Erciyes Üniversitesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Erciyes Üniversitesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Ocak 2016 Salı

ABD Türkiye’yi Bölmeye Hazırlanıyor




ABD Türkiye’yi Bölmeye Hazırlanıyor



( 12 YIL ÖNCEKİ YAZI )
Erciyes Üniversitesi İktisat Bölüm Başkanı
Prof. Dr. Cihan Dura
21.07.2003/Sayı:35

Türkiye yeniden bölünme tehditi ile, yeniden paylaşılma saldırısı ile karşı karşıya...

Paylaşım planı üç ayaklı:

Kürt Devleti,
Ermeni Devleti,
Pontus Devleti.

Evet, Türk Ulusu, bir Kürt sorunu bahane edilerek bir Kürt devleti kurularak parçalanmak isteniyor. Bu işin planlayıcısı ise -AB’nin yanısıra- sözde NATO müttefiki ve “stratejik ortak” Amerika Birleşik Devletleri...

Sonun başlangıcı

4 Temmuz 2003’de Türkiye Cumhuriyeti tarihinde görülmemiş bir olay oldu: Kuzey Irak’taki Amerikan güçleri Türk askerlerini Süleymaniye’de göz altına aldı. Askerler, irtibat bürosunda görevli olduklarını söyleyince Özel Harekât bürosunu çembere aldılar ve peşmerge-conilerle birlikte binaya ateş ederek, gaz bombası atarak baskın düzenlediler. Karargâh kapılarını kırdılar, silah doğrulttular. Araç ve gereçlere, silah ve belgelere el koydular. 11 subayımızı ve birkaç sivili ve Türkmeni, kelepçeleyip başlarına çuvallar geçirerek tutsak aldılar. Askerlerimizi elleri ve ayakları zincirlenmiş olarak Kerkük’e, Bağdat’a götürerek sorguya çektiler. Terörist muamelesi yaptılar, kanlı tarihlerine yakışır şekilde barbarca davranışlarda bulundular.

“Subaylarımızın derhal serbest bırakılması” talebimiz uzun süre yanıtsız kaldı. Bunun üzerine Habur Sınır Kapısı’ndan ABD güçlerine lojistik destek sağlayan araçların geçişi durduruldu. ABD’ye nota verilmesi AKP liderlerince engellendi. Askerlerimiz, olaydan ancak üç gün sonra serbest bırakıldılar.

Operasyon “Washington’da en üst düzeyden en alt düzeye kadar ilgililer arasında konuşulmuş, tartışılmış ve yeşil ışığı yakılmış” bir operasyondu. Dick Cheney savaş çetesinin işiydi.

Amerikalılar bu konularda sabıkalı: Lozan’a karşı tutumları, Muavenet zırhlısına kalleşçe saldırıları unutulabilir mi? Amerikan yönetimi yapılan haydutlukla ilgili net bir açıklama da yapmadı.

Olay belki dünya tarihinde görülmemiş, ulusal onurumuzu kırıcı, gerçekten utanılacak, kalleşçe bir olaydı. Tabii bundan dolayı vatanseverler kan ağlarken, Mütareke Matbuatı timsah gözyaşları döküyordu. Bilinen diğer odaklar ise dut yemiş bülbül: AKP, TÜSİAD, TOBB gibi...Aralarında, olayın büyütülmemesini, tepki gösterilmemesini isteyenler bile vardı. ABD’yi yüzündeki maskeye bakarak değerlendirenler ise şaşkındı. Oysa o maskeyi iyi bilenler hiç şaşırmadı. Hatta “bin nasihattan bir musibet yeğdir” diye umutlandılar. İyi niyetli yurtseverlerin bundan ders alacaklarını, sonunda ABD’nin çirkin yüzünü göreceklerini, belki “biz böyle nereye gidiyoruz” diyerek bir vicdan muhasebesine yöneleceklerini düşündüler. Kompradorlara ve Mütareke basınına gelince, onlardan hiçbir umut yok. Onlar yalnız AB değil, ABD müptelasıdır da... Kafaları ve keseleri ile Batılı parababalarına bitişiktirler. Şahsî çıkarlarını onların siyasi emelleri ile birleştirmişlerdir. Emperyalizm nerede, onlar orada... Allah göstermesin, Türkiye baştan başa işgal edilse, kıllarını yine kıpırdatmazlar; hattâ sevinirler de... Bu hallere zaten onlar yüzünden gelmedik mi? 1938’den beri iktidarlar geldi, iktidarlar gitti; Türkiye’yi gerçekte hep o perde arkasındaki sinsi yılanlar yönetti.

ABD’nin Kürt planı

Acaba ABD askerlerinin Türk askerlerine karşı düşmanca tutumu, neden kimi yurtseverleri hiç şaşırtmadı? Çünkü onlar her türlü kişisel çıkardan uzak, tamamiyle vatan ve millet aşkıyla, ABD’nin politika ve eylemlerini sürekli izliyorlar.

Bütün tarihsel kanıtlar, ABD dış politikası ile ilgili olarak, hep aynı hedefi işaret ediyor: ABD Anadolu’da bağımsız, onurlu, güçlü bir devlet istemiyor. Bir bakıma geçmişte Avrupa’nın ve Rusya’nın uyguladığı Osmanlı’yı çökertme politikasını o devralmış bulunuyor.

Gerçekten, XIX. Yüzyıl sonunda Rusya’nın Osmanlı’ya karşı güttüğü parçalama politikası ile, ABD’nin yurdumuzun doğusu ve Kuzey Irak’ta izlediği politika arasında çok yakın benzerlikler vardır. Bu politika “Kürt Planıdır” ve ABD’nin Asya’yı işgale yönelik çok daha büyük planının bir parçasıdır.

Söz konusu “Kürt Planı”nın ögeleri bazı ABD kaynaklarında öteden beri işleniyordu. Örneğin, ABD’de birkaç yıl önce yayımlanmış “Turkey’s Kurdish Question” adlı kitaba göre Türkiye’de PKK değil, “Kürt sorunu” var. CIA patentli yazarların sözde önerileri şöyle: Türkiye “Kürt kimliğini kabullenmeli. Güneydoğu’daki askerî varlığını büyük ölçüde azaltmalı. Kürtlerin partilerini korumalı. Kürtleri Kürtçe eğitim olanaklarına kavuşturmalı. Yerinden yönetimi egemen kılmalı.”

Bu öneriler size yabancı gelmedi değil mi? Önce DSP-MHP-ANAP, sonra AKP etiketli hükümetler bir süredir bu önerileri hayata geçirmekle meşgul. Görüyorsunuz, mevcut biçimiyle demokrasi Türkiye’de kimleri iktidara getiriyor ve Türkiye’nin AB saplantısı, sözde Ulusal Program ve uyum yasaları kimlerin işine yarıyor! ABD ve AB neden “ille de demokrasi” diye tepemizde boza pişiriyor? ABD neden Türkiye’nin AB üyeliğini cansiperane destekliyor? Sebebi açıkça görülmüyor mu? Kendi işlerine geldiği için!... Türkiye AB’nin isteklerini yerine getirdiği ölçüde, ABD de Ortadoğu’daki stratejik emellerini gerçekleştirecektir. Aklıma yine Lafonten’in bir öyküsü, ağzında bir peynir parçası olan karga ile, ona, “güzel sesini duyurmak” için kur yapan tilki öyküsü geliyor.

ABD ve Batılı ülkeler; bölgedeki petrol ve su kaynaklarını kendi çıkarları yönünde kullanmayı hedeflemekte. Bunun bir aracı, orada ABD’nin denetiminde, uydu bir Kürt devleti kurmak. Ayrıca, bu devlette konuşlandıracakları silahlı kuvvetlerle, bölge ülkeleri olan İran, Irak, Suriye ve Türkiye üzerinde bir tehdit gücü yaratmak istiyorlar.

Irak’ı bu maksatla önce dörde böldüler. Güneyi Şiilere, orta kesimi Saddam yönetimine, petrol alanı olan “Kerkük-Süleymaniye-Erbil” bölgesini de Talabani ve Barzani yönetimindeki Kürtlere ayırdılar. Türkiye sınırına yakın bölgeyi ise boş bıraktılar. Burayı da PKK’nın yerleşmesi için ayırmışlardı. Yıllarca önce Kürt lideri Molla Mustafa Barzani de CIA tarafından desteklendi, koruma altına alındı. Kuzey Irak’ta kurulmakta olan “kukla Kürt devleti”nin tohumları o zaman atıldı. Ardından planın ikinci aşamasına geçtiler: Irak’ın bütününü işgal ettiler. Sıra üçüncü aşamada!

Başta ABD olmak üzere, emperyalist Batının uyguladığı sinsi planın güncel kanıtlarını sunmadan önce yakın tarihe bir göz atalım.

Tarihten birkaç kanıt

Kanıtlar Batılı emperyalistlerin niyet ve eylemlerinden, Sevr Antlaşması’ndan... Uyarı ise her konuda olduğu gibi Büyük Bilge’den, Atatürk’ten!..

-ABD Başkanı Wilson (1918): Türkiye haritadan silinmeli!

-1919 Paris Konferansı’na katılan ABD’li raportörlerin, Türkiye’nin geleceği üzerine hazırladıkları rapordan: “Anadolu’da Arapça konuşulan bölgeleri, Ermenistan’ı ve Konstantinopolitan devletini ayırdıktan sonra, geriye çoğunluğu Türklerden oluşan büyükçe bir bölge kalmaktadır. Bu bölgenin bir kısmının Kürtler için Kürdistan; Yunanlılar için Pontus-Karadeniz bölgesinde Sinop’tan Batum’a kadar; Suriyeliler için Kilikya (Adana); İtalyanlar için Adalia (Antalya) ve bütün güneybatı, yine Yunanlılar için Smyrna ve batı olarak parçalanmasına yönelik istekler belirmiştir. Komisyonumuzun bu bölgelerden tavsiye edebileceği biricik bölge Kürdistan’dır.”

-Amiral Sir F. de Robeck’den Lord Curzon’a (1920): “Kürdistan, Türkiye’den tamamen ayrılıp özerk olmalıdır. Ermenilerle Kürtlerin çabalarını bağdaştırabiliriz”

-10 Ağustos 1920 Sevr Antlaşması maddelerinden: Doğu Anadolu’da bağımsız bir Ermenistan devleti kurulacak; bu devletin sınırları ABD tarafından saptanacaktır. Aynı bölgede özerk bir Kürdistan devleti kurulacak. Bu devlet bir süre sonra tam bağımsız olacak.

-Lozan Antlaşması görüşmeleri sırasında “Kürt devletinin” baş savunucusu İngiliz temsilcisi Lord Curzon: “Kürtler İngiliz mandası istiyor.”

- Kurtuluş Savaşı sırasında Kâzım Karabekir Paşa’nın Atatürk’e gönderdiği 10 Mart 1920 tarihli yazıdan: “İngilizlerin yoketme planının ana çizgileri; önce Kürdü, hattâ Çerkezi ayırmak, Türkleri birbirine düşürmek, Anadolu’yu paylaşmak ve orada kendilerine sâdık kültürler oluşturmaktır.”

- Mustafa Kemal Atatürk: “Türk ulusunu mahvetmeden, Kürt devleti kuramazlar.”

ABD Türkiye’yi parçalamak istiyor

Türkiye’yi bölme niyetli yayınlar ABD basınında sıkça yer aldığı gibi, bu niyet Türkiye’ye yönelik ABD taleplerinde de kendini gösteriyor.

a) The Washington Post yazıyor : “Apo, silahlı Kürt bağımsızlık hareketinin lideridir. ABD için, Kürt sorunu halledilmesi gereken bir sorundur.” CNN “Türkiye’de Kürt-Türk çatışması yaşanıyor” yolunda yayınlar yapıyor (1998).

b) Washington; Körfez Savaşı’ndan bu yana, Kuzey Irak’a kendi güdümünde bir Kürt devleti kurma hesapları yapıyordu. Nitekim 1998’de Washington’da Talabani ve Barzani ile varılan anlaşmada, Kuzey Irak Kürtleri için bir federasyon kurulması kararı alındı. Kukla devlet, bir tür “Müslüman İsrail” olacak ve Körfez’den Hazar’a, bölgenin kontrolü için bir üs olarak kullanılacak. Washington, bölgedeki planlarını daha ileri bir aşamaya taşımak için şu türden fırsatlar kolluyordu:

-Ankara’da Turgut Özal gibi birinin iktidara gelmesi;

-Türkiye’nin elini kolunu bağlayacak bir iç karışıklık çıkması.

Bu iki alanda da başarı sağlandı: Türkiye ekonomisi, liberalizm dayatması ile çökertildi. Bugünkü iktidar da ABD’ye T. Özal’ı aratmıyor olmalı. Yalnızca, başarılarına engel olarak gördükleri Türk Silahlı Kuvvetleri’ni zayıflatma çabaları sonuçsuz kaldı.

c) ABD Dışişleri Sekreter Yardımcısı Harold Nongju Koh’un, Fethullah Hoca’nın Zaman gazetesinde yayınlanan söyleşisinden (1999) : “Türkiye’de Anti-terör Yasası’nın 8. ve TCK’nun 312. maddeleri kaldırılmalıdır.” Yani ABD, Türkiye’de “ayrımcılık propagandasının”, “ırk ve etnik düşmanlığı kışkırtma” faaliyetlerinin serbest bırakılmasını istiyor! Bir süre sonra da ABD Başkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünde, aynı maddelerin değiştirilmesini beklediklerini duyuruyordu. Bugün 6. Uyum Yasası ile 8. Madde kaldırılmış oluyor. AKP Hükümeti’nin, aslında kimin isteklerini yerine getirmiş olduğunu görüyor musunuz?

Meydanı boş bularak bir süredir “dünya külhanbeyliği”ne soyunmuş olan ABD, bu istemlerle yetinir mi hiç? Değiştirilmesini buyurduğu başka yasalarımız da var. Bu yasalara bakınca anlıyoruz ki ABD, Türkiye’de “Cumhuriyet’e, Parlamento’ya, Atatürk’e, Ordu’ya hakaret”in serbest bırakılmasını istiyor (bunlar Türkiye Cumhuriyeti’nin dayandığı sütunlardır, demek ki maksat Türkiye Cumhuriyeti’ni çökertmek!). Düşünce ve ifade özgürlüğünü, hakaret etme özgürlüğüne indirgiyor! Gerçek amacı, Türk ulusunu kenetleyen değerleri yok ederek devletimizi parçalamak! Gerçekten bir ABD kuruluşunun gizli raporunda, Türkiye’nin parçalanması öngörülüyor. Kuruluşun sözde tahminine göre Türkiye’den önce Kürtler kopacak, onları başkaları izleyecek.

ABD’nin muhafazakâr gazetelerinden “Christian Science Monitor”da 4 Mayıs 2000’de yer alan bir haberde, Kuzey Irak’ta bir Kürt devletinin fiilen kurulduğu yazıyordu. Gazetede Kürt devletinin altyapısının Birleşmiş Milletler’in Irak’a uyguladığı ambargo sayesinde kurulduğu, böylece kendi para birimi, ulusal marşı ve dili olan ayrı bir devletin oluştuğu belirtildi. ABD şimdi bu sözde devleti hukukileştirmek için uğraşıyor. Türkiye’ye yönelik tehditler, gerilimler, baskınlar bu amaca yönelik stratejinin ilk adımlarıdır kuşkusuz.

d) Kasım 2000’de ABD Büyükelçisi Mark Parris başkanlığında, ABD’li 20 kuruluşu temsilen gelen işadamları; Diyarbakır-GAP bölgesini ziyaret ediyor. Bölge işadamlarının örgütü GÜNSİAD buluşmada bölgenin sorunlarını içeren bir dosya sunuyor ve bir “ofis-büro” açılması önerisinde bulunuyor. Parris öneriyi olumlu karşılıyor. Parris, günlerini Ankara’dan çok Güneydoğu’da geçirmiş biri. Daha sonraki aylarda ABD; Türk hükümetini teğet geçerek, Güneydoğu’da bir irtibat bürosu kurmaya kalkışıyor. Bölgenin iş adamlarıyla temaslar yapan ABD Ankara Büyükelçiliği Ticaret Müsteşarı J. Breidenstine şöyle diyordu: “Bölge büyük yatırımlar yapılmasına elverişli. Amacımız, ABD’li işadamları ile oradaki iş adamlarını bir araya getirmektir. Bölgedeki fırsatlar belirginleştiğinde, Amerikalı firmaları yatırım yapmak üzere davet edeceğiz.”

Akla hemen şu soru geliyor: Niçin Türkiye’nin başka bir bölgesi değil de, Güneydoğu Anadolu Bölgesi? Hem az gelişmiş, hem de büyük fırsatlar vadeden Türkiye’nin başka bölgeleri yok mu? Kuşkusuz var. Ancak, ABD’nin derdi başka: Falında hep o bölgeyi görüyor!

e) Uluslararası İlişkiler Uzmanı Prof. Dr. Ümit Özdağ’a göre ABD’nin yaklaşımı; “PKK ortadan kalkarsa, Türkiye’yi ılımlılarla masaya oturtabiliriz” yönünde. Beklentisi, Kuzey Irak’taki yeni yapılanmalara Türkiye’nin onay vermesi. Şimdi tam bu noktadayız.

Öyleyse Soruyorum: PKK boşuna mı KADEK oldu? (PKK’ya bu aklı veren AB’dir, ABD’dir.)

Ya ABD’nin umudu olan “ Ilımlılar ”. Bu “ Ilımlılar ” Size kimleri, hangi hükümeti çağrıştırıyor?

İsmet Paşa ile başlayan teslimiyetçilik, Mendereslerden, Demirellerden, Özallardan geçerek sonunda bizi ne hallere sürükledi görüyor musunuz?

Bu ne biçim demokrasi?

Neymiş? Türkiye demokratikleşiyormuş. Siz kimi kandırıyorsunuz? Türkiye’de artık her şeyi AB (Fransa ve Almanya) belirliyor, ABD belirliyor, onların içerdeki uzantıları belirliyor.

Bugünümüzü, geleceğimizi, sonumuzu...

Bu böyle süremez.

Görev zamanıdır Atatürkçüler, vatan savunması başlamıştır!

Vatan bir bütündür, bir karışı verilemez. Ulus bir bütündür, bölünemez.

Vatanın her noktasına Atatürkçü fikirler götürülmelidir.

Vatanın her noktasında Kuvayı Milliye örgütlenmelidir.

CİHAN DURA
21.07.2003/ Sayı:35



14 Ocak 2016 Perşembe

İKİZ YASALARI BÖLÜM 2




İKİZ YASALARI  BÖLÜM 2



İkiz ihanet yasaları,



Akp'nin Kürt açılımıyla yeniden ülke gündeminin hassas konuları arasına giren ve bu günlerde CHP ve MHP’nin  hedef tahtasına oturtulan “İkiz İhanet Yasaları”nın altında bu iki parti yöneticilerinin imzalarının bulunduğu yeniden gündeme geldi.
İkiz Sözleşmelerin Ortak 1’nci Maddesi: “Bütün halklar kendi kaderini tayin hakkına sahiptir. Bu hak vasıtasıyla halklar kendi siyasal statülerini serbestçe tayin edebilir ve ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmelerini serbestçe sürdürebilirler… Bütün halklar… doğal kaynakları ve zenginlikleri üzerinde kendi yararına serbestçe tasarrufta bulunabilir…” MHP Genel Başkanı Dr. Devlet Bahçeli, 19 Mart 2001’de Hükümet üyesi olarak İkiz Sözleşmelerin’ altına imzayı bastı. CHP’de AKP’yle birlikte 4 Haziran 2003’te ikiz ihanet yasalarını Meclis’ten geçirdi. Ancak her iki parti de, yaptıklarını bugün inkâr ediyor.

CHP:  SAKINCASI YOK.

29 Mayıs 2003 tarihinde toplanan Dışişleri Komisyonu’nda, Genelkurmay temsilcileri “Sözleşme hükümlerinin BM’nin amaç ve ilkeleri bağlamında, ulusal birlik ve bütünlüğe aykırı yorumlanamayacağı” şeklinde bir ibare eklenmesini önerdiler. CHP. Genelkurmay temsilcisini destekledi ve Komisyon raporuna muhalefet etti. Ancak, tasarının aynen kabulüne karar verildi. İkiz Sözleşmeler, TBMM Genel Kurulu’nda kanun haline getirilirken ise, AKP ile birlikte oturumda hazır bulunan CHP’liler, “cümleten kabul oyu” verdiler. CHP yöneticileri bir dönem kabul oylarını aklamak için, Komisyon raporuna muhalefet ettiklerini unutarak sözleşmenin bir sakınca getirmediğini öne sürüyorlardı, Kürt açılımının gündemde olduğu bu günlerde CHP yönetimi İkiz Yasaların, ihanet yasası olduklarını yeniden hatırladılar.

Bahçeli; AYNEN KABUL EDİLMEMELİYDİ.

Bölücülüğe ayrı devlet kurma hakkı tanıyan İkiz İhanet Sözleşmesi’ni kabul eden 19 Mart 2001 tarihli Bakanlar Kurulu kararı’nın altında Devlet Bahçeli’nin imzası bulunuyor. (Resmi Gazete, sayı 24352, Mart 2001) Bahçeli’nin inkârını ise, “Devlet Bahçeli’nin Dokuz Sabıkası” kitabının 54. sayfasında şöyle aktarıyor: “… Devlet Bahçeli, ‘İkiz İhanet Sözleşmeleri’ attığı imzanın üzerinden altı yıl geçmiş olmasına güvenerek, ‘AKP’nin Teslimiyet Belgeleri’ adlı kitabında, ‘AKP’nin çıkardığı İkiz Sözleşmeler’den bahsetmekte ve ‘TBMM Dışişleri Komisyonu’nda 29 Mayıs 2003 tarihinde yapılan görüşmelerde; Sözleşme hükümlerinin BM’nin amaç ve ilkeleri bağlamında ulusal birlik ve bütünlüğe aykırı yorumlanamayacağı’ şeklinde yasaya ibare eklenmesi önerisinin reddedilerek Tasarı’nın aynen kabulüne karar verilmesi AKP’nin siyaset ve yönetim anlayışının hedef ve amaçlarını göstermesi bakımından önemlidir’ denmektedir”

 Konu hakkında kapsamlı bir makale yayınlayan Erciyes Üniversitesi İİBF Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Cihan DURA İkiz sözleşmelerle ilgili çarpıcı tespitlerde bulunuyor. İşte Prof. Dr. Cihan Dura’nın ikiz sözleşmelerle ilgili kaleme aldığı bilimsel makale;

A) İKİZ SÖZLEŞMELER

Tarih 4 Haziran 2003¼ İktidarda A.K.P. Hükümeti var.  Hükümet değişmiş, zihniyet yine aynı: “İnsan hakları”na ilişkin iki Birleşmiş Milletler sözleşmesi Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden alelacele, AKP ve CHP’nin oylarıyla yangından mal kaçırır gibi geçiriliyor.
Peki neyin nesidir bu sözleşmeler? Kimi ulusalcı yazarlarımızın şu nitelemeleri,  ne olduklarını en iyi şekilde anlatıyor: Seksen yılın en büyük komplosu, ikiz ihanet sözleşmeleri, Türkiye’yi parçalama yasaları, Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerine yerleştirilen dinamitler, yeni Sevr antlaşmaları, emperyalizmin elindeki en etkili koz ve silah... ABD’nin Türkiye’ye Yugoslavya benzeri bir müdahale için hukukî gerekçeler zemini¼
Birleşmiş Milletler tarafından 1966’da imzaya açılmış olan sözleşmeler AB’nin tüm üyeleri ve aday ülkeler tarafından kabul edilmişti. Batıcı işbirlikçiler bunu Kopenhag ölçütlerine uyum yolunda önemli bir adım olarak niteliyordu. Çünkü sözleşmelerin kabulü “Kopenhag Kriterleri ve Uyum Raporu”nda yasal öneriler arasında, “AB Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programı”nda orta vadeli hedefler arasında yer almıştı. 
Bu sözleşmelerin gözden dikkatle kaçırılan korkunç bir yönü vardır ki işin püf noktası oradadır. Açıklayalım: İkiz sözleşmelerin kabul edildiği 1966 yılında dünya koşulları çok farklıydı. Bu tür antlaşmalar o yıllarda emperyalist Batı’nın zulmü altında inleyen halkların kurtuluşu için gerekliydi. Ancak sonra koşullar değişti. Bugün bütün dünya ülkeleri Neoliberal küreselleşmenin tehdidi altında. Küreselleşmeci kraliyetçiler, 200 civarında olan devlet sayısının 5000’e çıkarılarak bir “dünya kentler federasyonu” kurulmasını hedeflemektedir. Eğer ortada bir hedef varsa, elbette, onun gerçekleştirilmesinde kullanılacak araç da gerekli... Neo-emperyalist saldırganlar araç olarak ikiz sözleşmeleri kullanabileceklerini fark ettiler: Bu sözleşmeler kabul ettirilerek ulus devletler halklara, etnik, dilsel ve dinsel topluluklara (AB’nin yeni deyişiyle “azınlık”lara) bölünebilir, yıkılabilirdi.

Sovyetler Birliği’ni dağıttılar, Yugoslavya’yı parçaladılar, sıra şimdi Türkiye’de...
“İkiz sözleşmeler”den “azınlıkların siyasal ve kültürel hakları ile halkların ‘kendi kaderini belirleme’ (self-determinasyon) hakkını tanımayı öngören şu iki sözleşme kastediliyor :

            - Birleşmiş Milletler Bireysel (Medenî) ve Siyasal Haklar Sözleşmesi
            - Birleşmiş Milletler Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi.

Yıllardır katılmaktan kaçındığı ikiz sözleşmeleri AB hayali uğruna imzalaması, teslimiyetçi çevrelerce, Türkiye’nin AB yolunda “önemli bir virajı almış” olduğu şeklinde yorumlanmıştı.
İç hukukun üzerinde yer alan sözleşmeler “tüm halklarla, hükümeti olmayan ya da vesayet altında bulunan halkların kendi geleceğini belirleme hakkını” içeriyor.
Amerikan Bağımsızlık Savaşı ve Fransız Devrimi’nden bu yana gerçekleşen burjuva demokratik devrimler, ulusal kurtuluş savaşları ve sosyalist devrimlerin temel bir ilkesi, “ulusların kendi kaderini belirleme hakkı” idi.  Ne var ki bu ilke 21. yüzyılın başında tersine çevrildi: “Ulus” sözcüğünün yerine “halk” sözcüğü kondu. Uluslara değil halklara vurgu yapıldı (şimdi de “azınlıklar” deniyor!). Hak da “Halkların kendi kaderini belirleme hakkı” örtüsü altında, Emperyalizmin Ezilen Dünya’yı köleleştirme hakkına dönüştürüldü. Böylece bir ulus devlette “birden fazla halk”tan söz etmek, dolayısiyle “birden fazla devlet kurma iradesi”nden söz etmek mümkün hale geldi [ Mehmet Ulusoy, “İkiz Yasalar ve Azınlık Hakları: Halkların Kaderini Tayin Hakkının Gerici Bir İçeriğe Dönüştürülmesi,” Teori, S.179, Aralık 2004 ].

Tabii - Aşağıda göreceğimiz gibi - Avrupa Birliği de bu “Dönüştürme”nin meyvelerini Türkiye’de toplama peşinde.

B) TÜRKİYE ÜZERİNDEKİ SONUÇLAR

1) İkiz Sözleşmeleri uygulamak Avrupa Birliği’nin reisleri, Almanya, İngiltere, Fransa gibi ülkeler için fazla bir sorun yaratmıyor. Çünkü bu ülkelerde yalnız demokratik devrim ve sanayi devrimi değil, “uluslaşma” süreci de tamamlanmış bulunuyor. Dinler, cemaatler, etnik yapılar, kapitalizmin serbest piyasa çarkları arasında ortak bir dil ve kültür oluşumuyla kaynaşıp homojen bir bütün haline geldi. Hiç mi sakınca kalmadı? Bazı sakıncalar söz konusu ise de, getirisi daha fazla olduğu için emperyalist ülkeler onları göze alabiliyorlar. Peki nedir bu getiri? Sömürüyü sürdürmek için dünyanın diğer uluslarını parçalamak! Ezilen Dünya’yı olabildiğince küçük parçalara, kukla devletçiklere, emirliklere, beyliklere bölmek” [Ulusoy, 2004]. Yani kendilerinin geçmişte yaptığını, başka ulusların yapmasını önlüyorlar. Daha ileri bir noktaya çıkmak, yükselmek için kullandıkları “merdiven”i, başkaları kullanmasın diye itip deviriyorlar [“Merdiveni itmek” (Kicking away the ladder) deyimi Alman iktisatçı F. List tarafından oluşturulmuştur. Sanayileşmiş bir ülkenin, zenginliğin doruğuna ulaştığı zaman, başka ulusların kendi eriştiği mertebeye ulaşmasını engellemek için, oraya tırmanmasını sağlayan merdiveni itmesi, kendi uygulamış olduğu politikaları kullanmasını engellemesi anlamına geliyor. [Geniş bilgi için bakınız: C. Dura, Sömürgeleşen Türkiye, İleri Yayınları, 2004, Kesim: 2.2.4 ve 2.2.5]

2) Sözleşmelerin uygulanmasının, Türkiye bakımından şu olumsuz sonuçları doğurabileceği tahmin edilebilir:
Türkiye “tüm halkların kendi kaderini belirleme hakkını” tanımış oluyor. Buna göre Türkiye’de “halk” olduğunu ileri süren herhangi bir topluluğun, Türkiye Cumhuriyeti’nden ayrılma hakkı da kabul edilmiş oluyor. Ayrılmak istemeyenlere ise, kendi statülerini serbestçe belirleme hakkı tanınmakta. Bunlar sözleşmelerin şu ilkelerine dayandırılıyor: “Tüm halklar self-determinasyon hakkına sahiptir. Bu hak ile siyasal statülerini ve ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmelerini serbestçe belirleyebilirler. Devletler, halkların self-determinasyon hakkının gerçekleşmesi için destek sağlamalıdır.”
Ancak sözleşmede yer alan “halk” kavramı üzerinde, sözleşmeye taraf ülkeler arasında ortak bir tanımlama henüz yapılmış değil. Ancak siz kaygılanmayın, uluslararası merkezler, ABD, Avrupa Birliği’nin iki kabadayısı, Almanya ve Fransa kendi işlerine gelen bir tanımı yakında Türkiye’ye dayatacaklardır.
3) Batı ülkeleri bu sözleşmeleri bahane ederek “Kürt sorunu”nu kurcalayabilir. Benzerlerini kışkırtabilir.
4) Türkiye “etnik, dinsel ve dilsel azınlıklar”ın kültürel ve siyasal haklarının tanınması yükümlülüğü altına girmiş olacak. Şu maddeye göre: “Etnik, dinsel ve dilsel azınlıkların bulunduğu ülkelerde, bu azınlıklara mensup bireylerin kendi guruplarındaki diğer üyeler ile birlikte kendi kültürlerini yaşama, kendi dillerini konuşma ve kendi dinsel ibadetlerini gerçekleştirme hakları engellenemez.”
İlk bakışta masumane ve yerinde görünen bu tanımanın, -“ulusal çıkar”ın yerini “yerel, etnik ve kültürel çıkarlar çatışması” alacağı için- Türkiye’nin birlik ve bütünlüğü üzerinde çok olumsuz etkiler yapacağını tahmin etmek zor değil. Böyle bir gelişmenin ilk tahrikçisi de –geçmişte olduğu gibi- Batılı para babaları, AB ve ABD olacak. Açın Osmanlı tarihini, okuyun, örnekten geçilmiyor.




..