Dış Politika Araştırmaları Merkezi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Dış Politika Araştırmaları Merkezi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Aralık 2017 Cumartesi

GÖRÜNMEYEN ORDULAR – II

GÖRÜNMEYEN ORDULAR – II


Ergüder Toptaş 
21. YY TÜRKİYE ENSTİTÜSÜ,
Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi
27 Ekim 2014 Pazartesi

MUTASAVVER MÜCADELE

Bir önceki makalede, “ Görünmeyen Ordular ” kavramını savaşın nesil değişimi ekseninde gündeme getirerek, yapılan değerlendirmede; soğuk savaş sonrası egemen güçlerin çıkarlarını korumada ve belirlenen hedeflere ulaşmada dördüncü nesil savaş ve onun yöntemlerini etkinlikle kullanmaya devam ettiklerini, gelecekte de çok farklı usul ve esaslarla hiçbir sınır ve ahlaki değer tanımadan devrede olacağına kuvvetli bir vurgu yapılmayaçalışılmıştır. İkinci Dünya Savaşı’ndan beridir stratejik etkili olmalarına rağmen taktik ölçekte tutulmaya devam edilen “ Özel Kuvvetler ”in stratejik seviyede yeniden yapılandırılmasının hâlen devam eden mücadelenin hem bugünkü hem de gelecekteki başarısı için vazgeçilmez bir zorunluluk olduğu ifade edilmiştir.
Askerî literatürde sıklıkla kullanılan “ mutasavver”sıfatı, tasarlanan ve/veya tahayyül edilen muharebe ve harpleri tanımlamada kullanılan önemli bir kavramdır. Büyük devletler ve ordular açısından bir anlam ve değeri olan bu mefhum bugün de önemini korumaktadır. Cari harekât/muharebe/harp mücadelenin bir evresidir. Bir safha devam ederken, bir sonraki aşamamutasavverdir. Muhtemelen birbiri ardınca belirecek, gelişecek ve değişecek durumların üstesinden gelmede kullanılacak enstrümanlar; kuvvet, zaman ve mekândır. Ancak stratejisi olanlar için bu kavramlarişlevseldir ve de her biri değişik oranlarda sürekli olarak denkleme dâhildirler. Bu makalede söz konusu olan, güç geliştirme sürecinde mutasavver harp/mücadelenin karakterini de hesaba katarak,Özel Kuvvetlerin ikamesi zor ve maliyetli değerine dikkat çekmektir.21’inci yüzyılda kaos ortamı özellikleTürkiye’nin etki ve ilgi alanındaki coğrafyada daha da genişleyerek derinleşecektir. Muhtemel ve potansiyel tehditlerle başa çıkmada, tahayyül gücünün doğru bilgi ve ortak akılla desteklenerek, uygun tercih yapılmış güç bileşenlerinin zamanında geliştirilmesi son derece önemlidir.

GERİLLA HARBİNİN GENİŞLEYEN EVRENİ

            Gerilla harbi hem Doğu hem de Batı kültürünün ortak bir ürünüdür. Genelleme yaparak Doğu kültürünün bir sonucu olarak görmek yanlıştır. Max Boot’un, “ Hangi kültürden olursa olsun, daha güçlü bir düşmanla çarpışmak zorunda kalanların başvurduğu son çaredir ”[1] yaklaşımı da, bugünkü mücadelenin genişleyen evrenini anlatmada eksik kalmaktadır. Gerilla harbi aynı zamanda kontrgerilla operasyonlarını da kapsayan iki zıt iradenin diyalektiğidir. Gayrinizami harbin bir fonksiyonu olarak görevini yerine getirdikten sonra nizami harbe tabi olmayacaktır. Yeni nesil harplerde gayrinizami harp ve onun bir enstrümanı olan gerilla harbi güçsüzler tarafından değil, bu sefer egemen güçlerce merkeze alınarak bilinen paradigmaların değişmesine öncülük edilmiştir. Gayrinizami harbin bağımsız değişken, nizami veya konvansiyonel harbin tali ve tabi bir unsur olduğu savaşlar 21. yüzyılda devam etmektedir. Bu değişimi görmezden gelen güç ve milletlerin ölümcül etkilerden kaçınması mümkün gözükmemektedir.

            Bu bağlamda, ABD’nin İkinci Körfez Harekâtı(2003)’nı müteakip gayrinizami harp yeteneklerini geliştirmeye yönelik gayretlerini yakinen takip etmek gerekir. Son on yıldaki özel operasyon güçlerinin yaygınlaşması ve güçlendirilmesine yönelik faaliyetler dikkat çekici boyutlardadır.

ABD ÖZEL OPERASYON GÜÇLERİNİN GELİŞİMİ[2]

            Özel operasyon güçleri, birçok ulusal güvenlik tehdidiyle başa çıkmada tercih edilen bir araç haline geldiği için, yeteneklerinin kapsamlı ve kalıcı bir şekilde uygulanmasını sağlamak üzere,ihtiyaç duyulan eksikliklerin üstesinden gelinmesine istisnai bir önem verilmiştir. Son on yılda özel operasyon güçlerinin yaygınlaşması ve teçhizatlandırılmasına yönelik yapılan devasa yatırımlarbugünde devam etmektedir. Özel operasyonlar bütçesi, bahse konu dönem dikkate alınarak değerlendirildiğinde, dört kat artırılmıştır. Dört yıldızlı Amerikan Özel Operasyonlar Komutanlığının boyutları iki katına çıkarılarak,2013 yılı için toplam personel sayısı yaklaşık olarak 67 bin, general/amiral ise 70 kadardır.
            Yaklaşık yetmiş ülkeye dağılmış olan özel operasyon güçleri hem strateji ve doktrin oluşturma hem örgütlenme hem de kurumsal gelişme bağlamında büyük bir atılım gerçekleştirmişlerdir. Kurumsal noksanlıkların giderilmesi ve niteliğin geliştirilmesi kapsamında entelektüel sermayenin güçlendirilmesi ve stratejik yaklaşımlı liderlerin yetiştirilmesine özel önem verilmektedir.
            ABD tartışmasız küresel bir güçtür, bu emsalsiz üstünlüğünü en azından bu yüzyılın sonuna kadar devam ettirme iradesinden asla vazgeçmeyecektir. Bu amaçla güç geliştirmesi son derece doğaldır, bu stratejik tutumdan imtina ettiği anda cazibesini ve caydırıcılığını kaybeder. Türkiye Cumhuriyeti de bölgesel güç olma idealini gerçekleştirme ve her şeyden önemlisi varlığını güvenle devam ettirme yolunda “ Türk Özel Kuvvetlerine ” istisnai ilgi göstermek mecburiyetindedir.

PKK İLE MÜCADELEDE GÜMÜŞ KURŞUN

            Türk ordusunun yaklaşık otuz yıldır PKK’ya karşı yürüttüğü mücadelede Özel Kuvvetlerin, komanda birliklerinin ve Jandarma Özel Harekât unsurlarının müstesna bir yeri,zor dönemlerde riski yüksek hedeflere kolayca ve etkili bir şekilde ulaşangümüş kurşun değeri olduğu inkâr edilemez. Tabi ki başta kahraman Türk ordusunun her ferdi ve birliğinin, emniyet güçlerinin ve köy korucularının büyük fedakârlığı ve destansı mücadelesi asla ve asla unutulamaz. Bu mücadelenin yürütülmesinde ve askerî açıdan başarıya ulaşmasında Yüce Türk milletinin kararlılığı, ordusuna karşı beslediği engin sevgi ve heyecan duyguları ile ödünsüz desteğine değer biçilemez.
            Türk ordusu 1984’den bu yana, sürdürdüğü mücadelede başarılı olmuştur, bunu da ispatına gerek duyulmayacak şekilde özellikle 1992/99 yılları arasındaki süreç de göstermiştir. Bu mücadele, alelade bir düşük yoğunluklu çatışma olarak görülemez ve değerlendirilemez. 1775’den beri yaşanan tüm düşük yoğunluklu çatışmaların dünyanın şekillenmesinde ne kadar etkili olduğunu araştıran Max Boot, oluşturduğu veri tabanına göre direnişlerin ortalama ömrünün 10 yıl olduğunu belirtir. 1945’den sonraki direnişler içinse bu rakam 14 yıldır.[3] Bahse konu çalışmada Türkiye'nin mücadelesi devam ediyor gözükse de, şiddeti bakımından en yoğunlarından birisi olduğu kuşku götürmez bir gerçekliktir. “ Türk güvenlik güçlerinin 1998’deki zaferi ile en azından askerî olarak büyük ölçüde kontrol altına alınmıştır. Bu kanlı mücadele çoğu zaman sanıldığı gibi yalnızca Türk güvenlik güçleri ile PKK arasında politik-askerî bir karşılıklı meydan okuma değil, Türkiye, İran, Suriye ve bir ölçüde Irak’ın da müdahil olduğu…bir düşük yoğunluklu çatışmadır. “[4] Ayrıca, terör örgütünün arkasında uluslararası daha büyük bir sistemin olduğu; ABD’den Rusya’ya, Avrupa’dan İsrail’e kadar birçok istihbarat örgütlerinin kontrolünde bir pazarlık aracı olarak kullanıldığı gün gibi ortadadır. PKK, bütün bu karmaşık ve kirli ilişkiler yumağının bir sonucu olarak Türkiye’ye karşı asimetrik bir tehdit olarak ortaya çıkarılmıştır.

Bu tehdit, Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri bekasına ve toprak bütünlüğüne karşı en büyük meydan okumadır. İnsani, kültürel ve demokratik haklar talep ederek başlayan bir intifada gibi görmek veya öyle göstermek akıl ve izan ölçüleriyle açıklanamaz. Bu sadece işin birinci aşamasıdır. “ İkinci aşamada, Türkiye Cumhuriyeti devletinin üniter yapısını, yani tekliğini tarafların gönül rızasıyla sona erdirip Türk ve Kürt federe devletlerinden oluşan bir federal devlet kurmak… Üçüncü aşamada, kendi kaderini tayin hakkından yararlanıp, self-determinasyon yoluyla Türkiye’den ayrılarak bağımsız bir Kürt devleti kurmak… Dördüncü aşamada, bu devleti Irak’taki, İran’daki, Suriye’deki parçalarıyla birleştirip ‘ Büyük Kürdistan ‘ hülyasını gerçek kılmak…”[5] PKK’nın kuruluş amacı, bu kadar acık ve nettir.
Bu amacın tahakkuku için “ PKK, 1984’den 1988’e kadar SSCB’nin Bulgaristan üzerinden arka planda desteklemesi ile İran ve Suriye adına Türkiye’ye karşı savaşmıştır… 1987’de Türkiye’nin AB tam üyeliği için başvuru yapması üzerine başta Almanya olmak üzere AB ülkeleri ‘ Kürt-PKK kartına ‘ oynamaya başlamışlar ve İran-Suriye ittifakına katılmışlardır. 1991’den sonra, PKK’nın Türkiye’ye karşı savaşı, ‘ AB-Suriye-İran ‘adına sürdürülen vekâleten savaşa dönüşmüştür. 1990’larda Orta Asya ve Kafkasya’da bir Türk-Rus rekabeti algılayan Moskova’da PKK’yı kullanmıştır. 2003 sonrasında da PKK Irak’a yerleşen ABD’nin dolaylı-dolaysız denetiminde bir terör sürecinin içindedir.[6] 11 Eylül 2001’den sonra, ABD’nin Fas’tan Orta Asya’ya kadar 24 ülkenin sınırlarında ve rejimlerinde değişiklik yapmak maksadıyla devreye soktuğu,  “ Büyük Orta Doğu Projesi “ kapsamında artık PKK, bölgede güçlü bir aktör olma rolünde önemli bir mesafe kat etmiştir.

“Özetle, meseleyi sadece Türk güvenlik güçleri ile PKK çetesi arasında bir terör savaşı olarak görmek yanlıştır.”[7]  Mesele çok boyutlu, çok denklemlive dış dinamiklere dayanan varlığı ile oldukça karmaşıktır. Bu mücadele, Türk milletine ve onun kahraman ordusuna maliyeti her yönden çok ağır bir bilanço çıkarmıştır. Kazanımlar askerî gücün gelişimi ve dönüşümü kapsamında değerlendirilebilir. Ancak, ekonomik kaynakların heba edilmesi, sosyal dokunun tahribi ve kültürel değerler bağlamındaki kayıplar devasa boyutludur. Maddi kayıplar belirli bir zaman diliminde karşılanabilir ve yerine daha da büyük ve güçlü olanlar konulabilir, fakat kaybedilen bir değeri geri getiremez, yok olan ruhları tekrar canlandıramazsınız. Bu mücadelede tabi ki Türk güvenlik güçlerinin hataları vardır. Ancak, politik veçhedeki belirsizlik ve tutarsızlığa rağmen, geç de olsa güç de olsa, gerekli tedbirleri alarak, millî ve üniter devletin tasfiye edilmesi önlenmiştir.

ÖNGÖRÜLEBİLİR GELECEK

            Türkiye Cumhuriyeti’nin başta PKK olmak üzere bölgesindeki muhtemel tehditlerle mücadelede, diğer güç unsurlarıyla uyum içinde çalışan güçlü, çevik ve etkili bir TSK’ne olan ihtiyacı her geçen gün daha da artacaktır. TSK’nin kurumsallaşmış askerî mükemmelliğe ulaşmasında, Özel Kuvvetler ve diğer özel operasyon güçlerinin; değişen bölge şartları, küresel ve büyük güçlerin Orta Doğu’ya yönelik politikaları, mutasavver mücadelenin değişen karakteri ve PKK ile şimdiye kadar yürütülen mücadelenin millî bünyede yaptığı tahribat nazarıdikkata alınarak yeniden yapılandırılması vazgeçilmez bir gerekliliktir. Yüz yüze kalınan ve bundan sonra daha da ağırlaşacak iç-dış sorunların üstesinden gelinmesindeGörünmeyenOrduların varlığına daha fazla ihtiyaç duyulacaktır. Gayya kuyusuna dönen Orta Doğu’da,bölgesel ve küresel güç merkezlerinin güdümündeki görünmeyen orduların dolaylı ve/veya direkt saldırıları;Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığı, birliği ve refahına yönelik olarakpervasızca devam etmektedir. Ülkemizi tahrip gücü yüksek ve uzun süreli ateşten koruyacak ve güvenle mevcudiyetimizi devam ettirecek askerî gücün; aklın ve bilimin ışığında geliştirme ve koruma sorumluluğunda hepimizin yapacağı çok şey vardır.



[1]Boot Max, Görünmeyen Ordular-Gerilla Tarihi, çev. Fethi Aytuna, İnkılâp Yayınları, İstanbul, 2014, s. 30.
[2]Turquıe Diplomatique, sayı: 68. ( ABD’nin Özel Operasyon Güçlerinin Geleceği, Dış İlişkiler Konseyi Özel Raporu No. 66, Nisan 2013, Linda Robinson )
http://www.socom.mil/default.aspx. ( Erişim Tarihi: 21 Ekim 2014 )
[3]Boot Max, s. 498.
[4]Özdağ Ümit, Türk Ordusu PKK’yı Nasıl Yendi? Türkiye PKK’ya Nasıl Teslim Oluyor?, Kripto Yayınları, Ankara, 2010, s. 18.
[5]Cemal Hasan, Kürtler, Doğan Kitap, İstanbul, 2003, s. 536.
[6]Özdağ Ümit, PKK Terörü Neden Bitmedi, Nasıl Biter?, Kripto Yayınları, Ankara, 2008, s. 40-1.
[7]Age. , s. 41.


Ergüder Toptaş 
Uzman Hakkında

Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi
Uzmanın Diğer Yazıları

  Türkiye’nin Büyük Strateji Sorunu 
  Stratejik Savaşı Kaybetmek 
  Küba: Yeni Enerji Jeopolitiğinde Bir Hamle Mi? 
  Kutsal Ocakta Bedel Olur Mu?  
  “Saygon’daki Son Helikopter” ve Çözüm Süreci 
  GÖRÜNMEYEN ORDULAR – II 
  Görünmeyen Ordular 
  PKK İle Mücadelede Üçlemeye Dayalı Anlayış 
  PKK Terör Örgütünün Ordulaşması 
  Niteliksiz Adamlar ve Ölü Kurumlar 
  Çaresiz Stratejiler 



Ahlatlıbel Mah. 1825 Sokak No: 60 İncek/Çankaya/Ankara 
 Tel: +90 312 489 18 01 | Belgegeçer: +90 312 489 18 02 | Elektronik Posta: 
bilgi@21yyte.org 
Yazılım & Tasarım: Mahmut ÖZDEMİR

http://www.21yyte.org/tr/arastirma/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/2014/10/27/7838/gorunmeyen-ordular-ii


***

Fırat’ın Doğusunu Vurmadan İçeride PKK’yı Bertaraf Etmek İmkansız!

Fırat’ın Doğusunu Vurmadan İçeride PKK’yı Bertaraf Etmek İmkansız!


Cahit Armağan Dilek,
21 yy Dergisi
Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi
cadilek9011@gmail.com 
13 Ekim 2016 Perşembe


Başbakan Binali Yıldırım, 11 Ekim 2016 günkü konuşmasında “terör devam ederse Fırat’ın doğusu için de gereğini yaparız” dedi. Terör devam ettiğine göre ve bu söylem terör örgütünü korkutmayacağına göre yapılması gereken vakit geçirmeden, Suriye kuzeyinde PYD kontrolündeki bölgeden gelen terörist ve silah/patlayıcılarla yeni bir terör saldırısı yaşanmadan yapılmalıdır.
Başbakanın bu açıklamaları benim 6 ay önce yazdığım makalemi hatırlattı. Makale ise Başbakan Yıldırım'ın gereğini yaparız dediği yapılması gerekenin yapılması için çok geç kalındığını  bir kez daha göstermektedir.

Bu makale aslında 09 Nisan 2016 tarihinde yayımlanmıştır. Ancak PKK terörünün gittikçe artması, Bahar aylarının gelmesiyle birlikte beklendiği gibi terör saldırılarının kırsala doğru kayması ve yaygınlaşması, PKK’nın sahip olduğu anlaşılan gelişmiş SA-18 omuzdan atılan füze sistemiyle TSK’nın gelişmiş teknolojiye sahip Cobra helikopterini düşürmesi, PKK’nın gelişmiş bu tür silah ve sistemleri Suriye kuzeyindeki PYD üzerinden edindiğinin artık aşikar olması, Türkiye’de operasyonlarda PYD/YPG’ye ait dokümanların, kimliklerin, PYD/YPG’ye verilmiş ABD ve Avrupa üretimi silahların/patlayıcıların  yakalanması 9 Nisan’da yayımlanmış bu makaledeki değerlendirmelerin ve önerilerin önemini ve güncelliğini koruduğunu, dolayısıyla Türkiye’nin karar vericileri tarafından yeniden dikkate alması gerektiğini ortaya koymuştur. Bu nedenle 9 Nisan 2016 tarihli aynı makale yeniden yayımlanmaktadır;

PYD bölgesini vurmadan içeride PKK’yı bertaraf etmek imkansız!
Türkiye PKK terör sarmalına maruz kalmışken ve beka sorunu yaşarken iç siyaset kısır çekişmelere ve gerçek gündemle ilgisi olmayan konular (yeni anayasa, dokunulmazlıklar, siyasi partilerdeki iç çekişmeler vs) maalesef gündemin ana maddeleri olmaya devam ediyor.

Türkiye’nin güneydoğusundan gelen terör haberleri, artan şehit sayısı bir türlü Türkiye’nin gerçek gündemi olamıyor ya da birileri tarafından kasıtlı olarak gündemden düşürülecek şekilde yapay gündemler yaratılıyor.
Güneydoğumuzdaki ilçelerin PKK’nın hendek, el yapımı patlayıcı, keskin nişancılarıyla kurtarılmış bölgeler haline getirilmesi üzerine başlatılan operasyonlar şuanda Yüksekova ve Nusaybin ağırlıklı olmak üzere devam ediyor. Daha önce PKK’lı teröristlerden temizlendiği açıklanan Silopi’ gibi yerlerde yeniden çatışmaların başlaması ise dikkat çekici. Son günlerde çokça şehit verdiğimiz Nusaybin’de daha önceki aylarda operasyon yapılmış olmasına rağmen şimdi terör örgütünün daha kapsamlı bir terör saldırısını gerçekleştiriyor olabilmesi de aynı şekilde dikkat çekici.

Aynı ilçelerde hem ikinci kez terör operasyonları yapmak zorunda kalmak hem de şehit sayılarının artması soruları da beraberinde getiriyor. Bunların en başında da yapılan operasyonların siyasetin baskısıyla alelacele mi yapıldığı gelmektedir. Diğer bir soru ise mevcut kanunlar gereği terörle mücadele operasyonlarından sorumlu gözüken sivil kadroların yetersiz oldukları ve biraz da siyasi çekincelerle ilgili tüm güvenlik güçlerini/istihbaratı eşgüdüm içinde sevk ve idare edemedikleridir.

Her ne kadar bölgeden gelen haberler terörle mücadelede askerin komutayı devraldığına yönelik olsa da terör saldırıları önlenemiyor, ilçe merkezlerinin teröristlerden temizlenmesi gittikçe uzuyor ve şehit sayıları gittikçe artıyor.
Bunun en baştaki nedeni kuşkusuz Türkiye’nin bir terörle mücadele stratejisi olmamasıdır. Stratejinizin olmaması da uygun zamanda uygun yerde uygun araçla teröre müdahale için ilgili birimlerinize talimat vermediğiniz anlamına gelmektedir. Bu nedenledir ki çözüm süreci denen kumpas sürecinde terör örgütü şehirleri patlayıcılarla donatmış, hendekler-tuzaklar kurmuş, teröristleri yerleştirmiştir. Bunun böyle olduğunu iktidar sahipleri de itiraf etti ancak kendilerine karşı maalesef herhangi bir yaptırım henüz uygulanmadı.
Biz bu işin böyle olduğunu 7 Haziran sonrasında başlayan terör sarmalında ve halen yaşayarak acı içinde tecrübe ediyoruz. Ancak burada akla gelen ve mutlaka açıklanması gereken sorular var. Çözüm sürecindeki durum itiraf edildi, peki ama şuanda çatışmaların devam ettiği ilçelerde, örneğin Nusaybin’de, terör örgütü bu kadar hendeği ne zaman kazdı, patlayıcıları ne zaman yerleştirdi? Eğer bunlar 7 Haziran’dan ve 1 Kasım’dan sonra yapıldıysa ki öyle gözüküyor, mevcut hükümet madem çözüm süreci denen AKP-PKK anlaşması buzdolabındaydı, neden o zaman müdahale edilmedi, buna müdahale edilmesi için talimat vermekten sorumlu olanlar neden talimat vermedi ve ilçelerin kontrolünün tamamen PKK’ya geçmesine neden olundu?
Yukarıda özetlenenler dışında artan terör saldırıları ve şehit sayısının nedenleri bağlamında bilerek veya bilmeyerek göz ardı edilen husus ise PKK terör örgütünün özellikle sınır ilçelerinde bu kadar uzun sürecek direnişi nasıl sağlayabildiğidir. Bunun cevabı da PKK’nın asıl kaynağının sınır ötesinde olduğudur. PKK her ne kadar Irak kuzeyinde üslenmiş durumdaysa da Suriye’de yaşanan iç savaş nedeniyle PKK’nın Suriye kolunun Suriye kuzeyinde oluşturduğu hakimiyet ve ABD’nin PYD’ye verdiği siyasi/askeri destek PYD bölgesini PKK’lı teröristler için ana güvenli sığınak haline getirmiştir. TSK’nın Irak kuzeyine yaptığı operasyonlardan kaçan PKK’lılar Suriye kuzeyine konuşlanmış, ayrıca IŞİD’le mücadele eden PKK/PYD’liler özellikle şehir içi çatışmalarda önemli deneyimler kazanmışlardır.

İşte hem Suriye kuzeyindeki çatışmalarda tecrübe kazanan PKK’lı teröristler hem de ABD/Rusya ve diğer Batı ülkelerinden PYD’ye verilen askeri destek malzemeler/patlayıcılar/silahlar kolaylıkla maalesef çok geçirgen olan sınırımızdan Cizre ve Nusaybin gibi sınır ilçelerimize rahatlıkla transfer edilebilmektedir. Terör örgütünün uzun süredir bu ilçelerde varlığını sürdürebilmesinin arkasında bunun olduğu mutlaka kabul edilmelidir. Nitekim bunun böyle olduğu bir süredir istihbarat raporlarında yer almış, bu durum basına da yansımıştır. Bütün bunların içinde terör örgütünün artık gelişmiş teknolojiye sahip olduğunun anlaşılması (örneğin drone’lar ile istihbarat toplayabilmesi, termal kameralar, keskin nişancı silahları, tanksavar roketler, füzeler kullanması vs) Batı desteğinin ve bunların son dönemde yapılan yardımlar olduğunun kesin kanıtlarıdır.

Türkiye içinde yürütülen terörle mücadele operasyonları gereklidir, kararlılıkla sürdürülmelidir ancak yeterli değildir, pansuman tedbiri gibi olmaktadır, sivrisineklerle mücadele gibidir, ama asıl olması gereken bunu kaynağında yani bataklığa müdahaledir. Türkiye Irak kuzeyine operasyonlar yapmaktadır ama bu yeterli değildir. Her ne kadar şuanda Kandil PKK için simgesel olarak ana üssü konumunda olsa da değişen şartlar nedeniyle Suriye kuzeyi PKK’nın fiiliyatta operasyonel ana üssü ve güvenli sığınağı olmuştur. Burayla Türkiye’nin irtibatını kesmeden, terör örgütünün burada oluşturduğu inler imha edilmeden, Türkiye’deki teröristlere lojistik ve eleman akışını kesmeden terörü sonlandırmak mümkün değildir.

Peki ne yapılmalıdır?

Türkiye PYD’nin terör örgütü olup olmadığı bağlamında ABD ile gereksiz bir tartışmaya girmiş, yine Türkiye’nin beka sorununa hiçbir katkısı olmayacak şekilde Cerablus-Azez hattına sözde ılımlı muhaliflerin yerleştirilmesi gibi bir konuda PYD’yi de işin içine katarak bir pazarlık ortamına sürüklenmiştir. Bu süreçte Türkiye maalesef PYD’ye zamanında müdahale etmemesinden kaynaklanan sanki haksız bir konuma da kendi elleriyle düşmüştür.
Ama PYD bölgesinden Türkiye’ye yönelen terör devam etmektedir. Bu nedenle Türkiye Suriye kuzeyindeki PKK/PYD hedeflerini vurmadıkça içeride daha çok sayıda şehit vermeye devam edecek, ilçelerin gerçek anlamda terörden temizlenmesi mümkün olmayacaktır. BM anlaşmasının hükümleri, BM Güvenlik konseyinin terörle mücadele kapsamında aldığı kararlar, uluslararası hukuktan kaynaklanan haklar (sıcak takip vs) bu bağlamda Türkiye’den yanadır.
Bu hareketle birlikte diğer yapılması gereken husus Türkiye-Suriye sınırı boyunca her iki tarafında belli bir mesafenin “ateş serbest” bölgesi ilan edilmesidir. Böylece buralarda tespit edilen her türlü hedefin, hareket eden her şeyin anında ateş altına alınacak, teröristlerin sınır geçişlerine karşı caydırıcılık oluşturulacaktır. Bunun içinde 24 saat kapsama sağlayacak şekilde TSK’nın en gelişmiş istihbarat, keşif, gözetleme imkanları bu bölgeye yönlendirilmeli, ihtiyaç duyulan sistemler çok acil şekilde satın alınarak kullanıma sokulmalıdır.
Pek tabii ki Türkiye’nin bu hareketine karşı ilk tepki ABD’den gelecek ve engellemeye kalkacak, özellikle IŞİD kapsamında sağladığı istihbaratı kesmekle ve konuyla hiç ilgili olmayan başka alanlarda tehdit eden uygulamaları hayata geçirmeye çalışacaktır. Ancak Türkiye aynı Amerikan Başkanı Johnson’ın mektubuna verilen cevapta olduğu gibi, aynı 1974’te olduğu gibi milletin ve devletin bekası hayati olduğunda tek taraflı harekete geçebilecek kudrettedir.

Sonuç olarak;

Türkiye Suriye kuzeyindeki PKK/PYD hedeflerini vurmadıkça akıntıya kürek çekmekten başka bir şey yapmış olmayacak, analar/babalar/eşler/çocuklar ağlamaya devam edecek, ağlamamış ana-baba kalmayacaktır. Türkiye’nin maruz kaldığı beka tehdidinde PKK ile mücadele, bu kapsamda da PKK’nın terörü sürdürebilmesinde güvenli sığınak ve ana merkez durumuna gelmiş Suriye kuzeyindeki PKK/PYD hedeflerini mutlaka vurması, sınırdan terörist geçişini engelleyecek şekilde sınır hattında ateş serbest bölgeleri oluşturması gerekmektedir. Bu bağlamda Cerablus-Azez hattına ılımlı muhaliflerin yerleştirilmesine karşılık PYD’ye müdahale edilmemesiyle pazarlık edilmesi PKK terörünü ve şehit haberlerin gelmesini kabullenmek anlamına gelir. Eğer böyle bir pazarlık var ise bundan da derhal vazgeçilmelidir.
Türkiye’nin sivil ve askeri karar vericileri önümüzdeki onlarca yıl terörün dünyanın en önemli tehdit unsuru olacağı gerçeğinden hareketle, terör örgütlerinin tuzağına düşmeden geçici sözde ateşkes yalanlarına inanmadan terörün ve terör örgütlerin asıl kaynaklarına yönelmelidir. PKK gibi terör örgütleri yıllarca varlığını sürdürebildiğine göre öğrenen organizasyonlar olarak hem taktik ve eğitim hem de teknolojiyi de kullanmaktadır. Dolayısıyla Türkiye’de bu hususu gözden kaçırmamalıdır. Bu çerçevede terörle mücadelede kullanılacak son teknoloji sistemleri de süratle güvenlik güçlerinin envanterine katmalıdır. Devlet en büyük öğrenen organizasyon olarak bu hususları atlamamalıdır.
Bütün bunları belli bir uyum içinde yapabilmek için de mutlaka bir Terörle Mücadele Stratejisi hazırlanmalıdır.

Cahit Armağan Dilek

http://www.21yyte.org/tr/arastirma/suriye/2016/10/13/8514/firatin-dogusunu-vurmadan-iceride-pkkyi-bertaraf-etmek-imkansiz

***