Ergüder Toptaş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ergüder Toptaş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Aralık 2017 Cumartesi

GÖRÜNMEYEN ORDULAR – II

GÖRÜNMEYEN ORDULAR – II


Ergüder Toptaş 
21. YY TÜRKİYE ENSTİTÜSÜ,
Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi
27 Ekim 2014 Pazartesi

MUTASAVVER MÜCADELE

Bir önceki makalede, “ Görünmeyen Ordular ” kavramını savaşın nesil değişimi ekseninde gündeme getirerek, yapılan değerlendirmede; soğuk savaş sonrası egemen güçlerin çıkarlarını korumada ve belirlenen hedeflere ulaşmada dördüncü nesil savaş ve onun yöntemlerini etkinlikle kullanmaya devam ettiklerini, gelecekte de çok farklı usul ve esaslarla hiçbir sınır ve ahlaki değer tanımadan devrede olacağına kuvvetli bir vurgu yapılmayaçalışılmıştır. İkinci Dünya Savaşı’ndan beridir stratejik etkili olmalarına rağmen taktik ölçekte tutulmaya devam edilen “ Özel Kuvvetler ”in stratejik seviyede yeniden yapılandırılmasının hâlen devam eden mücadelenin hem bugünkü hem de gelecekteki başarısı için vazgeçilmez bir zorunluluk olduğu ifade edilmiştir.
Askerî literatürde sıklıkla kullanılan “ mutasavver”sıfatı, tasarlanan ve/veya tahayyül edilen muharebe ve harpleri tanımlamada kullanılan önemli bir kavramdır. Büyük devletler ve ordular açısından bir anlam ve değeri olan bu mefhum bugün de önemini korumaktadır. Cari harekât/muharebe/harp mücadelenin bir evresidir. Bir safha devam ederken, bir sonraki aşamamutasavverdir. Muhtemelen birbiri ardınca belirecek, gelişecek ve değişecek durumların üstesinden gelmede kullanılacak enstrümanlar; kuvvet, zaman ve mekândır. Ancak stratejisi olanlar için bu kavramlarişlevseldir ve de her biri değişik oranlarda sürekli olarak denkleme dâhildirler. Bu makalede söz konusu olan, güç geliştirme sürecinde mutasavver harp/mücadelenin karakterini de hesaba katarak,Özel Kuvvetlerin ikamesi zor ve maliyetli değerine dikkat çekmektir.21’inci yüzyılda kaos ortamı özellikleTürkiye’nin etki ve ilgi alanındaki coğrafyada daha da genişleyerek derinleşecektir. Muhtemel ve potansiyel tehditlerle başa çıkmada, tahayyül gücünün doğru bilgi ve ortak akılla desteklenerek, uygun tercih yapılmış güç bileşenlerinin zamanında geliştirilmesi son derece önemlidir.

GERİLLA HARBİNİN GENİŞLEYEN EVRENİ

            Gerilla harbi hem Doğu hem de Batı kültürünün ortak bir ürünüdür. Genelleme yaparak Doğu kültürünün bir sonucu olarak görmek yanlıştır. Max Boot’un, “ Hangi kültürden olursa olsun, daha güçlü bir düşmanla çarpışmak zorunda kalanların başvurduğu son çaredir ”[1] yaklaşımı da, bugünkü mücadelenin genişleyen evrenini anlatmada eksik kalmaktadır. Gerilla harbi aynı zamanda kontrgerilla operasyonlarını da kapsayan iki zıt iradenin diyalektiğidir. Gayrinizami harbin bir fonksiyonu olarak görevini yerine getirdikten sonra nizami harbe tabi olmayacaktır. Yeni nesil harplerde gayrinizami harp ve onun bir enstrümanı olan gerilla harbi güçsüzler tarafından değil, bu sefer egemen güçlerce merkeze alınarak bilinen paradigmaların değişmesine öncülük edilmiştir. Gayrinizami harbin bağımsız değişken, nizami veya konvansiyonel harbin tali ve tabi bir unsur olduğu savaşlar 21. yüzyılda devam etmektedir. Bu değişimi görmezden gelen güç ve milletlerin ölümcül etkilerden kaçınması mümkün gözükmemektedir.

            Bu bağlamda, ABD’nin İkinci Körfez Harekâtı(2003)’nı müteakip gayrinizami harp yeteneklerini geliştirmeye yönelik gayretlerini yakinen takip etmek gerekir. Son on yıldaki özel operasyon güçlerinin yaygınlaşması ve güçlendirilmesine yönelik faaliyetler dikkat çekici boyutlardadır.

ABD ÖZEL OPERASYON GÜÇLERİNİN GELİŞİMİ[2]

            Özel operasyon güçleri, birçok ulusal güvenlik tehdidiyle başa çıkmada tercih edilen bir araç haline geldiği için, yeteneklerinin kapsamlı ve kalıcı bir şekilde uygulanmasını sağlamak üzere,ihtiyaç duyulan eksikliklerin üstesinden gelinmesine istisnai bir önem verilmiştir. Son on yılda özel operasyon güçlerinin yaygınlaşması ve teçhizatlandırılmasına yönelik yapılan devasa yatırımlarbugünde devam etmektedir. Özel operasyonlar bütçesi, bahse konu dönem dikkate alınarak değerlendirildiğinde, dört kat artırılmıştır. Dört yıldızlı Amerikan Özel Operasyonlar Komutanlığının boyutları iki katına çıkarılarak,2013 yılı için toplam personel sayısı yaklaşık olarak 67 bin, general/amiral ise 70 kadardır.
            Yaklaşık yetmiş ülkeye dağılmış olan özel operasyon güçleri hem strateji ve doktrin oluşturma hem örgütlenme hem de kurumsal gelişme bağlamında büyük bir atılım gerçekleştirmişlerdir. Kurumsal noksanlıkların giderilmesi ve niteliğin geliştirilmesi kapsamında entelektüel sermayenin güçlendirilmesi ve stratejik yaklaşımlı liderlerin yetiştirilmesine özel önem verilmektedir.
            ABD tartışmasız küresel bir güçtür, bu emsalsiz üstünlüğünü en azından bu yüzyılın sonuna kadar devam ettirme iradesinden asla vazgeçmeyecektir. Bu amaçla güç geliştirmesi son derece doğaldır, bu stratejik tutumdan imtina ettiği anda cazibesini ve caydırıcılığını kaybeder. Türkiye Cumhuriyeti de bölgesel güç olma idealini gerçekleştirme ve her şeyden önemlisi varlığını güvenle devam ettirme yolunda “ Türk Özel Kuvvetlerine ” istisnai ilgi göstermek mecburiyetindedir.

PKK İLE MÜCADELEDE GÜMÜŞ KURŞUN

            Türk ordusunun yaklaşık otuz yıldır PKK’ya karşı yürüttüğü mücadelede Özel Kuvvetlerin, komanda birliklerinin ve Jandarma Özel Harekât unsurlarının müstesna bir yeri,zor dönemlerde riski yüksek hedeflere kolayca ve etkili bir şekilde ulaşangümüş kurşun değeri olduğu inkâr edilemez. Tabi ki başta kahraman Türk ordusunun her ferdi ve birliğinin, emniyet güçlerinin ve köy korucularının büyük fedakârlığı ve destansı mücadelesi asla ve asla unutulamaz. Bu mücadelenin yürütülmesinde ve askerî açıdan başarıya ulaşmasında Yüce Türk milletinin kararlılığı, ordusuna karşı beslediği engin sevgi ve heyecan duyguları ile ödünsüz desteğine değer biçilemez.
            Türk ordusu 1984’den bu yana, sürdürdüğü mücadelede başarılı olmuştur, bunu da ispatına gerek duyulmayacak şekilde özellikle 1992/99 yılları arasındaki süreç de göstermiştir. Bu mücadele, alelade bir düşük yoğunluklu çatışma olarak görülemez ve değerlendirilemez. 1775’den beri yaşanan tüm düşük yoğunluklu çatışmaların dünyanın şekillenmesinde ne kadar etkili olduğunu araştıran Max Boot, oluşturduğu veri tabanına göre direnişlerin ortalama ömrünün 10 yıl olduğunu belirtir. 1945’den sonraki direnişler içinse bu rakam 14 yıldır.[3] Bahse konu çalışmada Türkiye'nin mücadelesi devam ediyor gözükse de, şiddeti bakımından en yoğunlarından birisi olduğu kuşku götürmez bir gerçekliktir. “ Türk güvenlik güçlerinin 1998’deki zaferi ile en azından askerî olarak büyük ölçüde kontrol altına alınmıştır. Bu kanlı mücadele çoğu zaman sanıldığı gibi yalnızca Türk güvenlik güçleri ile PKK arasında politik-askerî bir karşılıklı meydan okuma değil, Türkiye, İran, Suriye ve bir ölçüde Irak’ın da müdahil olduğu…bir düşük yoğunluklu çatışmadır. “[4] Ayrıca, terör örgütünün arkasında uluslararası daha büyük bir sistemin olduğu; ABD’den Rusya’ya, Avrupa’dan İsrail’e kadar birçok istihbarat örgütlerinin kontrolünde bir pazarlık aracı olarak kullanıldığı gün gibi ortadadır. PKK, bütün bu karmaşık ve kirli ilişkiler yumağının bir sonucu olarak Türkiye’ye karşı asimetrik bir tehdit olarak ortaya çıkarılmıştır.

Bu tehdit, Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri bekasına ve toprak bütünlüğüne karşı en büyük meydan okumadır. İnsani, kültürel ve demokratik haklar talep ederek başlayan bir intifada gibi görmek veya öyle göstermek akıl ve izan ölçüleriyle açıklanamaz. Bu sadece işin birinci aşamasıdır. “ İkinci aşamada, Türkiye Cumhuriyeti devletinin üniter yapısını, yani tekliğini tarafların gönül rızasıyla sona erdirip Türk ve Kürt federe devletlerinden oluşan bir federal devlet kurmak… Üçüncü aşamada, kendi kaderini tayin hakkından yararlanıp, self-determinasyon yoluyla Türkiye’den ayrılarak bağımsız bir Kürt devleti kurmak… Dördüncü aşamada, bu devleti Irak’taki, İran’daki, Suriye’deki parçalarıyla birleştirip ‘ Büyük Kürdistan ‘ hülyasını gerçek kılmak…”[5] PKK’nın kuruluş amacı, bu kadar acık ve nettir.
Bu amacın tahakkuku için “ PKK, 1984’den 1988’e kadar SSCB’nin Bulgaristan üzerinden arka planda desteklemesi ile İran ve Suriye adına Türkiye’ye karşı savaşmıştır… 1987’de Türkiye’nin AB tam üyeliği için başvuru yapması üzerine başta Almanya olmak üzere AB ülkeleri ‘ Kürt-PKK kartına ‘ oynamaya başlamışlar ve İran-Suriye ittifakına katılmışlardır. 1991’den sonra, PKK’nın Türkiye’ye karşı savaşı, ‘ AB-Suriye-İran ‘adına sürdürülen vekâleten savaşa dönüşmüştür. 1990’larda Orta Asya ve Kafkasya’da bir Türk-Rus rekabeti algılayan Moskova’da PKK’yı kullanmıştır. 2003 sonrasında da PKK Irak’a yerleşen ABD’nin dolaylı-dolaysız denetiminde bir terör sürecinin içindedir.[6] 11 Eylül 2001’den sonra, ABD’nin Fas’tan Orta Asya’ya kadar 24 ülkenin sınırlarında ve rejimlerinde değişiklik yapmak maksadıyla devreye soktuğu,  “ Büyük Orta Doğu Projesi “ kapsamında artık PKK, bölgede güçlü bir aktör olma rolünde önemli bir mesafe kat etmiştir.

“Özetle, meseleyi sadece Türk güvenlik güçleri ile PKK çetesi arasında bir terör savaşı olarak görmek yanlıştır.”[7]  Mesele çok boyutlu, çok denklemlive dış dinamiklere dayanan varlığı ile oldukça karmaşıktır. Bu mücadele, Türk milletine ve onun kahraman ordusuna maliyeti her yönden çok ağır bir bilanço çıkarmıştır. Kazanımlar askerî gücün gelişimi ve dönüşümü kapsamında değerlendirilebilir. Ancak, ekonomik kaynakların heba edilmesi, sosyal dokunun tahribi ve kültürel değerler bağlamındaki kayıplar devasa boyutludur. Maddi kayıplar belirli bir zaman diliminde karşılanabilir ve yerine daha da büyük ve güçlü olanlar konulabilir, fakat kaybedilen bir değeri geri getiremez, yok olan ruhları tekrar canlandıramazsınız. Bu mücadelede tabi ki Türk güvenlik güçlerinin hataları vardır. Ancak, politik veçhedeki belirsizlik ve tutarsızlığa rağmen, geç de olsa güç de olsa, gerekli tedbirleri alarak, millî ve üniter devletin tasfiye edilmesi önlenmiştir.

ÖNGÖRÜLEBİLİR GELECEK

            Türkiye Cumhuriyeti’nin başta PKK olmak üzere bölgesindeki muhtemel tehditlerle mücadelede, diğer güç unsurlarıyla uyum içinde çalışan güçlü, çevik ve etkili bir TSK’ne olan ihtiyacı her geçen gün daha da artacaktır. TSK’nin kurumsallaşmış askerî mükemmelliğe ulaşmasında, Özel Kuvvetler ve diğer özel operasyon güçlerinin; değişen bölge şartları, küresel ve büyük güçlerin Orta Doğu’ya yönelik politikaları, mutasavver mücadelenin değişen karakteri ve PKK ile şimdiye kadar yürütülen mücadelenin millî bünyede yaptığı tahribat nazarıdikkata alınarak yeniden yapılandırılması vazgeçilmez bir gerekliliktir. Yüz yüze kalınan ve bundan sonra daha da ağırlaşacak iç-dış sorunların üstesinden gelinmesindeGörünmeyenOrduların varlığına daha fazla ihtiyaç duyulacaktır. Gayya kuyusuna dönen Orta Doğu’da,bölgesel ve küresel güç merkezlerinin güdümündeki görünmeyen orduların dolaylı ve/veya direkt saldırıları;Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığı, birliği ve refahına yönelik olarakpervasızca devam etmektedir. Ülkemizi tahrip gücü yüksek ve uzun süreli ateşten koruyacak ve güvenle mevcudiyetimizi devam ettirecek askerî gücün; aklın ve bilimin ışığında geliştirme ve koruma sorumluluğunda hepimizin yapacağı çok şey vardır.



[1]Boot Max, Görünmeyen Ordular-Gerilla Tarihi, çev. Fethi Aytuna, İnkılâp Yayınları, İstanbul, 2014, s. 30.
[2]Turquıe Diplomatique, sayı: 68. ( ABD’nin Özel Operasyon Güçlerinin Geleceği, Dış İlişkiler Konseyi Özel Raporu No. 66, Nisan 2013, Linda Robinson )
http://www.socom.mil/default.aspx. ( Erişim Tarihi: 21 Ekim 2014 )
[3]Boot Max, s. 498.
[4]Özdağ Ümit, Türk Ordusu PKK’yı Nasıl Yendi? Türkiye PKK’ya Nasıl Teslim Oluyor?, Kripto Yayınları, Ankara, 2010, s. 18.
[5]Cemal Hasan, Kürtler, Doğan Kitap, İstanbul, 2003, s. 536.
[6]Özdağ Ümit, PKK Terörü Neden Bitmedi, Nasıl Biter?, Kripto Yayınları, Ankara, 2008, s. 40-1.
[7]Age. , s. 41.


Ergüder Toptaş 
Uzman Hakkında

Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi
Uzmanın Diğer Yazıları

  Türkiye’nin Büyük Strateji Sorunu 
  Stratejik Savaşı Kaybetmek 
  Küba: Yeni Enerji Jeopolitiğinde Bir Hamle Mi? 
  Kutsal Ocakta Bedel Olur Mu?  
  “Saygon’daki Son Helikopter” ve Çözüm Süreci 
  GÖRÜNMEYEN ORDULAR – II 
  Görünmeyen Ordular 
  PKK İle Mücadelede Üçlemeye Dayalı Anlayış 
  PKK Terör Örgütünün Ordulaşması 
  Niteliksiz Adamlar ve Ölü Kurumlar 
  Çaresiz Stratejiler 



Ahlatlıbel Mah. 1825 Sokak No: 60 İncek/Çankaya/Ankara 
 Tel: +90 312 489 18 01 | Belgegeçer: +90 312 489 18 02 | Elektronik Posta: 
bilgi@21yyte.org 
Yazılım & Tasarım: Mahmut ÖZDEMİR

http://www.21yyte.org/tr/arastirma/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/2014/10/27/7838/gorunmeyen-ordular-ii


***

Görünmeyen Ordular -1

Görünmeyen Ordular.1  


Ergüder Toptaş 
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü                            
Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi
13 Ekim 2014 Pazartesi

Mücadele Süreci

Mücadele hem savaşı hem de barışı kapsayan, sürekliliği bulunan ve her millî güç unsurunun etkileşiminin mütemadiyen devam ettiği, dinamik bir süreçtir. 
Bu anlayışta savaş ve barış sürmekte olan aynı yarışma, çekişme, didişme, çatışma ve de boğuşmanın bir parçasıdır. Savaşın doğası insanın yaradılıştan sahip olduğu özelliklerin bir bileşkesi ve aynasıdır. İnsan varlığını tehdit altında hissettiği ya da bekasını ötekinin imhasında gördüğü vakit, kavgaya giden yolun 
önünü açar. Bugüne kadar, açılan kapı ne yazık ki hiç mi hiç kapanmamıştır; muhtevası farklılaşsa da mahiyeti aynı kalmıştır. Ne var ki değişen muhteva 
çoğunlukla göz ardı edilerek, bir önceki harbin karakterine uygun tedbirlerle bir sonrakine hazırlanılmıştır. Bu büyük yanılgı dün olduğu gibi bugünde devam 
etmektedir ve bütün orduların ortak açmazıdır. “ Görünmeyen Ordular ” konusunu da savaşın nesil değişimi bağlamında ele alarak bir değerlendirme yapmanın uygun olacağı düşünülmektedir ki tamamen mücadelenin karakteriyle ilgilidir.

Nesillere Göre Savaş

Stratejler ve savaş tarihçilerinin gelişen teknolojileri de hesaba katarak dört 
başlık altında tasnif ettikleri nesillere göre savaş kavramı tartışmalı olsa da 
genel kabul oranı yüksektir. Buna göre, birinci nesil savaşın başlıca özelliği; 
Birinci Dünya Savaşı öncesi harpleri esas alan piyade ağırlıklı, tek namlulu 
yivsiz silahların ve süngünün temel teknolojiyi belirlediği bir savaş türü 
olmasıdır. İkinci nesil savaşın ayırt edici niteliği ise, ateşin ve ateş destek 
sistemlerinin yoğun olarak kullanılmasıdır. Bu nesil savaşın tarihsel temsil 
odağı Birinci Dünya Savaşı’dır. Üçüncü nesil savaş ise hızın ateş gücünün önüne 
geçtiği, düşmana yaklaşarak onu yok etmek yerine onu aldatma ve mücadele 
güçlerini çökertme taktiklerinin öne çıktığı savaştır. İkinci Dünya Savaşı bu 
bağlamda üçüncü nesil savaşa örnek olarak gösterilebilir.

 Dördüncü nesil savaşa gelince, bu nesil savaşın temel özelliği soğuk savaş 
sonrası klasik ve konvansiyonel mücadele anlayışının rafa kaldırılmasıdır. Bu 
yönüyle ne siyaset ve savaş, ne sivil ve asker, ne savaş alanı ve güvenlik 
alanı, ne de savaş ve barış arasındaki sınır çizgisi net bir çizgidir. Söz 
konusu durumlar arasında net sınırlar değil, geçişken alanlar vardır. Artık 
neyin savaş neyin siyaset, kimin sivil kimin asker, nerenin savaş nerenin 
güvenlik alanı, hangi durumun savaş hangi durumun barış olduğu hakkında katı 
görüşler vazedilemez.[1] Dördüncü nesil savaşın temel amacının kaos ortamı inşa ederek hedef ülkelerdeki iktidarları devirmek olduğu çok açıktır ve bunu ispata yeltenmenin de bir manası yoktur. Bu savaş, karmaşık, medyatik manipülasyonu araçsallaştıran, psikolojik savaş unsurlarını devreye sokan ve toplumun bütün alanlarında mücadele veren bir savaşa atfen kullanılmakta, ne var ki sadece terörizmin yedeğinde bir mücadele tarzı olarak öne çıkarılmaktadır.

Dördüncü nesil savaşın merkezinde siyasi, ekonomik, toplumsal ve askerî ağların birlikte kullanımı vardır. Bu savaşta hedeflenen düşmanın siyasal karar 
mercilerine mevcut stratejik emellerin başarılmaz ya da aşırı maliyetli olduğunu 
göstermektir.[2] Dördüncü nesil savaş, caydırıcılıktan harekât ortamının 
şekillendirilmesine, savaş dışı harekâttan sınırlı güç kullanımına, terörizmle 
mücadeleden gerilla savaşına kadar her seviyede ve her alanda güçlüler 
tarafından etkinlikle yürütülmektedir. Bu barışı olmayan savaş devam ediyor, 
gelecekte de yöntemlerini farklılaştırarak daha da acımasız, doymak bilmez bir 
iştahla ve açgözlülükle devam edeceği muhakkaktır.

Taktik Ölçekli Ancak Stratejik Etkili Ordular

Savaşın dört neslinde de ortak olan bir özellik vardır ki o da gayrinizami harp 
ve onun yöntemlerini uygulayan kuvvetlerin varlığı ve öneminin nesilden nesille 
güçlenerek aktarılmasıdır. Her nesil savaşta güçlülerin kullandığı gayrinizami 
kuvvetler konvansiyonel büyük güce tabi kılınarak sevk ve idare edilmiştir. 
Genellikle de nicelik yönüyle klasik güçlerin hep gerisinde kalmışlardır. İkinci 
Dünya Savaşı’nda Özel Kuvvetlerin doğuşu ve önceki harplerde farklı adlarla ve 
değişik amaçlarla kullanılan komando birlikleri bu dönemden itibaren etkinlikle 
kullanılmaya çalışılsa da yine de gölgede kalmışlardır. Nizami kuvvetlerin 
gerilla ve teröristlerle mücadelede vazgeçilmez gördükleri bu kontrgerillalar, 
sıkıntılı günler ve dönemler geride kaldığında, çoğunlukla görmezden 
gelinmiştir.

Gerilla kuvvetlerinin kullanımı insanlığın tarihi kadar eskidir ve de çağlar 
boyunca güçsüzlerin temel enstrümanı olarak her seferinde daha güçlü bir şekilde mücadele sahnesinde yerlerini almışlardır. Ancak nitelikli ve icra ettikleri 
harekât itibarıyla etkileri yüksek bu güçler “ küçük savaşlar ” olarak 
adlandırılmanın haksızlığına uğramışlardır. Özellikle, İkinci Dünya Savaşı’nda 
gerilla harbi Churchill’in savaş politikasının önemli bir parçasıdır.[3] Virgin 
Ney’in bu savaşla ilgili olarak yaptığı şu yorum, daha çarpıcıdır: “ İkinci 
Dünya Savaşı esnasında Batı Cephesi’nde gerilla savaşının nizami harple birlikte 
tam gücünden istifade edilmesini engelleyen bir anlayışsızlık ve takdir etmeme 
durumu mevcuttu, Rusların aksine Batılı kuvvetler gerilla savaşını 
stratejilerine dâhil etmenin değerini kavrayamadılar. ”[4] İkinci Dünya 
Savaşı’ndan beri baskın çatışma hüviyetini koruyan gerilla harbi ne yazık ki hak 
ettiği ilgi ve takdiri bugün de görememiştir.  

Taktik ölçekli ancak stratejik etkili bu güçlerle ilgili yanlış adlandırılan 
diğer bir konunun da “ Görünmeyen Ordular ” kavramının yalnızca düzenli 
orduların örgütsel yapısından yoksun olan gerillalar bağlamında kullanılmasıdır. 
Max Boot son çalışmasında, terörizmin geçirdiği evreleri dikkate alarak, 
teröristleri de bu kapsama dâhil eder.[5] Askerî jargonda görünmeyen ordular hem gerillaları, hem kontrgerillaları, hem de teröristleri kapsamına alarak 
kavramsal genişleme sağlamıştır.

Dördüncü nesil savaşların karakterindeki değişim önümüzdeki dönemlerde de devam edecektir. Belki de bu yüzyılın ikinci yarısından itibaren beşinci nesil 
savaşlarla yüz yüze kalınacak ve farklı mücadele yöntemlerine ihtiyaç 
duyulacaktır. Savaşın karakterindeki dönüşüm, özellikle Türkiye gibi zor ve kaos 
ortamının gittikçe derinleştiği ve en iyimser tahminlerle bu yüzyılın sonuna 
kadar devam etmesi kuvvetle muhtemel olaylara gebe coğrafyalardaki ülkeleri, 
Özel Kuvvetler ve farklı adlarla anılan operasyon güçlerini stratejik seviyeye 
çıkarmaya davet etmektedir.

Stratejik Seviyede Özel Kuvvetler

Ordu seviyesinde ve değişen stratejik bağlamda yeniden yapılanmayı zorunlu 
kılmaktadır. Konvansiyonel veya konvansiyonel olmayan teşkilatlanmanın dışında, millî güvenliğe yönelik bugünkü ve gelecekteki tehditlerle başa çıkmada yeterli imkân ve kabiliyete sahip özel bir yapılanmanın bilimsel esaslardan istifade edilerek hayata geçirilmesi ülke güvenliği açısından yaşamsal değerdedir.

Bu süreçte, Özel Kuvvetlerin yeni bir vizyon doğrultusunda operasyon, sivil 
işler, psikolojik harekât, istihbarat ve teknolojik yeteneklerinin 
sürdürülebilir bir gelişme kapsamında titizlikle güçlendirilmesi gerekir. Ayrıca 
Özel Kuvvetler bünyesinde askerler kadar sivillerin de bulunması bir 
zorunluluktur. Bu cümleyi duyar duymaz kronik asker ve güvenlik kuvveti alerjisi olanların semptomları nüksetse de, mücadelenin doğasının siyaset ve stratejiden beklentisi bu yöndedir. Mücadelenin her seviyesi ve yöntemi askerleri olduğu kadar sivilleri de ilgilendirmektedir. Bu bir güvenlik sorunudur, kayıtsız 
kalmayı tercih eden ulusların bağımsızlıklarını ve bütünlüklerini koruyamadıkları gün gibi ortadadır. Yeni örnekler beklemenin bir manası ve kabul edilebilir tarafı da yoktur.

Konvansiyonel kuvvetlerle, emniyet güçleriyle, sivil savunma unsurlarıyla ve 
sahadaki diğer güçlerle koordineli ve uyumlu çalışabilecek çok yönlü bir Özel 
Kuvvetler mücadelenin omurgasını teşkil edecektir. Bunun yanında, yeteneklerin geliştirilmesi ve korunması kapsamında millî gücün diğer unsurlarının desteği ve yakın işbirliği esastır. Özel Kuvvetlerin güç geliştirme stratejisine uygun olarak hazırlanması, her şeyden evvel siyasetin sorumluluğundadır. Bu yönde askerî veçhenin mücadelenin doğasıyla uyumlu ve mutasavver harbin karakterini dikkate alarak teori geliştirmesi başarı için temeldir. Kurumsallaşmanın ve tehditlerle başa çıkabilecek yetenek geliştirmenin başlangıç noktası burasıdır.

Sonuç Olarak

Bugünün ve yarının millî güvenlik sorunlarını çözmede Özel Kuvvetlerin merkezî 
önemi gün geçtikçe daha da güçlenecektir. Bundan kaçınarak güvenliği emniyet 
altına almak veya başka bir şeyle ikame etmek mümkün gözükmemektedir. Şimdiye kadar konvansiyonel güçlere tabi olarak harekât icra eden bu kuvvetler, savaşın dönüşümü kapsamında diğer güç unsurlarını kendisinin öncülüğünde yürütülecek kapsamlı operasyonlar için bir enstrüman olarak kullanacaktır.       

DİPNOTLAR,

[1]Toptaş Ergüder, 21. Yüz Yılda Savaş-Yeni Bir Mücadele Felsefesine Doğru Harp ve Stratejiyi Yeniden Düşünmek, Kripto Yayınları, Ankara, 2009, s. 96-107.


[2]Hammes Thomas X., The Sling and the Stone: On War in the 21st Century, Osceola, Zenith Press, 2004, s. 207-23.


[3] Hart Liddel B. H., Strateji: Dolaylı Tutum, çev. Cemal Enginsoy, ASAM Yayınları, Ankara, 2002, s. 281-2.


[4] Ney Virgin, Notes on Guerilla War: Principles and Practices, Washington D.C, Command Publications,, 1961, s. 66.


[5] Boot Max, Görünmeyen Ordular-Gerilla Tarihi, çev. Fethi Aytuna, İnkılâp Yayınları, İstanbul, 2014, s. XVII.


 Ergüder Toptaş 
Uzman Hakkında

Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi
Uzmanın Diğer Yazıları

  Türkiye’nin Büyük Strateji Sorunu 
  Stratejik Savaşı Kaybetmek 
  Küba: Yeni Enerji Jeopolitiğinde Bir Hamle Mi? 
  Kutsal Ocakta Bedel Olur Mu?  
  “Saygon’daki Son Helikopter” ve Çözüm Süreci 
  GÖRÜNMEYEN ORDULAR – II 
  Görünmeyen Ordular 
  PKK İle Mücadelede Üçlemeye Dayalı Anlayış 
  PKK Terör Örgütünün Ordulaşması 
  Niteliksiz Adamlar ve Ölü Kurumlar 
  Çaresiz Stratejiler 

Ahlatlıbel Mah. 1825 Sokak No: 60 İncek/Çankaya/Ankara 
 Tel: +90 312 489 18 01 | Belgegeçer: +90 312 489 18 02 | Elektronik Posta: 
bilgi@21yyte.org 
Yazılım & Tasarım: Mahmut ÖZDEMİR

http://www.21yyte.org/tr/arastirma/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/2014/10/13/7821/gorunmeyen-ordular

***

30 Mayıs 2017 Salı

PKK İle Mücadelede Üçlemeye Dayalı Anlayış

PKK İle Mücadelede Üçlemeye Dayalı Anlayış



Yazar: Ergüder Toptaş 
26 EYLÜL 2014 CUMA

Sistem Sorunu  

Mücadele örgütlenme ve düşünce üstünlüğüne dayalı olarak yürütülür. Hangisinin birbirine üstün olduğu bu çalışmanın konusu dışında olsa da, düşüncenin üstünlük derecesi daha yüksektir ve de örgütlenmeye etki eder. Stratejinin kalitesi ve gücü bu üstünlükten neşet eder. Mücadelenin politikanın yönlendirdiği hedeflere kabul edilebilir maliyetle ulaşılmasında güçlü ve etkili stratejinin gerekliliği vazgeçilmezdir. Hem örgütlenmede hem düşüncede hem de strateji kurmada insanın varlığına, asli ve açık etkisine özel bir anlam yüklenmelidir. Neticede, sistemleri kuranlar da kuralları koyanlar da çalıştıranlar da insanlardır.

Nasıl ki nitelik yönünden zayıf insanlarla mükemmel sistemlerin yürümeyeceği ve etkinleşemeyeceği yalın bir gerçekse, nitelikli insanların da güçsüz sistemlerde eriyip yok olup gittikleri de bir o kadar gerçektir.Sistemler mücadelede kurulan stratejilerin araçlarıdır. Stratejide farkı yaratan da insanların niteliği ve onların sistemler içindeki etkinliğidir. Mücadelede problemlerin sürüncemede bırakılarak müzmin bir illete dönüşmesi aynı zamanda bir sistem sorundur. 

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri bekasına ve toprak bütünlüğüne karşı en büyük meydan okumaPKK melanetinden gelmiştir, bu tehdit tüm boyutlarıyla varlığını bugün de devam ettirmektedir. Yarınlarda daha da ölümcül etkilerle birlik ve beraberliğimize kastetmeye devam edeceği kuvvetle muhtemeldir. 

Mücadelede, Clausewitz’ı anlamadan oluşturulan stratejilerin günü kurtarmaya bile yetmediği, her devirde ve her askerî ekoldefazlasıyla tecrübe edilmiştir. 
Clausewitz’in öğretileri derin ve kâbuslu bir uykuya dalanları uyandırmakta etkileyici yöntemler sunmaktadır.

Mücadelede Clausewitz’i Anlamak

Clausewitz’de genelde Alman kültürünün, özelde ise askerî kültürünün ve sisteminin emsalsiz bir sonucudur.Ondan sonra gelenlerin fikri kaynaklarını besleyen devasa bir kaynaktır. Başyapıtı “ Harp Üzerine “ bir klasiktir. Bir yapıtın klasik hâlini alması, hem yaşadığı dönemin sorunlarına çözüm sunabilmesine hem de geliştirdiği soyutlamalarla gelecek nesillere ışık tutabilmesine bağlıdır. Klasik yapıtları diğerlerinden ayıran bir diğer özellik de birden çok teoriye kaynaklık edebilmesidir. Bu anlamda Harp Üzerine’ninaskerî, siyasi ve strateji terminolojisine kazandırdığı kavramlar bir hazine değerindedir. 
Clausewitz’in “ Üç eğilim “[1]olarak takdim ettiği “ Ulus-Ordu-Hükûmet “ arasındaki ilişki bunlardan sadece birisidir ve de harbin/mücadelenin dayanağıdır. 

Harp ve gayrinizami harp konusunda üçleme ve üçleme karşıtı savaş anlayışının bu bağlamda ele alınarak incelenmesinin yaşamsal değeri vardır.

Üçleme ve Üçleme Karşıtı Savaş/Mücadele

            Geniş manada harbin teorisi gerçekte mücadelenin teorisidir. Bilinmesi gereken onun harbi de barışı da kapsadığıdır. 

Clausewitz’in “ Teorinin temelleri harbin doğasındadır. “ yaklaşımı son derece mühimdir ve hâlen evrensel anlamda geçerliliğini korumaktadır. 
Teorinin, gerçekliğe tekabül etmesi, mücadelenin doğasıyla çelişkiye düşmemesi ve onun ruhuna uygun kurallar koyması stratejik liderler ve kurumların 
sorumluluğundadır.[2] “ O hâlde görev, teoriyi sanki üç çekim merkezi arasında bulunuyormuş gibi, bu üç eğilim arasında dengede tutmaktır.[3] Clausewitz’in “ 
üç eğilim “ olarak takdim ettiği ulus-ordu-hükûmet arasındaki denge ve insicam mücadelenin başarıyla ve belirlenen hedefler istikametinde yürütülmesinde 
vazgeçilmez öneme sahiptir. Konu bugün için de canlılığını, güncelliğini ve değerini korumaktadır. Özellikle harbin değişim süreçleri söz konusu olduğunda 
konunun günümüz açısından yaşamsal değeri daha da belirginleşmektedir. Bu üç eğilim arasında gelişigüzel bir ilişki, herhangi birisini dikkate almayan 
ve/veyahak ettiğideğerden yoksun bırakan bir girişimin başarıya ulaşma şansı ne yazık ki çok zayıftır.

            Üçleme karşıtı savaş/mücadele Martin von Creveld’in “ Savaşın Dönüşümü “ adlı eserinde tartışmaya açtığı bir kavramdır. Creveld, mücadelenin 
bu üçlemeye dayanmadığını ve düşük yoğunluklu savaşın ortaya çıkması nedeniyle geleceğin savaşlarının bu üçleme ile başa çıkamayacağı görüşündedir. 
“ Bugünü göz önünde bulundurarak ve geleceği düşünerek sanırım, Clausewitz’in evreni hızla güncelliğini yitirmekte ve artık savaşın ne olduğunu anlamamıza 
yardımcı olacak malzemeyi bize sunmamaktadır. “[4]

            Creveld’in üçleme dışı savaş ve savaşın dönüşümü ile ilgili argümanları incelendiğinde bugünkü savaşları anlama ve geleceği öngörmede hatalı 
olduğu geçen zaman içinde anlaşılmıştır. Onun Clausewitz’le boy ölçüşmesi ne yazık ki mümkün değildir. Eserini yazdığı 1990’dan beri meydana gelen 
çatışmalar ve mücadeleler Creveld’i değil Clausewitz’i haklı çıkarmıştır. Clausewitz’in paradoksal üçlemesinin gayrinizami harbin doğasını anlamada önemli ipuçlarını bünyesinde barındırdığı, yeni yorum ve değerlendirmelere müsait olduğunu bilmek gerekir. Yeni boyutlar ( ekonomik, mali güç, teknoloji vb.) aramanın ancak tamamlayıcı mahiyette olabileceği değerlendirilmektedir.

Bu makaleyi buraya kadar okuma zahmetine katlananlar, PKK ile mücadeleden bahsedilirken, Clausewitz’de nereden çıktı, ne ilgisi var bunun veya bunca yıl 
sonra Harp ve Mücadele yöntemleri bu kadar değişmişken Clausewitz’e mi kaldık gibi soruları art arda sıralayabilirler.Tabi ki haklı gerekçeleri olabilir. 
Ancak Colin S. Gray’in uyarısını dikkate almak gerekir: 

“ Harp Üzerine eserinin getirdiği entelektüel erişimden ve bunun kapsamından kaçmak mümkün değildir. “[5]  “ Başvurmazsak veya nazarıdikkate almazsak ne olur? “lara verilecek cevap çok basittir: “ Kaybedersiniz. “

PKK İle Mücadelede Türkiye Örneği

Yaklaşık otuz yıldır, PKK ile mücadelede pek önemsenmeyen, göz ardı edilen ve yeterli alaka gösterilmeyen temel sorunlardan birisi belki de en önemlisi, 
bu üç eğilim arasındaki dengenin politika vasıtasıyla stratejiye aksetmemesidir. Bu gerçeklik, vazgeçilmez bir şekilde Türkiye Cumhuriyeti’ni stratejinin her 
seviyesinde ve yöntemlerinde etkilemiştir, sarsıcı ve hasar düzeyi yüksek etkileri hâlâ da devam etmektedir.

Mücadele eden tarafların üçlüleri sürekli etkileşim halindedir. Mücadelenin doğası ve karakteri anlaşılarak ve çözümlenerek, çelişkilerle dolu bu üç unsur 
arasında denge ve uyum sağlanamazsa, stratejilerin başarıya ulaşması mümkün değildir.[6] Uzun soluklu bu stratejide hedefe ulaşılıncaya kadar karar 
noktaları vardır. Uygulanan strateji ile mevcut durum ve gerçek arasında her zaman bir farklılık, bir çelişki vardır. Çelişkilerin en aza indirildiği noktalarda 
uyum ve başarı ile karşı karşıya kalınır ve işlerin planlandığı şekilde yürüdüğü görülür. Bu üç unsur arasındaki farklılıkların ve çelişkilerin büyüdüğü noktalarda 
karar verme sürecinden kaynaklanan ve büyük ölçüde de güya yeni bilgiymiş gibi sunulan veriler, mücadelenin doğası ile çelişir ve bu uyumsuzluğun şiddetini 
körükler. Böylece “ karar noktaları “ kriz noktaları “na dönüşür. Yeni kararlar, doğru ve yeni bilgiler ışığında dönüşüm stratejilerine yansıtılmaz ise bugünkü 
çözümler bir sonraki karar noktalarının kanlı krizlerine yol açar.

Türk siyasi ve askerî entelektüel çevrelerinin yeterince ilgi göstermedikleri “ üçlemeye dayalı mücadele “ anlayışının öncelikle politikada egemen olması bir 
zorunluluktur. Bu görev ve sorumluluk siyasilerdedir. Ancak “ Sandıktan çıkan her şeyi yapar. “ anlamında kadir-i mutlak hükûmet değildir. Politik amaçların 
belirlenmesi ve bunlara erişimi sağlayacak araçların yerinde, zamanında ve dengeli olarak tesisini talep eder. PKK ile mücadelede zaman zaman politik 
amaçlar belirlenmeden kaynaklarcömertçe TSK’ne tahsis edilmiştir, hatta sorun büyük ölçüde askerî güce havale edilerek " uzun soluklu bir mücadele " 
yanılgısıyla zaman ve kaynaklar da hebaedilmiştir. Bu sorunun sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel, sosyo-politik ve psikolojik boyutları geri plana bırakılmıştır. 
Terörizmin yaratıcı diğer nedenleri, bu yüzden ortadan kaldırılamadığı gibi, en azından minimize etmek için eşgüdüm içinde ve eş zamanlı olarak da gerekli 
tedbirler alınamamıştır. Sonuçta askerî güç öncülüğünde elde edilen kazanımların da kaybedildiği bir sürece girilmiştir.[7]Bütün bunların nedeni bahse konu üçlüdeki dengesizliğin devam etmesindendir.

30 Ağustos Zafer Bayramıve Türk Silahlı Kuvvetleri Günü dolayısıyla Çankaya Köşkü'nde düzenlenen resepsiyonda Sayın Genelkurmay Başkanı’nın,“ Hükümetin çözüm süreci konusunda bir politikası var, O Politika yürüyor. Biz sürece ilişkin yol haritasını bilmiyoruz, O Çalışmanın içinde yokuz… Kırmızı çizgiler aşılırsa gereğini yapacağımızı söyledik… Kırmızı çizgi Ülke bütünlüğüdür… Bu mücadeleyi 30 senedir biz yürütüyoruz. “[8] ifadeleri bile söz konusu üçlüdeki problemli sahayı anlatması bakımından önemli bir tespittir. Bazı kesimlerce bu durum, sivil – asker ilişkileri bakımından olumlu bir gelişme gibi görünse de, bir ülke için kaybetmenin köşe taşlarının döşendiğinin habercisidir. Sivil–asker ilişkilerinin niteliği ve gücü,bu işbirliğine ve kurulan dengeye bağlıdır. Huntıngton’un bilgece tanımlamasıyla, “ Bu dengeden yoksun bir sivil – asker ilişkisi sürdüren uluslar, kaynaklarını israf eder ve hesap edilmemiş risklerle karşılaşırlar. “[9] 

Sivil - Asker ilişkileri Türkiye için son derece problemli bir alan olmaya devam etmektedir. Bu yaşamsal birlikteliği,“ askerî vesayet “ gibi sığ ve günlük 
siyasi mülahazalar ışığında ele alarak “ askeri itibarsızlaştırmaya yönelik faaliyetler “ bundan sonraki muhtemel daha büyük kayıpların da zeminini hazırlayacaktır.

 Şimdiye kadar ki ilişkiler nasıl sağlıksız ve bir dengeden yoksun idiyse, bu dönemdeki anlayış ve tutum da bir o kadar problemli ve önyargılıdır.

Mücadelenin doğasına ve onun taleplerine uygun gücün geliştirilmesi de politikanın sorumluluğundadır. Güç geliştirme süreci çok boyutlu ve karmaşıktır. 
Savaşın karakterine uygun harp silah ve araçlarının teknolojik gelişmeleri de dikkate alarak tahsisi bu sürecin bir evresidir. Politik gücün en son teknoloji 
harikası silah sistemlerini temin ederek ordunun emrine tahsis etmekle sorumluluğu bitmiştiranlayışı, eksiktir ve de yanlıştır. Unutulmamalıdır ki askerî güç tüm millî güç unsurlarının dinamik bileşkesidir. Askerî güç üzerinde her birinin farklı derecelerde etkisi bulunmaktadır. Bunların birbirinden bağımsız olduğunu ve birbirini etkilemediğini düşünmek,yanlış sonuçlara gitmenin ilk basamağını oluşturur. Ülkenin kültürel, sosyal, psikolojik, ekonomik ve teknolojik gücünün alt stratejileri bu amaç doğrultusunda yönlendirilmesi gerekirki maalesef bu konuda yeterli sinerji oluşturulamamıştır.

            Birinci Körfez Harekâtı(1991) sonunda ordularda görülen teknolojiye dayalı küçülme eksenli dönüşüm ve değişim anlayışı İkinci Körfez Harekâtı(2003)’nı müteakip gayrinizami harp yeteneklerinin geliştirilmesine kaymıştır. O günden bu güne, özellikle bölgemizde cereyan eden gelişmeler ve uzunca bir süre daha devam edeceği kuvvetle muhtemel görülenkaotik ortam, gayrinizami harp yeteneklerinin özenle geliştirilmesini dikte ettirmektedir. Mutasavver mücadelenin başarıyla yürütülmesi açısından Türkiye’nin gayrinizami harp ve konvansiyonel güçlerinin yeniden dengelenmesi, adaptasyonunun sağlanması ve kapasitelerinin geliştirilmesi hayati öneme haizdir. Bu kapsamda; askerî gücün yanı sıra yarı askerî ve emniyet güçlerinin de uyumluluğunun sağlanması, güvenlik stratejileri boyutunda ele alınması gereken bir konudur.

            Türk milleti, ordusuna ve onun komuta kademesine her zaman engin bir sevgi ve sarsılmaz bir güven beslemiştir. 1984 yılından beri dış odaklar ve 
herkesçe malum bazı çevreler tarafından içten desteklenen bölücü terörizme karşı yürütülen mücadelede milletimizin ordusuna desteği destanlaşacak cesamete ulaşmıştır. Oğlunu bayraklaşan yurt topraklarına feda eden Ana – Baba , “ Vatan sağ olsun; Allah Devlete, millete zeval vermesin; ben de göreve hazırım. “ gibi, herkes tarafından defalarca duyulan asil ifadelerle Ordu – Millet anlayışını belki de başka hiçbir ulusa nasip olmayan bir kadirşinaslıkla dile getirmiştir. 

Bu kutsal anlayış, Devletimizin ve milletimizin ebed – müddet yaşamasının ve yurt edindiğimiz bu coğrafya da her tehdidi birlik içinde yok etmesinin temel 
dayanağıdır. Hiçbir moda akıma uymadan bu kaynağın korunması ve daha da güçlendirilmesi yaşamsal bir öneme haizdir.

Geleceği Düşünmek

Türkiye Cumhuriyeti’nin başta PKK olmak üzere bölgesindeki muhtemel tehditlerlemücadelede, diğer güç unsurlarıyla uyum içinde çalışan güçlü, çevik ve etkili bir TSK’ne olan ihtiyacı her geçen gün daha da artacaktır. TSK’nin kurumsallaşmış askerî mükemmelliğe ulaşmasında “ Ulus-Ordu-Hükûmet “ ekseninde yapılacak çok şey vardır. Yüz yüze kalınan ve bundan sonra daha da ağırlaşacak iç-dış sorunlar çok önemlidir ve de fazlasıyla hassastır. 
Muhtemel bir başarısızlığın devlet ve millet noktai nazarından maliyeti çok ağır olur. Geleceği olmayan bölge Orta Doğu’da[10], Gelecek aramanın külfeti 
katlanılmayacak boyutlara hiç tahayyül etmediğiniz bir zamanda ve ortamda ulaşabilir. Stratejiyi sıradanlara kurduranlar problemlerin çözümünde mucizevi 
sonuçlar bekleyebilirler(!), Yenilginin destanını yazabilirler, ancak Stratejik düzeyli kayıpları geri getiremezler.


DİPNOTLAR;


[1]Clausewitz,Carl von, Harp Üzerine, Cilt I, çev. H. Fahri Çeliker, Gnkur. Basımevi, Ankara, 1984, s. 37.

[2]Toptaş Ergüder, 21. Yüz Yılda Savaş-Yeni Bir Mücadele Felsefesine Doğru Harp ve Stratejiyi Yeniden Düşünmek, Kripto Yayınları, Ankara, 2009, s. 221.

[3]Clausewitz,Carl von, Harp Üzerine, Cilt I, s. 37.

[4]Creveld, Martin von, The Transformation of War: The Most Radical Reinterpretation of Armed Conflict Since Clausewitz,  Free Press, New York, 1991, s. 58.

[5]Gray, Colin S., The Strategy Bridge-Theory For Practise, Oxford University Press, 2010, s. 1.

[6]Toptaş Ergüder, s. 266.

[7]Çitlioğlu Ercan, Başbuğ-Org. İlker Başbuğ ile Tarih ve Gelecek, Destek Yayınları, İstanbul, 2010, s. 69-70.

[8]http://www.mynet.com/haber/politika/orgeneral-necdet-ozel-kirmizi-cizgiler-asilirsa-1430120-1. ( Erişim Tarihi: 01 Eylül 2014 )

[9]Huntıngton Samuel P. , Asker ve Devlet –  Sivil – Asker İlişkilerinin Kuram ve Siyasası, çev. K. Uğur Kızılaslan, Salyangoz Yayınları, İstanbul, 2006, s. 4.

[10]Modern Orta Doğu konusunda en önemli yapıtlardan, ” Tüm Barışa Son Veren Bir Barış“ başlıklı kitabın yazarı David Fromkin 2007 yılında bir söyleşide, 
“ Orta Doğu’nun geleceği üzerine bir öngörüde bulunur musunuz? “ sorusuna, “ Orta Doğu’nun geleceği yok “ cevabını vermiştir. “ Geleceği yok “un anlamını, 
gelecekte olmamak yerine değişmeden bugünkü durumu tekrar edecek olan bir geleceğe mahkûm olmak şeklinde okuyabiliriz. (Dursun Yıldız, Ediz Ekinci, 
Geleceği Olmayan Bölge Orta Doğu’da Askerî ve Jeopolitik Gelişmeler, Turquie Diplomatique, Sayı: 67, s.10.) 



http://www.21yyte.org/tr/arastirma/terorizm-ve-terorizmle-mucadele/2014/09/26/7771/pkk-ile-mucadelede-uclemeye-dayali-anlayis

**

GÖRÜNMEYEN ORDULAR 2


GÖRÜNMEYEN ORDULAR  2



GÖRÜNMEYEN ORDULAR – II
Yazar: Ergüder Toptaş 
27 EKİM 2014 PAZARTESİ


MUTASAVVER MÜCADELE

Bir önceki Makalede, “ Görünmeyen Ordular ” kavramını savaşın nesil değişimi ekseninde gündeme getirerek, yapılan değerlendirmede; soğuk savaş sonrası 
egemen güçlerin çıkarlarını korumada ve belirlenen hedeflere ulaşmada dördüncü nesil savaş ve onun yöntemlerini etkinlikle kullanmaya devam ettiklerini, gelecekte de çok farklı usul ve esaslarla hiçbir sınır ve ahlaki değer tanımadan devrede olacağına kuvvetli bir vurgu yapılmayaçalışılmıştır. 
İkinci Dünya Savaşı’ndan beridir stratejik etkili olmalarına rağmen taktik ölçekte tutulmaya devam edilen “ Özel Kuvvetler ”in stratejik seviyede yeniden yapılandırılmasının hâlen devam eden mücadelenin hem bugünkü hem de gelecekteki başarısı için vazgeçilmez bir zorunluluk olduğu ifade edilmiştir.

Askerî literatürde sıklıkla kullanılan “ Mutasavver ” sıfatı, tasarlanan ve/veya tahayyül edilen muharebe ve harpleri tanımlamada kullanılan önemli bir kavramdır. 

Büyük devletler ve ordular açısından bir anlam ve değeri olan bu mefhum bugün de önemini korumaktadır. Cari harekât/muharebe/harp mücadelenin bir evresidir. 

Bir safha devam ederken, bir sonraki aşamamutasavverdir. Muhtemelen birbiri ardınca belirecek, gelişecek ve değişecek durumların üstesinden gelmede 
kullanılacak enstrümanlar; kuvvet, zaman ve mekândır. Ancak stratejisi olanlar için bu kavramlarişlevseldir ve de her biri değişik oranlarda sürekli olarak 
denkleme dâhildirler. Bu makalede söz konusu olan, güç geliştirme sürecinde mutasavver harp/mücadelenin karakterini de hesaba katarak, Özel Kuvvetlerin 
ikamesi zor ve maliyetli değerine dikkat çekmektir.21’inci yüzyılda kaos ortamı özellikleTürkiye’nin etki ve ilgi alanındaki coğrafyada daha da genişleyerek 
derinleşecektir. Muhtemel ve potansiyel tehditlerle başa çıkmada, tahayyül gücünün doğru bilgi ve ortak akılla desteklenerek, uygun tercih yapılmış güç 
bileşenlerinin zamanında geliştirilmesi son derece önemlidir.

GERİLLA HARBİNİN GENİŞLEYEN EVRENİ

            Gerilla harbi hem Doğu hem de Batı kültürünün ortak bir ürünüdür. Genelleme yaparak Doğu kültürünün bir sonucu olarak görmek yanlıştır. 
Max Boot’un, “ Hangi kültürden olursa olsun, daha güçlü bir düşmanla çarpışmak zorunda kalanların başvurduğu son çaredir ”[1] yaklaşımı da, bugünkü 
mücadelenin genişleyen evrenini anlatmada eksik kalmaktadır. Gerilla harbi aynı zamanda kontrgerilla operasyonlarını da kapsayan iki zıt iradenin diyalektiğidir. 

Gayrinizami harbin bir fonksiyonu olarak görevini yerine getirdikten sonra nizami harbe tabi olmayacaktır. Yeni nesil harplerde gayrinizami harp ve onun bir 
enstrümanı olan gerilla harbi güçsüzler tarafından değil, bu sefer egemen güçlerce merkeze alınarak bilinen paradigmaların değişmesine öncülük edilmiştir. 

Gayrinizami harbin bağımsız değişken, nizami veya konvansiyonel harbin tali ve tabi bir unsur olduğu savaşlar 21. yüzyılda devam etmektedir. 

Bu değişimi görmezden gelen güç ve milletlerin ölümcül etkilerden kaçınması mümkün gözükmemektedir.

            Bu bağlamda, ABD’nin İkinci Körfez Harekâtı(2003)’nı müteakip gayrinizami harp yeteneklerini geliştirmeye yönelik gayretlerini yakinen takip etmek gerekir. Son on yıldaki özel operasyon güçlerinin yaygınlaşması ve güçlendirilmesine yönelik faaliyetler dikkat çekici boyutlardadır.

ABD ÖZEL OPERASYON GÜÇLERİNİN GELİŞİMİ[2]

            Özel operasyon güçleri, birçok ulusal güvenlik tehdidiyle başa çıkmada tercih edilen bir araç haline geldiği için, yeteneklerinin kapsamlı ve kalıcı bir 
şekilde uygulanmasını sağlamak üzere,ihtiyaç duyulan eksikliklerin üstesinden gelinmesine istisnai bir önem verilmiştir. Son on yılda özel operasyon güçlerinin 
yaygınlaşması ve teçhizatlandırılmasına yönelik yapılan devasa yatırımlar bugün de devam etmektedir. Özel operasyonlar bütçesi, bahse konu dönem dikkate alınarak değerlendirildiğinde, dört kat artırılmıştır. Dört yıldızlı Amerikan Özel Operasyonlar Komutanlığının boyutları iki katına çıkarılarak,2013 yılı için toplam 
personel sayısı yaklaşık olarak 67 bin, general/amiral ise 70 kadardır.

            Yaklaşık yetmiş ülkeye dağılmış olan özel operasyon güçleri hem strateji ve doktrin oluşturma hem örgütlenme hem de kurumsal gelişme bağlamında 
büyük bir atılım gerçekleştirmişlerdir. Kurumsal noksanlıkların giderilmesi ve niteliğin geliştirilmesi kapsamında entelektüel sermayenin güçlendirilmesi ve 
stratejik yaklaşımlı liderlerin yetiştirilmesine özel önem verilmektedir.

            ABD tartışmasız küresel bir güçtür, bu emsalsiz üstünlüğünü en azından bu yüzyılın sonuna kadar devam ettirme iradesinden asla vazgeçmeyecektir. 
Bu amaçla güç geliştirmesi son derece doğaldır, bu stratejik tutumdan imtina ettiği anda cazibesini ve caydırıcılığını kaybeder. Türkiye Cumhuriyeti de 
bölgesel güç olma idealini gerçekleştirme ve her şeyden önemlisi varlığını güvenle devam ettirme yolunda “ Türk Özel Kuvvetlerine ” istisnai ilgi göstermek mecburiyetindedir.

PKK İLE MÜCADELEDE GÜMÜŞ KURŞUN

            Türk ordusunun yaklaşık otuz yıldır PKK’ya karşı yürüttüğü mücadelede Özel Kuvvetlerin, komanda birliklerinin ve Jandarma Özel Harekât unsurlarının 
müstesna bir yeri,zor dönemlerde riski yüksek hedeflere kolayca ve etkili bir şekilde ulaşangümüş kurşun değeri olduğu inkâr edilemez. 

Tabi ki başta kahraman Türk ordusunun her ferdi ve birliğinin, emniyet güçlerinin ve köy korucularının büyük fedakârlığı ve destansı mücadelesi asla ve 
asla unutulamaz. Bu mücadelenin yürütülmesinde ve askerî açıdan başarıya ulaşmasında Yüce Türk milletinin kararlılığı, ordusuna karşı beslediği engin 
sevgi ve heyecan duyguları ile ödünsüz desteğine değer biçilemez.

            Türk ordusu 1984’den bu yana, sürdürdüğü mücadelede başarılı olmuştur, bunu da ispatına gerek duyulmayacak şekilde özellikle 1992/99 yılları 
arasındaki süreç de göstermiştir. Bu mücadele, alelade bir düşük yoğunluklu çatışma olarak görülemez ve değerlendirilemez. 1775’den beri yaşanan tüm düşük yoğunluklu çatışmaların dünyanın şekillenmesinde ne kadar etkili olduğunu araştıran Max Boot, oluşturduğu veri tabanına göre direnişlerin ortalama ömrünün 10 yıl olduğunu belirtir. 1945’den sonraki direnişler içinse bu rakam 14 yıldır.[3] Bahse konu çalışmada Türkiye'nin mücadelesi devam ediyor gözükse de, şiddeti bakımından en yoğunlarından birisi olduğu kuşku götürmez bir gerçekliktir. “ Türk güvenlik güçlerinin 1998’deki zaferi ile en azından askerî olarak büyük ölçüde kontrol altına alınmıştır. Bu kanlı mücadele çoğu zaman sanıldığı gibi yalnızca Türk güvenlik güçleri ile PKK arasında politik-askerî bir karşılıklı meydan okuma değil, Türkiye, İran, Suriye ve bir ölçüde Irak’ın da müdahil olduğu…bir düşük yoğunluklu çatışmadır. “[4] Ayrıca, terör örgütünün arkasında uluslararası daha büyük bir sistemin olduğu; ABD’den Rusya’ya, Avrupa’dan İsrail’e kadar birçok istihbarat örgütlerinin kontrolünde bir pazarlık aracı olarak kullanıldığı gün gibi ortadadır. PKK, bütün bu karmaşık ve kirli ilişkiler yumağının bir sonucu olarak Türkiye’ye karşı asimetrik bir tehdit olarak ortaya çıkarılmıştır.

Bu tehdit, '' Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri bekasına ve toprak bütünlüğüne karşı en büyük meydan okumadır.'' İnsani, kültürel ve demokratik haklar talep ederek başlayan bir intifada gibi görmek veya öyle göstermek akıl ve izan ölçüleriyle açıklanamaz. Bu sadece İşin Birinci aşamasıdır. 

“ İkinci aşamada, 
Türkiye Cumhuriyeti devletinin üniter yapısını, yani tekliğini tarafların gönül rızasıyla sona erdirip Türk ve Kürt federe devletlerinden oluşan bir federal 
devlet kurmak…'' 

'' Üçüncü aşamada, kendi kaderini tayin hakkından yararlanıp, self-determinasyon yoluyla Türkiye’den ayrılarak bağımsız bir Kürt devleti kurmak… 
Dördüncü aşamada, bu devleti Irak’taki, İran’daki, Suriye’deki Parçalarıyla birleştirip ‘ Büyük Kürdistan ‘ hülyasını gerçek kılmak…”[5] PKK’nın kuruluş amacı, bu kadar acık ve nettir.''

Bu amacın tahakkuku için “ PKK, 1984’den 1988’e kadar SSCB’nin Bulgaristan üzerinden arka planda desteklemesi ile İran ve Suriye adına Türkiye’ye karşı 
savaşmıştır…'' 1987’de Türkiye’nin AB tam üyeliği için başvuru yapması üzerine başta Almanya olmak üzere AB ülkeleri ‘ Kürt-PKK kartına ‘ oynamaya başlamışlar ve İran-Suriye ittifakına katılmışlardır. 1991’den sonra, PKK’nın Türkiye’ye karşı savaşı, ‘ AB-Suriye-İran ‘adına sürdürülen vekâleten savaşa dönüşmüştür. 

1990’larda Orta Asya ve Kafkasya’da bir Türk-Rus rekabeti algılayan Moskova’da PKK’yı kullanmıştır. 2003 sonrasında da PKK Irak’a yerleşen ABD’nin 
dolaylı-dolaysız denetiminde bir terör sürecinin içindedir.[6] 11 Eylül 2001’den sonra, ABD’nin Fas’tan Orta Asya’ya kadar 24 ülkenin sınırlarında ve rejimlerinde değişiklik yapmak maksadıyla devreye soktuğu,  “ Büyük Orta Doğu Projesi “ kapsamında artık PKK, bölgede güçlü bir aktör olma rolünde önemli bir mesafe kat etmiştir.

“Özetle, meseleyi sadece Türk güvenlik güçleri ile PKK Çetesi arasında bir terör savaşı olarak görmek yanlıştır.”[7]  Mesele çok boyutlu, çok denklemlive dış 
dinamiklere dayanan varlığı ile oldukça karmaşıktır. Bu mücadele, Türk milletine ve onun kahraman ordusuna maliyeti her yönden çok ağır bir bilanço çıkarmıştır. 

Kazanımlar askerî gücün gelişimi ve dönüşümü kapsamında değerlendirilebilir. Ancak, ekonomik kaynakların heba edilmesi, sosyal dokunun tahribi ve kültürel 
değerler bağlamındaki kayıplar devasa boyutludur. Maddi kayıplar belirli bir zaman diliminde karşılanabilir ve yerine daha da büyük ve güçlü olanlar konulabilir, fakat kaybedilen bir değeri geri getiremez, yok olan ruhları tekrar canlandıramazsınız. Bu mücadelede tabi ki Türk güvenlik güçlerinin hataları vardır. Ancak, politik veçhedeki belirsizlik ve tutarsızlığa rağmen, geç de olsa güç de olsa, gerekli tedbirleri alarak, millî ve üniter devletin tasfiye edilmesi önlenmiştir.

ÖNGÖRÜLEBİLİR GELECEK

            Türkiye Cumhuriyeti’nin başta PKK olmak üzere bölgesindeki muhtemel tehditlerle mücadelede, diğer güç unsurlarıyla uyum içinde çalışan güçlü, çevik 
ve etkili bir TSK’ne olan ihtiyacı her geçen gün daha da artacaktır. TSK’nin kurumsallaşmış askerî mükemmelliğe ulaşmasında, Özel Kuvvetler ve diğer özel 
operasyon güçlerinin; değişen bölge şartları, küresel ve büyük güçlerin Orta Doğu’ya yönelik politikaları, mutasavver mücadelenin değişen karakteri ve PKK 
ile şimdiye kadar yürütülen mücadelenin millî bünyede yaptığı tahribat nazarıdikkata alınarak yeniden yapılandırılması vazgeçilmez bir gerekliliktir. 
Yüz yüze kalınan ve bundan sonra daha da ağırlaşacak iç-dış sorunların üstesinden gelinmesindeGörünmeyenOrduların varlığına daha fazla ihtiyaç duyulacaktır. 
Gayya kuyusuna dönen Orta Doğu’da,bölgesel ve küresel güç merkezlerinin güdümündeki görünmeyen orduların dolaylı ve/veya direkt saldırıları;
Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığı, birliği ve refahına yönelik olarakpervasızca devam etmektedir. Ülkemizi tahrip gücü yüksek ve uzun süreli ateşten koruyacak ve güvenle mevcudiyetimizi devam ettirecek askerî gücün; aklın ve bilimin ışığında geliştirme ve koruma sorumluluğunda hepimizin yapacağı çok şey vardır.


DİPNOTLAR;

[1]Boot Max, Görünmeyen Ordular-Gerilla Tarihi, çev. Fethi Aytuna, İnkılâp Yayınları, İstanbul, 2014, s. 30.

[2]Turquıe Diplomatique, sayı: 68. ( ABD’nin Özel Operasyon Güçlerinin Geleceği, Dış İlişkiler Konseyi Özel Raporu No. 66, Nisan 2013, Linda Robinson )
http://www.socom.mil/default.aspx. ( Erişim Tarihi: 21 Ekim 2014 )

[3]Boot Max, s. 498.

[4]Özdağ Ümit, Türk Ordusu PKK’yı Nasıl Yendi? Türkiye PKK’ya Nasıl Teslim Oluyor?, Kripto Yayınları, Ankara, 2010, s. 18.

[5]Cemal Hasan, Kürtler, Doğan Kitap, İstanbul, 2003, s. 536.

[6]Özdağ Ümit, PKK Terörü Neden Bitmedi, Nasıl Biter?, Kripto Yayınları, Ankara, 2008, s. 40-1.

[7]Age. , s. 41.


http://www.21yyte.org/tr/arastirma/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/2014/10/27/7838/gorunmeyen-ordular-ii


***



GÖRÜNMEYEN ORDULAR 1


GÖRÜNMEYEN ORDULAR 1 


Görünmeyen Ordular
Yazar: Ergüder Toptaş 
13 EKİM 2014 PAZARTESİ

Mücadele Süreci

Mücadele hem savaşı hem de barışı kapsayan, sürekliliği bulunan ve her millî güç unsurunun etkileşiminin mütemadiyen devam ettiği, dinamik bir süreçtir. 
Bu anlayışta savaş ve barış sürmekte olan aynı yarışma, çekişme, didişme, çatışma ve de boğuşmanın bir parçasıdır. Savaşın doğası insanın yaradılıştan 
sahip olduğu özelliklerin bir bileşkesi ve aynasıdır. İnsan varlığını tehdit altında hissettiği ya da bekasını ötekinin imhasında gördüğü vakit, kavgaya giden 
yolun önünü açar. Bugüne kadar, açılan kapı ne yazık ki hiç mi hiç kapanmamıştır; muhtevası farklılaşsa da mahiyeti aynı kalmıştır. 

Ne var ki değişen muhteva çoğunlukla göz ardı edilerek, bir önceki harbin karakterine uygun tedbirlerle bir sonrakine hazırlanılmıştır. 

Bu büyük yanılgı dün olduğu gibi bugünde devam etmektedir ve bütün orduların ortak açmazıdır. “ Görünmeyen Ordular ” konusunu da savaşın nesil değişimi 
bağlamında ele alarak bir değerlendirme yapmanın uygun olacağı düşünülmektedir ki tamamen mücadelenin karakteriyle ilgilidir.

Nesillere Göre Savaş

Stratejler ve savaş tarihçilerinin gelişen teknolojileri de hesaba katarak dört başlık altında tasnif ettikleri nesillere göre savaş kavramı tartışmalı olsa da genel kabul oranı yüksektir. Buna göre, birinci nesil savaşın başlıca özelliği; Birinci Dünya Savaşı öncesi harpleri esas alan piyade ağırlıklı, tek namlulu yivsiz 
silahların ve süngünün temel teknolojiyi belirlediği bir savaş türü olmasıdır. İkinci nesil savaşın ayırt edici niteliği ise, ateşin ve ateş destek sistemlerinin 
yoğun olarak kullanılmasıdır. Bu nesil savaşın tarihsel temsil odağı Birinci Dünya Savaşı’dır. Üçüncü nesil savaş ise hızın ateş gücünün önüne geçtiği, düşmana yaklaşarak onu yok etmek yerine onu aldatma ve mücadele güçlerini çökertme taktiklerinin öne çıktığı savaştır. İkinci Dünya Savaşı bu bağlamda üçüncü nesil savaşa örnek olarak gösterilebilir.

 Dördüncü nesil savaşa gelince, bu nesil savaşın temel özelliği soğuk savaş sonrası klasik ve konvansiyonel mücadele anlayışının rafa kaldırılmasıdır. 

Bu yönüyle ne siyaset ve savaş, ne sivil ve asker, ne savaş alanı ve güvenlik alanı, ne de savaş ve barış arasındaki sınır çizgisi net bir çizgidir. 

Söz konusu durumlar arasında net sınırlar değil, geçişken alanlar vardır. Artık neyin savaş neyin siyaset, kimin sivil kimin asker, nerenin savaş nerenin 
güvenlik alanı, hangi durumun savaş hangi durumun barış olduğu hakkında katı görüşler vazedilemez.[1] Dördüncü nesil savaşın temel amacının kaos 
ortamı inşa ederek hedef ülkelerdeki iktidarları devirmek olduğu çok açıktır ve bunu ispata yeltenmenin de bir manası yoktur. Bu savaş, karmaşık, medyatik 
manipülasyonu araçsallaştıran, psikolojik savaş unsurlarını devreye sokan ve toplumun bütün alanlarında mücadele veren bir savaşa atfen kullanılmakta, 
ne var ki sadece terörizmin yedeğinde bir mücadele tarzı olarak öne çıkarılmaktadır.

Dördüncü nesil savaşın merkezinde siyasi, ekonomik, toplumsal ve askerî ağların birlikte kullanımı vardır. Bu savaşta hedeflenen düşmanın siyasal karar 
mercilerine mevcut stratejik emellerin başarılmaz ya da aşırı maliyetli olduğunu göstermektir.[2] Dördüncü nesil savaş, caydırıcılıktan harekât ortamının 
şekillendirilmesine, savaş dışı harekâttan sınırlı güç kullanımına, terörizmle mücadeleden gerilla savaşına kadar her seviyede ve her alanda güçlüler 
tarafından etkinlikle yürütülmektedir. Bu barışı olmayan savaş devam ediyor, gelecekte de yöntemlerini farklılaştırarak daha da acımasız, doymak bilmez 
bir iştahla ve açgözlülükle devam edeceği muhakkaktır.

Taktik Ölçekli Ancak Stratejik Etkili Ordular

Savaşın dört neslinde de ortak olan bir özellik vardır ki o da gayrinizami harp ve onun yöntemlerini uygulayan kuvvetlerin varlığı ve öneminin nesilden nesille 
güçlenerek aktarılmasıdır. Her nesil savaşta güçlülerin kullandığı gayrinizami kuvvetler konvansiyonel büyük güce tabi kılınarak sevk ve idare edilmiştir. 
Genellikle de nicelik yönüyle klasik güçlerin hep gerisinde kalmışlardır. İkinci Dünya Savaşı’nda Özel Kuvvetlerin doğuşu ve önceki harplerde farklı adlarla 
ve değişik amaçlarla kullanılan komando birlikleri bu dönemden itibaren etkinlikle kullanılmaya çalışılsa da yine de gölgede kalmışlardır. Nizami kuvvetlerin gerilla ve teröristlerle mücadelede vazgeçilmez gördükleri bu kontrgerillalar, sıkıntılı günler ve dönemler geride kaldığında, çoğunlukla görmezden gelinmiştir.

Gerilla kuvvetlerinin kullanımı insanlığın tarihi kadar eskidir ve de çağlar boyunca güçsüzlerin temel enstrümanı olarak her seferinde daha güçlü bir şekilde mücadele sahnesinde yerlerini almışlardır. Ancak nitelikli ve icra ettikleri harekât itibarıyla etkileri yüksek bu güçler “ küçük savaşlar ” olarak adlandırılmanın haksızlığına uğramışlardır. Özellikle, İkinci Dünya Savaşı’nda gerilla harbi Churchill’in savaş politikasının önemli bir parçasıdır.[3] Virgin Ney’in bu savaşla ilgili olarak yaptığı şu yorum, daha çarpıcıdır: “ İkinci Dünya Savaşı esnasında Batı Cephesi’nde gerilla savaşının nizami harple birlikte tam gücünden istifade edilmesini engelleyen bir anlayışsızlık ve takdir etmeme durumu mevcuttu, Rusların aksine Batılı kuvvetler gerilla savaşını stratejilerine dâhil etmenin değerini kavrayamadılar. ”[4] İkinci Dünya Savaşı’ndan beri baskın çatışma hüviyetini koruyan gerilla harbi ne yazık ki hak ettiği ilgi ve takdiri bugün de görememiştir.  

Taktik ölçekli ancak stratejik etkili bu güçlerle ilgili yanlış adlandırılan diğer bir konunun da “ Görünmeyen Ordular ” kavramının yalnızca düzenli orduların 
örgütsel yapısından yoksun olan gerillalar bağlamında kullanılmasıdır. Max Boot son çalışmasında, terörizmin geçirdiği evreleri dikkate alarak, teröristleri de 
bu kapsama dâhil eder.[5] Askerî jargonda görünmeyen ordular hem gerillaları, hem kontrgerillaları, hem de teröristleri kapsamına alarak kavramsal genişleme 
sağlamıştır.

Dördüncü nesil savaşların karakterindeki değişim önümüzdeki dönemlerde de devam edecektir. Belki de bu yüzyılın ikinci yarısından itibaren beşinci nesil 
savaşlarla yüz yüze kalınacak ve farklı mücadele yöntemlerine ihtiyaç duyulacaktır. Savaşın karakterindeki dönüşüm, özellikle Türkiye gibi zor ve kaos ortamının gittikçe derinleştiği ve en iyimser tahminlerle bu yüzyılın sonuna kadar devam etmesi kuvvetle muhtemel olaylara gebe coğrafyalardaki ülkeleri, 
Özel Kuvvetler ve farklı adlarla anılan operasyon güçlerini stratejik seviyeye çıkarmaya davet etmektedir.

Stratejik Seviyede Özel Kuvvetler

Ordu seviyesinde ve değişen stratejik bağlamda yeniden yapılanmayı zorunlu kılmaktadır. Konvansiyonel veya konvansiyonel olmayan teşkilatlanmanın dışında, millî güvenliğe yönelik bugünkü ve gelecekteki tehditlerle başa çıkmada yeterli imkân ve kabiliyete sahip özel bir yapılanmanın bilimsel esaslardan istifade edilerek hayata geçirilmesi ülke güvenliği açısından yaşamsal değerdedir.

Bu süreçte, Özel Kuvvetlerin yeni bir vizyon doğrultusunda operasyon, sivil işler, psikolojik harekât, istihbarat ve teknolojik yeteneklerinin sürdürülebilir bir 
gelişme kapsamında titizlikle güçlendirilmesi gerekir. Ayrıca Özel Kuvvetler bünyesinde askerler kadar sivillerin de bulunması bir zorunluluktur. Bu cümleyi 
duyar duymaz kronik asker ve güvenlik kuvveti alerjisi olanların semptomları nüksetse de, mücadelenin doğasının siyaset ve stratejiden beklentisi bu yöndedir. 

Mücadelenin her seviyesi ve yöntemi askerleri olduğu kadar sivilleri de ilgilendirmektedir. Bu bir güvenlik sorunudur, kayıtsız kalmayı tercih eden ulusların bağımsızlıklarını ve bütünlüklerini koruyamadıkları gün gibi ortadadır. Yeni örnekler beklemenin bir manası ve kabul edilebilir tarafı da yoktur.

Konvansiyonel kuvvetlerle, emniyet güçleriyle, sivil savunma unsurlarıyla ve sahadaki diğer güçlerle koordineli ve uyumlu çalışabilecek çok yönlü bir Özel 
Kuvvetler mücadelenin omurgasını teşkil edecektir. Bunun yanında, yeteneklerin geliştirilmesi ve korunması kapsamında millî gücün diğer unsurlarının 
desteği ve yakın işbirliği esastır. Özel Kuvvetlerin güç geliştirme stratejisine uygun olarak hazırlanması, her şeyden evvel siyasetin sorumluluğundadır. 
Bu yönde askerî veçhenin mücadelenin doğasıyla uyumlu ve mutasavver harbin karakterini dikkate alarak teori geliştirmesi başarı için temeldir. 

Kurumsallaşmanın ve tehditlerle başa çıkabilecek yetenek geliştirmenin başlangıç noktası burasıdır.

Sonuç Olarak

Bugünün ve yarının millî güvenlik sorunlarını çözmede Özel Kuvvetlerin merkezî önemi gün geçtikçe daha da güçlenecektir. Bundan kaçınarak güvenliği 
emniyet altına almak veya başka bir şeyle ikame etmek mümkün gözükmemektedir. Şimdiye kadar konvansiyonel güçlere tabi olarak harekât icra eden bu kuvvetler, savaşın dönüşümü kapsamında diğer güç unsurlarını kendisinin öncülüğünde yürütülecek kapsamlı operasyonlar için bir enstrüman olarak kullanacaktır.       

DİPNOTLAR;
                                                                                        

[1]Toptaş Ergüder, 21. Yüz Yılda Savaş-Yeni Bir Mücadele Felsefesine Doğru Harp ve Stratejiyi Yeniden Düşünmek, Kripto Yayınları, Ankara, 2009, s. 96-107.

[2]Hammes Thomas X., The Sling and the Stone: On War in the 21st Century, Osceola, Zenith Press, 2004, s. 207-23.

[3] Hart Liddel B. H., Strateji: Dolaylı Tutum, çev. Cemal Enginsoy, ASAM Yayınları, Ankara, 2002, s. 281-2.

[4] Ney Virgin, Notes on Guerilla War: Principles and Practices, Washington D.C, Command Publications,, 1961, s. 66.

[5] Boot Max, Görünmeyen Ordular-Gerilla Tarihi, çev. Fethi Aytuna, İnkılâp Yayınları, İstanbul, 2014, s. XVII.


http://www.21yyte.org/tr/arastirma/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/2014/10/13/7821/gorunmeyen-ordular



***

PKK TERÖR ÖRGÜTÜNÜN ORDULAŞMASI


PKK TERÖR ÖRGÜTÜNÜN ORDULAŞMASI,




PKK Terör Örgütünün Ordulaşması
Yazar: Ergüder Toptaş 
15 EYLÜL 2014 PAZARTESİ

Mücadelede Esas Denklem

 PKK ile yürütülen mücadelenin adına ister " Terörle – Terörizmle Mücadele ", ister " Düşük Yoğunluklu Çatışma “, isterse “ Gerilla Harbi ", isterse de 
" Gayrinizami Harp " densin değişmeyen bir şey vardır ki o da, stratejiler – karşı stratejiler bağlamında evrensel bazı kabullerin varlığıdır. Bunlardan birincisini 
yeri gelmişken hemen ifade etmek uygun olacaktır:

“Konvansiyonel bir savaşta, %75 başarı oranı zaferi garantiler; bir gerilla savaşında zamanın %75 süresince halkın korunması yenilgi getirir. 
Ülkenin %75’inde %100 güvenlik, ülkenin %100’ünde %75 güvenlikten iyidir. Savunma yapan kuvvetler, hiç değilse önemli saydığı bir bölgede halk için 
hemen hemen mükemmel bir güvenlik sağlayamazsa gerilla er ya da geç savaşı kazanır. Uygulaması zor olmakla birlikte, gerilla savaşında esas denklem 
basittir: Gerilla ordusu kaybetmekten kaçındığı müddetçe kazanır; konvansiyonel ordu ise kesin olarak kazanmazsa savaşı kaybetmeye mahkûmdur." [1]

            Politikadan mücadelenin doğasıyla uyumlu ilk isteği budur. Gerçekçi siyaset oluşturmanın veya siyasette gerçekçiliğin ilk aşaması bu ilkeyi 
kabul ederek stratejik adımların atılmasını icap ettirir.  Bu tespit, ne komplo teorilerinden neşet eden bir teorem ne modası geçmiş paradigmaların bir 
varsayımı ne de herhangi bir kuramın şayet olsaydı hipotezidir. Mücadelenin doğasını bilenlerin, bu konuda düşünenlerin, fikir üretenlerin ve de stratejik 
bir mevkide bulunanların nazarıdikkatten uzak tutamayacakları yaşamsal bir husustur. Bu temel dayanak noktası,büyük ölçüde görmezlikten gelinerek;

" Terörle mücadele uzun Solukludur. Terörle bir yere varılmaz. Bununla yaşamaya Alışacağız." gibi safsatalar matah bir şey sanılarak, Politika üretmekten uzak dur(dur)ulmuştur.

            Türkiye’nin bekasını çok yakından ve cidden tehdit eden bu soruna yönelik olarak politika geliştiremediği farklı mevkilerce ve kesimlerce dile getirilen bir konudur. PKK terör örgütü konusunda derin ve kapsamlı çalışmalarıyla tanınan Ümit Özdağ’ın, “ Bu, politik bir mücadeledir. Geçen 23 yıl zarfında oluşan sosyal hasara nasıl çözüm getirileceği hususunda Türk toplumuna sunacak hiçbir şeyleri olmayan Türk siyasetçileri tamamen Avrupa Birliği tam üyelik 
politikalarının etkinleşme sürecinin arkasına sığınmış politikasızlıklarını sürdürmektedirler." [2] değerlendirmesi, meselenin künhünü göstermesi bakımından oldukça önemlidir. Bu yorumu güçlendirmesi bakımından dikkate alınması gereken siyasi bir boyutun da, ABD’nin 11 Eylül 2001 sonrası uygulamaya koyduğu “ Büyük Orta Doğu Projesi “ kapsamında Türk siyasi hayatının şekillendirilmesi vardır ki gelinen noktada, sorunun çözümünün başkalarının emperyalist politikalarına emanet edilmiş olduğu görülmektedir.

            Bu konuyla ilgili olarak gereksiz totolojiye kaçmadan şu tespitte bulunulabilir: PKK terör örgütü 1984’de 200 kadar militanla[3]  çıktığı yolun 
sonunda; binlerce militana, on binlerce sempatizana, kendi güdümünde hareket eden bir partinin %4-5 gibi oy oranıyla ülke siyasetinde etkili bir konuma 
gelmişse, bu durum asla küçümsenemez ve göz ardı edilemez. Ayrıca; sahip olduğu ekonomik, sosyal, siyasi, kültürel ve psikolojik güçle beraber dış dünyadan sağladığı destek de dikkate alındığında, PKK bir terör örgütünün sahip olabileceği olanakların çok ötesine geçmiştir. Bunlardan daha da önemlisi, 
KCK yapılanmasıylaTürkiye Cumhuriyeti’nin bölgedeki egemenliğini tartışmalı hale getirebilecekgirişimlerin, zımnen kabullenilmesindeki vahim aymazlığın 
devam etmesidir. Bu tamamen bir paralel devlet teşekkülüdür, bölünmenin ve yıkılışın yüksek sesli habercisidir. Kişiliğe sahip devlet ve yönetim 
anlayışında yeri yoktur ve kabul edilemez.

Ordulaşma Süreci

            Mücadelenin doğasıyla uygun isteklerin karşılanması stratejik bir sorundur. Bu konuyla ilgili olarak Clausewitz’ın güncelliği hâlâ devam eden 
uyarıları yol göstermeye devam etmektedir: “Devlet adamının ve komutanın ilk vereceği, en önemli ve kesin sonucu en çok etkileyici hüküm, giriştiği 
harbi bu ilişkiler içerisinde iyi tanımak, onu olduğundan başka türlü değerlendirmemek ya da hâl ve şartların müsaade edemeyeceği bir şekle sokmaya çalışmamaktır."[4]Bu yaşamsal tespitin ruhuna uygun hareket edilmediği veya önemsenmediği içindir ki alınan tedbirler sorunlara çare olamadığı gibi tam tersine kangrenleştirmiştir.Bu noktada bile yeterli önlemler alınmayarak, kangren olmuş uzuvları, lavanta suyu ile iyileştirme[5]kolaycılığına kaçılması sıkça rastlanılan bir yanılgıdır. 

            Yanılgının temelinde, mücadelenin doğasını ve karakterini anlamamaktan kaynaklanan stratejik teori eksikliği veya yokluğu bulunmaktadır ki bunun başlıca nedeni politik yetersizliktir. Terör örgütünün Kürtçülük politikasının bir aracı olduğu, siyasi hedefinin de Türkiye toprakları üzerinde öncelikle bir Kürt devleti kurmak[6], Müteakiben de " Büyük Kürdistan ülküsü " doğrultusunda diğer üç parçayla birleşmek olduğu teşhis edilerek, politika üretilmesi gerekirdi. Ancak, bu kök sorunu göz ardı ederek gövde ve dallar bile dikkati nazara alınmadan dökülen yapraklarla meşgul olundu, tanımlaması yapılırsa, mübalağa edilmemiş sayılır.

            Bugün de benzer yanılgı, " Çözüm süreci " ile devam etmektedir.Bununla ilgili olarak 62’nci Hükûmet programında yer alan, "…Yeni Yol haritasının 
hedeflerini; terörün bitmesi, Silahsızlanma, toplumsal hayata kazandırma ve demokratik siyasete katılımın önünü açmak şeklinde koyacağız. Çözüm süreci, 
bölünmenin değil birleşmenin, küçülmenin değil büyümenin, parçalanmanın değil bütünleşmenin ve kalıcı bir bölgesel güç olabilmenin yegâne anahtarı 
konumundadır." ifadeleri boş bir beklentiden öteye geçemez. Belki kısa vadede PKK terör çetesi, hile ve aldatmaya yönelik konjonktürel bazı adımlar atabilir. 
Ancak silahsızlanma gibi bir adımı, "Büyük Kürdistan ülküsü"nü gerçekleştirmek maksadıyla yola çıkmış bir örgütten beklemek ve bu yönde politik adımlar 
atmak akıl, mantık ve algılama yetisiyle açıklanamaz.

            PKK, kurulduğu günden beri hayal bile edemeyeceği kazanımlara kavuşmuştur ve bunları akılcı stratejilerle daha da arttırma gayretindedir. 
Bölgedeki manipülasyona açık güncel gelişmeler, PKK’nın günden güne prestijinin artmasını sağlamaktadır ve bu kazanımların gittikçe öngörülmeyen 
boyutlara ulaşacağı düşünülmektedir. Bu bağlamda, PKK’nın Suriye ve Irak’ta IŞİD’e karşı savaşarak önemli bölgesel aktör olduğunu kanıtlaması ve özellikle 
Batı’daki terörist algısının gittikçe zayıflayarak, terör örgütü listesinden çıkarılmak suretiyle stratejik değerde kazanımlar elde etmesi kuvvetle muhtemeldir. 
Maalesef gidişat bu yöndedir, “ Değer odaklı Türk dış politikası artık küresel bir markadır." gibi içi boş ve temeli olmayan ifadeler hükûmet programında yer 
bulsa da, uluslararası siyasette ancak mizah konusu olabilir. Gelişmelerin ivme ve değer kazandıracağı bir diğer husus da,  " Kürdistan Ulusal Birliği "ni 
sağlamaya yönelik faaliyetlerin, öngörülebilir bir gelecekte " Büyük Kürdistan " hayalini gerçekleştirebileceğinin güçlü bir şekilde anlaşılmasıdır.

            Orta Doğu’da komplo teorisyenlerine bile parmak ısırtacak gelişmeler yaşanırken ve de çok büyük bir tesadüf eseri olarak(!) Kürtler bu durumdan 
inanılmaz avantajlar yakalamışken, yıllardır mücadele ettiği T.C. lehine kazanımlarından vazgeçmesini beklemek nasıl bir siyasal akılla açıklanabilir ki? 

Hangi zaman dilimi esas alınarak gerilla tarihi incelenirse incelensin, böylesine tarihi ve stratejik kazanımlı bir fırsat hiçbir terör örgütüne sunulmamıştır. 
Terör örgütünden aptalca bir yaklaşım gözleyerek, kazançlı çıkmayı ummak, her şeyden önce ve en hafif tabirle yıllarca mücadele edilen çeteyi ve onun 
yerli-ecnebi akıl kethüdalarını hiç tanımamak demektir. Bazı kalemşorlar ve medya organlarının, "PKK’nın silah bırakacağı, demokratik siyasetin önünün 
açılmasıyla silahlanmanın bir anlamının kalmayacağı, silahlı unsurların Türkiye dışına çıkmasının yeterli olacağı…vb." hararetli ifadelerle kamuoyu oluşturma 
gayretleri, kuvvetle ümit edilir ki onların beklentileri doğrultusunda gerçekleşsin ve de örgüt silah bıraksın!

            " Devrimci Halk Savaşı " konseptinde bilinmesi gereken en önemli noktalardan biri de, zaman içinde gayrinizami unsurların nizami birliklere 
dönüşeceği ve ordulaşma sürecinin savaşın bir aşaması olduğu gerçeğidir. Bu çerçevede kurucu figürlerden hem Mao hem de Che Guevara, bu durumu 
açıkça belirterek, mücadele başlangıçta bir gerilla birliği tarafından yürütülüyorsa da zaferin daima bir düzenli ordunun eseri olacağı görüşündedirler.[7] 

Tabi ki her mücadelenin doğasının aynı,  karakterlerinin ise farklı olduğu ve bundan sonrada bu gerçekliğin devam edeceğinin farkındayız. 
Bugün PKK terör örgütünün yüz yüze kaldığı durum ne bahse konu savaş konseptine ne de daha önce silah bırakmış örgütlerin şartlarına benzememektedir. 
Her iki durumun da dışında, seçenekleri oldukça fazla ve son derece iyi senaryolaştırılmış bir savaş oyunuyla, PKK’ya fırsatlar sanki altın tepside sunulmaktadır. 
Bu fırsatın ganimeti; PKK’nın terör örgütü algısının kırılması, itibarının güçlenmesi, uluslararası desteğin artması ve müteakiben de ordulaşma süreci ile taçlandırılması olacaktır.

Seçeneksiz Kalmak

            Orta Doğu bu kadar karmakarışık hale gelmişken veya getirilmişken, Türkiye gibi"oyun kurucu(!), gündemi belirlenen değil, gündem belirleyen bir ülke(!)" 
nasıl olur da IŞİD gibi bir terör teşkilatına karşı imza koyamaz, tavır alamaz duruma getirilir? Tabi ki mazeretlerin gücüne sığınılarak verilecek cevaplar çoktur. 
Irak’ta gönüllü(!)olarak rehin kalan Türk vatandaşlarının hassas durumu nedeniyle, ihtiyatlı hareket etmek durumunda kalmış olan Türkiye Cumhuriyeti… 
Bu vatandaşlarımızın hayatının her şeyden değerli olduğu ayrı bir konudur. Düşünmemiz gereken, Musul Konsolosluğu'nun basılması ve vatandaşlarımızın 
rehin alınması ile taktik bir adım atanlar veya attırılanlar, nasıl olur da bu kadar kısa süre içerisinde Türkiye’yi seçeneksiz bırakabilirler ve stratejik yeni 
kayıplara zemin hazırlayacak ortamı oluşturabilirler?

Neticede, PKK’nın seçenek zenginliği güçlü stratejiye, Türkiye’nin seçeneksiz bırakılarak elleri ve kollarının bağlanması zayıf ve güçsüz bir stratejinin sonucudur." 
Zayıf strateji pahalıdır, kötü strateji hayatta kalma söz konusu olduğunda öldürücü olabilir, çok kötü strateji ise hemen her zaman öldürücüdür."[8] ifadelerini, Orta Doğu’da haritaların yeniden çizilmeye devam edildiği bir dönemde, anlayabilme sorumluluğu stratejik liderliğin omuzlarındadır.


DİPNOTLAR;


[1] Kissinger Henry, Diplomasi, çev. İbrahim H. Kurt, Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara, 1998, s. 596.


[2] Özdağ Ümit, Türk Ordusu PKK’yı Nasıl Yendi? Türkiye PKK’ya Nasıl Teslim Oluyor?, Kripto Yayınları, Ankara, 2010, s. 287.


[3] Özdağ Ümit, Türkiye Kuzey Irak ve PKK-Bir Gayrinizami Savaşın Anatomisi, ASAM Yayınları, Ankara, 1999, s. 42.


[4] Carl von Clausewitz, Harp Üzerine, Cilt I, çev. H. Fahri Çeliker, Gnkur. Basımevi, Ankara, 1984, s. 36-7.


[5] Machıavellı, Hükümdar, çev. H. Kemal Karabulut, Sosyal Yayınları, İstanbul, 1998, s. 47.                     


[6] Özdağ Ümit, PKK İle Pazarlık, Öcalan İle Anayasa Yapmak, Kripto Yayınları, Ankara, 2013, s. 280. ( Armağan Kuloğlu’nun Türk Milleti Uyanmalı, 
Uyanmıyorsa Uyandırılmalı başlıklı bölümden ).  


[7] Mao Tse-Tung ve Che Guevera, Gerilla Harbi, çev. Can Yücel, İstanbul, 1967, s. 45.

  Che Guevera, Askerî Yazılar, çev. Nadiye R. Çobanoğlu, İstanbul, s. 37.


[8] Gray S. Colın, Modern Strateji, çev. Handan Öz, Truva Yayınları, İstanbul, 2008, s. 19.


http://www.21yyte.org/tr/arastirma/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/2014/09/15/7762/pkk-teror-orgutunun-ordulasmasi


..