Mahir Çayan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mahir Çayan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Şubat 2019 Çarşamba

12 MART MUHTIRASI VE PARTİLER ÜSTÜ HÜKUMETLER BÖLÜM 3

12 MART MUHTIRASI VE PARTİLER ÜSTÜ HÜKUMETLER BÖLÜM 3



Hükümet Listesini oluşturma sürecinde AP, CHP ve MGP gruplarından yeni
hükümete üye vereceklerini öğrenen Melen, Demokratik Parti’den “hayır” cevabı
almıştır (Cumhuriyet,20.5.1972). 
Öte yandan Melen Hükümeti’ne desteği karşılığında AP’nin hiç bir şartı olmazken CHP ise, reformların yapılmasını ve seçimlerin zamanında gerçekleştirilmesini şart olarak öne sürmüştür (Milliyet,22.5.1972).
Sonuçta Melen tarafından oluşturulan ve kamuoyuna duyurulan hükümet listesi
AP’den 8, CHP’den 5, MGP’den 2, parlamento dışından 9 ve kontenjan senatörü 1 isimden oluşmuştur (Cumhuriyet, 1972).

Öte yandan Melen hükümet listesi parlamento dışından bakan olarak atanan isim
sayısını 12’den 9’a düşürmesine rağmen II. Erim Hükümeti’nde bakan olarak görev alan 16 ismi de muhafaza etmiştir. Buna ek olarak Melen hükümet listesi ilginç bir şekilde kendisinden önceki her iki Erim Hükümeti’nde bakan olarak yer almış yedi ismi de bünyesinde taşımıştır. Bu isimler: Ferit Melen, Doğan Kitaplı, İsmail Arar, Selahattin İnal, E. Yılmaz Akçal, Haydar Özalp ve A. Mesut Erez. Ayrıca Melen hükümet listesinin dikkat çeken en önemli özelliği Başbakan Melen’e bu göreve gelirken kendisinden önceki başbakan Erim’e olduğu gibi partisinden istifa etme şartının koşulmaması, AP/Demirel’in desteğini yitirmemek için Demokratik Partili isimlere yer vermemesi ayrıca hükümetin mali konulara öncelik vereceğini kamuoyuna göstermek için maliye kökenli 6 ismi bakanlık koltuğuna oturtmuş olmasıdır.


Bu süreçte AP ve CHP’nin Melen Hükümeti’ne üye vermesinin en temel sebebi genel seçimlerin zamanında yapılması konusuydu. Buna rağmen 27 Mayıs 1972’de Millet Meclisi’nde Melen tarafından okunan hükümet programında genel seçimler için kesin tarih verilmemiş ayrıca adalet ve hukuk, maliye, eğitim, maden ve petrol reformları yapıldıktan sonra seçimlerin yapılabileceği ifade edilmiştir
(Milliyet,30.5.1972). Öte yandan Melen Hükümeti’nin kendisinden önceki Erim
Hükümetlerinde olduğu gibi reformcu ve reform karşıtları şeklinde bir zıtlığı
taşımasa da gelenekçiler ve liberaller çekişmesini barındırması (Gevgili,1981) ayrıca hükümet programının II. Erim Hükümeti programının devamı niteliği taşıması AP, CHP ve Demokratik Parti’nin Melen Hükümeti’ni geçici bir hükümet olarak görmeleri sonucunu doğurmuştur.


5 Haziran 1972’de mecliste yapılan güven oylamasında Melen Hükümeti 262 “evet” oyuyla güvenoyu almış, oylamada AP ve CHP liderleri Melen Hükümeti’ne
güvenoyu vermelerine rağmen her iki partiden toplam 119 milletvekili oylamaya
katılmamış, her iki Erim Hükümeti’ne güvensizlik oyu veren Demokratik Parti ise, çekimser oy kullanmıştır (Cumhuriyet,6.6.1972).


Türkiye Cumhuriyeti’nin 35. Hükümeti olarak 11 ay çalışan Melen Hükümeti bu
dönemde üçüncü beş yıllık planı hazırlayarak meclis gündemine getirmiştir. 26 Ekim 1972 tarihinde 98 “hayır”, 193 “evet” oyu alan plan meclis tarafından kabul edilmiş oylamada AP, MGP ve CP “evet” derken CHP ve Demokratik Parti “hayır” demiştir (Milliyet,27.10.1972). 
Buna ek olarak sanayinin ve tarımın gelişmesini önceleyen aynı zamanda kamu kesiminde tasarrufun arttırılmasını isteyen plan AP ve Demokratik Parti tarafından devletçi bir zihniyetle hazırlanma CHP tarafından ise yoksulluk
pahasına kalkınmayı öngörmekle eleştirilmiştir.


Öte yandan Melen iktidarı sırasında AP ve Demokratik Parti ile çok ciddi sorun
yaşamazken bu dönemde Melen’i zorlayan asıl parti CHP olmuştur. Bu durumun
temel sebebi ise Mayıs 1972’de Ecevit’in yılların İnönü’sünü koltuğundan ederek
yeni genel başkan seçilmiş olmasıdır. CHP’deki bu lider değişikliği 12 Mart karşıtı
ekibin iş başına gelmesi anlamını taşımıştır. Nitekim yeni yönetim Melen Hükümeti sırasında başta anayasa değişikliği olmak üzere, idamlar ve sıkıyönetim süresinin uzatılmasına da “hayır” demiştir.

12 Mart döneminin en önemli uygulamalarından bir olan sıkıyönetim hâline Melen Hükümeti döneminde de devam edilmiş ancak bu dönemde kendisinden önceki her iki Erim Hükümetlerindeki “sıkıyönetimin sorumluluğu hükümetindir” anlayışı yerine Melen Hükümeti “sıkıyönetim komutanlarının görevini yaparken Başbakan’a karşı sorumlu olduğu” anlayışını getirerek sıkıyönetim makamlarını siyasi iktidar ortak olmasını kabul etmiştir (Üskül, 1997).
Melen Hükümeti döneminde Avrupa Ekonomik Topluluğu Türkiye’ye dönük “basın özgürlüklerinin kısıtlandığı ve siyasi suçlulara işkence yapıldığı” eleştirilerinde bulunmuş (Cumhuriyet,8.1.1973), hükümet tarafından “Milli Davamız” diye ifade edilen Kıbrıs sorunuyla ilgili olarak herhangi bir oldu bittinin kabul edilmeyeceği dünya kamuoyuna duyurulmuştur (Milliyet,7.2.1972). 22 Ekim 1972’de Ankaraİstanbul seferini yapan THY uçağının 4 silahlı eylemci tarafından Sofya’ya kaçırılması Türkiye ile Bulgaristan arasında gerilime sebep olmuştur (Cumhuriyet,23.10.1972). 
27 Ocak 1973’de ABD’de görevli iki Türk diplomatın, Hınçak Teşkilatı üyesi Ermeni asıllı bir Amerikan vatandaşı tarafından öldürülmesi
(Milliyet,29.1.1973) Melen Hükümeti döneminde ilk kez yaşanacak ilerleyen süreçte devam eden yurt dışındaki diplomatlarımıza dönük eylemler “Ermeni Sorunu”nu içinden çıkılmaz hâle dönüştürecektir.


Melen Hükümeti döneminde ülkede aşırı sol fikirleri yayılma merkezi olarak
görülen üniversiteleri hükümete, TBMM kararıyla iki ay süreyle kapatma yetkisi
veren kanun tasarısı hazırlanmış (Milliyet,24.10.1972) ancak tasarı muhalefetin karşı çıkması sonucu kanun hâlini almamıştır. Buna ek olarak bu dönemdeki en önemli çalışmalardan biri de 15 Şubat 1973’de Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kurulması olmuştur.

Yine bu dönemde ülkede sağ ve sol şeklinde gelişen ideolojik ayrışmayı önlemek
amacıyla hazırlanan “Dernekler Kanunu” Cumhurbaşkanı Sunay’ın onayıyla
yürürlüğe girmiş ve çok sayıda dernek kapatılmıştır (Cumhuriyet,2.12.1972).Öte
yandan CHP lideri Ecevit’in 4 Kasım 1972’de hükümet politikalarının  sorumluluğunu taşımayacağını söyleyerek hükümetten bakanlarını çekmesiyle
Melen Hükümeti sarsılmış, bunun CHP’ye birinci yansıması 5 Kasım 1972’de
İnönü’nün CHP’den ve milletvekilliğinden istifasıyla sonuçlanmıştır. İnönü
istifasında 12 Mart şartlarının devam ettiği bir ortamda parti politikasının ülke için tehlikeli bir hâl almasını gerekçe olarak ifade etmiştir (Milliyet,6.11.1972). İkinci yansıması ise Ecevit’in CHP’ye karşı bir tertip olarak nitelediği CHP’li 18
milletvekilinin partiden istifa etmesi (Cumhuriyet,7.11.1972) şeklinde yaşanmıştır.


Ancak tıpkı I. Erim Hükümeti sırasında AP/Demirel’in bakanlarını çekmesi
sonrasında olduğu gibi ortaya çıkan hükümet buhranı Cumhurbaşkanı Sunay’ın
insiyatif alması sonucu CHP/Ecevit’in bakanlarını çektiğini açıklamasına rağmen
bakanların istifa etmemesiyle aşılmıştır (Cumhuriyet,17.11.1972). Ecevit’in bu
hareketi her ne kadar Melen Hükümeti’nin ömrünü uzatsa da Demirel’in Erim’e
karşı izlediği ehilleştirme siyasetini Ecevit, Melen Hükümeti’ne karşı uygulayarak
hükümetin gözünü korkutmuştur.

Melen Hükümeti’nin sonunu getiren gelişme ise 13 Mart 1973’te başlayan
Cumhurbaşkanlığı seçim süreci sonunda ortaya çıkmıştır. Bu süreçte Melen ilk
olarak Faruk Gürler’e açık destek vermiş fakat onun seçilemeyeceği ortaya çıktığında AP ve CHP ile mevcut Cumhurbaşkanı Sunay’ın görev süresini uzatmaya çalışmış bunun da gerçekleşmemesi sonrası hiç hesapta olmayan Fahri Korutürk’ün cumhurbaşkanı seçilmesi üzerine kendi hükümetini kuran şartların değiştiğini söyleyerek 7 Nisan 1973’te istifa etmiştir (Milliyet, 8.4.1973).


Melen Hükümeti’nin istifası üzerine Cumhurbaşkanı Korutürk de dahil olmak üzere genel kamuoyu AP-CHP koalisyon hükümetinin kurulması beklentisi içerisine girmiş ancak bu durum AP lideri Demirel’in seçimlere gidecek bir koalisyon hükümetinde başbakan olmak istememesi nedeniyle gerçekleşme miştir.Öte yandan yeni hükümet kurma çalışmalarını başlatan Cumhurbaşkanı Korutürk’ün “Türkiye’de hür demokratik parlamenter sistem yaşayacaktır ve parlamentoya dayalı hükümet tatbik mevkii bulacaktır” (Cumhuriyet,12.4.1973) şeklindeki basına verdiği demeç AP, CGP ve CHP liderleri tarafından Korutürk’ün partiler arası hükümetten yana olduğu şeklinde okunmuştur.


Nitekim CGP, AP lideri Demirel’e Melen Hükümeti’nde Ticaret Bakanlığı görevini
üstlenen Naim Talû ismini önermiş, Demirel güvenilir bulduğu isme itiraz etmemiş ancak CHP lideri Ecevit, Talû’nun başbakanlığının halka hiçbir fayda
sağlamayacağını söyleyerek itiraz etmesine rağmen Cumhurbaşkanı Korutürk,
politik olarak yıpranmamış olması ve ülkenin daha fazla hükümetsiz kalmaması için Kontenjan Senatörü Naim Talû’yu 12 Nisan 1973’te hükümeti kurmakla
görevlendirmiştir (Milliyet,12.4.1973). Ecevit’in “CHP ara rejim hükümeti ile
özdeşleşmemelidir” diyerek Talu Hükümeti’ne bakan vermeyi kabul etmemesi
(Cumhuriyet,1973) üzerine Talu Hükümeti listesi AP’den 13, CGP’den 5, bağımsız 5 ve parlamento dışı 2 isimden oluşmuş ve 15 Nisan 1973’te Cumhurbaşkanı Korutürk tarafından onaylanmıştır (Cumhuriyet,15.4.1973).

Tarafsız Başbakan sıfatıyla Talu’nun kurduğu dönemin son hükümeti kendisinden
önce kurulan Erim ve Melen Hükümetleri’nden farklı olarak parlamentoda temsil
edilen AP ve CGP’ye dayanmış ve bu yönüyle de partilerüstü bir nitelik
taşımamıştır. Öte yandan temel amacı ülkeyi 14 Ekim 1973 seçimlerine sağlıklı bir şekilde ulaştırmak olan Talu Hükümeti’ne AP ve CGP liderleri seçimler öncesi
yıpranmamak için katılmamışlardır. Buna rağmen 20 Nisan 1973’te mecliste Talu
tarafından okunan hükümet programında üç konu öne çıkarılmıştır. Bunlardan
birincisi, ülkede huzur ve asayişi sağlamak; ikincisi, sıkıyönetimi kaldırarak yarım kalan reformların tamamlanması; üçüncüsü ise, seçim yasasını değiştirerek seçimlerin zamanında yapılmasını sağlamaktı (Milliyet,21.4.1973). Nitekim Talu Hükümeti, partiler hükümeti olması ve yaklaşık altı ay sonra ülkeyi seçime götüreceğini açıklamasından dolayı meclisten 2 “çekimser”, 94 “hayır”, oyuna karşı 261 “evet” oyu ile güvenoyu almıştır (Cumhuriyet,27.4.1973). Oylamada AP ve CGP “evet” derken CHP ve Demokratik Parti “hayır” demiştir. Her iki parti “hayır” oylarının sebebi olarak hükümeti gerek kuruluş gerekse program açısından yeterli olmaması şeklinde açıklamışlardır.
Bundan sonra 14 Ekim 1973 seçimlerine kadar geçecek olan yaklaşık altı aylık süreçte Talu Hükümeti, Devlet Güvenlik Mahkemeleri, toprak reformu, ve Üniversite Denetleme Konseyi ile ilgili düzenlemeleri gerçekleştirecek ek olarak 12 Mart Dönemi’nin hemen başında Erim Hükümeti tarafından 1 ay süreyle 11 ilde başlatılan sıkıyönetim yaklaşık otuz ay sürdükten sonra 26 Eylül 1973 tarihinde kaldırılacaktır.
14 Ekim 1973 seçimlerinin ardından Naim Talu, 24 Ekimde Cumhurbaşkanı
Korutürk’e 12 Mart Muhtıra döneminin son hükümetinin istifasını sunmuştur.
Ancak Talu Hükümeti, CHP-MSP koalisyonu kuruluncaya kadar geçen yaklaşık yüz günlük süreçte ülkeyi hükümetsiz bırakmamak için görevine devam etmiştir.

4) Cumhurbaşkanlığı Seçimi (1973)


1973 yılı başı itibariyle 12 Mart döneminin geleceğini belirleyecek olan yeni
cumhurbaşkanının sivil mi asker mi olacağı konusu gündemin en temel sorunuydu.
Özellikle askerlerin, Cemal Gürsel ve Cevdet Sunay örneklerinden hareketle kendi içinden birini bu makama çıkarma eğiliminde olması (Hale, 1996) buna karşılık muhtırayla iktidarı terk etmek zorunda kalmasına rağmen halâ meclisin en büyük partisi durumunda olan AP’nin ve lider değişikliği sonrasındaki Ecevit’in CHP’sinin şartların değiştiğini söyleyerek Genelkurmay Başkanlığı’ndan bu makama gelinmesini istememeleri askerler ile siyasileri karşı karşıya getirmiştir. Özdemir’e göre bu dönemde Faruk Gürler’i cumhurbaşkanlığına getirmek isteyen çevreler aslında süreci daha önceden hesaplamışlar ve Kara Kuvvetleri Komutanlığında görev süresi dolarak emekliye ayrılacak Gürler’i Genelkurmay Başkanlığı’na taşımak için Genelkurmay Başkanı Tağmaç’ın görev süresinin dolmasına kısa süre kala istifa yoluyla emekliye çıkmasını sağlamışlardı (Özdemir,1989). Bu şekilde Gürler’i Genelkurmay Başkanlığı’na taşıyan çevreler 1973 yılı başı itibariyle onu Çankaya Köşkü’ne taşımak için harekete geçmişlerdi.

Nitekim cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaştıkça bu çevreler basın aracılığıyla
askerler ve siyasi partilerin Genelkurmay Başkanı Gürler’in ismi üzerinde
anlaştıklarını kamuoyuna duyuruyorlardı (Milliyet,9.2.1973).

Öte yandan bu süreçte cumhurbaşkanlığı seçiminin krize dönüşmemesi için insiyatif alan Cumhurbaşkanı Sunay siyasi parti liderlerini Çankaya Köşkü’nde toplayarak görüşlerini almıştır. Cumhurbaşkanı Sunay’ın düzenlediği toplantıda AP lideri Demirel, Genelkurmay Başkanı Gürler’in adaylığına parti olarak sıcak
bakmadıklarını dile getirerek “önce şunu ifade edeyim ki, Genelkurmay Başkanı ile bir sorunumuz yoktur. Bu meseleyi ordu ile parlamento, parlamento ile ordu
arasında bir şey gibi görmek lazımdır: Genelkurmay Başkanı, Cumhurbaşkanı
seçilecekse, bundan sonra her genelkurmay başkanı seçilir...Teamül hâline
gelir...sizin durumunuz ise özellik arz etmişti...bugün o özel şartlar yoktur! O günkü hâl ile karıştırmamak lazımdır. O zamanlar biz size talip olmuş idik” diyerek Genelkurmay Başkanı’nın cumhurbaşkanı olma çabasına karşı çıkmıştır (Ahmad, 2007).

Nitekim bu süreçte Demirel’in çıkışları askerleri önlem almaya itmiş ve askerler
siyasi parti liderleriyle tek tek ya da toplu görüşmeler yaparak süreci yönetmeye
çalışmışlardır. Ancak CHP, MGP ve Demokrat Parti liderlerinin aksine AP lideri
Demirel’in askerler tarafından gelecek herhangi bir telkinle karşılaşmamak için bu görüşmelere gitmemesi ortamı daha da germiştir. Nitekim Yüksek Komite Konseyi 21 Şubat 1973’te yayınladığı bildiride askerlerle görüşmeye yanaşmayan Demirel’i sert bir şekilde eleştirmiştir (Cumhuriyet, 22.2.1973). Bildiri üzerine “AP yalnız millete hesap verir” diyen Demirel, basın üzerinden kendisinin yetki ve sorumluluklarını bildiğini askerlere iletmiştir (Milliyet,22.2.1973).


Bu dönemde Demirel karşıtlığını temel politika olarak belirleyen Demokratik Parti
ise “Ben millete hesap veririm, kimse ile görüşmem” diyen AP lideri Demirel’i
cumhurbaşkanı adayı belirlemeyerek belirli çevrelere hizmet etmekle suçlamıştır
(Cumhuriyet,23.2.1973).Öte yandan Demirel’i bu süreçte Gürler karşıtlığına iten
birden fazla sebep vardı. Bunlar; muhtıraya imzalayan diğer komutanların emekli olması sonrası tek başına kalan Gürler’in ordu içerisinde söylenildiği kadar desteğinin olmaması, CHP’nin başına muhtıra karşıtı Ecevit’in geçmiş olması, AP’nin bu süreçte meclisin en büyük partisi olarak kilit parti durumunda olması ve nihayet muhtırayla iktidardan uzaklaştırılan Demirel’in artık bunun intikamının alınması zamanının geldiğine inanması olmuştur.

Buna rağmen 2 Mart 1973’te kuvvet komutanları Cumhurbaşkanı Sunay’a kendi
temsilcileri olarak gördükleri Genelkurmay Başkanı Gürler’i, cumhurbaşkanı olarak görmek istediklerini sert bir şekilde bildirmişler (Milliyet,3.3.1973). Sunay da meclisin Gürler’i cumhurbaşkanı seçmesini beklediğini ve seçilmemesi hâlinde çok üzüleceğini kamuoyuna duyurmuştur (Cumhuriyet, 1973).
1961 Anayasası’na göre cumhurbaşkanı seçilmenin şartları olarak adayların meclis veya cumhuriyet senatosu üyesi olması, yüksek öğrenim mezunu olması ve yine 40 yaşını bitirmiş olması gerekliydi (Sunay, 2010). Bu süreçte askerle tarafından Çankaya Köşkü’nde cumhurbaşkanı olarak görülmek istenen Gürler’in
cumhurbaşkanı seçilebilmesi için anayasa gereği kontenjan senatörlüğüne getirilmesi gerekliydi. Nihayet prosedür bu doğrultuda işletilmiş ve Gürler 5 Mart 1973’te genelkurmay başkanlığından emekliliğini istemiş, 7 Mart 1973 tarihinde ise kontenjan senatörlüğünden istifa ettirilen Milli Savunma Bakanı Mehmet İzmen’in yerine Cumhurbaşkanı Sunay tarafından kontenjan senatörü olarak atanmıştır (Cılızoğlu, 2007). Bundan sonra Gürler CHP’den istifa ederek bağımsız kalan Sivas Milletvekili Mustafa Kemal Palaoğlu ve kontenjan senatörü Millî Eğitim Bakanı Sebahattin Özbek tarafından cumhurbaşkanlığına aday gösterilmiştir (Tokatlı, 2000).


AP lideri Demirel’in “Cumhurbaşkanını AP değil, TBMM seçecektir, AP üyeleri de
diğer parlamenterler gibi görevini ifa edecektir (Cumhuriyet,8.3.1973) sözlerinin
gölgesinde 13 Mart 1973’te mecliste yapılan ilk tur oylama öncesi üç aday vardı.
Bunlar askerlerin, MGP’nin ve kısmen CHP’nin desteğini arkasına alan eski
Genelkurmay Başkanı Faruk Gürler, AP’nin Cumhuriyet Senatosu Başkanı Tekin
Arıburun ve Demokratik Parti Genel Başkanı Ferruh Bozbeyli idi.
13 Mart 1973’te yapılan dört turluk oylamada Arıburun 282, 284, 285 ve 276; Gürler, 175, 176, 186 ve 200; Bozbeyli ise 45, 47, 47 ve 48 oy alarak, cumhurbaşkanı seçilebilmek için yeterli oy çoğunluğunu sağlayamamışlardır (Milliyet,14.3.1973). Bu süreçte Gürler’i desteklediğini açıklayan tek parti Feyzioğlu’nun CGP’si idi. Öte yandan Demokratik Parti Gürler’e oy vermediğini belgelemek için kendi genel başkanını aday göstermiş aynı şekilde CHP lideri Ecevit cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk oylama tarihinde olan 13 Mart 1973 tarihinde Gürler’e oy vermemek ve bunu belgeleyerek kamuoyuna duyurabilmek için seçime katılmama yönünde bir kararı partisinin yetkili organlarından geçirmesine rağmen oylama tarihinde Genel Sekreter Kamil Kırıkoğlu’nun da içinde olduğu 30 milletvekili meclise gelerek Gürler için oy kullanmış (Kili,1976) bu ise ilerleyen süreçte bir grup milletvekilinin CHP’den
kopması sonucunu doğurmuştur.

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

12 MART MUHTIRASI VE PARTİLER ÜSTÜ HÜKUMETLER BÖLÜM 2

12 MART MUHTIRASI VE PARTİLER ÜSTÜ HÜKUMETLER BÖLÜM 2




Bu süreçte muhtırayı veren askerler ve Cumhurbaşkanı Sunay ülkeyi içinde
bulunduğu siyasi, sosyal ve ekonomik buhrandan çıkaracak ve 1961 anayasasının öngördüğü reformları kararlı bir şekilde hayata geçirecek partilerüstü bir hükümetin tarafsız başbakan ismi etrafında hayata geçmesi için arayışa başlamışlardır. Nitekim bu doğrultuda Sunay 14 Mart 1971 tarihinde siyasi parti liderlerini Çankaya Köşkü’nde toplayarak hem onların konuya ilişkin görüşlerini almış hem de kendi beklentilerini dile getirmiştir.

Bu görüşmede muhtıranın muhatabı olan AP lideri Demirel, partilerüstü hükümetin dışında kalacaklarını dile getirmiş ancak sonraki görüşmelerde Sunay’a kurulacak partilerüstü hükümette yer alabileceklerini belirtmiştir. Diğer siyasi aktörlerden CHP, acilen bir hükümet kurulmasını isterken TİP zaman geçirilmeden erken seçime gidilmesini YTP bütün partilerin katılacağı bir koalisyon hükümetini bu olmazsa APCHP koalisyon hükümetinin kurulması; TBP Atatürkçü ve devrimci bir hükümet kurularak en kısa sürede seçimlere gidilmesi, MHP, milliyetçi bir hükümetin kurulmasını; Demokratik Parti ise TBMM üyesi birinin başkanlığında hükümetin kurulması teklifinde bulunmuştur (Soysüren, 2014).

Öte yandan 12 Mart muhtırasına karşı siyasi partilerin, sivil toplum örgütlerinin ve aydınların tepkileri çok farklılık göstermiştir. Muhtıranın verilmesinden sonra sol bir darbe beklentisi içerisinde olan sol gruplar AP/Demirel hükümetinin devrilip yerine sosyalist eğilimli bir hükümetin kurulacağı hayaline kapılarak muhtırayı desteklemişlerdir. Başta DİSK ve Dev-Genç olmak üzere ODTÜ Mezunlar Cemiyeti, Devrimci Avukatlar Derneği, Türkiye Öğretmenler Sendikası, Mimarlar Odası ve Sosyal Demokratlar Derneği yayınladıkları bildirilerle muhtırayı desteklediklerini açıklamışlardır (Bulut, 2010). Siyasi partilerin muhtıraya tepkileri de farklılık göstermiştir. Örneğin; MHP ve Demokrat Parti ülkeyi Marksist bir darbe tehlikesinden kurtardığı için muhtırayı olumlarken bu süreçte CHP lideri İnönü ise 15 Mart 1971 tarihinde CHP Meclis Grup Toplantısı’nda “Bir meclise askerî kıt’a gibi ‘şunu şöyle bunu böyle yapacaksın’ demeye imkân yoktur. Hükümetin emri altında bulunan komutanların takdir edeceği veya tenkit edeceği ölçüye göre hükümetler
kalacak veya kalmayacak. Böyle bir düzen demokratik düzen değildir. Biz
demokratik rejim dışında bir rejim kabul etmeyeceğiz.” (Birand, 2008) şeklinde
muhtıraya olan tepkisini dile getirmiştir.



12 Mart muhtırasının muhatabı olan AP lideri Demirel ise yıllar sonra muhtıra
üzerine yaptığı değerlendirmede: “Bu, hukukla, hukukun üstünlüğüyle ve
anayasayla bağdaşmaz muhtıranın bizatihi kendisi anayasayı ihlaldir. Ama bunu
yapan silahlı kuvvetlerin üst komutanları olduğuna, buna bizden başka itiraz
edebilecek kimse olmadığına ve cumhurbaşkanı da bizim arkamızda yer almadığına göre, yapacak bir şey yoktu.” (Güleçyüz, 2013) şeklinde konuşarak istifa sebebini kendi seçtirdiği Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın askerlerle iş birliği yapmasına bağlıyordu. Ancak aynı Demirel garip bir şekilde 1973 yılında gerçekleşen Cumhurbaşkanlığı seçiminde Faruk Gürler ihtimaline karşı Sunay’ın görev süresini uzatma girişiminde bulunmuş fakat bu girişim meclisler tarafından reddedilmiştir. Özbudun tarafından anayasayı yürürlükten kaldırmaması, meclisleri kapatmaması ve siyasi partileri yasaklamaması gibi gelişmelerden hareketle “yarı darbe” (Özbudun, 2007) girişimi olarak görülen 12 Mart Muhtırası, Türk kamuoyunda genel olarak dış ve iç sebep olmak üzere tek bir unsurla açıklanmaya çalışılmıştır. Buna göre Kayalı, Kongar, artan radikal sol nitelikli şiddet eylemlerini(Kayalı,2000;Kongar,2000) Altuğ ise Demirel Hükümeti’nin sebep olduğu sosyal adaletsizliklere karşı oluşan toplumsal tepkiyi (Altuğ,1973) 12 Mart’ı getiren iç sebep olarak görmüştür. Buna karşılık Yetkin, Erhan ve Cem ise Demirel Hükümeti’nin Türk dış politikasını ABD ekseninden çıkarma girişimine ve haşhaş yasağına bağlı olarak 12 Mart’ı getiren dış sebep olarak görmüştür (Yetkin,1995;Erhan,2002;Cem,2009). Bunlara karşılık Karpat ise alt rütbeli marjinal sol fikirlere sahip subayların iktidarı ele geçirme tehlikesine karşı üst rütbeli demokrat milliyetçi subayların ön almasını 12 Mart’ı getiren iç sebep olarak görmüştür (Karpat,2012).

3) Partilerüstü Hükümetler



12 Mart Muhtırası, Demirel AP’sinin siyasal iktidarına son verirken Türkiye’ye yeni bir hükümet tarzı getirmiştir. Bu yeni tarz, partilerüstü hükümet modelidir. Muhtıra sahibi askerlerce belirli bir parti siyasetini yansıtmaması istenen partilerüstü hükümet, aslında Türkiye’de bir geçiş dönemine özgü yeni bir rejimin de habercisi olarak düşünülmüştür (Gevgili,1973). Yaklaşık otuz ay sürecek bu olağanüstü dönemde Demirel’in ifadesiyle partiler demokrasisini inkar eden dört partilerüstü hükümet kurulacaktır. Bu hükümetlerin en temel özelliği Cumhurbaşkanı Sunay ve askerlerin desteklediği ancak kısa ömürlü hükümetler olmasıdır. Bu dönemde kurulan hükümetler: Birinci Erim Hükümeti (26 Mart 1971-7 Aralık 1971), İkinci Erim Hükümeti (11 Aralık 1971-17 Nisan 1972), Ferit Melen Hükümeti (22 Mayıs 1972-10 Nisan 1973) ve Naim Talü Hükümeti (15 Nisan 1973-16 Aralık 1973) (Arslan,2011). Demirel’in istifası sonrası yeni hükümeti kuracak isimler arasında Cumhuriyet Senatosu’ndaki bağımsızlardan Suat Hayri Ürgüplü, Mehmet İzmen ve Ragıp Üner ile Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın genel sekreteri Cihat Algan’ın isimleri dile
getirilmiştir (Tokatlı,2000). Ancak muhtıra sonrası kısa süre içerisinde
Cumhurbaşkanı Sunay ve askerlerin ülkeyi yönetme konusunda tercihlerini
CHP’den yana kullanmaları üzerine yılların CHP’lisi Nihat Erim partisinden istifa
ettirilmiş sonrasında da Cumhurbaşkanı Sunay tarafından “Tarafsız Başbakan”
olarak hükümeti kurmakla görevlendirilmiştir (Toker,1973).

Ahmad’a göre bu süreçte Erim ismini öne çıkaran şey onun hem AP hem de CHP
tarafından kabul edilebilir bir isim olması, ek olarak da askerlerle iş birliği yapmaya açık olmasıydı (Ahmad,2010).


Öte yandan Nihat Erim’in, yılların CHP’lisi kimliği taşıması nedeniyle kamuoyunda yeni kurulacak hükümette CHP’li isimlerin çoğunlukta bulunacağı şeklindeki yaygın düşünceye rağmen, hükümet üyelerinin büyük çoğunluğu parlamento dışı isimlerden oluşmuş bu nedenle de bu hükümete “teknokratlar” nitelemesi yakıştırılmıştır. Nihayet 26 martta Cumhurbaşkanı Sunay tarafından onaylanan Erim hükümet listesinde başbakan yardımcılıklarını Sadi Koçaş ile Atilla Karaosmanoğlu üstlenmiş ayrıca AP’den 6, CHP’den 4, meclis dışından 11, MGP ve MBK’den birer, bağımsızlardan ise 4 isme yer verilmiştir (Alatlı,2002).

7 Nisan 1971 tarihinde Erim Hükümeti AP, CHP ve MGP gruplarının verdiği 321
evet oyuyla meclisten güvenoyu alarak görevine başlamıştır (MMTD,7.4.1971). Öte yandan Demokrat Parti gerek Erim’in kendisi gerekse parlamento dışı isimlerin hükümet listesinde aldığı ağırlık nedeniyle Erim Hükümeti’ne güvensizlik oyu vermiştir (Cumhuriyet,8.4.1971).

Parlamentodan güvenoyu alan Nihat Erim, Başbakan olarak düzenlediği ilk
toplantıda reform hükümeti/beyin takımı nitelemesi kullandığı hükümetinin başlıca görevinin anayasanın öngördüğü reformları yapmak olduğunu dile getirmiştir.

Muhtıranın da gerekçesini oluşturan reformlar Erim tarafından toprak, eğitim,
hukuk ve adalet, yönetim ile enerji ve tabii kaynaklar başlıklarıyla dile getirilmiştir.


Ancak ülkede yaşanan siyasi, sosyal ve ekonomik çöküş hâli kısa süre içerisinde
Erim hükümetinin önceliklerini değiştirmiş ve hükümet yükselen anarşiyi bitirmek için askerlerden gelen telkinler doğrultusunda güvenlikçi politikaları uygulamaya sokmuştur. Nitekim Erim Hükümeti İsrail Başkonsolosu Elrom’un marjinal silahlı sol örgütler tarafından kaçırılması üzerine Balyoz Harekatını (Milliyet,24.4.1971) başlatmış ardından da ilk icraat olarak 27 Nisan 1971 tarihinde başta İstanbul, Ankara ve İzmir olmak üzere 11 ilde sıkıyönetim ilan etmiştir (Resmî Gazete,29.4.1971). İstanbul ve Ankara sıkıyönetim komutanlıkları ise aralarında Dev- Genç, Ülkü Ocakları, Devrimci Doğu Kültür Ocakları, Türkiye Öğretmenler Sendikası, İşsizlik ve Pahalılıkla Mücadele Derneği, Mücadele Birliği isimli örgüt ve dernekleri kapatmış ayrıca grev, toplantı ve gösteri düzenlenmesini yasaklamıştır (Hristidis,2010).


Öte yandan güvenlikçi politikaların dışında bu dönemde sıkı maliye politikalarına
yönelen Erim Hükümeti dış politika konularında da AET ile ilişkileri soğutarak
ABD’ye yönelen bir politika geliştirmiştir. Nitekim Erim Hükümeti bu politikanın bir gereği olarak 30 Haziran 1971 tarihinde ülke genelinde haşhaş ekimini yasaklamış ayrıca Çin Halk Cumhuriyetini tanıyarak diplomatik ilişki kurma yoluna gitmiştir (Suavi,2014).

Yine bu dönemde Erim Hükümeti askerlerden gelen telkinlerle güçlü bir devlet
otoritesini sağlamak amacıyla 1961 anayasasında iki kez değişikliğe gitmiş ve temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasına yeni sınırlamalar getirmiştir. Söz konusu değişiklikler sol çevreler tarafından temel insan hak ve hürriyetlerine ciddi bir darbe vurulması olarak görülmesine rağmen başta askerler ve AP olmak üzere sağ partiler tarafından desteklenmiştir (Soysal, 1997).
Yine bu dönemde muhtırayı veren askerler reformların takipçisi oldukları yönünde basına demeçler vererek Erim Hükümeti’nin kararlılığını yükseltmeye çalışmışlar ayrıca AP ve Demokrat Parti’nin reformlar konusundaki direncini kırmaya çalışmışlar ancak ne AP ne de Demokrat Parti, Erim Hükümeti’ne bakış açılarını değiştirmemişlerdir. Nitekim 5 Ekim 1971 tarihinde AP lideri Demirel’in hükümette görev alan bakanlarını çekme kararı alması Erim Hükümeti’ni çalışamaz hâle getirmiş ve kısa süre içerisinde Erim Hükümeti’nin geleceğini tartışmaya açmıştır (Landau, 1978). Bu gelişme üzerine Cumhurbaşkanı Sunay ve askerler daha altı ay önce muhtıra ile iktidardan uzaklaştırdıkları Demirel’i bakanlarını hükümetten çekmemesi için iknaya çalışmışlar (Cumhuriyet, 27.10.1971), nihayet AP lideri Demirel’in 5 Kasım 1971 tarihinde geri adım atması üzerine Başbakan Erim Hükümeti’nin devamlılığı için muhtıra öncesi AP Hükümeti’nin Maliye Bakanı Mesut Erez’i Başbakan Yardımcılığı’na getirmiş bu gelişme ise kabinenin reformcu kanadının topluca istifasını doğurmuştur (Milliyet, 6.12.1971). Nihayet 11’lerin istifası sonrası 7 Aralık 1971 tarihinde Erim, yaklaşık dokuz ay önce büyük umutlarla yola çıkan hükümetin istifasını Cumhurbaşkanı Sunay’a sunmuş ancak aynı gün Sunay yeni hükümeti kurma görevini tekrar Nihat Erim’e vermiştir (Kayra, 2006). 11 Aralık 1971’de Başbakan Erim tarafından ilan edilen yeni hükümet listesi AP’den 7, CHP’den 4, MGP ve MBK’den birer, senatodan 3 ve parlamento dışı 10 isimden oluşmuş ve Cumhurbaşkanı Sunay’ın onayından sonra 22 Aralık 1971 tarihinde meclisten 301 oyla güvenoyu almıştır (Milliyet, 28.12.1971). Yaklaşık dokuz aylık birinci hükümet döneminden hareketle Erim ikinci hükümet döneminde reformları
Meclis’e dikte ettirerek değil, onun desteğini alarak gerçekleştirme stratejisini izlemiştir.


Nitekim 11 Aralık 1971’de kurulan II. Erim Hükümeti bu amaçla beyin takımı ve
reformcu nitelik taşımadığının işaretlerini programında vermiştir. Örneğin;
demokrasiye dönüşü, özel sektörün korunmasını, yabancı sermaye yatırımlarının
teşvik edilmesini, madenlerin millileştirilmesinden vazgeçilmesini ve NATO sistemi içerisinde kalınmasını içeren ifadelere yer verilmiştir (Milliyet, 18.12.1971). Bunlara ek olarak anayasanın öngördüğü siyasi, sosyal ve ekonomik reformları gerçekleştirmeyi hedeflemesine rağmen yeni hükümette ilk hükümette reformcu olarak bilinen hiç bir isme yer verilmemiştir. Ancak kısa süre içerisinde Cumhurbaşkanı Sunay ve Askerlerin önceliğin asayişin sağlanmasına verilmesini istemeleri Erim’i sıkıyönetimi uzatmaya ayrıca Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kurulması ve 1973 genel seçimlerine kadar hükümete ülkeyi kanun hükmünde kararnameler ile yönetme yetkisinin verilmesini istemeye yöneltmiştir. Bu istekleri meclisteki siyasi partiler tarafından meclisin üstünde bir güç oluşturulacağı gerekçesiyle reddedilmiş buna ek olarak her iki Erim Hükümeti’ne parlamentoya dayanmadığı gerekçesiyle ret oyu veren Demokrat Parti tarafından 10 Nisan 1972’de Erim Hükümeti hakkında gensoru önergesi verilmesi bardağı taşırmış ve Başbakan Erim’in 16 Nisan 1972’de Cumhurbaşkanı Sunay’a istifasını verme sonucunu doğurmuştur (Cumhuriyet,17.4.1972). Muhtıra döneminin bağımsız başbakan sıfatıyla kurduğu yaklaşık 1 yıl 1 aylık iki hükümeti sırasında Erim’i başarısızlığa
götüren sebeplerin birincisi hükümete üye veren AP, CHP ve CGP’nin özelikle de

AP’nin hükümetin yaptığı eylemlerin siyasi sorumluluğunu üstlenmemesi iken
ikincisi, hükümetin radikal reformcular ile reform karşıtlarını bünyesinde taşıması; üçüncüsü ise radikal silahlı sol grupların eylemleri sonucu hükümetin önceliği güvenliğin sağlanmasına vermiş olmasıdır.


Bu dönemde Erim’in ikinci kez istifa etmesi sonrası Cumhurbaşkanı Sunay her iki
Erim Hükümeti’nde Millî Savunma Bakanlığı görevini üstlenmiş Ferit Melen’den
Başbakanlığa vekalet etmesini isterken siyasi parti liderlerinden Başbakanlık için
isim istemiş ve ortaya en güçlü isim olarak kontenjan senatörü Suat Hayri
Ürgüplünün ismi çıkmıştır (Cumhuriyet,28.4.1972). Bunun üzerine 29 Nisan 1972’de Cumhurbaşkanı Sunay tamamıyla “Atatürkçü bir hükümet kuracağını” ifade eden Ürgüplü’ye yeni hükümeti kurma görevini vermiştir (Milliyet,30.4.1972). 

14 Mayıs 1972’de Ürgüplü tarafından açıklanan hükümet listesi 12 Mart döneminde kendisinden önce kurulan Nihat Erim Hükümetleri ve kendisinden sonra ortaya çıkan Ferit Melen ve Naim Talû Hükümetlerinin aksine mecliste temsil edilen tüm partileri içeren gerçek bir koalisyon özelliği taşıyordu. Nitekim Ürgüplü, hükümet listesinde AP’ye 9, CHP’ye 5, MGP’ye 2 ve Demokratik Parti’ye 3 bakanlık vermiş ayrıca 5 isim de teknokratlardan oluşmuştur (Milliyet,14.5.1972).
Ancak bu süreçte Ürgüplünün kurduğu hükümet listesi, askerlerin baskısı sonucu
Cumhurbaşkanı Sunay tarafından “12 Mart Muhtırasının icaplarına ve cari durumun şartlarına” uygun bulunmayarak reddedilmiş (Arcayürek, 1985) ve bu gelişme üzerine Ürgüplü Başbakanlık görevinden istifa etmiştir (Milliyet,15.5.1972).
Bu gelişme üzerine 15 Mayıs 1972’de Cumhurbaşkanı Sunay tarafından hükümeti kurmakla görevlendirilen MGP’li Ferit Melen, basına verdiği demecinde kuracağı hükümetin anarşiyi önleyecek, reformları yapacak bir partilerüstü hükümet özelliği taşıyacağını ifade etmiştir (Cumhuriyet, 16.5.1972).

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

12 MART MUHTIRASI VE PARTİLER ÜSTÜ HÜKUMETLER BÖLÜM 1

12 MART MUHTIRASI VE PARTİLER ÜSTÜ HÜKUMETLER BÖLÜM 1



Murat KARATAŞ,

ÖZET

Bu makalede 12 Mart 1971 Askerî Muhtırası ve partiler üstü hükümetler dönemi
incelenmeye çalışılmıştır. 



  Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ilk askerî müdahalesi olan 27 Mayıs 1960 girişimiyle ülkeyi on yıldır yöneten Demokrat Parti kapatılmış, başta Başbakan Adnan Menderes olmak üzere Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan idam edilmiş ayrıca Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve eski DP’nin önemli sayıda ismi seçme ve seçilme hakları ellerinden alınarak Kayseri
Cezaevine konulmuştur. 1961 yılı içerisinde yeniden sivil siyasi hayata dönme kararı alındığında kapatılan DP’nin mirasına sahip çıkma iddiasıyla kurulan Adalet Partisi, 1965 seçimlerinde bu iddiasını gerçekleştirerek tek başına iktidara gelmiştir. 1965- 1971 yılları arasında ülkeyi tek başına yöneten AP’nin lideri Demirel’in ekonomi ve dış politika alanlarında izlediği politikalar, 1961 anayasasının sağladığı özgürlükçü ortamda başta Türkiye İşçi Partisi olmak üzere solun farklı renkleri tarafından sert bir şekilde eleştirilmiştir. 1968 yılı içerisinde dünyada gelişen öğrenci olayları Türkiye’de de eğitim şartlarının ve iş bulma imkânlarının iyileştirilmesi gibi taleplerle ve “sağ sol yok, boykot var” sloganı ile başlamış, süreç içerisinde anti emperyalist, anti Amerikancılığa bürünmüştür. 1969 seçimlerinden AP’nin başarıyla çıkması 1965-1969 yılları arasında ekonomi ve dış politika alanlarında izlenen politikalardan memnun olmayan kesimleri harekete geçirmiştir. Demirel’in gerek parti içerisindeki muhalefeti gerekse toplumun farklı kesimlerinden gelen muhalefeti dikkate almaması, ülkede siyasi, sosyal ve ekonomik kaos ortamı oluşturmuştur. Bu durumdan çıkılmasını isteyen askerler 12 Mart 1971 muhtırası ile eski DP’nin devamı iddiasında olan AP ve lideri Süleyman Demirel’i iktidardan uzaklaştırırken meclisi ve siyasi partileri kapatmamış, siyasilere karşı yargılama ve mahkumiyet gibi eylemlere girişmemiştir. Buna rağmen yaklaşık iki buçuk yıl sürecek “Ara Rejim” döneminde muhtıra sahiplerinin uygun gördükleri isimlerden oluşan partilerüstü hükümetler ülkenin ihtiyaç duyduğu reformları yapmaya çalışmışlar ancak farklı sebeplerle büyük umut bağlanan parlamento dışı dört hükümet de başarılı olamamış ve ülkedeki siyasi, sosyal ve ekonomik buhranın derinleşmesine sebep olmuştur. 


27 Mayıs’ın Cumhurbaşkanlığı makamına Cemal Gürsel’i getirmesi örneğinden hareket eden 12 Mart’ın sahipleri bu kez görev süresi dolan Gürsel’in yerine kendi adayları olan Faruk Gürler’i getirmek istemişler ancak bu istek AP lideri Demirel ve CHP lideri Ecevit’in iş birliğiyle sonuçsuz kalmıştır. Nihayet iki buçuk yıl süren olağanüstü dönem sivillerin ve askerlerin olağan döneme geçilmesi fikrinde buluşmaları üzerine 14 Ekim 1973 seçimleriyle son bulmuştur.


GİRİŞ

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla birlikte en önemli konulardan biri askerîn
siyaset dışı kalmasıdır. Nitekim bu konu ittihatçı geleneğin içinden gelen Atatürk’ün ve İnönü’nün özel dikkatleri sonucu tek partili dönemde sorun oluşturmamıştır.



Ancak II. Dünya Savaşının hemen sonrasında gerek iç gerekse dış şartların
zorlamasıyla Türkiye’nin çok partili hayata geçmesi, 14 Mayıs 1950 tarihinde
gerçekleşen “Beyaz Oy Devrimi” sonucu yılların tek partisi olan CHP’nin kendi
içinden çıkan kadrolarca kurulan Demokrat Parti’ye iktidarı kansız bir şekilde
devretmesi, NATO sistemine girilmesi ve sonrasında ordunun modernleştirilmesi
çabaları, son olarak da 1950-1960 arası ülkeyi yöneten DP’nin izlediği siyasal, sosyal ve ekonomik politikalar Türkiye Cumhuriyeti’nde emir komuta zinciri dışında gerçekleşen ilk müdahale olan 27 Mayıs 1960’ın temel sebepleri olmuştur. Müdahale sonrası sivil siyaset kurumuna inanmayanlar ülkenin gelecek on yıllarını esir alacak askerî vesayet kurumlarını kurmuştur. Buna rağmen Mart 1971’e gelindiğinde ülkenin içine düştüğü siyasi, sosyal ve ekonomik buhran hâli ve ülkeyi 1965-1971 yılları arasında tek parti olarak yöneten Adalet Partisi ve onun lideri Süleymen Demirel’in içine düştüğü yönetme acziyeti, emir komuta zinciri dışında ihtilal heveslilerini cesaretlendirmiş ancak TSK’nın Yüksek Komite Heyeti 27 Mayıs müdahalesinden çıkardığı dersle aynı hataya düşmemiş ve 12 Mart 1971 tarihinde emir komuta zinciri dahilinde gerçekleşen muhtıra ile AP/Demirel iktidarını istifa ettirmiştir. 27 Mayısçılar gibi plan ve programa sahip olmayan, sivil siyaset kurumunu bütün kötülüklerin sebebi olarak gören 12 Mart muhtırası 27 Mayıs’tan farklı olarak ülkeyi içinde bulunduğu siyasi, sosyal ve ekonomik buhrandan, oluşturacağı partilerüstü hükümetlerle çıkaracağına inanmıştır. Ancak yaklaşık otuz ay süren bu özel dönemde askerlerin gözetiminde oluşturulan dört partilerüstü hükümet, ülkenin sorunlarını çözemediği gibi aksine daha da derinleştirerek yaklaşık on yıl sonra gerçekleşecek 12 Eylül 1980 ihtilalinin sebeblerini de oluşturmuştur.

Bu çalışmada 12 Mart Muhtırası ve partiler üstü hükumetler incelenmiştir. Bunun için öncelikli olarak muhtırayı hazırlayan tarihsel süreç, muhtıra ve tepkiler, partiler üstü hükümetlerin çalışmaları, Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve 14 Ekim genel seçimleri çerçevesinde tarihimizdeki bu özel dönemin başarısızlık nedenleri değerlendirilmeye çalışılmıştır.

1) 12 Mart Muhtırasına Giden Yol


Türk siyasi hayatında emir komuta zinciri içerisinde gerçekleşen ve dönemin
Başbakanı Süleyman Demirel’i iktidardan istifa ettirerek başarıya ulaşan ilk askerî müdahele olan 12 Mart Muhtırası’nın nedenlerini ve sonuçlarını anlayabilmek için bu gelişmeyi doğuran Türkiye’nin 1961-1971 yılları arasındaki siyasi, sosyal ve ekonomik süreçlerini incelemek gerekir.

27 Mayıs 1960 müdahalesi Türk siyasi hayatında yeni bir dönem başlatmıştır.
Müdahale sonrası CHP ve CKMP siyasi faaliyetlerine devam ederken DP kapatılmış, yaklaşık bir yıl süren yargılamalardan sonra başta Başbakan Adnan Menderes olmak üzere Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan idam edilmiş ayrıca Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve birçok DP’li bakan ve milletvekili seçme-seçilme haklarından mahrum edilerek Kayseri Cezaevine konulmuştur. Öteyandan ülkede Başbakan ve iki bakanın asılması sonucunu doğuran bu olumsuz süreçte askerler garip bir şekilde demokratik ve özgürlükçü niteliklere sahip 1961 anayasasını sivillere hazırlatarak halk onayına sunmuştur. Ancak bundan sonraki süreçte yaşanan huzursuzlukların altında yatan nedenlerden biri Menderes-Zorlu- Polatkan’ın idamları ve Bayar ile eski DP’lilerin seçme-seçilme yasakları olurken diğeri de 1961 Anayasası olmuştur. Nitekim 1961 anayasasında ifade edilen Türkiye Cumhuriyeti devletinin sosyal bir hukuk devleti olduğu maddesi, bu dönemde marjinal sosyalist çevrelerce “sosyalizm” olarak algılanmış (Tanör, 1991) ve 1961- 1971 yılları arasında ülkenin siyasi, sosyal ve ekonomik hayatını esir alacak şekilde yorumlamıştır.


27 Mayıs 1960 müdahalesi sonrası yeniden sivil siyasi hayata dönülmesi kararı
sonrası yapılan 15 Ekim 1961 seçim sonuçları MBK ve CHP için tam bir fiyasko
olmuştur. Zira CHP yaklaşık % 36 oy almasına rağmen tek başına iktidar olamamış, kapatılan DP’nin mirasına sahip çıkma iddiasını taşıyan AP, CKMP ve YTP’nin oyları ise % 60’ın üzerine çıkmıştır. Bu sonuçlar ülkede 1965 seçimlerine kadar sürecek koalisyonlar dönemini başlatırken yaklaşık altı ay sürecek olan ilk koalisyon hükümeti de askerlerin zorlamasıyla CHP ve AP arasında kurulmuştur. Ancak 20 Kasım 1961 tarihinde kurulan CHP ve AP koalisyonu eski DP’lilerin affı ve iki parti arasındaki ekonomik konulara bakıştaki farklılıklar nedeniyle 30 Mayıs 1962 tarihinde dağılmıştır(Yalansız,2006). Bundan sonra İnönü’nün başında bulunduğu iki koalisyon hükümeti ve son olarak da Bağımsız Senatör Suat Hayri Ürgüplü başkanlığındaki koalisyon hükümeti görev yapmıştır. Öte yandan bu süreçte Süleyman Demirel 29 Kasım 1964 tarihinde gerçekleşen AP Kongresinde partinin yeni genel başkanı seçilirken TİP’in toplumda taban bulmaya başlaması üzerine harekete geçen CHP lideri İnönü ilk kez “ortanın solu” söylemini kullanmıştır.


Bu şartlarda girilen 10 Ekim 1965 seçimlerinde halkın 27 Mayıs ve sonrasında
yaşananları onaylamadığını göstermesi ayrıca koalisyon hükümetleriyle yönetilmek istememesi gibi nedenlerle AP’ye yönelmesi AP’nin yaklaşık % 53 oyla tek başına iktidar olması sonucunu doğurmuştur. Seçimlere “ortanın solu” söylemiyle girmesine rağmen CHP yaklaşık % 29 oy almış ve ikinci parti olmuştur. CHP’deki bu oy kaybı kısa süre sonra “ortanın solu” söylemine karşı çıkan Turhan Feyzioğlu ve çevresinin partiden koparak Güven Partisi’ni kurma sonucunu doğurmuştur (Bakır,2010). 1965 seçimlerinin sürprizi ise 1961 anayasasının sağladığı hukuki zeminde kurulan TİP’in yaklaşık %3 oy alarak 15 milletvekili ile meclise girmesiyle yaşanmıştır (Ünsal, 2002). Sol açısından meclis kürsüsünden fikirlerini kamuoyuna duyurma fırsatı doğuran 1965 seçimleri aynı zamanda 1965-1971 yılları arasında AP/Demirel’in tek başına ülkeyi yönetme sonucunu da doğurmuştur.


Öte yandan 1966 yılı başında Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in görevini yerine getiremeyecek kadar rahatsızlanması üzerine Cumhurbaşkanı sorunu ortaya çıkmış AP lideri Demirel bu süreçte mecliste tek başına Cumhurbaşkanını seçebilecek güce sahip olmasına rağmen askerî vesayetle sorun yaşamamak için CHP lideri İnönü’nün de onayını alarak Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay’ın ülkenin 5. cumhurbaşkanı olmasını sağlamıştır (Bilgiç, 2014). Buna ek olarak bu yıl içindeki bir başka önemli gelişme de bir mezhebin sözcülüğünü yapacak Birlik Partisi’nin Ankara merkezli olarak kurulmasıdır (Ata, 2007).

1968 yılı içerisinde dünyada gelişen öğrenci olayları Türkiye’de de eğitim şartlarının ve iş bulma imkânlarının iyileştirilmesi gibi taleplerle ve “sağ sol yok, boykot var” sloganı ile başlamış, süreç içerisinde anti emperyalist ve anti Amerikancılığa bürünmüştür. Kısa süre içerisinde ortaya çıkan devrimin nasıl gerçekleştirileceği tartışması TİP, Yön/Devrim dergileri ve MDD çevrelerinde önce fikri ayrılığı sonra ise silahlı mücadeleyi getirecek bunun karşısına gelen ülkü ocakları vb. sağ örgütlenmeler de ülkede kaos ortamı doğuracaktır.


Bu şartlar altında girilen 1969 seçimlerinde AP oy kaybetse de yine seçimden zaferle çıkmış ve Demirel bu dönemde ikinci hükümetini kurmuştur. Ancak II. Demirel Hükümetinde Demirel’in parti içerisindeki intikamcılar olarak nitelenen Bilgiç ve çevresine yer vermemesi ayrıca seçimler öncesi askerî vesayetle karşı karşıya gelmemek için eski DP’lilerin affıyla ilgili çalışmayı sekteye uğratması ilk olarak 72 AP’li milletvekili ve senatörün imzaladığı 72’ler muhtırasını ardından da 41’lerin 1970 bütçesine ret oyu vererek Demirel Hükümetinin düşmesi sonucunu
doğurmuştur. Kısa süre içerisinde Demirel bu dönemdeki III. hükümetini kursa da süreç içerisinde partiden ihraç edilen 26 milletvekili Ferruh Bozbeyli’nin genel
başkanlığında Demokrat Parti’yi kuracaktır (Demirel, 2004).

Öte yandan bu süreçte AP’den kopmaların önüne geçmeyen/geçemeyen Demirel
meclisteki AP çoğunluğunu yitirmiş ve artık bir istikrarsızlık faktörü hâline gelmiş
nitekim bu dönemde gerçekleşen banka soygunları, adam kaçırma olayları, okul
işgalleri, öğrenci olayları, işçi yürüyüşleri ve sıkıyönetim uygulaması askerler
tarafından Demirel hükümetlerinin acziyeti sonucu ortaya çıkan kurulu düzeni
tehdit eden gelişmeler olarak görülürken, AP lideri Demirel ise 1961 anayasasının sağladığı özgürlükçü ortama bağlamış ve anayasanın değiştirilmesini istemiştir (Karpat, 2012).


Bütün bu olumsuz tablo içerisinde darbe yapacağından şüphelenilen Genelkurmay Başkanı Cemal Tural bu dönemde ani bir şekilde Cumhurbaşkanı Sunay ve Başbakan Demirel’in girişimiyle görevden alınmış yerine ise Sunay’a yakınlığıyla bilinen Memduh Tağmaç getirilmiştir (Arcayürek, 1989). Buna rağmen Tural’ı emekli edip yerine Tağmaç’ı getiren Demirel, gelmekte olan darbeden habersizdi. Zira 12 Mart öncesi ülkedeki siyasi, sosyal ve ekonomik buhrandan AP hükümetini sorumlu tutan ordu içerisinde farklı gruplaşmalar oluşmakta ve bunlar karşı taraftan gelecek tehdide göre birbirine karşı konumlanmaktaydı. Bu gruplardan ilki Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ile de yakın ilişki içinde olan Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç ve 1. Ordu Komutanı Faik Türün’ün liderliğindeki AP ve onun ekonomi politikasını
benimseyen sermaye ile ilişki içinde olan gruptu. İkinci grup, Doğan Avcıoğlu
liderliğindeki sivillerle ve emekli korgeneral Cemal Madanoğlu çevresiyle temas
hâlindeki Tümgeneral Celil Gürkan grubuydu. Sol-Kemalist bir felsefeye sahip olan bu grup Türkiye’nin iktisadi, siyasi, askerî ve dış politika konularında ABD’nin güdümünden çıkmasını, Sovyetlere yakın bağlantısız bir politika takip etmesini istiyordu. Ayrıca bu grup içeride de toprak reformu ve sanayileşme yoluyla kalkınma konuları üzerinde duruyordu. Üçüncü grup ise; Türkiye’nin çıkarlarını


Batı ittifak sistemi içinde gören aynı zamanda ekonomik ve siyasal alanlarda
“reform” isteyen Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur, Kara Kuvvetleri
Komutanı Faruk Gürler ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Kemal Kayacan etrafında
oluşmuştu(Mütercimler,2016).

2) 12 Mart Muhtırası

12 Mart 1971 tarihinde Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç ve üç kuvvet
komutanının imzalarını taşıyan muhtıra metni, Cumhurbaşkanı ve Meclis
Başkanlıklarına ulaştırıldıktan sonra tüm ülkeye duyurulmak için TRT’ye
götürülmüş ve saat 13.00’te TRT’de okunmuştur.Muhtırada vurgulanan noktalar
şunlardır (Cumhuriyet,13.3.1971):


1. Parlamento ve hükümet süregelen tutum, görüş ve icraatıyla yurdumuzu anarşi, kardeş kavgası sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş, Atatürk’ün bize hedef gösterdiği çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve anayasanın öngördüğü reformları tahakkuk ettirememiş olup Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür.

2. Türk Milleti’nin ve onun sinesinden çıkan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bu vahim
ortam hakkında duyduğu üzüntü ve ümitsizliği giderecek çarelerin, partilerüstü bir anlayışla meclislerimizce değerlendirilerek mevcut anarşik durumu giderecek ve anayasanın öngördüğü reformları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkılap
kanunlarının uygulayacak kuvvetli ve inandırıcı bir hükümetin demokratik kuralar içinde teşkili zaruri görülmektedir.

3. Bu husus süratle tahakkuk ettirilemediği takdirde Türk Silahlı Kuvvetleri,
kanunların kendisine vermiş olduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni korumak ve kollamak
görevini yerine getirerek idareyi doğrudan doğruya üzerine almaya kararlıdır.
Bilgilerinize...


Muhtıra metni incelendiğinde askerlerin iki tespit yaptığı görülmektedir: Bunlardan birincisi, terör olaylarının artması iken ikincisi ise anayasanın öngördüğü reformların partilerüstü bir hükümet tarafından gerçekleştirilmesidir. Muhtıra metninde, bunların dikkate alınmaması hâlinde askerlerin ülkenin yönetimini doğrudan ele alacağı da ifade edilmiştir (Fedayi, 2012).
Öte yandan muhtıra metni meclislere ulaştığında gerek milletvekillerinden gerekse senatörlerden cılız sesler yükselmiştir. Örneğin Demokratik Parti Denizli Milletvekili Hasan Korkmazcan ve Aydın Milletvekili Yüksel Menderes “Meclis böyle bir yazıya muhatap değildir.” şeklinde tepki vererek muhtıranın mecliste okunmasına karşı çıkmışlar ancak sonucu değiştirememişlerdir (MMTD, 12.2.1971). Buna ek olarak Cumhuriyet Senatosu Başkanı AP’li Arıburun, muhtırayı senatoda okuttuktan sonra Cumhuriyet Senatosu’nun muhtırada bahse konu olan ithamlarla bir ilgisinin olmadığı açıklamasında bulunmuştur (Cumhuriyet, 14.3.1971).


Muhtıra ile istifası istenen Başbakan Süleyman Demirel, Cumhurbaşkanı Cevdet
Sunay’a hükümetinin istifa ettiğini belirten mektubu Başbakanlık Müsteşar Muavini Muslih Fer aracılığıyla ulaştırmış (Arcayürek, 1985) ve mektubunda “Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları tarafından zatıdevletinize, Cumhuriyet Senatosu Başkanlığı’na ve Millet Meclisi Başkanlığı’na tevdi edilip bugün saat 13.00’te TRT’den Türk kamuoyuna duyurulan muhtırayla anayasa ve hukuk devleti anlayışını bağdaştırmak mümkün değildir. Bu durum muvacehesinde hükümetin istifasını saygıyla arz ederim” ifadelerine yer vermiştir (Cumhuriyet, 13.3.1971).

15 Mart 1971 tarihinde muhtıranın muhatabı olan Demirel hükümetinin istifasının kabul edildiği ve yeni hükümet kuruluncaya kadar mevcut Demirel hükümetinin göreve devam edeceğine dair Cumhurbaşkanlığı tezkiresi mecliste okunmuştur (MMTD, 15.3.1971). Bundan sonraki süreçte yeni hükümet kuruluncaya kadar göreve devam eden Demirel’e muhtıranın sahipleri sol bir darbe hazırlığı içinde oldukları şüphesini taşıdıkları 6 general ve 35 albayın ordu ile ilişiğini kestirerek asker içindeki tasfiye işlemini tamamlamışlardır (Karpat, 2012).

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***