

-Diğer grubun amacı neydi?

Örgüt içinde bazı subaylar DP iktidarını alaşağı edip İsmet Paşa’yı yönetime getirmek istiyordu. Buna asla rıza gösteremezdik.

-Engellemeyi düşündünüz mü?

Uzun uzun düşündük. Mecidiyeköy dutluklarında Özdağ, Esin ve ben toplandık.

-Nasıl bir karar çıktı toplantıdan?

3 ihtimal üzerinde durduk. İhtilali ihbar etmek, örgütten çekilmek ve ihtilale katılmak. İhtilali ihbar etmeyi kendimize yakıştıramadık. 
Zaten o saatten sonra iktidarın bunu önlemesi mümkün değildi. İhtilalden çekilseydik CHP lehine dönerdi. Bu nedenlerden dolayı katılmaya 
karar verdik. Biz Halk Partisi’nin tasallutunu önlemek için ihtilale girdik. Halk Partililer bizzat orduyu tahrik ediyordu.

İDAMI DUYUNCA SAATLERCE AĞLADIK

Komite henüz darbe yapmamıştı; ama fikir ayrılıkları gün yüzüne çıkmıştı. Bu ayrılıklar ihtilalden sonra bölünmelere neden olmuştu. 
14’ler olarak bilinen Türkeş grubu tasfiye edilmiş, her biri ayrı bir ülkeye gönderilmişti. Sürgün hayatı devam ederken Yassıada’da DP’liler 
yargılanıyordu. Mahkeme sona ermiş; Menderes, Polatkan ve Zorlu hakkında idam kararı çıkmıştı. Türkeş, Yeni Delhi’den Cemal Gürsel’e bir 
mektup göndermiş ve 14’lerin bu karara karşı olduğu mesajını vermişti. 

-Menderes’in idamıyla ne hissettiniz?

17 Eylül günü radyodan öğrendim. Hacı teyzenle ikimiz de saatlerce ağlamıştık. Menderes değil İnönü idam edilmeliydi. Bu zulmün geleceğe 
husumet tohumları taşıyacağını söylemiştim. 

-İdamları engellemeye çalıştınız mı?

Biz zaten idamlara karşıydık. Değil ordunun genç subayları, dünyanın bütün orduları idamlardan yana olsa bile biz gene de idamlara karşıyız diye 
mesaj veriyorduk komiteye. 

CHP ORDUYU TAHRİK ETTİ 

Ahmet Er, yurda döndükten sonra Türkeş ile birlikte siyasete atıldı. 31 Mart 1965’te Alpaslan Türkeş’le birlikte CKMP’ye geçti. 
CKMP’nin 1969 Şubatında Adana’daki kongresinde MHP’ye dönüşümüyle birlikte, bu partinin 12 Eylül darbesine kadar genel başkan yardımcılığını 
yürüttü. 7 Temmuz 1992’de MÇP’den ayrılan Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşlarının kurdukları Büyük Birlik Partisi’ne geçti. Uzun bir dönem bu 
partinin genel başkan yardımcılığı görevini sürdürdü. Daha sonra doğduğu köye yerleşen eski MBK üyesi, 1997 ve 1999 yıllarında üç kez beyin 
kanaması geçirdi. Vücudunun sol tarafı felçli olan Er’in kalbine pil bağlandı. Bugün köyünde mütevazı bir hayat yaşıyor.

Er, 27 Mayıs ihtilalinin yaşanmasında CHP’nin önemli bir rolü olduğunu düşünüyor. CHP’li vekillerin halkı kışkırtarak cuntacı askerlere rapor 
hazırladığını vurguluyor. Bazı MBK üyelerinin kandırıldığını dile getiren Er, İhtilali asıl yapanların CHP ve üniversiteler olduğunu savunuyor. 
Buna örnek olarak şu anekdotu anlatıyor: “İhtilal öncesi bir gün Orhan Erkanlı’yı ziyarete gittim. Odasında iki sivil vardı. Erkanlı, benim yabancı 
olmadığımı, sivil iki kişinin konuşmalarına devam etmelerini istedi. Sivillerden biri şöyle dedi: “Binbaşım, Saraçhane’de iki grubu birbiriyle çatıştırdık, 
kavga bütün şiddetiyle devam ediyor. Başka bir emriniz var mı?” Erkanlı, teşekkür ederek devam etmelerini söyledi. O iki sivil ayrıldıktan sonra kim 
olduklarını sordum. Erkanlı, CHP’li iki vekil olduklarını söyledi.” 

TÜRKEŞ’İN SIRLARINI YAZIYOR

Ahmet Er gerek asker olduğu dönemde gerekse siyasi hayatında hep Türkeş’in yanında durdu. Türkeş’in bütün sırlarını bilen nadir isimlerden biri. 
Şimdi o sırları yazıyor ve yakında kitaplaştıracak bunları. O yüzden bu konuda bize bilgi vermekten kaçınıyor. Türkeş’in Türkçülük fikriyatına 
İslam’ı eklemesin de payının olduğunu söylüyor. Eski liderinin çok hırslı olduğunu belirterek onun için şu tanımlamayı yapıyor: 
“Bazı şahsiyetler zamanında büyüktür, sonradan küçülür. Bazıları da zamanında küçüktür, sonradan büyür. Türkeş birincisi.” Ona göre Türkeş, 
Amerikan yanlısıydı. İhtilalden önce Türkeş’i ölümden kurtardıklarını söylüyor: “Türkeş’i ya vuracaklardı ya da tasfiye edeceklerdi. 
Türkeş’in vurulmasını biz engelledik. Türkeş’in orduda tek bir samimi dostu yoktu. Onu orduda da siyasette de sivrilten biziz.” 

Ahmet Er, Türkiye’de darbe geleneğini başlatan isimlerden biri. Müdahaleler sadece iktidarları değiştirmedi. Aynı zamanda Türkiye’yi her açıdan 
geriye götürdü. Arkasında toplumsal acı ve ızdırapları bırakarak. Ahmet Er, kışladan dışarı çıktı; ancak şimdi çıkmak isteyenlere şu mesajı veriyor:
 “Biz onu denedik. Yaraları daha da büyüttük. Siz kışlanızda durun.” 


AHMET ER KİMDİR?

Ahmet Er, ömrünün yarım asrını Türkeş’in yanında geçirmiş bir isim. 1927’de Akhisar’ın Sünnetçiler köyünde doğar. 
İlkokulu köyde, ortaokulu ise Akhisar’da bitirir. Er ailesi Horasan’dan gelme. Soy kütükleri Şeyh Ahmet Yesevi’ye ve Imam-ı Rıza’ya dayanıyor. 
Baba, köyde 16 yıl boyunca muhtarlık yapar. 6 kardeş arasında Ahmet Er, askerî okula gitmek ister. Ancak baba izin vermez, tarlada kendilerine 
yardım etmesi gerektiğini söyler. Devreye anne girer ve Ahmet’in eğitimine devam etmesi için baba ikna edilir. 
Ahmet Er’in örgüt ve disiplin konusundaki hassasiyeti daha 1940’lı yıllarda ortaokul öğrencisi iken başlar. 
Köyde, gençleri kötü alışkanlıklardan uzak tutmak, milli ve manevi değerlerin öğretilmesi için ‘Gençler Birliği’ isminde bir dernek kurar. 
Gençlerin, sigara ve alkol içmesini, düğünlerde kadınların kendi aralarında yaptıkları eğlenceleri izlemesini yasaklar. Her cumartesi törenle 
bayrak çekilmesi, pazar günleri ise indirilmesi için yapılan törene herkesin gelmesini şart koşar. Henüz 13 yaşında olmasına rağmen tiyatro 
eseri yazar. Gaziler ve Şehitler isimli eseri köyde sahneler. 

Ortaokuldan sonra bir yıl ara verir. Yakın illerde lise olmadığı için Edirne’deki liseye kaydolur. Oradan Bursa Işıklar Askerî Lisesi’ne kaydını alır. 
Burada Numan Esin ile tanışır. Er, Esin ile yıllarca süren arkadaşlığının lisedeki sürecini şöyle anlatıyor: “Numan’la aynı görüşleri paylaşıyorduk. 
O da köylüydü. Siyasi meseleleri kendi aramızda tartışıyorduk. Türkiye’nin kültür istilasına uğradığını düşünüyorduk. Köylünün istismar edildiğini 
söylüyorduk. Aynı görüşü paylaşan arkadaşları aradık, bulduk. Milliyetçi bir dergi çıkarmak için aldığımız aylığın bir kısmını bir fonda topladık.” 
Esin ile başlayan arkadaşlığı Kara Harp Okulu’nda da devam etti. Burada sayıları artmıştı. Milliyetçi subay adaylarının sayısı 50’yi bulmuştu. 
O dönemde Nihal Atsız ve İsmet Tümtürk’ün çıkardığı dergileri okurlardı. Hatta dergi maddi sıkıntılara girince ilk yardıma koşan Kara Harp 
Okulu’ndaki öğrenciler olmuştu. Numan Esin ve Ahmet Er, milliyetçi öğrencilerden topladıkları parayı Nihal Atsız’a göndermiş ve derginin yayın 
hayatına devam etmesini sağlamıştı.

MENDERES’İ TESKİN ETMESİ İÇİN HAKARETLE ADAM GÖNDERDİK

27 Mayıs ihtilalinden sonra komite içindeki Türkeş grubu, Yassıada’da bulunan Menderes’le irtibata geçmek istiyordu. Kendilerinin idama karşı 
olduğu mesajını vermek ve bu konuda Menderes’i teskin etmek için bir şahsın Yassıada’ya gönderilmesi kararlaştırıldı. Ancak bu nasıl olacaktı? 
Uzun bir müzakereden sonra ilginç bir senaryo bulunur: “MBK üyelerine hakaret etme davası Yassıada’da görülür diye bir karar aldık. 
Vecihi Öğütçüoğlu’nu seçtik Yassıada’ya gitmesi için. Bize hakaret et dedik. Bir de muhbir tuttuk. Vecihi bize hakaret ederken muhbir bunu ihbar 
etti. Vecihi tutuklandı ve Yassıada’ya gönderildi. Tabii biz o süreçte tasfiye edildik. Menderes bunu duyunca “Asıl ihtilal şimdi oldu” demiş 
Vecihi’ye. 

BAYKAL, ER İLE GÖRÜŞTÜKTEN SONRA CHP’NİN SLOGANINI DEĞİŞTİRDİ

Ahmet Er, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra Deniz Baykal ve arkadaşları ile aynı cezaevinde kaldı. Bir gün Baykal kendisini çağırdı ve CHP’lilerin 
27 Mayıs ile ilgili sorularına cevap verdi. Sonrasını Er şöyle anlatıyor: “Bütün sorularına yanıt verdikten sonra Türklerin Anadolu’ya nasıl 
geldiğini anlattım. Siyasetçilerin halkı tanımadığını söyledim. Baykal, ayağa kalktı ve bana iştirak ettiğini söyledi. 
Baykal bu görüşmeden sonra partisine ‘Önce İnsan’ sözünü ve Şeyh Edebali’nin sözlerini slogan olarak seçti.”

http://www.aksiyon.com.tr/dosyalar/surgun-edilmeseydik-yassiada-havaya-ucacakti_523764

..

8 Ocak 2015 Perşembe

27 MAYIS 1960' A NASIL GELİNDİ.. KAYNAYAN KAZAN ANKARA, BÖLÜM 7



27 MAYIS 1960' A NASIL GELİNDİ.. KAYNAYAN KAZAN ANKARA, BÖLÜM 7



İNÖNÜ KURMAYLIĞINDA KARŞI DEVRİMİN TEZGAHLANIŞI

LİDERSİZLİK VE ÖRGÜTSÜZLÜK 

Milli Birlik Komitesi yukarıda anlatılan kargaşa içinde kurulup çalışmalarını körün değneğiyle sürdürmeye başlamıştı. Şüphesiz, kurulu sistem de kendi karşı reaksiyonlarını gösterecekti. 

Sistemin en çok oy alan partisi DP kapatılmış, tüm milletvekilleri de Yassıada'ya gönderilmişti. 27 Mayıs'ı basit bir hükümet darbesi olmaktan çıkaran genç subaylar ve üniversite gençliği ile şehir halkı “birinci raundu” kazanmışlardı. Yolsuzlukların üzerine gidilerek, “köklü değişikliklerin” yapılmasını talep ediyorlardı. Ama lidersiz ve örgütsüz idiler, üstelik hedefleri de net değildi.

BÜYÜK SERMAYE – İSMET PAŞA – GENÇ SUBAYLAR
Oysa, mevcut sistemin örgütlü, hedefleri belli ve de uluslararası sermaye ile güçlü bağları olan “Büyük Sermaye” sınıfı vardı. Lider derseniz, koskoca “Kurtuluş Savaşı kahramanı İsmet Paşa” tam bu kargaşa için biçilmiş kaftandı.

Ama, daha önce İnönü'yü lider olarak görmek isteyen Tevfik Subaşı gibi bir yüzbaşı bile ihtilalden büyülenmişti.

“Eylem hazırlıklarının kuvveden fiile dönüşmesi safhasında öğrenildi ki, CHP, askeri kullanabilmenin davranışları, hazırlıkları içerisindedir. İktidarın zafiyetinin üzerine giderken, ordunun Atatürk'e ve onun ilkelerine olan bağlılığından istifade etmenin zamanı geldiği kanaatleri pekişmişti. Asker, el koyacak ve devrimlerin sadık bekçisi CHP'ye "Buyurun" diyecek. Çoğumuz şoke olmuştuk.

İhtilalin beklenmedik bir şekilde direnişsiz gerçekleşmesi ve iktidarın alelacele kurulan bir komite ile yürütülme sorumluluğunun üstlenilmesi, bu sefer de iktidar bekleyen CHP'de şoka sebep olmuştu. Devlet yönetimini bilmeyen gençleri, zamanla etki altına alıp yönlendirmenin kolay olduğunu tahmin ediyorlardı. Gerçekten CHP sempatizanı veya taraftarı olan bazı komite üyelerinin, zaaflarından da istifade pekala mümkün görünmekteydi.” 

Bu nedenle, alttan alta kışkırttığı 27 Mayıs İhtilali’nin açıkça başına geçme inisiyatifini gösteremeyen İnönü, artık istese bile kolay kolay ipleri ele alamayacaktı. Moment kaçmıştı. Komite içindeki bir sürü subayla iyi bağları olduğu halde, genç subaylar iktidarı altın tepsi içinde kendisine sunmamışlardı. Uygun zamanı yaratmak zaman alacaktı.

Oysa bir kaç uyduruktan mahkeme kurulup, bir kaç D.P.'li yargılanabilirdi. Belki de mahkemeler uzatılıp ihtilalin gürültüsü dinince bu davalar da unutulmaya terk edilebilirdi. Ama genç subaylar üzerine üzerine gidiyorlardı.

“(Haziran ve Ağustos 1960 tarihlerinde soygun ve suiistimallerin araştırılması amacıyla Mal Beyannameleri doldurmaları istenmesi üzerine) Yepyeni bir muamele ile karşı karşıya olduğumuzu anlamakta güçlük çekmedik...

Mal Beyanı talebinin dışarıda serbest olan bazı şahıslara da yapıldığını öğrenmiştik. Bunlar daha ziyade DP’nin Genel Kurul üyeleri, il, ilçe başkanları gibi milletvekili olmayan ileri gelenleri ile, partiye sempatisi ve yakınlığı bilinen veya öğrenilen tüccarlar, sanayiciler vs., devlet dairelerinin valilik, kaymakamlık, genel müdürlük, müsteşarlık gibi yüksek kademelerinde vazife almış olanlardı.

... Özel şekilde teşkil edilmiş bir takım heyetlerin zorla evlerimize girerek halılarımızın metrekarelerini ölçtükleri, gümüşleri tartıp ayar ve kilolarını tespit ettikleri, antika ve ziynet eşyası için bilhassa davet ettikleri bazı kişilere hayali rakamlar halinde kıymetler biçtiklerini...” 

Biçilen kıymetlerdeki rakamların hayali olup olmadığı bilinmez ama, bu rakamlar radyodan hemen her akşam “Hırsızlar Kervanı” adı altında yayınlanıyordu. 

KURMAYLIK
Şu Menderes de sistemin kurallarını fazlasıyla çiğnemişti! Şimdi de bu genç subayları hizaya getirmek ona düşmüştü. Ve İsmet İnönü kolları sıvadı.

“..İnönü 27 Mayısçıları ilgiyle, hatta kuşkuyla izliyor, başarıya ulaşmalarını istemiyordu hiç. Yanlışlarını görünce gülümsediğini anlatırlar. “Bırakın ne kadar hata yaparlarsa, o kadar çabuk giderler” demiş!.. Yıpratmaktan da geri kalmazdı CHP'liler” 

“Cumhuriyet Halk Partisi sahneden çekilmek bir yana, öne çıkmak çabasında. Çok ilginç sahneler seyrettik, sözler dinledik CHP'lilerden. İhtilalin gerçek yapıcısı gibi göğüslerini kabartarak yürüyorlardı. Çoluk çocuğun politikaya aklının ermeyeceğini söylüyorlardı. Seçimlerin bir an önce yapılmasında sayısız yararlar olduğunu anlatıyorlardı. Çoğu CHP'li iktidar görüntüsündeydi. Tatsız olaylara yol açmaktan geri kalmıyorlardı. Olayların ters tepkilerini anlamak uzun sürmedi, ama neye yarar!..” 

Esas kurmaylık şimdi başlamıştı işte. Zaten birbirlerine parantezli olan “kurmay”lar birbirine düşürülüp, birbirlerine yedirtilecekti. İçlerinden bazılarına, özellikle kendisine yaranma duygusuyla tatmin olanlara azıcık koltuk vermek yetecekti. Sonra onların da hesabını kendisi görürdü.

Şimdi, komitenin en zayıf noktasını bulup oradan yüklenilmeliydi. Şüphesiz siyasi tecrübesi olmayan genç subaylar yığınla hatalar yapacaklardı. Önemli olan aralarındaki dayanışmayı kırmaktı.

KOLAY LOKMA VE 14’LERİN TASFİYESİ
Oysa komite üyeleri arasındaki dayanışma ruhu kırılmaya başlamıştı bile. İnönü'nün açıkça ortaya çıkmaması, artık kurulmuş olan MBK üyelerinin eğilimlerinin ortaya çıkmasını geciktiriyordu. Dolayısıyla MBK dışarıdan oldukça güçlü görünüyordu. Fakat, Türkeş'in Başbakanlık Müsteşarlığı gibi önemli bir makamı komitenin onayı olmadan işgal etmesi ise M.B.K.'sinin en zayıf noktası olarak apaçık sırıtıyordu.

Alpaslan Türkeş:

“.. Ben o günlerde en güçlü kişiydim. Ve ihtilal olur olmaz da, Başbakanlık Müsteşarlığı’nı işgal ettim. Diğer arkadaşlarım, Başbakanlık Müsteşarlığı’nın önemi hakkında bir fikre sahip değildiler.” 

Türkeş’in ihtilalin en güçlü kişisi olduğu tartışılır da, Başbakanlık Müsteşarlığı’nı arkadaşlarının onayını almadan Cemal Gürsel’e yakın olmanın verdiği avantajla işgal ettiği kesindir. Gücü saat 03:00 da başlayan 27 Mayıs İhtilali’nin bildirisini Ankara Radyosu’nda 05:25 te okumasından kaynaklanmıştı!! Hareket sonrası bu 2 saatlik gecikme sorun edilmedi. Tüm kurmayların işine gelmedi. Onun güç kaynağı Cemal Gürsel, bir süre sonra onu Başbakanlık Müsteşarlığı koltuğundan alırken ve daha sonra da 13 Kasım’da yurtdışına yollayan kararnameyi imzalarken başka hiç bir “güç”ün kılı kıpırdamayacaktı.

Türkeş'in, uyanıklık yapıp Başbakanlık Müsteşarlığı’nı kapmasıyla birlikte komite içinde tepkiler de başlamıştı.

Bir yandan da, genç subay tepkisini temsil etmeye çalışanlar, iktidarı hemen İnönü'ye bırakmak istemiyorlardı. Ordu içinde İnönü'nün “devrimci” yanı tartışılır hale gelmişti ve genç subaylar Atatürk'ün bıraktığı yerden “devrimlere” devam edilmesini istiyorlardı. 

Ümit Özdağ:

“14 ler belirli bir fikir sistemi önermemek ile birlikte, bünyevi reformlar yapmak istemekle belirginleşmektedirler.

Hem “Sosyalist eğilimli” olarak tanınmaktadırlar, hem “Turancı” olarak tanınmaktadırlar. CHP yanlısı basın Türkeş'in Turancılığını gündeme getirirken, Özdağ'ın danışmanlarının 'anti-parti' fikirlere sahip Sosyalist aydınlar olduğunu yazmaktadır. (Akis 24 ekim 1960)

Tartışma, Komite’nin iktidar süresini uzatıp ilk öğretim seferberliği, toprak reformu, sağlık işlerinin sosyalizasyonu, ticarette liberalizm yerine devletçiliği getirecek eylemlerde bulunup bulunmama meselesidir. (Yön 20 aralık 1961 Abdi İpekçi). Radikallere göre hiçbir parti ülkenin ihtiyaç duyduğu bünyevi reformları yapacak durumda değildir. Çünkü hepsi küçük bir azınlığın menfaatlerine hizmet etmektedirler.

Radikaller için DP ile CHP'nin hiç farkı yoktur. CHP sözde halkçıdır. Halktan kopmuştur, eşrafa dayanır, eşrafın menfaatini korur. CHP lafzen devrimcidir. CHP'nin devletçiliği, devlet kapitalizmi ile bürokrasi yaratıp devleti daha hantal, kabiliyetsiz bir cihaz yaratmakla sonuçlandırmıştır. CHP'nin Cumhuriyetçilik prensibi demokratik değildir. Plütokratik bir oligarşi (ağa-paşa demokrasisi) ile memur saltanatı ve aydın diktası, askeri idare arasında yalpalayan bir inançsızlık halini ifade etmektedir' değerlendirmesini yapmaktadırlar. 

Dış politikada daha bağımsız davranılmasından yana olan radikallerin baskısı ile 16 Eylülde bir MBK bildirisi Ankara Radyosu’ndan yayınlanmıştır.

Bildiri ile Türkiye'nin “Milli Kurtuluş Savaşları’nı” özellikle de Cezayir'in Fransa'ya karşı savaşının desteklendiği bildirilmiştir. Bu arada Erkanlı yurt gezisi sırasında “Amerikan Emperyalizminden” bahsetmiş, ABD'nin Türkiye'ye karşı Emperyalist bir Siyaset izlediğini ileri sürmüştür. (Vatan 30 Eylül 1960 )

Ekimin birinci günü gazetelerde Gürsel'in Komite içinde dikta yanlılarının olmadığını, Komite’nin ikiye ayrılmadığını anlatan bir demeci çıkmıştır. Oysa Komite hem bölünmüştür, hem birbirine eskisinden daha fazla kızgındır. Bu kızgınlık bir Komite toplantısında Madanoğlu ile Özdağ arasında sert bir tartışma çıkmasına neden olmuştur. Bu tartışmadan sonra Madanoğlu uzun bir süre Komite toplantılarına uğramamıştır.

Esin'in başkanlık yaptığı Komite toplantısında Özdağ, milletin kaderini değiştirme ve devrim üzerine bir konuşma yaparken, Madanoğlu oturduğu yerden müdahale ederek: “Biz bu uzun işleri bırakalım, bizim bunlara aklımız ermez. Vazifemiz DP iktidarını yıkmaktı, yıktık bitti. Çağıralım İsmet Paşa’yı iktidarı devredelim, biz de kenara çekilelim.” demiştir.

İSMET PAŞA’NIN KİRALIK ASKERİ
Özdağ'ın Madanoğlu'nun bu müdahalesine tepkisi sert olmuştur.

Muzaffer Özdağ:

“Paşam siz istediğiniz yere gidebilirsiniz, kimse sizi zorla tutmuyor. Zaten yanlışlıkla geldiğiniz ve bir türlü vazifenizi, fonksiyonunuzu idrak edemediğiniz bu topluluk bir İhtilal Meclisi’dir

Burada herkesin rütbesi ve sıfatı eşittir ve birdir; ihtilal meclisi üyeliği... Burası kışla değil, siz de general değilsiniz; oturduğunuz yerden müdahale etmeyin, fikriniz varsa, söz alın ve kürsüden söyleyin. Şunu da bilin ki biz İsmet Paşa’nın kiralık askerleri değiliz ve olmayacağız.

İhtilal İsmet Paşa’yı iktidara getirmek için yapılmamıştır. Her defa İsmet Paşa’ya iktidarı devretmekten bahsediyorsunuz.

Kimin malını kime veriyorsunuz. Milli Birlik İktidarı’nın gerçek sahibi Türk ordusudur, biz onun temsilcisiyiz.

İktidarı zamanı gelince yapılacak seçimleri kazanana devrederiz; önce devrimler yapılacak sonra da seçimler”

Özdağ'ın konuşması Madanoğlu'na bir cevap olduğu kadar Komitenin CHP'li ve Demokrat kanatlarına da Radikallerin ilk açık taarruzudur.” 

Dolayısıyla, bir şekilde MBK koltuğuna oturmuş, statüko ile pek bir sorunu olmayan ve İnönü'yü başa getirerek itibarlarını sürdürdürmeye çalışacak eğilimin karşısında genç subayların devrimci eğilimlerinden güç alan komite üyeleri de Türkeş'le aynı görüntüyü vereceklerdi: “Siyasi hırslara kapıldılar, gitmek istemiyorlar.” 

İktidarın bir an evvel sivillere bırakılması yönünde yerli - yabancı baskılar artıyordu. 

O şartlarda iktidarın sivillere bırakılması aslında, tek örgütlü sivil güç olan “Büyük Sermaye'ye” bırakılması anlamına geliyordu. Bunu tam olarak böyle yorumlamasalar da, genç subayların bir kısmı iktidarın sivillere bırakılmasından önce, Atatürk'ün ömrünün yetmemesinden dolayı yapılamadığını düşündükleri bazı hamlelerin (örneğin toprak reformu gibi) başarılmasını istiyorlardı.



İSMET PAŞA’NIN KEMİĞİ

CHP'nin Komite üyelerinin ihtilalden sonra hayatları garanti altına alınırsa, iktidarı bırakmaları daha kolay olur şeklindeki görüşü yaz başında şekillenmiştir. Ecevit'in, Ulus Gazetesi’nde savunduğu tabii senatörlük fikri Komite’de benimsemiştir. Sonbaharda konu tekrar gündeme gelmiştir.

14 Ekimde Gürsel’in başkanlığında toplanan Komite’de Milli Birlik Partisi ve tabii senatörlük ele alınmıştır.

Ahmet Er teklifi sert bir şekilde eleştirmiştir:

“Bu bir siyasi rüşvettir, İsmet Paşa’nın iktidarı elimizden almak için bize uzattığı bir kemiktir. Ve modern hiçbir memlekette böyle bir müessese yoktur. Bu bizim yeminimize de aykırıdır. Biz millet önünde hiçbir karşılık beklemeden millete hizmet edeceğimize yemin ettik. Onun için tabii senatörlük diye bir şey kabul edilemez. Biz kendimizi millete adadık.” demiştir.

Tartışmalardan sonra tabii senatörlük teklifi 26 oyla reddedilmiştir

Komite üyeleri CHP'nin senatörlük teklifini reddetmişlerdir. Ancak Komitenin Başkanı, 17 Ekimde basın toplantısında Cumhurbaşkanlığı’na adaylığını ilan etmiştir. Gürsel: “Millet bana zaten başvurarak Cumhurbaşkanlığı’nı asla bırakmamamı, bu görevde kalmamı istiyor. Eğer milletin arzusunu ciddi, samimi ve çoğunluğun isteği olarak kabul edersem vazifeden kaçmam.” demektedir. Gürsel'in bu açıklamasının hemen ertesi günü Komitenin CHP kanadından Kuytak ve Acuner İnönü ile pazarlığa oturmuşlardır. 18 Ekim saat 20.30'da Kuytak ve Acuner, Afet İnan'ın evinde İnönü ile buluşmuşlardır.

İnönü'den istedikleri İnönü'nün Cumhurbaşkanlığı’na adaylığını koymamasıdır. CHP'liler de Cumhurbaşkanlığı seçiminde, ister halkoyu ile ister parlamento oyu ile olsun, oylarını Gürsel’e vermelidirler. İnönü, Kuytak ve Acuner'in teklifini kabul etmiştir. Ancak “Cumhurbaşkanı halkoyu ile seçilmemelidir. İnönü'nün başka hiçbir şartı yoktur.” 

14 lerin tasfiyesinden sonra yapılan seçim sonrası, MBK üyeleri ömür boyu sürecek biçimde Senatör, Cemal GÜRSEL Cumhurbaşkanı ve İsmet İnönü Başbakan olmuştur. Kısacası MBK üyeleri siyasi rüşveti kabullenmişler ve İsmet Paşa’nın kemiğini almışlardır. Neye karşılık? Ordu gençliğinin devrimci ruhunu peşkeş çekerek..

İlerdeki yıllarda, rüşveti kabul eden Büyük Sermayenin oltasına takılan “27 Mayıs İhtilalcileri”, Harbiye’nin uçaklarla taranıp harbiyelilerin kurşunlanmasını, iki subay arkadaşlarının asılmasını, 70’lerde Denizler’in asılmasını, öğrenci gençliğin yok edilmesini tabii senatör koltuklarında oturarak el kaldırıp indirerek izlemişlerdir. “27 Mayıs Anayasası yok edilirken” kendi deyimleriyle “27 Mayıs devriminin muhafazasını” yapmışlardır. 12 Eylül 1980 de ortaya çıkan “Silah ve Dava arkadaşları” “görevi ve bayrağı“ onların elinden almış; Onlar’ın koltuklarına oturmuşlardır.

KONTROLDEN ÇIKAN GENÇ SUBAYLAR
İlk başlarda sadece baskıcı tutumundan dolayı DP'nin düşürülmesi amacıyla yola çıkan genç subaylar yavaş yavaş ülkenin sorunlarına kafa yormaya başlamışlardı. 

Atatürk'ün Türkiye'sinin çağdaş dünyanın gerisinde kalmasını kendilerine yediremiyorlardı.

Aydemir 8 Ağustos 1960'ta Türkiye'ye döndüğü zaman kafasında bir sürü soru işareti vardı

Özellikle beraber ihtilal planları yaptığı arkadaşlarının kendisini nasıl karşılayacakları, hangi görevi vereceklerini merak ediyordu. Dündar Seyhan'ın aksine, anılarında, yurtdışında olduğu için Milli Birlik Komitesi'ne alınmamasıyla ilgili en ufak bir yakınma yoktur.

Kendisinin istediği görev “Milli Savunma Bakanlığı Genel Sekreterliği” kadrosudur. 20 senelik tecrübesine dayanarak orduda yapılmasını gerekli gördüğü ıslahat hareketinde yer almak istemektedir. Ama Harp Okulu Kurmay Başkanlığı'na tayin edilir. 

Aydemir, komitedeki arkadaşlarıyla karşılaştığı zaman önce havayı anlamaya çalıştı. Hepsi ile ayrı ayrı konuştu. Kimisinden yakınlık, kimisinden soğukluk görüyordu. Karşısına hemen Türkeş sorunu çıktı.

Talat Aydemir:

“(Türkeş) ‘Sen Kore'ye gittikten sonra Komite ne durum aldı. Sana bunu geniş bilgi vererek anlatacağım. Kimseyi dinlemeden beni dinlersen daha iyi olur’ dedi. 

Biraz sonra ayrıldık, ben Sezai'nin yanına döndüm, öğle yemeğini beraberce mecliste yedik, yemek salonunda Osman Köksal, Ekrem Acuner de vardı. Osman Köksal, Türkeş'in durumu hakkında bilgi veriyordu. Bana dönerek: ‘Hayatta bir tek hata yaptın. O da Türkeş'i içeriye soktun’ dedi. Çünkü Türkeş'i komiteye ben Elazığ'dan yazıp teklif etmiştim. Ekrem de tasdik etti. 

Ben de kendilerine aynen şöyle söyledim: ‘Evet, içinize soktum, fakat ben Kore'ye gittikten sonra siz aranızda, ona neden bu kadar fırsat verip sivrilttiniz, niye frenleyemediniz?’

Sonra şöyle bir şart koştum.

‘Yegane endişeniz bu ise, ben onu hareketlerinden frenlerim, olmazsa hayatım pahasına da olsa ona bir çare bulurum.’ dedim. 

Ekrem Acuner güldü. Ben o anda her şeyi anlar gibi olmuştum. Hemen inceden inceye etrafı tetkike koyuldum. Türkeş'in Başbakanlık Müsteşarlığı herkesi ürkütmeye başlamıştı.” 

İnönü'nün stratejisinde ilk taktik adım meyvesini kısa zamanda verecekti.

CHP milletvekilleriyle ve basınla kuşatılmış komite üyelerinin kafaları karmakarışıktı ve birbirlerine giriyorlardı. Türkeş kolay lokmaydı ve hedef alınması için çok açık veriyordu. Gizli arşivlerden bulunan 1944 yılında “Turancılıktan” yargılandığı haberi her yerde yayılıyordu.

Talat Aydemir:

“Hiç bir görev kabul etmeden komitenin çalışma tarzını incelemeye koyuldum. İlk anda bir ahenksizlik göze çarpıyordu. Hiç bir beyanat birbirini tutmuyordu. Ortada bir Türkeş muamması vardı. Başbakanlık müsteşar makamını işgal etmesi herkesi ürkütüyordu.

Çünkü orada Türkeş her şeye hakim durumdaydı. İlerisi için tehlikeli olarak görülüyordu. Onun için arkadaşlarla olan görüşmelerde O’nun oradan uzaklaştırılmasına karar verildi. Bu işi, Orgeneral Cemal Gürsel'e anlatmak icap ediyordu. Bu görevi Osman Köksal ile Sezai Okan üzerine aldı ve layıkıyla yaptılar. Nihayet Cemal Paşa Türkeş'i değiştirmek için karar vermişti, o sırada bütün komite üyeleri de Anadoluda yapacakları gezi programına göre hazırlıklar yapıyorlardı.” 

Türkeş ve arkadaşları ise birlik birlik dolaşıp taraftar toplamaya çalışıyorlardı. Muzaffer Özdağ, Rıfat Baykal, Dündar Taşer, Harp Okulu başta olmak üzere, diğer birliklerde özellikle genç subayları etkileyebilmek için yoğun çaba harcıyorlardı. 

Harbiyeli Önder Aydınlı:

“27 Mayıs’tan hemen sonra gelmiştim Harbiye’ye Kuleli’ den.. Ve işte ilk örgütlenmeler MBK’nin 14’ler kanadının Harbiye ile devamlı temas kurmasıyla başlamıştır. Eğer 13 Kasım’da Komutan Albay Talat Aydemir basiretli davranmasaydı, 21 Mayıs’ta General Kemalettin Eken’in başına gelenler* O’nun da başına gelebilirdi.”

GENÇ SUBAYLAR BİRBİRİNE DÜŞÜRÜLÜYOR
Süvari Yüzbaşı Nusret Kocabey :

“12 Kasım 1960 günü saat 21:00’a doğru yatmaya hazırlandığım sıra Yılmaz Akkılıç geldi, üzgün ve düşünceli bir hali vardı. Bana: ‘Ersü bugün, akşam üzeri alay lokaline geldi. Ayrılırken beni ve beraber gelmek isteyen Turan Odabaşı’nı da arabasına aldı. Evlerimizin hizasında arabadan inerken Vehbi Bey bana usulca ‘yemekten sonra eve gel’ dedi. Vehbi Beyin evinde konuştuklarımızı, neyi kastettiğini nakletmek güç, ağzının içinde bir şeyler yuvarladı, konuştuklarımızdan kimseye, hatta size bile bahsetmememi tembih etti. Evvela gelişi güzel mevzular üzerinde konuşuyorduk, laf arasında ‘Bşk Cemal Gürsel’in bir karar aldığını, henüz mealine muttaki olmadığını iki üç güne kadar bir hareket beklendiğini bu gibi hareketlerin sabaha karşı yapıldığının unutulmaması lazım geldiğini’ söyledi. Ne kadar üzerinde durduysam da ağzından başka laf alamadım, birde ‘Tank Taburu’nu göz altında bulundurun’ diye bir söz sarf etti! Yüzbaşım ben bu işten bir şey anlayamadım, siz ne dersiniz’ dedi.”

Muhtelif ihtimaller üzerinde konuştuktan sonra bazı ihtimalleri sigara paketinin arkasına yazdım.

1. Komite çoğunluğu, Türkeş taraftarlarını tasfiye edecekler

2. Türkeş taraftarları C. Gürsel ve V. Ersü’yü kendi saflarına aldılar, karşı tarafı tasfiye edecekler.

Birinci şıkkın tahakkuk etmesini temenni ettik.



13 Kasım 1960 saat 05:00 sıralarında sokak kapısına vurulan sert darbelerle uyandım, kapının penceresinden baktım. Bir er: ‘Alay komutanı arkadaşlarını da alsın alaya gelsin diyor’ dedi. Mümkün olduğu kadar çabuk giyindim. Evvela bitişik oturduğumuz Yzb. L. Dedeoğlu’nu sonra 4 numarada oturan Y. Akkılıç’ı uyandırdım. Haberciye ‘Git diğer arkadaşları da uyandır ve alarm verildi de’ emrini verdim.

Alay Kh. Binası önünde Yb. R.Çölok’la karşılaştım. Beni bir kenara çekti. ‘Radyo bu haberi verinceye kadar kimseye bahsetme, komitede tasfiye var. 14 M.B.K. üyesi emekliye ayrılıyor. Çok sık yerleştireceğin nöbetçileri ve kuvvetli bir devriye ile Kışla kuzeyini emniyete al, yanıma gel’ dedi.

Saat 06:30-07:00 sıralarında Tnk.Yzb. Cahit alaya geldi. ‘Tank Tb.undan geliyorum, Ankara K.lığınca bana Tb.a git, komutayı bir yarbay alacak. Onun emrine gir demişlerdi. Halbuki Tb.da tanımadığım bir binbaşı var şimdi ne yapmalıyım’ dedi. Ankara K.lığına telefon ettik. ‘Bnb. Haldun tabura, komuta etmek üzere vasıl olmuştur’ dediler. Yarbay Reşit Çölok bana döndü: ‘Yüzbaşı’yı yanına al, kendi usulünce tabura gir, durumu anla bana da bildir’ dedi. Söyleneni yaptım.” 

Genç subayların İnönü’ye bağlılıkları, O’nun tarihi şahsiyetine güvenleri, İnönü’nün karşı devriminde vurucu güç olarak kullanılmalarını sağlayacaktı.

Fethi Gürcan; mesleğine olan bağlılığı, siyasi iddiası olmaması, komite üyelerinin çoğunun arkadaşı olmasıyla memlekette işlerin kötü olması arasında sıkışıp kalmıştı. Bu çelişkilerden çıkamayınca sağlığı bozulmaya başladı. Oyunu anlamıştı. Ancak bir çıkış yolu bulamaması onu kahretmekteydi. Gittikçe hastalığı arttı. Doktora gittiğinde tüberküloz teşhisi konuldu hastalığına. Halk dilinde verem olmuştu üzüntüsünden. Gülhane Hastanesi’ne yatırıldı. O kışı hastahanede geçirecekti. 

Türkeş ve bazı MBK üyelerinin diğer Komite üyelerinden habersiz yapılan toplantıları dikkat çekici olmaya başlamıştı.

Bazı komite üyelerini komiteden atabilmek için yeniden ihtilal hazırlıklarına başlamışlardı. Toplanıp toplanıp bu konuda tartışıyorlar, planlar yapıyorlardı. Ama toplantı yapmak başka ihtilal yapmak başka idi.


Dündar Seyhan:

“... Kabibay, Erkanlı, Türkeş ve çevremizdeki diğer arkadaşlarla, tereddütsüz olarak başka bir hal çaresi kalmadığında birleşiverdik.

Komiteden, ihtilalin gayelerine aykırı çalışmaları görülen dört - beş kişinin memleket dışında mecburi ikamete gönderilmesi meseleyi kökünden temizleyecekti. Herkesin çekinmeden kabullendiği bu kararın uygulanması, kilit mevkilere yerleştirdiğimiz eski ihtilalcilerin de desteği ile kolaylıkla icra edilebilecekti. Her şey hazırdı. İş, gün ve saatini tespit etmeye kalmıştı.

... Karar, bu sefer bizim aramızda tartışma konusu olmaya başladı. Hepimiz başka bir şekil göremiyorduk. Ya onlar gidecek, ya biz temizlenecektik.

Fakat iş, kararın uygulanması sorununa dayanınca çekimserlikler doğuyordu. 

“Eylül'ün başından beri, aramızdaki tek tartışma konusu, bu olmuştu. Her gece saat en az üçe kadar, çoğu zaman Türkeş'in odasında, birbirimize giriyorduk. Fakat, bütün bu çabalamalar, verilmiş kararın uygulanması için harekete geçmeye yetmiyordu” 

İnönü ekibi ise daha ihtilalin ilk günlerinden itibaren adım adım karşı-devrimi örmeye başlamıştı.

Zaten MBK Başkanı Orgeneral Cemal Gürsel, her önemli karar öncesinde İnönü’ye danışıyordu. Güç'e gelen insan, siyasi bir görev aldığında bu konuda tecrübesine inandığı İsmet Paşa'yı güçlü görmekten başka ne yapabilirdi?

MODERN Türk Ordusu’nun MBK'sine giren bu ANTİKA Kurmayları, kendilerine zoraki baş bulmakla ilk önemli hatayı yapmışlardı. Kendi içlerinde organize olmayı beceremeyen yine aynı antika yanları aralarında çatlaklar oluşturuyor, İnönü'nün hamleleri de aralarındaki bu çatlakları derinleştiriyordu.

İnönü, kendisi ortalıkta gözükmüyordu ama, “kendisini kurtarıcı olarak gören bazı subaylar” aracılığı ile “memleketi idare edebilecek kadro”nun “İsmet Paşa ve Partisi” olduğu fikrini yayabiliyordu. 

“Halim Menteş'in Türkiye'ye gelmesinden sonra, komitedeki havacılar belli bir fikrin savunucusu olarak ortaya çıkmışlardır. Onlara göre; iktidarın hemen devredilmesi hususunda millete verilmiş söz derhal yerine getirilmeliydi.

...Mevcut komite kadrosunun memleketi idare edebilecek nitelikte olmadığı fikrini ileri sürerdi. ...Ona göre, iktidar, İsmet Paşa ve partisine hemen devredilmeli, komite sahneden çekilmeliydi. ...Böyle bir kanaat taşımaları, havacıları, ister istemez Madanoğlu grubu ile gaye birliğine götürüyordu.” 

Bir diğer adım da, subayların ekonomik durumunu rahatlatmaktı. Bu konuda hızla kanuni düzenlemelere gidildi. 

Talat Turhan:

“Tabiîdir ki, 27 Mayıs'tan sonra çıkan kanunlar Silahlı Kuvvetler mensuplarını maddeten kalkındırmış ve bir çok garanti ve kolaylıkları hizmetlerine amade kılmıştır. Bu gerçeği inkar gayri mümkündür” 

Türkeş'in Başbakanlık müsteşarlığından alınmasının arkasından 13 Kasım 1960 karşı-ihtilali başlatıldı. 

TALAT AYDEMİR DE OYUNA GELDİ
Hedefin yalnız Türkeş ekibi olduğunu zanneden Aydemir bile bu hareketi alkışladı.

Talat Aydemir:

“..Menteş'e gittim. Binbaşı Emanullah Çelebi ile beraber beni evlerinin önünde bekliyordu. Otomobilimi değiştirerek Halim Menteş'in otomobiline bindim. Otomobilde üçümüz vardık. Jandarma Okulunun önüne doğru gelirken Halim otomobili durdurdu. Bana dönerek ‘Talat eskiden ettiğimiz yemini hatırla ve içinden tekrar et, sana ikinci tarihi kararı bildireceğim’ dedi ve verilen kararı açıkladı.

Buna göre: ‘Artık komite içinde tam bir birlik teşkil etmeye imkan yoktu. Sonuç daha kötüye gitmeden anlaşamadığımız arkadaşları komiteden ayırarak uzaklaştırmaya karar verdik. Bunlar emekliye sevkedilerek yurt dışına çıkarılacak ve bu hareket bu gece sabaha karşı tatbik edilecek’ dedi. Ben de derhal kabul ettim. Bana uzaklaştırılacak olanların listesini okudu. Hepsi dokuz kişi idi. Fakat o gece komiteden uzaklaştırılanların ondört kişiye yükseldiğini ertesi gün Cemal Madanoğlu’ndan emir alınca öğrendim.” 

Aydemir de tuzağa düşen kurmaylardandı. 

Kendi ayağına basılmadan, 27 Mayıs ihtilalini yeme planının farkına varamayacaktı. Daha 13 Kasım sabahı MBK komitesinden uzaklaştırılacak üye sayısının 9'dan 14'e yükselmesi bile ayılmasını sağlamadı. Sıranın kendisine gelmesi gerekiyordu.

Talat Aydemir:

“Bir kısım öğrenciler okulda kalmıştı. Saat on sıralarında Sıtkı Ulay Paşa geldi, eski öğrencilerini havuz başına topladı ve onlara bir nutuk çekti. Ben pek dinleyemedim. Yalnız şu hava seziliyordu. Bu durum karşısında demek bana pek itimat edilmemişti. Çünkü ben Okul Kumandanı iken onun gelmemesi gerekirdi. Öğrencilere zamanında çok taviz vermiş olduğu için öğrenciler onu görünce çok şımarıyorlardı. Çok gereksiz konuşmalar olduğu için ben hiç bir zaman Sıtkı Paşa’nın yanına sokulmadım.

Öğle üzeri evime gittim. Saat 14 sıralarında Emniyet’e ait bir araba evin önünde durdu. Polis, şoförümle görüşerek Alpaslan Türkeş'in evinin nerede olduğunu sormuş. Fakat araba ben evden çıkıncaya kadar bizim kapının önünden ayrılmadı.

... Evimde olan telefon konuşmalarımı bile kestiler. Beni hariçten arayanlar telefon başında ilk önce Cemal Madanoğlu’nu buldular. Çünkü telefonumun oraya bağlanılması için emir verilmişti. Yeni esaslı tedbirlerin alındığının farkında bile olmamıştım. 

Bu tasfiye hareketinden sonra da Kara Kuvvetleri’nde bir tayin kampanyası başladı, listeler hazırlanarak on dörtlerin adamı olduğu gerekçesi ile bir çok subayın tayin listesi tanzim edildi. Beni de bu listelerden birinin başına Türkeş'in adamı olduğumu ileri sürerek koydular. Komitede kalan arkadaşlar zamanında duruma müdahale ederek kimsenin adamı olmadığım için bu yanlışlığı tam zamanında önlediler. Bu durumu duyar, duymaz derhal Meclise gittim. Arkadaşlara ‘Benim için yanılanlar diğerleri için de yanılırlar, bu şekilde tayinler yapmaya kalkmayın orduyu ikiye ayırırız, çok kötü neticeler doğar’ dedimse de kimseye dinletemedim.” 

TANK OKULU
Türkeşçilerin en yoğun oldukları yer Tank Okulu idi. 

Türkeş'in ırkçı düşüncelerine karşı, devrimci düşüncelere doğru yönelen süvariler 13 Kasım 1960 günü Tank Okulu'nun etrafını sarmışlardı.

Fethi Gürcan gibi genç subaylar da, CHP nin hakim olduğu basın ve Üniversite çevrelerinin propaganda bombardımanı etkisiyle, Türkeş ve çevresini karşı devrimci olarak görüyorlardı. Ne büyük diyalektik çelişkiydi. Ne büyük oyundu. İsmet İnönü ve generaller, 27 Mayıs’ın devrimci ruhunu taşıyan ordu gençliğini 13 Kasım’da birbirine kırdırarak geriye püskürttüler. 

Abdi İpekçi:

“İktidarda uzunca süre kalarak icraat yapmak isteyen gruptan Dündar Taşer, Ankara’daki tank taburu ile devamlı münasebet halindeydi. Birçok geceler tabur karargahında kalıyor, orada yatıyordu. Buna karşılık diğerleri Vehbi Ersü vasıtasıyla Süvari Alayını elde etmişlerdi. Gerginliğin kopacak hale geldiği günlerde Süvari Alayı, Tank Taburunun girişeceği muhtemel bir harekete karşı bazukalarını hazırlamış vaziyette bekletiliyordu.” 

Genç Subaylar farkında değildi ama karşı devrim hızla sürecekti. Karşı devrim herkesten fazla 27 Mayıs’çı görünmeye çalışırken 27 Mayıs'ın altını boşaltıyor, devrimci yanını, ruhunu boğuyordu. Genç süvari subayları da Türkeş'e karşı olduklarından bu oyuna gelmişlerdi.

Karşı devrim atağa geçmişti. 27 Mayıs adına 7 Aralık 1960'ta yeni Anayasa'yı oluşturup seçimleri hazırlayacak olan Kurucu Meclis oluşturuldu.

Bu sırada M.B.Komitesi'ne de son darbe vurulmak istendi.

Teyfik Subaşı:

“Kurucu Meclis'in açılmasının yaklaştığı günlerde, komitenin görevini bitirdiği gerekçesi ile, dağıtma girişimi sonuç vermedi ve olay gizlilik içinde gömüldü gitti.” 

MBK'sini dağıtma girişimi sonuç vermedi ama, 27 Mayıs gecesi en büyük gücü oluşturan 43. Süvari Alayı, süvariler 13 Kasım'da Türkeşçilere karşı tavır aldıkları halde Ankara'dan uzaklaştırılıp Siirt'e sürüldü

Nusret Kocabey:

“Söz geçirilemez durumuna gelmiştik. Tehlikeli olmaya başladık onlara göre. Gitmemiz daha elverişli olacak diye düşündüler o zaman ve aniden hiçbir jeopolitik nedene bağlı olmadan, stratejik taktik bir nedene bağlı olmadan Siirt’e intikalimiz kararlaştırıldı. Siirt’e gittik. 

Ben o zaman yeni kurulan hükümette, geçici hükümette, istihbarat bölümünde Cemal Madanoğlu’nun karargahında istihbarat Şube Müdürlüğü’nde görevliydim. Kurmay Yarbay Zeki Ergün, bir denizci, bir de ben (Nusret Kocabey) olmak üzere yorum yapıyorduk. Buradan hükümete yorumları götürüyorduk. Fethi de rahatsızdı. Hastalanmıştı. Hastanedeydi o günlerde.” 

14'LERİN TEMİZLENMESİ (SOSYALİZME VURUŞ) 
Hikmet Kıvılcımlı:

“Millî Birlik Komitesi, kendi içinde birlik miydi? Daha 27 Mayıs başarı kazanır kazanmaz, en başta 38 kişilik MBK içinden 38 parça gibi göründü. Altı ay geçmedi. Milli Birlikçiler ikiye bölündüler. M.B.K.'de yarıya yakın (kimine göre sekizde yedi) ‘muhalif’ üyelerden 14 birlikçi baskınla ayrılıp sınır dışına atıldı. 

Atılan 14'ler birlik miydiler? Hayır. Sonradan anlaşıldığına göre, 4'ü Türkeş çevresinde faşizan (kafatasçılığa eğilimli), 10'u Kabibay'la Erkanlı arasında ikircikli, halkçı göründüler. Ama, rahmetlik Cemal Gürsel Paşa, o zaman M.B.K. Başkanı, Devlet Başkanı, Silahlı Kuvvetler Başkanı sıfatıyla verdiği demeçte, bunların atılma sebebi açısından şöyle dedi: ‘İnsanı gayrı samimi beyanda bulunmak zorunda bırakıyorlardı!.’ Rahmetli Gürsel Paşa, basına şöyle bir bildiri vermişti: ‘Türkiye'de komünistlerin başarı kazanabileceklerini sanmıyorum. Ama, Türkiye için bir sosyalist partinin lüzumlu olduğuna inanıyorum.’ 

MBK başkanının bu ‘beyanları’ mı ‘gayrı-samimi’ idi? Anlaşılmadı. Yalnız, çok geçmeden, Türkiye'de sosyalistim diyeni haysiyet divanına verdiği halde, bir gün sosyalistliği kimseye bırakmayacak olan bir İşçi Partisi kuruldu. Ve rahmetlik Gürsel Paşa, Amerika'da komaya götürülmeden bir hafta önce, bir kuğu çığlığı gibi, ansızın: ‘Türkiye'de bir komünist partisinin kurulmasına lüzum vardır’ haykırışını yaptı. Ve uçakla Amerika'ya apar topar götürüldüğü günün akşamı, kendi cumhurbaşkanları Kennedy'yi kim vurduya getiren Amerika uzmanlarının hazakati sayesinde; bir daha kalkamayacağı komaya daldı. Öldü gitti. 

Ötede 14'ler, 2 yıl, 5'er bin lira maaşlı elçi danışmanlığı ile yurt dışında tecrübeye tabi tutuldular. Sansasyonel yasak buluşmalar yaptılar. İçeriden, dışarıdan birleşme denemelerine kalkıştırıldılar. Öngörüp birleşemediler. Yurda dönüşlerinde hepsinin ayakları suya erdi. Sosyal ve siyasi yönsüz hiç bir iş yapılamayacağını anladılar. Faşizmsi düşünenler CKMP'ye halkçımsı düşünenler CHP'ye, sosyalistimsi düşünenler TİP'e girdiler.” 

Kurucu Meclis, neredeyse CHP Meclisi olarak açılıyordu

Hikmet Bila:

“… Kurucu Meclis’te her yönden CHP ağırlığını göstermektedir.

Meclise siyasal partiler kontenjanı olarak 49 CHP’li, 25 CKMP’li girmiştir. Ancak, çeşitli meslek, işçi ve yargı kuruluşlarıyla illerden gelen temsilcilerin de çoğunu CHP’lilerin oluşturması nedeniyle, CHP, Kurucu Meclis’te üstünlüğünü sağlamıştır. İnönü ve CHP’nin yönetici kadrosu Kurucu Meclis’te yer almıştır.” 

14'lerin tasfiyesinden sonra siyasette ve orduda karışıklık daha da artmıştı. Ordu gençliğine, bir takım dedikodularla 14'lere karşı tavır aldırılmıştı ama, M..B.K.'sinin tümüne karşı bir tavır aldırılamazdı. Dağınık ta olsalar, Ordu ve Üniversite 27 Mayıs'ı sahiplenmişti. Kızsalar da, eleştirseler de M.B.K.'ni 27 Mayıs ruhunun temsilcisi olarak görüyorlardı. Üstelik, rakip güçler de dağınıktı. 

Dolayısıyla, M.B.K.'nin tamamen tasfiyesine, ne Kurucu Meclis'in ne de Cemal Gürsel'in gücü yeterdi. Çünkü İnönü hala otorite olarak açıkça ortaya çıkmaya cesaret edemiyor ve suyu daha da bulandırmaya uğraşıyordu. Hiç kimsenin işin içinden çıkamayıp kendisine muhtaç olacakları zamanlamayı sürdürüyordu.


..