Laiklik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Laiklik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Temmuz 2017 Pazartesi

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ BÖLÜM 26


28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM  SİSTEMİNE ETKİLERİ BÖLÜM 26

4.7. 28 Şubat Süreci İçerisinde ki Aktif Olan Çevreler ve Ortaya Çıkan Belgeler 

4.7.1. Batı Çalışma Grubu (BÇG) ve İllegal Yapılanma 

28 Şubat sürecinin en simge oluşumlarından biri de BÇG (Batı Çalışma Grubu) olmuştur (Arikan, 2010, s.111). 28 Şubat sürecinde bütün kişi ve kurumların üzerinde sistematik bir disiplin ve denetim sağlamak için Dz. K. K. Ora. Güven Erkaya tarafından ilk olarak Ocak 1997 ayında Deniz Kuvvetleri bünyesinde kurulan BÇG olarak bilinen yasadışı bir birim oluşturulmuş, bu grubun çalışma, bilgi toplama, işleme, karar alma süreçlerine yönelik bir program hazırlanmıştır (Komisyon, 2012, s.322). 

Refah-Yol Hükümeti’nin “irtica/laiklik” meselesini gündeme getirmemesi ve tartışmaya açmaması askerleri rahatsız etmekle beraber bu konu kamuoyunda da büyük bir gerilim yaratmıştır (Gürses, 2009, s.132). İrtica tehdidi büyük boyutlara ulaşmaya başlayınca, tehlikeyi gören TSK gerekli uyarıları yapmak ve önlemleri almak zorunda bırakılıyordu; çünkü şimdiden gerekli önlemler alınmazsa, irtica tehdidini önlemek, sonunda TSK’nın başına kalacaktır (Bölügiray, 1999, s.149). Tıpkı 12 Eylül öncesinde terör örgütü için alınan önlemler ve yapılan çalışmalar olduğu gibi, 28 Şubat sürecinde de TSK, irtica tehlikesi karşısında gerekli önlemleri alma yoluna gitmiştir. TSK, irtica 
tehlikesi karşısında, çok ciddi önlemler almak zorunda kalmakla beraber, hükümet yetkililerine, devlet ve toplum yönetiminde etkili olan kurumlar ve sivil toplum kuruluşlarına çeşitli brifingler veriliyordu. Bu dönem içerisinde, çeşitli çalışmaları hazırlamak ve irticanın tırmanışını takip etmek için, bu konuda gerekli önlemleri alabilmek ve hareket planlarını güncelleştirmek için sürekli bir “Çalışma Grubu” kuruluyordu. 

BÇG genel olarak, irtica ile savaşımında TSK’nın aldığı önlemler zincirinin en önemli bir halkasını oluşturuyordu. BÇG, 28 Şubat 1997 MGK toplantısından sonra ve alınan kararlara dayanak olarak kuruluyordu. Genelkurmay Başkanlığı BÇG’nin kurulmasının amaç ve gerekçesini şöyle açıklıyordu: “TSK, irticai faaliyetleri iç tehditle, bölücü terör ile aynı seviyeye, yani birinci önceliğine yükseltmiş ve bu duruma bağlı olarak yeni bir teşkilatlanma içerisinde BÇG oluşturulmuş ve faaliyete geçirilmiştir” (Bölügiray, 1999, s.149-150). BÇG’nin hedefi “Türkiye Cumhuriyet’i Devleti’nin temel nitelikleri olan ve Anayasa’da yerinin bulan Atatürk İlke ve 

İnkılapları ile sosyal hukuk devletine karşı her türlü faaliyeti takip ve kontrol etmektir. İrtica faaliyetlerin izlemekle yükümlü olan bu grup çeşitli brifingler ile kamuoyunu bilgilendirecektir” şeklinde ifade edilmiştir. Özellikle kurulan bu grubun amacı; irtica tehdidini ortadan kaldırmak değil, irtica tehdidini saptamak ve alınacak önlemleri yetkili makamlara bildirmektir. İrtica tehdidini önlemek ise siyasi iktidar ve güvenlik güçlerinin görevi idi (Bölügiray, 1999, s.150) . 

BÇG’nin merkezi Genelkurmay Başkanlığı’nda bulunuyordu. BÇG dönemin Dz. Kuv. Kom. Ora. Güven Erkaya’nın inisiyatifinde başlatılmış ve Silahlı Kuvvet leri’n hemen tüm kademelerinde birer bürosu oluşturulmuştur. BÇG’nin bünyesinde inceleme, araştırma ve değerlendirme birimleri bulunmakta, bunların yanında hukuk, psikolojik harekât ve istihbarat gibi birimlerinde bulunduğu bilinmektedir. İstihbarat faaliyetleri çerçevesinde hazırlanan raporlar komutanların bilgisine sunulmakta ve komutanlar bu raporlarla MGK toplantı larına ve Genelkurmay’da verilen brifinglere katılmaktadırlar. Özellikle TSK’dan gelen bilgiler, MİT ve Emniyetten alınan bilgiler, medyanın irtica konusu ile olan yazıları ve kişilerden toplanan bilgiler BÇG’nda değerlendiriliyor ve komuta kademesine sunuluyordu. BÇG tarafından, aynı zamanda, irtica konusunda 
psikolojik harekât çalışmaları yürütülmüş, irtica yanlısı olduğu öne sürülen kişi ve kurumlar hakkında istihbarat toplanmış; medya organları ve haberleri manipüle edilmiştir (Tuna, 2009, s.20). Burada değerlendirilen bilgiler gerek ve önem derecesine göre MGK’ya, Başbakan’a, Cumhurbaşkanlığı’na ve ilgili devlet makamlarına gönderiliyordu. Bu bilgiler üzerinden gerekli inceleme ve çalışmalar sonucunda irticayakarşı alınacak yeni önlemler görüşülüyor ve çeşitli plan faaliyetleri üzerinde duruluyordu. 

BÇG’nin başında, Genelkurmay Hareket Daire Başkanlığı’na bağlı İç Güvenlik Daire Başkanı bulunuyordu. Bu kişi aynı zamanda Genelkurmay’ın Başbakan yanındaki temsilcisi oluyordu. BÇG, taşrada da faaliyet gösteriyordu. Özellikle taşrada ki birliklerde bulunan tüm subay ve astsubaylar irtica ile ilgili bilgi toplamayla görevlendirilmiş ve topladıkları bilgileri kendi birliklerinin BÇG ünitesine gönderiyorlardı ( Bölügiray,1999, s.151). 

Komutanların irtica ve şeriat tehlikesine karşı “Batı Çalışma Gurubu’nu” kurduğu da kamuoyuna resmen yansıdı ve bu isim BÇG şeklinde kısaltılarak irtica 
kelimesinin geçtiği her cümlenin içine girdi. Buna DYP Bursa milletvekili Ali Osman Sönmez’in DYP kapalı Gurubunda yorumu şu oldu: “Askerler, bakanlar kurulunu bile oluşturmuşlar” Brifingde darbelere zemin teşkil eden İç hizmet Kanunu’nun 35. Maddesine de atıfta bulunuldu: “Silahlı Kuvvetlerin vazifesi Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti’ni kollamak ve korumaktır. TSK için durumdan vazife çıkarmak bir görevdir.” (Karalı, 2005, s.227-228). 

MGK’nın 28 Şubat 1997 Kararlarından sonra irticayla ilgili olarak BÇG adı altında özel bir çalışma grubu oluşturulmuş ve faaliyete geçirilmiştir. Bu grubun görevi: 
irticai tehdidin Türkiye genelinde resmini ortaya çıkarmak, bu çerçevede 5442 sayılı il idaresi kanunun uygulamasına ilişkin hazırlanan emniyet, asayiş ve yardımlaşma planlarını güncel hale getirmektir. Bu amaçla gerekli bilgilerin elde edilmesine yönelik olarak TSK rapor sistemi önergesi içerisinde ihtiyaç duyulan bilgiler sıralanmak suretiyle genel kriterler ortaya konmuş ve rapor sistemi geliştirilmiştir (Özgan, 2008, s.87). 

BÇG, Post-modern darbe olarak bilinen 28 Şubat 1997 tarihli MGK kararlarının uygulanıp uygulanmadığının denetimi amacıyla kurulan bir yapıdır. Kurulan bu teşkilat aynı zamanda 28 Şubat’ta yaşanan Post-modern darbenin hazırlayıcı larındandır. Bu teşkilat birçok kişiyi fişlemiş ve gözetim altında tutmuştur. Post-modern darbeyi getiren birçok olayında arkasında BÇG’nin olduğu iddia edilmektedir. BÇG, Ora. Güven Erkaya'nın komutanı olduğu Deniz Kuvvetleri bünyesinde faaliyet göstermiştir. Fikir babası ise Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir'dir. İrticai faaliyet içerisinde olduğunu iddia ettiği kişilere karşı tedbir almak amacıyla kurulan BÇG'nin 28 Şubat sürecinde 6 milyona yakın insanı fişlediği iddia edilmektedir. Silahlı Kuvvetlerin birçok biriminde teşkilatlanan BÇG faaliyetleri vasıtasıyla, sadece askeri personelin değil, ülke genelinde, tüm kamu kuruluşlarının, sivil toplum örgütlerinin ve çevresinde tanınan önemli işadamı ve vatandaşların siyasi görüşlerinin tespit edilmesi istenmiştir (Komisyon, 2012, s.322). Belgelere göre “Org. Çevik Bir'in emriyle, BÇG adında bir birim oluşturulmuştur.” 16 Nisan 1997 tarihli olan ve bütün askerî birimlere gönderilen ilk belgede, laiklik aleyhtarı faaliyetlerin arttığı vurgulanarak camilerin gözetim altına alınması emrediliyordu. Plana göre görevli askerî personel camilere gidecek ve laiklik karşıtı fiil ve sözleri ivedilikle garnizon komutanlıklarına bildirecekti. Çevik Bir imzasını taşıyan ve bütün askeri birimlere gönderilen 29 Nisan 1997 tarihli ikinci belgede ise her ildeki öğrenci yurtları, özel okullar, dernekler, vakıflar, Kur'an kursları, imam hatip okulları ve bu kurumlara giden gelenlerin sayısının ve kimliklerinin tespit edilmesi isteniyordu. 3. belge ise birimin bilgi ihtiyaçlarının karşılanması hakkında idi bu belgeler o dönem gizli bir şekilde oluşturulmuştur (Özer, 2011, s.72-73). BÇG, gerek sivil ve gerek kamu personelinin dini, siyasi, ailevi yapısı ve dünya görüşü bakımından kategorilere ayrılarak fişlenmiş, bu fişleme sonucu gerek TSK bünyesinde ve gerekse de 
diğer kamu kuruluşlarında binlerce kişinin görevine son verilip işten çıkarılmış, aileleri ile birlikte on binleri bulan mağdur kitle BÇG’nin faaliyetleri ile zulme uğratılmıştır (Komisyon, 2012, s.323). 

BÇG, genel olarak irticai faaliyetlere karşı kurulmuş olmakla beraber aynı zamanda dönemin iktidarı olan Refah-Yol Hükümeti’ni de yakın takibe almıştı özellikle Başbakan Necmettin Erbakan sıkı bir şekilde takip edilmekle beraber konu ilgili RP Genel Başkan Yardımcısı Abdullah Gül şunları söylemektedir; 

“BÇG adı altında faaliyet gösteren bir yapılanmanın valiliklerin, kaymakam lıkların, büyükşehir belediye başkanlarının takip edilmesi, fişlenmesi ve hakkında rapor hazırlandığı ortaya çıkmıştı. Bu sefer, seçilmiş bir Başbakanın resmi toplantıları bile takip ediliyor, rapor tutuluyor ve bunların bir takım yerlerde değerlendirildiğini görüyoruz” (Aksoy, 2000, s.179). 

Dz. Kuv. Kom. Ora. Güven Erkaya BÇG ile ilgili olarak şu açıklamalarda bulunmuştur: 

“İrtica gücünü daima sokaktan alır. İrtica İran’a seçimle mi geldi? İşte bunun içindir ki önlem gerekir. Önlemi kim alacak? Emniyet alacak… Yetmezse, silahlı 
kuvvetler alacak. Yani silahlı kuvvetler irtica tehlikesine karşı hazır olmalıdır. Asker önlemini aldı… Bu, BÇG’dir. Yerinde bir önlemdir ve devam ediyor.”, “Bir tehdit varsa asker önlemini alır. Türkiye için alır. Yunan tehdidi varsa, Yunanistan’a karşı alır. 
O zaman kimse yasal dayanak diyor mu? Silahlı Kuvvetler,  Türkiye Cumhuriyeti ’nin rejimini değiştirmeye yönelik bir irtica tehdidi gördü ki, BÇG’yi kurdu” (Arcayürek, 1999, s.612-613). 

Gazeteci-yazar Ali Bayramoğlu’na göre, “BÇG aslında Türkiye’de sadece kamusal alanda görev alan değil, kamusal alan ile teması olan sektörlerdeki insanların da tek tek kimliklerine, eğilimlerine, özel hayatlarına kadar fişlenmesi mekanizma sıdır. Açık bir şekilde BÇG’nin örgütlenme biçimi budur.” 

Gazeteci Hasan Celal Güzel ise, BÇG’yi şöyle anlatmaktadır; “Ordu içinde BÇG diye bir cunta teşkilatı vardı, bu illegaldi. (…) Evvela Deniz Kuvvetleri’nde 
başladı ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın özellikle himayesiyle gelişti, daha sonra da diğer kuvvetlere ve Genelkurmay’a yayıldı.” (Gürses, 2009, s.134). 

Genel olarak TSK, BÇG kurmuş ve faaliyetleri kapsamında iki önemli tehdide yönelik hareket etmiştir. Bölücülük ve irtica konuları hakkında çalışmalar yapılmıştır. 
Tüm sivil ve siyasi kişiler ve kurumlar hakkında istihbarat bilgileri toplanmış ve derlenmiştir. BÇG’nin çalışmalarının ve planlarının darbe ile herhangi bir ilgisi 
bulunmamakla beraber, bu çalışmaların ve planların amacı laik, demokratik Cumhuriyet’in tehlikeye girmesi durumunda buna engel olmak için kurulmuş ve bu amaçla hareket etmiştir. 

Refah-Yol Hükümeti döneminde yaşanan tüm bu gelişmelerden sonra Atatürk’ün kurduğu laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti, tarihinin hiçbir döneminde 
görülmeyen irticai ve şeriat tehlikesi ile karşı karşıya kalmamıştır. Ülkenin içinde bulunduğu durum tehlikeli bir gidişin sinyallerini vermekle beraber, ülke sonu belli olmayan bir karanlığa doğru hızla yol almaktadır (Gürses, 2009, s.136). 


KAYNAK
BİLĞİSAYARINIZA PDF İNDİRİNİZ;

http://earsiv.atauni.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/123456789/1219/%C4%B0smail_G%C3%9CLMEZ_tez.pdf?sequence=1


27 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


***

26 Kasım 2016 Cumartesi

LAİKLİK VE DİN ÖZGÜRLÜĞÜ BÖLÜM 5




LAİKLİK VE DİN ÖZGÜRLÜĞÜ  BÖLÜM 5


VI. Kurumsal Yapı

İnanç özgürlüğünün kurumsal yapısı, geleneksel bir Cumhuriyet kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı’na (DİB) dayandırılabilir. Kurumsal olarak değerlendirildiğinde DİB, eski Şeyhülislam kurumunun bugünkü muadilidir.105 Diyanet, başbakanlığa bağlı olmakla birlikte, çeşitli dini meseleler konusundaki görüşlerini bildirirken bağımsız hareket etmesi beklenmektedir. 

1945’e kadar Kemalist laiklik anlayışını kitlelere götürücü bir tramplen görevini yerine getiren DİB, 1980’lerden sonra bir din yayıcısı kurum haline gelmiştir.106 Siyaseti laikleştirmek isteyen kurucu(yönetici) seçkinler, dini siyasal gücün üstün simgesi olan devlete bağlama eğilimindeydiler. Bundan sonra dinsel gelişme süreci, devletin gelişmesini izledi; Devrim ise aslında tersine çevirmeye çalıştığı süreci, yani din ile siyaset arasındaki ilişki sürecini bilinçsizce güçlendirmiş oldu.107 

Buna rağmen Kuruma ilişkin bugünkü sorunlar, anayasal statüden değil, çoğunlukla uygulamadan kaynaklanmaktadır. Dincileşmenin aracı 108 olmak yerine, laikliğin bir aracı kurumu olmak kaydıyla anayasal statüko devam ettirilebilir.109 Dinin, devleti veya kamusal aygıtın bölümlerini ele geçirmeye çalışmaması gerekirken110, günümüzde tarikatların yararlandığı geniş bütçe ve kadro olanaklarıyla DİB, dinin tümüyle kamusal alana geçirilmesi sonucunu doğurmaktadır.111 

Çeşitli işlerde DİB’le yakın ilişki içinde çalışmakla birlikte onun bir parçası olmayan ilahiyat profesörleri, YÖK’e bağlı belli başlı devlet üniversitelerinin (23 adet) ve bir vakıf üniversitesinin içinde yer alan ilahiyat fakültelerinde ders vermektedirler.112 Bu öğretim üyelerinin bilimsel faaliyet özgürlükleri, Anayasa’ya sadakat yükümlülüğünü de içermektedir (Anayasa md. 27/2).

Teoloji fakültelerinin Almanya’ya özgü özelliği, kamusal bir kurum olma yanında kilisenin görevlerinin yerine getirilmesine de hizmet etmesidir. Bu açıdan teoloji profesörleri devlet memuru olmalarına ve atama ile hizmet yönünden denetimleri devlet tarafından yürütülmesine rağmen, kilisenin bu kişilerin görüşleri ve yaşamlarındaki değişikliklere karşı itiraz etme hakkı vardır.113 Nitekim Evanjelik Teoloji Fakültesi’nde görevli bir profesörün, resmen Hristiyanlıktan çıktığını söylemesi üzerine, Eyalet Kilisesi ve Fakülte’nin isteği üzerine daha önce görev yaptığı mezhebe bağlı alandan (İncil), şu andaki duruma uygun din bilimsel bir alana (erken dönem Hristiyanlık tarih ve edebiyatı) aktarılmış ve din adamı öğretiminden uzaklaştırılmıştır. Alman 
Yüksek İdare Mahkemesi’ne göre, bu uygulama tarafsızlık ilkesiyle de bilim özgürlüğüyle de bağdaşır. Kilisenin, Fakültedeki derslerin içeriğine 
etki edebilme yetkisi varsa, kürsü sahibi profesörün çatışan inanç, düşünce açıklama, bilim ve kamu görevine girişte dini inancından zarar 
görmeme hakları geri çekilir.114 

İbadet yerleri ve kamusal etkileri için din özgürlüğü çoğulcu bir demokraside siyasi kültürün bir parçasıdır. Çıkış noktaları farklı olsa da dini kurumların (kilisenin) hukuki statüsü bakımından bugün devletleri iki ana grup içinde toplamak mümkün olabilir. Bunlardan biri, dinsel uygulama özgürlüğünü garanti altına almak için (ABD), diğeri ise dini faktörleri özelleştirmek ve böylece kamusal yaşamdan kesin olarak uzaklaştırmak için (Fransa) kilise ve devleti radikal biçimde birbirinden ayırmaktadır.115 Devlet ve dini topluluklar arasındaki düzen sorununa ilişkin hangi çözüm modeli benimsenirse benimsensin, dini açıdan tarafsız demokratik bir devlet, ne dini inanç yoluna baş koyar, 
ne de dine karşı mücadele eder. 

VII.Yansıma Etkisi 

Tüm tinsel özgürlükler gibi din özgürlüğünün de, başta parlamento tarafından oluşturulan olmak üzere tüm hukuk düzeni üzerinde bir yansıma etkisi vardır. Yansıma etkisiyle, özgürlükleri sınırlandıran kamu hukuku yasalarının uygulanmasında temel hakka uygun yorum yapılması, vatandaşların karşılıklı yatay ilişkilerine uygulanacak medeni hukuk kuralların yorumunda da temel hakların yatay etkisinin 

(Drittwirkung) dikkate alınması gereği ifade edilmektedir. Bu yansıma etkisi, temel hakların nesnel boyutunun keşfinin bir sonucudur; temel haklar sadece devletin müdahalelerine karşı koruyan öznel haklar değildir, bunun dışında nesnel değer hükmü içeren ilkeler olarak etki ederler ve tüm yasaların yorumu ve uygulamasına katılarak belirleyici olurlar.116

Bu nesnel temel hak boyutunun, öznel koruma boyutunu tamamlaması ve desteklemesi gerekirken, ayrı ve bağımsız bir ağırlık da kazanmıştır. Bu ağırlık, din özgürlüğüne getirilen tüm yasal sınırlamaların, din özgürlüğünün anlamı ışığında yorumlanmasını gerekli kılmaktadır. Bunun sonucu ise din özgürlüğü hakkı, olayın tüm özellikleri temelinde, ancak uygulanmasıyla korunmaya değer daha yüksek derecedeki bir çıkarı ihlal edeceği takdirde geriye çekilmelidir.117 Burada sözü edilen, ölçülülük ilkesiyle birlikte anayasaya uygun yorumdur. 
Sonuçta yargı, tartımın ağırlığına ilişkin içtihat yoluyla tekil ya da bir gruba özgü somut olaylarda çeşitli ayrıştırma ölçütleri geliştirmelidir; örneğin Alman hukukuna göre düşünce özgürlüğü için dikkate alınacak ölçütler arasında siyasi kamuoyu için taşıdığı önem, bulunduğu bağlam (siyasi seçim yarışında keskin ve ağır söylemlerin yararına), açıklamanın biçim ve içeriği sayılabilir.118

İnanç özgürlüğüne ilişkin yasanın yorumundaki yatay etki bakımından özellikle idare hukukuna ilişkin yasaların uygulanmasında somut problemler ortaya çıkmaktadır.119 Türban sorunu, iş hukuku ilişkileri bakımından da işçinin yükümlülüklerinin belirlenmesi açısından sorunlar yaratabilir. İnanç özgürlüğü, Anayasa’nın diğer hükümleriyle (md. 2, 10, 14 vd.) birlikte değerlendirildiğinde çeşitli inanç gruplarına karşı kesin bir eşit davranma anlamında devletin dinsel açıdan tarafsızlığı yükümlülüğünü de gerektirmektedir. Çok farklı yorum lanabilecek olan devletin tarafsızlığı ilkesinin kapsamı, günlük hayatta birçok sorunun temelini oluşturmaktadır.

 Sonuç

Laiklik ve din özgürlüğüne ilişkin Anayasa hükümlerinde hiçbir değişiklik olmamasına rağmen bu hükümlerin dayandığı görüşler ve fikri akımlarda güçlü bir hareket gözlenmektedir. Dinin sadece sokaktaki insanın özel alanına giren bir konu olduğu düşüncesi büyük ölçüde değişmektedir. Gerek siyasi partiler gerekse çeşitli toplumsal örgütler dine ilişkin görüşlerini kamuoyuyla paylaşmaktalar. Anayasal düzenin demokratik ve özgürlükçü olup olmadığı sorusu, dini konulara ilişkin açıklamalar üzerinde odaklanmaktadır. Bu nedenle anayasal anlayışın tespitinde, dinsel alana ilişkin hukuksal düzenlemeler belirleyici bir rol oynamaktadır. 

Laiklik kavramına ilişkin farklı anlayışların varlığına rağmen bu alana ilişkin temel ilkeler ortaya konmalıdır. Burada önemli olan din özgürlüğü ve devlet ile dinin esas olarak ayrılığı, özellikle de özdeşleşmeme ve tarafsızlık ilkeleridir. Devletin kimliğini bir dinin belirlemesi, vatandaşlar yönünden özgür olmamakla eş anlamlıdır. Bu tür bir kimliğin ortadan kaldırılması, birey açısından din özgürlüğünü sağlayacaktır. Hukuk düzeni böylece dinlere karşı bağımsız kalabilecektir.

Eşitlik ilkesi de belirli bir inanç ve dini cemaatin hukuken kayırılmasını yasaklayan temel bir anayasal ilkedir. Pozitif anlamda eşitlik ise farklı inanç ve inanç gruplarının eşit derecede olmasını ve eşit muamele görmesini sağlayacak tır. Tüm devlet organlarının, din alanındaki faaliyetlerini, bu ilkelere ilişkin Anayasa metninde somutlaşan ölçütlere uygun olarak yerine getirme yükümlülüğüne uymaları, toplumsal düzen ve barışın korunmasına büyük katkı yapacaktır.


BÖLÜM DİPNOTLARI ;

105 DİB, hem İslam dininin doğasından türeyen bir zorunluluk (Anayasa Mahkemesi’nin içtihadı da bu yöndedir.), hem de bu coğrafyanın birkaç bin yıllık 
siyasal geleneğinin bir sonucu olarak görülebilir, bkz. Vural H. S. , Türkiye’de Din Özgürlüğüne İlişkin Anayasal Güvence, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2013, s. 33.

106 Ancak daha öncesinde, 1965 tarihli 633 sayılı DİB Kanunu ile Kuruma “ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütmek” gibi içeriği hukuken belirlenemeyecek bir işlev yüklemek, devletin bir dini ideoloji olarak benimsemiş olduğu anlamına gelmekteydi, Tarhanlı İ. B. , Müslüman Toplum, “laik” Devlet, Afa Yayınları, İstanbul 1993, s. 159.

107 Sadıq M. , Türk Devrimi, (çev. Keskin Ata F.), s. 171.

108 Diyanet İşleri Başkanlığı’nın başlattığı “Aile İmamlığı” projesiyle sosyal yaşam üzerinde dinin etkisini daha çok artırılmaktadır 
(http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/iste-asil-acilim-aile-imami-haberi-33617 ). 
Kamuoyunda “Aile imamları fişleme yapacak” yorumlarına neden olan DİB yönergesindeki iki hükmün ise Danıştay tarafından yürütmesini durdurulmuştur 
(http://www.muhalifgazete.com/27654-Aile-imamlarina-Danistay-soku.html). 

109 Tanör de tam ayrılık ya da özerklik yerine, DİB’in mümkünse çok partili dönemden önceki haline getirilmesine sempati duymuştur, Tanör B. , “Laiklik, Cumhuriyet ve Demokrasi”, Laiklik ve Demokrasi (der. İ. Ö. Kaboğlu), İmge Kitabevi, Ankara 2001, s. 29-30. 

110 Nitekim Anayasa Mahkemesi, Refah Partisi kararında, “laik düzende ise, din siyasallaşmadan kurtarılır; yönetim aracı olmaktan çıkarılır; gerçek saygın yerinde tutularak kişilerin vicdanlarına bırakılır.” demekteydi (E. 1997/1, K. 1998/1, Kt. 16.1.1998).

111 Aliefendioğlu Y. , “Laiklik ve Laik Devlet”, Laiklik ve Demokrasi (der. İ. Ö. Kaboğlu), İmge Kitabevi, Ankara 2001, s. 89-90.

112 Bu fakültelerin listesi için bkz. http://www.derszamani.net/ilahiyat-fakultesi-taban-puanlari.html (20.11.20012).

113 v. Campenhausen A. , Staatskirchenrecht, Verlag C. H. Beck, München 1983, s. 121-123.

114 BVerwGE 124, 310.

115 v. Campenhausen A. , Staatskirchenrecht, s. 224.

116 Bkz. Kanadoğlu O. K. , Anayasal Değerlerin Çatışması ve Uyumlaştırılması, s. 17-22.

117 Almanya’da scientologie üyesi olmak, siyasi partiden ihraç nedeni olabilmektedir, bkz. Schmidt-Bleibtreu/Hofmann/Hopfauf, Grundgesetz Kommentar, s. 222.

118 Grimm D. , “Die Meinungsfreiheit in der Rechtsprechung des Bundesverfassungsgerichts”, NJW 1995, s. 1700.

119 Örneğin Alman Federal İdare Mahkemesi, taksi ve kiralık arabaların üzerindeki dini ve siyasi reklamları, taşıdığı çatışma potansiyeli ve yüz yüze gelmeye karşı koruma sağladığı için Anayasaya uygun bulmuştur (BVerwG, 28.10.1998 - 3 B 98.98). Bir diğer örnekte ise ustanın, küçük çırağı üzerinde diğer bir dine geçmesi için baskı oluşturacak şekilde propaganda yapması, yasal yükümlülüğünün ağır bir ihlali olarak değerlendirilmiştir. 



KAYNAKLAR

Ağırbaşlı Ş. , “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Çerçevesinde Din Ve Vicdan Özgürlüğü”, TBB Dergisi, 2012 (101)
Aliefendioğlu Y. , “Laiklik ve Laik Devlet”, Laiklik ve Demokrasi (der. İ. Ö. Kaboğlu), İmge Kitabevi, Ankara 2001
Altunya N. , Anayasa Hukuku Açısından Türkiye’de Eğitim Ve Öğrenim Hakkı”, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 2003
Asad T. , Sekülerliğin Biçimleri, (çev. Aydar F. B.), Metis Yayınları, İstanbul 2007
Bauberot J. , Laiklik, Tutku ve Akıl Arasında 1905-2005, (çev. Er A.) İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2009
Berkes N. , Teokrasi ve Laiklik, Adam Yayıncılık, İstanbul 1984
Bockel A. , “Laiklik ve Anayasa”, Laiklik ve Demokrasi (der. İ. Ö. Kaboğlu), İmge Kitabevi, Ankara 2001
Çağlar B. , “Türkiye’de Laikliğin “Büyük Problem”i Laiklik Ve Farklı Anlamları Üzerine”, Cogito, Sy. 1, Yaz 1994
Çelik B. , “Bir Sis Çanı Gecenin İçinde”: Tarık Zafer Tunaya’nın Gazete Yazılarında Türkiye’nin Güncel Sorunları, Tanör Armağanı (Haz. M. Ö. Alkan), Oğlak Yayıncılık, İstanbul 2006
Dinçkol B. , 1982 Anayasası Çerçevesinde ve Anayasa Mahkemesi Kararlarında Laiklik, Kazancı Kitap Ticaret, İstanbul 1992
Erdem Karahanoğulları Ö. , “Danıştay Kararlarında Din, Vicdan, Düşünce Özgürlüğü”, http://www.yargitay.gov.tr/abproje/belge/sunum/rt5/Karahanogullari_DinOzgurlugu.pdf.
Feyzioğlu T. , “Türk İnkılabının Temel Taşı: Laiklik”, içinde: Atatürk Düşüncesinde Din Ve Laiklik, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 2008
Gallwas H.-U. , Der Missbrauch von Grundrechten, Duncker und Humblot, Berlin 1967
Grimm D. , “Die Meinungsfreiheit in der Rechtsprechung des Bundesverfassungsgerichts”, NJW 1995
Grock G. , “Laiklik ve Demokrasi, Yeni Bir Orta Yol mu?”, Laiklik ve Demokrasi (der. İ. Ö. Kaboğlu), İmge Kitabevi, Ankara 2001
Gürkan U. , “163 Makyajı”, Güneş, 25.1.1990
Hafızoğulları Z. , Laiklik, İnanç, Düşünce ve İfade Özgürlüğü, US- A Yayıncılık, Ankara, 1997
İçel K./Ünver Y. , Kitle İletişim Hukuku, 9. Bası, Beta Basım Yayım, İstanbul 2012
Kanadoğlu O. K. , “Dinin İstismarı ve Kötüye Kullanılması”, Tanör Armağanı (Haz. M.Ö. Alkan), Oğlak Yayınları, İstanbul 2006
Kanadoğlu O. K. , Anayasal Değerlerin Çatışması ve Uyumlaştırılması, Beta Basım Yayım, İstanbul 2000
Kanadoğlu K. , “Din ve Vicdan Özgürlüğü”, TED Ankara Koleji Mezunlar Derneği, Anayasa Taslağı Sempozyumu, Ankara 2008
Karpat K. , Osmanlıdan Günümüze Elitler ve Din, Timaş Yayınları, İstanbul 2010
Kılıçbay M. A. , “Laiklik Ya Da Bu Dünyayı Yaşayabilmek”, Cogito, Sy. 1, Yaz 1994
Kılınç Ü. , “Lautsi ve Diğerleri/İtalya Kararı: Hangi Din, Hangi Laiklik? Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Takdir Yetkisi Teorisi İle Devletin Dinlere Karşı tarafsızlığı Prensibi Üzerine”, Türkiye Adalet Akademisi Dergisi, Ekim 2011, Sy. 11, Yıl. 2
Kırca Ç., “163. madde meseleleri”, Yeni Yüzyıl, 6.10.1997
Kloepfer M. , Verfassungsrecht Band II, Grundrechte, Verlag C. H. Beck, München 2010
Kuru A. T. , Pasif Ve Dışlayıcı Laiklik, (çev. Babaoğlu E. Ç.), İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2011
Küçük T. S. , “Batı’nın İki Yüzü: İslamofobi ve İfade Özgürlüğü”, Cumhuriyet, 5.11.2012
Listl J. , Das Grundrecht der Religionsfreifeit in der Rechtsprechung der Gerichte der Bundesrepublik Deutschland, Duncker und Humblot, Berlin 1971
Morange J. , “Vicdan Özgürlüğü ve Laiklik”, Laiklik ve Demokrasi (der. İ. Ö. Kaboğlu), İmge Kitabevi, Ankara 2001
Müller-Volbehr J. , “Das Grundrecht der Religionsfreiheit und seine Schranken”, DÖV 1995
Öktem A. E. , Uluslararası Hukukta İnanç Özgürlüğü, Liberte Yayınları, Ankara 2002
Özbudun E. , “Atatürk ve Laiklik”, içinde: Atatürk Düşüncesinde Din Ve Laiklik, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 2008
Özbudun E. , Türk Anayasa Hukuku, Yetkin Yayıncılık, 7. Baskı, Ankara 2007
Özbudun E. , “Laiklik ve Din Hürriyeti, içinde Demokratik Anayasa (haz. Göztepe E./Çelebi A.), Metis Yayınları, İstanbul 2012
Özek Ç. , Türkiye’de Laiklik, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, İstanbul 1962
Özsoy Ş. , 1982 Anayasası’nın Yapım Süreci, On İki Levha Yayıncılık, İstanbul 2010
Peters A./Altwicker T. , Europaeische Menschenrechtskonvention, 2. Auflage, C. H. Beck, München 2012
Sadıq M. , Türk Devrimi, (çev. Keskin Ata F.), Destek Yayınevi, İstanbul 2013
Schmidt-Bleibtreu/Hofmann/Hopfauf, Grundgesetz Kommentar, 12. Auflage, Carl Heymanns Verlag 2011
Schulze-Felitz H. , “Meinungs- und Religionsfreiheit im verfassungsrechtlichen Vergleich”, JÖR N.F. 59
Scott J. W. , Örtünmenin Siyaseti, (çev. Tabur M.), Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, İstanbul 2012
Seçkin O. , “4+4+4 sitemine ilişkin değerlendirme”, Sol Gazetesi, 24.11.2012
Sirmen A. ,“163 Tartışması”, Cumhuriyet, 24.1.1990
Soysal M. , 100 Soruda Anayasa’nın Anlamı, Gerçek Yayınevi, 7. Baskı, İstanbul 1987
Tanör B. , Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu, BDS Yayınları, 3. Baskı, İstanbul 1994
Tanör B. , “24. madde konusunda açıklığa ihtiyaç var”, Yeni Yüzyıl, 22.6.1995
Tanör B. , Siyasi Düşünce Hürriyeti ve 1961 Türk Anayasası, Öncü Kitabevi, İstanbul, 1969
Tanör B. , “Laiklik, Cumhuriyet ve Demokrasi”, Laiklik ve Demokrasi (der. İ. Ö. Kaboğlu), İmge Kitabevi, Ankara 2001
Tarhanlı İ. B. , Müslüman Toplum, “laik” Devlet, Afa Yayınları, İstanbul 1993 Tarhanlı İ. B. , Müslüman Toplum, “laik” Devlet, Afa Yayınları, İstanbul 1993
Tümer G., “Yehova Şahitleri Hareketi ve Bir Din Olup Olmadığı”, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/37/772/9838.pdf
Ulusoy A. , “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Üniversitelerde Türban Yasağına İlişkin Kararları Üzerine Notlar”, AÜHFD C. 53, Sy. 4, 2004
Usta S. , “Çocuğun İnanç Özgürlüğü ve Bir Müdahale: Ana Babanın Çocuğun Dini Eğitimini Belirleme Hakkı”, Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. VII, Sy. 1
Vural H. S. , Türkiye’de Din Özgürlüğüne İlişkin Anayasal Güvence, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2013 v. Campenhausen A. , Staatskirchenrecht, Verlag C. H. Beck, München 1983
Yayla A. , Siyaset Teorisine Giriş, 5. Baskı, Kesit Yayınları, İstanbul 2012
Zaehle K. , “Religionsfreiheit und fremdschdigaenge Praktiken”, AÖR 134 (2009)
Zubaida S. , İslam Dünyasında Hukuk Ve İktidar, (çev. Birinci Kocoğlu B./Hacak H.), İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2008
Winter J. , Staatskirchenrecht der Bundesrepublik Deutschland, 2. Auflage, Luchterhand 2008



http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2013-109-1331


****

LAİKLİK VE DİN ÖZGÜRLÜĞÜ BÖLÜM 4



LAİKLİK VE DİN ÖZGÜRLÜĞÜ  BÖLÜM 4



V. (Dinsel) Eğitim Özgürlüğü ve Laiklik 

Laikleşme sürecini taçlandıracak olan gelişme, devlet okullarının laikleştirilmesi olmuştur. Okullar aracılığıyla laik devletin, ulusal bir kimlik yaratma hedefine daha kolay ulaşacağı düşünülür. Bu cumhuriyet okulu varlığını koruyor mu? Kamuoyunda 4+4+4 olarak bilinen ve zorunlu eğitimi kademeli 12 yıla çıkaran 6287 sayılı “İlköğretim ve Eğitim Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”, yaratıcı, adil ve esnek bir eğitim düzeninde, özgür, sorumluluk anlayışı olan eleştirel bakış açısına sahip, toplumun içinde kendisini 
ortaya koyacak özgür bireyi geliştirecek midir?

Bu sorulara yanıt verebilmek için öncelikle söz konusu Kanun’un İmam hatip okullarının orta kısmını tekrar açan ve “Kuran-ı Kerim”, “Temel Dini Bilgiler” ve “Hazreti Muhammed’in Hayatı” adlı seçmeli din dersleri getiren hükümlerinin değerlendirilmesi gerekmektir.85 

Cumhuriyet hükümeti tarafından 1924’de kapatılan medreselerin bir kısmı 1952’den sonra imam hatip okulları (İHO) adı altında yeniden açıldı. Dini eğitime ilişkin bu düzenlemeler, CHP’li Başbakan M. Ş. Günaltay zamanında tamamlandı. Bu yeni medreselerin başlangıçtaki hedefi, din hizmetini yerine getirecek eğitimli imam hatipler yetiştirmekti. 1997-1998 eğitim öğretim yılından itibaren imam hatip okullarının kapalı olan ortaokul bölümlerinin de açılmasıyla bugün itibarıyla karma (islami ve dünyevi) eğitim veren okul sayısı 1000’i aşmış bulunmakta.86 


İmam Hatip Liselerinin orta kısmının kapatılması, sayıları imam ve hatip ihtiyacına yetecek ölçüye çekilmesi ve kızların kesinlikle buraya alınmaması 87 gerekirken, 6287 sayılı Kanun sonrası tüm okulları imam hatipleştirme yolu açıldı.88 Şöyle ki Kanun sonrasında bir öğrenciye dört tane seçmeli ders alma hakkı tanınarak, bir öğrenciye haftada 8 saate kadar din temelli ders alma olanağı verilmekte, böylece normal ortaokulda okuyan bir öğrencinin, İHO’da okuyan bir öğrenciden daha fazla din temelli ders alabilmesi mümkün hale getirilmiştir.89

Göz önünde bulundurulması gereken ikinci konu, Anayasa’nın 24/4. maddesinde düzenlenen zorunlu “din kültürü” öğretimidir. Şu saptama önemlidir; “Kemalist değerler adına yapılan bir darbe, 1982 Anayasasının 24. maddesine okulun bütün seviyelerinde dinsel eğitim zorunluluğu getirmiştir. Böylece, dinsel referansın sisteme yeniden dahil edilmesine ve Türk-İslam sentezinin gelişmesine imkan vermiştir.”90 Gerçekten de yeni Anayasayı hazırlayan Danışma Meclisi Genel Kurulu’nda anarşi ortamının sebebi, din ve ahlak eğitimi almamış gençlik olarak gösterilmiş, Türk-İslam sentezi savunulmuştu.91

Uygulamada din eğitimine ilişkin İHAM’ın 2007 tarihli “Zengin Kararı”ndaki saptamalar92, Danıştay’ın arka arkaya verdiği iki kararında 93 tekrarlanmıştır. 
Buna göre, uygulanmakta olan din kültürü dersleri, Sözleşmeyi ihlal ettiği gibi, Anayasa’nın 24. maddesini de ihlal etmektedir.94 

AB 2012 İlerleme Raporuna göre de İHAM’ın zorunlu din dersleri konusundaki 2007 tarihli kararı halen uygulanmaya konmamıştır.95

Üçüncü konu ise Kuran kurslarıdır. Anayasa Mahkemesi, ilköğretimin beşinci sınıfını bitirenler için, okulların tatil olduğu dönemde, Diyanet İşleri Başkanlığı’nca açılıp, Milli Eğitim Bakanlığı’nın gözetim ve denetiminde yürütülecek yaz Kur’an kurslarını, “küçüklerin zihinsel gelişim basamaklarına uygun olarak somut kavramlar döneminden çıkarak soyut kavramları da anlama olgunluğuna eriştiği düşünülen beşinci sınıfı bitirenler için, zorunlu temel eğitimlerini de aksatmayacak” olduğu gerekçesiyle Anayasa’ya aykırı bulmamış96, ancak daha sonra bu kararlarda belirtilen gerekçelere tamamen aykırı olarak 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında 
Kanun’da değişiklik öngören Kanun Hükmünde Kararname ile Kuran kurslarına yaş sınırlaması getiren düzenleme yürürlükten kaldırılmıştır97.

Tüm bu tablo da göstermektedir ki, soyut düşünme yeteneği henüz gelişmemiş yaştaki çocukların insanın doğası ve yaşamın amacı hakkında dini bir kavrayışa yöneltilmesi98, devletin aşılama yasağını ve laik öğretimi açıkça ihlal etmekte dir. Hatırlamak gerekir ki, II. Abdülhamit zamanında Rüştiye ve İdadi gibi yüksek dereceli okul başta olmak üzere, okulların müfredetı dünyevi konulardan oluşmaktaydı.99 

Anayasal düzlemde dinsel düşünce özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğünün forum internumuna karışmıştır. Temel öğretimde okula değil de eve özgü bir dinsel istek, Anayasa’nın 24/4 ile 42/3. maddeleri arasında bir çatışmaya neden olur. Daha açık bir ifadeyle küçüğün kanuni temsilcilerine tanınan talep hakkı ile eğitim ve öğretimin Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda, çağdaş bilim ve esaslarına göre yapılması gereği birbiriyle çatışır. Bu çatışmada aşılmaması gereken çizgi, “inanç aşılama” ya da “daha dindar kılma” yoluna gidilememesi dir.100 

Örneğin Almanya’da ebeveynin eğitim hakkıyla birlikte inanç özgürlüğüne dayanarak, çocuklarının cinsel bilgiler dersine veya cinselliğin öğretildiği bir tiyatro projesine ya da bir karnavala katılmamasına yönelik bir hak kabul edilmemektedir. Alman Anayasa Mahkemesi’ne göre; inanç özgürlüğü, Anayasa’nın kendisinden kaynaklanan sınırlamalara tabi kılınabilir. Bu sınırlamalar arasında devlete yüklenen eğitim görevi de vardır. Devlet, tarafsız olmak ve tolerans göstermek kaydıyla velilerden bağımsız olarak eğitime yönelik amaçlar izleyebilir. Örneğin beklenemez vicdan ve inanç çatışmaları yaşanmadığı ve öğrencilerin aşılanması engellendiği sürece, müslüman bir aile içerisinde 
Kuran’ın katı yorumu, yüzme dersinden muafiyet istemini haklı kılmamakta dır.101

Çoğunlukla din özgürlüğünün sınırlandırılmasıyla korunan, çoğulcu bir toplumda sosyal ve sorumlu vatandaşlar yetiştirme ve toplumsal bütünleşmeyi destekleyici, paralel toplumlar oluşmasını engelleyici değerler, yine Anayasa düzleminde güvence altına alınmıştır. Devlet, bireyi ve dini toplulukları, diğer inanç gruplarının müdahalelerine karşı da korumalıdır.102 

Sonuç olarak, devlet ve din arasındaki ilişkiler bakımından sorun, toplumun dinin etkisinden kurtarılması ve dinin bireyselleşmesi çerçevesinde çözümlene bilir.103 Cumhuriyetçi laik projenin ayrıcalıklı uygulamasını, çocuğu vatandaşlığa ve ulusa dahil etme imkanı veren kamusal, laik (dinle ayrılmış) okul oluşturur.104 



BÖLÜM DİPNOTLARI ;

85  6287 sayılı Kanun’un şekil bakımından iptali istemi, Anayasa Mahkemesi tarafından oybirliğiyle reddedilmiş (E. 2012/48, K. 2012/75, Kt. 24.5.2012), ayrı dava konusu olan esas bakımından iptal istemini de 2012/65 esas sayılı kararla reddedilmiştir. 
(http://www.anayasa.gov.tr/index.php?l=gundem&id=396&hlkey=6287). 

86 Bu konuda Milli Eğitim Bakanı şu bilgileri veriyor; “Yaklaşık olarak şu ana kadar bin 141 imam hatip orta kısmı açtık. Onlardan 411 tanesi imam hatip liseleri bünyesinde açıldı, geri kalan 730’u da bağımsız imam hatip ortaokulu olarak açıldı.”, 
http://www.sabah.com.tr/Egitim/2012/10/03/bakan-dincerden-imam-hatip-okullari-rakami  (22.11.2012).

87 Tanör B. , “Laiklik, Cumhuriyet ve Demokrasi”, Laiklik ve Demokrasi (der. İ. Ö. Kaboğlu), İmge Kitabevi, Ankara 2001, s. 30. 

88 AKP Milletvekili A. Boğa, “4+4+4” sistemiyle birlikte bütün okulları imam hatibe dönüştürme şansı yakaladıklarını itiraf etmiştir, 
http://siyaset.milliyet.com.tr/-okullari-imam-hatip-yapma-sansi-yakaladik-/siyaset/siyasetdetay/24.08.2012/1585614/default.htm   (25.11.2012).

89 Eğitim–Sen’in İstanbul’da 6800, 5. sınıf öğrencisinin seçmeli ders tercihleriyle ilgili yaptığı çalışma, tercihlerde, “akrabalık, komşuluk, telkin, ikna, bazı dersleri 
okutacak öğretmen bulunmamasının, deşifre ve afişe olma kaygısının, fişlenme korkusunun ve mahalle baskısının etkili olduğunu” ortaya koymuştur, bkz. Seçkin O. , “4+4+4 sitemine ilişkin değerlendirme”, Sol Gazetesi, 24.11.2012.

90 Grock G. , “Laiklik ve Demokrasi, Yeni Bir Orta Yol mu?”, Laiklik ve Demokrasi (der. İ. Ö. Kaboğlu), İmge Kitabevi, Ankara 2001, s. 230. 

91 Genel Kurul ve Anayasa Komisyonu’nda 24. Madde hakkında yapılan görüşmeler hakkında bkz. Özsoy Ş. , 1982 Anayasası’nın Yapım Süreci, On İki Levha Yayıncılık, İstanbul 2010, s. 94-95.

92 Bir Alevi babanın başvurusu üzerin Ek Protokolün 2. maddesini uygulayarak bu konudaki daha önceki içtihadından çıkan genel ilkeleri saptayan İHAM’a göre, 
eğitimde çoğulculuğu korumayı amaçlayan devletin, öğretimin yersiz bir din benimsetme uğraşından uzak, sakin bir ortamda dinle ilgili eleştirel bir bakış 
oluşturmasını sağlayacak şekilde müfredatta yer alan bilgilerin nesnel, eleştirel ve çoğulcu bir şekilde aktarılmasına dikkat etmesi gerekir. Ne zaman ki tek yönlü bir koşullandırma olur, aşılama olur, bir dini benimsetme söz konusu olur, o dinin pratiğini yapmak zorunlu olarak öngörülür, o zaman ana-babanın dini inançlarına saygı gereği yerine getirilmemiş olur. İlköğretim okullarındaki zorunlu din kültürü ve ahlak bilgisi derslerine ilişkin ders kitaplarının içerik incelemesi sonucunda İHAM, bu kitapların bir tek dini esas alan, onun pratiğini öğreten, onun benimsetilmesine yönelik bir içeriğe sahip olduğunu ve belirli bir nüfus çoğunluğuna sahip olan Alevilerin inanç ve itikatlarının bu müfredat programında yer almadığını saptamıştır, bkz. Kanadoğlu K. , “Din ve Vicdan Özgürlüğü”, TED Ankara Koleji Mezunlar Derneği, Anayasa Taslağı Sempozyumu, Ankara 2008, s.69-72.

93 Danıştay 8. Daire, E. 2006/4107, K. 2007/7481, Kt. 28.12.2007. 
(http://www.danistay.gov.tr/kerisim/KelimeArama.jsp) 

94 BM İnsan Hakları Komitesi’nin yorumları da aynı doğrultudadır, bkz. Birleşmiş Milletler’de İnsan Hakları Yorumları, (der. Uyar L.), İstanbul Bilgi Üniversitesi 
Yayınları, İstanbul 2006, s. 57.

95 Bkz. 
http://haber.gazetevatan.com/en-agir-ab-ilerleme-raporu/486330/1/Haber (22.11.2012)

96 E. 2005/16, K. 2009/139, Kt. 8.10.2009, 
(http://www.anayasa.gov.tr/index.php?l=manage_karar&ref=show&action=karar&id=2811&content= ). 
İHAM da Kuran kurslarına katılmak için getirilen yaş koşulunun, Ek 1. Protokol’un 2. maddesine aykırı olmadığına karar vermiş ve düzenlemenin amacını, küçüklerin olası sistematik telkinden korumak olduğunu vurgulamıştır, (İHAM, 17.6.2004, Çiftçi v. TUR, Nr. 71860/01). Ayrıca bkz. Usta S. , 
“Çocuğun İnanç Özgürlüğü ve Bir Müdahale: Ana Babanın Çocuğun Dini Eğitimini Belirleme Hakkı”, Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. VII, Sy. 1, s. 166 vd.

97 Bkz. http://gundem.milliyet.com.tr/kuran-kurslarinda-yas-siniri-kalkti/gundem/gundemdetay/18.09.2011/1439788/default.htm (25.11.2012).

98 Bkz. 5. Sınıf Temel Dini Bilgiler ders planı.

99 Karpat K. , Osmanlıdan Günümüze Elitler ve Din, Timaş Yayınları, İstanbul 2010, s. 227.

100 Altunya N. , Anayasa Hukuku Açısından Türkiye’de Eğitim Ve Öğrenim Hakkı”, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 2003, s. 83.

101 Schmidt-Bleibtreu/Hofmann/Hopfauf, Grundgesetz Kommentar, 12. Auflage, Carl Heymanns Verlag 2011, s. 220. Alman Federal İdare Mahkemesi’nin bu konudaki son kararı için bkz. BVerwGE 6 C 25. 12, Nr. 63/2013, 11.09.2013. 

102 Bu nedenle din özgürlüğünün sınırlamaları, eksik olan yasa kaydına rağmen düşünce özgürlüğüne getirilen sınırlamalara göre biraz daha az sıkıdır, bkz. Schulze-Felitz H. , “Meinungs- und Religionsfreiheit im verfassungsrechtlichen Vergleich”, JÖR N.F. 59, s.

103 Anayasa Mahkemesi de Huzur Partisi kararında laikliği, “düşüncenin ve vicdanın baskıdan kurtulması, özgürleşmesi ve demokratlaşması” olarak tanımlamıştır, (E. 1983/2, K. 1983/2, Kt. 25.10.1983). 

104 Bockel A. , “Laiklik ve Anayasa”, Laiklik ve Demokrasi (der. İ. Ö. Kaboğlu), İmge Kitabevi, Ankara 2001, s. 51.


5.Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

****************

LAİKLİK VE DİN ÖZGÜRLÜĞÜ BÖLÜM 3




LAİKLİK VE DİN ÖZGÜRLÜĞÜ  BÖLÜM 3



IV. Din Özgürlüğünün Sınırlandırılması

Dinle ilişkili bir davranış devlet tarafından zorlaştırılıyor ya da olanaksız hale getiriliyorsa, din özgürlüğüne bir müdahale vardır. 
Dini cemaatler için propaganda yasağı (proselytizm62), türban yasağı63, askeri hizmet yükümlülüğü, dini yemin zorunluluğu, bireysel din özgürlüğüne 
yapılan tipik müdahale örnekleridir. Toplu din özgürlüğü için tipik müdahale ise dini cemaatlerin geciktirilen ya da reddedilen resmi başvurularına ilişkindir. Ancak İHAM, dini tatili kutlamak isteyen başvuranın, görevini yerine getirmediği için cezalandırılması olayında, din özgürlüğüne bir müdahale olmadığına karar vermiştir.64 Alman Federal Anayasa Mahkemesi’ne göre de inanç özgürlüğüne dayanılarak kilisenin tatil günlerine uyulması talep edilemez.65

Anayasa, genel olarak din özgürlüğünün sınırlandırılmasında bir yasa kaydı öngörmemiştir. Yalnızca dini uygulama özgürlüğünün sınırlanması için Anayasa’nın 14. maddesine atıfta bulunulmuştur. Kötüye kullanılmış temel hak uygulamalarının, temel hak korumasından yoksun bırakılması görüşüne dayanan bu düzenleme, teorik ve pratik sorunlar içermektedir. Teorik açıdan temel hakkın doğru ya da kötüye kullanılmış uygulamasını ayırdetmeyi sağlayacak maddi ölçütlere ihtiyaç vardır.66 Oysa temel hak sahibi ile toplum ve devletin korunmaya değer öncelikli çıkarlarının kapsamı, kötüye kullanma kavramıyla belirlenemez. Uygulamada ise 14. maddede kötüye kullanma olarak nitelendirilip yasaklanan faaliyetlerin incelenmesi, bu kullanım biçimlerinin temel hak ve özgürlüklerin geçerlilik alanına girmediği sonucuna varmayı çok güçleştirmekte dir. Aslında Madde’nin ilk konuluş amacı, temel hakların kullanım alanını daraltarak devletin varolan düzenini yıkmaya çalışan dinsel grupların eylemlerine karşı etkin olabilme isteğidir.67

Aynı doğrultuda bir tartışma, 1982 Anayasası’nda, 1961 Anayasası’na paralel bir düzenleme olan 24/son hükmünün, (düşünce ile din ve vicdan) özgürlüğü alanında bir yasaklama getirerek sınırlamaya yol açıp açmadığı konusunda da yapılmıştır.68 Burada iki temel görüşle karşılaşılmaktadır:69

Birincisine göre; madde hükmü özgürlük alanını sınırlamaktadır.70 Madde’nin yasaklama getirmesi açısından aynı noktada buluşan bu görüşler, Anayasa’nın bu hükmünün yerinde olup olmadığı konusunda ise ikiye ayrılmaktadır. İlk görüş, bu yasağı ve bu anayasal yasağa dayanan (eski) TCK 163’ü açıkça olumsuz bulmaktayken71, bunu yerinde bulan diğer görüş, TCK 163’ün de –bazı çekincelerle- yeniden ihyasını savunmaktadır.72 

1982 Anayasası’nın 24/son hükmüne ilişkin ikinci temel görüş, bu hükmün öngördüğü yasağın özgürlük alanına bir sınırlama getirmediği iddiasındadır. Buna göre, Anayasa’nın 24/son maddesi gereği kimse, ister devleti dinselleştirme, isterse çıkar veya nüfuz sağlama amacıyla olsun din sömürüsü yapamaz. Bu görüş, madde hükmünün vurgusu ve özünü, “istismar edemez ve kötüye kullanamaz” fiillerinde bulmaktadır. Bu fiiller ise, bir hak ya da özgürlüğün kendi olağan kullanım alanı dışında kalır. O halde, istismar ve kötüye kullanma yasağı ne düşünce özgürlüğü ile ne de din ve vicdan özgürlüğü ile ilgilidir.73 

Dini, dinsel duyguları ve bunlarca kutsal sayılan unsurları kullanarak siyasal çıkar sağlamaya ilişkin bir örnek de Yargıtay içtihadından verilebilir. 1991 yılı öncesinde Kozluca/Burdur Belediye Başkanlığını kazanan kişinin, namaz sonrası cami cemaatini toplayarak belediye binası hoparlöründen Kuran okutması ve yaptığı konuşmada seçim zaferini açıklaması Yargıtay tarafından din istismarı olarak görülmüş ve TCK 163/son’a aykırı bulunmuştur74.

Burada asıl sorun, antilaik ve teokratik içerikte bir düşünce açıklamasıyla, dinin istismarı niteliğindeki bir düşünce açıklaması arasında çok ince bir fark olması ve çoğu kez birbirlerinden ayrılmalarının pek mümkün olmamasıdır. 

Anayasa Mahkemesi’nin din özgürlüğünün sınırlandırılması konusundaki içtihadına bakıldığında ise sınırlandırmanın ancak bir başka anayasal değer (laiklik, kamu düzeni, güvenliği ve çıkarlarını75 korumak gibi) ya da üçüncü kişilerin çatışan temel haklarının korunması için gerekli olması halinde meşru olduğuna karar verdiği görülmektedir.76 

Anayasa Mahkemesi’nin bu içtihadına göre üstün hukuku değerin belirlenmesiyle yetinilmiş, her iki tarafı da koruyan bir dengenin sağlanmasından çok, bir anayasal değer, diğeri aleyhine gözden çıkarılmıştır.77 Oysa somut olayda çatışan anayasal değerlerin olabildiğince ölçülü bir dengeye getirilmesi, sistematik ve amaçsal anayasal yorumun da bir gereğidir. “Forum internum”daysa, bu tür çatışmaların ortaya çıkması olanaksızdır; bu alan, yasakoyucuya karşı mutlak korumalı çekirdek alandır.78

Bir yandan Anayasa’da açıkça yazılı yasa kaydının yer almaması, diğer yandan vicdan, dini inanç ve kanaat özgürlüğü ile ibadet özgürlüğü kavramlarının birbiriyle kesişir şekilde aynı anlamda kullanılabilmesi, anayasal düzeyde sürekli temel hak çatışmalarına yol açmaktadır.79 Dini inancın açıklanması ve söylenmesi anlamında inanç özgürlüğü ve sınırlamaları arasında anayasal düzeyde ortaya çıkan tartım sorunları, yasakoyucunun bu konularda karar almasını önlemektedir.80 Ancak belirtilen kapsamıyla dinsel inanç ve düşünce 
(kanaat) açıklama özgürlüğü, yasa kaydı niteliğinde olmayan ve hukuki meşruluğunu yalnızca Anayasa’dan alan sınırlamalara maruz kalabilir.

İHAS’da ise içsel din özgürlüğü (dini düşünce ve vicdan özgürlüğü) mutlak koruma altındayken, din ve dünya görüşünün açıklanmasına ilişkin müdahalelerde bir meşruluk nedeni öngörülmektedir (md. 9/2). Buna göre devlet hiçbir şekilde kişinin ne düşünmesi ve neye inanması gerektiğini 
dikte etmeyi81 ve örneğin dine dayalı eğitim programlarıyla din ve dünya görüşünü değiştirmeye zorlamaz, hatta bunu deneyemez bile. 

Dışsal din özgürlüğüne yapılan müdahalenin haklı kılınması, temel hak ve özgürlüklerin genel rejimine tabidir. 

Buna göre, 

a) Yasal bir temele dayanmalıdır, 
b) Müdahale, (2. fıkradaki) sınırlı sayıdaki meşru amaca hizmet etmelidir, 
c) Müdahale, izlenen amaçla ölçülü olmalıdır. 

Ölçülü bir sınırlama için ulaşılmak istenen kamusal amaçla kullanılan araç arasında önemli tüm boyutları dikkate alan bir tartım yapılmalıdır.82 

Son zamanlarda sıklıkla verilen mahkeme kararlarında, devletin dinsel tarafsızlığı adına negatif din özgürlüğünün, üçüncü kişinin pozitif din özgürlüğüne karşı - uygun olmayan taleplere karşı koruma hakkı bağlamında - vurgulanmasına yönelik bir eğilime rastlanmaktadır; başörtüsü taşıyan öğretmen 83 ya da dini simgelerin kaçınılamayacak derecede sınıfta bulundurulması84 olaylarında olduğu gibi. 


BÖLÜM DİPNOTLARI ;


62 İHAM, Kokkinakis v. GRE kararında (25.5.1993, Nr. 348/421) prozelitizmi , maddi ya da sosyal avantajlar sağlama, sıkıntı içindeki kişilere baskı uygulama, beyin yıkamaya dayalı faaliyetler olarak niteleyip, düşünce, din ve vicdan özgürlüğüyle bağdaşmazlığının altını çizer, Bkz. Öktem A. E. , Uluslararası Hukukta İnanç Özgürlüğü, Liberte Yayınları, Ankara 2002, s. 418-419. 

63 İHAM’a göre; “Devletin, zıt dini görüşlere sahip grupların birbirini hoşgörmesini garanti etme yükümlülüğü, cinsiyetlerin eşitliği ve laiklik değerleri” dikkate alındığında türban yasağı, ölçülüdür (İHAM, 10.11.2005, Şahin v. TUR, Nr. 44774/98). Fransa’da türban yasağına ilişkin tartışmalar için bkz. Scott J. W. Örtünmenin Siyaseti, (çev. Tabur M.), Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, İstanbul 2012.

64 İHAM, 13.4.2006, Kosteski v. MKD, Nr. 51170/00, Prg. 38.

65 Sachsen eyaletinde yasal dini tatilden yararlanan işçinin aleyhine olacak biçimde sigorta katkı payının artırılmasını, Mahkeme kabul edilebilir bulmuştur, bkz. BVerfGE 1 BvR 190/00.

66 Örneğin Gallwas’ın önerdiği ölçüte göre, “iki taraf arasındaki temel hak ilişkisinde taraflardan birinin üst kademedeki bir anayasa normu, anayasaya öngelen bir fikir ya da pozitif olmayan bir hukuk düşüncesiyle korunmuş çıkarının ihlali halinde, diğer taraf, ihlale yol açan bu nitelikteki uygulamasıyla hakkını kötüye kullanmış olur.”, Gallwas H.-U. , Der Missbrauch von Grundrechten, Duncker und Humblot, Berlin 1967, s. 35. 

67 Bu saptama, Madde’nin Danışma Meclisi Anayasa Komisyonu’nca yazılan gerekçesiyle de örtüşmektedir, bkz. Danışma Meclisi Tutanaklar Dergisi, C. 8, B. 130, s. 159-177.

68 Bkz. Kanadoğlu O. K. , “Dinin İstismarı ve Kötüye Kullanılması”, Tanör Armağanı (Haz. M.Ö. Alkan), Oğlak Yayınları, İstanbul 2006, s. 177-181. 

69 Bu yönde bir tasnif için bkz. Tanör B., “24. madde konusunda açıklığa ihtiyaç var”, Yeni Yüzyıl, 22.6.1995.

70 Bu görüşü yansıtan örnekler verilebilir: “Anayasanın 24. maddesinin son fıkrası, Anayasanın 14’üncü maddesinde yer alan ve temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılmasını yasaklayan daha genel nitelikteki hükme paraleldir. Böylece, devletin sosyal, ekonomik, siyasi ve hukuki temel düzenlerini din kurallarına dayandırmak, başka bir deyimle devletin laik niteliğini kaldırmak amacıyla girişilecek her türlü siyasal faaliyet ve propagandalar yasaklanmış bulunmaktadır.” (Özbudun E. , Türk Anayasa Hukuku, Yetkin Yayınları, 7. Baskı, Ankara 2003, s. 81). Bir diğer örnekte: Anayasanın 24. maddesi, 2, 12, 13, 14, 26, 38, 68. maddeleriyle “bir sistem olarak ele alındığında, Anayasanın ... teokratik düşüncelerinyasaklanmasını emrettiği ... sonucuna ulaşmak gerekmektedir.” (Hafızoğulları Z. , Laiklik, İnanç, Düşünce ve İfade Özgürlüğü, US- A Yayıncılık, Ankara, 1997, s. 242-243).

71 1950-60 arası muhafazakar kesimce TCK 163’e karşı yapılan itirazlar için bkz. Özek Ç. , Türkiye’de Laiklik, s. 298-304. Yine, TCK 163’ün yürürlükten kaldırılması öncesi sol kesimden gelen madde karşıtı görüşler için bkz. Gürkan U. , “163 Makyajı”, Güneş, 25.1.1990, Sirmen A. ,“163 Tartışması”, Cumhuriyet, 24.1.1990.

72 Bkz. Kırca Ç., “163. madde meseleleri”, Yeni Yüzyıl, 6.10.1997; Hafızoğulları Z., Laiklik, İnanç, Düşünce ve İfade Özgürlüğü, s. 250. Anayasa Mahkemesi’ne göre de; laikliği koruyup sürdürmek için düşünce özgürlüğünün sınırlanması bizzat Anayasanın uygun bulduğu bir düzenlemedir (E. 1980/19, K. 1980/48, Kt. 3.7.1980). 

73 Tanör B., “24. madde konusunda açıklığa ihtiyaç var”, Yeni Yüzyıl, 22.6.1995. Tanör, daha önce de ortaya koyduğu aynı doğrultudaki görüşünü şu örnekle açıklamıştır: “’İslami esaslara göre yeniden düzenlenmiş bir Devlet düzeni Türkiye için yararlı ve gereklidir. Türkiye’yi ancak bu yol kurtarır’ yollu bir propaganda hedefi ve muhtevası itibarile anti-laik ve teokratik karakterde olmasına rağmen AY. md. 19/son’un sözü açısından yasak ifadelerden sayılmamak gerekir. Buna karşılık, ‘Ey Cemeati Müslimin, Peygamberimiz efendimizin sizlere olan emanetini böyle mi koruyacaksınız? Laik devlet nazamını kabullenmekle hepiniz münkir olursunuz. Şer’i nizamın kurulmasıdır ki sizi bundan kurtaracaktır.’ yollu bir ifade ‘dini veya din duygularını istismar niteliği taşıyor’ sayılmak gerekeceğinden maddedeki yasak kapsamına girer kabul edilmelidir.”, bkz. Siyasi Düşünce Hürriyeti ve 1961 Türk Anayasası, Öncü Kitabevi, İstanbul, 1969, s. 189.

74 Yargıtay Ceza Genel Kurulu E. 9-263, K. 333 ve 10.12.1990 tarihli Yargıtay Kararlar Dergisi, Şubat 1991, s. 268-273. 12 Ocak 1991 tarihli Terörle Mücadele Kanunu ile TCK 163 tümüyle yürürlükten kalktığı için mahkumiyet kararı düşmüştür.

75 Anayasa Mahkemesi’nin, Anayasa’nın özel bir hükmünde açıkça somutlaştırılmayan “kamu çıkarları” gibi normatif kapsamının belirlenmesi neredeyse olanaksız olan bir kavramı, sınırlama kaydı olarak kullanmaması doğru olurdu (E. 1989/1, K. 1989/12, Kt. 7.3.1989).

76 Anayasa Mahkemesi, Türban I, II ve III kararlarında, üniversitelerde türbanı serbest bırakan yasal ve anayasal düzenlemelerin, “başkalarının haklarını ihlale ve kamu düzeninin bozulmasına yol açması nedeniyle laiklik ilkesine açıkça aykırı olduğu sonucuna” ulaşmıştır (E. 2008/16, K. 2008/116, Kt. 5.6.2006).

77 Bu konudaki Anayasa Mahkemesi ve Conseil d’Etat kararlarının karşılaştırılması için bkz. Kanadoğlu O. K. , Anayasal Değerlerin Çatışması ve Uyumlaştırılması, Beta Basım Yayım, İstanbul 2000, s. 91-96.

78 Anayasa Mahkemesi’nin içtihadı 1961 Anayasası’ndan beri bu yöndedir, E. 1970/53, K. 1971/76, Kt. 21.10.1971; E. 1986/11, K. 1986/26, Kt. 4.11.1986; E. 1989/1, K. 1989/12, Kt. 7.3.1989.

79 Anayasa’nın 24. maddesi, inancın, sahip olma ve doğru bulma anlamının dışında, dini inancın açıklanması ve söylenmesi anlamını da taşıyıp taşımaması ve buna bağlı olarak inanç özgürlüğünün sınırlama rejimine tabi olup olamaması bakımından gerekli açıklığa sahip değildir.

80 Alman anayasa hukukunda bu konu için bkz. Zaehle K. , “Religionsfreiheit und fremdschdigaenge Praktiken”, AÖR 134 (2009).

81 Başbakan R. T. Erdoğan’ın “Dindar nesil yetiştireceğiz” söylemi, vatandaşların içsel din özgürlüğünü ihlal eden bir müdahaledir, 
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/19825231.asp (22.11.2012).

82 İHAM’ın bu yöndeki içtihadı için bkz. Peters A./Altwicker T. , Europaeische Menschenrechtskonvention, 2. Auflage, C. H. Beck, München 2012, s. 225.

83 08.10.2013 tarih ve 28789 sayılı Resmi Gazete’de Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Çalışan Personelin Kılık ve Kıyafetine Dair Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına İlişkin Yönetmelik yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu yönetmelik ile birlikte kamuda başörtüsü yasağı kaldırılmıştır. Bu konuda Almanya’da yaşananlar ise kısaca şöyle özetlenebilir: Derste türban takma isteği reddedilen Müslüman bir öğretmenin başvurusu üzerine Alman Federal Anayasa Mahkemesi, öncelikle okulda ve derste dinsel kaynaklı giyim kurallarına uyulmasına izin verilmemesini, din özgürlüğüne bir müdahale olarak görmüştür. Devamında Mahkeme’ye göre bir öğretmenin dini motifli ve dini inancını ortaya koyan tarzda giyimi, devletin tarafsız biçimde yerine getirmesi gereken eğitim görevi, ebeveynin eğitim hakkı ve öğrencilerin negatif din özgürlüğünü ihlal edebilir. Okul öğrencilerinin etkilenmesi ya da endokrine edilmesi, somut bir davranışa değil de soyut bir tehlike olasılığına dayanıyorsa, buna yönelik bir sınırlandırma, yeterince belirli bir yasal dayanağa gerek duyar (BVerfGE 108, 282). Eyaletlerin yetki alanına giren bu konuda Baden-Württemberg Meclisi, çıkardığı kanunla, devlet okullarındaki öğretmenlerin okullarda siyasi, dini ya da benzeri şekilde bir dış görünüme, devletin öğrenci ve velilerine karşı tarafsızlığını veya okullardaki siyasi ve dini barışı tehlikeye düşürmeye ya da zarar vermeye elverişli olması halinde sahip olamayacaklarını hükme bağlamıştır. 2004 yılında çıkan bu yeni Kanun’u esas alan Alman Federal İdare Mahkemesi, ilgili öğretmenin davasını kesin olarak reddetmiştir (BVerwGE 121, 141). 

84 Gerek Alman Federal Anayasa Mahkemesi (BVerfGE 93, 1), gerekse İsviçre Federal Mahkemesi (bkz. EuGRZ 1991, s. 89), sınıflara haç yerleştirilmesine ilişkin düzenlemeyi, Anayasalarına aykırı bulmuştur. Buna karşılık İHAM Büyük Dairesi, Lautsi kararında, ilkokullarda haçın bulundurulmasını, Sözleşme’ye aykırı bulmayarak “tutucu” bir karara imza atmıştır, bkz. Kılınç Ü. , “Lautsi ve Diğerleri/İtalya Kararı: Hangi Din, Hangi Laiklik? Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Takdir Yetkisi Teorisi İle Devletin Dinlere Karşı tarafsızlığı Prensibi Üzerine”, Türkiye Adalet Akademisi Dergisi, Ekim 2011, Sy. 11, Yıl. 2, s. 93-115. 


4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

*****************