14 Ocak 2016 Perşembe

İKİZ YASALARI BÖLÜM 2




İKİZ YASALARI  BÖLÜM 2



İkiz ihanet yasaları,



Akp'nin Kürt açılımıyla yeniden ülke gündeminin hassas konuları arasına giren ve bu günlerde CHP ve MHP’nin  hedef tahtasına oturtulan “İkiz İhanet Yasaları”nın altında bu iki parti yöneticilerinin imzalarının bulunduğu yeniden gündeme geldi.
İkiz Sözleşmelerin Ortak 1’nci Maddesi: “Bütün halklar kendi kaderini tayin hakkına sahiptir. Bu hak vasıtasıyla halklar kendi siyasal statülerini serbestçe tayin edebilir ve ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmelerini serbestçe sürdürebilirler… Bütün halklar… doğal kaynakları ve zenginlikleri üzerinde kendi yararına serbestçe tasarrufta bulunabilir…” MHP Genel Başkanı Dr. Devlet Bahçeli, 19 Mart 2001’de Hükümet üyesi olarak İkiz Sözleşmelerin’ altına imzayı bastı. CHP’de AKP’yle birlikte 4 Haziran 2003’te ikiz ihanet yasalarını Meclis’ten geçirdi. Ancak her iki parti de, yaptıklarını bugün inkâr ediyor.

CHP:  SAKINCASI YOK.

29 Mayıs 2003 tarihinde toplanan Dışişleri Komisyonu’nda, Genelkurmay temsilcileri “Sözleşme hükümlerinin BM’nin amaç ve ilkeleri bağlamında, ulusal birlik ve bütünlüğe aykırı yorumlanamayacağı” şeklinde bir ibare eklenmesini önerdiler. CHP. Genelkurmay temsilcisini destekledi ve Komisyon raporuna muhalefet etti. Ancak, tasarının aynen kabulüne karar verildi. İkiz Sözleşmeler, TBMM Genel Kurulu’nda kanun haline getirilirken ise, AKP ile birlikte oturumda hazır bulunan CHP’liler, “cümleten kabul oyu” verdiler. CHP yöneticileri bir dönem kabul oylarını aklamak için, Komisyon raporuna muhalefet ettiklerini unutarak sözleşmenin bir sakınca getirmediğini öne sürüyorlardı, Kürt açılımının gündemde olduğu bu günlerde CHP yönetimi İkiz Yasaların, ihanet yasası olduklarını yeniden hatırladılar.

Bahçeli; AYNEN KABUL EDİLMEMELİYDİ.

Bölücülüğe ayrı devlet kurma hakkı tanıyan İkiz İhanet Sözleşmesi’ni kabul eden 19 Mart 2001 tarihli Bakanlar Kurulu kararı’nın altında Devlet Bahçeli’nin imzası bulunuyor. (Resmi Gazete, sayı 24352, Mart 2001) Bahçeli’nin inkârını ise, “Devlet Bahçeli’nin Dokuz Sabıkası” kitabının 54. sayfasında şöyle aktarıyor: “… Devlet Bahçeli, ‘İkiz İhanet Sözleşmeleri’ attığı imzanın üzerinden altı yıl geçmiş olmasına güvenerek, ‘AKP’nin Teslimiyet Belgeleri’ adlı kitabında, ‘AKP’nin çıkardığı İkiz Sözleşmeler’den bahsetmekte ve ‘TBMM Dışişleri Komisyonu’nda 29 Mayıs 2003 tarihinde yapılan görüşmelerde; Sözleşme hükümlerinin BM’nin amaç ve ilkeleri bağlamında ulusal birlik ve bütünlüğe aykırı yorumlanamayacağı’ şeklinde yasaya ibare eklenmesi önerisinin reddedilerek Tasarı’nın aynen kabulüne karar verilmesi AKP’nin siyaset ve yönetim anlayışının hedef ve amaçlarını göstermesi bakımından önemlidir’ denmektedir”

 Konu hakkında kapsamlı bir makale yayınlayan Erciyes Üniversitesi İİBF Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Cihan DURA İkiz sözleşmelerle ilgili çarpıcı tespitlerde bulunuyor. İşte Prof. Dr. Cihan Dura’nın ikiz sözleşmelerle ilgili kaleme aldığı bilimsel makale;

A) İKİZ SÖZLEŞMELER

Tarih 4 Haziran 2003¼ İktidarda A.K.P. Hükümeti var.  Hükümet değişmiş, zihniyet yine aynı: “İnsan hakları”na ilişkin iki Birleşmiş Milletler sözleşmesi Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden alelacele, AKP ve CHP’nin oylarıyla yangından mal kaçırır gibi geçiriliyor.
Peki neyin nesidir bu sözleşmeler? Kimi ulusalcı yazarlarımızın şu nitelemeleri,  ne olduklarını en iyi şekilde anlatıyor: Seksen yılın en büyük komplosu, ikiz ihanet sözleşmeleri, Türkiye’yi parçalama yasaları, Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerine yerleştirilen dinamitler, yeni Sevr antlaşmaları, emperyalizmin elindeki en etkili koz ve silah... ABD’nin Türkiye’ye Yugoslavya benzeri bir müdahale için hukukî gerekçeler zemini¼
Birleşmiş Milletler tarafından 1966’da imzaya açılmış olan sözleşmeler AB’nin tüm üyeleri ve aday ülkeler tarafından kabul edilmişti. Batıcı işbirlikçiler bunu Kopenhag ölçütlerine uyum yolunda önemli bir adım olarak niteliyordu. Çünkü sözleşmelerin kabulü “Kopenhag Kriterleri ve Uyum Raporu”nda yasal öneriler arasında, “AB Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programı”nda orta vadeli hedefler arasında yer almıştı. 
Bu sözleşmelerin gözden dikkatle kaçırılan korkunç bir yönü vardır ki işin püf noktası oradadır. Açıklayalım: İkiz sözleşmelerin kabul edildiği 1966 yılında dünya koşulları çok farklıydı. Bu tür antlaşmalar o yıllarda emperyalist Batı’nın zulmü altında inleyen halkların kurtuluşu için gerekliydi. Ancak sonra koşullar değişti. Bugün bütün dünya ülkeleri Neoliberal küreselleşmenin tehdidi altında. Küreselleşmeci kraliyetçiler, 200 civarında olan devlet sayısının 5000’e çıkarılarak bir “dünya kentler federasyonu” kurulmasını hedeflemektedir. Eğer ortada bir hedef varsa, elbette, onun gerçekleştirilmesinde kullanılacak araç da gerekli... Neo-emperyalist saldırganlar araç olarak ikiz sözleşmeleri kullanabileceklerini fark ettiler: Bu sözleşmeler kabul ettirilerek ulus devletler halklara, etnik, dilsel ve dinsel topluluklara (AB’nin yeni deyişiyle “azınlık”lara) bölünebilir, yıkılabilirdi.

Sovyetler Birliği’ni dağıttılar, Yugoslavya’yı parçaladılar, sıra şimdi Türkiye’de...
“İkiz sözleşmeler”den “azınlıkların siyasal ve kültürel hakları ile halkların ‘kendi kaderini belirleme’ (self-determinasyon) hakkını tanımayı öngören şu iki sözleşme kastediliyor :

            - Birleşmiş Milletler Bireysel (Medenî) ve Siyasal Haklar Sözleşmesi
            - Birleşmiş Milletler Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi.

Yıllardır katılmaktan kaçındığı ikiz sözleşmeleri AB hayali uğruna imzalaması, teslimiyetçi çevrelerce, Türkiye’nin AB yolunda “önemli bir virajı almış” olduğu şeklinde yorumlanmıştı.
İç hukukun üzerinde yer alan sözleşmeler “tüm halklarla, hükümeti olmayan ya da vesayet altında bulunan halkların kendi geleceğini belirleme hakkını” içeriyor.
Amerikan Bağımsızlık Savaşı ve Fransız Devrimi’nden bu yana gerçekleşen burjuva demokratik devrimler, ulusal kurtuluş savaşları ve sosyalist devrimlerin temel bir ilkesi, “ulusların kendi kaderini belirleme hakkı” idi.  Ne var ki bu ilke 21. yüzyılın başında tersine çevrildi: “Ulus” sözcüğünün yerine “halk” sözcüğü kondu. Uluslara değil halklara vurgu yapıldı (şimdi de “azınlıklar” deniyor!). Hak da “Halkların kendi kaderini belirleme hakkı” örtüsü altında, Emperyalizmin Ezilen Dünya’yı köleleştirme hakkına dönüştürüldü. Böylece bir ulus devlette “birden fazla halk”tan söz etmek, dolayısiyle “birden fazla devlet kurma iradesi”nden söz etmek mümkün hale geldi [ Mehmet Ulusoy, “İkiz Yasalar ve Azınlık Hakları: Halkların Kaderini Tayin Hakkının Gerici Bir İçeriğe Dönüştürülmesi,” Teori, S.179, Aralık 2004 ].

Tabii - Aşağıda göreceğimiz gibi - Avrupa Birliği de bu “Dönüştürme”nin meyvelerini Türkiye’de toplama peşinde.

B) TÜRKİYE ÜZERİNDEKİ SONUÇLAR

1) İkiz Sözleşmeleri uygulamak Avrupa Birliği’nin reisleri, Almanya, İngiltere, Fransa gibi ülkeler için fazla bir sorun yaratmıyor. Çünkü bu ülkelerde yalnız demokratik devrim ve sanayi devrimi değil, “uluslaşma” süreci de tamamlanmış bulunuyor. Dinler, cemaatler, etnik yapılar, kapitalizmin serbest piyasa çarkları arasında ortak bir dil ve kültür oluşumuyla kaynaşıp homojen bir bütün haline geldi. Hiç mi sakınca kalmadı? Bazı sakıncalar söz konusu ise de, getirisi daha fazla olduğu için emperyalist ülkeler onları göze alabiliyorlar. Peki nedir bu getiri? Sömürüyü sürdürmek için dünyanın diğer uluslarını parçalamak! Ezilen Dünya’yı olabildiğince küçük parçalara, kukla devletçiklere, emirliklere, beyliklere bölmek” [Ulusoy, 2004]. Yani kendilerinin geçmişte yaptığını, başka ulusların yapmasını önlüyorlar. Daha ileri bir noktaya çıkmak, yükselmek için kullandıkları “merdiven”i, başkaları kullanmasın diye itip deviriyorlar [“Merdiveni itmek” (Kicking away the ladder) deyimi Alman iktisatçı F. List tarafından oluşturulmuştur. Sanayileşmiş bir ülkenin, zenginliğin doruğuna ulaştığı zaman, başka ulusların kendi eriştiği mertebeye ulaşmasını engellemek için, oraya tırmanmasını sağlayan merdiveni itmesi, kendi uygulamış olduğu politikaları kullanmasını engellemesi anlamına geliyor. [Geniş bilgi için bakınız: C. Dura, Sömürgeleşen Türkiye, İleri Yayınları, 2004, Kesim: 2.2.4 ve 2.2.5]

2) Sözleşmelerin uygulanmasının, Türkiye bakımından şu olumsuz sonuçları doğurabileceği tahmin edilebilir:
Türkiye “tüm halkların kendi kaderini belirleme hakkını” tanımış oluyor. Buna göre Türkiye’de “halk” olduğunu ileri süren herhangi bir topluluğun, Türkiye Cumhuriyeti’nden ayrılma hakkı da kabul edilmiş oluyor. Ayrılmak istemeyenlere ise, kendi statülerini serbestçe belirleme hakkı tanınmakta. Bunlar sözleşmelerin şu ilkelerine dayandırılıyor: “Tüm halklar self-determinasyon hakkına sahiptir. Bu hak ile siyasal statülerini ve ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmelerini serbestçe belirleyebilirler. Devletler, halkların self-determinasyon hakkının gerçekleşmesi için destek sağlamalıdır.”
Ancak sözleşmede yer alan “halk” kavramı üzerinde, sözleşmeye taraf ülkeler arasında ortak bir tanımlama henüz yapılmış değil. Ancak siz kaygılanmayın, uluslararası merkezler, ABD, Avrupa Birliği’nin iki kabadayısı, Almanya ve Fransa kendi işlerine gelen bir tanımı yakında Türkiye’ye dayatacaklardır.
3) Batı ülkeleri bu sözleşmeleri bahane ederek “Kürt sorunu”nu kurcalayabilir. Benzerlerini kışkırtabilir.
4) Türkiye “etnik, dinsel ve dilsel azınlıklar”ın kültürel ve siyasal haklarının tanınması yükümlülüğü altına girmiş olacak. Şu maddeye göre: “Etnik, dinsel ve dilsel azınlıkların bulunduğu ülkelerde, bu azınlıklara mensup bireylerin kendi guruplarındaki diğer üyeler ile birlikte kendi kültürlerini yaşama, kendi dillerini konuşma ve kendi dinsel ibadetlerini gerçekleştirme hakları engellenemez.”
İlk bakışta masumane ve yerinde görünen bu tanımanın, -“ulusal çıkar”ın yerini “yerel, etnik ve kültürel çıkarlar çatışması” alacağı için- Türkiye’nin birlik ve bütünlüğü üzerinde çok olumsuz etkiler yapacağını tahmin etmek zor değil. Böyle bir gelişmenin ilk tahrikçisi de –geçmişte olduğu gibi- Batılı para babaları, AB ve ABD olacak. Açın Osmanlı tarihini, okuyun, örnekten geçilmiyor.




..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder