ENVER PAŞA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ENVER PAŞA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Ekim 2020 Cumartesi

Teşkilatı Mahsusa nedir.,

 Teşkilatı Mahsusa nedir.,




ÖZEL BÜRO NOTU : BUGÜN DE MİT’İN DEDESİ OLAN TEŞKİLAT-I MAHSUSA ÖRGÜTÜNÜ İNCELEDİK VE SİZE 3 AYRI KAYNAKTAN 3 FARKLI GÖRÜŞ AKTARIYORUZ. 
KEYİFLİ OKUMALAR DİLERİZ. 
 Teşkilatı Mahsusa nedir? Teşkilatı Mahsusa kimdir, üyeleri kimlerdir?

Teşkilatı Mahsusa nedir ? 
Teşkilatı Mahsusa kimdir, üyeleri kimlerdir ? 
Millî İstihbarat Teşkilatı (MİT)'in atası olarak görülen Osmanlı Devleti'nde Enver Paşa'nın 
1913 yılında kurduğu Teşkilât-ı Mahsusa hakkında elde olan bilgiler çok az. Teşkilât-ı Mahsusa’nın varlığı ve faaliyetleri bugüne kadar bilimsel şekilde araştırılmamış, hakkında yazılanlar bir efsane bulutu içerisinde kalmış ve abartmalar günümüze kadar devam etmiştir. Peki Teşkilat-ı Mahsusa kimdir, üyeleri kimlerdir? 

TRT'nin büyük beğeni toplayan dizisi Mehmetçik Kut'ül Amare bu haftaki bölümüne Teşkilât-ı Mahsusa sahnesi damga vurdu. Vatan sevdalısı Hüsrev oğlu Mehmet'i büyük dikkat ve gizlilik içerisinde Bağdat'a ulaştıran Süleyman Kumandan, çölde şifacıların yanında bulduğu Mehmet'i Teşkilât'ı Mahsusa'ya resmen aldı. Büyük heyecan yaşatan sahnede, dizinin başından bu yana sık sık görülen Süleyman Kumandanın yüzüğü dikkatlerden kaçmadı. Bazı izleyicilerin hâlâ merak ettiği üç hilâlli sancağın da Teşkilât-ı Mahsusa sancağı olduğu biliniyor. 


 http://img2.cdn.turkiyegazetesi.com.tr/images/ckfiles/images/k%C4%B1z%C4%B1l.png

TEŞKİLÂT-I MAHSUSA NEDİR? 

Teşkilât-ı Mahsusa, İttihat ve Terakkî Cemiyeti bünyesinde Enver Paşa'ya bağlı olarak kurulan gizli bir teşkilattır. Teşkilatın, Türkçü ve İslâmcı siyasî görüşler doğrultusunda, yurt içi ve yurt dışında, karşı-istihbarat, propaganda ve örgütlenme eylemlerinde bulunduğu bilinmektedir. Çeşitli ifadelere göre 1911'den itibaren etkin olmuş, 5 Ağustos 1914'te Harbiye Nezareti'ne bağlı resmî bir örgüte dönüştürülmüştür. 8 Ekim 1918'de İttihat ve Terakkî hükûmetinin iktidardan ayrılması ile birlikte Teşkilât-ı Mahsusa da resmen tasfiye edilmiştir. 



 http://img2.cdn.turkiyegazetesi.com.tr/images/ckfiles/images/mahsusa1.png




TEŞKİLÂT-I MAHSUSA'NIN FAALİYETLERİ 

Teşkilât-ı Mahsusa'nın Trablusgarp'ta İtalyanlara, Batı Trakya'da Bulgar ve Yunanlara, Mısır ve Irak'ta İngilizlere karşı direniş örgütleme çalışmaları kısmen belgelenmiştir. Buna karşılık 1915 Ermeni Tehciri'nde Teşkilât-ı Mahsusa'nın oynadığı rol, sık sık dile getirildiği hâlde ayrıntılarıyla ortaya konabilmiş değildir. Teşkilât-ı Mahsusa hakkında tek köklü araştırmanın yazarı olan Philipp Stoddard'a göre Teşkilât-ı Mahsusa, Ermeni tehcirinde hiçbir rol oynamamıştır. 

TEŞKİLÂT-I MAHSUSA VE KUVÂ-Yİ MİLLİYE 

I. Dünya Savaşı'ndan sonra Anadolu'da oluşturulan Kuvâ-yi Milliye ve Müdafaa-i 
Hukuk gruplarının önde gelen liderlerinin hemen hepsi Teşkilât-ı Mahsusa üyesi 
olduğu bilinen kişilerdir. Buna rağmen Teşkilât-ı Mahsusa ile Millî Mücadele 
arasındaki örgütsel ilişki yeterince incelenmemiştir. Teşkilatın kurucusu Enver 
Paşa'dır. Başında ise Hüsamettin (Ertürk) Bey bulunmaktaydı. 

BU BAŞKA BİR KAYNAK …. 

Teşkilat-ı Mahsusa Kuruluş ve Seçkin Üyeler 
1.Dünya savaşı’nın başladığı günlerde seferberlik ilan edilmiştir. Seferberliğin ilan edildiği 11 Kasım gecesi İttihat ve Terakki Teşkilatı Genel Merkezi‘nde tarihi bir toplantı vardı ve üyelerin hepsi hazırdı. Toplantı önemli bir karar gebeydi: Enver Paşa’nın önerisiyle Teşkilat-ı Mahsusa’nın temelleri atılacaktı. Alınan kararda şöyle deniliyordu: “İster savaşa katılalım, ister katılmayalım ordularımızın ileride düşman topraklarındaki hareketlerini kolaylaştırmak için bir Teşkilat-ı Mahsusa kurulmalıdır. 
Bu teşkilat sayesinde silahlandırılacak çeteler savaş sırasında düşman topraklarına girecekler, düşmanın hareketi ve sayısı hakkında ordularımıza gerekli bilgiyi vereceklerdir.” Teşkilat-ı Mahsusa yaptıkları, en zor şartlarda bile imza attığı inanılmaz eylemlerle bir döneme mührünü vuran bir örgüttür. Öyle ki dünyanın en gizli teşkilatları arasındadır. Hücre sistemiyle çalışmıştır ve hücre evleri günümüzde dahi belirlenememiştir. Teşkilat’ın kuruluş tarihi hakkında çeşitli görüşler vardır: Cemal Paşa hatıralarında Teşkilat-ı Mahsusa’nın 1913 yılında Batı Trakya’daki faaliyetlerinden söz eder. Doktor Philip Hendrick Stoddard (Teşkilat-ı Mahsusa kitabının yazarı) da Ağustos 1914’te Teşkilat-ı Mahsusa’nın illegal olarak çalıştığını 5 Ağustos 1914’te resmi bir kimliğe büründüğünü belirtir. Kaynakların ortak görüşü ise şudur: 

Teşkilat-ı Mahsusa Enver Paşa’nın ve mesai arkadaşı Binbaşı Süleyman Askeri‘nin 
yönettiği ve İttihat Terakki Genel Merkezi’nin Batı Trakya ile ilgili kararlarını uygulamakla görevli bir örgütün büyüyüp gelişmesiyle oluşmuştur.Kuşçubaşı Selim Sami ve Eşref kardeşler, Çerkez Reşit, Hüsrev Sami gibi isimlerin aktif olarak çalıştığı teşkilat, yakın tarihimizin en başta gelen gizemli bir örgütüdür. 
Teşkilat’ın kuruluş amacı şuydu: 

-Bütün Müslüman alemini bir bayrak altında toplamak, yani İslam birliğini 
gerçekleştirmek. Bunun yanında bütün Türk Dünyası’nı da siyasi birliğe kavuşturmak, yani Turan Ülküsü’nü gerçek kılmak.Önemli bir İslam büyüğü Emiri efendi ve Türkçülük’ün ideologu Ziya Gökalp Teşkilat’ın fikirlerinden esinlenmiş, Teşkilat-ı Mahsusa Osmanlı coğrafyasında geniş bir yelpazeye yayılmış, büyük bir ümit kaynağı olmuştur. 
Teşkilat-ı Mahsusa başlangıçta oldukça iyi işler yapmış, ama Arap isyanları ve İngiliz altınları zamanla bütün dengeleri değiştirmiştir. Balkanlar’da ve Osmanlı’nın değişik yörelerinde İttihat ve Terakki’nin fedakar subayları sayesinde ayaklanmalar çıkmış, İtilaf devletleri’ni oldukça uğraştırmıştır. 
Enver Paşa’nın emri ile Teşkilat-ı Mahsusa’nın başına geçen Kurmay Binbaşı Süleyman Askeri’nin emrinde seçme subay ve askerlerden oluşan Osmancık Gönüllü Alayı vardı. 
Yüzbaşı Hayri, Filibeli Halim Cavit, Yüzbaşı Lütfü, Piyade Teğmeni Şehreminili Sadık gibi mümtaz subaylar, Binbaşı Süleyman Askeri Bey’in işini oldukça kolaylaştırıyordu. 
Burada 
Teşkilat-ı Mahsusa emrinde çalışan ve yakın tarihimizde önemli işler yapan bazı 
subayların listesini vermeyi faydalı görüyorum: 
 
1. Yüzbaşı Yakup Cemil 
2. Emir Abdulkadir el-cezayir’in oğlu, Meclis-i Mebusan İkinci başkanı Emir Ali Paşa 
3. Osmanlı Meclis-i Mebusan üyesi Abdulkadir Gannavi 
4. Dr.Abdurrahman Bey 
5. Yüzbaşı Ali 
6. Müstakbel İstiklal Mahkemesi Başkanı ve Cumhuriyet Dönemi Nafia Nazırı Miralay Ali Çetinkaya 
7. Başbakan Binbaşı Ali Fethi Okyar 
8. İşkodralı Ali Rıza 
9. Teğmen İskeçeli Arif 
10. Teğmen Atıf Kamçıl 
11. Binbaşı Mısırlı Aziz Ali 
12. Padişahın saray görevlilerinden Besim Ağa 
13. Gazzeli Cemal Bey 
14. Mustafa Kemal’in yaverlerinden Cevat Abbas 
15. Yüzbaşı Hacı Emin 
16. Geleceğin Harbiye Nazırı Enver Paşa 
17. Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Kıllıgil 
18. Enver Paşa’nın kayınbiraderi Yarbay Nazım 
19. Enver Paşa’nın amcası Kurmay Binbaşı Halil Kut 
20. Enver Paşa’nın yaveri İzmitli Mümtaz 
21. Trablus Mebusu Ferhat Bey 
22. Sapancalı Hakkı 
23. Türk Hava Kurumu başkanı Binbaşı Fuat Bulca 
24. Deli Fuat Paşa’nın oğlu Teğmen İslam 
25. Deli Fuat Paşa’nın oğlu Şehit Reşit 
26. Topçu Yüzbaşı İsmail Hakkı 
27. Jandarma Yüzbaşı Kadri 
28. Kuşçubaşı Eşref 
29. Miralay Neşet 
30. Ünlü Hatip Ömer Naci 
31. Sağlık Bakanı Dr. Refik Saydam 
32. Şeyh Salih eş-Şerif et-Tunusi 
33. Trablusgarplı Süleyman el-Baruni 
34. Askeri Temyiz Mahkemesi Başkanı Bingazili Yusuf Şetvan 
35. Halepli Ethem Paşa 
36. Şeyh Abdulaziz Savaş 
37. Yarbay Çorumlu Aziz 
38. Teşkilat-ı Mahsusa Siyasi Büro Müdürü Dr. Bahaeddin Şakir 
39. Teşkilat-ı Mahsusa Sİyasi Büro Müdürü Mithat Şükrü Bleda 
40. Dördüncü ordu müftüsü Esat Şukayr 
41. Ohrili Eyüp Sabri 
42. Ünlü komitacı Fuat Balkan 
43. Süvari binbaşı Eyüplü Hüsamettin Ertürk 
44. Manastırlı Hüsrev Sami Kızıldoğan 
45. Topçu Yüzbaşı İhsan 
46. Türkistan’daki Teşkilat-ı Mahsusa harekatının idarecilerinden Kuşçubaşı Selim Sami 
47. Kolağası Trabzonlu Rıza 
48. Balkan Savaşı’nda Teşkilat-ı Mahsusa üyelerinden İsmail Canpolat 
49. TBMM üyesi Edremitli Necati Bey 
50. Yüzbaşı Kırkkiliseli (Kırklarelili) Ali Rıza 
51. Yüzbaşı Üsküdarlı Muhtar 
52. İstiklal Savaşı paşalarından Dağıstanlı Nuri 
53. Çerkez Ethem’in kardeşi Tevfik 
54. Eğinli Hasan Rıza 
55. Meclis-i Mebusan Bursa Mebusu Talip Bey 
56. TBMM üyesi Yüzbaşı Giritli Ruşeni 
57. Fas’ta Ticani Hücresi Reisi Hoca Abbas 
58. Tunus Devlet Başkanı Habib Burgiba’nın babası Şerif Burgiba 
59. Arabistan’ın ünlü şeyhlerinden İbnü’r-Reşit 
60. İstiklal Marşı Şairi Mehmet Akif Ersoy 
61. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mareşal Mustafa Kemal Paşa 
 
BU DA BAŞKA BİR KAYNAK …. 
 

 Teşkilat-ı Mahsusa Hakkında Gerçekler
Teşkilat-ı Mahsusa Hakkında Gerçekler 
Tolga Gerger 
 
  Herkes konuştu hakkında binlerce kitap yazıldı. 

Teşkilat-ı Mahsusa kimdir? 
Faaliyetleri nedir? 
Neler yapmışlardır? 
 
Tarih genel hatlarıyla zor bir bilimdir. Evrakın incelenmesi esas olmakla birlikte bazı konuların yıllarca üzerinde çalışılır. Açıkcası bu yazıyı çok zor bir şekilde yazdım. Teşkilat-ı Mahsusa kimine göre efsanevi operasyonları yapan bir kurum, kimine göre ise Ermeni Tehcirini organize eden grup. Oysa gerçekler çok farklı. Araştırmamı yaparken Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt (ATASE) Daire Başkanlığından faydalandım. 

Arkadaşlarımın ısrarı üzerine kendisine hep şüpheyle yaklaştığım internete bir bakayım dedim. Gördüklerim karşısında adeta şok oldum. Konu hakkında yazılan binlerce kitap olduğunu biliyordum ama bu denli "hayal" ve "yalanın" olduğunu asla tahmin edememiştim. İzlememekle birlikte arkadaşlarım bana malum bazı dizileri ve yapımları söylediler. Oradaki konuları üstün körü bilmekle beraber, içeriğine tam anlamıyla vakıf olduğumda ikinci bir şok yaşadım. 
Bu kendini inandırma furyası halkımıza o denli sirayet etmiş ki burada yazılanlara anlatılanlara inanır duruma gelmişler. Börü Budun efsanesinden tutun, Göktürkler'den bu yana gelen ihtiyarlar örgütü saçmalığına kadar birçok garip şeyle karşılaştım. Bu durum öyle bir noktaya gelmiş ki Teşkilat-ı Mahsusa'nın 
hizmetinde çalışmış (üyesi değil) Yakup Cemil'in torunu olduğunu iddia eden insanın binlerce baskılı kitabını (ki iki kızı vardır, ikisi de hiç evlenmemiştir) bile görmek zorunda kaldım. İnternette yetmemiş, Teşkilat-ı Mahsusa amblemi diye dolaşan şeylerin (ki hiçbiri gerçek değil, gerçeği kayıptır) yüzük yapıp satıldığını gördüm. Bu araştırmayı sırf bunun için yaparak durumu daha anlaşılır hale getirmeyi amaçladım. Takdir siz sayın okuyucularındır. 

Teşkilat-ı Mahsusa gerçekte nedir? 

Teşkilat-ı Mahsusa ya da esas ismiyle Umur-ı Şarkiyye Dairesi'ni (Doğu İşleri Dairesi) askeri yazışmalarda ilk kez 1911 yılında, Trablusgarp'da görmekteyiz. Burada yerel unsurların başında yer alan Osmanlı zabitleri eğitimlerle düşmana zarar vermeye yönelik faaliyetlerde bulunurlar. Başarısız olan bu girişim sonrasında aynı taktik Balkan Savaşı'nda uygulanır. Balkan Savaşı'ndaki büyük yenilgi, istihbarat anlamında devletin ne kadar geri planda olduğunu gözler önüne serer. Burada kurulan Teşkilat-ı Mahsusa birlikleri gönüllülük esasıyla oluşturulur. Katılım öncesi kontrat imzalanarak işe alınırlar. 

Neden efsane olduğu anlaşılamayan Kuşçubaşı Eşref Burada Teşkilat-ı Mahsusa denildiğinde adı sıkça geçen Kuşçubaşı Eşref'ten bahsetmek gerekir. Nasıl olduğunu anlayamamakla birlikte, Kuşçubaşı'nın yaptıkları zamanla efsaneleşmiş ve bir mit haline gelmiştir. Balkan Harbi sırasında kendisine bağlı Teşkilat-ı Mahsusa birliklerinin disiplinsiz davranışları üzerine buradaki askerlerin kontratları fesh edilmiş ve silahları elinden alınmıştır. Yine Kuşçubaşı'nın faaliyetleri sonrasında kurulduğuna inanılan Batı Trakya Bağımsız Hükümeti onun değil, Fuat Balkan'ın çabaları sonunda kurulduğu arşivlerde geçmektedir. 
 Teşkilat-ı Mahsusa Hakkında GerçeklerBaşkan değil, teşkilatın tasfiyesinden sorumlu üye Resmi bir kurum olarak Teşkilat-ı Mahsusa'nın kuruluşu 4 Eylül 1914'tür. İstihbarattan ziyade Genelkurmay içinde memurları ve kadrosu olan "İslam toprakları'' üzerinde yaşayan halkları uyandırma maksadıyla kurulur. Birinci Dünya Savaşı içinde bu kuruluş farklı görevlerde bulunmuştur. Balkan Savaşı'nın verdiği tecrübe sonrası Teşkilat-ı Mahsusa'ya bir Merkezi Umumiye oluşturulur, kendi fonu yaratılır. Binbaşı Süleyman Askeri Bey, Emniyet Umumi Müdürü Aziz Bey, Doktor Nazım ve Atıf Bey tarafından örgüt kurulur. Süleyman Askeri Bey kurulan bu teşkilatın ilk başkanıdır. Kendisi gayri nizami harp tekniklerini savunur. Fakat bu durum kendisine muhalif olanların dikkatini çeker, çabucak istifa etmeye zorlanır. Sonrasında kendisi Irak'ta yaşadığı yenilgiyi hazmedemeyerek intihar edecektir. Teşkilat Nisan 1915'te Almanlar'ın Doğu İşleri Bürosundan örnek alınarak ismini Umur-ı Şarkiyye Dairesi (Doğu İşleri Dairesi) şeklinde değiştirir. 

Başkanları sırasıyla Süleyman Askeri Bey, Enver Paşa'nın amcası Halil Bey, 
Yarbay Cevat ve Ali Başhampa'dır. Çokça bilinen yanlış olarak buna Hüsamettin Ertük eklenir. Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt (ATASE) Daire Başkanlığı arşivinden çıkan belgeler bu durumu yalanlar. Hüsmettin Bey başkan değil, teşkilatın tasfiyesinden sorumlu bir üyedir. 

Teşkilat-I Mahsusa'nın elimizde olan belgelere göre faaliyet gösterdiği yerler, Fas, 
Trablusgarp (bugün Libya) Rusya ve İran'dır. Peki bu teşkilat buralarda neler yapmıştır? 
Enver Paşa

Teşkilat-ı Mahsusa'nın görevleri Fas operasyonu bölgede bulunan Fransız nüfusuna yöneliktir. Çanakkale Savaşı'nın neticesinde başlar. Binbaşı Tahir ve emrindeki 3 teğmen, Haziran 1915'te Madrid'e gönderilir. Fas'ta bir cihat organize ederler, bu kısmen başarı sağlar. Fransa bu bölgeden asker toplayamaz. Bölgede kazandıkları güç, o dönemde müttefiğimiz olan Almanlar'ı rahatsız eder. Birinci Dünya Savaşı hakkında yorum yaparken en büyük eksikliğimiz Almanlar'la yapılan ve kusursuz olduğu iddia edilen müttefikliğimizdir. Oysa Almanlar'la müttefikliğimiz kusursuz değil, sorunludur. Şurası bir gerçek: Biz savaş öncesinde İngilitere ve Fransa'ya yanaşmak istedik fakat onlar bizi istemeyince Almanlar'a itildik. İtildik diyorum, çünkü gerçek tabiri budur. Almanlar Binbaşı Tahir'in görevi Alman makamlarına 
devretmesini ister. Binbaşı Tahir bunu reddeder ve görevine devam eder. Almanlar daha çok bastırınca buradaki görev sona erer. 

Trablusgarp operasyonu 

Trablusgarp'da Enver Paşa'nın kardeşi Nuri Paşa görevlendirilir. Buradaki görev Afrika genelinde Habeşistan sahasına kadardır. Akdeniz'in güvenliği amaçlanmıştır. Nuri Paşa burada ciddiye alınmaz. Bunun üzerine Şehzade Osman Fuat Efendi Trablusgarp'a gönderilir. Kendisi askerdir, Almanya'da eğtim görmüştür ayrıca Osmanlı şehzadesidir. 

Burada yoğun ilgiyle karşılaşır. Birçok Arap Kabile şefiyle görüşür. Kabileler ona biat eder ama bir icraat gösteremez. Savaş sonrası tutuklanır. 
 Teşkilat-ı Mahsusa Hakkında Gerçekler

İran operasyonu 

İran'da Rauf (Orbay) Bey görevlendirilir. Buradaki amaç İran'da yaşayan Türkler'in, onun etkisiyle domino taşı etkisi yaratacağına inanılarak Afganistan ve Hindistan'ı ayaklandırmaktır. Bu, gerçekleşmesi mümkün olmayan bir hayaldir. Zaten yapılanları değerlendirdikçe bir hayalin peşinden koşulduğu, uğraşıldığı, fakat arkalarına baktıklarından yine bir hayalin etrafında olduğu görülmektedir. Hindistan'a belgelerin ışığında yapılan kontrollerde iki kişinin gönderildiği ve burada başarısız olup geri geldikleri tarihi kayıtlarda mevcuttur. 

Rusya operasyonu 
Rusya'da ise daha çok siyasi faaliyetleri görebiliriz. Türk - Tatar Konseyi Başkanı Yusuf Akçura burada görevlendirilir. Kendisine Ali Başhampa tarafından para gönderilir. En önemli operasyonları Ukraynalı Milliyetçilerle iş birliği yapıp Rusya karşısında ayaklanmalarını sağlamaktır. Bunda da kısmen başarılı olmuşlardır. 
Teşkilat-ı Mahsusa'nın Genelkurmay arşivlerinde olan operasyonel bilgileri bunlardır. Bu doğrultuda teşkilatla doğrudan bağlantılı olduğu düşünülen bazı kişeleri anlatmadan olmaz. 

Kuşçubaşı Eşref aslında kimdir, kim değildir? 
Kuşçubaşı Eşref figürü tarihimizin büyük bir balonudur. Yaptığı iddia edilen icraatlar bilinmemektedir. Örneğin Lawrance'ın bütün mektup, günlük, kısacası her şeyi yayınlanmıştır. Lawrance ile Eşref'in mücadelesi anlatılır, oysa Lawrance Eşref'ten hiç bahsetmemiştir. Lawrance'ın kitabında, günlüğünde bahsettiği tek Türk, Cemal Paşa'nın Yaveri İsmet Bey'dir. Çokça yapılan iddialar ve hakında yazılan binlerce garip kitaplara rağmen gerçek bundan ibarettir. Ki kendisi, Milli Mücade sırasında Yunanlılar'a iltica etmiştir. Kuşçubaşı aynı zamanda Birinci Dünya Savaşı yıllarında Mustafa Kemal'e karşı düzenlenmeye çalışılan suikastin içinde yer almıştır, onun sağlığında Türkiye'ye gelememiştir. 

Yakup Cemil kimdir peki? 

Aynı efsaneler Yakup Cemil için de söz konusudur. Yakup Cemil, Teşkilat-ı Mahsusanın emrinde geçici olarak çalışmış biridir. Bu kurum, yazının başında anlattığım üzere, askeri bir kurumdur. Yakup Cemil, Sarıkamış Harekatı sırasında 2000 kişilik Teşkilat-ı Mahsusa gönüllü birliğiyle Artvin'e gelir. Ardahan'da bulunan Rus birliği çekilme taktiğiyle şehri boşaltır. 29 Aralık günü Yakup Cemil ve gönüllü birliği Ardahan'ı alır fakat kısa bir zaman sonra Ruslar saldırır. Yakup Cemil'in kuvvetleri ağır bir yenilgiyle savaşı kaybederler. 

Yakup Cemil'in torunu olmamasına rağmen (daha önce belirttiğim gibi iki kızı vardır ve ikisi de evlenmemiştir) onun torunu tarafından yazıldığı belirtilen Teşkilat-ı Mahsusa kitabının takdirini siz değerli okuyuculara bırakıyorum. 
 Teşkilat-ı Mahsusa Hakkında GerçeklerEn büyük iddialardan bir tanesi de Teşkilat-ı Mahsusa'nın Ermeni Tehcirinde yaptıklarıdır. Birincisi, Teşkilat-ı Mahsusa gizli bir teşkilat değildir. Antetli kağıdı bile bulunmamaktadır. 

Bölgede bulunan bazı süvari alayları, evet, Teşkilat-ı Mahsusa birlikleri olarak geçmektedir fakat tehcir sırasında bunların görevli olduğunu düşünmek yanlıştır. Ne yazık ki burada da tarihçiliğimizin eksik yönü ortaya çıkıyor. Hamidiye alayları ve sevk defterleri halen açılmamıştır. Bunların ortaya çıkmasının, bazı şeyleri daha net aydınlatacağı düşüncesindeyim. 

Teşkilat-ı Mahsusa hakkında bir diğer iddia ise Kurtuluş Savaşında MM ve Karakol grubu çalışmalarından gelip oradan MİT'in kuruluşuna kadar devam eden süreçtir. Bu tartışmalı bir durumdur. 

Günümüzde anlatılandan çok farklı bir teşkilat Bu kadar evrak sonrasında geldiğimiz nokta Teşkilat-ı Mahsusa'nın günümüzde anlatılandan çok daha farklı bir kuruluş olduğudur. Zaten çok etkin ve güçlü bir yapı olsalardı, Osmanlı İmparatorluğu ayakta kalır ve savaşı kazanırdı. Bahattin Şakir'in Enver Paşa'ya gönderdiği mektup Burada bir evraktan bahsetmeden olmaz. Esası Türk Tarih Kurumu arşivinde yer alan Bahattin Şakir'in Enver Paşa'ya gönderdiği mektuptur. Enver Paşa teşkilatın bütün faaliyetleri hakkında bilgi sahibidir. Savaş sonrası gönderilen bu mektupta ilk iki madde çok ilginçtir. 

1- Teşkilat-ı Mahsusa'nın bütün evrakları kaldırılmıştır. 
2- Örtülü ödenekten alınan evraklar gönderilmiştir. 

Bu iki madde bize şunu gösteriyor. Bu evraklar nerede? Teşkilat-ı Mahsusa neler yaptı? 

Yoksa gerçekten bilmediğimiz operasyonların içinde mi bulundu? Açıkcası şüphe 
içindeyim. Bu evraklar ortaya çıkmadan kesin birşey söylemek halen güç. Fakat bilgi kirliliği oldukça yoğun. Halen bir sis perdesi altında kalan bu teşkilat, yeni belgelerin ortaya çıkmasıyla daha çok aydınlanacaktır. Tarih, belgelerin ortaya çıkmasıyla yazılmaya devam ediyor. 

Kaynaklar: 

GENELKURMAY ASKERÎ TARİH VE STRATEJİK ETÜT (ATASE) VE DENETLEME BAŞKANLIĞI ARŞİVİ 
Ahmet Tetik Teşkilat-ı Mahsusa (Umur-ı Şarkiyye Dairesi) Tarihi, Arşivci Murat Akdeniz İSTİHBARAT DOSYASI, Teşkilatı Mahsusa] 
 

***

8 Mart 2017 Çarşamba

Atatürk ve Kazım Karabekir Paşa Dargınlığın Perde Arkası, BÖLÜM 2



Atatürk ve Kazım Karabekir Paşa Dargınlığın Perde Arkası, BÖLÜM 2



Kurtuluş Savaşı Gerçeği; Atatürk ve Kazım Karabekir Paşa Dargınlığın Perde Arkası, 

Tarih, bir milletin hafızasıdır. Hafızasız bir  insanın normal bir yaşam sürmesi nasıl mümkün değilse, doğru yazılmış bir tarihe sahip olmayan milletlerin de doğru bir geleceğe sahip olmaları mümkün değildir.
İlk kısım özetle; Karabekir Paşa, 1918’de Büyükdere açıklarında, İstanbul’u işgal eden İngiliz ve Fransız gemilerini görünce, “Tek dağ başı mezar oluncaya kadar düşmanla mücadele ederek istiklalimizi kurmaya vicdanıma karşı ahd ettim. Ya istiklal ya ölüm…” diyerek haykırır. (Resmi Tarihe göre, “Ya İstiklal Ya Ölüm!”  İfadesi, Atatürk tarafından seslendirilmiştir.)

“Milli Mücadele’nin iki büyük kahramanı, Mustafa Kemal ve Kâzım Karabekir Paşa’nın dostluğu,  II. Meşrutiyet döneminde başlar  ve I. Dünya Savaşı yılları ve sonrasında da pekişerek devam eder, Atatürk ve Kâzım Karabekir Paşa I. Dünya Savaşı öncesinde Alman subaylarının etkisi altındaki Enver Paşa ve arkadaşlarının ısrarla savaşa girme arzularına karşı çıkar, ancak başaramazlar.
Kâzım Karabekir, İran, Irak ve Kafkasya cephelerinde görev almasını takiben,  I. Dünya Savaşı’nın sonunda Rus ve Ermeni mezâlimine maruz kalan Doğu vilayetlerinin yanı sıra, Rusların elinde Bulunan Kars ve Gümrü’yü kurtararak, muzaffer bir komutan unvanını alır.

Mütârekenin imzalanmasından sonra İstanbul’a gelirken Batum depolarındaki birçok sahra Japon topu ve mermisini Reşit Paşa Vapuru ile Trabzon’a getirir.  Bu silah ve cephaneler, başlayacak olan Milli mücadelenin ilk adımlarından biri olur.

Kaldığımız yerden devamla….

I. Dünya Savaşı’nda Çanakkale zaferinin mimarı M. Kemal Paşa ise, Mondoros Mütarekesi arefesinde Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı görevini ifa ediyordu.
2 Ekim 1918’de Mütareke metni kendisine tebliğ edilince o da Kâzım Karabekir Paşa gibi mütarekenin çok müphem (belirsiz, açık olmayan) bir şekilde ele alınmış olduğunu, galip devletlerin bütün arzularına uymak zorunda kalınacağını belirterek karşı çıktı…
Mustafa kemal Paşa İstanbul’a geldikten sonra bir motorla Sirkeci’ye giderken bütün ihtişamıyla Dolmabahçe önlerinde demirlemiş işgal kuvvetleri donanması’nı görünce üzüntüsü ve kararlılığı “Geldikleri gibi giderler” cümlesiyle ifade etmiştir.

Atatürk ve Kâzım Karabekir Paşa bu durum karşısında ne gibi önlemler alınması gerektiğini tespit etmek için ayrı ayrı yoğun bir kulis faaliyetine girdiler.
Bu faaliyetlerinin sonunda İstanbul’da daha fazla kalmanın yersiz olduğu, Türklüğün mukaderatının içine düşürüldüğü bu uçurumdan kurtarılması için tek çıkar yolun Anadolu’ya geçmek olduğu kararma vardılar.

Bu gaye ile Kâzım Karabekir Paşa yakın dostu Harbiye Nezareti Müsteşarı Miralay ismet İnönü’den kendisini derhal Anadolu’ya göndermesi ricasında bulundu.

Karabekir paşa aynı isteği 1 Aralık 1918’de Cevat (Çobanlı) Paşa’ya, 10 Nisan 1919’da da Fevzi (Çakmak) Paşa’ya iletti. (1)

Karabekir Paşa, görevlendirmenin yapılmasından sonra 11 Nisan 1919’da 15. Kolordu Komutanlığı’na atanmasından dolayı, hem teşekkür, hem de veda etmek için dönemin Sultanı Vahdeddin’in huzuruna çıktı. Ardından da Şişli’de ki evinde Mustafa Kemal Paşa’yı ziyarete gitti.
Bu ziyaret sırasında Karabekir Paşa, Anadolu’ya geçmek istemesinin sebebini şu şekilde açıkladı. “Şarkta Milli bir hükümet esasını hazırlamak ve ordunun kuvvetini muhafaza ederek vahim sulh şartları karşısında milli istiklâlimizi kurtarmak için mücadeleye girişmek… Muhtelif namlar altında oluşan teşekkülleri birleştirmek medeni alemin nazar-i dikkatini celbe çalışan erbâb-i hamiyetten istifade etmek ve gerekirse milli bir hükümet kurmak” (2)
Karabekir Paşa bu hususlarda Mustafa Kemal Paşa’nın da onayını aldıktan soma Anadolu’da buluşmak temennisi ile Şişli’deki evden ayrıldı. Bundan dolayıdır ki Mustafa Kemal Paşa, Samsun’a çıktıktan hemen sonra Erzurum’daki 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa ile temasa geçti.
Mustafa Kemal Paşa’ya, 11 Haziran 1919’da İstanbul’a çağrılması ile ilgili bilgiyi de ilk olarak Karabekir Paşa verdi. (3)

Aynı tarihte Mustafa Kemal Paşa’nın, Kâzım Karabekir Paşa’ya gönderdiği mektupta İzmir’in işgal edildiği ve Manisa’nın da işgal tehlikesi ile karşı karşıya olduğu bildirildikten soma işgalin protesto edilmesi istendi ve  “Zat-ı alilerin bu fikirler etrafında hassas ve müessir bulunmaları cihetle işin hüsnü idare ve muvaffakiyetinden acizlerinin (benim de) inancım tam mevcuttur” dendi.
Gelişmelerin genel bir değerlendirmesinin yapılabilmesi için Amasya’da bir toplantının yapılması önerildi.
Kâzım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın önerilerini memnuniyetle kabul etti ve bir bakıma Anadolu’nun İstiklal Beyannâmesi niteliğini de taşıyan 21-22 Haziran 1919 tarihli “Amasya Tamimi” ne tereddütsüz destek verdi.
Mustafa Kemal Paşa ile Kâzım Karabekir Paşa arasındaki dostluk, Erzurum Kongresi arifesinde doruk noktaya ulaştı.

Mustafa Kemal Paşa, Erzurum kongresinden önce 8 Temmuz 1919’da görevden azil edileceğini öğrendi ve hemen aynı gece saat 10:50 de Harbiye Nezareti’ne, saat 11 den sonra da Padişah’a çektiği telgraflarla ordudan istifa etti”.
 Îstifasında hareketlerinin İngilizler tarafından memleketin müdafası şeklinde görülemeyerek hükümeten baskı altında tutulmasından duyduğu üzüntüyü belirtti.

Ve “ Saltanata hilafete ve necip millete hayatının sonuna kadar bağlı ” kalacağını ifade etti . (4)

10 Temmuz’da ise en yakınlarından biri olan Miralay Kâkım (Dirik), Mustafa Kemal Paşa’nın yanına gelerek “Paşam siz Askerlikten istifa ettiniz. Benim bundan sonra bu vazifeye devam imkânım kalmadı müsaadenizle Kolordu Komutanım Kâzım Karabekir Paşa’dan askeri bir vazife isteyeceğim. Evrakı kime teslim etmemi emrediyorsunuz” dedi . (5)

İstanbul hükümetinin tutuklama emrini çıkardığı, en yakınlarının bile kendisini terk etmeğe başladığı bir sırada Karabekir Paşa, Atatürk’e
-‘ Kumandamda bulunan zabitin ve efrâdın hürmet ve tazimlerini arza geldim. Siz bundan evvel olduğu gibi bundan böyle de bizim muhterem kumandanımızsınız… Emrinizdeyim, Paşam.,.(6) diyerek gerçek dostluğun en büyük örneğini gösterdi.
Telgrafın metni şöyleydi.

 Erzurum’da 15. Kolordu Komutanlığına
Mustafa Kemal Paşa ile Refet Bey’in Hükümet kararma muhalif fikir ve hareketlerinden dolayı hemen yakalanması ve İstanbul’a gönderilmeleri Babiâlı’ce tensip olunup mahalli memuriyete lazım gelen emir verildiğinden kolorduca da ciddi yardımda bulunulması ve neticeden malumat verilmesi rica olunur.

Merkez Dairesi 2733 Harbiye Nazırı Nazım ”

Babiâlı bu emri mahalli sivil idareye vermekle yetinmeyip bu hususta Kâzım Karabekir Paşa’dan da yardım istedi. Çünkü Paşa razı olmadıkça mahalli idarenin böyle bir tutuklamayı yapamayacağının bilincindeydi.
Kâzım Karabekir Paşa, 30 Temmuz tarihli telgrafa yine şifre ile şu cevabı verdi.
-“Erzurum, 1 Ağustos 1919, Harbiye Nezaretine 30. 7. 1919 Merkez dairesi 2773 saydı şifreye cevap. Mustafa Kemal Paşa le Refet Bey’in Hükümet kararma muhalif  hal ve hareketlerinden dolayı yakalanmalarıyla İstanbul’a gönderilmeleri hakkında mahalli memuriyete emir verildiği için kolorduca ciddi yardımda bulunulması emir buyuruluyor. Hükümet kararları ve siyasetinin ne olduğunu bilmiyorsam da Erzurum’da bulunan Mustafa Kemal Paşa’nın fiil ve hareketlerinde vatan ve milletin maksat ve menfaatlarına ve mevcut konulara muhalif sayılabilecek hiçbir hal ve hareketinin olmadığını görüyorum…   Mustafa Kemal Paşa gibi Memlekette namusuyla ve seçkin askeri vatanseverlik ve hizmetleriyle tanınmış ve askerin de pek ziyade hususi hürmetini kazanmış, bilhassa 20 gün evvel memleketin yarışma kumanda etmiş olan hal ve hareketlerinde vatan ve millet menfâatlarına aykırı hiçbir şey hissedilmeyen ve görülmeyen bir zatın tevkifine kanuni  bir sebep olmayacağı  ve…  halk ve ordu gözünde de iyi bir hareket olarak telakki edilemeyeceği için kendisini tevkif ve kolorduca bunun için yardımda bulunulmasına halin ve vaziyetin katiyen müsait olmadığını arz ederim’  (7)

Mustafa Kemal Paşa Erzurum Kongresi sırasındaki bu olayları daima teşekkür ve minnet hisleri ile andı. Karabekir Paşa’nın bu davranışını o dönemde kendisine kuvvet ve cesareti veren en mühim hadise olduğunu anlattı. (8)
Mustafa Kemal Paşa ile Kâzım Karabekir Paşa arasındaki dostluk ve işbirliği Milli Mücadele süresince devam etti. Kâzım Karabekir Paşa’nın 17 Eylül 1919 da Mustafa Kemal Paşa’ya çektiği zata mahsus telgrafa,  Mustafa Kemal Paşa’nın verdiği cevapta dostluk ve yakınlaşmanın boyutu daha iyi anlaşılmaktadır.
Mustafa Kemal Paşa telgrafında Kâzım Karabekir Paşa’ya hitap ederken,
-“Muhterem Kardeşim, derin bir samimiyete dayandığından asla kuşku duymadığım kanıtlarınızı açık ve kardeşçe bir dille bildirmiş olmanız kardeşlik bağlarımızı pekiştirmiş ve yürekten sevindirmiştir’  (9) der.
Bu dönemde TBMM de ise Atatürk tarafından Kâzım Karabekir Paşa’nın kolladığını görüyoruz.

Örneğin, 22 Ocak 1921 tarihinde Meclis’in gizli oturumlarında Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey ve arkadaşları Kâzım Karabekir Paşa’yı önce Ermeni hareketi sırasında çok fazla kayıp verdiği, daha sonra da Komünizm’e taviz verdiği gerekçesi ile suçladılar.

Bunun doğra olmadığını belirten Atatürk, Karabekir Paşa’yı savunarak”… Hüseyin Avni Bey biraderimiz gayet mühim bir meseleye temas ettiler ki bunun hakkında hiçbir söz söylemek istemiyorum. Fakat kendileri temas ettiği için heyet-i ali’nizden zihinleri karışmış olanlar bulunabileceği için bir iki kelime ile izah etmek istiyorum.

Bir defa Kâzım Karabekir Paşa’yı içimizden tanıyanlar ve tanımayanlar vardır.
Paşa gayet zeki, ahlaklı, namuslu, fevkalade haluk, namuskâr bir adamdır. Bunların fevkinde hasletleri vardır ki ilk temasa geldiği vakit Hüseyin Avni Bey anlayamaz…” dedi. (10)

Milli Mücadele yıllarında Atatürk’ün, Karabekir Paşa’ya ne kadar önem verdiği o sırada Türkiye’ye sık sık gelen Fransız gazeteci M: Berthe George Gaulis’in 1924’de yayınladığı ve bizzat Atatürk’ten dinlediğini ifade ettiği yazıda şöyle ifade ediliyor.

-“Mustafa Kemal solumdaki masa komşusunu göstererek konuşmaya devam etti. Bu da bizim Kâzım Karabekir, Doğu Cephesi Komutanımız, Şöhretini duymuşsunuz dur…”
Bir ara İsmet Paşa’dan da bahseden Atatürk “ismet Paşa’nın ateşli milliyetçiliğini sadece Türkler değil, bütün Müslümanlar bilir. O hepimizin en iyi arkadaşıdır. En büyük dostu, Kâzım Karabekir Paşa ile benim.”

Dedikten soma Karabekir Paşa’dan bahsederken de

“-Erzurum’a gelmeden önce benimle temaslarında, bu iki kuvvetin Türk milletine saadet getireceklerine inanıyordum.  Bu inancından ötürü güvenim gayretim artmıştı. Milli hükümet kurulunca daha birçok kimseler kararsızlık içinde bocalarken Kâzım Karabekir Paşa, zekâsı, Cüreti ve askeri değeri sayesinde bütün engelleri aşmıştı.  Siyaset anlayışı, teşkilatlandırma kabiliyeti sayesinde bir ordu kurdu ve başına geçerek doğuya doğru ilerledi. Böylece bize Kars zaferini kazandırdı… Memleketin ücra köşesinde sağlam bir düzenin kurulduğunu müjdeledi. (11)
Milli Mücadele yıllarında Atatürk ve Karabekir Paşa arasında gelişen dostluğu, o dönemin yakın görgü tanığı ve iki Paşa’nın da dostu olan İsmet İnönü hatıralarında şöyle nakletmektedir.

-“Genç zabitlik devrinde birbirlerine uzaktan bakarlardı. Ama Atatürk üçüncü Ordu Komutanı iken İstanbul tarafından istifaya mecbur tutulduğu zaman Karabekir Paşa’nın kendisine gösterdiği tutumdan ve yakınlıktan son derece mütehassis ve minnettar olmuştu.

(Atatürk) bundan hep bahsederdi…

Atatürk ordu kumandanlığından istifa edip sivil olunca Karabekir onu Ordu Kumandanı iken nasıl bir hayat içinde yaşıyor’ idiyse o hayat içinde yaşattı.
Kendisi ordu kumandanı olduğu halde, ordusuna “Atatürk’ün emrindesiniz” diye emir verdi. Kendisi de Atatürk’ün emrindeymiş gibi ihtiram gösterdi. Ona hususi yaverler, vasıtalar. Otomobiller tahsis etti.

Ben Ankara’ya geldiğim zaman Atatürk, Karabekir’i çok meth etti bana. Müteşekkir olduğunu söyledi, “ Müstesna adammış ” dedi. (12)
Atatürk ve Karabekir Paşa Milli Mücadele yıllarında tam bağımsız milli egemenlik anlayışına dayalı Türkiye fikrinde beraber oldukları gibi çağdaş ve laik Türkiye fikrinde de beraberdirler.

Bu konuda Atatürk’ün fikirleri herkes tarafından bilinmektedir. Kâzım Karabekir Paşa da Laikliğe ve çağdaşlaşmaya karşı hareketleri “milli tarihimizi lekeleyen milli bünyemize acı veren olaylar” olarak tanımlar. (13)
Bir ara kendisinin de “İrtica” ile suçlanarak cahil ve tutucu insanların peşinde gidiyormuş gibi gösterilmesi üzerine 4. 4. 1939 tarihinde C. H. P grubunda yaptığı bir konuşmada
-“Bu memlekette irtica varmış… Böyle şey yok. Çıkarsa önce biz kafasını ezeceğiz” (14) diyerek bu husustaki fikirlerini açıkça ortaya koydu. Panislavizm, Pantürkizm ve Komünizm gibi düşüncelere şiddetle karşı çıktı.
Devam edecek…

MERAKLISI İÇİN AŞAĞIDA KAZIM KARABEKİR  PAŞA’NIN YAKILAN KİTAPLARI İLE İLGİLİ BİLGİ VERİLMEKTEDİR.

Kaynaklar:

(1)  Karabekir, s. 65-67, Baranseli, s.14
(2)  Karabekir, İstiklal Harbimizin esasları, s.69. 69-70; Rauf Orbay’ın hatıralarına göre o sırada Mustafa Kemal henüz Anadolu’ya geçme kararı vermemiştir.  Orbay Rauf, Cehennem Değirmeni, c. 1, İstanbul 1993, s.231; Karabekir Paşa’da, “Paşaların hesaplaşması” adındaki eserinde Mustafa Kemal Paşa’yı  Anadolu’ya geçmeye kendisinin ikna ettiğini yazar.
(3)  Askeri Tarih Belgeleri Dergisi, Sayı, 79, yıl 30 Mayıs 1981, s. 8-9
(4)-‘İstifa Mektubu için bak. Arşiv Belgeleri, s. 55-56 ve 164-165.; Mektuptan kısa bir alıntı için bak. Göyünç  Nejat, Atatürk ve Milli Mücadele, 2. Bs, Konya 1987, s. 88, Karabekir, Istiklal Harbimiz, s. 62-64.
(5)  Haz. Selek Salahattin, Ulusal Kurtuluş Savaşı, C, I, 1970, s.218-219; Karabekir, İstiklal Harbimiz, s. 62-64.
(6)Baranseli, s.16; Selek, 218-219
(7) Tam metin için bak; Yay. Haz; T.C Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Atatürk Özel arşivinden seçmeler, (Kültür Bakanlığı, yay,) Ankara 1981, s.99-101; Karabekir, İstiklal Harbimiz, s.92-93; Ayrıca bak, Kandemir Feridun, Mustafa Kemal ( Arkadaşları ve karşısındakiler) İstanbul, 1964, s. 101-103; Sertoğlu Mithat, “Erzurum Kongresi Sırasında Mustafa Kemal Paşa’nın Tevkifi için verilen emre Kazım Karabekir’in Verdiği Tarihi Cevap, “Hayat Tarihi Mecmuası, C. I, Sayı, 6 Haziran 1977, s.8-13
(8) Selek, s. 219; Aydemir, Şevket Süreyya, Tek Adam. C. II, Ankara 1985, s. 335
(9)“ Atatürk, Nutuk, 1938. Bs. S. 116-117; Ayrıca bak. Seyfettin Turhan- Güney Haşmetoğlu, Atatürk Olaylar Ansiklopedisi, İstanbul 1986, s. 182.
(10) Yay. Türkiye İş Bankası, TBMM Gizli Celse Zabitleri, C. l, Ankara 1985, s. 335.
(11)  Nakleden Naşıt Uluğ, “Milli Mücadele de Türk Fransız Münasebetleri 2, Atatürk’ün Temasları”. Hayat Tarihi Mecmuası, Sayı 10,1 Kasım 1972, s. 28-29.
(12) ‘ Haz. Abdi ipekçi, İnönü Atatürk’ü Anlatıyor, İstanbul 1968, s. 23.
(13) B. Karabekir, İstiklal Harbimizin Esasları, s. 63,
(14) Karabekir, Paşaların. Kavgası – İnkılâp Hareketlerimiz, Yayına Haz. , Prof. Faruk özerengin, 3. Bs. İstanbul l994.S.51.
Birinci yazı kaynakları;
–(Daha geniş bilgi için bakınız) Atatürk ve Kâzım Karabekir Paşa, Bir Dostluğun Dargınlığa Dönüşmesi “ Dr. Yaşar SEMİZ
-Kazım Karabekir, “Paşaların kavgası”
-İlgar İhsan, “Mustafa Kemal’in Çankaya arşivindeki mektubu”, Yıllar Boyu Tarih, Sayı 12, Aralık 1981, s. 22-23
-Karabekir Kazım, İstiklal Harbimizin esasları, İstanbul 1981, s.63
-Karabekir, s.64; Hz, Baranseli Z. Mahir, Doğunun Kurtarıcısı Kazım Karabekir, Heykelini Yaptırma ve Yaşatma Derneği yayınları No;1 s. 12-13
Karabekir Paşa’nın kitapları neden yakıldı? 

“…Karabekir, hem gazetelerin artık mektuplarını yayınlamaması hem de tartışmalar esnasında kendisiyle istihza edilip “şarkılı beste” yazacağına esaslı şeyler yazmasının salık verilmesi üzerine Feridun Kandemir’i davetle hatıratını tertipleyip yazması için kendisine yardımcı olmasını talep etmiştir.
Hatıratın Sinan Matbaası’ndaki işlerinin bitip dağıtıma verileceği 27 Mayıs 1933 tarihinde Sinan Bey, İstanbul CHP İl Teşkilatı’na mensup biri tanıdığı, biri tanımadığı İki kişi tarafından zorla bir taksiye bindirilir ve Kel Ali’nin Pangaltı’daki evine götürülür.

Kendisiyle konuşmayı Kel Ali değil, Kılıç Ali yapar. Kılıç Ali, eserin muzır olduğunu, “Gazi’ye karşı yazıldığını” söyler. Sinan Bey, böyle bir durum olmadığını, buna ancak müdde-i umumiliğin karar verebileceğini söylerse de muhatap olduğu kişilerin kimlik ve kişiliklerinden de bigâne olmadığından matbaadaki tüm kitapları teslim etmeyi kabul eder.

Bunun üzerine Kılıç Ali, Sinan Bey’i yan odaya götürür. Odada Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi Kazım Bey ve Sinop mebusu silahşor Recep Zühtü ile Cevdet Kerim İncedayı vardır. Sinan Bey, kitapları teslim edeceğini bu şahıslara da söyler; bilahare Recep Zühtü yanında iki CHP memuruyla matbaaya gelir.
Matbaada beş adet kitabın Feridun Kandemir vasıtasıyla Karabekir’e verildiğinin öğrenilmesiyle devlet erkânında dalga dalga etkisi görülecek tedirginlik başlamış olur.

Karabekir’in kendisinde olan ve talep edilen 5 nüshayı eşinin yaktığını söylemesi üzerine Kandemir, resmî bir muamele olmaksızın İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne davet ve tevkif edilir.

Kendisinden hile ile Karabekir’deki bu beş nüshayı temin etmesi talep olunur. Bu iş için sadece İstanbul Emniyet müdürü değil, Emniyet Genel müdürü de devreye girer. Karabekir’deki 5 nüshanın bulunması için Emniyet Umum Müdürü Tevfik Hadi Bey’i sıkıştıranların başında da Dâhiliye vekili Şükrü Kaya bulunmaktadır.

Tevfik Hadi Bey, vazifesine devam edebilmesinin bu beş nüshanın bulunmasına bağlı olduğunu söylemektedir. 

İstanbul Emniyet Müdürü Fehmi Bey ise Kandemir’i evvela dayakla tehdit etmiş, sonra da onun vatanperver olmadığını söylemiş, Kandemir de bağırarak “Bana herkes vatanperverlik dersi verebilir. Yalnız, Millî Mücadelede ben Konya’da kurtuluş davası uğrunda kellemi koltuğumun altına alarak canla başka çalışırken,  [İstanbul Hükûmeti’nin sadık bir polis müdürü olarak] düşman kuvvetleriyle gelip matbaamı basan bu polis müdürü asla!” diye cevap vermiştir. (Feridun Kandemir, Kazım Karabekir’in Yakılan Hatıraları Meselesinin içyüzü, İstanbul: Ercan Matbaası/Yakın Tarihimiz Yayınları, 1964, s. 107.)

4 Haziran 1933’te de Polis Müdürü Fehmi, 100 civarında polisle başlattığı operasyonda sabaha karşı Karabekir’in evini sarmış, Erenköy civarındaki tüm yolları tutmuş, sabah 4.30’da da köşke girmiştir. Dört buçuk saat süren evrak aramasında Karabekir’in tüm not ve vesikalarına el konulur. Aynı zamanda kapatılan TCF mebusları ve Millî Mücadele’nin mühim şahsiyetleri Trakya mücadelesinin kahramanı Cafer Tayyar Paşa ile Büyük Taarruz’da Trikopis’i esir eden emekli Kurmay Albay Halit Akmansü’nün de evlerinde aramalar yapılmıştır.
Karabekir, kitaplarının gayrîkanunî şekilde toplatılması sebebiyle hem savcılığa, hem hükümete hem de meclise müracaat etmiş, kendisine kamu davasını icap ettirecek bir hadise olmadığından bahisle şahsî dava için mahkemeye müracaat etmesi gerektiği söylenmiş, o da tam mahkemeye müracaat edeceği 4 Haziran 1933’te talan edilircesine köşkünün basılması üzerine bu yeni durum sebebiyle İstanbul Müdde-i Umumîliğine başvurmuştur.

Feridun Kandemir ise emniyet tarafından takibe alınmıştır. Bir müddet sonra Başvekil İsmet Paşa, yaşanan hadiseler sebebiyle Karabekir’den özür dilemiş, İstanbul valisine de Kandemir’in takibinden vazgeçilmesi emrini vermiştir.  (Kandemir, Kazım Karabekir’in Yakılan Hatıraları I Meselesinin İçyüzü, s. 8-155.)

Kitap toplattırma ve yakma işinde Başvekil İsmet İnönü, Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya, TBMM Reisi Kazım Bey, mebuslar Kel Ali, Kılıç Ali, Recep Zühtü ve Cevdet Kerim İncedayı’nın, köşkün baskını işinde de Başvekil ve Dâhiliye Vekilinin dahlinin olduğu dikkate alınırsa, bu işlerde Mustafa Kemal’in haberinin ve emrinin olmadığı iddiası, aslında tezkiye gayesi istihdaf edilirken onu tahfif neticesini doğuran bir mazerettir.

Her ne kadar Kel Ali ve Kılıç Ali’nin organize ettiği kitap toplatma ve yakma işini, Cumhuriyet devrinin meşhur komitacılarının kendi karar ve icraları olarak ad ve telakki etsek bile baskın işinin – İstanbul Emniyet Müdürü Emniyet Umum Müdürüne. Umum Müdür Dâhiliye Vekiline, Dâhiliye Vekili Başvekile bağlı olduğundan- meratib-i silsile dâhilinde, hiyerarşik bir düzen içinde cereyan ettiğini, bu işte Reis-i Cumhur’un talimatının değilse bile muvafakatinin ya da en azından haberinin olduğunu, bundan dolayı da Karabekir’in hatıratının ve hatıratta münderiç vesikaların sahihliğinden ve hakikiliğinden endişeye düşüldüğünü kabul etmek mantıklı olacaktır.

Tek-Parti döneminin ve tevkif lerin en büyük kötülüklerinde biri de, muhaliflerin kimi çok kıymetli evraklarını yok etmelerine verdiği sebebiyet ti. Dadaylı Halit Akmansü’nün Kazım Karabekir’in toplatılan ve yakılan kitabı vesilesiyle göz altına alınması üzerine Halit Bey’in eşi, korkudan Kazım Karabekir’ e ait bir evrakı yok etmiştir. (Ziya Göğem, Dadaylı Halit Akmansü, Cilt 2, İstanbul: Halk Basımevi, 1956, s. 336.)

Meraklıları konu hakkında daha detaylı bilgi için (Kitabın yakılması ile ilgili bilgilerin alındığı) :  
İsmail Küçükkılıç’ın, “Jön Türklük ve Kemalizm kıskacında ittihatçılık”,  Ötüken yayınları, İstanbul-Mart 2016,  eserine bakabilirler.


***

Atatürk ve Kazım Karabekir Paşa Dargınlığın Perde Arkası, BÖLÜM 1


Atatürk ve Kazım Karabekir Paşa Dargınlığın Perde Arkası, BÖLÜM 1



Ekim 11, 2011

Yazdırılan değil.., Yaşanılan Kurtuluş Savaşı nasıl başladı? 

1918’de Büyük dere açıklarında, İstanbul’u işgal eden İngiliz ve Fransız gemilerinde bayrakların göndere çekildiğini görünce dayanamayarak , “ Tek dağ başı mezar oluncaya kadar düşmanla mücadele ederek istiklalimizi kurmaya vicdanıma karşı ahd ettim. Ya istiklal ya ölüm…” (1)
……
John ve Tom iki sıcak arkadaştır. İkisi de gangsterdir. Bütün vurgunlarını birlikte yapmış, bir gün bile birbirlerine dargın kalmamışlardır….
Günün birinde bir trende altın taşınacağını haber alırlar. Planlarını yaparlar; treni soyacaklardır. Nitekim tasarladıklarını bir bir gerçekleştirirler, her şey saat gibi işler, fakat hiç umulmayan bir şey olur ve trende altınları koruyan muhafızlardan biri, altınları alıp kaçan Tom’a ateş eder, Tom vurulmaz ama atı vurulur; John hemen yetişip arkadaşını atının terkisine alır ve sapa yollardan kaybolurlar….
Bir düzlükte yemeklerini yerler. Yemekten sonra altınları atının terkisinde taşıyan John, Tom’a dönüp;

-“Niçin altınları bölüşmüyoruz?” Diye sorar.

Olmaz ama ya trendeki terslik gibi bir terslikle karşılaşır ve birbirimizden ayrılmak zorunda kalırsak, niçin hakkımız kaybolsun! Bölüşelim, ikimiz de kendi paralarımızın sorumluluğunu taşıyalım.

İyi yürekli John’un bu fikri, Tom’un gözlerini yaşartır. Bu ne vefakâr arkadaşlıktır! Altını ortaya dökerler, John, Tom’a;
-“Sen say ve paralarımızı ayır” der.

Tom saymaya başlar…. Bir sana bir bana; bir sana bir bana…  Altın yığını küçüle küçüle yok olacağı sırada, Tom, alnına soğuk bir şeyin dayandığını hisseder.
Bir de bakar ki john, silahını alnına dayamıştır! 

Önce şaşırır, şaka sanır, güler;
-“Bu nasıl şaka?” der gibi bakar…

Fakat John’un yüzünde acımalı bir katılık vardır. Ağır bir sesle konuşur;
– Biliyorsun, der; seninle bunca yıllık arkadaşız. Bugüne kadar birbirimizi incitmedik. Seni çok severim. Senden daha iyisi şöyle dursun, senin gibi bir arkadaşı ömrümün sonuna kadar bulamayacağımı çok iyi biliyorum.  Ama ne yapayım? Kör talih! Görüyorsun, buraya gelinceye kadar atım Bolivar, ne hale geldi! Yine yola birlikte çıkmak isterdim ama, görüyorsun;
-Bolivar iki kişiyi çekemez.(2)

*    *   *

“Milli Mücadele’nin iki büyük kahramanı, Mustafa Kemal ve Kâzım Karabekir Paşa, yakın dönem Türk tarihinin en zor zamanlarında büyük bir başarıya ve dostluğa imza attılar. Bu başarı ve dostluğun menşei II. Meşrutiyet dönemine kadar geri gider.

Mustafa Kemal (Atatürk) 31 Mart vak’ası üzerine İstanbul’a yürüyen Hareket Ordusu’nun Yeşilköy’de duraklaması sırasında Rauf Orbay, Kâzım Karabekir, Selahattin Adil gibi sonradan birlikte çalışma imkânı bulduğu aydınlarla tanıştı.
Tanışıklık Birinci Dünya Savaşı’nın hazırlıkları sırasında dostluğa dönüştü. O sırada Kâzım Karabekir, Harbiye Nezareti İkinci Şube Müdür Yardımcılığı görevine atanmıştı.

Bu dönemde Mustafa Kemal (Atatürk)ün Kâzım Karabekir’e yazmış olduğu mektup bu dostluğu ortaya koymaktır.

Mektup Mustafa Kemal’in İkinci Şube Müdürlüğüne daha önce yazmış olduğu bir yazının yanlış anlaşıldığını dostça bir uyarı ile bildiren Kâzım Karabekir’in mektubuna cevap ve yanlış anlaşılmanın izahı doğrultusunda olup şöyle başlamaktadır.

– “Kardeşim Kâzım Karabekir Bey, Mektubunuzu aldım. İkinci Şube Müdür Muavinliğine atanmamızdan gerek size ve gerekse orduyu tebrike layık görürüm. Mektubunuzdan, bildirdiğiniz içten yakınlıktan pek sevindim.
Son olarak yazdığım bir iki yazımın müdür beyleri pek kızdırmış olduğunu bildirerek beni uyarmış olmanıza da teşekkür borçluyum…
– Şurasını da ilave edeyim ki, değil böyle görev yolunda ve hatta her çeşit davranışta kişisel onurunu korumada fedakârlıktan çekinmeyeceğim için siz kardeşimden yardım görmeseydim dahi bu hususta bu yönden ben savunmamı sürdüreceğime şüphe buyurmayacağınızı sanırım.

– Ama orduya hizmet ve bu suretle vatanın iyiliğine dönük olacak çalışmaya katılmaktır. Yüksek saygılarımın iyi kabulünü rica eder ve gözlerinizden öperim.” (3)

Atatürk ve Kâzım Karabekir Paşa arasındaki dostluk I. Dünya Savaşı yılları ve sonrasında da pekişerek devam etti. Gerek Atatürk ve gerekse Kâzım Karabekir Paşa I. Dünya Savaşı öncesinde Alman subaylarının etkisi altındaki Enver Paşa ve arkadaşlarının ısrarla savaşa girme arzularına karış çıktılar. Ancak başaramadılar.

Bunun üzerine her iki komutan, I. Dünya Savaşı’nda, çeşitli cephelerde görev alarak vatana faydalı olmanın uğraşı içerisine girdiler. Bu gaye ile Kâzım Karabekir, İran, Irak ve Kafkasya cephelerinde görev aldı.
I. Dünya Savaşı’nın sonunda Rus ve Ermeni mezâlimine maruz kalan Doğu vilayetlerinin yanı sıra, Rusların elinde Bulunan Kars ve Gümrü’yü kurtaran muzaffer bir komutan unvanını aldı. Ancak mütârekenin imzalanmasından sonra Tebriz’de bulunan kolordu karargâhının lağv edilmesi üzerine İstanbul’a dönmeye karar verdi.
Gelirken Batum depolarındaki birçok sahra Japon topu ve mermisini Reşit Paşa Vapuru ile Trabzon’a getirdi. (4)
Paşanın bu davranışı daha sonra başlatılacak Milli mücadelenin ilk adımlarından biri oldu.
28 Kasım 1918’de de İstanbul’a geldi. Büyükdere açıklarında, İstanbul’u işgal eden İngiliz ve Fransız gemilerinde bayrakların göndere çekildiğini görünce dayanamayarak,
-“Tek dağ başı mezar oluncaya kadar düşmanla mücadele ederek istiklalimizi kurmaya vicdanıma karşı ahd ettim. Ya istiklal ya ölüm” (5)   diyerek kendi kendisine haykırdı.  (6)
Devam edecek…
(1-6) “Atatürk ve Kâzım Karabekir Paşa, Bir Dostluğun Dargınlığa Dönüşmesi “ Dr. Yaşar SEMİZ
(2)Hikaye, Kazım Karabekir Paşa’nın, “Paşaların kavgası” kitabından alınmıştır.
(3) İlgar İhsan, “Mustafa Kemal’in Çankaya arşivindeki mektubu”, Yıllar Boyu Tarih, Sayı 12, Aralık 1981, s. 22-23
(4) Karabekir Kazım, İstiklal Harbimizin esasları, İstanbul 1981, s.63
(5) Karabekir, s.64; Hz, Baranseli Z. Mahir, Doğunun Kurtarıcısı Kazım Karabekir, Heykelini Yaptırma ve Yaşatma Derneği yayınları No;1 s. 12-13








****


31 Ocak 2016 Pazar

Sarıkamış Faciası'ndaki Şehitler ERMENİSTAN - RUS İŞBİRLİĞİ



Sarıkamış Faciası'ndaki Şehitler  ERMENİSTAN - RUS İŞBİRLİĞİ


'Sarıkamış Faciası'nın bugüne kadar karanlıkta kalan sayfaları 93 yıl geçtikten sonra, 3 yıllık bir çalışma sonrasında gün yüzüne çıkartıldı.
Posta'nın özel haberi...

1914'te Sarıkamış'ta donarak şehit olan 90 bin askere kışlık giysi, erzak ve mühimmat götürmek için İstanbul'dan Trabzon'a doğru yola çıkan, içinde 3 bin de asker bulunan 3 gemiyi Ruslar 7 Kasım'da Karadeniz'de batırır. Enver Paşa'nın emriyle kayıtlara geçirilmeyen bu faciayı Prof. Dr. Bingür Sönmez ortaya çıkardı. ‘Sarıkamış'ın Deniz Şehitleri' 93 yıl sonra dün ilk kez törenle anıldı.

3 yıl süren bir araştırmayla bulundu

‘Sarıkamış Dayanışma Derneği'nin kurucusu ve başkanı Prof. Bingür Sönmez 3 yıllık bir araştırma sonunda ‘Sarıkamış Faciası'yla ilgili tarihçileri bile şoke eden belgelere ulaştı: Dönemin Genelkurmay Başkanı Enver Paşa, Donanma Komutanı'na bile haber vermeden Sarıkamış'taki askerlere kışlık üniforma, erzak, mühimmat yollamak için sivil yük gemileri Bezm-i Alem, Bahr-i Ahmer ve Mithad Paşa'yı İstanbul'dan 6 Kasım 1914'te yola çıkardı. Gemilerde Sarıkamış'ta savaşacak 3 bin de asker vardı.

Bundan böyle her yıl anılacaklar

Gemiler Trabzon'a yanaşacak malzeme ve 3 bin asker karadan Sarıkamış'a gidecekti. Enver Paşa yine büyük hata yapmış bu sivil gemileri koruması için Donanma'dan yardım istememişti. 3 gemiyi Karadeniz Ereğli açığında 7 Kasım 1914 saat 7.45'te Ruslar tesadüfen gördü ve batırdı. Facia Enver Paşa'nın emriyle kayıtlara geçmedi, basına duyurulmadı. Prof. Dr. Bingür Sönmez'in sayesinde Sarıkamış'ın unutulmuş deniz şehitleri 93 yıl sonra dün Karadeniz Ereğli'de ilk kez anıldı. 16. sayfada



TARİHİN SEYRİ DEĞİŞTİ


1914'te başlayan Birinci Dünya Savaşı'nda, Osmanlı İmparatorluğu Rusya'ya karşı savaşmıştı. Osmanlı ordusu bu savaşın en ağır mağlubiyetlerinden birini Kafkas Cephesi'nde Sarıkamış'ta almıştı. Tarihe ‘Sarıkamış Faciası' olarak geçen olayda dönemin Genelkurmay Başkanı Enver Paşa'nın emri ile bölgeye yazlık üniforma ve ayaklarında çarıklarıyla gönderilen 90 bin askerimiz kara kışın aniden bastırmasıyla Allahuekber Dağları'nda donup şehit olmuştu

1914'te 90 bin askerimizin donarak şehit olduğu ‘Sarıkamış Faciası' ile ilgili bugüne kadar hiç bilinmeyen bir gerçeği Prof. Dr. Bingür Sönmez ortaya çıkardı. İstanbul'dan Trabzon'a doğru yola çıkan, Sarıkamış'taki askerlere erzak ve kışlık üniforma götüren 3 gemiyi Ruslar Karadeniz'de batırmış. Bu olay ‘Sarıkamış Faciası'na neden olduğu gibi Enver Paşa'nın da sonunu hazırlamış




Rusya'da isyan çıkaracak ajanlar da gemideydi


Dedelerini ‘Sarıkamış Faciası' ve sonrasında yitirmiş olan dünyaca ünlü Kalp ve Damar Cerrahı Prof. Dr. Bingür Sönmez bu olayın unutulmaması için ‘Sarıkamış Dayanışma Derneği'nin kurulmasına öncülük etti ve başkanlığını üstlendi. Prof. Bingür Sönmez ‘Sarıkamış Faciası'yla ilgili olarak araştırmalarını sürdürürken tarihçileri bile şoke eden bir belgeye ulaştı: Dönemin Genelkurmay Başkanı Enver Paşa silah arkadaşlarının itirazlarına rağmen yaklaşan kara kışı hesaba katmadan Ruslarla savaşmak için Kafkas Cephesi'ne 100 binden fazla asker gönderme kararı almıştı. Askerler gönderildikten hemen sonra kış bastırdı. Üniformaları hava şartlarına uygun olmayan askerler daha savaş başlamadan Sarıkamış'ta şehit düşüyordu. Enver Paşa verdiği kararın nelere mal olacağını fark etti. Donanma Komutanı'na bile haber vermeden Sarıkamış'taki askerlere kışlık üniforma ve erzak göndermek için 3 yük gemisi hazırlattı. Enver Paşa'nın planına göre içinde 3 bin asker, 3 keşif uçağı, Teşkilatı Mahsusa (o yıllardaki istihbarat teşkilatı) tarafından Kafkasya'daki Türkleri örgütleyerek Rusya'ya karşı isyan çıkartmak amacıyla eğitilmiş ajanlar, cephedeki askere dağıtılacak kışlık kıyafet ve erzak bulunan Bezm-i Alem, Bahr-i Ahmer, Mithad Paşa isimli sivil 3 dev yük gemisi İstanbul'dan yola çıkarak Karadeniz üzerinden Trabzon Limanı'na ulaşacaktı. Gemilerle Trabzon Limanı'na varan askerler, ajanlar ve malzemeler karayolu ile çok hızlı bir biçimde Erzurum'a oradan da Sarıkamış'a ulaştırılacaktı.



Üç Yük Gemisine Eşlik eden yoktu
Fakat Enver Paşa yine büyük bir hata yapmıştı! Donanma'nın kuralları gereği askeri personel taşıyan yük gemilerine olası düşman saldırısına karşı mutlaka bir, hatta birkaç savaş gemisi eşlik ederdi. Ancak Enver Paşa'nın ani kararıyla 6 Kasım 1914'te İstanbul Boğazı'ndan demir alan bu 3 kuru yük gemisine hiçbir savaş gemisi koruma yapmıyordu. Söz konusu 3 gemi Zonguldak açıklarına geldiklerinde karşılarında dev gibi Rus savaş gemilerini buldu. Ruslar Zonguldak'taki kömür madenlerini bombalamış, üslerine dönüyorlardı. Ruslar kucaklarına düşen bu 3 yük gemisine Kandilli-Ereğli açıklarında ateş açtı. 7 Kasım 1914 sabahı saat 7.45'te 3 yük gemimiz içindeki 3 bin asker ve Sarıkamış'a götürülen malzemelerle birlikte çok kısa süre içinde denize gömüldü.

Enver Paşa gözden düştü Mustafa Kemal yükseldi



Olay Enver Paşa yönetimince örtbas edildi. Bütün askeri kayıtlar silindi ve basına sansür konuldu. Bu tarihi gerçeği 93 yıl sonra ortaya çıkaran Prof. Dr. Bingür Sönmez 3 yıldır yaptığı çalışmaları şöyle anlattı: "Batan gemilerden yüzerek kurtulan ve Ruslar tarafından esir alınan 175 askerimiz vardı. Fakat onların konuşması da bir şekilde Enver Paşa yönetimince engellenmiş. Elde ettiğim bilgilere gemicilik konusunda yapılan yayınlar aracılığıyla ulaştım. Denize çıkmış bütün gemilerin şecereleri tutulur. Hangi gemi nerede yapıldı, ne zaman denize çıktı, akıbeti ne oldu hepsi kayıtlıdır. 3 yıl önce bendeki bilgileri o dönem Kuzey Deniz Saha Komutanı olan bugünkü Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Metin Ataç'a anlattım.  Çok heyecanlandı. Ordunun elindeki kaynakları seferber etti. İstanbul Beşiktaş'taki Deniz Müzesi'ndeki bazı bilgilerle benim elimdekini karşılaştırınca gördük ki olay yüzde yüz doğru. Bu 3 yük gemisi batırılmasaydı tarihimiz çok farklı yazılabilirdi. Çünkü gemilerdeki malzemeler Sarıkamış'a ulaşsaydı facia büyük ümitle yaşanmayacaktı. Ya da daha hafif atlatılacaktı. Buna bağlı olarak da döneminin yıldızı Enver Paşa çöküşe geçmeyecekti. Bu da Enver Paşa'nın en büyük rakibi Mustafa Kemal'in yükselişini engelleyebilirdi. Dolayısıyla tarih tahmin edemediğimiz bir biçimde yazılabilirdi." Bu şehitler bundan böyle her yıl anılacak.

Denize Çelenk Bırakıldı

Prof. Dr. Bingür Sönmez'in araştırmasıyla ortaya çıkarılan ‘Sarıkamış Deniz Şehitleri' tarihte ilk kez dün anıldı. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı yetkilileri ve Sarıkamış Dayanışma Derneği Başkanı Prof. Dr. Bingür Sönmez'in de katıldığı tören dün sabah Karadeniz Ereğli açıklarında yapıldı. Bezm-i Alem, Bahr-i Ahmer, Mithad Paşa gemilerinin battığı yere çelenkler bırakıldı.




..