Rauf Tamer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Rauf Tamer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Kasım 2017 Pazar

ASIL SORU..& ASIL SORUN.. İKİ KÖŞE YAZARIMIZDAN 2 GÜZEL YAZI

ASIL SORU..&  ASIL SORUN.. İKİ KÖŞE YAZARIMIZDAN 2 GÜZEL YAZI


Asıl Soru...


Rauf Tamer
rauftamer@posta.com.tr
2 Temmuz 2017


Almanya’da yabancı düşmanlığının ve ırkçılığın prim yapıp yapmadığını, Eylül seçimlerinde göreceğiz.

Prim yapmışsa bile, yabancı düşmanlığına sığınmış bir milli irade’nin neresi millidir, ona bakacağız.

***
Türkiye’ye takındıkları tavır, ne demokratlığa sığar, ne Avrupalılığa sığar, ne de insanlığa.

-Muasır medeniyetmiş.

Haydi oradan.

1939’ların kafası bu.

***
Buraya soktukları ajanlar ne işe yarar?

Hiç değilse Türk kamuoyunun nabzını tutup bir anket yapsalar bari. Türk Milleti, Almanya hakkında ne düşünüyor, bir öğrenseler.

Aynı şeyi Amerikalılar da yapsalar keşke...

Obama’dan kalan enkaz’ın, süper devleti nasıl itibarsızlaştırdığını görseler.

-Sadece Türkiye’de mi?

Hayır. Her ülkede.

***

Almanya Dışişleri Bakanı Bay Gabriel, demiş ki:

(hangi dağda kurt öldüyse)

- 15 Temmuz’da yanlış yaptık.

Sanki 15 Temmuz’dan sonraki dönemde doğru yapmışlar gibi...

15 Temmuz, 16, 17, 37, 47 Temmuz.

Hangisi doğru ki?

Bay Gabriel, 15 Temmuz’da kalmış.

-Yanlış yaptık diyor.

Sanki bilmediğimiz bir şey.

Yahu, asıl soru şu:

-Bunu neden yaptınız?

Sadede gelelim.

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/rauf-tamer/asil-soru-40506694

****


ASIL SORU.., 



SONER YALÇIN
2 Ocak 2014 


Başbakan Erdoğan'ın sağ kolu/danışmanı Yalçın Akdoğan dedi ki: “O Cemaat Ordu'ya kumpas kurdu.”
Bunun üzerine Ergenekon-Balyoz davaları tekrar konuşulup tartışılmaya başlandı.

Fakat…

Daha önce yazdım; hep “Nasıl” sorusu odaklı tartışıyoruz:

“O Cemaat Ordu'ya nasıl kumpas kurdu?”

Soru bu olmamalıdır.

Asıl sorulması gereken

“Neden” sorusudur.

Yani şunu soracağız:

“O Cemaat Ordu'ya neden kumpas kurdu?”

Soru bu dur…

Polisin gözünden kaçmıyor!
– “Askeri vesayet…”
– “Darbecilik…”
– “Cuntacılık…”

Bunlar “neden” sorusunun yanıtı olabilir mi?
Bilginin ilk aşaması insanın kendisini bilmesidir.
Biz Çocuk muyuz?
Biz Cahil miyiz?

Türkiye'nin 12 Gemilik ilk milli harp gemisi “ MİLGEM ”i projelendiren mühendislerin hapse atılmasıyla “ Askeri vesayetin ” ne ilgisi olabilir?
GATA'da şizofreniye çare ilacı geliştiren bilim adamlarının hakim karşısına çıkarılmalarıyla “ Darbeciliğin ” ne ilgisi olabilir?

Deniz Kuvvetleri personeli tarafından geliştirilen Gemi Entegre Savaş İdare Sistemi Projesi (GENESİS)'in “cuntacılıkla” ne ilgisi olabilir?
Savaş Sistemleri, Hava Savunma Sistemleri, Yönetim Bilgi Sistemleri, Simülasyon ve Eğitim Sistemleri, Güvenlik Sistemleri ve Enerji Yönetim Sistemleri alanlarında çalışmalar yapan HAVELSAN'ın; Balyoz ile Ergenekon ile ne ilgisi olabilir?

Sadece subayları değil; bu projeleri hayata geçiren bilim adamlarını, mühendislerini de cezaevine attılar.

Bir Ordu'da 400 Casus olur mu? (Türkiye'nin Soğuk savaş boyunca yakaladığı ve yargı önüne çıkardığı casus sayısı; 1944 yılından 1991'e kadar sadece 132
kişi. Bunlardan 18'i de Beraat etti.)

Düşününüz; bu 400 casus; tüm askeri istihbaratın; MİT'in Gözünden kaçıyor; Kontrespiyonaj ilgi alanına girmemesine rağmen polisin gözünden kaçmıyor!

Breh… Breh… Breh…

Bir Ordu'nun hepsi fuhuşçu olur mu?

Peygamber Ocağı'na bu kara Lekeyi de çaldılar. Pırıl pırıl Subayları yalanlarla zindanlara doldurdu lar.
Kumpas büyük…

Bu nedenle:

Yanıtını aradığımız “ Nasıl kumpas kuruldu ” Sorusu değil ; “Neden kumpas Kuruldu ” sorusudur.
Çırpınırdı Karadeniz
Bakıp Türk'ün bayrağına,
Peki…

Subayları, bilim adamları, mühendisleri hapse atınca ne oldu?

Sadece Deniz Kuvvetleri'nin, Karadeniz'de küresel güçleri neden Rahatsız ettiğine

Örnekler vereyim:

– SİZ, Rusya'nın Yumuşak karnı olan Karadeniz'e yönelik NATO'nun Attığı adımları engelleyen TSK ile, NATO'nun birçok kez ters düştüğünü biliyormuydu nuz?
– SİZ, Rusya-Gürcistan Savaşı'nda ABD'nin Karadeniz'e bir hastane gemisi sokmaya çalıştığını, Montrö Anlaşması'nı delecek bu girişime Genelkurmay'ın izin vermediğini biliyor muydu nuz?

– SİZ, Karadeniz ülkelerinin donanmalarından oluşacak, Karadeniz Çağrı Gücü (BLACKSEAFOR) kurma girişiminin ABD'de rahatsızlık yarattığını biliyormuydu nuz?

– SİZ, subaylar hapse atılınca NATO'nun Karadeniz'e dizginsiz girdiğini ve bu du rumun Türkiye-Rusya ilişkilerini gerginleştirdiğini biliyor musunuz?

– SİZ, Türkiye'nin ilk milli gemisi olan TCG Heybeliada'nın yüzde 60 milli katkı payı ile Deniz Kuvvetleri'nin İstanbul tersanesinde tamamlanıp donanmaya
teslim edilip Karadeniz'e açılmasıyla; Türkiye'nin kendi savaş gemisini yapabilen 14 ülke arasında yer aldığını biliyor muydu nuz?

– SİZ, TSK'nin başta Deniz Kuvvetleri olmak üzere hızla teknik altyapısının dış bağımlılıktan kurtarmak için projeleri hata geçirdiğini biliyor muydu nuz?
Sadece MİLGEM değil; radar, sonar, torpido ve güdümlü mermi gibi yüksek teknolojiyi gerektiren silah ve sistemleri üretim aşamasına gelmişti. Bugüne 
kadar ekonomi için bir yük olan savunma sanayi, Deniz Kuvvetleri için bir gelir kapısına dönüşüyordu. Artık bü yük ihracatçı oluyordu. Amerika'nın “sadece
bizden silah alabilirsiniz” dediği FMS soygunu artık son bulmak üzereydi.


Soner Yalçın: Asıl soru – Sözcü Gazetesi


Hepsini yazsam Sözcü gazetesinin sayfaları yetmez…
Peki, askerler zindanlara atıldıktan sonra hangi gelişmeler yaşandı?
AB: “Denizciler Saldırgan”

Bu soruya da Ege bölgesinden yanıt vereyim:

Deniz Kuvvetleri, Ege'de Yunanistan'la yaşanan ihtilaflarda hiç geri adım atmıyordu ve bu ABD ve NATO'da rahatsızlık yaratıyordu.

Öyle ki budurum, 2009 AB İlerleme Raporu'na yansıdı. Türk Denizciler “ Saldırgan ” olarak nitelendirildi.

Çünkü: Kıbrıs Rum Kesimi'nin ihtilaflı alanda doğalgaz aramasının engellenememesi üzerine, Türk askeri Kıb rıs'ın güneyinde atışlı tatbikat yapmıştı.

Fakat şimdi:

Rumlar, Türkiye ile KKTC'nin çıkarlarını yerle bir eden bölgede petrol ve doğalgaz zenginliklerini artık Türk donanmasının hiçbir engellemesiyle 
karşılaşmadan sömürüyor!

1996 yılından itibaren Kardak'ta tesis edilmiş devlet uygulamalarımız artık sulandı. Aynı du rum Kuşadası körfezindeki Bulamaç (Farmakonisi) ve Eşek
(Gaidoros) adacıkları için de geçerli. Bunların Yunanistan'a herhangi bir antlaşma ile devredilmediği açık. 2010 öncesi bu bölgelere destursuz giremeyen
Yunanistan, içinde bu lundu ğu zor ekonomik koşullara rağmen Türk donanmasına artık meydan okuyor!

Ve en acısı:

Türk Donanması ortada TBMM tezkeresi yokken Fransa ve İngiltere öncülüğünde Libya'da Girişilen acımasız enerji paylaşım savaşına en fazla sayıda gemiyle
katıldı.

Hangisini yazayım:

Resmi adı Güneydoğu Avrupa Tugayı (SEEBRIG) olan askeri gücün kontrolü artık Türkiye'de değil; ABD “komutayı” almayı başardı
İnsansız hava aracı üretim projesi (İHA) rafa kalktı.

Koyamadıkları Füze kalkanlarını/ Radarları Anadolu topraklarına dikmeye başladılar.

Sonuçta:

Dünyanın ekseni Doğu'ya kayarken Türk Ordusu'nu yok ettiler!

Evet:

“ Nasıl ”  Sorusuyla değil “ Neden ” Sorusuna odaklanmamız lazım.

http://www.sozcu.com.tr/2014/yazarlar/soner-yalcin/asil-soru-434430/


***

15 Mart 2017 Çarşamba

12 Eylül'de Sevinen KÖŞE yazarları bakın kimler,


12 Eylül'de Sevinen KÖŞE yazarları bakın kimler

" Kızdırırlarsa, Anayasaya ' Hayır ' demiş olmanın pek bir işe yaramayacak gururuyla 12 Eylül'de zil takıp oynamış olanların tek tek adlarını açıklarım; şaşar kalırsınız..."

      Akşam gazetesi yazarı Ali Saydam, 12 Eylül 1980 günü Türkiye'yi terketmek üzereyken darbe yüzünden kaldığını anlattığı yazısında ilginç bir ayrıntıya değindi. 

"Darbenin ardından kimle konuştuysam hayatından memnundu" diyen Saydam, herkesin ' Ordu Cumhuriyet'e ve vatana sahip çıktı!' diye düşündüğünü yazdı. Saydam eğer kızdırırlarsa 12 Eylül'de zil takıp oynayanların isimlerini açıklarım şaşarsınız derken şunları yazdı:

"Entelektüeli, aydını, işadamı, sanatçısı, sokaktaki sıradan vatandaşı mutabıktı: 'Vatan elden gidiyor!'...

Bugün ne hikmetse herkes bir başka havada... Kızdırırlarsa, anayasaya 'Hayır' demiş olmanın pek bir işe yaramayacak gururuyla 12 Eylül'de zil takıp oynamış olanların tek tek adlarını açıklarım; şaşar kalırsınız..."

KİM NE DEMİŞTİ?

Ali Saydam zil takıp oynayanların kim olduğunu açıklar mı bilinmez ama bianet'in geçen sene hazırladığı 12 Eylül'de ne demişlerdi? başlıklı dosya medyadaki isimlerin 31 yıl önce ne yazdıklarını gözler önüne seriyor. 

Metinleri yazar Mine Söğüt'ün derlediği Darbeli Kalemler / 27 Mayıs-12 Mart- 12 Eylül Askeri müdahalelerin ilk haftasında yazılan köşe yazılarından seçmeler kitabından aldık.

Refik Erduran: Serinkanlılıkla,

Başka ülkelerde yönetim olağanüstü bir yoldan el değiştirirken genelde kan akar. Bizde ise 12 Eylül 1980 yıllardır kansız geçen ilk gün oldu. Herkes kafasında dilediği yorumu ve soyut değerlendirmeyi yapabilir.
Ama bu so­mut durumun büyük çoğunluğa rahat bir soluk aldıracağı gerçeğini hesaba katmamak yanıltıcı sonuçlara götürür yorumcuyu. (Mercek, Milliyet /13 Eylül 1980)

Uğur Mumcu: Terörsüz Özgürlük,

Türk Silahlı Kuvvetleri, 27 Mayıs'ta da 12 Mart'ta da kalıcı bir askeri yönetim kurmak istemedi. Yeni yönetim de "özgürlükçü, demokratik, laik ve sosyal" nitelikli bir "sivil yönetim" kurma amacı taşıdığını ilan etti.
Şimdi hepimizin tek bir amacı olmalıdır. Çok yönlü kışkırtmaların kurt kapanlarına kapılmadan, terörsüz özgürlüğü, kansız demokrasiyi kurmak ve sivil yönetimi, sağlıklı yöntemleri ve kalıcı çözümleri ile yeniden oluşturmak...(Gözlem, Cumhuriyet/ 15 Eylül 1980)

Hasan Pulur: İflas Masasında bir kadro

Orgeneral Evren böyle demektedir. Bu ne büyük bir aydınlıktır bilir misiniz?

Dahası da var; " Bir defa daha belirtiyorum ki, Silahlı Kuvvetler aziz Türk milletinin hakkı olan refah ve mutluluğu, vatan ve milletin bütünlüğü ve gittikçe etkisi azaltılmaya çalışılan Atatürk ilkelerine yeniden güç ve işlerlik kazandırmak, kendi kendisini kontrol edemeyen demokrasiyi sağlam temeller üzerine oturtmak, kaybolan devlet otoritesini yeniden tesis etmek için yönetime el koymak zorunda kalmıştır..."

Şu son üç kelimeye dikkat edilmelidir:... El koymak zorunda kalmıştır".
Bu zorunluluğu yaratanlar kendi kendilerini yargılamalıdırlar.
Ve sonra iflas masasına oturmalıdırlar. (Olaylar ve insanlar, Hürriyet/ 16 Eylül 1980)

Nazlı Ilıcak: 27 Mayıs-12 Eylül

12 Eylül, 27 Mayıs'ın akıbetine uğramayacaktır, uğramamalıdır. "Kadife eldivenli" vasfını daima koruma, müsamaha ve iyi niyet her zaman devam etmelidir. Çünkü bu bizim son şansımızdır. Kaybedeceğimiz şey, demokrasiden de, hürriyetlerden de önemlidir. Haysiyetimizin istiklal ve istikbalimizin teminatı olan anavatandır.
Not: Kadife eldivenli harekât liderlere telefon görüşmesine dahi müsamaha ediyor. Bravo. Biz de bu müsamahaya sığınarak Sayın Demirel'e ufak bir mesaj iletmek isteriz:
"İyilik, sıhhat ve selametinizi özler, bu vesileyle hürmetlerimi teyiden takdim ederim." (Tercüman/ 16 Eylül 1980)

Rauf Tamer: Duyuyor musunuz?

Kenan Evren'in söyledikleri, her hukukçunun ve her profesörün başucuna bir mukaddes kitap gibi asılacak cinsten sözlerdir...
Öpüp öpüp başlarına koysunlar.

Vazgeçtik istifalarından... (Sözün kısası, Tercüman/ 17 Eylül 1980)
Güneri Civaoğlu: İlk intiba, en iyi intiba
Bu hafta hükümet ilan edilecek. Sonra bir geçici anayasa yürürlüğe giriyor. Daha sonra Kurucu Meclis seçilerek göreve başlayacak. Yeni anayasa hazırlanacak. Siyasi partiler, seçim kanunu ve diğer bazı yasalarda değişiklikler yapılarak, demokrasinin daha iyi işleyeceği bir hukuk ortamı oluşturulacak.
Bu arada kimsenin şüphe etmemesi gereken bir gerçek şu: Şiddet örgütlerinin üzerine hiç müsamahasız gidilecek.

Önümüzdeki günlerde ibret levhalarının sunulması kimseyi şaşırtmamalıdır.
Kamu vicdanının süratle tatmin edileceği infazlar... Adalet kılıcının yeni şiddet suçlarının işlenmesini önleyici, caydırıcı bir süratle işlemesi.
Beklenen bu. (Ankara notları, Tercüman/ 17 Eylül 1980)

Oktay Ekşi: Gevşemeden, gevşetmeden

Çok basit: Türkiye son derece ağır bir ameliyat geçirmiştir. Bu ameliyatın tam başarıya ulaşması ve hastanın sağlığına tam kavuşması için çok dikkatli olmak, Türkiye'yi seven, demokratik düzene inanan herkesin borcudur.

Evren Paşa sempatikti.

Evren Paşa demokratik sistemin en kısa zamanda işletileceğini vaat etti.
Evren Paşa içtenlikle konuştu.
Doğrudur, Evren Paşa bu izlenimleri vermiştir ama iş orada bitmemiştir. Daha doğrusu Evren Paşa'nın işi orada bitmemiştir, tam tersine orada başlamıştır. (Günün yazısı, Hürriyet/ 18 Eylül 1980)

Çetin Altan: Çağdaşlığa giden yol
Atatürk temelde çağdaşlıkla, çağdışılığın bazı toplum kesitlerine sağladığı kolaylıklara karşıydı. O nedenle çağdaşçılığı, Cumhuriyetçiliği yani var olan koşullar önündeki en zor yolu seçmiştir.
Atatürk'ten sonra Atatürkçülük kolay gibi görünmüştür. Oysa bir Şark toplumunda Atatürkçülük zorların en zoruydu.
Özellikle laiklik bayrağını ayakta tutabilmek en zoru idi. (Şeytanın gör dediği, Milliyet/ 18 Eylül 1980)

Müşerref Hekimoğlu: Yasalar değil kafalar...

Orgeneral Evren'in demokrasiseverliğine her zaman güven duydum. Tüm dünya görevinin bilincine varmış bir komutan olarak, ülkenin ve rejimin gücünü Türk Silahlı Kuvvetleri'nin asıl görevine dönüşünde hisseden kişiliğiyle tanıyor Evren Paşayı. Uygar kişiliğine saygı duyuyor, içtenliğine güven...
Ben de aynı saygı ve güven içinde Sayın Başkan ve öteki Konsey Üyelerine "Kolay gelsin" diyerek bitirmek istiyorum yazımı. Görevlerini başarıyla sona erdirmelerini diliyorum. Ama bu görevin güçlüğünü de belirtmek zorundayım.
Onları Atatürk yolunda bir eyleme iten ortamı değiştirmek hiç kolay değil. Çürümüş, tepeden tırnağa fosilleşmiş bir düzeni sağlıklı bir varlığa dönüştürmek kolay değil. Hele düne dönük kurallarla yarına yönelmek hiç kolay değil...


(Ankara. Anka, Cumhuriyet/ 19 Eylül 1980)


12 Eylül'de Kim ne yazmıştı?

12 Eylül ASKERİ DARBSİ Sonrası, 
Basındaki bazı kalemler Hangi satırları yazdı?
VE BUGÜN NELER YAZIYORLAR..( TAKDİRLERİNİZE )


Oktay Akbal (Cumhuriyet-13 Eylül 1980) “ Atatürk Devriminin yandaşları, erleri, Atatürk ilkelerinin sahipleri, böyle bir duruma sürgit göz yumamazlardı elbet. Nasıl 27 Mayıs 1960'ta göz yummadılarsa, daha sonraki yıllarda nasıl zaman zaman uyarı mektuplarıyla, anımsatmalarla iktidarı ellerinde tutanları Atatürk devriminin yoluna çağırdılarsa, bir kez daha aynı kutsal görevi yapacaklardı. Bu kaçınılmaz bir gerçekti. Öyle de oldu.” 

Güngör Mengi (Yeni Asır-18 Eylül 1980) “ 12 Eylül Harekatı, hedefine varacaktır. Devlet, rejim ve topluma hazırlanan tuzak mutlaka bozulacaktır. (…) İhanet, bu aşamadan sonra silahlarını gömerek lanetli mücadelesine son verecek değildir kuşkusuz. Ama devletin güçlenmesi sayesinde ihanet odakları, masum insanları eskisi gibi şantaj ve baskıyla eyleme sürükleme olanaklarını yitireceği için, gerçek gücü ile kalacak, savaşını sürdürmekteki inadı intiharı olacaktır.” 

Rauf Tamer (Tercüman-17 Eylül 1980) " Kenan Evren'in söyledikleri (16 Eylül 1980 tarihli basın toplantısı) her hukukçunun, her profesörün, başucuna bir mukaddes kitap gibi asılacak cinsten sözlerdir. Öpüp öpüp başlarına koysunlar. Vazgeçtik istifalarından.." 

Oktay Ekşi (Hürriyet-18 Eylül 1980): "Evren Paşa, son derece ağır bir sorumluluk altına girmiştir. Bu, Türkiye'yi yıllardır bunaltan anarşi, terör ve bölücülüğü tam bir tarafsızlıkla kökünden kurutmak ve ülkemizi aydınlık ve huzurlu günlere tekrar kavuşturmak sorumluluğudur. Ve bu sorumluluğun altından kalkabilmek için, Evren Paşa ile onun bu amaçlara ulaşmasını isteyen görevli görevsiz herkesin, içinde bulunduğumuz durumun icaplarına göre hareket etmesi zorunludur." 

Güneri Cıvaoğlu (Tercüman-4 Ekim 1980) " 12 Eylül Harekatı'nı, dünyadaki diğer asker kökenli rejim olayları ile mukayese ettirmeyecek diğer görüntüleri ise yeni yönetimin uygulamalarında buluyoruz. Her geçen gün bir yeni uygar görüntüyü, aşırı davranışlardan kaçınan makul ve kamu vicdanını tatmin eder nitelikte haklı uygulamaları sergilemektedir. 

Hedefler saptırılmamakta, harekatın ilk gününde açıklanan amaçlara, kararlı, tavizsiz fakat ölçülü ve akıllı adımlarla ilerlenilmektedir. Böylesine olumlu, özlenen sonuçları almaya dönük, makul ve ölçülü yönelişlere destek olmak, milletçe hepimizin görevidir. Bu konuda siyaset adamları ve basın da dahil, hepimizin sorumluluğu vardır." 

Bekir Coşkun (Günaydın-20 Ocak 1981) " Devlet Başkanı'nın konuşmaları, televizyonda en ilginç polisiye diziden daha çok ilgiyle izleniyor. Türk toplumu, hep demagoji süslü püslü konuşmalar dinlediğinden, haksız da değil. Oysa, Evren Paşa'nın sade, halkın anlayabildiği, zaman zaman şaşırmalarla ayrı bir özellik kazanan öz bir konuşma üslubu var. (…) Bu konuşma konusuna iyice değinmemizin nedeni şu: İşlerine gelmeyen sözleri duyunca, 'Belki ağzından kaçırmıştır', ya da 'Boş bulunarak söylemiştir' gibi düşünenler, boşuna heveslenmesin." 

Cüneyt Arcayürek (Hürriyet 21 Şubat 1981) " Başkalarını bilmem ama, kendime soruyorum bazen: Acaba Türkiye, ne zaman 12 Eylül Harekatı'nın komuta zinciri içinde yapılmış olmasının mutluluğunu taa benliğinde duyacaktır. Eğer ordu, 12 Eylül öncesi kendi bünyesinde parçalanmasını, bölünmesini isteyenlerin oyununa gelseydi, komuta zinciri içinde hareket edip ihtilali başaramasaydı, başımıza gelecekleri hiç düşünebiliyor musunuz? Birbirimizi vuracaktık! Bunu hiç unutmayalım, hep düşünelim, bin şükredelim. Türkiye'de işkence olaylarının varlığını inkar etmeyen bir yönetimin, işkenceyi devlet politikası olarak yürüttüğünü söyleyecek veya ima edecek insafsız çıkacak mıdır, bunu çok merak ediyorum." 

Yavuz Donat (Tercüman-11 Eylül 1981) " Eylül 1979. Huzurun sürmesi ve Türkiye'nin bir süre sonra, çok partili parlamenter demokrasiyle yönetilen ülkeler arasında laik olduğu yeri alması dileğiyle.." 

Metin Toker (Milliyet-9 Kasım 1982) " Bu anayasa (1982 Anayasası) reddedilirse, uçtaki ışık kaybolacak, her şey yeniden tam karanlığa, yani meçhule girecektir. Belki sonu daha hayırlı olacaktır. Ama belki de daha fena. Ben aydınlıkta kalıp yolun doğru çizilmesine yardımcı olabilmenin iyi niyetli bir yönetime iyi niyetle etki ve uyarma yapabilmenin, aksaklık ve eksikliklerin bir zaman parçası içinde düzeltebilmesi için imkanının muhafaza edilmesinin faziletine inanıyorum. 1982 Anayasası'na kabul oyu verdim." 

Mehmet Barlas (Milliyet-14 Kasım 1983) " 12 Eylül'ü yapanlar sözlerini tutmuşlardır. 12 Eylül'ü destekleyen halk çoğunluğu da 1982 Anayasa referandumunda olduğu gibi top yekûn sandık başına gitmiş, geçersiz oy kullanmamış ve bir sivil iktidara 6 Kasım günü destek vermiştir.(…) Cumhurbaşkanı Evren, 10 Kasım'da Anıtkabir Defterine duygularını yazarken, ‘Demokratik parlamenter sisteme geçiş sınavını başardık’ müjdesini vermektedir Atamıza.. Bir insan yürekten bunun sevincini duymasa, böyle bir ifadeyi seslendirir mi?"


http://www.hurhaber.com/12-eylul-de-kim-ne-yazmisti/haber-72286




***