Fahri Korutürk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Fahri Korutürk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Şubat 2019 Çarşamba

12 MART MUHTIRASI VE PARTİLER ÜSTÜ HÜKUMETLER BÖLÜM 1

12 MART MUHTIRASI VE PARTİLER ÜSTÜ HÜKUMETLER BÖLÜM 1



Murat KARATAŞ,

ÖZET

Bu makalede 12 Mart 1971 Askerî Muhtırası ve partiler üstü hükümetler dönemi
incelenmeye çalışılmıştır. 



  Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ilk askerî müdahalesi olan 27 Mayıs 1960 girişimiyle ülkeyi on yıldır yöneten Demokrat Parti kapatılmış, başta Başbakan Adnan Menderes olmak üzere Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan idam edilmiş ayrıca Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve eski DP’nin önemli sayıda ismi seçme ve seçilme hakları ellerinden alınarak Kayseri
Cezaevine konulmuştur. 1961 yılı içerisinde yeniden sivil siyasi hayata dönme kararı alındığında kapatılan DP’nin mirasına sahip çıkma iddiasıyla kurulan Adalet Partisi, 1965 seçimlerinde bu iddiasını gerçekleştirerek tek başına iktidara gelmiştir. 1965- 1971 yılları arasında ülkeyi tek başına yöneten AP’nin lideri Demirel’in ekonomi ve dış politika alanlarında izlediği politikalar, 1961 anayasasının sağladığı özgürlükçü ortamda başta Türkiye İşçi Partisi olmak üzere solun farklı renkleri tarafından sert bir şekilde eleştirilmiştir. 1968 yılı içerisinde dünyada gelişen öğrenci olayları Türkiye’de de eğitim şartlarının ve iş bulma imkânlarının iyileştirilmesi gibi taleplerle ve “sağ sol yok, boykot var” sloganı ile başlamış, süreç içerisinde anti emperyalist, anti Amerikancılığa bürünmüştür. 1969 seçimlerinden AP’nin başarıyla çıkması 1965-1969 yılları arasında ekonomi ve dış politika alanlarında izlenen politikalardan memnun olmayan kesimleri harekete geçirmiştir. Demirel’in gerek parti içerisindeki muhalefeti gerekse toplumun farklı kesimlerinden gelen muhalefeti dikkate almaması, ülkede siyasi, sosyal ve ekonomik kaos ortamı oluşturmuştur. Bu durumdan çıkılmasını isteyen askerler 12 Mart 1971 muhtırası ile eski DP’nin devamı iddiasında olan AP ve lideri Süleyman Demirel’i iktidardan uzaklaştırırken meclisi ve siyasi partileri kapatmamış, siyasilere karşı yargılama ve mahkumiyet gibi eylemlere girişmemiştir. Buna rağmen yaklaşık iki buçuk yıl sürecek “Ara Rejim” döneminde muhtıra sahiplerinin uygun gördükleri isimlerden oluşan partilerüstü hükümetler ülkenin ihtiyaç duyduğu reformları yapmaya çalışmışlar ancak farklı sebeplerle büyük umut bağlanan parlamento dışı dört hükümet de başarılı olamamış ve ülkedeki siyasi, sosyal ve ekonomik buhranın derinleşmesine sebep olmuştur. 


27 Mayıs’ın Cumhurbaşkanlığı makamına Cemal Gürsel’i getirmesi örneğinden hareket eden 12 Mart’ın sahipleri bu kez görev süresi dolan Gürsel’in yerine kendi adayları olan Faruk Gürler’i getirmek istemişler ancak bu istek AP lideri Demirel ve CHP lideri Ecevit’in iş birliğiyle sonuçsuz kalmıştır. Nihayet iki buçuk yıl süren olağanüstü dönem sivillerin ve askerlerin olağan döneme geçilmesi fikrinde buluşmaları üzerine 14 Ekim 1973 seçimleriyle son bulmuştur.


GİRİŞ

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla birlikte en önemli konulardan biri askerîn
siyaset dışı kalmasıdır. Nitekim bu konu ittihatçı geleneğin içinden gelen Atatürk’ün ve İnönü’nün özel dikkatleri sonucu tek partili dönemde sorun oluşturmamıştır.



Ancak II. Dünya Savaşının hemen sonrasında gerek iç gerekse dış şartların
zorlamasıyla Türkiye’nin çok partili hayata geçmesi, 14 Mayıs 1950 tarihinde
gerçekleşen “Beyaz Oy Devrimi” sonucu yılların tek partisi olan CHP’nin kendi
içinden çıkan kadrolarca kurulan Demokrat Parti’ye iktidarı kansız bir şekilde
devretmesi, NATO sistemine girilmesi ve sonrasında ordunun modernleştirilmesi
çabaları, son olarak da 1950-1960 arası ülkeyi yöneten DP’nin izlediği siyasal, sosyal ve ekonomik politikalar Türkiye Cumhuriyeti’nde emir komuta zinciri dışında gerçekleşen ilk müdahale olan 27 Mayıs 1960’ın temel sebepleri olmuştur. Müdahale sonrası sivil siyaset kurumuna inanmayanlar ülkenin gelecek on yıllarını esir alacak askerî vesayet kurumlarını kurmuştur. Buna rağmen Mart 1971’e gelindiğinde ülkenin içine düştüğü siyasi, sosyal ve ekonomik buhran hâli ve ülkeyi 1965-1971 yılları arasında tek parti olarak yöneten Adalet Partisi ve onun lideri Süleymen Demirel’in içine düştüğü yönetme acziyeti, emir komuta zinciri dışında ihtilal heveslilerini cesaretlendirmiş ancak TSK’nın Yüksek Komite Heyeti 27 Mayıs müdahalesinden çıkardığı dersle aynı hataya düşmemiş ve 12 Mart 1971 tarihinde emir komuta zinciri dahilinde gerçekleşen muhtıra ile AP/Demirel iktidarını istifa ettirmiştir. 27 Mayısçılar gibi plan ve programa sahip olmayan, sivil siyaset kurumunu bütün kötülüklerin sebebi olarak gören 12 Mart muhtırası 27 Mayıs’tan farklı olarak ülkeyi içinde bulunduğu siyasi, sosyal ve ekonomik buhrandan, oluşturacağı partilerüstü hükümetlerle çıkaracağına inanmıştır. Ancak yaklaşık otuz ay süren bu özel dönemde askerlerin gözetiminde oluşturulan dört partilerüstü hükümet, ülkenin sorunlarını çözemediği gibi aksine daha da derinleştirerek yaklaşık on yıl sonra gerçekleşecek 12 Eylül 1980 ihtilalinin sebeblerini de oluşturmuştur.

Bu çalışmada 12 Mart Muhtırası ve partiler üstü hükumetler incelenmiştir. Bunun için öncelikli olarak muhtırayı hazırlayan tarihsel süreç, muhtıra ve tepkiler, partiler üstü hükümetlerin çalışmaları, Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve 14 Ekim genel seçimleri çerçevesinde tarihimizdeki bu özel dönemin başarısızlık nedenleri değerlendirilmeye çalışılmıştır.

1) 12 Mart Muhtırasına Giden Yol


Türk siyasi hayatında emir komuta zinciri içerisinde gerçekleşen ve dönemin
Başbakanı Süleyman Demirel’i iktidardan istifa ettirerek başarıya ulaşan ilk askerî müdahele olan 12 Mart Muhtırası’nın nedenlerini ve sonuçlarını anlayabilmek için bu gelişmeyi doğuran Türkiye’nin 1961-1971 yılları arasındaki siyasi, sosyal ve ekonomik süreçlerini incelemek gerekir.

27 Mayıs 1960 müdahalesi Türk siyasi hayatında yeni bir dönem başlatmıştır.
Müdahale sonrası CHP ve CKMP siyasi faaliyetlerine devam ederken DP kapatılmış, yaklaşık bir yıl süren yargılamalardan sonra başta Başbakan Adnan Menderes olmak üzere Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan idam edilmiş ayrıca Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve birçok DP’li bakan ve milletvekili seçme-seçilme haklarından mahrum edilerek Kayseri Cezaevine konulmuştur. Öteyandan ülkede Başbakan ve iki bakanın asılması sonucunu doğuran bu olumsuz süreçte askerler garip bir şekilde demokratik ve özgürlükçü niteliklere sahip 1961 anayasasını sivillere hazırlatarak halk onayına sunmuştur. Ancak bundan sonraki süreçte yaşanan huzursuzlukların altında yatan nedenlerden biri Menderes-Zorlu- Polatkan’ın idamları ve Bayar ile eski DP’lilerin seçme-seçilme yasakları olurken diğeri de 1961 Anayasası olmuştur. Nitekim 1961 anayasasında ifade edilen Türkiye Cumhuriyeti devletinin sosyal bir hukuk devleti olduğu maddesi, bu dönemde marjinal sosyalist çevrelerce “sosyalizm” olarak algılanmış (Tanör, 1991) ve 1961- 1971 yılları arasında ülkenin siyasi, sosyal ve ekonomik hayatını esir alacak şekilde yorumlamıştır.


27 Mayıs 1960 müdahalesi sonrası yeniden sivil siyasi hayata dönülmesi kararı
sonrası yapılan 15 Ekim 1961 seçim sonuçları MBK ve CHP için tam bir fiyasko
olmuştur. Zira CHP yaklaşık % 36 oy almasına rağmen tek başına iktidar olamamış, kapatılan DP’nin mirasına sahip çıkma iddiasını taşıyan AP, CKMP ve YTP’nin oyları ise % 60’ın üzerine çıkmıştır. Bu sonuçlar ülkede 1965 seçimlerine kadar sürecek koalisyonlar dönemini başlatırken yaklaşık altı ay sürecek olan ilk koalisyon hükümeti de askerlerin zorlamasıyla CHP ve AP arasında kurulmuştur. Ancak 20 Kasım 1961 tarihinde kurulan CHP ve AP koalisyonu eski DP’lilerin affı ve iki parti arasındaki ekonomik konulara bakıştaki farklılıklar nedeniyle 30 Mayıs 1962 tarihinde dağılmıştır(Yalansız,2006). Bundan sonra İnönü’nün başında bulunduğu iki koalisyon hükümeti ve son olarak da Bağımsız Senatör Suat Hayri Ürgüplü başkanlığındaki koalisyon hükümeti görev yapmıştır. Öte yandan bu süreçte Süleyman Demirel 29 Kasım 1964 tarihinde gerçekleşen AP Kongresinde partinin yeni genel başkanı seçilirken TİP’in toplumda taban bulmaya başlaması üzerine harekete geçen CHP lideri İnönü ilk kez “ortanın solu” söylemini kullanmıştır.


Bu şartlarda girilen 10 Ekim 1965 seçimlerinde halkın 27 Mayıs ve sonrasında
yaşananları onaylamadığını göstermesi ayrıca koalisyon hükümetleriyle yönetilmek istememesi gibi nedenlerle AP’ye yönelmesi AP’nin yaklaşık % 53 oyla tek başına iktidar olması sonucunu doğurmuştur. Seçimlere “ortanın solu” söylemiyle girmesine rağmen CHP yaklaşık % 29 oy almış ve ikinci parti olmuştur. CHP’deki bu oy kaybı kısa süre sonra “ortanın solu” söylemine karşı çıkan Turhan Feyzioğlu ve çevresinin partiden koparak Güven Partisi’ni kurma sonucunu doğurmuştur (Bakır,2010). 1965 seçimlerinin sürprizi ise 1961 anayasasının sağladığı hukuki zeminde kurulan TİP’in yaklaşık %3 oy alarak 15 milletvekili ile meclise girmesiyle yaşanmıştır (Ünsal, 2002). Sol açısından meclis kürsüsünden fikirlerini kamuoyuna duyurma fırsatı doğuran 1965 seçimleri aynı zamanda 1965-1971 yılları arasında AP/Demirel’in tek başına ülkeyi yönetme sonucunu da doğurmuştur.


Öte yandan 1966 yılı başında Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in görevini yerine getiremeyecek kadar rahatsızlanması üzerine Cumhurbaşkanı sorunu ortaya çıkmış AP lideri Demirel bu süreçte mecliste tek başına Cumhurbaşkanını seçebilecek güce sahip olmasına rağmen askerî vesayetle sorun yaşamamak için CHP lideri İnönü’nün de onayını alarak Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay’ın ülkenin 5. cumhurbaşkanı olmasını sağlamıştır (Bilgiç, 2014). Buna ek olarak bu yıl içindeki bir başka önemli gelişme de bir mezhebin sözcülüğünü yapacak Birlik Partisi’nin Ankara merkezli olarak kurulmasıdır (Ata, 2007).

1968 yılı içerisinde dünyada gelişen öğrenci olayları Türkiye’de de eğitim şartlarının ve iş bulma imkânlarının iyileştirilmesi gibi taleplerle ve “sağ sol yok, boykot var” sloganı ile başlamış, süreç içerisinde anti emperyalist ve anti Amerikancılığa bürünmüştür. Kısa süre içerisinde ortaya çıkan devrimin nasıl gerçekleştirileceği tartışması TİP, Yön/Devrim dergileri ve MDD çevrelerinde önce fikri ayrılığı sonra ise silahlı mücadeleyi getirecek bunun karşısına gelen ülkü ocakları vb. sağ örgütlenmeler de ülkede kaos ortamı doğuracaktır.


Bu şartlar altında girilen 1969 seçimlerinde AP oy kaybetse de yine seçimden zaferle çıkmış ve Demirel bu dönemde ikinci hükümetini kurmuştur. Ancak II. Demirel Hükümetinde Demirel’in parti içerisindeki intikamcılar olarak nitelenen Bilgiç ve çevresine yer vermemesi ayrıca seçimler öncesi askerî vesayetle karşı karşıya gelmemek için eski DP’lilerin affıyla ilgili çalışmayı sekteye uğratması ilk olarak 72 AP’li milletvekili ve senatörün imzaladığı 72’ler muhtırasını ardından da 41’lerin 1970 bütçesine ret oyu vererek Demirel Hükümetinin düşmesi sonucunu
doğurmuştur. Kısa süre içerisinde Demirel bu dönemdeki III. hükümetini kursa da süreç içerisinde partiden ihraç edilen 26 milletvekili Ferruh Bozbeyli’nin genel
başkanlığında Demokrat Parti’yi kuracaktır (Demirel, 2004).

Öte yandan bu süreçte AP’den kopmaların önüne geçmeyen/geçemeyen Demirel
meclisteki AP çoğunluğunu yitirmiş ve artık bir istikrarsızlık faktörü hâline gelmiş
nitekim bu dönemde gerçekleşen banka soygunları, adam kaçırma olayları, okul
işgalleri, öğrenci olayları, işçi yürüyüşleri ve sıkıyönetim uygulaması askerler
tarafından Demirel hükümetlerinin acziyeti sonucu ortaya çıkan kurulu düzeni
tehdit eden gelişmeler olarak görülürken, AP lideri Demirel ise 1961 anayasasının sağladığı özgürlükçü ortama bağlamış ve anayasanın değiştirilmesini istemiştir (Karpat, 2012).


Bütün bu olumsuz tablo içerisinde darbe yapacağından şüphelenilen Genelkurmay Başkanı Cemal Tural bu dönemde ani bir şekilde Cumhurbaşkanı Sunay ve Başbakan Demirel’in girişimiyle görevden alınmış yerine ise Sunay’a yakınlığıyla bilinen Memduh Tağmaç getirilmiştir (Arcayürek, 1989). Buna rağmen Tural’ı emekli edip yerine Tağmaç’ı getiren Demirel, gelmekte olan darbeden habersizdi. Zira 12 Mart öncesi ülkedeki siyasi, sosyal ve ekonomik buhrandan AP hükümetini sorumlu tutan ordu içerisinde farklı gruplaşmalar oluşmakta ve bunlar karşı taraftan gelecek tehdide göre birbirine karşı konumlanmaktaydı. Bu gruplardan ilki Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ile de yakın ilişki içinde olan Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç ve 1. Ordu Komutanı Faik Türün’ün liderliğindeki AP ve onun ekonomi politikasını
benimseyen sermaye ile ilişki içinde olan gruptu. İkinci grup, Doğan Avcıoğlu
liderliğindeki sivillerle ve emekli korgeneral Cemal Madanoğlu çevresiyle temas
hâlindeki Tümgeneral Celil Gürkan grubuydu. Sol-Kemalist bir felsefeye sahip olan bu grup Türkiye’nin iktisadi, siyasi, askerî ve dış politika konularında ABD’nin güdümünden çıkmasını, Sovyetlere yakın bağlantısız bir politika takip etmesini istiyordu. Ayrıca bu grup içeride de toprak reformu ve sanayileşme yoluyla kalkınma konuları üzerinde duruyordu. Üçüncü grup ise; Türkiye’nin çıkarlarını


Batı ittifak sistemi içinde gören aynı zamanda ekonomik ve siyasal alanlarda
“reform” isteyen Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur, Kara Kuvvetleri
Komutanı Faruk Gürler ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Kemal Kayacan etrafında
oluşmuştu(Mütercimler,2016).

2) 12 Mart Muhtırası

12 Mart 1971 tarihinde Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç ve üç kuvvet
komutanının imzalarını taşıyan muhtıra metni, Cumhurbaşkanı ve Meclis
Başkanlıklarına ulaştırıldıktan sonra tüm ülkeye duyurulmak için TRT’ye
götürülmüş ve saat 13.00’te TRT’de okunmuştur.Muhtırada vurgulanan noktalar
şunlardır (Cumhuriyet,13.3.1971):


1. Parlamento ve hükümet süregelen tutum, görüş ve icraatıyla yurdumuzu anarşi, kardeş kavgası sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş, Atatürk’ün bize hedef gösterdiği çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve anayasanın öngördüğü reformları tahakkuk ettirememiş olup Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür.

2. Türk Milleti’nin ve onun sinesinden çıkan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bu vahim
ortam hakkında duyduğu üzüntü ve ümitsizliği giderecek çarelerin, partilerüstü bir anlayışla meclislerimizce değerlendirilerek mevcut anarşik durumu giderecek ve anayasanın öngördüğü reformları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkılap
kanunlarının uygulayacak kuvvetli ve inandırıcı bir hükümetin demokratik kuralar içinde teşkili zaruri görülmektedir.

3. Bu husus süratle tahakkuk ettirilemediği takdirde Türk Silahlı Kuvvetleri,
kanunların kendisine vermiş olduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni korumak ve kollamak
görevini yerine getirerek idareyi doğrudan doğruya üzerine almaya kararlıdır.
Bilgilerinize...


Muhtıra metni incelendiğinde askerlerin iki tespit yaptığı görülmektedir: Bunlardan birincisi, terör olaylarının artması iken ikincisi ise anayasanın öngördüğü reformların partilerüstü bir hükümet tarafından gerçekleştirilmesidir. Muhtıra metninde, bunların dikkate alınmaması hâlinde askerlerin ülkenin yönetimini doğrudan ele alacağı da ifade edilmiştir (Fedayi, 2012).
Öte yandan muhtıra metni meclislere ulaştığında gerek milletvekillerinden gerekse senatörlerden cılız sesler yükselmiştir. Örneğin Demokratik Parti Denizli Milletvekili Hasan Korkmazcan ve Aydın Milletvekili Yüksel Menderes “Meclis böyle bir yazıya muhatap değildir.” şeklinde tepki vererek muhtıranın mecliste okunmasına karşı çıkmışlar ancak sonucu değiştirememişlerdir (MMTD, 12.2.1971). Buna ek olarak Cumhuriyet Senatosu Başkanı AP’li Arıburun, muhtırayı senatoda okuttuktan sonra Cumhuriyet Senatosu’nun muhtırada bahse konu olan ithamlarla bir ilgisinin olmadığı açıklamasında bulunmuştur (Cumhuriyet, 14.3.1971).


Muhtıra ile istifası istenen Başbakan Süleyman Demirel, Cumhurbaşkanı Cevdet
Sunay’a hükümetinin istifa ettiğini belirten mektubu Başbakanlık Müsteşar Muavini Muslih Fer aracılığıyla ulaştırmış (Arcayürek, 1985) ve mektubunda “Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları tarafından zatıdevletinize, Cumhuriyet Senatosu Başkanlığı’na ve Millet Meclisi Başkanlığı’na tevdi edilip bugün saat 13.00’te TRT’den Türk kamuoyuna duyurulan muhtırayla anayasa ve hukuk devleti anlayışını bağdaştırmak mümkün değildir. Bu durum muvacehesinde hükümetin istifasını saygıyla arz ederim” ifadelerine yer vermiştir (Cumhuriyet, 13.3.1971).

15 Mart 1971 tarihinde muhtıranın muhatabı olan Demirel hükümetinin istifasının kabul edildiği ve yeni hükümet kuruluncaya kadar mevcut Demirel hükümetinin göreve devam edeceğine dair Cumhurbaşkanlığı tezkiresi mecliste okunmuştur (MMTD, 15.3.1971). Bundan sonraki süreçte yeni hükümet kuruluncaya kadar göreve devam eden Demirel’e muhtıranın sahipleri sol bir darbe hazırlığı içinde oldukları şüphesini taşıdıkları 6 general ve 35 albayın ordu ile ilişiğini kestirerek asker içindeki tasfiye işlemini tamamlamışlardır (Karpat, 2012).

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

21 Kasım 2018 Çarşamba

12 EYLÜL 1980 İHTİLALİ SONRASI TÜRKİYE’DEKİ SİYASAL DEĞİŞİM, BÖLÜM 2

12 EYLÜL 1980 İHTİLALİ SONRASI TÜRKİYE’DEKİ SİYASAL DEĞİŞİM, BÖLÜM 2


IV-1999 SEÇİMLERİ VE SONUÇ DEĞERLENDİRMESİ


        Baykal’ın baskısıyla yaklaşık bir yıl önceden kararlaştırılan erken secimler 18 nisan 1999 günü yapıldı. Belki de 20.yüzyılın son seçimleriydi. Sonuç Türkiye’de yeni bir donum noktasını gösteriyordu.(BILA Hikmet,a.g.e,s.423)

       CHP tarihinde ilk kez barajı geçememiş idi. Secimin galibi ise DSP ve MHP’ydi. Merkez sağ parlamentoya girmişti;fakat oyları barajın biraz üzerindeydi. ANAP ve DYP liderleri arasında bitmek bilmeyen kavgalar,iki partinin gerileme nedenleri arasında sayılabilirdi.

İki yıpranmamış parti, DSP ve MHP ön plana çıktı.

      Seçmen geçmişte yolsuzluk olaylarına bulaşan, din sömürüsü ve din tüccarlığı yapan, Türk ordusuyla kapışan, itici, kavgacı ya da yalancı olarak bilinen partilerle birlikte onların genel başkanlarını da cezalandırdı.(COLASAN Emin,Secimin Ardından Kısa Kısa,Hürriyet Gazetesi,20.04.1999)

       Devletle ve rejimle kavgaya giren FP’de önemli ölçüde oy kaybetmişti.(BILA Hikmet,a.g.e,s.423)

       MHP’nin yükselişinin nedenlerinden PKK terörüne karsı tutarlı tavrını, şehitlere ve şehit yakınlarına sahip çıkmasını,radikal söylemden uzaklaşmış olmasını söyleyebiliriz.

       Her iki partiye yönelişin ortak nedenini, Türkiye'nin yeni rotasında aramak gerekiyor. Bu nedenleri şöyle sıralayabiliriz;

 1- Seçim sonucu, halkın, Türkiye'nin Avrupa'dan dışlanmışlığına tepkidir. Avrupa Birliği'ne üyelik ve PKK terörü konusunda Batının Türkiye'ye karşı aldığı olumsuz tavır, ülkede "ulusalcılık" tercihini ön plana çıkarmıştır.  

2- Bu tercih "ulusal sol"u savunan DSP ile "ulusal sağ"ı temsil eden MHP'yi zirveye taşımıştır. İki partinin bir koalisyonla ortak iktidar olması, seçmenin tercihiyle çelişmeyecektir. Ortak paydaları "ulusalcılık"tır. "Milliyetçi Cephe"leşme herhalde yanlış olur.   

3- ANAP ve DYP'deki gerileme, iki partinin de çözüm üretemeyen politikalarından kaynaklanmıştır. Şahsi ve oportünist politikalar ANAP ve DYP'yi de, liderlerini de 
eritmiştir.    

4- Önce Refah, sonra Fazilet çizgisi de seçmendeki değişim beklentisini karşılayamamıştır. Kaddafi İslamcılığına kadar uzanan din istismarcılığı, milliyeti Türk olan halkın Müslümanlığıyla örtüşmemiştir.

5- PKK terörüne karşı DSP ve MHP'nin politikaları yakınlaşmıştır. Terör ile insan haklarını birbirine karıştıran, insan haklarını ayrımcılığa kalkan olarak kullanan söylem ve tavırlara karşı öfke, 18 Nisan'da patlamıştır.

6- Seçim sonuçları, 28 Şubat'ın tercihleriyle de uyuşmaktadır. Halkın 28 Şubat'ı benimsemediği, sandıktan 28 Şubat karşıtı bir sonuç çıkacağı yolundaki öngörü ve beklentiler suya düşmüştür.

7- ANAP ve DYP için geçerli olan bütün olumsuzluklar CHP için de geçerlidir. Oportünist, günübirlik politika, çözümsüzlük CHP'yi baraj partisi haline getirmiştir. Atatürk'ü, bu işe karıştırmak yanlıştır.

8- Dürüstlüğün erdem olduğu bir kez daha anlaşılmıştır. DSP lideri Ecevit'in adının, ta başından beri dürüstlükle birlikte anılması anlamlıdır. 
MHP lideri Bahçeli de yeni bir lider olarak kamuoyuna bu imajı vermiştir.

9- Şimdi din istismarcılarının, ayrılıkçıların ve günübirlik politikacıların şapkalarını önüne koyup düşünmeleri gerekiyor. Türkiye'yi "Doğu"ya doğru iten Avrupa'nın da...
        DSP ve MHP 12 Eylül öncesindeki husumeti bir kenara bırakarak ANAP’I üçüncü ortak olarak alıp koalisyon hükümetini kurdular.


V-2000’li YILLARA GİRERKEN TÜRKİYE’DEKİ SİYASAL DURUM

        21.yüzyılda Türkiye’nin gündemini hem iç hem dış dinamikler açısından iki temel sorun belirleyebilir gibi görünmektedir.

        Bunlardan birincisi, “globalleşme” ile daha da önem kazanan “Türkiye’nin dünya üzerindeki yeri” sorunudur.

        İkinci sorun ise yine dış dünya ile bağlantılı olarak “Siyasal İslam” ve “Güneydoğu” sorunları çerçevesinde bir rejim tartışması gibi görünmektedir.

        İnsan hakları sorunu da siyasal gündemin en başındaki sorunlardan birisi olarak da söylenebilir.(KONGAR Emre,a.g.e,s.310)

     “Avrupa Birliği ile bütünleşme” sorunu gündeme egemendir. Bu sorun da bir yandan Türkiye’nin dünya üzerindeki yeri ve bir bölgesel güç olarak çeşitli rolleri ile ilişkili olmakla birlikte öte yandan yeri ekonomik ve siyasal düzenlemeleri gerektirmesi acısından doğrudan doğruya ekonomik yapı ve siyasal rejim sorunlarıyla bağlantılıdır.

      Toplumsal olarak kentleşmenin ve yükselen beklentiler devriminin bütün bu siyasal sorunları etkileyeceğini bilmek gerekir.(KONGAR Emre,a.g.e,s.329)

   a)Yeni bir oluşum ve Recep Tayyip ERDOGAN: Türk siyaseti, Recep Tayyip Erdoğan ismiyle 27 Mart 1994'te tanıştı. Bu tarih, aynı zamanda Refah Partisi'nin altın çağını yaşadığı 1994 seçimleri... Refah Partisi, İstanbul ve Ankara'nın da içinde bulunduğu 5 Büyükşehir ve 26 ilin belediye başkanlığını kazanmıştı ama en önemlisi İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Recep Tayyip Erdoğan'ın sahneye çıkması oldu. Milli görüş tabanının yakından tanıdığı bu isim, İstanbul ve Türkiye için yeni bir yüzdü...

        Recep Tayyip Erdoğan, Necmettin Erbakan'ın muhalefetine rağmen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na aday olmuş, Erdoğan üniversiteyi, 1980'de yani 12 Eylül'de bitirdi. Bu tarihe kadar bir yandan futbol oynarken diğer yandan da Milli Selamet Partisi'nin İstanbul Gençlik Kolu başkanlığını yürütüyordu. Erdoğan ve çevresindekiler bu dönemi sorunsuz atlattılar ama 12 Eylül herkes gibi Erdoğan'ın da siyasi yaşamını kesintiye uğrattı. Erdoğan, o dönemi sıkıntısız atlatmaktan gururlu:   

       "12 Eylül gençlik kolları başkanı olduğum dönem. Tabi üniversite öğrencisi olduğum dönem, üniversitelerde sıkıntıların olduğu dönem, bizim de il başkanı olarak gençlik kolları başkanı olarak özellikle sorumlusu olduğum gençliğimi bu anarşinin içinde bulundurmamak ve onları oradan çekebilmek ve hamd ediyorum ki İstanbul'da benim gençlik kollarımda görev yapan arkadaşlarımın hiçbiri bu olayların içinde bulunmamış ve bu anarşik eylemlerden dolayı da ne ilde ne ilçelerde böyle bir sıkıntı yaşamadık."

(http://www.hurriyetim.com.tr/dosya/tayyiperdogan/tayyip.asp)

         Erdoğan'ın Ziya Gökalp'e ait dediği, sonradan Cevat Örnek'in olduğu anlaşılan şiir nedeniyle; Diyarbakır DGM, 21 nisan 1998'de Erdoğan ile ilgili mahkumiyet kararı verdi. Erdoğan, bir yıl hapis ve 860 bin lira ağır para cezasına çarptırılmasının yanı sıra artık siyasetten de men edilmişti.(Hürriyet Gazetesi, 22 Nisan 1998, Çarşamba)

      Erdoğan'ın yargılanma süreci devam ederken, 16 Ocak 1998'de Refah Partisi de "laiklik karşıtı eylemlerin odağı" olduğu gerekçesiyle kapatıldı.

  1) Yeni Parti Pinarhisar’da kuruluyor    

        Erdoğan cezaevindeyken, yeni parti kurma hazırlıkları da başladı. Cezaevinde bir yandan yurdun dört bir yanından kendisine gelen destek mektuplarını tek tek cevaplayan Erdoğan, bir yandan da Türkiye'nin yakın siyasi tarihini incelemeye başladı. Ancak o günleri anlatan Erdoğan'ın dikkat çektiği en önemli noktalardan biri gelecekte kurulacak partinin ön hazırlıklarının da artık başladığıydı...

          Partinin adı "Adalet ve Kalkınma Partisi"ydi. Recep Tayyip Erdoğan, 16 Ağustos 2001'de yaptığı ilk kurucular kurulu toplantısında genel başkanlığa adaylığını koydu.

  2) 3 Kasım 2002 seçimleri ve AKP’nin zaferi: 

3 kasım seçimleri Türkiye için beklenmeyen bir sonuç çıkarmıştı. Seçimler sonunda geçen dönem 5 partinin girmeyi başardığı TBMM'ye,sadece iki parti yüzde 10'luk seçim barajını aşarak girebildi. 

           AK Parti ile daha önce parlamento dışında olan CHP, oyların yaklaşık yüzde 55'ini alarak Meclis'e girdiler. TBMM, 1954 yılındaki CHP ve DP'li parlamentodan 48 yıl sonra ilk kez sadece iki partiden oluştu. Bu sonuçla oyların yüzde 45'i parlamentoda temsil şansına sahip olamadı.

           AK Parti 1987 yılında kurulan Özal Hükümeti'nden sonra 15 yıl koalisyonlarla yönetilen Türkiye'de, yüzde 34 oy alarak tek başına hükümet kurma olanağına da sahip oldu.

          "Türk seçmenlerin ülkeyi derin bir ekonomik krize sürükleyen siyasi yapıyı cezalandırmak istediği için oy vererek politik bir deney yapmıştır. AKP kendini merkez sağda göstererek “Avrupa’daki Hıristiyan demokratlara” benzetmektedir. (Washington post newspaper, 4 Kasım 2002)

           'Batıda insanlar Türkiye'yi laik, demokratik, Müslüman bir ülke olarak takdir ediyor. Partinizin aslında İslamcı bir parti olmasından ve ülkenin karakterini değiştireceğinden endişeliler'' yorumlarına  Erdoğan, ''bizim partimiz İslamcı değil. Dine dayalı değil. Ancak Türk medyası bizi bu kategoriye yerleştirmeye çalışıyor gibi demeçler vermeye başlamıştı. Erdoğan’ın ve siyasi arkadaşlarının geçmişi sürekli olarak ortaya sunuluyor ve “laiklik” ilkesinden odun verilip verilmeyeceği merak ediliyordu. Tayyip ERDOGAN ve arkadaşları ise sürekli değişimin olduğunu vurguluyorlardı.

Siyasi bir parti İslamcı olamaz. İslam bir dindir ve parti sadece siyasi bir kurumdur'' dedi.(Hürriyet Gazetesi,11 Kasım 2002)

  3) Diğer partilerin secim sonrası durumu: DSP,MHP,ANAP,DYP ve SP istediklerini bu seçimlerde bulamamış hatta barajı asamamışlardı. Özellikle bir önceki seçimlerin 2 galibi DSP ve MHP’nin meclise girememiş olması Türk siyasetinde ilk kez görülen bir durumdu. Parti liderleri secim sonrası istifa edeceklerini açıkladı ve bu partilerde de yeni oluşumlar ortaya çıkmaya başladı. Adeta Türk siyasetine değişik kanlar geliyor.

b) Genç Parti Türk Siyasetinde: İşadamı Cem Uzan’in başkanlığında İslamiyet ve Milliyetçilik unsurlarını sürekli olarak vurgulayan GP kuruldu ve 3 kasım seçimlerine girerek 3 büyük parti olan ANAP,DYP ve MHP’nin oylarını toplayarak çok büyük bir oy potansiyeli kazandı. Çoğu kimselere göre bu partilerin oy kaybetmesinde en büyük etken olarak GP’ yi göstermekteydi.




VI-DEĞERLENDİRME

        Secim sonuçlarını değerlendirdiğimizde gördüğümüz sudur ki; ANAP 1983 seçimlerinden bu yana çok büyük bir oy kaybı yaşamıştır. Bu durumun aynisi DYP’de de yaşanmıştır. MHP’de 1991 seçimlerinde gösterdiği basariyi 2002 ‘de gösteremeyip meclis dışında kalmıştır. RP’nin parçalanması ile de Erbakan yandaşları da giderek eriyerek oy oranları aşırı derecede düşmüştür.

      Secim sonuçlarına baktığımızda AKP ve GP’nin bir anda oy oranlarını arttırdıkları görülür. Buradan su çıkarımı yapmamız belkide yanlış olmaz;halk artık yeni politikacılar denemek istiyordu. Aslında bu tabloyu 1999 seçimleriyle MHP’de de görmüştük.

 SONUC

             Türkiye’de sağ-sol bağlamında klasik siyasal saflaşma devam etmektedir. Bu saflaşmanın içerik ve temsili bakımdan değişikliklere uğradığı görülmektedir.

            Türkiye’de siyasal kimlikler birkaç kategori ile tasnif edilir:  Milliyetçi, Muhafazakar, Sosyal Demokrat, Sosyalist, Atatürkçü, İslamcı, Liberal vb...gibi

            1980’den bu yana ülkede bir çok hükümetler kuruldu. Partiler kapatıldı ardından yeni partiler  kuruldu. Belki de sonu olmayan bir kaosa sürüklendi.

            80 sonrası merkez sağın hakim olmasına rağmen yükselen “siyasal İslam” trendi ile RP iktidara geçti;fakat sebepleri bir turlu açıklanamayan bir şekilde o büyük içerisinde bir kuvvet olan parti adeta parçalandı. İster kendiliğinden oluşan bir oluşum olsun isterse bir güç ama görülen o ki Türk siyaseti yeni çığırlara sahne olacağa benziyordu.

              Ve birden yeni bir ses duyulmaya başladı:Recep Tayyip ERDOĞAN.   ..Belediye başkanlığıyla başlayan macerası bir şiirle son bulacakken simdi  Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı oldu. Bu kendiliğinden oluşan bir basari mi?, bir mucize mi?,yoksa 80 yıllarındaki gibi siyasi hayatımıza karışan büyük bir gücün etkisi miydi?

BİBLİYOGRAFYA


ANADOL CEMAL,Olaylar belgeler hatıralar ve MHP,Burak yayınevi,İstanbul 1995

BARDAKCI İlhan,Türkiye’yi 12 Eylül’e sürükleyen olaylar zinciri ve Türkiye üzerindeki oyunlar,aydınlar ocağı yayınları,İstanbul 1987

BILA Hikmet,CHP1919-1999,Doğan kitapevi,İstanbul 1999

BILDIRICI Faruk,Siluetini Sevdiğimin Turkiyesi,Doğan kitapevi,İstanbul 2000

CEMAL Hasan ,Kimse kızmasın kendimi yazdım,Doğan kitapevi,İstanbul 1999

ÇÖLAŞAN Emin, Seçimin Ardından Kısa Kısa,Hürriyet Gazetesi,20.04.1999
Dr. Arslan Tekin, Milliyetçi Hareket' te Yeni Dönem ve Dr. Devlet Bahçeli, 2bs.,İstanbul 1998,s.88-90

GERGER Haluk, O yıllar, Dost kitapevi,Ankara 1987

http://www.hurriyetim.com.tr/dosya/tayyiperdogan/tayyip.asp
Hürriyet Gazetesi,11 Kasım 2002

POYRAZ Ergun,Refah’in gercek Yüzü-1,Poyraz yayınları,ANK 1996,s.92
Washington post newspaper, 4 Kasım 2002


*  Ecevit’in Kapatmaya karşı hazırladığı bir açıklamayla TRT’de yayınlandı.


***

12 EYLÜL 1980 İHTİLALİ SONRASI TÜRKİYE’DEKİ SİYASAL DEĞİŞİM, BÖLÜM 1

12 EYLÜL 1980 İHTİLALİ SONRASI TÜRKİYE’DEKİ SİYASAL DEĞİŞİM,


Yelim Nur ŞİRİN
Özet
1980 sonrası Türkiye....
     
             1980 yılı,ülkemizi her alanda(ekonomik,hukuki vesiyasi...)  etkileyen, belki de milat yıl olarak kabul edilebilecek bir donemdir. Kargasının çok yüksek olduğu, insanların nefretle baktıkları,sadece bununla da kalmayıp sebepsiz yere birbirlerini öldürdükleri bir donemden çıkarak peşine baskıcı bir yönetimin hakim olduğu,hukuki alanın yürütme tarafından sinirlandirildigi,tüm gücün yürütmeye verildiği bir doneme geçmişlerdir.

             İste bu dönem  kargaşanın bitişini sağlayan  “son mu?” yoksa yeni bir kargaşa donemi için “başlangıç mi?”. 1980 dönemi kargaşanın bitmesi yerine huzur ve barisin ihsan etmesi için hükümete karşı yapılmış bir askeri darbenin tarihidir. Yalnız bu sadece bir askeri darbe değildi tabi ki... Ülkemizde birden siyasi değişimler olmaya başladı. 2003 genel seçimleri ile Türkiye belki de yeni bir kimlik kazandı.1980 ve 2004 yılı arasındaki siyasi çalkantı neydi?  

           Bu makalede 1980 darbesinin Türkiye’ye getirdikleri ve goturduklerini bulacaksınız. Özellikle 2003 genel seçimlerinden sonra ülkemizin siyasi yapısının 
değişiminden bahsedeceğiz.           

 I-12 EYLUL 1980 IHTILALI ONCESINE BAKIS

  Türkiye’de 1980’li yıllarda hakim olan üç olgu bulunduğunu söyleyebiliriz; baskı,adaletsizlik ve şiddet... Ülke öyle bir hal almıştı ki tam bir iç kargaşa mevcuttu. 
Sağ ve sol olmak üzere insanlar iki kutuba bölünmüştü. 1980 tarihi öncesi Türkiye için bambaşka bir donem olmuştu diyebiliriz.

  a) Ekonomik bakımdan: Ekonomik alanda ülkemizde önemli olumsuzların mevcut olduğunu görmek mümkündür. Özal’ın 24 ocak kararlarının bile ekonomik iyileşmeye sebep olduğunu söyleyemeyiz. Kimi yazarlara hatta o donemi yasamış kimi insanların yaptıkları açıklamalara göre şiddetin bu kadar ön planda olmasının sebeplerinden birinin ekonominin kötüye gidisinin de olduğunu söyleyebiliriz.

 b) Siyasal bakımdan: Ülkemiz ekonomi gibi siyasette de tam anlamıyla kaos içindeydi diyebiliriz. Üst üste kurulan hükümetler, kimi partiler tarafından yapılan yorumlar, istikrarın sağlanamamış olması siyasi ortamın gerginleşmesine sebep olduğunu görebilmekteyiz.

 c) Toplumsal bakımdan: Tam bir kargaşa döneminin hakim olduğunu,insanların nefretle dolu olduklarını ve insanların psikolojisinin ne kadar bozuk olduğunu donemi incelediğimizde varacağımız sonuçlardan biri olabilmektedir.

II-12 EYLUL 1980 IHTILALI

            1979 Kasım'ında Demirel başkanlığında, dışarıdan Milliyetçi Hareket Partisi(MHP) ve Milliyetçi Selamet Partisi(MSP) destekli Adalet Partisi(AP) azınlık 
hükümetinin kurulması da siyasal istikrarsızlığı sona erdirmeye yetmedi. Bu arada günde 25-30 kişinin yaşamına mal olan siyasal ve toplumsal şiddet olayları da bütün hızıyla sürüyordu.

          İstikrarsızlığın yanı sıra giderek artan şiddet olaylarından tedirgin olan ordunun üst kademesi, 27 Aralık 1979'da Milli Güvenlik Kurul Başkanı sıfatıyla 
Cumhurbaşkanı Fahri Korutuk'e bir uyarı mektubu gönderdi.

Korutürk'ün 2 Ocak 1980'de kamuoyuna duyurduğu uyarı mektubunda, ülkenin içinde bulunduğu durumun değerlendirilmesi yapıldıktan sonra şöyle deniliyordu:

                "Türk Silahlı Kuvvetleri ülkemizin bugünkü hayati sorunları karşısında siyasi partilerimizden bir an önce, milli menfaatlerimizi ön plana alarak, anayasamızın ilkeleri doğrultusunda ve Atatürkçü bir görüşle bir araya gelerek anarşi, terör ve bölücülük gibi devleti çökertmeye yönelik her türlü hareketlere karşı bütün önlemleri müştereken almalarını ve diğer anayasal kuruluşların da bu yönde yardımcı olmalarını ısrarla istemektedir."

Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün kamuoyuna duyurduğu, terör ve bölücülük olaylarının artışıyla ilgili uyarı mektubu gerek iktidar gerekse muhaletef partileri tarafından görmezden gelindi. Her iki taraf da bu mektubun muhatapları olmadıklarını açıkladılar. Bu durum öteden beri bir müdahale hazırlığı içinde olan ordunun üst kademesinin bu yöndeki hazırlıklarını hızlandırdı.

             Ordunun mektubu adresini bulamadan ortada kalırken, 6 Nisan 1980'de Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün görev süresinin dolması mevcut bunalımlara bir yenisinin eklenmesine yol açtı. Siyasi partiler bir isim üzerinde uzlaşmaya varamayınca yeni cumhurbaşkanını seçmek bir türlü mümkün olmadı.

Bu görevi Cumhuriyet Senatosu Başkanı İhsan Sabri Çağlayangil aylarca vekaleten yürüttü. 1980 sonbaharına gelindiğinde kriz bütün hızıyla sürüyordu ve birçok ilde sıkıyönetim ilan edilmiş olmasına rağmen şiddet olayları her geçen gün tırmanıyordu. Bu arada bazı kesimler ordunun duruma bir an önce müdahale etmesi için sabırsızlık gösteriyorlardı.

            12 Eylül 1980 günü sabah saatlerinde Türk Silahlı Kuvvetleri, emir-komuta zinciri içinde yönetime doğrudan el koydu. Darbeyle birlikte Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiralı Nejat Tümer ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun 'dan oluşan 5 kişilik bir Milli Güvenlik Konseyi kuruldu.

             MGK Başkanı Kenan Evren darbenin gerekçelerini aynı gün öğle saatlerinde yaptığı radyo ve televizyon konuşmasında kamuoyuna açıkladı. Yine aynı gün yayımlanan 1 numaralı MGK bildirisi şu satırları içeriyordu:

             "MGK devlet yönetimine doğrudan el koymuştur. Her türlü siyasi faaliyet her kademede durdurulmuş, parlamento ve hükümet feshedilmiş, bütün 
parlamenterlerin yasama dokunulmazlıkları kaldırılmıştır. Bütün yurtta sıkıyönetim ilan edilmiş, ikinci bir emre kadar sokağa çıkmak yasaklanmış, yurt dışına çıkışlar durdurulmuştur. Yasama ve yürütme yetkileri MGK tarafından kullanılacak ve kısa zamanda bir bakanlar kurulu oluşturularak yürütme sorumluluğu bu kurula bırakılacaktır."

              Bu arada siyasi parti başkanları MGK kararıyla, "can güvenliklerinin sağlanması amacıyla Türk Silahlı Kuvvetleri'nin koruma ve gözetiminde" belirli yerlerde ikamete tabii tutuldular. Demirel ve Ecevit, Gelibolu Hamzakoy'a, Erbakan da İzmir Uzunada'ya gönderilirken, bazı milletvekilleri ile DİSK'in üst düzey yöneticileri 
gözaltına alındı.

III-İHTİLAL SONRASI SİYASİ PARTİLER

 a) CHP-SODEP-DSP: 29 ekim 1980 günü MGK Genel Sekreterliğinin yayınladığı bildiriden sonra Bülent Ecevit, Cumhuriyet Halk Partisi(CHP) Genel başkanlığından istifa etti. Siyaset yasağını çiğnediği gerekçesiyle sürekli olarak tutuklanıp cezaevine konuyordu.(Bila Hikmet,CHP-1919 1999,Doğan kitap,İst 1999,s.357)

16 Ekim 1981 günü MGK Siyasi partilerin feshine ilişkin  yasayı kabul etti. Partilerin kapatılmasıyla 62 yıllık CHP tarihi sona eriyordu. Buna tek tepki ise 
Bülent Ecevit’ten* geldi.

   1- DSP ve SODEP’nin siyaset sahnesine çıkışı: Halkçı Partinin (HP) kurulduğu ayni donemde  Erdal İnönü de Sosyal Demokrat Partisi(SODEP)’nin kuruluş bildirgesini İçişleri Bakanlığına teslim etti. SODEP’in yani sıra Bulent Ecevit’in esi olan Rahşan Ecevit’in başkanlığında da Demokratik Sol Parti kurulmuş ve HP ise DSP’ye katılma kararı almıştı.(Bila Hikmet,a.g.e,s.375) 13 Eylül 1987’de Bülent Ecevit DSP’nin liderliğine getirildi;fakat 1987 genel seçimlerine katılan DSP barajı geçememişti.  

  2- 1991 seçimleri ve sol: 1991 seçimlerine HEP ile ittifak yaparak giren SODEP bati’dan istediğini alamamış doğuyu ise HEP kazandırmıştı. SHP’nin seçimlerde 
basarisiz olması parti içerisinde muhalefet seslerine sebep olmuş,7. Olağanüstü Kurultayda Baykal,İnönü karsısında  yenilgiye uğradı. 12 Eylül’ün kapattığı partiler tekrardan kurulmaya başladılar. Bunlardan birisi de CHP idi. 12 Eylül öncesi CHP’nin Genel Sekreter Yardımcısı Erol TUNCER’in başını çektiği bir grup partinin tekrar açılması için çalışmalara başladılar. İnönü yeni CHP’nin SHP’ye katılmasını istiyordu.

  3- Deniz BAYKAL yine sahnede: 9 Eylül 1992’de yapılan kurultayda Deniz Baykal Genel Başkanlığa seçildi. Ve çok geçmeden de CHP’ye akın başladı.

  4- Donemin 3 önemli olayı: 1993 yılı baslarken SHP’yi eritecek olan Türk talihinde 3 önemli olay gerçekleşir.
           İlkin Cumhuriyet gazetesi yazarı Uğur MUMCU’nun 24 Ocak 1993 tarihinde faali meçhul bir cinayete kurban gitmesi... Ve bu donemde Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü’nün katillerin bulunacağına dair söz vermesine rağmen hala bulunamamış olması.

           İkincisi ise Pir sultan senlikleri için Sivas’ta bulunan Aziz NESIN ve aydın-sanatçı topluluğu kaldıkları Madımak Otelinde bazı çevreler tarafından ateşe verildiler.

         “Ben siyasi sorumluyum.”(BILA Hikmet,a.g.e,s.396) diyen Erdal INONU büyük tepki gördü ve Alevi kitlenin SHP’den uzaklaşmasını sağlayan etkenlerden biri oldu diyebiliriz.

         Üçüncü olay,ISKI skandali ise ISKI genel müdürü Ergun GOKNEL’in halkın paralarını kendi özel ihtiyaçları için kullanması ve bir kısmının SHP’ye aktarıldığının öne sürülmesi idi.

         Bu üç olayın SHP’nin ülkedeki itibarini sarstığını söyleyebiliriz. Secimler yaklaşırken CHP’den DSP’ye doğru bir yöneliş vardı. 24 Aralık 1995 seçimleri hem sol hem 
de Türkiye için şaşırtıcıydı. RP birinci parti olmuş DSP ve CHP umduklarını bulamamıştı. Sol için tam bir hayal kırıklığıydı.

 b) REFAH PARTISI: 12 Eylül 1980 ihtilali bu parti yöneticileri için sadece parti kapatılması ve yöneticilerinin cezalandırılmasından öteye gitmedi.

       Necmeddin ERBAKAN’da diğer parti liderleri gibi tutuklandı ve İzmir Uzunada’da üç hafta kaldı. Erbakan’ın yakın siyasi arkadaşı olarak bilinen Yasin HATIPOGLU tutukluluk günlerini söyle anlatıyordu:

    “Bu konseyciler sakin bizi hapishaneye atalım derken bilmeyerek yanlışlıkla cennete atmış olmasınlar. Elimizi uzatsak her istediğimiz meyve,tatlı.yiyecek. Kısacası hersey elimizde.”(POYRAZ Ergun,Refah’in gercek Yüzü-1,Poyraz yayınları,ANK 1996,s.92)

      Daha sonraki duruşmalarda Erbakan ve arkadaşlarının beraat etmesi herkes tarafından şaşırtıcı olmuştu.

1-Refah partisi kuruluyor: Siyasi yasakların da sona ermesiyle 19 Temmuz 1983 tarihinde “emanetçi” Ali TURKMEN adında bir avukatın genel başkanlığında kuruldu. MNP ve MSP’nin devamı olduklarını her fırsatta belirtiyorlardı. 11 Ekim 1987 tarihinde yapılan 2.Olağan kongre ile Necmeddin ERBAKAN genel başkanlığa seçildi.

2-1991 seçimleri ve RP: 1991 seçimlerinde IDP ve MCP ile ittifak yaparak girdi. Tek başına hükümet olacaklarını düşünüyorlardı. %16.7 oyla 62 milletvekili çıkardı.

  3-RP’nin yan kuruluşları: 12 Eylül öncesinde MSP’nin belli başlı yan kuruluşları Akıncılar,Milli Türk Talebe Birliği ve Avrupa Milli Görüş Teşkilatları ve bunlara bağlı kuruluşlardı.

          12 Eylül’den sonra MSP yerini RP’ye akıncılar IBDA-C’ ye;MTTB ise yerini MGV’a bıraktı.(POYRAZ Ergun,a.g.e,s.124) Erbakan hareketinin planlı ilk safhası 
Milli Gençlik Vakıflarıdır. Bu vakfın bütün illerde merkez şubeleri,ilce örgütleri bulunmaktadır.

        24 Aralık 1995 seçimlerinde 1.parti oldu. 1980’den sonra başlayan hızlı yükseliş ilk tohumunu atmıştı ve ilk sırayı aldı. Kimilerine göre RP,hükümet olursa Laik Cumhuriyetin tehlikeye düşeceği söyleniyordu. Kimilerine göre ise RP’nin seçimlerden 1.parti çıktığı,iktidarı hakettigi,dışarıda bırakılırsa radikalleşeceği yorumları yapılıyordu.

  4-Partinin radikal hareketleri: Çok geçmeden partinin bazı unsurları on plana çıkarıldı. Ekonomik ve sosyal sorunların çözümüne yönelme yerine Taksime ve 
Çankaya’ya cami yapılması,üniversitede türbanın serbest bırakılması,devlet dairelerinde mesai saatlerinin cuma namazına göre düzenlenmesi gibi konular gündemin ilk sıralarına oturtuldu ve gerilim politikası esas alindi.

       Erbakan’ın başbakanlık Konutu’nda sarıklı tarikat liderlerine yemek vermesi,RP’li milletvekili ve belediye başkanlarının çeşitli yerlerde Atatürk,Laik cumhuriyet aleyhinde sert konuşmalar yapmaları RP’ye bakisi değiştirmeye başladı.

        1 Şubat 1997 tarihinde Sincan’da RP’li belediye başkanının himayesinde düzenlenen,Iran büyükelçisinin de izlediği bir tiyatro oyununda şeriat ayaklanması temasının islenmesi,bardağı taşıran son damla oldu. 4 Şubat günü Genelkurmay’in emriyle tanklar Sincan sokaklarındaydı.

  5-28 Şubat sureci ve RP: Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakki KARADAYI 28 Şubat’ı silahsız kuvvetlerin yönetime doğrudan el koyması olarak belirtmişti. Erbakan’da istemeye istemeye 28 Şubat bildirisini imzalamak zorunda kaldı.

         28 Şubat kararlarına şöyle bir baktığımızda laiklik ilkesinden odun verilmeyeceğini;tarikatlarla bağlantılı özel yurt,vakıf ve okullar,devletin yetkili organlarınca denetim altına alınarak Tevhid-i Tedrisat kanunu gereği MEB’na devri sağlanması gerektiğini,dini tesislerin siyasi istismar olarak kullanmaması gibi dinin kullanılmasını önleyici maddelere yer verilmiştir.

 c) ANAP-DYP: 1980 ihtilali ile DYP Genel Başkanı Süleyman DEMIREL’de gözaltına alınan liderlerden biriydi. Ve ihtilal öncesi hükümetin de başbakanıydı.

         ANAP içinde birleştirdiği öne sürülen dört eğilim;liberal sağ,mukaddesatçı sağ,milliyetçi sağ ve demokratik sol idi.(KONGAR  Emre,21.yüzyılda Türkiye,remzi kitabevi,s.218) 6 Kasım 1983 seçimlerine “veto”engelini asabilen üç siyasi parti katildi;ANAP,HP ve MDP. 1983 seçimleri Anavatan Partisi için büyük bir supriz oldu ve 211 milletvekili kazandı. Ayni basariyi 1984 seçimleriyle de 1. parti olarak gösterdi. DYP için de veto kalkmış ve yerel seçimlere katılabilme hakki kazanmıştı. 

Fakat umduğunu bulamayıp 3. sırada yerini almıştı.

         29 Kasım 1987’deki genel seçimlerde ise ANAP tek basına iktidara gelmiştir. DYP’de SHP’den sonra gelerek 3. parti olmuştur. 26 Mart 1989 yerel seçimleri ise ANAP için bir hayalkirikligi oldu. ANAP seçimlerden önce sahip olduğu 59 il belediye başkanlığından 57’sini kaybetmişti. 9 Kasım 1989’da Turgut OZAL, Kenan EVREN’den Cumhurbaşkanlığı görevini aldı.

 1991 seçimleri sağ için büyük bir galibiyet olmuştu. DYP secimin lideri,ANAP ise 2. sıradaydı. Secim sonuçlarıyla DYP-SHP koalisyonu ortaya çıkmıştı.

 1993 yerel seçimleriyle de siyasi tablo silinmemişti ayni kalmıştı. Daha secimin soku atlatılamadan unlu 5 Nisan kararı geldi.

        DYP-SHP koalisyonu 24 Ocak 1980 kararlarını hatırlatan bir acı reçeteyi yürürlüğe koydu. Yeni ekonomik paket, halktan yine kemer sıkmasını istiyor,yeni vergiler koyuyor,sok zamlar getiriyor ve tarımın desteklenmesine son veriyordu.

 d)MHP:1980 ihtilalinden sonra tutuklanıp cezaevine konan liderlerden birisi de Alparslan TURKES idi. İhtilal sabahı bütün liderler evlerinden toplanmış bir tek TURKES bulunamamıştı. Eski Ülkü Ocakları ve MHP Gençlik Kolları genel başkanlarından, MHP Genel Başkanlığına adaylığını koyan Ramiz Ongun 12 Eylül 1980 darbesini günlerinde Türkeş' in durumunu yakından bilen bir isim. Şunları anlatmıştı:

            

    "11 Eylül akşamı 8.00 civarında telefon geldi. Turhan Koçal Bey' in evindeymiş. Beni oraya çağırdılar. Genel Başkan orada biz biraz özel konuştuk. Bana bir şeyler olduğunu söyledi. Ben oradayken Mustafa Mit, Yaşar Okuyan ve gençlik kollarından bazı arkadaşlarımız da geldiler. Orada karşılaştırdığımız yer Halil Şıvgın' ın evi oldu. 

Halil Şıvgın bir arkadaşımız ama MHP' li olarak, ülkücü olarak da pek bilinmeyen bir arkadaşımız... Hanımı da ülkücü gelenekten gelen Taşer ailesinin çok şuurlu bir kızıydı. Onun için orayı emniyetli bulduk. Oraya götürdük. Öyle bahsedildiği gibi çok yer falan gezmedik. Direk götürdük. İşte bazı MHP' lilere gidildi, onlar kabul etmedi, oraya gidildi, falam yok. İlk kararlaştırdığımız yer orasıydı, oraya götürdük.

Ertesi günü teslim oldu.' (Dr. Arslan Tekin, Milliyetçi Hareket' te Yeni Dönem ve Dr. Devlet Bahçeli, 2bs.,İstanbul 1998,s.88-90)

         Milliyetçi Hareket'in 12 Eylül 1980 müdahalesinin etkilerini atlatarak yeniden partileşme süreci 7 Temmuz 1983'te Muhafazakâr Parti'nin kurulmasıyla başlamıştır. 

Ne var ki Muhafazakâr Parti, 6 Kasım 1983'te yapılan seçimlere Milli Güvenlik Konseyi'nin engellemeleri yüzünden katılamamıştır. 6 Eylül 1987 tarihinde 12 Eylül Askeri yönetiminin getirdiği yasaklar son bulmuş ve 4 Ekim 1987'de düzenlen ikinci Olağanüstü Kongre'de Alpaslan Türkeş Milliyetçi Çalışma Partisi Genel Başkanı seçilmiştir.

        1987 seçimlerinde de %2 oy alarak meclis dışında kaldı. 1989 yerel seçimlerde de %2’lik oyu %4’e çıkarmış olmasına rağmen yine umulan gibi olmamıştı. 
1991 seçimlerinde de RP ile ittifak yaparak meclise girebilmişti.

        Alparslan Türkeş’in 1996’daki vefatıyla yerine Devlet Bahçeli genel başkanlığa getirildi.

   
2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***

15 Mart 2017 Çarşamba

Öncesi ve Sonrasıyla 12 Eylül 1980 Kronolojisi:



Öncesi ve Sonrasıyla 12 Eylül 1980 Kronolojisi: 



  Siyasi Cinayetler, Kanlı 1 Mayıs, Çorum ve Maraş olayları, Meclis'in kilitlenmesi, ekonomik buhran ve diğerleri... 


12 EYLÜL 1980 ÖNCESİ BAŞKENT SOKKALARI 

Türkiye Tarihine bir Balyoz gibi inen sürecin kilometre taşları.

Darbenin ardından 1982 yılında yapılan referandumla Kenan Evren'in yedi yıllığına Cumhurbaşkanlığı'na getirilmesi kabul edildi. [AA]

Türkiye'nin siyasi ve sosyal hayatını yeniden dizayn eden 12 Eylül süreci öncesindeki çalkantılar, askeri müdahalenin ardından yerini mutlak baskının hakim olduğu bir atmosfere bıraktı. 

Darbenin ardından 650 bin kişi göz altına alındı, 1 milyon 683 bin kişi fişlendi. Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı, 7 bin kişi için idam cezası istendi. 517 kişiye idam cezası verildi, 50 kişinin cezası infaz edildi.

98 bin 404 kişi örgüt üyesi olmak suçundan yargılandı, 30 bin kişi sakıncalı olduğu için işten atıldı. 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı, 30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurt dışına gitti. 


12 EYLÜL 1980 ÖNCESİ BAŞKENT SOKKALARI 

171 kişinin gözaltında işkenceden öldüğü belgelendi. 937 film sakıncalı bulunduğu için yasaklandı. 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu. 3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hakimin işine son verildi.

31 Gazeteci cezaevine girdi, 300 gazeteci saldırıya uğradı. Üç gazeteci silahlı saldırıda öldürüldü.

Gazeteler 300 gün yayın yapamadı, 13 büyük gazete için 303 dava açıldı, 39 ton gazete ve dergi imha edildi.

Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi, 14 kişi açlık grevinde öldü.

1977

1 Mayıs: İstanbul Taksim Meydanı’nda düzenlenen İşçi Bayramı kutlamalarında kalabalığın üzerine meçhul saldırganlar tarafından bir binanın çatısından ateş açıldı. 
Hâlâ aydınlatılamayan ve tarihe ' Kanlı 1 Mayıs ' olarak geçen olayda 33 kişi hayatını kaybetti.
13 Haziran: Dönemin başbakanı Süleyman Demirel istifa etti. 
Milliyetçi Cephe Hükümeti sona erdi.


12 EYLÜL 1980 ÖNCESİ BAŞKENT SOKKALARI 

29 Mayıs: İzmir Havaalimanı'nda Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Bülent Ecevit’e silahlı saldırı düzenlendi. Sağ kurtulan Ecevit, kontrgerillayı suçladı.

21 Haziran: Hükümeti kurma görevini alan CHP lideri Bülent Ecevit kabineyi açıkladı.

1978

15 Ocak: Sol ve sağ örgütler arasındaki şiddet olayları arttı, son iki haftada 30’dan fazla kişi öldü. 


12 EYLÜL 1980 ÖNCESİ BAŞKENT SOKKALARI 
16 Mart: İstanbul Üniversitesi’nden çıkan sol görüşlü kalabalık bir öğrenci grubunun üzerine bomba atıldı ve otomatik silahlarla ateş açıldı. '16 Mart Katliamı' adı verilen olayda yedi öğrenci öldü, 47 kişi yaralandı. Saldırı aydınlatılamadı, üç kişinin yargılandığı dava 2008 yılında zamanaşımından düştü.


17 Nisan: Adalet Partisi üyesi Malatya Belediye Başkanı Hamit Fendoğlu, kendisine gönderilen bir bombalı paketi açarken, gelini ve iki torunuyla birlikte öldü. Malatya’da büyük olaylar yaşandı. Sokak gösterileri günlerce sürdü.


12 EYLÜL 1980 ÖNCESİ BAŞKENT SOKKALARI 
19 Mayıs: Ankara’da, Gençlik ve Spor Bayramı’nda kız öğrencilerin kıyafetlerinden dolayı aleyhte tezahürat yapıldı. İstanbul’da tribünlerin önünde bomba patladı. Antakya’da kız öğrencilere saldırıldı, elbiseleri yırtıldı. MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan, Anıtkabir’deki anma törenine katılmadı.

2 Haziran: Madrid’de Ermeni örgütü ASALA’nın düzenlediği silahlı saldırı sonucunda, Türkiye’nin Madrid Büyükelçisi Zeki Kuneralp’in makam arabasında bulunan eşi Necla Kuneralp, emekli Büyükelçi Beşir Balcıoğlu ve aracın şoförü öldü. Büyükelçi araçta bulunmadığı için kurtuldu. Bu tarihten sonra Ermeni örgütü 21 ülkede gerçekleştirdiği saldırılarda 42 Türk diplomat hayatını kaybetti.


12 EYLÜL 1980 ÖNCESİ BAŞKENT SOKKALARI 
4 Ekim: MHP İstanbul İl Başkanı Recep Haşatlı, oğluyla birlikte evinde uğradığı silahlı saldırı sonucu öldürüldü. Cinayeti, ' Marksist Leninist Silahlı Propaganda Birliği ' örgütü üstlendi.


9 Ekim: Ankara’da Bahçelievler semtinde yedi Türkiye İşçi Partisi üyesi öğrenci, Abdullah Çatlı ve Haluk Kırcı’nın da aralarında olduğu ülkücüler tarafından evlerinde öldürüldü. Kırcı 1999'da yakalanıp yargılandı ve hüküm giydi. Cezaevinden çıktıktan sonra verdiği röportajda, " O zaman gençtik ; bizleri kullandılar " dedi. 


12 EYLÜL 1980 ÖNCESİ BAŞKENT SOKKALARI 
20 Ekim: İTÜ Elektrik Fakültesi Dekanı Bedri Karafakioğlu İstanbul’da uğradığı silahlı saldırı sonucunda yaşamını yitirdi.

27 Kasım: Abdullah Öcalan PKK Örgütünü kurdu.

19 Aralık: Kahramanmaraş’ta Çiçek Sineması’na bomba atılması olayının sol görüşlü gruplar tarafından gerçekleştirildiği haberinin yayılmasıyla ayaklanan sağcı ve ülkücü gruplar, sol partilerin ve derneklerin binalarına saldırdı. Kısa sürede karşılıklı çatışmaya dönen olaylar bir hafta sürdü. 100’den fazla vatandaşın öldüğü olaylarda Alevilere ait 200'ün üzerinde ev yakıldı, işyerleri tahrip edildi.

Şiddet olaylarının kontrolden çıkma nedeni olarak, güvenlik güçlerinin, saldırıların kendilerine yöneldiği iddiasıyla kentten çekilmesi gösterildi. Bu durum Aleviler üzerindeki baskının ve saldırıların artması anlamına geliyordu. Olaylar Kayseri ve Gaziantep'ten gönderilen askeri birliklerin müdahalesiyle bastırıldı.

Olayların ardından İstanbul ve Ankara dahil çok sayıda ilde sıkıyönetim ilan edilmiş, Başbakan Ecevit ise olayların kendisini, uzun süredir direndiği sıkıyönetim talebine zorlamak için kontrgerilla tarafından çıkarıldığını söylemişti. 


12 EYLÜL 1980 ÖNCESİ BAŞKENT SOKKALARI 
26 Aralık: 13 ilde daha sıkıyönetim ilan edildi.

1979

1 Şubat: Milliyet Gazetesi Başyazarı ve Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi, İstanbul Nişantaşı’ndaki evinin önünde otomobilinin içindeyken uğradığı silahlı saldırıda öldürüldü. Saldırının faili Mehmet Ali Ağca 5 ay sonra yakalandı. Ağca, 6 ay sonra ülkücü bir grubun yardımıyla, tutulduğu askeri cezaevinden kaçtı ve Bulgaristan'a geçti.

9 Nisan: CIA hesabına casusluk yaptığı öne sürülen MİT İstihbarat Başkan Yardımcısı emekli Albay Sabahattin Savaşman 17 yıl 6 ay hapis cezasına mahkum oldu.

25 Nisan: Sıkıyönetim TBMM tarafından 2 ay daha uzatıldı.


13 Mayıs: TÜSİAD gazetelere ilan vererek, Bülent Ecevit Hükümeti’nin çekilmesini istedi.

11 Haziran: IMF’nin baskısıyla Türk Lirası’nda devalüasyon yapıldı.


12 EYLÜL 1980 ÖNCESİ BAŞKENT SOKKALARI 
13 Temmuz: Ankara’da Mısır Büyükelçiliği’ni basan üç Filistinli, elçilik personelini rehin aldı. Çıkan çatışmada bir polis ile bir bekçi öldü. Eylemciler 15 Temmuz’da teslim oldu.

5 Ekim: İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş sinema oyuncusu Aynur Aydan’la ilişkisinin basına yansıması sonucu görevinden istifa etti.

19 Kasım: Milliyetçi gazeteci - yazar, eski AP milletvekili İlhan Egemen Darendelioğlu İstanbul’da uğradığı suikast sonucu hayatını kaybetti.

27 Aralık: Türk Silahlı Kuvvetleri, Cumhurbaşkanı'na uyarı mektubu verdi. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren ile kuvvet komutanlarını imzasını taşıyan mektupta ülkedeki iç karışıklıkla ilgili rahatsızlıklar dile getirildi. 

Mektup 2012 yılında mahkeme tarafından kabul edilen 12 Eylül davası iddianamesinde 'müdahalenin şartlarını olgunlaştırma' kararınının bir yıl önce alındığının delili olarak gösterildi.


12 EYLÜL 1980 ÖNCESİ BAŞKENT SOKKALARI 

Mektupta " Türk Silahlı Kuvvetleri ülkemizin bugünkü hayati sorunları karşısında siyasi partilerimizin bir an önce, milli menfaatlerimizi ön plana alarak, anayasamızın ilkeleri doğrultusunda ve Atatürkçü bir görüşle bir araya gelerek anarşi, terör ve bölücülük gibi devleti çökertmeye yönelik her türlü hareketlere karşı bütün önlemleri müştereken almalarını ve diğer anayasal kuruluşların da bu yönde yardımcı olmalarını ısrarla istemektedir" ifadelerine yer verildi.

1980

1 Ocak: Genelkurmay Başkanı Evren ile kuvvet komutanları Çankaya Köşkü'nde Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk ile görüştü.

24 Ocak: '24 Ocak Kararları' olarak bilinen ekonomik program açıklandı. Yaşanan ekonomik istikrarsızlık, üretimin azalması ve karaborsacalığın oluşması gibi nedenlerin ortadan kaldırılması için kamu harcamalarının sınırlandırılması, ücretlerin düşürülmesi, serbest döviz kuru gibi ekonomik önlemlerin alınması kararlaştırıldı. Bunun için Süleyman Demirel, daha sonra Türk siyasi yaşamına damgasını vuracak bir ismi, Turgut Özal'ı Başbakanlık Müsteşarı olarak atadı. IMF ile bu kapsamda bir anlaşma imzalandı.

6 Nisan: Fahri Korutürk’ün cumhurbaşkanlığı süresinin sona ermesiyle TBMM’de seçim bunalımı başladı. CHP ve AP adaylarını son anda gösterdi. Seçimler sırasında hiçbir aday cumhurbaşkanı olmak için yeter oyu alamadı. Meclis onlarca defa tekrar oylama yaptı fakat bir türlü yeni cumhurbaşkanı seçilemedi.


Korutürk’ün Görevinin bitişinin ardından 9 Kasım 1982’ye kadar Cumhurbaşkanı seçilemedi. [AA]

27 Mayıs: MHP’li eski bakanlardan Gün Sazak Devrimci Sol örgütü üyeleri tarafından aracına binerken öldürüldü.

17 Haziran: Genelkurmay Başkanı Kenan Evren, kuvvet komutanları ve Genelkurmay 2. Başkanı Necdet Öztorun'a kod adı 'Bayrak Harekatı' olan bir darbenin 11 Temmuz 1980'de gerçekleştirilmesi talimatını verdi.

2 Temmuz: ' Bayrak Harekatı ' Süleyman Demirel hükümetinin güvenoyu almasıyla ertelendi. 

4 Temmuz: Kahramanmaraş’ta yaşanan Alevi-Sünni çatışmasına benzer olayların tekrarı Çorum'da yaşandı. Olaylarda resmi kayıtlara göre 57 kişi hayatını kaybetti.

19 Temmuz: Eski başbakanlardan Nihat Erim İstanbul Dragos'ta öldürüldü.

22 Temmuz: DİSK'in eski genel başkanı, Maden-İş Sendikası Başkanı Kemal Türkler, Nihat Erim cinayetine misilleme olarak öldürüldü.

28 Ağustos: '5 Eylül 1980'den itibaren her an hazır olunması' bildirilen 'Bayrak Harekatı' emirleri özel kuryelerle kuvvet komutanlarına teslim edildi.

5 Eylül: Dışişleri Bakanı AP’li Hayrettin Erkmen, TBMM’de gensoru ile düşürülen ilk bakan oldu.

6 Eylül: MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan tarafından İsrail’in Kudüs’ü başkent ilan etmesini protesto etmek amacıyla Konya’da düzenlenen mitingde söylenen sözler, TSK tarafından "şeriat amaçlı bir kalkışma girişimi" olarak değerlendirildi.


Kenan Evren darbe bildirisini okurken Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun yanındaydı. [AA]

12 Eylül: Ordu ülkenin yönetimine el koydu. Genelkurmay Başkanı Evren ve kuvvet komutanlarından oluşan Milli Güvenlik Konseyi üyeleri darbe bildirisini TRT aracılığıyla duyurdu.

Bildiride, "Türk Silahlı Kuvvetleri el ele vererek İç Hizmet Kanunu'nun verdiği Türkiye Cumhuriyeti'ni kollama ve koruma görevini yüce Türk milleti adına emir ve komuta zinciri içinde ve emirle yerine getirme kararını almış ve ülke yönetimine bütünüyle el koymuştur" ifadelerine yer verildi.

Daha sonraki bidirilerle sıkıyönetim bölgelerine komutanlar atandı. Siyasi partiler ile Türk Hava Kurumu ve Çocuk Esirgeme Kurumu dışındaki derneklerin faaliyetleri yasaklandı. Polis, jandarmanın emrine verildi.

Darbenin gece 03:00'te ilanından sonra aynı gün sabah saat 5:30'da Süleyman Demirel, Bülent Ecevit ve Necmettin Erbakan'a Genelkurmay Başkanı imzasıyla birer tebliğ gönderildi. 

Tüm tebliğlerde "TSK yönetime el koymuştur. Hükümetiniz feshedilmiş, parlamento üyeliğiniz düşmüştür. Talimatı getiren subayın ikazlarına uyunuz" ifadesiyle birlikte gidecekleri adresler belirtildi.

17 Eylül: Gözaltı süresi uzatıldı.

18 Eylül: Milli Güvenlik Konseyi'nin başkan ve dört üyesi TBMM Onur Salonu'nda törenle yemin etti.

Erdal Eren mahkeme salonunda jandarma ile birlikte.

Erdal Eren’in yaşının tespiti için kemik Muayenesi yapılmadı. [AA]

19 Eylül: 1402 Sayılı Yasa, sıkıyönetim komutanlarının bütün kamu personelini gerekçesiz görevden alabilecek şekilde yeniden düzenlendi.

8 Ekim: Darbeden sonra ilk idam edilenler solcu Necdet Adalı ve sağcı Mustafa Pehlivanoğlu oldu. Cezaları sabaha karşı Ankara Merkez Kapalı Cezaevi'nde infaz edildi.

Kenan Evren, 2012 yılındaki 12 Eylül davası’nda "Bir sağdan, bir soldan astık" diyerek tarafsız davrandıklarını söyledi. 

11 Ekim: Aranan MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş ve diğer milletvekilleri dahil 36 MHP'li hakkında gıyabi tutuklama kararı verildi.

15 Ekim: Erbakan ve diğer MSP'liler 2 Numaralı Askeri Mahkeme tarafından tutuklandı.

10 Kasım: Onur Yayınları Sahibi İlhan Erdost, Mamak Askeri Cezaevi'ne götürülürken, dövülerek öldürüldü.

3 Aralık: 17 yaşında olduğu söylenen Erdal Eren, resmi nüfus kaydındaki yaşı göz önüne alınarak idam edildi. Eren, 17 günlük yargılamadan sonra idam edildi.

19 Aralık: DİSK davası başladı.


1981

24 Nisan: MSP'lilerin yargılanmasına başlandı. Erbakan için 14-36 yıl hapis istendi.

29 Nisan: Toplam 587 sanıklı MHP ve Ülkücü Kuruluşlar davasında Türkeş dahil 220 sanık hakkında idam istendi.

22 Temmuz: Evren, Erzurum konuşmasında "Artık yeni aldığımız bir kararla ilk ve ortaokullara, liselere mecburi din dersi konulacaktır" dedi.
15 Ekim: Ülkedeki bütün siyasi partiler kapatıldı.

1982

13 Temmuz: Geçici maddeler dışında 200 maddeden oluşan yeni anayasa tasarısı açıklandı.

7 Kasım: Yeni anayasa için halk oylaması yapıldı. Anayasa yüzde 90'ın üzerinde oyla kabul edildi. Evren yedi yıllığına Cumhurbaşkanı seçilirken, Milli Güvenlik Konseyi de Cumhurbaşkanlığı Konseyi'ne dönüştü.

1983

24 Nisan: Siyasi Partiler Yasası çıktı.
20 Mayıs: Anavatan Partisi (ANAP) kuruldu.
6 Kasım: Darbe sonrası ilk genel seçimler yapıldı. Turgut Özal liderliğindeki Anavatan Partisi oyların yüzde 45‘ini alarak tek başına iktidar oldu.

2010

12 Eylül: Anayasa değişikliği için yapılan referandum sonucunda 12 Eylül darbesinin sorumlularının yargılanmasını engelleyen geçici 15. madde kaldırıldı.

2012

4 Nisan: Darbeden sonra ülkeyi yöneten Milli Güvenlik Konseyi’nin hayatta kalan iki üyesi yargılanmaya başlandı. Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ve Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya ilk duruşmaya sağlık raporu göndererek gelmedi.
İki isim, "Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın tamamını veya bir kısmını değiştirmeye veya ortadan kaldırmaya ve Anayasa ile teşekkül etmiş olan Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasına engel olmaya cebren teşebbüs etmek'' suçlamasından 'ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası' istemiyle yargılanıyor.

11 Nisan: TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu kurulması için verilen önergeler oybirliği ile kabul edildi. 17 milletvekilinden oluşan komisyon, 1404 sayfalık bir rapor hazırladı. (raporun birinci ve ikinciciltleri)
20 Kasım: Hastanede yatan Evren ve Şahinkaya telekonferans yöntemiyle ilk kez hakim karşısına çıktı.
21 Kasım: Evren ve Şahinkaya, ' kurucu iktidar ' olduklarını belirterek, mahkemenin kendilerini yargılayamayacağını iddia ettiler. "Bugün de olsa aynı şekilde ihtilal yapardık" diyen Evren, sorulara yanıtvermedi.
2013

13 Şubat: Dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ile Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya, davada haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru yaptı.
27 Mart: 32 yıldır süren ve 1243 sanıkla başlayan Devrimci Sol örgütü ana davası "olağanüstü zamanaşımı" gerekçesiyle düştü. 2009’da ömürboyu hapis cezasına çarptırılan 39 sanık da serbest kaldı.

2014

18 Haziran: Ankara 10. Ağır Ceza Mahkemesi, Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya'yı 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun " Devlet kuvvetleri aleyhine cürümler " başlıklı 146. maddesi uyarınca ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırdı. 

Mahkeme daha sonra takdirini kullanarak sanıklar hakkındaki cezayı müebbet hapse çevirdi.

http://www.aljazeera.com.tr/kronoloji/kronoloji-oncesi-ve-sonrasiyla-12-eylul


***