KAZIM KARABEKİR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
KAZIM KARABEKİR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Mart 2017 Çarşamba

Atatürk ve Kazım Karabekir Paşa Dargınlığın Perde Arkası, BÖLÜM 2



Atatürk ve Kazım Karabekir Paşa Dargınlığın Perde Arkası, BÖLÜM 2



Kurtuluş Savaşı Gerçeği; Atatürk ve Kazım Karabekir Paşa Dargınlığın Perde Arkası, 

Tarih, bir milletin hafızasıdır. Hafızasız bir  insanın normal bir yaşam sürmesi nasıl mümkün değilse, doğru yazılmış bir tarihe sahip olmayan milletlerin de doğru bir geleceğe sahip olmaları mümkün değildir.
İlk kısım özetle; Karabekir Paşa, 1918’de Büyükdere açıklarında, İstanbul’u işgal eden İngiliz ve Fransız gemilerini görünce, “Tek dağ başı mezar oluncaya kadar düşmanla mücadele ederek istiklalimizi kurmaya vicdanıma karşı ahd ettim. Ya istiklal ya ölüm…” diyerek haykırır. (Resmi Tarihe göre, “Ya İstiklal Ya Ölüm!”  İfadesi, Atatürk tarafından seslendirilmiştir.)

“Milli Mücadele’nin iki büyük kahramanı, Mustafa Kemal ve Kâzım Karabekir Paşa’nın dostluğu,  II. Meşrutiyet döneminde başlar  ve I. Dünya Savaşı yılları ve sonrasında da pekişerek devam eder, Atatürk ve Kâzım Karabekir Paşa I. Dünya Savaşı öncesinde Alman subaylarının etkisi altındaki Enver Paşa ve arkadaşlarının ısrarla savaşa girme arzularına karşı çıkar, ancak başaramazlar.
Kâzım Karabekir, İran, Irak ve Kafkasya cephelerinde görev almasını takiben,  I. Dünya Savaşı’nın sonunda Rus ve Ermeni mezâlimine maruz kalan Doğu vilayetlerinin yanı sıra, Rusların elinde Bulunan Kars ve Gümrü’yü kurtararak, muzaffer bir komutan unvanını alır.

Mütârekenin imzalanmasından sonra İstanbul’a gelirken Batum depolarındaki birçok sahra Japon topu ve mermisini Reşit Paşa Vapuru ile Trabzon’a getirir.  Bu silah ve cephaneler, başlayacak olan Milli mücadelenin ilk adımlarından biri olur.

Kaldığımız yerden devamla….

I. Dünya Savaşı’nda Çanakkale zaferinin mimarı M. Kemal Paşa ise, Mondoros Mütarekesi arefesinde Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı görevini ifa ediyordu.
2 Ekim 1918’de Mütareke metni kendisine tebliğ edilince o da Kâzım Karabekir Paşa gibi mütarekenin çok müphem (belirsiz, açık olmayan) bir şekilde ele alınmış olduğunu, galip devletlerin bütün arzularına uymak zorunda kalınacağını belirterek karşı çıktı…
Mustafa kemal Paşa İstanbul’a geldikten sonra bir motorla Sirkeci’ye giderken bütün ihtişamıyla Dolmabahçe önlerinde demirlemiş işgal kuvvetleri donanması’nı görünce üzüntüsü ve kararlılığı “Geldikleri gibi giderler” cümlesiyle ifade etmiştir.

Atatürk ve Kâzım Karabekir Paşa bu durum karşısında ne gibi önlemler alınması gerektiğini tespit etmek için ayrı ayrı yoğun bir kulis faaliyetine girdiler.
Bu faaliyetlerinin sonunda İstanbul’da daha fazla kalmanın yersiz olduğu, Türklüğün mukaderatının içine düşürüldüğü bu uçurumdan kurtarılması için tek çıkar yolun Anadolu’ya geçmek olduğu kararma vardılar.

Bu gaye ile Kâzım Karabekir Paşa yakın dostu Harbiye Nezareti Müsteşarı Miralay ismet İnönü’den kendisini derhal Anadolu’ya göndermesi ricasında bulundu.

Karabekir paşa aynı isteği 1 Aralık 1918’de Cevat (Çobanlı) Paşa’ya, 10 Nisan 1919’da da Fevzi (Çakmak) Paşa’ya iletti. (1)

Karabekir Paşa, görevlendirmenin yapılmasından sonra 11 Nisan 1919’da 15. Kolordu Komutanlığı’na atanmasından dolayı, hem teşekkür, hem de veda etmek için dönemin Sultanı Vahdeddin’in huzuruna çıktı. Ardından da Şişli’de ki evinde Mustafa Kemal Paşa’yı ziyarete gitti.
Bu ziyaret sırasında Karabekir Paşa, Anadolu’ya geçmek istemesinin sebebini şu şekilde açıkladı. “Şarkta Milli bir hükümet esasını hazırlamak ve ordunun kuvvetini muhafaza ederek vahim sulh şartları karşısında milli istiklâlimizi kurtarmak için mücadeleye girişmek… Muhtelif namlar altında oluşan teşekkülleri birleştirmek medeni alemin nazar-i dikkatini celbe çalışan erbâb-i hamiyetten istifade etmek ve gerekirse milli bir hükümet kurmak” (2)
Karabekir Paşa bu hususlarda Mustafa Kemal Paşa’nın da onayını aldıktan soma Anadolu’da buluşmak temennisi ile Şişli’deki evden ayrıldı. Bundan dolayıdır ki Mustafa Kemal Paşa, Samsun’a çıktıktan hemen sonra Erzurum’daki 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa ile temasa geçti.
Mustafa Kemal Paşa’ya, 11 Haziran 1919’da İstanbul’a çağrılması ile ilgili bilgiyi de ilk olarak Karabekir Paşa verdi. (3)

Aynı tarihte Mustafa Kemal Paşa’nın, Kâzım Karabekir Paşa’ya gönderdiği mektupta İzmir’in işgal edildiği ve Manisa’nın da işgal tehlikesi ile karşı karşıya olduğu bildirildikten soma işgalin protesto edilmesi istendi ve  “Zat-ı alilerin bu fikirler etrafında hassas ve müessir bulunmaları cihetle işin hüsnü idare ve muvaffakiyetinden acizlerinin (benim de) inancım tam mevcuttur” dendi.
Gelişmelerin genel bir değerlendirmesinin yapılabilmesi için Amasya’da bir toplantının yapılması önerildi.
Kâzım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın önerilerini memnuniyetle kabul etti ve bir bakıma Anadolu’nun İstiklal Beyannâmesi niteliğini de taşıyan 21-22 Haziran 1919 tarihli “Amasya Tamimi” ne tereddütsüz destek verdi.
Mustafa Kemal Paşa ile Kâzım Karabekir Paşa arasındaki dostluk, Erzurum Kongresi arifesinde doruk noktaya ulaştı.

Mustafa Kemal Paşa, Erzurum kongresinden önce 8 Temmuz 1919’da görevden azil edileceğini öğrendi ve hemen aynı gece saat 10:50 de Harbiye Nezareti’ne, saat 11 den sonra da Padişah’a çektiği telgraflarla ordudan istifa etti”.
 Îstifasında hareketlerinin İngilizler tarafından memleketin müdafası şeklinde görülemeyerek hükümeten baskı altında tutulmasından duyduğu üzüntüyü belirtti.

Ve “ Saltanata hilafete ve necip millete hayatının sonuna kadar bağlı ” kalacağını ifade etti . (4)

10 Temmuz’da ise en yakınlarından biri olan Miralay Kâkım (Dirik), Mustafa Kemal Paşa’nın yanına gelerek “Paşam siz Askerlikten istifa ettiniz. Benim bundan sonra bu vazifeye devam imkânım kalmadı müsaadenizle Kolordu Komutanım Kâzım Karabekir Paşa’dan askeri bir vazife isteyeceğim. Evrakı kime teslim etmemi emrediyorsunuz” dedi . (5)

İstanbul hükümetinin tutuklama emrini çıkardığı, en yakınlarının bile kendisini terk etmeğe başladığı bir sırada Karabekir Paşa, Atatürk’e
-‘ Kumandamda bulunan zabitin ve efrâdın hürmet ve tazimlerini arza geldim. Siz bundan evvel olduğu gibi bundan böyle de bizim muhterem kumandanımızsınız… Emrinizdeyim, Paşam.,.(6) diyerek gerçek dostluğun en büyük örneğini gösterdi.
Telgrafın metni şöyleydi.

 Erzurum’da 15. Kolordu Komutanlığına
Mustafa Kemal Paşa ile Refet Bey’in Hükümet kararma muhalif fikir ve hareketlerinden dolayı hemen yakalanması ve İstanbul’a gönderilmeleri Babiâlı’ce tensip olunup mahalli memuriyete lazım gelen emir verildiğinden kolorduca da ciddi yardımda bulunulması ve neticeden malumat verilmesi rica olunur.

Merkez Dairesi 2733 Harbiye Nazırı Nazım ”

Babiâlı bu emri mahalli sivil idareye vermekle yetinmeyip bu hususta Kâzım Karabekir Paşa’dan da yardım istedi. Çünkü Paşa razı olmadıkça mahalli idarenin böyle bir tutuklamayı yapamayacağının bilincindeydi.
Kâzım Karabekir Paşa, 30 Temmuz tarihli telgrafa yine şifre ile şu cevabı verdi.
-“Erzurum, 1 Ağustos 1919, Harbiye Nezaretine 30. 7. 1919 Merkez dairesi 2773 saydı şifreye cevap. Mustafa Kemal Paşa le Refet Bey’in Hükümet kararma muhalif  hal ve hareketlerinden dolayı yakalanmalarıyla İstanbul’a gönderilmeleri hakkında mahalli memuriyete emir verildiği için kolorduca ciddi yardımda bulunulması emir buyuruluyor. Hükümet kararları ve siyasetinin ne olduğunu bilmiyorsam da Erzurum’da bulunan Mustafa Kemal Paşa’nın fiil ve hareketlerinde vatan ve milletin maksat ve menfaatlarına ve mevcut konulara muhalif sayılabilecek hiçbir hal ve hareketinin olmadığını görüyorum…   Mustafa Kemal Paşa gibi Memlekette namusuyla ve seçkin askeri vatanseverlik ve hizmetleriyle tanınmış ve askerin de pek ziyade hususi hürmetini kazanmış, bilhassa 20 gün evvel memleketin yarışma kumanda etmiş olan hal ve hareketlerinde vatan ve millet menfâatlarına aykırı hiçbir şey hissedilmeyen ve görülmeyen bir zatın tevkifine kanuni  bir sebep olmayacağı  ve…  halk ve ordu gözünde de iyi bir hareket olarak telakki edilemeyeceği için kendisini tevkif ve kolorduca bunun için yardımda bulunulmasına halin ve vaziyetin katiyen müsait olmadığını arz ederim’  (7)

Mustafa Kemal Paşa Erzurum Kongresi sırasındaki bu olayları daima teşekkür ve minnet hisleri ile andı. Karabekir Paşa’nın bu davranışını o dönemde kendisine kuvvet ve cesareti veren en mühim hadise olduğunu anlattı. (8)
Mustafa Kemal Paşa ile Kâzım Karabekir Paşa arasındaki dostluk ve işbirliği Milli Mücadele süresince devam etti. Kâzım Karabekir Paşa’nın 17 Eylül 1919 da Mustafa Kemal Paşa’ya çektiği zata mahsus telgrafa,  Mustafa Kemal Paşa’nın verdiği cevapta dostluk ve yakınlaşmanın boyutu daha iyi anlaşılmaktadır.
Mustafa Kemal Paşa telgrafında Kâzım Karabekir Paşa’ya hitap ederken,
-“Muhterem Kardeşim, derin bir samimiyete dayandığından asla kuşku duymadığım kanıtlarınızı açık ve kardeşçe bir dille bildirmiş olmanız kardeşlik bağlarımızı pekiştirmiş ve yürekten sevindirmiştir’  (9) der.
Bu dönemde TBMM de ise Atatürk tarafından Kâzım Karabekir Paşa’nın kolladığını görüyoruz.

Örneğin, 22 Ocak 1921 tarihinde Meclis’in gizli oturumlarında Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey ve arkadaşları Kâzım Karabekir Paşa’yı önce Ermeni hareketi sırasında çok fazla kayıp verdiği, daha sonra da Komünizm’e taviz verdiği gerekçesi ile suçladılar.

Bunun doğra olmadığını belirten Atatürk, Karabekir Paşa’yı savunarak”… Hüseyin Avni Bey biraderimiz gayet mühim bir meseleye temas ettiler ki bunun hakkında hiçbir söz söylemek istemiyorum. Fakat kendileri temas ettiği için heyet-i ali’nizden zihinleri karışmış olanlar bulunabileceği için bir iki kelime ile izah etmek istiyorum.

Bir defa Kâzım Karabekir Paşa’yı içimizden tanıyanlar ve tanımayanlar vardır.
Paşa gayet zeki, ahlaklı, namuslu, fevkalade haluk, namuskâr bir adamdır. Bunların fevkinde hasletleri vardır ki ilk temasa geldiği vakit Hüseyin Avni Bey anlayamaz…” dedi. (10)

Milli Mücadele yıllarında Atatürk’ün, Karabekir Paşa’ya ne kadar önem verdiği o sırada Türkiye’ye sık sık gelen Fransız gazeteci M: Berthe George Gaulis’in 1924’de yayınladığı ve bizzat Atatürk’ten dinlediğini ifade ettiği yazıda şöyle ifade ediliyor.

-“Mustafa Kemal solumdaki masa komşusunu göstererek konuşmaya devam etti. Bu da bizim Kâzım Karabekir, Doğu Cephesi Komutanımız, Şöhretini duymuşsunuz dur…”
Bir ara İsmet Paşa’dan da bahseden Atatürk “ismet Paşa’nın ateşli milliyetçiliğini sadece Türkler değil, bütün Müslümanlar bilir. O hepimizin en iyi arkadaşıdır. En büyük dostu, Kâzım Karabekir Paşa ile benim.”

Dedikten soma Karabekir Paşa’dan bahsederken de

“-Erzurum’a gelmeden önce benimle temaslarında, bu iki kuvvetin Türk milletine saadet getireceklerine inanıyordum.  Bu inancından ötürü güvenim gayretim artmıştı. Milli hükümet kurulunca daha birçok kimseler kararsızlık içinde bocalarken Kâzım Karabekir Paşa, zekâsı, Cüreti ve askeri değeri sayesinde bütün engelleri aşmıştı.  Siyaset anlayışı, teşkilatlandırma kabiliyeti sayesinde bir ordu kurdu ve başına geçerek doğuya doğru ilerledi. Böylece bize Kars zaferini kazandırdı… Memleketin ücra köşesinde sağlam bir düzenin kurulduğunu müjdeledi. (11)
Milli Mücadele yıllarında Atatürk ve Karabekir Paşa arasında gelişen dostluğu, o dönemin yakın görgü tanığı ve iki Paşa’nın da dostu olan İsmet İnönü hatıralarında şöyle nakletmektedir.

-“Genç zabitlik devrinde birbirlerine uzaktan bakarlardı. Ama Atatürk üçüncü Ordu Komutanı iken İstanbul tarafından istifaya mecbur tutulduğu zaman Karabekir Paşa’nın kendisine gösterdiği tutumdan ve yakınlıktan son derece mütehassis ve minnettar olmuştu.

(Atatürk) bundan hep bahsederdi…

Atatürk ordu kumandanlığından istifa edip sivil olunca Karabekir onu Ordu Kumandanı iken nasıl bir hayat içinde yaşıyor’ idiyse o hayat içinde yaşattı.
Kendisi ordu kumandanı olduğu halde, ordusuna “Atatürk’ün emrindesiniz” diye emir verdi. Kendisi de Atatürk’ün emrindeymiş gibi ihtiram gösterdi. Ona hususi yaverler, vasıtalar. Otomobiller tahsis etti.

Ben Ankara’ya geldiğim zaman Atatürk, Karabekir’i çok meth etti bana. Müteşekkir olduğunu söyledi, “ Müstesna adammış ” dedi. (12)
Atatürk ve Karabekir Paşa Milli Mücadele yıllarında tam bağımsız milli egemenlik anlayışına dayalı Türkiye fikrinde beraber oldukları gibi çağdaş ve laik Türkiye fikrinde de beraberdirler.

Bu konuda Atatürk’ün fikirleri herkes tarafından bilinmektedir. Kâzım Karabekir Paşa da Laikliğe ve çağdaşlaşmaya karşı hareketleri “milli tarihimizi lekeleyen milli bünyemize acı veren olaylar” olarak tanımlar. (13)
Bir ara kendisinin de “İrtica” ile suçlanarak cahil ve tutucu insanların peşinde gidiyormuş gibi gösterilmesi üzerine 4. 4. 1939 tarihinde C. H. P grubunda yaptığı bir konuşmada
-“Bu memlekette irtica varmış… Böyle şey yok. Çıkarsa önce biz kafasını ezeceğiz” (14) diyerek bu husustaki fikirlerini açıkça ortaya koydu. Panislavizm, Pantürkizm ve Komünizm gibi düşüncelere şiddetle karşı çıktı.
Devam edecek…

MERAKLISI İÇİN AŞAĞIDA KAZIM KARABEKİR  PAŞA’NIN YAKILAN KİTAPLARI İLE İLGİLİ BİLGİ VERİLMEKTEDİR.

Kaynaklar:

(1)  Karabekir, s. 65-67, Baranseli, s.14
(2)  Karabekir, İstiklal Harbimizin esasları, s.69. 69-70; Rauf Orbay’ın hatıralarına göre o sırada Mustafa Kemal henüz Anadolu’ya geçme kararı vermemiştir.  Orbay Rauf, Cehennem Değirmeni, c. 1, İstanbul 1993, s.231; Karabekir Paşa’da, “Paşaların hesaplaşması” adındaki eserinde Mustafa Kemal Paşa’yı  Anadolu’ya geçmeye kendisinin ikna ettiğini yazar.
(3)  Askeri Tarih Belgeleri Dergisi, Sayı, 79, yıl 30 Mayıs 1981, s. 8-9
(4)-‘İstifa Mektubu için bak. Arşiv Belgeleri, s. 55-56 ve 164-165.; Mektuptan kısa bir alıntı için bak. Göyünç  Nejat, Atatürk ve Milli Mücadele, 2. Bs, Konya 1987, s. 88, Karabekir, Istiklal Harbimiz, s. 62-64.
(5)  Haz. Selek Salahattin, Ulusal Kurtuluş Savaşı, C, I, 1970, s.218-219; Karabekir, İstiklal Harbimiz, s. 62-64.
(6)Baranseli, s.16; Selek, 218-219
(7) Tam metin için bak; Yay. Haz; T.C Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Atatürk Özel arşivinden seçmeler, (Kültür Bakanlığı, yay,) Ankara 1981, s.99-101; Karabekir, İstiklal Harbimiz, s.92-93; Ayrıca bak, Kandemir Feridun, Mustafa Kemal ( Arkadaşları ve karşısındakiler) İstanbul, 1964, s. 101-103; Sertoğlu Mithat, “Erzurum Kongresi Sırasında Mustafa Kemal Paşa’nın Tevkifi için verilen emre Kazım Karabekir’in Verdiği Tarihi Cevap, “Hayat Tarihi Mecmuası, C. I, Sayı, 6 Haziran 1977, s.8-13
(8) Selek, s. 219; Aydemir, Şevket Süreyya, Tek Adam. C. II, Ankara 1985, s. 335
(9)“ Atatürk, Nutuk, 1938. Bs. S. 116-117; Ayrıca bak. Seyfettin Turhan- Güney Haşmetoğlu, Atatürk Olaylar Ansiklopedisi, İstanbul 1986, s. 182.
(10) Yay. Türkiye İş Bankası, TBMM Gizli Celse Zabitleri, C. l, Ankara 1985, s. 335.
(11)  Nakleden Naşıt Uluğ, “Milli Mücadele de Türk Fransız Münasebetleri 2, Atatürk’ün Temasları”. Hayat Tarihi Mecmuası, Sayı 10,1 Kasım 1972, s. 28-29.
(12) ‘ Haz. Abdi ipekçi, İnönü Atatürk’ü Anlatıyor, İstanbul 1968, s. 23.
(13) B. Karabekir, İstiklal Harbimizin Esasları, s. 63,
(14) Karabekir, Paşaların. Kavgası – İnkılâp Hareketlerimiz, Yayına Haz. , Prof. Faruk özerengin, 3. Bs. İstanbul l994.S.51.
Birinci yazı kaynakları;
–(Daha geniş bilgi için bakınız) Atatürk ve Kâzım Karabekir Paşa, Bir Dostluğun Dargınlığa Dönüşmesi “ Dr. Yaşar SEMİZ
-Kazım Karabekir, “Paşaların kavgası”
-İlgar İhsan, “Mustafa Kemal’in Çankaya arşivindeki mektubu”, Yıllar Boyu Tarih, Sayı 12, Aralık 1981, s. 22-23
-Karabekir Kazım, İstiklal Harbimizin esasları, İstanbul 1981, s.63
-Karabekir, s.64; Hz, Baranseli Z. Mahir, Doğunun Kurtarıcısı Kazım Karabekir, Heykelini Yaptırma ve Yaşatma Derneği yayınları No;1 s. 12-13
Karabekir Paşa’nın kitapları neden yakıldı? 

“…Karabekir, hem gazetelerin artık mektuplarını yayınlamaması hem de tartışmalar esnasında kendisiyle istihza edilip “şarkılı beste” yazacağına esaslı şeyler yazmasının salık verilmesi üzerine Feridun Kandemir’i davetle hatıratını tertipleyip yazması için kendisine yardımcı olmasını talep etmiştir.
Hatıratın Sinan Matbaası’ndaki işlerinin bitip dağıtıma verileceği 27 Mayıs 1933 tarihinde Sinan Bey, İstanbul CHP İl Teşkilatı’na mensup biri tanıdığı, biri tanımadığı İki kişi tarafından zorla bir taksiye bindirilir ve Kel Ali’nin Pangaltı’daki evine götürülür.

Kendisiyle konuşmayı Kel Ali değil, Kılıç Ali yapar. Kılıç Ali, eserin muzır olduğunu, “Gazi’ye karşı yazıldığını” söyler. Sinan Bey, böyle bir durum olmadığını, buna ancak müdde-i umumiliğin karar verebileceğini söylerse de muhatap olduğu kişilerin kimlik ve kişiliklerinden de bigâne olmadığından matbaadaki tüm kitapları teslim etmeyi kabul eder.

Bunun üzerine Kılıç Ali, Sinan Bey’i yan odaya götürür. Odada Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi Kazım Bey ve Sinop mebusu silahşor Recep Zühtü ile Cevdet Kerim İncedayı vardır. Sinan Bey, kitapları teslim edeceğini bu şahıslara da söyler; bilahare Recep Zühtü yanında iki CHP memuruyla matbaaya gelir.
Matbaada beş adet kitabın Feridun Kandemir vasıtasıyla Karabekir’e verildiğinin öğrenilmesiyle devlet erkânında dalga dalga etkisi görülecek tedirginlik başlamış olur.

Karabekir’in kendisinde olan ve talep edilen 5 nüshayı eşinin yaktığını söylemesi üzerine Kandemir, resmî bir muamele olmaksızın İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne davet ve tevkif edilir.

Kendisinden hile ile Karabekir’deki bu beş nüshayı temin etmesi talep olunur. Bu iş için sadece İstanbul Emniyet müdürü değil, Emniyet Genel müdürü de devreye girer. Karabekir’deki 5 nüshanın bulunması için Emniyet Umum Müdürü Tevfik Hadi Bey’i sıkıştıranların başında da Dâhiliye vekili Şükrü Kaya bulunmaktadır.

Tevfik Hadi Bey, vazifesine devam edebilmesinin bu beş nüshanın bulunmasına bağlı olduğunu söylemektedir. 

İstanbul Emniyet Müdürü Fehmi Bey ise Kandemir’i evvela dayakla tehdit etmiş, sonra da onun vatanperver olmadığını söylemiş, Kandemir de bağırarak “Bana herkes vatanperverlik dersi verebilir. Yalnız, Millî Mücadelede ben Konya’da kurtuluş davası uğrunda kellemi koltuğumun altına alarak canla başka çalışırken,  [İstanbul Hükûmeti’nin sadık bir polis müdürü olarak] düşman kuvvetleriyle gelip matbaamı basan bu polis müdürü asla!” diye cevap vermiştir. (Feridun Kandemir, Kazım Karabekir’in Yakılan Hatıraları Meselesinin içyüzü, İstanbul: Ercan Matbaası/Yakın Tarihimiz Yayınları, 1964, s. 107.)

4 Haziran 1933’te de Polis Müdürü Fehmi, 100 civarında polisle başlattığı operasyonda sabaha karşı Karabekir’in evini sarmış, Erenköy civarındaki tüm yolları tutmuş, sabah 4.30’da da köşke girmiştir. Dört buçuk saat süren evrak aramasında Karabekir’in tüm not ve vesikalarına el konulur. Aynı zamanda kapatılan TCF mebusları ve Millî Mücadele’nin mühim şahsiyetleri Trakya mücadelesinin kahramanı Cafer Tayyar Paşa ile Büyük Taarruz’da Trikopis’i esir eden emekli Kurmay Albay Halit Akmansü’nün de evlerinde aramalar yapılmıştır.
Karabekir, kitaplarının gayrîkanunî şekilde toplatılması sebebiyle hem savcılığa, hem hükümete hem de meclise müracaat etmiş, kendisine kamu davasını icap ettirecek bir hadise olmadığından bahisle şahsî dava için mahkemeye müracaat etmesi gerektiği söylenmiş, o da tam mahkemeye müracaat edeceği 4 Haziran 1933’te talan edilircesine köşkünün basılması üzerine bu yeni durum sebebiyle İstanbul Müdde-i Umumîliğine başvurmuştur.

Feridun Kandemir ise emniyet tarafından takibe alınmıştır. Bir müddet sonra Başvekil İsmet Paşa, yaşanan hadiseler sebebiyle Karabekir’den özür dilemiş, İstanbul valisine de Kandemir’in takibinden vazgeçilmesi emrini vermiştir.  (Kandemir, Kazım Karabekir’in Yakılan Hatıraları I Meselesinin İçyüzü, s. 8-155.)

Kitap toplattırma ve yakma işinde Başvekil İsmet İnönü, Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya, TBMM Reisi Kazım Bey, mebuslar Kel Ali, Kılıç Ali, Recep Zühtü ve Cevdet Kerim İncedayı’nın, köşkün baskını işinde de Başvekil ve Dâhiliye Vekilinin dahlinin olduğu dikkate alınırsa, bu işlerde Mustafa Kemal’in haberinin ve emrinin olmadığı iddiası, aslında tezkiye gayesi istihdaf edilirken onu tahfif neticesini doğuran bir mazerettir.

Her ne kadar Kel Ali ve Kılıç Ali’nin organize ettiği kitap toplatma ve yakma işini, Cumhuriyet devrinin meşhur komitacılarının kendi karar ve icraları olarak ad ve telakki etsek bile baskın işinin – İstanbul Emniyet Müdürü Emniyet Umum Müdürüne. Umum Müdür Dâhiliye Vekiline, Dâhiliye Vekili Başvekile bağlı olduğundan- meratib-i silsile dâhilinde, hiyerarşik bir düzen içinde cereyan ettiğini, bu işte Reis-i Cumhur’un talimatının değilse bile muvafakatinin ya da en azından haberinin olduğunu, bundan dolayı da Karabekir’in hatıratının ve hatıratta münderiç vesikaların sahihliğinden ve hakikiliğinden endişeye düşüldüğünü kabul etmek mantıklı olacaktır.

Tek-Parti döneminin ve tevkif lerin en büyük kötülüklerinde biri de, muhaliflerin kimi çok kıymetli evraklarını yok etmelerine verdiği sebebiyet ti. Dadaylı Halit Akmansü’nün Kazım Karabekir’in toplatılan ve yakılan kitabı vesilesiyle göz altına alınması üzerine Halit Bey’in eşi, korkudan Kazım Karabekir’ e ait bir evrakı yok etmiştir. (Ziya Göğem, Dadaylı Halit Akmansü, Cilt 2, İstanbul: Halk Basımevi, 1956, s. 336.)

Meraklıları konu hakkında daha detaylı bilgi için (Kitabın yakılması ile ilgili bilgilerin alındığı) :  
İsmail Küçükkılıç’ın, “Jön Türklük ve Kemalizm kıskacında ittihatçılık”,  Ötüken yayınları, İstanbul-Mart 2016,  eserine bakabilirler.


***

Atatürk ve Kazım Karabekir Paşa Dargınlığın Perde Arkası, BÖLÜM 1


Atatürk ve Kazım Karabekir Paşa Dargınlığın Perde Arkası, BÖLÜM 1



Ekim 11, 2011

Yazdırılan değil.., Yaşanılan Kurtuluş Savaşı nasıl başladı? 

1918’de Büyük dere açıklarında, İstanbul’u işgal eden İngiliz ve Fransız gemilerinde bayrakların göndere çekildiğini görünce dayanamayarak , “ Tek dağ başı mezar oluncaya kadar düşmanla mücadele ederek istiklalimizi kurmaya vicdanıma karşı ahd ettim. Ya istiklal ya ölüm…” (1)
……
John ve Tom iki sıcak arkadaştır. İkisi de gangsterdir. Bütün vurgunlarını birlikte yapmış, bir gün bile birbirlerine dargın kalmamışlardır….
Günün birinde bir trende altın taşınacağını haber alırlar. Planlarını yaparlar; treni soyacaklardır. Nitekim tasarladıklarını bir bir gerçekleştirirler, her şey saat gibi işler, fakat hiç umulmayan bir şey olur ve trende altınları koruyan muhafızlardan biri, altınları alıp kaçan Tom’a ateş eder, Tom vurulmaz ama atı vurulur; John hemen yetişip arkadaşını atının terkisine alır ve sapa yollardan kaybolurlar….
Bir düzlükte yemeklerini yerler. Yemekten sonra altınları atının terkisinde taşıyan John, Tom’a dönüp;

-“Niçin altınları bölüşmüyoruz?” Diye sorar.

Olmaz ama ya trendeki terslik gibi bir terslikle karşılaşır ve birbirimizden ayrılmak zorunda kalırsak, niçin hakkımız kaybolsun! Bölüşelim, ikimiz de kendi paralarımızın sorumluluğunu taşıyalım.

İyi yürekli John’un bu fikri, Tom’un gözlerini yaşartır. Bu ne vefakâr arkadaşlıktır! Altını ortaya dökerler, John, Tom’a;
-“Sen say ve paralarımızı ayır” der.

Tom saymaya başlar…. Bir sana bir bana; bir sana bir bana…  Altın yığını küçüle küçüle yok olacağı sırada, Tom, alnına soğuk bir şeyin dayandığını hisseder.
Bir de bakar ki john, silahını alnına dayamıştır! 

Önce şaşırır, şaka sanır, güler;
-“Bu nasıl şaka?” der gibi bakar…

Fakat John’un yüzünde acımalı bir katılık vardır. Ağır bir sesle konuşur;
– Biliyorsun, der; seninle bunca yıllık arkadaşız. Bugüne kadar birbirimizi incitmedik. Seni çok severim. Senden daha iyisi şöyle dursun, senin gibi bir arkadaşı ömrümün sonuna kadar bulamayacağımı çok iyi biliyorum.  Ama ne yapayım? Kör talih! Görüyorsun, buraya gelinceye kadar atım Bolivar, ne hale geldi! Yine yola birlikte çıkmak isterdim ama, görüyorsun;
-Bolivar iki kişiyi çekemez.(2)

*    *   *

“Milli Mücadele’nin iki büyük kahramanı, Mustafa Kemal ve Kâzım Karabekir Paşa, yakın dönem Türk tarihinin en zor zamanlarında büyük bir başarıya ve dostluğa imza attılar. Bu başarı ve dostluğun menşei II. Meşrutiyet dönemine kadar geri gider.

Mustafa Kemal (Atatürk) 31 Mart vak’ası üzerine İstanbul’a yürüyen Hareket Ordusu’nun Yeşilköy’de duraklaması sırasında Rauf Orbay, Kâzım Karabekir, Selahattin Adil gibi sonradan birlikte çalışma imkânı bulduğu aydınlarla tanıştı.
Tanışıklık Birinci Dünya Savaşı’nın hazırlıkları sırasında dostluğa dönüştü. O sırada Kâzım Karabekir, Harbiye Nezareti İkinci Şube Müdür Yardımcılığı görevine atanmıştı.

Bu dönemde Mustafa Kemal (Atatürk)ün Kâzım Karabekir’e yazmış olduğu mektup bu dostluğu ortaya koymaktır.

Mektup Mustafa Kemal’in İkinci Şube Müdürlüğüne daha önce yazmış olduğu bir yazının yanlış anlaşıldığını dostça bir uyarı ile bildiren Kâzım Karabekir’in mektubuna cevap ve yanlış anlaşılmanın izahı doğrultusunda olup şöyle başlamaktadır.

– “Kardeşim Kâzım Karabekir Bey, Mektubunuzu aldım. İkinci Şube Müdür Muavinliğine atanmamızdan gerek size ve gerekse orduyu tebrike layık görürüm. Mektubunuzdan, bildirdiğiniz içten yakınlıktan pek sevindim.
Son olarak yazdığım bir iki yazımın müdür beyleri pek kızdırmış olduğunu bildirerek beni uyarmış olmanıza da teşekkür borçluyum…
– Şurasını da ilave edeyim ki, değil böyle görev yolunda ve hatta her çeşit davranışta kişisel onurunu korumada fedakârlıktan çekinmeyeceğim için siz kardeşimden yardım görmeseydim dahi bu hususta bu yönden ben savunmamı sürdüreceğime şüphe buyurmayacağınızı sanırım.

– Ama orduya hizmet ve bu suretle vatanın iyiliğine dönük olacak çalışmaya katılmaktır. Yüksek saygılarımın iyi kabulünü rica eder ve gözlerinizden öperim.” (3)

Atatürk ve Kâzım Karabekir Paşa arasındaki dostluk I. Dünya Savaşı yılları ve sonrasında da pekişerek devam etti. Gerek Atatürk ve gerekse Kâzım Karabekir Paşa I. Dünya Savaşı öncesinde Alman subaylarının etkisi altındaki Enver Paşa ve arkadaşlarının ısrarla savaşa girme arzularına karış çıktılar. Ancak başaramadılar.

Bunun üzerine her iki komutan, I. Dünya Savaşı’nda, çeşitli cephelerde görev alarak vatana faydalı olmanın uğraşı içerisine girdiler. Bu gaye ile Kâzım Karabekir, İran, Irak ve Kafkasya cephelerinde görev aldı.
I. Dünya Savaşı’nın sonunda Rus ve Ermeni mezâlimine maruz kalan Doğu vilayetlerinin yanı sıra, Rusların elinde Bulunan Kars ve Gümrü’yü kurtaran muzaffer bir komutan unvanını aldı. Ancak mütârekenin imzalanmasından sonra Tebriz’de bulunan kolordu karargâhının lağv edilmesi üzerine İstanbul’a dönmeye karar verdi.
Gelirken Batum depolarındaki birçok sahra Japon topu ve mermisini Reşit Paşa Vapuru ile Trabzon’a getirdi. (4)
Paşanın bu davranışı daha sonra başlatılacak Milli mücadelenin ilk adımlarından biri oldu.
28 Kasım 1918’de de İstanbul’a geldi. Büyükdere açıklarında, İstanbul’u işgal eden İngiliz ve Fransız gemilerinde bayrakların göndere çekildiğini görünce dayanamayarak,
-“Tek dağ başı mezar oluncaya kadar düşmanla mücadele ederek istiklalimizi kurmaya vicdanıma karşı ahd ettim. Ya istiklal ya ölüm” (5)   diyerek kendi kendisine haykırdı.  (6)
Devam edecek…
(1-6) “Atatürk ve Kâzım Karabekir Paşa, Bir Dostluğun Dargınlığa Dönüşmesi “ Dr. Yaşar SEMİZ
(2)Hikaye, Kazım Karabekir Paşa’nın, “Paşaların kavgası” kitabından alınmıştır.
(3) İlgar İhsan, “Mustafa Kemal’in Çankaya arşivindeki mektubu”, Yıllar Boyu Tarih, Sayı 12, Aralık 1981, s. 22-23
(4) Karabekir Kazım, İstiklal Harbimizin esasları, İstanbul 1981, s.63
(5) Karabekir, s.64; Hz, Baranseli Z. Mahir, Doğunun Kurtarıcısı Kazım Karabekir, Heykelini Yaptırma ve Yaşatma Derneği yayınları No;1 s. 12-13








****


27 Şubat 2016 Cumartesi

28 ŞUBAT TÜRK SİYASETİNİN ACI VEREN YÜZÜ, ÖNCESİ VE SONRASI,, BÖLÜM 16





28 ŞUBAT  TÜRK SİYASETİNİN  ACI VEREN YÜZÜ, ÖNCESİ VE SONRASI,, BÖLÜM 16





      İSMET PAŞA MUAMMASI.., 



İsmet Paşa TÜRK SİYASİ TARİHİ'nde ibretle incelenmesi gereken sinsi bir yaratıktır!..

Aslında biz İSLAMİYET gereği "ölünün arkasından konuşma"yı sevmeyiz...Ne var ki, İsmet Paşa'nın verdiği zarar ölmesiyle sona ermemiştir... O, hâlâ ülkemizi etkilemekte, onun politikası TÜRKİYE'de "atatürkçülük" sanılmaktadır!..ATATÜRK'ün ülküsünden hiç söz etmeyen, 6 OK'un sadece LÂİKLİK dalıyla ortalıkta dolaşanlar ATATÜRKÇÜ DEĞİL; İNÖNÜCÜ'dür!..

Bu yanlışa son vermek, ancak İsmet Paşa'yı iyi tanımakla mümkündür!.. Yazımız bu amaçla hazırlanmıştır.

Bu kişinin doğum yerinden, siyasî niyetlerine kadar her şeyi yanlış anlatılmış, yanlış öğretilmiştir!.. 1884-1973 arasındaki uzun ömrü boyunca hep yanlış saflarda yer almış, büyük hatalar ile TÜRKİYE'yi sıkıntıya sokmuş; fakat hep kahraman, hep başarılı, hep akıllı tanınmıştır!..

İsmet Paşa Malatyalı bilinir!.. seçimlere hep oradan katılmıştır. Hatta oraya heykeli bile dikilmiştir!.. Ama Lozan görüşmeleri sırasında Rıza Nur'a itiraf ettiği gibi, BİTLİSLİ'dir!.. Malatya ile ilişkisi, babasının orada "mahkeme başkâtipliği" yapmasından ibarettir!..

İsmet Paşa'nın anası ve babası hakkında açık bilgi yoktur... Şevket Süreyya, annesini Deliorman Türkleri'ne bağlar. Babasının da Bitlisli Kürümoğlu soyundan gelme hâlis TÜRK olduğunu şöyle ispata çalışır:

- ""Reşit Bey'in (İsmet İnönü'nün babası) mensup olduğu aile Kürümoğulları olarak tanınır. Aile Bitlis'i yurt edinmiştir. Kürüm; bağ kütüğü, omca mânâsına gelen Türkçe bir kelime. Ailenin Bitlis'e yerleşmesinin 6-7 yüzyıl evvele kadar vardığı ve ilk gelenlerin buraya yedi kardeş olarak gelip yerleştikleri anlatılır. Reşit Bey'in babası Hacı Fettah Efendi, ailenin Bitlis'ten ayrılan fertlerindendir. Bitlis'ten ayrılınca Malatya'ya yerleşti. Reşit Bey de orada doğdu. Baba-oğulun mezarları Malatya'da."

- ""Kürümoğulları'ndan burada şimdi de kalabalık beş aile yaşar. Zaten Bitlis'te ayrı bir Kürüm Mahallesi, bir de Kürüm Mezarlığı vardır. Mahalleye 1932-1933 sırasında İnönü Mahallesi ismi verildi. İsmet Paşa 1935'te Bitlis'e gittiği zaman bu mahalle ve mezarlığı ziyaret etti." (Daha sonraki yıllarda Bitlis'i ziyaret eden ikinci İnönü de, SHP Genel Başkanı Erdal İnönü oldu.)

Ama bu akrabalığın zorlama olduğu her cümlesinden bellidir... Dahası var. 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in eşi Semra Sezer de Kürümoğlu ailesine ve dolayısiyle 24 Eylül 1884 yılında İzmir'de dünyaya gelen İsmet İnönü'ye (Mustafa İsmet) bağlanır. Sezer Cumhurbaşkanı olduğunda, Bitlis'te yapılan törenlerde bu akrabalık vurgulanmıştı. Semra"nın babası Kemal Kürümoğlu Afyon'da Emlak Kredi Bankası'nda çalışmaktaydı. personel müdürü idi... O da kızı gibi Ankara Hukuk mektebinden yetişmiş. Ancak Semra ikinci sınıfta okuldan ayrılmış. Ahmet Necdet Sezer'le Semra Kürümoğlu 1964'te evlenmişler. Böylece Ahmet Necdet Sezer de İsmet'in akrabası olmuş!..

Bu hususuta dile getirilen rivayet te şöyle: - "Kürümoğulları aşiretinin Anadolu'ya 700 yıl kadar önce Horasan'dan gelmiş. Önce Hakkâri'nin Tiyar Vadisi'ndeki Erdel köyüne yerleşmişler. Erdel'e bitişik Kürüm köyü, ailelerine ad vermiş; Kürümoğulları diye anılır olmuşlar. Yıllar yılı İpek Yolu'nda ticaretle iştigal etmişler. Sonra Bitlis'e yerleşmişler." - "Rus harbinde Bitlis işgal edilince, Kürümoğulları Van'a ve Diyarbakır'a göç etmişler. I. Dünya Savaşı'ndan sonra dağılma süreci hızlanmış. Bu dağılma sırasında ailenin bir kolu İzmir'e yerleşmiş; o koldan Mustafa İsmet (İnönü) doğmuş. Diğer bir kol ise Erciş'i mekan tutmuş. Bu koldan Kemâl bey Erciş'te doğmuş. Avukat olup Ankara'ya yerleşmiş ve kızı Semra Kürümoğlu, Ankara Yenimahalle'de dünyaya gelmiş. Semra Sezer'le İnönü'lerin akrabalıkları buradan..."

Reha Oğuz Türkkan ise " Teke Tek " programında şunları anlatmıştı:

- "İsmet İnönü, İzmir'de doğmuştu. Babası Reşit Efendi Malatyalı, annesi Cevriye Hanım ise Rumeliliydi. Reşit Efendi Malatya'ya Bitlis'ten gelmişti ve Kürümoğulları'ndandı. Hakkâri-Tiyar Vadisi'ndeki Erdel köyünden Anadolu'nun dört bir yanına dağılan ailenin ikinci durağı, ismini aldıkları Kürüm köyü olmuştu. Buradan Van, Diyarbakır, Bitlis ve Siirt gibi yerlere savrulmuşlardı. İşte İsmet İnönü'nün babası Reşit Efendi bu geniş ailenin Bitlis kolundandı. Aynı aileye mensup, kamuoyunun yakından tanıdığı bir başka isim ise, eski cumhurbaşkanlarından Ahmet Necdet Sezer'in eşi Semra Sezer'di..."

Oğul Prof. Dr. Erdal İnönü, Talabani'nin İsmet Paşa'yı "kürtlük"le itham etmesi üzerine, HABERTURK (TÜRK değil, TURK) gazetesine şunları söylemişti: - "Daha önce böyle şeyler oldu. Bilmiyorum, nereden çıkarıyorlar. Babamın hatıralarından yazan babamın dedesinin Siirtli Kürümoğulları ailesindendir. Daha sonra Malatya’ya yerleşmişlerdir. Sayın Talabani tanınmış bir insanla ilişki kurmaya çalışıyor. Herkes bir şekilde kendisini önemli göstermeye çalışıyor. Babamın ceddini araştırıp oradan bir şey çıkarmak imkânsız. Bütün insanlarımız eşittir. Böyle şeyler söylenmesini hoş karşılamıyorum. Babam böyle bir şeyi duysa gülüp geçerdi." Ne var ki, bu sözler aileyi Bitlis'e değil, Siirt'e bağlayarak işi büsbütün karıştırıyor!..

Hakkâri'nin Kürüm köyünden Bitlis'e geldiklerini belirten KÜRÜMOĞLU AİLESİ'nin İsmet Paşa'yı sahiplenmesine rağmen bir türlü bitmeyen "soyağacı" çalışmalarında yerini gösterememektedir. İsmet için ne anasının, ne de babasının ailesine ait herhangi bir resim, belge gösteremez...

İsmet'in ailesi Malatya'da " Haçikler " diye tanınırdı... Bilindiği gibi "Haçik" kelimesi, Ermeniler'in kendilerine verdikleri addır!..

Yine Rıza Nur'a "Bitlis'te TÜRK var mı?" diye sormasından, kendisini TÜRK saymadığını çıkartmak zor değildir!..(Bak Milli Kıyam, Dr. Rıza Nur) Peki, öyleyse nedir?..

Şeyh Said'in torunu, bir kaç partiden milletvekili seçilmiş olan Abdülmelik Fırat, kendi adıyla neşrettiği kitapta, Hakkâri-Bitlis göçünü doğrular şekilde şöyle yazar:

- "İsmet Paşa, Hakkâri ilinin Tiyar ilçesinden Erdel Kürt köyünden Bitlis'e gelerek yerleşin muhtedi (sonradan müslüman olmuş) Nasturi kürtlerinden bir ailenin çocuğudur."

Türkiye'de ilk defa Erdal adını taşıyan oğluna bu isim, Erdel köyünden dolayı verilmiştir.

NASTURÎLER Kürt mü, Asurî mi, Ermeni mi, bilemeyiz. Ama İsmet Paşa'nın "muhtedi"liğinin, yani samimi olarak müslümanlığı kabul etmesinin meşkuk olduğunu, siyasî hayatında bir kere bile "allah" dememesinden anlaşılır. Son olarak PARS TUĞLACI'nın bir tesbitini verelim.

Bu Siteye yazan biri diyor ki:

- "Kendisi de Ermeni olan Par Tuğlacı ( Parsak Tuğlacıyan) üşenmemiş, İnönü'nün baba ve atalarının memleketi Bitlis'e gitmiş... Biz müslümanların ataları doğar büyür, ne kayıt ne bir şey...Hristiyanlarda böyle şey olur mu?.. En küçük yerleşim birimlerinde bırakın kiliseleri, minicik şapellerde dahi vaftiz geleneği vardır."

- " Tuğlacı işte bunu yapmış. İnönü'nün babasının ve soyunun vaftiz kütüklerini çıkartmış. "

- "Bitlis'in ünlü feodallarından olan ailenin beyine bağlı birkaç Ermeni köyü de bulunmaktaymış. 1915 olaylarından önce Osmanlı tarafından silahlandırılmış Hamidiye alayları ve bölgedeki Kürt aşiretlerine karşı kendi savunma birliklerini kuran Ermeni çeteleri bu beyden bir kaç kez yardım almış."

- "Ancak her yardımda ciğerinden bir parça kopan Bey, sonunda Taşnaklar'a dirsek gösterir. Aralarındaki atışma sert olur, tehditlere papuç bırakmaz Bey.

- "Ancak aradan bir kaç gün geçer ve bir haber gelir. Dağlardaki çobanlardan biri beylerine çetenin köye doğru kendisini ve ailesini yoketmek üzere geldiğini haber verir. Bey ailesini acele toplar ve taşınması kolay neleri varsa alır ve köyden çıkıp kaçarlar. Herkesin bildiği Malatya'daki mahallelerine taşınırlar. Tabii Türk ve müslüman kimliğiyle."

- "İzlerini böyle örten beyin oğludur işte İsmet. Türk milletinden gizlenenlerden biri de budur işte."

Ortada bir de "700 yıl önce Horasan'dan gelme" iddiası var. Buna karşılık, internette birisi diyor ki,

- "kürümoğulları aşireti, Hz. Ömer döneminde Hayber'den sürülmüş bölge halkının dağ çıfıtı(yahudisi) dediği, aslen Yahudi olan, önce ermenileşmiş, sonra (guya) din değiştirip müslüman olan dönme bir ailedir. İsmet Paşanın akrabaları İsrail kurulduktan sonra İsrail'e göç etmişlerdir."

Küümoğulları'nın şimdiki haline bir diyeceğimiz yok elbette!.. Ne var ki, İsmet'in soyu sopu karışık.

İsmet, 1907 yılında İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne girmiş ve Cemiyet'in diğer üyeleri gibi masonluğa bulaşmıştı... Bilindiği üzre, Cemiyet üyesi olup ta mason olmayan tek kişi MUSTAFA KEMÂL'di!.. Yerli-yabancı bütün aksi iddialara rağmen, hiç bir zaman mason olmamıştır!.. Kendisi 1909 yılındaki 2. Kongre'de "Cemiyet'in masonlukla ilişkisinin kesilmesi" talebinde bulunmuş, ancak bu teklifi rağbet görmemişti. MUSTAFA KEMÂL'in o tarihten sonra Cemiyet'le de rabıtası zayıflamıştır... Ancak nedense İsmet'in masonluğu bugün Masonlar tarafından da kabul edilmez...Daha doğrusu birileri bu gerçeği saklar!.. Çünkü İsmet, bilhassa 2. Dünya Harbi'nden sonra, tamamen BATI'ya çalışmış biridir... Onu deşifre etmek istemezler!..

İsmet Paşa'nın en bariz özelliği "çabuk tavır değiştirebilmesi"dir... Buna açık tabiri ile DÖNEK denir. Ama bu dahi onun "meziyet"i olarak değerlendirilmiştir.

İsmet Paşa'nın 1. Cihan Savaşı sırasında hiç bir başarısı yoktur!.. Cihan Savaşı'ndan sonra da hızlı AMERİKAN MANDACISI'dır!.. MUSTAFA KEMAL'in Şişli'deki evinde yapılan müzakerelere katılmazdı... Anadolu'ya sonradan geçenlerdendir... Erzurum kongresi sırasında bile İstanbul'da idi.(23.7.1919) Bahanesi de o tarihte yeni evlenmiş olmasıdır... Karısının koynundan çıkıp gidememiştir!..MUSTAFA KEMAL ülkeyi kurtaracak çareler peşinde koşarken o, Kazım Karabekir'e "Ağa olup çiftçilik yapmayı" teklif etmişti!.. (Ş.S. Aydemir, 2. Adam 1.Cilt, sf.127)

İsmet Paşa MİLLİ MÜCADELE'nin başarı ihtimalinin arttığını görünce, "mandacı"lıktan vazgeçip, "kuvva-yı milliyeci" olma yolunu seçmiştir... ANADOLU'ya esas geçişi 9 Nisan 1920'dedir.

O tarihten itibaren de MUSTAFA KEMAL'in bir numaralı dalkavuğu kesilmiş, onun hiç bir sözünden çıkmamıştır... Daha doğrusu, "çıkmıyor" görünmüştür!..

Ancak bunu öyle ustaca yapmıştır ki, dalkavuklardan tiksinen ve onları yanından hakaretlerle uzaklaştıran ATATÜRK, son dönemlere kadar bunun getirdiği zararın farkına varmamıştır!..

İsmet Paşa nerede kudretli ve değerli birini görürse, hemen onu tepelemeye kalkardı... İşin kolayını da bilirdi. Rakibini ATATÜRK'e onun şahsi düşmanmış gibi gösterir, onu aldatırdı!.. Böylece çok sayıda değerli insanı ATATÜRK'ün yanından uzaklaştırmış, rakipsiz kalmaya çalışmıştır... Bütün bu marifetlerini ilerde teker teker işliyeceğiz.

İsmet Paşa, yüzüne karşı son derece bağlı göründüğü ATATÜRK'ün arkasından dolap çevirmekten de geri kalmamıştır... Kendi menfi düşüncelerini ATATÜRK'ün samimi dostlarına mal ederek kabulunü sağlamış, hatalarını onların üzerine atarak hem suçlanmaktan kurtulmuş, hem de ATATÜRK'ün yalnız kalmasına yol açmıştır... Maalesef ATATÜRK uzun süre bunun da farkına varamamıştır. Vardığında, neye karar verdiğini ilerde belirteceğiz.

İsmet Paşa sinsi yaklaşımı ile ATATÜRK'ü bazı konularda etkilemeyi başarmış ve onun, yankıları hâlâ süren bazı hatalar yapmasına sebep olmuştur.

O, "inönü" soyadını bile haketmeden almıştır!..

İsmet ne 1. İnönü Savaşı'nı, ne de 2. İnönü Savaşı'nı kazanmıştır!.. Ne de Lozan'da başarı elde etmiştir!

O sadece hata üstüne hata yapmış, ama talihin garip bir cilvesi sonucu, hep son anda başkalarının gayreti ile kazanılan zaferin, başarının üstüne oturmuştur!..

MUSTAFA KEMAL, ANADOLU'nun işgaline direnen grupların başına kolay geçmişti ama, kısa bir süre sonra çevresinde kendisine ayak uydurabilecek fazla adam olmadığını görmüş; hele savaş ciddiyet kazanınca sürekli muhalefet ile karşılaşmıştı.

Vatanperver ama ne yapacağını bilmeyenler, memleketi batırmış olan İttihatçılar, çeteciler, Bolşevikliğe özenenler; İngiliz, Fransız, Amerikan mandacıları, MUSTAFA KEMAL'in başına geçtiği ekibi oluşturan kişilerdi... Bunların arasında kendisine bağlı ve tam olarak güvenebildiği pek az insan vardı.

İşte bu yüzden İsmet Paşa, ANADOLU'ya geçtiği andan itibaren koyunun olmadığı yerde "Abdurrahman Çelebi" olmuştur!..(1),

*****

1. İnönü Zaferi diye bir şey aslında yoktur... Tamamen İsmet Paşa'nın Cumhurbaşkanı olmasından sonra uydurulmuş, hayali bir meydan muharabesidir... Eğer olsaydı, "Siz aynı zamanda milletin makus talihini yendiniz" telgrafı o savaşta çekilirdi!.. O tarihlerde Yunanlar ile meydana gelen çatışmalar da, aslında başkalarının gayreti ile kazanılmıştır.

Ali Fuat Paşa, MUSTAFA KEMAL'in emriyle Moskova'ya gidip, Sivastapol'daki 5 milyon mavzer fişeğini alıp, kaçakçılar vasıtasıyla 24 saatte Sakarya Nehri ağzına taşıtmıştı.

Eğer Ali Fuat Paşa bu cephaneyi yetiştirmeseydi, Yunanlar tüfeklerini omuzlarına asıp istedikleri yere gidebilirlerdi... Çünkü ordumuzun atacak mermisi yoktu!..

Mermiler oradan kağnılarla cepheye yetişmiş, 2 gün sonra 1. İnönü Savaşı diye bilinen çatışmalar başlamıştır!.. Ama İnönü ovasında iki büyük ordunun kıyasıya döğüşmesi gibi bir şey olmamıştır. (9.1.1921)

İsmet bey, Çerkez Ethem'i tepeleme konusunu kafasına öyle takmıştı ki, Bursa'daki Yunan kuvvetlerine karşı sadece bir piyade tümeni bırakarak, iki piyade tümeni ve bir süvari tugayını Kütahya yönünde toplamıştı... Uşak'ta bulunan Yunan ordusunun karşı da yalnız bir tabur bırakarak iki piyade tümeni ve yedi süvari alayını yine Kütahya'ya çekmişti.

Türk güçlerinin birbirine girmesi üzerine Yunan generali Meneta, Çerkez Ethem'in işini kolaylaştırmak üzere 4 günlük mütareke aktetti... Bu suretle serbest kalan Ethem'in güçleri Gediz'e giren İsmet Paşa'nın askerlerine saldırdı. (8.1.1921) Yunan ordusu dinlenirken, İsmet Bey'in iki tümeni bozularak Kütahya'ya doğru çekilmeye başladı... Çerkez Ethem onları kovalarken Yunan uçakları da durumu fırsat bilerek İsmet'in ordusunu bombalamaya girişti... İsmet Bey ancak Alayurt, Kütahya dolaylarında sırtını demiryoluna dayıyarak ve taze kuvvetler alarak bir savunma hattı kurabildi... Ethem ise geceden yararlanarak 150 kişilik bir süvari birliğini İsmet Bey savunma hattının arkasına geçirmişti... Çatışma sürdükçe İsmet Bey'in birliklerinden Ethem saflarına sığınanların sayısı arttı.

Aynı gün öğleden sonra İsmet Bey'in askeri talihi parlamadan sönmek üzere iken, Rafet Bey'in süvarileri yetişti... Çerkez Ethem'in sağından ve arkasından saldırdılar. Lâkin kurt bir savaşçı olan Ethem bunu düşünmüş, tedbirini almıştı... Rafet Bey'in güçlerini püskürttü.

Ancak bu sırada Ethem'in Yunan güçleri karşısında bıraktığı taburdan haber geldi... Uşak ve Bursa'daki Yunan birliklerinin İnönü'ye doğru saldırıya geçmişlerdi... İsmet onların önünü açık bıraktığı için fırsatı değerlendirmek istiyorlardı!..

Çerkez Ethem bunun üzerine İsmet'le uğraşmayı bırakıp Gediz yönüne çekildi... İsmet bir kere daha paçayı kurtardı!.. Çekilen Ethem güçlerini savaşmadan takibe başladı... Bu arada Yunan birliklerinin İnönü'ye doğru yürüdükleri haberini aldı. Aklı başından gitti!.. Çünkü hemen bütün ordu Ethem'in peşinde ve Gediz civarında idi... Eğer Yunan ordusu hızlı bir yürüyüş temposu tutturursa, İnönü'ye varır, Eskişehir'i ele geçirebilirdi!.. Böylece Ankara yolu onlara açılmış olurdu!

İsmet, bunun üzerine yine karar değiştirdi... Kestirmeden gidebilmek için yazın bile üstü karlarla örtülü Murat Dağı'nı dolaşarak İnönü'ye inmeye karar verdi... Türk askerleri toplarla, bütün ağırlıklarla 18 saatlik zorlu bir yürüyüşle menzile vardıklarında, düşmanın henüz gelmemiş olduğunu görerek sevindiler... İsmet'in düşman önünde bıraktığı 24. Tümen gibi küçük kuvvetlerin direnmesi ve yavaş yavaş gerilemesi, Yunan ordusunu engellemiş, Türk birliklerine zaman kazandırmıştı!..

Türk ordusunda 8.500 er, 417 subay, 6.000 tüfek, 18 hafif, 48 ağır makinalı tüfek, 28 top vardı... Arkadan gelen bazı taburlarla asker sayısı biraz daha arttı. Yunan ordusunda ise 15.816 er, 427 subay, 12.000 tüfek, 270 hafif, 80 ağır makinalı tüfek ve 72 top vardı.

Yunanlar İnönü yönündeki ilk saldırıyla birlikte önemli bazı tepeleri ele geçirdiler... Albay İsmet Bey'in yürüyüşü engellemek için yaptığı saldırılar etkisiz kaldı. Durumu Ankara'ya bildirdi... Mustafa Kemal hemen müdahale ederek cepheyi belirli bölgelere ayırdı. Orta cepheyi zayıf bulduğu için bir alay daha gönderdi.

Düşman Çerkez Ethem'i bertaraf edince, kolayca Eskişehir'e gireceğini ve Ankara yolunu açacağını sanmıştı... Ama avurtları çökmüş, soğuktan parmakları mosmor kesilmiş Anadolu çocukları oldukları yerlere mıhlandılar ve düşmanın ilerlemesine fırsat vermediler!..

Ne varki, İsmet'in tanzimiyle orta cephede zayıf kalmış birlikler yoğun sisten düşman askerlerinin kendileriyle kanatlar arasına sızdığını farkedemediler ve birden Türk ordusunun sağ ve sol kanadı arasındaki bağlantı koptu!... Durum ancak sis kalkınca farkedildi... Bunun üzerine İsmet Bey ÇEKİLME emri verdi!.. Yunan kuvvetleri bizim askerlerin İnönü ovasında bıraktığı siperlere girdiler, ancak yeni savunma hattına saldıramadılar... Onlar da yıpranmıştı!..

8 Ocak'ta çatışmadan çekinen İsmet, 11 Ocak 1921'de RİCAT(geri çekilme) emri vermeye hazırlanıyordu ki, güneş doğduğunda Yunan birliklerinin çekilmekte olduğunu gördüler!.. Düşman daha fazla savaşmaktan vazgeçerek, ölülerini, bir kısım silah ve malzemeyi harp sahasında bırakarak batıya doğru harekete geçmişti!..

Bu bakımdan eğer bir "zafer" varsa, bu zafer İsmet Bey'e değil; cephane yetiştiren Ali Fuat Paşa'ya, Karadeniz takalı denizcilere, kağnılı köylülere, o soğukta çıplak ayak düşmana direnen 24. tümene ve isimsiz askerlere, ve yetişip İsmet'i Çerkez Ethem'in elinden kurtaran Rafet Bey'e mal edilmelidir.

Ama acaba Çerkez Ethem gibi değerli bir insanla ordusu, Yunan savaşının en kritik günlerinde silahla bertaraf edilmese, kendisi Yunan kollarına itilmese, olmaz mıydı?.. Başka bir çare yok muydu?

Hasan İ. Dinamo böyle bir sonun Ethem'in kardeşi Reşit Bey ve İsmet Bey tarafından hazırlandığını, birinin Ethem'i isyana, ötekinin çaresizliğe ittiğini söyler... Hele İsmet'in Çerkez Ethem kuvvetleri Yunan ordusu ile savaşırken onlara arkadan saldırması, topa tutması anlaşılmazdır.

Savaştan sonra Rafet Bey'in takibe başladığı Çerkes Ethem, ağabeyi Tevfik Bey'in 300 adamıyla Yunan'a sığındığını öğrenince, sarsıldı... Kendi adamlarını serbest bıraktı... Bilinmeyen bir yöne doğru gitti.

Bu arada Yunanistan'da seçimler oldu... Kralı sürmüş olan Venizelos'un partisi yenildi, kral ülkesine geri döndü... İngilizler'in desteğini alan Yunan ordusu bir daha taarruza geçti. 2. İnönü savaşı başladı (23.3.1921).

Güçlendirilmiş Yunan ordusunda 41.1150 tüfek, 750 ağır, 3134 hafif makinalı tüfek, 220 top ve 2.000 kılıç vardı... Bizde ise 30.108 tüfek, 235 ağır, 55 hafif makinalı tüfek, 102 top ve 4.000 kılıç vardı.

Savaş 7-8 gün sürdü... TÜRK ordusu sürekli savunmada kaldı, elindekini korumaya çalıştı... Karşı saldırılar ancak düşman ilerlemesini durdurmak amacıyla yapılıyordu... İki taraf ta iyice yıprandı.

İsmet Bey Yunan ordusundaki durgunluğu bir genel saldırı hazırlığı diye yorumlıyarak TAM RİCAT emri verdi ve bu kararını 31 Mart'ta Ankara'ya telgrafla bildirdi!.. Telgrafı yemek yerken alan MUSTAFA KEMAL, "Okumaya gerek yok, savaşı yitirmişiz!" dedi.

Oysa aynı anda Yunan ordusu da savaştan bıkmış, yenemiyeceğini zannederek geri çekilmeye başlamıştı!.. O sırada cephede, ÖN SAFLARDA olan BİR SUBAY, Yunanlıların çekildiğini görüp, İsmet Paşa'ya haber göndermiş, "Aman geri çekilme emrini geri alınız!. Birlikleri ileri sürün, çünkü Yunan çekiliyor!" dedi. İsmet gene tereddüt etti.. Ama sonunda buna uydu ve böylece "zafer" kazanılmış oldu!..

İsmet Bey 1 Nisan günü çektiği telgrafta şöyle der: "Saat 6:30'da Metristepe'den gördüğüm durum: Artçı olduğu sanılan bir düşman müfrezesi sağ kanat grubunun saldırısıyla gayrımuntazam çekiliyor... Düşman savaş meydanını silahlarımıza bırakıyor..." Sanki silahlarıyla bir şey yapmış gibi!..

Görüldüğü gibi, 2. İnönü Zaferi de haksız yere İsmet'e mal edilir.. Refet Paşa'ya göre, İnönü zaferinin gerçek kahramanı CEPHEDEKİ O SUBAY, yani MİRALAY FETHİ BEY'dir... ATATÜRK'ün adına çekilen "Siz yalnız düşmanı değil, milletin makus talihini de yendiniz" telgrafı, bu kahraman askere gönderilmeliydi!..

Bu konuyu Yakup Kadri şöyle anlatır:

-" Refet Paşa bir gün bana, "İnönü Zaferi münasebetiyle İsmet'i bir milli kahraman mertebesine çıkaran makalenizi okudum. Çok şâirâne idi, fakat hakikatle hiç bir alâkası yok!" demişti."

"Ben de " MUSTAFA KEMAL PAŞA'nın çektiği telgraf ta mı şiirden ibaret?" diye sordum."

" Refet Paşa kahkahalarla güldü: " O telgrafı yazanın sizin edebiyat arkadaşlarınızdan biri olduğunu bilmiyor musunuz? " dedi."(2)

"Şaşkınlığım, Refet Paşa'nın başka bir sözüyle arttı: "Hem o telgrafta bir ADRES YANLIŞLIĞI var!. İNÖNÜ ZAFERİ'NİN GERÇEK KAHRAMANI MİRALAY FETHİ BEY'e gönderilmeliydi!.."

"Zira ilk ağızda bir hezimete dönmek üzere olan bu muharebe, son dakikada o fırka kumandanının aldığı insiyatif ve sarfettiği gayret sayesinde kazanılmıştır!"

Yıllar sonra, Garp Cephesi Harekat Dairesi Başkanı Kurmay Albay Tevfik Bıyıklıoğlu'nun yazıları da, bu ifadeyi doğrulamıştı... MİLLİ MÜCADELE Kahramanlarından Kılıç Ali de hatıralarında olayı naklederken, MUSTAFA KEMAL’in telgrafı "Sen bir şeyler yaz" diyerek Hamdullah Suphi’ye verdiğini, yazılanların tamamen o şahsa ait ifadeler olduğunu anlatır.

2. İnönü Muharebesinden sonra Garp Cephesi kuvvetleri 15 piyade ve 4 süvari tümeni gibi muazzam bir kuvvete yükseltilmişti... İsmet "paşa" olmuş, ancak yüklendiği bu büyük vazifenin önünde şaşırmış, ve aldığı yanlış savunma tedbirleriyle ordusunu, tekrar toparlanan düşman ordusu karşısında adeta baştan muvaffakiyetsizliğe mahkum etmişti!..

Nitekim Yunan Kralı'nın İzmir'i ziyareti ve verdiği destekle 80.000 kişiye ulaşan Yunan ordusu Bursa'ya girdi... Hemen ardından Eskişehir-Afyon cephesinde, ALATAŞ'da ağır bir yenilgi aldık!..

Bu mağlubiyet İsmet'in saplantısındandır!.. Yunan'ın tekrar İnönü'den saldıracağı hesabına göre askeri düzen aldı, siper kazdırıp tahkimat yaptı.

Halbuki bu savaştan 2 ay önce Temps gazetesinde General Delarcl adında bir Fransız çok açık şekilde, "Yunanlılar büyük bir hücum yapacaklar!.. Böyle büyük bir hücum için silah, cephane ve erzak gereklidir. Bunun için muhakkak hücumu Afyon'dan yapacaklardır... Çünkü İzmir'den oraya tren var," diye yazmıştı.

İsmet, Afyon yönünden taarruz başlamasına rağmen bunu aldatmaca sandı... Güneyi boş bıraktı... Solda Deli Halit Paşa, onun sağında Albay Nazım'ın kuvvetleri vardı, hepsi kırıldı... Ancak 5 gün dayanabildiler. İsmet yine de takviye güç göndermedi.

Halbuki Fevzi Çakmak MUSTAFA KEMAL'e ve İsmet'e "saldırının Afyon üzerinden olacağını" söylemişti... Albay Nazım şehit düştü. HACI BAYRAM'a gömüldü... Nazım'ın sağında Çolak Kemal'in kuvvetleri de kırıldı. Kendisi zor kaçtı!..

Neden sonra İsmet uyandı, ama gene bir hata yapıp birlikleri mağlubiyetin üzerine gönderdi, sanki onlar da yenilsin diye!... Halbuki saldıran Yunan'ın soluna yüklenmesi gerekirdi.

Gerçekte ALATAŞ muharabesinde 13 fırkamız hiç çarpışmamış, oradan oraya koşturup durmuştur!.. Yunan ordusu 5 fırka ile zafer kazanmıştır... Eğer İsmet saldırıda ısrar etseydi, o ordu da yenilir, elimizde hiç kuvvet kalmazdı!.. Bereket bundan çabuk vazgeçip TOPYEKÜN ÇEKİLME emri vermiştir!.. (25.7.1921)

Savaşın başında strateji hatası yapan komutan felakettedir!. Çünkü bu hata savaş sonuna kadar sürer.

Bu savaşta askerlerimiz öyle bir kaçtılar ki, köprüleri demiryolunu bile imha edemediler... Oralardaki sığır ve koyun sürülerini sürüp getiremediler... Bu yüzden Sakarya Savaşı'nda Yunan hem kolay asker sevketti, hem de beslendi... Bu sürüler olmasa Sakarya'da 20 gün duramazlardı.

Oysa Yunanlar Sakarya'dan kaçarken, tren hattını hallaç pamuğu gibi atmışlardı da, aylarca tamir edememiştik.

Demekki, KOMUTAN her ihtimali gözönünde bulundurup, mutlaka bir RİCAT PLANI da yapmalıdır.

İsmet'in bu savaştaki hatası Divan-ı Harp'lik, hatta idamlıktır!..Üstelik Sakarya'ya varınca, "gösterilen mevzide durmadılar" diye iki teğmeni idam etmiştir... Halbuki bütün ordu, bütün komutanlar kaçmıştı.

İsmet'in bu mağlubiyeti üzerine hakkında bir araştırma komisyonu kurulmuş, ancak o "MUSTAFA KEMAL'in emirlerini uyguladığını" söyliyerek kurtulmuştur!.. Ne var ki, savaşta insiyatif komutandadır... Gerektiğinde emirlere karşı gelerek orduyu kurtarmakla görevlidir.

Kaldı ki, o dönemin kurmay subayı Tevfik Bıyıklıoğlu'na göre, İsmet ancak MUSTAFA KEMAL'in direktifi ile ordusunu dağılmaktan kurtarabilmişti!..

Ayrıca Meclis'te İsmet'i Divan-ı Harb'e sevketmek istiyenler olmuş, MUSTAFA KEMAL İsmet'i korumak için kendini siper etmek zorunda kalmıştı... NUTUK'ta da bu mağlubiyeti geçiştirmiştir. Inkilab Tarihi kitaplarında falan "stratejik geri çekilme" diye yutturulmak istenir.

Sabahattin Selek bu hezimetin sonuçlarını şöyle anlatır:

"1921 Temmuz ayında TÜRK ordusu Kütahya-Eskişehir muharebelerini kaybederek SAKARYA gerisine çekilmiştir... Yunan birlikleri POLATLI'ya kadar gelmişti."

"Ordunun büyük kayıplar ile SAKARYA gerisine çekilmesi, ANKARA'da gizlenmesi mümkün olmayan bir sarsıntı yaratmıştı!... 23.7-5.8.21 tarihleri arasında MECLİS'te gizli celseler, uzun toplantılar yapılmıştı... Fevzi Paşa, 'Harp kanlı oldu. Ağır zayiata uğradık!.. ANKARA'yı bir hafta zarfında tahliye etmeye, hükümet merkezini KAYSERİ'ye nakletmeye karar verdik,' demişti... Cevabı Dersim meb'usu DİYAP AĞA verdi: 'Efendiler, biz buraya kaçmaya mı geldik, yoksa döğüşerek ölmeye mi geldik?..'

Kütahya-Eskişehir yenilgisi, kaybedilen topraklar ve şehirler, tehlikenin ANKARA yakınlarına gelmesi MECLİS'te sorumlu aranmasına yol açmıştı... Tenkitler MUSTAFA KEMAL PAŞA üzerinde yoğunlaşıyordu... Nihayet 5 Ağustos'da BAŞKUMANDANLIK kanunu çıkarıldı.

Bu MAĞLUBİYET üzerine, Yunan kuvvetleri POLATLI'ya yaklaştığı için aileler KAYSERİ'ye gönderildi... Ancak erkeklerden Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver ile Yunus Nadi dışında kaçan olmadı... Olsaydı, bütün MİLLET paniğe düşerdi!.. Çünkü 125.000 kişilik ordu dağılmış, geriye 25.000 kişi kalmıştı!..

İşte bu yüzden Meclis'te 1921 yılından sonra bir "İsmet Paşa" alerjisi yaşanmış, bunun da zararı onu yanından ayırmayan ATATÜRK'e olmuştur!..

İsmet'in bütün askeri hayatı MAĞLUBİYET'le doludur!.. Herkesce meşhur korkusu ve evhamı bundandır!..

Bu MAĞLUBİYET Enver Paşa, Dr. Nazım, Kusçubaşızade Sami, Küçük Talat gibi İttihatçılar'ın iktidar sevdasını alevlendirdi... Hepsi Batum'a toplanıp TÜRKİYE'ye girmek ve MUSTAFA KEMAL'i devirmek için fırsat kollamaya başladılar... Ayrıca Rodinov komutasındaki Rus kuvvetleri de sınıra yığılmış, sözde onlara yardıma hazırlanmıştı.

Bu tehlikeyi Sakarya Zaferi önlemiş, Enver TÜRKİSTAN'a gitmiştir.

İsmet'e, bu mağlubiyetle sabep olduğu karışıklıklara rağmen, Sakarya Savaşı'nda görev verilmiştir. (23.8.1921) Gerçi MUSTAFA KEMAL, onun ALATAŞ MAĞLUBİYETİ'nden sonra cepheye koşmuş, İsmet'in "Garp Cephesi Komutanı" ünvanı fiilen kalkmıştı!... Yine de hiç bir başarısı olmamasına rağmen, Sakarya Zaferi'nden sonra TÜRKİSTAN'dan gelen üç kılıçtan biri ona takılmıştır!..

Ne Sakarya Savaşı'nda, ne de Büyük Taarruz'da en ufak bir rolü olmayan İsmet, Zafer'den sonra Mudanya Mütarekesi'ni yapmakla görevlendirildi... (9.10.1922) Orada kendisine İngilizler tarafından "Edirne ile birlikte Karaağaç'ı da alacağımız" söylenmiş, ancak gaflet gösterip bunu yazdırmadığı için, daha sonra Lozan'da belge ibraz edememiştir!.. (3)

MUSTAFA KEMAL LOZAN'a önce İngilizce'yi çok iyi bilen, Hamidiye Kahramanı olarak yurt dışında da şöhreti olan Rauf Orbay'ı göndermek istemiş; fakat sonra İsmet'te karar kılmıştı... İsmet Paşa'yı göndermek için önce kendisini Dışişleri Bakanı yapmış, sonra heyete almıştı... Ancak İsmet, karşılaşacağı zorlukları bildiği için gitmek istememiştir.

İsmet, Lozan'da da bir varlık gösterememiş, heyet başkanı olmasına rağmen doğru dürüst bir ekip kuramamış, daima evhamlarının kurbanı olmuştur... (4)

Heyet Başkanı olarak Lozan'ı o imzalamıştır ama, Lozan da onun başarısı değildir!.. Zaten Lozan'ın bir başarı olup olmadığı da tartışılabilir.

Görüşmeler sırasında diğer delegelerden gizli olarak MUSTAFA KEMAL ile haberleşir, ona yanlış bilgiler verirdi... Ne ATATÜRK'ün, ne Başbakan Rauf Orbay'ın, ne Meclis'in isteklerine uygun davranmazdı.

Rauf Bey'in Lozan müzakereleri sırasında İsmet'e çektiği şu telgraf, ibret vericidir:

-" Murahhas Heyet'in Yunan tamiratı hakkındaki hareketi, Vekiller Heyeti'nin talimatına açıklıkla AYKIRI görülmüştür!.."

"Müşgül vaziyette kalan Vekiller Heyeti milli menfaatleri düşünerek, bildirdiğiniz gibi "mühim meselelerin 3-4 gün içinde neticelenmesi" yolundaki kanaatin gerçekleşmesine kadar tutumunu değiştirmeyecektir!.."

"Önceki telgraflarımızda da bildirdiğimiz gibi, diğer meselelerde de fedakarlığın KAT'İYYEN mevzu-u bahs olamıyacağı tabiidir!"

İsmet bu uyarıya da uymadığı gibi, Vekiller Heyeti'nin tutumunu "93 Harbi'ndeki Osmanlı Bakanlar Kurulu"na benzeten ağır bir cevap vermiş, Rauf Orbay'ın Başbakanlık'tan istifasına sebep olmuştur!..

O tarihte Meclis, bilhassa muhalif "İkinci Grup"; değişen stratejik şartlara göre sınırlarda düzeltme yapılması, savaş tazminatı olarak Limni, Midilli, Sakız, Sisam gibi ANADOLU'ya yakın adaların alınması, %71 nüfusu TÜRK olan BATI TRAKYA'nın Yunanistan elinde bırakılmaması, Yunan ordusunun yaptığı tahribatın ödetilmesi, Hatay, Halep, Kerkük, Musul meselesi gibi hususlar üzerinde duruyordu... Bunlardan hiç biri elde edilememiştir!... Lozan sonuçları MUSTAFA KEMAL'e yakın "Müdafaa-yı Hukuk Grubu" tarafından dahi zor içe sindirilmiştir.... Halbuki LOZAN BARIŞI kolay kabul edilsin diye arada seçimler yapılmış, Meclis yenilenmişti!..

Rauf Orbay, Meclis'te LOZAN Anlaşması'nı savunan eski Hariciye Vekili Yusuf Kemal Bey'in " Milletvekilleri huzurunda müdafaasını yaptığım bir muahedenin artık kusurlarından bahsetmekten kaçınırım " dediğini belirtir... Yunanlar'dan tazminat alamayışımız, MUSUL'u kaybedişimiz, BATI TRAKYA'da en azından ayrı bir devlet kurduramayışımız, Alman bankalarında müttefikler tarafından el konulan altınlarımızı alamayışımız, 12 milyon İngiliz altını ödediğimiz, ancak İngilizler tarafından el konulan 3 gemiyi alamayışımız, HİLAFET'e bağlı olması gereken HİCAZ bölgesinde söz sahibi olamayışımız, HİLÂFET'i kaldırmayı İngiliz baskısıyla kabullenişimiz, bizce LOZAN BARIŞ ANLAŞMASI'nın kusurlarıdır!.. En önemli kusur ise, " Yırtıldığını " iddia ettiğimiz SEVR ANTLAŞMASI'nın bâzı maddelerinin LOZAN ANTLAŞMASI'na aynen sızmış olmasıdır!.. Bir örnek vermek gerekirse SEVR'in 140. Maddesi Lozan'ın 35-37. Maddeleri olarak karşımıza çıkar!

Kaldı ki İsmet, orada heyetimizin kazandığı bazı haklardan, kendi Cumhurbaşkanlığı döneminde vazgeçmiştir!..

Rauf Orbay, hatıralarında " İsmet Paşa'nın Lozan'dan çok değişmiş ve kibirli olarak döndüğünü, HİLAFET'in kaldırılmasında da büyük rolü olduğunu" anlatır... İsmet Paşa'nın 17.11.1922'de Muslim Standard gazetesine verdiği beyanatta, "TÜRK MİLLETİ İSLAM'IN KILICIDIR!.. HİLAFET, TÜRK MİLLETİ'NE EMANETTİR!.. Kanımızın son damlasına kadar HİLAFET'i tutup yaşatacağız " demesine rağmen; Lozan'dan dönüşünde tamamen aksi fikir ve kanaatle yaman bir HİLAFET düşmanı kesildiğini söyler... Bunun da "bazı düşman telkinlerine kapılışından ileri geldiğinin" anlaşıldığını belirtir!.. Ve şöyle devam eder:

- " İsmet Paşa LOZAN'da İngilizler'le bir nevi gizli arabuluculuk rolü oynayan İstanbullu meşhur Hahambaşı Hayim Naum Efendi'nin telkinleriyle ' HİLAFET'in artık ne şekilde olursa olsun TÜRKİYE'de devamına müsaade edilmeyip derhal atılması lüzumu' fikrini tamamiyle benimsemiş bulunuyordu!.."

- "İsmet Paşa kendisini 'Avrupa politika âlemini ve dünya ahvalini herkesten iyi anlamış ve bilmiş bir politika adamı' olarak tanıtmak becerikliliğini, MUSTAFA KEMAL PAŞA da dahil olmak üzere herkese kabul ettirmişti!.."

- "Bunu böyle kabul edişimiz, bizim GAFLET'imiz olmuştur! Zira MUSTAFA KEMAL PAŞA da, ben de, KARABEKİR ve ALİ FUAT PAŞALAR da, diğer bir çok arkadaşlar da yıllardanberi çeşitli vazifelerle gidip gelerek, dillerini bildiğimiz, matbuatını ve neşriyatını da yakından takip ettiğimiz dış âlemin ve bilhass Avrupa politikasının hiç te yabancısı olmadığımız halde; şimdi ömründe İLK defa gittiği Avrupa'da bir kaç haftacık kalan İsmet Paşa'ya 'dünya ahvalini herkesten iyi bilen bir dış politika uzmanı' gözü ile bakmak gafletine nasıl düştüğümüzü anlamıyorum!"

- " Büyük Millet Meclisi'ndeki ekonomi politik tahsillerini Avrupa'da yapmış, bu sahada ihtisas sahibi olmuş, muntazaman dünya ahvalini takip eden genç mebuslar bile, Lozan'dan dönen İsmet Paşa'yı dinlerken, ağzından çıkan her sözü mahz-ı keramet telakki edecek derecede tesiri altında kalmışlardı!.."

Aslında ATATÜRK onun ne mal olduğunu bilirdi!... Bunun için görev vermek istemezdi!.. Ama İsmet ne yapar eder, diğerlerini ekarte eder, ATATÜRK'ü çoğu zaman kendine yönelmeye mecbur bırakırdı...

17 Cİ BÖLÜMLE DEVAM EDECEKTİR,


http://www.angelfire.com/rnb/atadiyar/ata33.html