Doç.Dr.Sait Yılmaz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Doç.Dr.Sait Yılmaz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Eylül 2018 Çarşamba

40. GÜNÜNDE AFRİN VE ZEYTİN DALI HAREKATI

40. GÜNÜNDE AFRİN VE ZEYTİN DALI HAREKATI.


40. Gününde Afrin ve Zeytin Dalı Harekâtı için notlar.. 

Prof.Dr.Sait Yılmaz 

02 Mart 2018 

 Suriye’nin Kuzeyi, Terör örgütü tarafından Güney Kürdistan olarak adlandırılıyor ve üç ayrı bölgeye ayrılıyor. Terör örgütü tarafından verilen isimleri şu şekilde; en doğuda Rojova (Kamışlı veya Cezire), Kobani (Arap Pınarı) ve Afrin (Türkmen Dağı). Afrin’e Kürtler, tıpkı Doğu Anadolu sınırına yerleştirildikleri gibi Türkmenleri izole etmek için Yavuz Sultan Selim zamanında yerleştirilmiş. 1980’li yıllarda PKK’nın Suriye’deki yapılanmasına Rusya ve Esat ailesi yardım etmişti. Afrin sadece PKK’ya değil, Türkiye’ye saldıran pek çok terör örgütüne 
yataklık etti, militan yuvası oldu. 1988 yılında Suriye ile yapılan mutabakat sonrası bu teröristler yok olmadılar, yeraltına çekildiler. Suriye istihbaratı (Muhaberat), Öcalan ile yakın temas halinde idi. 2011 yılında iç savaş başlayınca Türkiye, ABD ile rejim muhalifleri tarafında olduğundan Esat rejimi, kendilerine sadık gördüğü PKK’ya Kürt bölgelerinde kontrolü sağlama, Türkiye’ye rahatsızlık vererek dikkatini dağıtmasını istedi. 
Nitekim Afrin bölgesinin sınırları, Esat ve Rusya’nın desteği ile genişledi. 
Ancak, 2014 yılında PKK terör örgütü, Kamışlı’da IŞİD karşısında yetersiz kalınca ve Esat’tan yardım alamayınca ABD’den yardım istedi ve o tarihten sonra Esat ve Rusya ile yolları ayrıldı. 
Böylece PKK, Kürt olmayan bölgelerde de hızla yayılmaya ve Suriye’nin kuzeyine başka ülkelerden militan ve Kürt nüfus taşıyarak demografiyi değiştirmeye başladı. 
Rusya’nın halen Türkiye’ye verdiği desteğin arkasında PKK’yı cezalandırarak yanına çekmeye mecbur bırakmak ve ABD’yi yalnız bırakmak var. 

 PKK terör örgütü için yoğun bir terör üs faaliyeti olan Afrin, İkinci Kandil olarak 
adlandırılıyor. Hemen karşısındaki İslahiye şehrimiz ile akrabalıkları çok. 250 bin nüfuslu Afrin’in nüfusu %40-50 Kürt, geri kalanı Arap ve Türkmen. Dinin inançları çok zayıf olan Afrin Kürtleri, on yıllarca PKK tarafından siyasallaştırıl mış, ideolojik olarak sol eğilimli ve örgüt ile iç içe olmuş ve örgüte taban sağlamış. Bu yüzden TSK girdiği köyleri birkaç kişi dışında genellikle boş buluyor. Amanos ve Akdeniz bölgesindeki PKK faaliyetlerinin üs ihtiyaçları ve lojistiği buradan sağlanmış. Uzun zamandır terör örgütüne militan devşirmede 
önemli bir kaynak olmaya devam ediyor. Nitekim bölgeden devşirilenler ve yabancı savaşçılar ile birlikte PKK’nın toplam gücü 70 bine, Afrin’de ise 20 bin kişiye ulaşmış durumdadır. PKK, halkı çok önceden eğitmiş ve silahlandırmış. Halkın Afrin dışına çıkmasına engel oluyor ve çatışmalarda canlı kalkan olarak kullanıyor. Nitekim ilk savunma hattının düşmesinden sonra halkı içeriye, şehir savunmasına çektiler. Fırat Kalkanı Harekâtı, Zeytin Dalı’na göre çok daha kolaydı. Çünkü bölge halkı dost ve arazi düz idi. Afrin’de ise arazi engebelik ve ağaçlık bölgeler görüşü azaltıyor, terör örgütünün gizlenmesini ve savunmasını kolaylaştırıyor. Diğer yandan Afrin bölgesinde yollar çok az ve kapasiteleri 
sınırlı. Harekâtın 40. Gününde ancak birinci aşama olan 10-12 km. derinlikteki ilk savunma hattı geçildi. Bundan sonra asıl savunma hattı ve şehirlerde çatışmalar sürecek. 

    Şu ana kadar Afrin bölgesindeki 7 büyük kasabadan sadece biri temizlendi. Bundan sonra terör örgütü, aylardır hazırlık yaptığı tüneller, hendekler ve yeraltında savunmaya çalışacak yani IŞİD taktiğini izleyecek. ÖSO, harekâta destek anlamında çok işe yaramıyor. Faaliyetleri bölgeyi tanımaları ve dil bilmeleri nedeni ile daha çok kılavuzluk ve temizlenen bölgeleri tutmak ile 
ilgili. Bunun dışında TSK harekâtının yerel güçlerle yapıldığı imajı için gerekli bir güç olarak kullanılıyor. 

 ABD’nin barış anlayışı savaşan taraflara merkezi gücün özerk bölgeler tarafından paylaşımını öngörüyor. Bunun için 1980’deki Taif Anlaşması ile yürürlüğe giren Lübnan modeli örnek gösteriliyor. Daha önce Türkiye’deki bölücü terör için barışçı yol haritası belirleyen David L. Philips, “How Syria Civil War Ends (Huffington Post) adlı makalesinde 


ABD’nin Suriye için barış planını özetliyor. Suriye’de de Aleviler, Sünniler ve Kürtlere verilecek bölgelerin kendi yönetimleri, ekonomileri ve kendilerine yetecek doğal kaynakları olmalıymış. Böylece çatışmalara kökten çözüm bulunurmuş. Devlet başkanı seçimlerle değişmeli, istikrar için güvenlik garantisi verilmeliymiş. Güvenlik garantisi verilince yerinden edilen kişiler de geri dönermiş. Uluslararası işbirliği için ABD, başhakem olmalı imiş. ABD 
Başkanı’nın gücü ve etkisi dünyayı daha iyi yapmak için en önemli unsurmuş. Ama ülkenin yeniden inşası için başka ülkeler elini cebine atmalı imiş. Adalet, ülke yöneticilerine bırakılmamalı, insan hakları ve savaş suçları için geçişli adalet olmalıymış. Geçişli adalet, Esat ve çevresindekilerin af taleplerini inceleyecek, devlet kurumlarından hesap soracak ve güvenlik yapılanmasında denge sağlayacakmış. Bunlar yapılırken Rusya ve İran devre dışı bırakılacak, Türkiye isteksiz de olsa kontrol ettiği bölgelerden çıkarılacakmış. 

   Çünkü kalıcı bir barış için tüm yabancı güçler çekilmeli imiş. Bunun yerine BM Barış Gücü gelmeliymiş. 

 Türkiye’nin Afrin’e el koyması PKK’nın çözülmesine ve büyük güç kaybına neden olabilir. Öte yandan, Türkiye; Esat rejimi, RF ve İran ile Fırat’ın doğusu için işbirliği seçeneğini de kullanmalıdır. Ancak, Esat-RF işbirliği, Türkiye’nin zamanı gelince bölgeden çıkacağını hesaplıyor. Rusya hala Afrin’i istiyor ve Kürt kartını ABD’nin elinde almayı hedefliyor. Öte yandan Esat-RF ile pek çok konuda aynı şekilde düşünmüyoruz. Suriye’nin ve Esat rejiminin geleceği, Kürtler, ÖSO ve Sünni gruplar hakkında farklı beklentilerimiz var. 

  Türkiye’de Suriye’de Sünni, diğerleri ise Alevi yani Esatlı bir rejim istiyor. Suriye içinde iç savaş artık son dönemlerine girerken savaş sonrası için demografi ve mezhepsel düzenlemeler yapılıyor. Örneğin Esat rejiminin Doğu Guta başta olmak üzere kalan Sünni muhalif grupları Şam ve Humus etrafından temizlemeye çalışıyor. İdlib ile ilgili gelişme, ÖSO (bölgedeki sözde ılımlı İslamcı militan grupların ittifakı) ile radikal El Nusra uzantılarının son günlerde bir ölüm-kalım çatışmasına başlaması oldu. Böylece İdlib’in uluslararası olarak düşman kabul edilen radikal İslamcı El Kaide’den temizlendiği savı kullanılacak. Artık pek çok etnik ve dini grup savaşın başlangıcındaki yerinde yaşayamayacak. Bölgedeki Türkmenler ise ne sahada var, ne masada. 
   Tıpkı Irak’ta olduğu gibi Suriye’de de Türkmenleri dışladık ve sembolik bir mevcut ile ÖSO’nun içindeler. 
   Türkiye’de faaliyet gösteren Türkmen Meclisi ve Türkmen dernekleri dikkate alınmıyor. Astana Süreci’nde de yoklar. Yüzyıllardır olduğu gibi 1918’de Misak-ı Milli içinde iken bıraktığımız Türkmenler hala sahipsiz durumdalar. 

   Hâlbuki Fırat Kalkanı bölgesi, bir Türkmen bölgesi haline kolaylıkla getirilebilir. İdlib ve Afrin’e Türkmenlerin dönüşü sağlanabilir. Suriye ile ilgili barış planı ve Anayasa taslağı içinde Türkmenlerin de hakları korunmalıdır. 

İdlib-Afrin-Fırat Kalkanı arasında Sünni Arap değil, 

Türkmen Odaklı bir bölge kurulmalıdır. 

 ***




24 Şubat 2018 Cumartesi

SURİYEDEKİ İÇ SAVAŞIN GERÇEK YÜZÜ VE TÜRKMENLER,

SURİYEDEKİ İÇ SAVAŞIN GERÇEK YÜZÜ VE TÜRKMENLER, 


Suriye’deki iç savaşın gerçek yüzü ve Türkmenler.. 
Doç.Dr.Sait Yılmaz 

15 Nisan 2017 

 Suriye.deki iç savaş altıncı yılında. Son olarak, İdlib bölgesinde sivillere yönelik kimyasal gaz kullanımı ve buna reaksiyon olarak, ABD.nin Doğu Akdeniz.deki bir savaş gemisinden yaptığı füze saldırısı gündeme oturdu. Suriye.de 2005-2011 yılları arasında alt yapısı hazırlanan “diktatörü kovma” senaryosu, Libya.daki başarılı olamadı. Esat düşünüldüğünden daha dayanıklı çıktı ve bu sefer, Rusya seyirci kalmadı. Bugüne kadar, Suriye deki çatışmaların ana dönüm noktalarını aşağıdaki şekilde özetleyebiliriz; 

 - Esat rejim güçleri ile 90 ülkeden savaşçıların yer aldığı muhalif grupların (El  Kaide uzantısı El Nusra cephesi) savaşı (2012). 

 - Lübnan Hizbullah ı ve İran ile bağlantılı güçlerin çatışmaya dâhil olması; 2013 yılında ortaya çıkan IŞİD ın 2014 de Musul u ele geçirmesi ve savaş alanında en 
önemli hedef olması. 

 - ABD, Ekim 2014 de ortaya çıkan PYDyi Suriyenin işgalinde kullanmaya başlaması ve PKK uzantısı YPG yi meşru güç kabul etmesi, 

- Rusya.nın Ekim 2015.de iç savaşa müdahil olması ve Suriye haritasının Esat lehine değiştirmeyi başlaması; Halep bölgesinde büyük ölçüde kontrolü sağladıktan sonra Batıya doğru ilerlemesi. 

 - Türkiye.nin 2016 yılında Suriye.nin kuzeyindeki ara bölgeye girmesi ve Rusya inisiyatifinde Astana Sürecinin başlaması ve Suriye nin doğusundaki çatışmalar için Rusya ve Türkiye.nin garantörü olduğu ateşkes ilan edilmesi. 

 Gelinen aşamada Rusya ve İran.ın arkasında Esatın rejim güçleri bir yandan başta İdlib ve Şam bölgesi olmak üzere Suriye.nin Batısında Suudi Arabistan ve 
Katar.ın arkasında olduğu İslamcı güçlerden bölgeyi temizlemeye çalışırken, diğer yandan Doğu.ya doğru ilerledi ve Münbiç ile birleşti. Doğu.da Rakka ve IŞİD.a yönelik operasyonların sonucu beklenirken, Rusya ise yeni Suriye Anayasası ve barış süreci ile ilgili inisiyatif almış durumda. Son 5 yılda Suriye den büyük göç alan Ankara ise Fırat Kalkanı ile Kürt koridorunu kestiği iddiasında ama bu koridoru zaten Kürtlerle anlaşma niyetinde olan Ruslar ve Esat El Bab.ın güneyinden zaten kurdular. 

Türkiye.nin ara bölgede ne kadar kalacağı tartışılırken, Suriye deki Türkmenlerden bahseden yok. 
Bu makalede, Suriyedeki iç savaşın gerçek yüzü yanında tıpkı Irak.ta olduğu gibi yüzüstü bırakılan Suriyeli Türkmen kardeşlerimizin durumunu ortaya koyacağız. 

 Suriye’deki iç Savaşın Kısa Geçmişi.. 

ABD nin Suriye.de 2012 de başlattığı iç savaşın geçmişi 1940 ve 1950.lere dayanıyor. CIA, 1940 ların sonunda Suriye hükümetine topraklarında bir ABD 
şirketine petrol boru hattı inşa etmesini istemiş, reddedilince de Batı düşmanı ve Komünist olmakla suçlamaya başlamıştı. Önce Şam.da bazı askeri liderler ile 
buluşarak darbe yapmayı denediler1. CIA nın Suriye deki ilk askeri darbe girişimi Mart 1949.da oldu. Aslında Suriyeliler, Fransız sömürgecilerden kurtulunca Mart 1949 da tam da Amerikan modeline uygun bir laik demokrasi kurmuşlardı. Ancak, Suriye nin demokratik seçimle başkanı seçilen Şükrü El-Kuvvetli Amerikalıların Trans-Arap boru hattını onaylama konusunda tereddüt etmişti. Amerikan projesine göre, boru hattı S.Arabistan.daki petrolü Suriye üzerinden Lübnan limanlarına taşıyacaktı. CIA, bir darbe ile Şükrü El-Kuvvetli nin yerine Hüsni El Zaim isimli bir diktatör oturttu 2. Bu şahıs önce Amerikan projesini onayladı ve ardından dört buçuk aylık parlamentoyu dağıttı. Takip eden birkaç darbeden sonra Suriye halkı tekrar demokrasi istedi ve 1955.de tekrar El-Kuvvetli yi ve onun Ulusal Partisi ni seçti. Ancak, yıllar içinde  Amerikan sevgisinin yerini Sovyet eğilimleri almıştı. Dulles hemen Şama iki darbe sihirbazı gönderdi. Musadık.ın devrildiği, İrandaki Operasyon Ajax darbesinden sonra sıra Suriyeye gelmişti. 1957 de CIA ve MI6 birlikte 3 üst düzey Suriyeli lidere suikast planladılar. Suriye istihbarat başkanı, genelkurmay istihbarat başkanı ve Komünist Partisi başkanı suikast ile öldürüldü. Amaç, sadece Suriye deki rejimi devirmek değil, o sıralarda CIA kontrolünde olan Irak ve Ürdün tarafından işgalini de sağlamak tı 3. 

Bu dönemde bugünküne benzer şekilde siyasi olarak Özgür Suriye Komitesi ve buna bağlı askeri direnişçi gruplar oluşturuldu. Ordu dağılacak ve ülke karışacaktı. 

Suriye.de, CIA tarafından Temmuz 1957.de düzenlenen darbe girişimi başarısız oldu. Amerikalılar Suriye.den kovulmuştu ama seçimle iş başına gelmiş Baas rejimine yönelik CIA oyunları devam etti4. 1961.de ABD ve bölge ülkelerinin desteklediği darbe ile Suriye, Birleşik Arap Cumhuriyetinden ayrıldı ama iki yıl sonra yapılan ikinci darbe ile bu kez Baasçılar iktidarı ele geçirdi. 

1976-1982 döneminde Suriye.de ayaklanan Müslüman Kardeşler.in arkasında CIA vardı ve CIA tüm operasyonu Amman.dan yönetiyordu5. Bu dönemde Suriye de Müslüman Kardeşler militanları Baas yanlısı gördükleri birçok aydın, gazeteci, asker, üniversite hocası ve memuru sokakta öldürdü. Hafız Esat.a karşı iki kez başarısız suikast girişiminde bulundular. Ardından Halep ve Hama.da ayaklanma başlatarak, iktidarı ele geçirmek istediler. 2 Şubat 1982.de Esat.ın Hama.da Müslüman Kardeşlere karşı başlattığı ve 10 gün süren harekât bugün İslamcıların Hama Katliamı dedikleri olaydır6. Müslüman Kardeşler, 2011 de gene Hama.da ayaklanma ile iktidarı ele geçirme savaşında ABD ve bölge ülkelerinin vasıtası oldular. Suriye.deki rejim, Esat ailesi tarafından yönetilen bir Alevi rejimi değildir. Baba Hafız Esat zamanında ülke güvenliği Alevi subaylarla Sünni iş adamlarının bulunduğu bir askeri-tüccar kompleksinin elinde idi. Baba Esat, bu iki kesimin çıkarları arasında her zaman bir denge gözetiyordu. Şam.daki ayaklanmalar ABD büyükelçisi Robert Ford tarafından tetiklenene kadar, Beşar Esat, teknoloji ile arası iyi olan, liberal ve demokrat yani Batılı biri idi. Suriye rejimi oldukça laikti ve yüzde 80.i Sünni olan ülkede, Esat ailesine sadık güçlü bir ordu ve istihbarat örgütü kurulmuştu. Beşar Esat ülkesini liberal değerlere göre geliştirmeye çalışıyordu ve Ortadoğudaki en ılımlı rejime sahipti. Suriye ile ilgili ilk işaret, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Albülhalim Haddamın Aralık 2005te Parise kaçması ve muhalefet bayrağını açması oldu. Suriye.deki ayaklanma Tunus ve Mısırdaki hareketlere göre zamanlanmış ve 
koordine edilmişti 7. Wikileaks belgelerinde ABD nin 2006-2011 döneminde yani ayaklanma başlamadan beş yıl önceden beri Suriye.deki muhalif grupları finanse ettiği ve silahlandırdığı yer almakta idi 8. 

2011 yılında Tunus, Mısır, Libya ve Yemen.de ayaklanmalar başladığında CIA, Suriyede çoktan yerini almıştı. ABD Dışişleri Bakanlığı ve NED, 2006 yılından beri Suriye.deki muhalif grupları fonları ile destekliyordu 9. Ortada gene Batı tarafından eğitilmiş ve donatılmış İslamcılar vardı. Bunların bir kısmı Libya.dan gelip, Suriyeye geçti. Nisan 2011.de Suriyeli Müslüman Kardeşler Örgütü üyelerinin ülkeye kabulü ve siyasete girmesinin sağlanması teklifini Esat reddedince10; Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) tugayları kurulmaya başlandı. İsyancılara hedef olarak Halep.i gösterilmişti ve Esat ın altı ay içinde düşeceğini hesaplanmıştı Suriyede ise Mart 2011.de Derada başlayan ayaklanmaların arkasındaki kilit oyuncu, ABD.nin sessiz ve gölgede kalmayı seven diplomatlarından Robert Ford idi. 17-18 Mart 2011 de Dara da ayaklanma 
başlatıldığında tıpkı Ukrayna.da Maydan Meydanı.nda olduğu gibi çatılara yerleştirilmiş keskin nişancılar (sniper) polise ve göstericilere ateş ederek, eylemleri tetikliyordu. CIA ve diğer istihbarat örgütleri yeni cihatçı bulmak için seferber olmuşlardı. Beş yıl içinde yaklaşık 80 ülkeden sayısı 100 bini bulan terörist Suriyeye geçti. Hem Esat a zarar verecek hem de çoğu ölecek, bir taşla iki kuş vuracaklardı. Batının hesabı tutmadı; yeni dalgalarda daha fazla cihatçı geldi, sayı arttı, IŞİD ve El Nusra güçlendi. ABD yardımları ve bu savaşçılar yıllarca önce El Kaide uzantısı El Nusraya sonra da ondan doğacak olan IŞİD a gitti. 2 Ekim 2013.de CIA, eğit-donata tabi ettikleri 100 bin kadar militanın 20 binin radikal İslamcı olduğunu itiraf etti. Kasım 2014.de ÖSO.nun yenilmesi ve 14 bin militanının Halep.ten çekilmesi Suriye askeri planının iflasının resmi kanıtı oldu. ABD, ılımlı İslamcılar ile radikal İslamcılar arasında çok ince bir çizgi olduğunu fark etti. Esat.ı devirmek için çalışan muhalif gruplar; El Nusra, Ahrar Eş Şam ve İslami Cephe artık ABD için terör örgütü idi. IŞİD, 12 Eylül 2013.te ÖSO ile savaşa başladığını açıkladı. Libya ve Suriyede bizzat ABD nin kurduğu ve desteklediği bazı gruplar zaman geçtikçe patronlarına cephe almaya başladılar. 

 Suriye’deki iç Savaşın Bugünü.. 

Türkiyenin Suriye politikası iç savaşın başlangıcından beri Katar ile aynıdır ve hala değişmemiştir; Esatın gitmesi ve yerine İhvan (Müslüman Kardeşler) 
yönetiminde bir devlet kurulması. Suudi Arabistan, Müslüman Kardeşler ile dost olmadığı için bu hedeften ayrı düşmüştür; Esatın gitmesini, yerine Vahabi birinin gelmesini istemektedir. ABD ise Suudi Arabistan, Türkiye ve Katar.ın hedefleri karşısında “politikasızlık politikası” izledi ve hiçbirini desteklemedi. Kendisi için en tutarlı vasıta olarak Kürtleri seçti. 

İç savaşın başında Suriye, kendi gücüne uygun bir askeri strateji seçmişti. Bütün Suriyeyi elde tutacak güçleri olmadığından ülkeyi savunmayı üç öncelik 
bölgesine ayırdılar; 

- Bazı bölgelerden vazgeçtiler ve boşaltılar; bunlar Suriye.nin doğusunda IŞİD.İn ele geçirdiği savunmasız bölgeler oldu. 

- Bazı bölgeleri eski müttefiklerine devrettiler; PYD bölgesi. 

- Önem verdikleri bölgeleri (Şam-Halep) olduğu korumak için iç kesime çekildiler, buralarda toparlandıktan sonra saldırıya geçtiler. Şimdi kuzey (İdlib), Şam güneyi ve Doğuda IŞİD.ın elindeki bölgeleri aldıktan sonra sıra PYD bölgesine gelecek. 

Batı Cephesi; 

Suriyede savaşan İslamcı güçleri en radikal olanlardan başlayarak şu şekilde sıralayabiliriz; 

- IŞİD, 

- El Nusra (İdlib), 

- Ahrar Eş Şam (İdlib, Humus), 

- İslam Ordusu (Şam), 

- Güney Cephesi (Deraa), 

- İhvan Grupları (Feylak, Şam ve Rahman lejyonları) (Şam, İdlib) 

Bu örgütlerden yeni ismi Şam Tahrir Örgütü olan El Kaide uzantıları şu gruplardan meydana geliyor; 

- Şam Fetih Cephesi (El Nusra), 

- Nurettin Zengi Grubu, 

- Ahrar Örgütünden ayrılanlar, 

- ÖSO.dan bazı gruplar. 

Türkiye.nin desteklediği ÖSO ise şunlardan meydana geliyor; 

- Türkmenler (1500 kişi), 

- Şam Cephesi (3 bin), 

- Feylak-ı Şam (Bin), 

- Hamza Grubu (3 bin). 


Tablo 1: Suriye’de Kim Nerede ve Kim Destekliyor? 

Muhalif İslamcı güçlerin ya da diğer adı ile Özgür Suriye Ordusu çatısı altındaki unsurların bulunduğu bölgelerdeki sivil nüfus yaklaşık rakamlar ile şu şekilde 
sıralanabilir; 

- İdlib (1 milyon 250 bin), 

- Şam banliyösü (500 bin), 

- Deraa (200 bin), 

- Fırat Kalkanı bölgesi (750 bin), 

- Humus (60 bin). 

Doğu Cephesi; 

ABD ve PYD.nin askeri kanadı olan YPG/PKK, devam eden çatışmalar ile Rakka şehrini ele geçirmeye hazırlanırken, Türkiye de bu harekâta müdahil olmak, 
ara bölgedeki konumunu güçlendirmek istedi ama bunu ne ABD ne de Rusya istemedi. IŞİD.in 200.ü El Bab bölgesinde olmak üzere Suriye.de 5 bin, Irak.ta 10 bin militanı var. IŞİD in kontrolü altındaki Rakka-Deyrizor arasındaki bölgede 500 bin kişi civarında sivil halk yaşadığı değerlendirilmektedir. Suriye sınırları içindeki Kürt kökenlilerin dağılımı ise yaklaşık olarak şu şekildedir; Afrin (300 bin), Münbiç (150 bin), Kobani (50 bin) ve Kamışlı (500 bin). PYD, bölgesinde PKK dışında diğer Kürt özellikle Barzani gruplarını bile istemiyor. Ancak, tüm gücü ABD.ye endeksli ve onlar çekilirse kısa zamanda yok edileceklerini biliyorlar. Petrol, Haseki ile Rakka arasındaki bölgede ve PYD.nin eline geçmiş durumda. PYD bölgesinde hem petrol hem de tarım olduğundan, bunları iç piyasaya (Esat, Barzani ve IŞİD) satarak para kazanıyorlar. Rakka.ya gitmeye ve IŞİD i temizlemeye çok gönüllü değiller ama ABD nin desteğinin sürmesi, IŞİD üzerinden meşruiyet sağlamak ve kendi alanlarını 
genişletmek için savaşa devam ediyorlar. 


Harita 1: Suriye’de Durum (6 Nisan 2017) 


 Türkiye.nin Suriye.deki rolü Ateşkes garantörlüğüne yani ateşkesi gözetlemeye indirgendi. Rusların YPG ile dostluğu onun içinde askeri varlık bulunduracak düzeye ulaştı. Kürt Koridorunun kurulması için Esat güçlerini Münbiç.e taşıyan Rusya, yeni Suriye Anayasası.nda Kürtlere güçlü bir otonomi (güvenlik, dış politika ve enerji kaynakları üzerinde söz hakkı hariç) vermeye hazırlanıyor. Esat, sınır boyunca özerklik vereceği Kürtlerden Türkiye.ye karşı bir tampon bölge kurmaya sıcak bakıyor. Rusya YPG.yi hem ABD.nin elinden almak, hem de Esat.ın gücü yetmeyeceği için Kürtleri bir şekilde Suriye.ye entegre etme hesabı peşindedir. 


ABD.nin bu durumda Kürtleri ne yapacağı, Rakka.dan sonra planının ne olduğu önemli. ABD.nin Kürtlere vereceği Rusya.nın kinden az olmamalı ki etkisi sürsün. PYD bölgesinde 100 bin kadar savaşçı var ve bunun 4.500 kadarı Türkiye.den YPG/PKK.ya katılanlar. Rojava Peşmergeleri ya da diğer deyimle Barzani.nin PYD bölgesindeki güçleri sanıldığı kadar etkili değil. Arap aşiretleri ile YPG bölgesinde etkin olma gayreti ise sadece Türkiye.nin iç politikaya yönelik bir beyhude uğraşıdır. 

 Türkiye şu an girdiği ara bölgede Sünni Arapların muhafızlığını yapıyor. Türkiye.nin Suriye.deki çıkmazları; Ruslar, Fırat Kalkanı ve İdlib. PYD bölgesi zaten hiçbir zaman hedef alınmadı. Kürt koridorunu önleme söylemi, Arap bölgesi açmanın bahanesi oldu. Türkmenler ise Suriye.de yok sayıldı. İran, Rusya ve Irak; Esat.ın yanında, ABD ve Rusya, YPG/PKK.nın yanında ve gelinen aşamada Barzani de Türkiye ile yolları ayırmak istiyor. Afrin.de PKK ile kucaklaşan Ruslar, Ateşkes Gözlem Merkezi kurduklarını iddia ediyor. Ruslar; İdlib.deki İslamcıların silahlarını teslim edip, masaya gelmesini istedi. Rusların, Türkiye.den istekleri; ÖSO.yu çek, ara bölgeden çık, Rakka.yı unut. İdlib.tekiler Türkiye.yi artık dinlemiyor, Astana.ya bile gelmediler. Esat, Kürtleri Anayasayı görüşmeye davet etti. Sonuçta Suriye.de Rusya ve Esatın dediği olacak, Kürtlere güçlü bir özerklik ile Suriye sahnesini düzenleyecekler. Yakında İdlib bölgesinde çetin çatışmalar olacak ve Sünni savaşçılar biraz uzun sürse de sahneden gidecek. Esat, Erdoğan.dan 15-20 milyar tazminat istemeye hazırlanıyor. ABD ise Rakkadan sonra tamamen Irak.a yüzünü dönecek. 

 Suriye Halkı ve Türkmenler.. 

Suriye.de yaşayan Türkmenlerin sayısı ile ilgili resmi bir rakam yok. Çünkü Suriye.de yapılan nüfus sayımınde etnisite dikkate alınmıyordu. 2004 yılında yapılan Suriye genel nüfus sayımına göre ülke nüfusu 17 milyon iken, savaş başlamadan hemen önce yani 2011 yılında bu sayının 23 milyon civarında olduğu tahmin ediliyor. Bu nüfustan; 500 bin kişi savaş esnasında öldü ve yaklaşık 11,5 milyon kişi (%50) ülke içinde (7 milyon kişi) yer değiştirdi veya ülke dışına (4.5 milyon kişi) göç etti. Bugünkü Suriye nüfusunun dağılımına bakarsak; 12 milyon kişi Esat yani rejim güçlerinin kontrolündeki bölgede yaşıyor. 

CIA kayıtlarına göre Suriye.de %3 Türkmen var ama gerçek rakam bu değil. Suriye.deki Türkmen sayısı 3.5 milyon (%15.2) civarındadır. Bu Türkmenleri üç gruba ayırabiliriz; 

(1) Türklük bilinci olup, Türkçe konuşanlar (1.5 milyon), 

(2) Türklük bilinci olup, Türkçe bilmeyenler (1 milyon), 

(3) Türklük bilincini kaybetmiş ve Türkçe bilmeyenler (1 milyon). 

Bu gruplardan ilk ikisi bugün daha çok muhalif grupların bölgeleri (İdlib, Humus) içinde ya da Türkiye.ye gelmişlerdir. Üçüncü grup ise çoğunlukla Esat 
güçlerinin (Halep, Hama) kontrolü altındaki bölgelerdedir. 

Suriye.de iç savaş çıkmadan önce Türkmenlerin bir etnik kimliği yoktu. Suriye rejimi onları Türkiye.nin bir uzantısı olarak görmüş, Türkçe kitap, kaset vb. her şey yasaklanmıştı. İddia edilenin ekonomik bakımdan ve eğitim seviyesi olarak en geri durumda bırakıldılar. Suriye Türkmenlerinin tamamı (10 bin kişilik Abdal grubu gibi birkaç küçük grup hariç) Sünni mezhebindendir. Türkmenler yedi bölgeye dağılmış olduğu gibi, bu bölgeler içinde de dağınık durumdadırlar. Türkmenlerin Suriye içi dağılımı aşağıdaki gibidir; 


Harita 2: Suriye’de Etnik durum 

- Halep (1 milyon 250 bin), 

- Hama ve Humus (1 milyon), 

- Bayır Bucak (Lazkiye) (250 bin), 

- Şam (750 bin), 

- Golan (40-50 bin), 

- Rakka (50 bin), 

- İdlib (50 bin). 

Türkiye.ye gelen 2.5 milyon Suriyeli yanında 500 bin civarında da Türkmen var. Suriye Türkmenleri en çok İstanbul (300 bin), Antep (50 bin), Osmaniye (50 bin), Hatay (30-40 bin), İzmir (20 bin), Malatya (20 bin) ve Konya.da (15 bin) yaşamaktadır. 150 bin civarında Suriyeli Türkmen.in Lübnan.a göç etmek zorunda kaldığını da not edelim. 

Ankara.daki iktidar için Türkmenler hep bir iç politika malzemesi olarak kullanıldı. Mezhep esaslı Suriye politikası içinde Türkmenler için ayrı bir sayfa olmadı. 
Gelecekte de Türkmenlerin ne olacağı umurlarında değildir. Suriye Türkmenlerinin en önemli sorunu Ankara.nın kendileri ile ilgili hiçbir politikası olmaması, sadece sahada ihtiyaç halinde kullanılmalarıdır. Türkiye.ye gelen Suriyeli Araplar vatandaşlığa geçebilmekte, 300 bin civarında kişinin vatandaşlığa alınma hedefi var. Türkmenler, birkaç istisna (akrabası olanlar) dışında bu hakka sahip değildir. Türkiyedeki Suriyeli Türkmenler, vatandaş olmak en azından çifte vatandaşlık istiyorlar. Suriye.ye gidip gelmek istiyorlar ama izin verilmiyor. Suriyedeki Türkmenlerin ise çıkışına izin verilmiyor. Gelen Türkmenler Suriyede özel sektörde meslek sahibi olduklarından, Türkiyede kendi işlerini kurdular ve geçim sorunları yok. Halep.teki sanayi erbabı işlerine Türkiye.ye özellikle İstanbul, Konya ve İzmir.e taşıdı. Devlet, Türkmenlere 
para vermiyor yani maddi destekleri yok. Diğer Suriyeliler ise BM.nin para desteği ile birlikte PTT kart ve Kızılay.dan 700-900 TL arası para yardımı alıyorlar. Bunlara ayrıca ev kirası ve gıda desteği veriliyor. Türkiye.deki 3 milyon Suriyeli göçmenin geleceğini şöyle öngörebiliriz; bunların bir kısmı barışın sağlanması halinde geri dönecek, bir kısmı vatandaş olacak. Bir seçenek de bunların Avrupa.ya gönderilmesi kozu ancak bu işleyecek gibi gözükmüyor. Öte yandan, Ruslar ve Esat güçleri, İdlib.i sıkıştırmaya başladı ve muhtemelen oradan da bir milyonu aşkın göçmen gelebilir. 

Sonuç.. 

Suriyedeki iç savaşın geleceğine bakacak olursak; 

- İdlib.de içlerinde barışı hiçbir zaman istemeyen El Nusracıların bulunduğu gruplar sonuna kadar direnmek niyetinde ve Astana görüşmelerine bile gitmediler. 

- Daha güneydeki gruplar, zamanla Esat güçleri tarafından eritilecek. 

- Kürt bölgesi en sorunlu özerk bölge olacak; Suriye rejimi ile PKK uzantısı PYD ilişkileri geçmişte iyi idi. PYD yi 2003 yılında Suriye istihbaratı PKK yı 
barındırmak için kurdu. PYD, özerkliğe daha sıcak bakıyor ama zamanla bağımsızlık elde etmek stratejisi izliyorlar. Bunun için belirleyici unsur, denize çıkış koridoru bulmaları. 
Bunun için iki yol var; 
Ya Hatayı ele geçirmek ya da Türkmen Dağı üzerinden Suriye içinde denize bir koridor açmak. Akdenize açılmayan bir Kürt devletinin Suriye de yaşamayacağını hesaplıyorlar. 

Irak.ta asimile olmasına ve dağılmasına göz yumulan 3.5 milyon Irak Türkmeninin kaderi Suriye Türkmenlerine benziyor. Bir zamanlar çoğunlukla yaşadığı Türkmenlerin yaşadığı, tarihi Türk şehirleri Kerkük ve Musul gibi yerlere Barzani.nin uydurma Kürt devletinin bayrağı asılırken sessiz kalıyoruz. Suriye.de bir milyon toplama Kürt devlet ya da özerk bölge kurmaya çalışırken 3.5 milyon Suriye Türkünün esamesi okunmuyor. Bunun temelinde yatan neden ise Ankara.daki iktidarın ideolojisi yani dinin, Türklüğün önünde gelmesi. Barzani.nin Sünni olmasıdır. Suriye de Türkmenlerden çok daha az nüfusu olan Kürtler, devlet kurma en azından kuvvetli bir özerklik peşinde iken; Fırat Kalkanı ve İdlib bölgesinde Arap bölgesi kurmak için alt yapı çalışması yapan Türkiye.nin aklına ne Irakta ne Suriye.de bir Türkmen devleti ya da bölgesi kurmak gelmiyor. Asıl düşünülmesi gereken nokta; Suriyede Esata karşı olmak, Irak.ta ise Barzani nin yanında olmak bu ülkelerin bölünmesinin taraftarı olmak demektir. 

Türkiye, bölge ülkeleri kadar bölgedeki büyük güçler ile de ilişkilerini normalleştirmek ve rasyonel bir politikaya dönmek istiyorsa mezhep esaslı bir 
politikadan vazgeçmelidir. Türkiyenin bir Türkmen politikası olmalı ve İran ile dostluğun bu coğrafyada bizim için bir zorunluluk olduğu unutulmamalıdır. İhvan ve mezhepçi bir politikaya devam edildiği sürece Esat düşmanlığı devam edecek, ABD ve Rusya ile de ortak bir projede buluşmak mümkün olmayacaktır. Rusya-Türkiye ilişkileri gittikçe kötüleşebilir çünkü İdlib.te muhtemelen kitlesel ölümler yaşanacaktır. Öte yandan, Türkiyenin ara bölgede kalması uluslararası hukuk bakımından gittikçe daha zor olacaktır. ABD ve PYD.nin Rakka.ya yönelik başlattığı operasyon doğuya doğru gidiyor ve Musul.da devam eden operasyon ile birlikte IŞİD buralardan çıkarılabilir. Ancak, IŞİD, yok olmayacak, muhtemelen Rakka güneyine, çöle çekilecektir. IŞİD, her devletin kendi planını uygulamak için faydalı terör örgütü olmaya devam ediyor. Son sözümüz, eğer Suriye ve Irak bölünecekse Türkiye, Sünni diye Arap ve Kürtlere değil, Türkmenlere bir devlet ya da özerk bölge kurmanın alt yapısını hazırlamalıdır. 

http://www.21yyte.org/assets/uploads/files/Suriye%E2%80%99deki%20i%C3%A7%20sava%C5%9F%C4%B1n%20ger%C3%A7ek%20y%C3%BCz%C3%BC%20ve%20T%C3%BCrkmenler..%20%281%29.pdf

 ****

30 Eylül 2017 Cumartesi

Türkiye-Irak-Suriye üçgeninde neler oluyor? BÖLÜM 2


Türkiye-Irak-Suriye üçgeninde neler oluyor? BÖLÜM 2


Suudi Arabistan, IŞİD ve El Nusra’yı kara listeye ancak 2014 bahar aylarında aldı. Eylül 2014’te bu ılımlı islamcı grupların lideri olan Basel İdris, Lübnan’da yayınlanan bir gazeteye yaptığı açıklamada saldırılarını IŞİD ve Nusra cephesi ile koordine ettiklerini açıklamıştı. Idris, ÖSO’nun azalan gücünün ABD tarafından desteklendiğini ancak çoğunluğun IŞİD’a bağlılık yemini olduklarını söylemekteydi. İdris, ÖSO’nun başarısızlıkları üzerine IŞİD’a katılımların arttığını da itiraf etti. Özgür Suriye Ordusu’nun boşalttığı Halep’in kuzey kesimi kısmen Beşar Esad’a bağlı güçler tarafından, kısmen de Ahrar uş-Şam ve daha küçük Selefi/Cihadi gruplar tarafından dolduruldu. Keza Bab el-Hava da artık ÖSO değil Ahrar öncülüğünde birkaç gruptan oluşan kırılgan bir yapının kontrolündedir. Batı tarafından ÖSO’ya aktarılan silah ve malzemenin bir kısmının Ahrar’a, El Kaide’nin Suriye kolu El-Nusra dâhil radikal güçlerin eline geçmiş olabileceği ihtimali kabul ediliyor. Kasım 2014’e girilirken, IŞİD’in saldırı yönünü Halep’e çevirme veya buradaki El Nusra güçleriyle savaşmaktan vazgeçip anlaşması halinde, Halep ve civarında yaşayan 1,5 milyon kadar insanın bir hafta içinde Türkiye’ye akın etme ihtimali en büyük endişe kaynağı idi. Erdoğan, 6 Kasım 2014’de Türkmenistan’a giderken Halep’in düşme endişesini ilk kez resmileştirdi. Bir süre önce Musul’da öldürülen IŞİD lider kadrosundan Adnan el-Bilavi’nin arşivi, Irak ve Alman servisleri kanalıyla Avrupa’da ortaya çıkmaya başladı. Bütün bunlar Suriye ve Irak sahnesindeki ilişkilerin ne kadar karanlık, karmaşık ve acımasız nitelik taşıdığını bize gösteriyor. ÖSO, El-Nusra’nın üyelerini öldürüp kadınlarını kendilerine cariye yapan, köle olarak satan IŞİD’in kapısına gidip “Ateşkes” istedi ama reddedildi.  Mısır’daki “Ensar Beyt ul-Makdis-Kudüs Destekçileri” isimli örgüt 10 Kasım’da IŞİD’e katıldığını ilan etti. İsmini de İslam Devleti Sina Vilayeti olarak duyurdu.
 Erdoğan, Davutoğlu ve partisi uzun zamandır yeni Osmanlıcı hayaller peşinde, bölgesel etki sağlamaya çalışıyor. Erdoğan bunun için, İslamcı ve kuvvetli adam imajı yaratırken, Türk kimliği ve Osmanlı (Süleyman Şah) öncesi Türk tarihine referans yapmaktan kaçıyor. 2010 yılından beri Türkiye ile Hamas arasındaki ilişkiler gelişmeye başladı ve bunu filotilla olayı izledi. MİT müsteşarı Hakan Fidan, Erdogan’ın üç ana politika cephesinde en güvendiği ve özel yetkiler ile donattığı elemandı; Suriye’de iç savaşı desteklemek ve rejimi değiştirmek, Kürtlerle demokratik barış sürecini yürütmek ve Gülen cemaati ile savaşı sürdürmek. Gülen de uzun zamandır, bizzat Fidan’ı hedef almıştı. Gülen’e göre Fidan, 2008 yılında Uluslararası Atom Enerjisi direktör kurulunda iken İran yanlısı olduğunu göstermişti, bunun diğer anlamı İsrail yanlısı değildi. Bununla beraber Fidan, İsrailli muadili ile 2010 yılından beri iki kere bir araya geldi. AKP, Hamas’ın sadece arabulucusu değil müttefiki. Nitekim Katar ile balayısı biten Hamas, yeni bir yuva aramaya başladı ve Erdoğan’ın kanatları altına girdiler. Katar, her ne kadar Hamas liderlerini Suudi baskısı ile ülkeden çıkarıp, Türkiye’ye gönderse de desteği bitti anlamına gelmiyor. Aralık 2014’te Türkiye ve Katar, ikili “Yüksek Stratejik Komite”yi kurarak, Ortadoğu için müşterek planlarını istişare edecek bir yapı oluşturdular. Hamas da şüphesiz bu müşterek planların bir parçasıdır. Radikal İslam ile mücadelede Erdoğan hiçbir zaman gerçekten istekli olmadı, kurnazca politikalar ile kendi ideolojisini takip etti. Paris saldırısı sonrası Fransa’daki törenlere katılan Davutoğlu da, uzun zamandır İslam’ın Avrupa’nın bir parçası olduğunu söylemekten kaçınmadı. Erdoğan’ın radikal İslam karnesinde şunlar yazılı;
- Mısır ve Katar’dan kovulan Müslüman Kardeşler liderlerinin Türkiye’de kalmasına izin verdi.
- Hamas’ın desteklediği Müslüman Kardeşler’in Şam’daki Karargahını Ankara’ya taşımasına müsaade etti.
- Suriye’deki iç savaşa katılan Sünni cihatçılara eğitim ve lojistik desteğe devam ediyor.
- IŞİD’a malzeme desteği sağladı, petrolünü satıyor, ABD’nin IŞİD’a karşı koalisyaonuna katılmayı reddetti, IŞİD’a karşı üs kullanmasına izin vermedi.
Davutoğlu ve Fidan, ABD’nin Kobani’ye Türkiye üzerinden Barzani’nin adamlarını ve silah taşıma planına destek verirken, Erdoğan ve TSK karşı çıkmıştı. Suriye konusunda da çatlaklar var ve Fidan’ın TSK’yı savaşa sokmak için Süleyman Şah türbesini kullanma fikri de Davutoğlu’ndan destek görmemişti. Diğer yandan Öcalan, Fidan’dan başka kimseye bu kadar güvenemediğini söylemişti. Öte yandan, Erdoğan, orduya daha yakın ve Gülen ile mücadelesinin ve yakın zamandaki Süleyman Şah kurtarma operasyonu şovunun arkasında bu yakınlık var. Ankara’nın Sünni mezhep esaslı yeni Osmanlıcı politikası sadece bölgesel olarak değil küresel seviyede de yalnız kalmasına yol açtı. Erdoğan’ın Müslüman Kardeşler dostlarından Mursi hapiste, Enahda hareketi Tunus’ta seçimi kaybetti, Irak’taki dostu Tarık El Haşimi Türkiye’de sürgünde ve ayakta kalan sadece AKP ve Hamas. Mısır’daki Müslüman Kardeşler parlamento üyelerinin bir kısmı da İstanbul’dadır. AKP’nin Libya’daki bağları Tripoli hükümetindeki Müslüman Kardeşler üyelerine dayanıyor. Tobruk’taki hükümeti tüm dünya tanıdığı halde AKP tanımayınca THY uçaklarının artık gidemediği Libya ile ilişkiler bozuldu. Türkiye’nin Mısır, Suriye ve İsrail ile ilişkileri zaten bozuk. İran ile ilişkilerin bozulma nedeni AKP’nin mezhepçi politikaları. Davutoğlu, Mısır’da Müslüman Kardeşleri desteklemeyen Körfez monarşilerine (Katar hariç) zaten küsmüş durumdadır. Son aylarda AKP, Ortadoğu politikasına yeni ayarlar vermeye çalışıyor ve bunun ilk adımı da Kasım 2014’te Bağdat’a yapılan ziyaret oldu. AKP’yi yeni açılıma zorlayan nedenlerin başında Türkiye’nin izlediği politikalar ve IŞİD’a olan örtülü sevgisi nedeni ile gittikçe suçlanmaya başlaması ve nihayet bölgede ABD olmadan askeri ve siyasi olarak daha fazla ileriye gidemeyeceği yani ABD’ye olan bağımlılığını hissetmesi oldu. ABD, Türkiye’nin merkezi Irak yönetimini dışlayarak kuzeydeki Kürt yönetimi ile petrol anlaşması yapmasına karşı çıkmış ama Ankara dinlememişti. Türkiye ve Irak arasında kurulan Yüksek Seviyeli Stratejik İşbirliği Konseyi de 2008’den beri toplanmıyordu. İran ile birlikte Esat’ı destekleyen Irak yönetiminin Türkiye ile ilişkilerinin gelişmesi Suriye üzerinde de etkili olabilir. 
Türkiye-Irak-Suriye üçgeninde neler olacak?
Oğul Bush dönemine kadar, 1990’lı yıllarda ABD’nin Ortadoğu politikası üç esas üzerine oturmuştu; Amerikan tipi barış (Pax Americana), başta Arap-İsrail çatışması olmak üzere ABD’nin sponsor olacağı barış şekilleri), Irak ve İran’a uygulanan çifte çevreleme ve Araplara istisna (Amerikan çıkarları için Ortadoğu’da statükonun devamı, otoriter Arap rejimlerinin görmezden gelinmesi). 11 Eylül 2001 ile birlikte terörün ana kaynağı olarak Ortadoğu rejimlerinin demokrasi kusuru görüldü.  2003 yılında Irak’a yapılan harekât ile çevreleme stratejisi de bir kenara bırakıldı. 2007’e kadar uygulanan demokrasi geliştirme faaliyetleri bir anda Arap hareketlerinin tetiklenmesi için kullanıldı. Ancak, ılımlı İslamın radikal İslam’a galip geleceği varsayımına dayanan Büyük Ortadoğu Projesi önce El Kaide’nin Irak’tan başlayarak tüm bölgeye yayılması için uygun ortam sağladı, sonra IŞİD’ı doğurdu. Bugün Ortadoğu’nun dönüşümü önce Sünni-Şii, daha sonra Sünni-Sünni (El Kaide-IŞİD-Müslüman Kardeşler) ve İsrail ile diğerleri arasındaki çatışmalar üzerinden şekillendiriliyor. Şimdilerde Yemen ve Bahreyn üzerinden yeni bir giriş noktası hazırlığı yapılıyor. Körfez bölgesindeki hareketlilik İran ile yapılacak görüşmelerin sonucunu bekliyor yani İran’ın hem nükleer programından vazgeçmesi, hem de IŞİD ve El Kaide’ye karşı işbirliği yapması gibi bir illüzyon yaratıldı. Bu illüzyon Batı ile işbirliği için daha önce Kaddafi ve Esat’ın önüne de konuldu, hedef yumuşatıldı ve sonrasında olanları biliyoruz. ABD, eğer büyük bir askeri müdahale sonrası Suriye’de rejim aniden değişirse iktidarın radikal İslamcıların eline geçeceğini düşünüyor. Gelinen aşamada sorunun çözümü IŞİD ile ilgili gelişmeler çerçevesinde bir yol bulacak. ABD koalisyonu IŞİD’a karşı yeni savaşçılar ararken, Esat ABD’nin IŞİD karşıtı koalisyon ile savaşını tırmandırmamaya çalışacak. ABD ile IŞİD’a karşı müttefik olma şansını kaçıran Esat ile bu dönemde BM arabulucusu Staffen de Mistura’nın “donmuş çatışma” planı hayata geçebilir. 
AKP, kamuoyuna hala şu masalı anlatıyor; Suriye’de muhalif güçlerin desteklenmemesi, Irak’ta ise Maliki’nin Sünnileri dışlaması IŞİD’i doğurdu. Eğer Esat giderse IŞİD da biter. Türkiye’nin oyunu Halep’te ÖSO’nun bozguna uğraması ile bitti, şimdi herkes kendi teröristi ile bir şeyler yapma derdindedir. Türkiye’nin kurduğu İstanbul’daki Suriye Muhalif Koalisyonu yeni başkanı olarak Halit Hoca’yı seçti. Rusların isteğine rağmen, Türkiye etkisi altındaki Koalisyon başkanı, Suriye rejimi ile görüşmeyi reddediyor. ABD ile Türkiye arasındaki Suriye görüşmeleri, uzun süre yeni isyancı ihtiyacının nasıl karşılanacağı ve tampon bölge üzerindeki anlaşmazlığa kilitlendi. Türkiye ve ABD, Mart 2014’de Suriyeli savaşçıların eğitimi konusunda anlaşmış ama bu savaşçıların nasıl seçileceği ve Esat’ın geleceği konusunda uzlaşma olmamıştı. Türkiye’ye göre Suriye’deki güçlerin hedefi Esat’ı devirmek olmalı, ABD ise IŞİD ile mücadele ile sınırlı tutmak istiyor. Türkiye, isyancıları Özgür Suriye Ordusu içinden seçmek isterken, ABD müşterek bir komisyon tarafından seçilmesini istiyor. Halen Suriye’nin kuzeyinde 30 bin, kuzeyinde 10 bin isyancı var ve 1.000 kişi de Katar’da CIA tarafından eğitilmiş durumdadır. Halen Suudi Arabistan’da da CIA’nın eğittiği 1.000 kadar isyancı var. Gelecek yıl için ABD, 5.000 isyancı için 500 milyon dolar bütçe ayırdı. ABD, eğit-donat kapsamında Suudi Arabistan, Türkiye ve Katar’a 1.000 kişi bir birlik gönderecek ve 400 kişilik lojistik, haberleşme ve istihbarat elemanı takviye edilecektir. Yeni gelişmelere göre ABD, yakında Kırşehir-İrfanlı üssündeki eğitim kampına 100 askeri eğitimci gönderecek ve 2 bin isyancı yetiştirilecektir. Türkiye, Ürdün ve Suudi Arabistan bu yıl toplam 5 bin isyancı yetiştirirken, üç yılda eğitilen miktar 15 bini bulmuş olacaktır. ABD ve Türkiye’nin imzaladığı eğit-donat anlaşması için seçilen Suriyeli isyancıların çoğunluğunun IŞİD ile bağları var. ABD Büyükelçisi John Bass ve bir Türk yetkili tarafından imzalanan anlaşmaya göre program önümüzdeki ay başlayacak. 
ABD, Ortadoğu’da onlarca yıl sürecek uzun bir savaşa hazırlanıyor ve bunun için dikkatli bir kamu diplomasisi uygulanıyor. ABD, bir yandan bu uzun savaşın altyapısını hazırlıyor, diğer yandan şimdilerde IŞİD’a karşı Suriye cephesinde bir şeyler yapıyor gözükürken asıl odak noktasını Irak’a vermiş durumdadır. Obama yönetimi IŞİD’i daha çok siyasi bir problem olarak görmekte ve Irak ile ilgili yeni planları için değerlendirmektedir. Bu stratejinin ilk adımı Maliki’nin değiştirilmesi ile Irak’ta tüm tarafları daha çok memnun edecek bir hükümet kurulmasını sağladı. Bu kapsamda Irak’taki Sünnilere yakınlaşmak isteyen ABD’nin öze elçisi John Allen, 18 Aralık 2014’de Sünni liderlerle Erbil’de terörizmle savaş konferansında bir araya geldi. Bu gelişme her ne kadar IŞİD’a karşı bir girişim olarak gösterilse de Irak’ın bölünmesinin adımları olarak görüldü. Konferansa katılan Kürt gruplar ABD ile yeni otonom Kürt bölgesi için çok beklemeyeceklerini anladılar. Amerikanın sözünden çıkmamış olmamalarının mükâfatını göreceklerini bekliyorlar. Irak’taki taraflar kukla IŞİD’tan kurtulma illüzyonu ile bölünmeye razı olacaklar, ABD ise demokrasi ile terörü yok eden büyük devlet rolünü oynamış olacaktır. ABD başkanı, 19 Aralık 2014 günü şöyle diyordu; “Başkanlığımın dördüncü dönemine girerken bu dönemde ilginç şeyler olacak ve ben onları merakla bekliyorum”. Obama’nın Ortadoğu için “Karada Amerikan botu olmayacak” sözüne rağmen yeni bir savaş planı dikkatlice uygulama sahasına konuyor. 14 Şubat 2015’de Pentagon, Kuveyt’e ağır silahlar ile donatılmış 4.000 kişilik bir güçlü tugay göndereceğini açıkladı. Erbil’de üs açılması yanında ABD’nin Ortadoğu’daki hava ve deniz üsleri takviye ediliyor. Irak ve Suriye’de yürütülen hava harekatından bir sonuç alınamayacağı başından beri uygulanan stratejinin gereği olarak biliniyordu. Şimdiye kadar yapılan harekat IŞİD’ı hedef almak yerine onun gücünü artırdı. ABD, Irak’ta 20.000 kişilik bir tümen kurma hazırlığına başladı. ABD’nin Ortadoğu’daki Irak, Libya, Suriye savaşları laik yönetimleri hedef aldı ve alternatif olarak İslamcı akımları ve El Kaide uzantılarını ortaya çıkardı. Şimdi sorun yeni Ortadoğu haritası hayata geçirilirken kendi kamuoyunun tepkisini frenlemek ve ortaya çıkan cihatçıları bu savaş içinde eritmek.
ABD’de Kasım 2014 seçimlerinden sonra Cumhuriyetçiler hem Temsilciler Meclisi hem de Senato’da çoğunluğu sağlamış olması Türkiye konusunda artık ABD’nin daha dikkatsiz adımlar atabileceğinin habercisi oldu. ABD, Suriye konusunda kendi yoluna giderken, Türkiye’nin demokrasi karnesi artık sık sık gündeme gelecek. Bu kapsamda Gülen konusu, 14 ve 25 Aralık yolsuzlukları en çok konuşulacak konular olmaya adaydır. İleri demokrasiye geçtiğini iddia eden AKP iktidarı döneminde Basın Özgürlüğü Endeksi’ne göre Türkiye 180 ülke içinde 154. sıradadır. İyi haber Cumhuriyetçilerin Ermeni tabanı yok ve bu konuda Türkiye’ye baskı yapmayı düşünmüyor hatta Ermeni iddiaların tarihçilere bırakılması gerektiğini söylüyorlar. Ancak, Türk-Amerikan ilişkileri en kötü dönemlerinden birini yaşıyor. Bunun nedeni Türkiye’nin Ortadoğu’da özellikle Suriye ve Irak’ta kendi Sünni hesaplarının peşine düşmesinden öte demokratik barış (!) sürecindeki görevini sürekli ertelemesidir. Bugüne kadar AKP’nin iktidarda kalmasına ABD’nin sabrı bu süreci en iyi Erdoğan’ın götüreceğine olan inancı idi. Son yıllarda CHP içinde Kemal Derviş-Hüsamettin Özkan-Kemal Kılıçdaroğlu-Mustafa Sarıgül gibi 2002 yılında Bülent Ecevit’in altını oyan aynı ekip, şimdilerde ABD’ye B Planı olmak için AKP’ninkinin müsveddesi olan Kürt açılımı ile mesaj veriyor. Amerikan medyasına göre iki ülke ilişkileri ünlü sanatçıların evliliklerine benzetiliyor; evlilik iyi gitmediği hatta birbirlerini aldattıkları dillere düşmüş ama onlar herşeyin yolunda olduğunu söylüyor. Bu resim Joe Biden’ın Türkiye ziyareti ile yerine oturdu, yenilen güzel akşam yemeğinden sonra basın mensuplarına gülümseyerek, herşeyin yolunda gittiği söylendi. ABD ile Türkiye arasında yaşanan soğukluk 6 Şubat 2015 tarihinde Beyaz Saray’ın yayınladığı yeni güvenlik stratejisi dâhilinde de görülebilir. Yeni stratejide ABD, NATO’da işbirliğine devam edeceği eski dostları (s.7) ve terörle mücadelede ortaklık edeceği ülkeler (Somali, Afganistan ve Irak) arasında (s.9) Türkiye’ye yer vermemektedir. Ayrıca devlet olmayan gruplar ile de işbirliğine vurgu yaparken (s.4), burada Kürt grupları kendine yeni müttefik seçtiğinin işaretini vermektedir. Türkiye’den sadece bir cümle arasında “ilişkilerin dönüşümünün devam ettiği (s.25)” şeklinde bahsedilmektedir. Özetle, Türkiye ve ABD ilişkileri krtik bir dönemeçtedir, köprüler aslında çok atılmış ama diplomatik dil korunmaktadır.

Sonuç; Türkiye çok kritik dönemeçte..

Avrupa Birliği için Türkiye, aşırı büyük, aşırı İslamcı ve Avrupalı olmaktan çok uzak, Araplar için; klasik İslam’dan çok uzak ve sömürgecilere yakın; İran için mezhepçi ve bölgesel rekabet içinde; Şangay İşbirliği Örgütü için ise güvenlik tehdidir. Türkiye teorik olarak NATO ülkesi ama bu part-time üyeliğe dönüştü. Çin’den füze almaya çalışan Türkiye, NATO ülkelerinin tehdit olarak gördüğü Suriye’de cihatçıları, Hamas’ı ve Ortadoğu’nun her yerinde Müslüman Kardeşler’i destekliyor. IŞİD’in ortaya çıkışından sonra Türkiye başta Suudiler olmak üzere Arap ülkelerinin desteğini birden kaybetti. IŞİD, İran ile ilişkilerini de daha da kötüye götürdü ve Türkiye, Ortadoğu’nun yalnız ülkesi oldu. AB temsilcilerinin 8 Aralık 2014 tarihinde Türkiye’ye yaptığı ziyaretlerin arkasında IŞİD konusunda izlenen karşı tutuma son vererek koalisyona tam destek vermesi ve yabancı savaşçıların geçişine izin vermemesi vardı. Almanya iç istihbaratı başkanı Hans-Georg Maassen’a göre, Avrupa’dan Suriye’ye giden cihatçıların %90’ı Türkiye üzerinden gitti. AB yetkilileri gider gitmez arkasından İngiltere Başbakanı David Cameron Türkiye’ye geldi. Çünkü İngiltere’den giden cihatçılar geri dönmek istiyordu. AB yetkilileri gibi Cameron da Erdoğan’ı Esat’ı göndermek ve IŞİD’ı desteklemek fikrinden vazgeçiremedi. Amerikalı ünlü strateji uzmanı ve eski ulusal güvenlik danışmalarından Zbigniew Brezezinki yakın zaman önce “Türkiye’nin IŞİD karşıtı koalisyona katılmamasının bedelini ödeyeceğini söyledi.” Halen Türkiye’de yuvalanan IŞİD hücreleri içinde 3 bin kadar militanın bulunduğu iddia ediliyor. Türkiye’nin Sünni cihatçılar, Hamas ve Müslüman Kardeşler ile ilişkileri tıpkı Kafkasya’daki İslamcılar gibi Rusya’nın yakın takibindedir. Suudi Arabistan ve Katar’dan son üç yıldır gelen paranın sadece Suriye’deki cihatçılara değil, bir kısmının Rusya’dakiler için kullanıldığı iddiası bu güvensizliği destekliyor. IŞİD uzantısı Kafkasya Emirliği bu haliyle bile bölgenin kıvılcımlı yapısına yönelik ciddi bir tehditken IŞİD’in kaleye içten girmesinin nasıl bir trajediye yol açacağını görmek için ‘Suriye cihadı’nın 4 yıllık tarihini hatırlamak yeterlidir. IŞİD’in Kafkasya’ya nüfuzuyla Suriye’deki tezlerinde haklı çıkan Rusya da krizin çözümüne ilişkin daha iddialı ve agresif bir politikaya yönelebilir. Çin de Rusya gibi Türkiye’ye karşı derin bir güvensizlik beslemektedir. Çin’in şikâyeti en önemli güvenlik sorunu olan Doğu Türkistan’daki Uygur ayaklanmasına katılanların Suriye ve Çin arasında gidiş-gelişine Türkiye’nin izin vermesidir.
Suriye’deki çatışmalar 4. yılını doldururken BM, ölü sayısının 220 bine ulaştığını açıkladı. Türkiye, 2011’de çatışmaların başladığı günden beri yaklaşık 2 milyon Suriyeli göçmeni kabul etmek zorunda kaldı. Halen 24 kampta 250 binden fazla göçmen kalıyor. Türkiye’yi yönetenler Pan-İslamcı ve Yeni-Osmanlıcı hedefler peşinde bir Ortadoğu birliği kurmak istiyor. Suriye gibi Libya’da da Sünni hevesler Katar ve Türkiye tarafından İslamcı parti ve silahlı grupların desteklenmesi ile sürmektedir. Sonuç olarak, İslam dünyası içine sokulan fitnelerle birbirine düşürülürken, bu kaostan Batılılar ve İsrail kendi çıkarları için gerekli ortam ve fırsatları kullanacaklardır. İslamcıların iktidara geldiği ya da kuvvetli olacağı Tunus, Mısır, Libya ve sıradaki diğerlerinde radikalleşme artacak Batılılar, İran ile hesabını görürken Türk-Arap-İran dünyası kaosa gömülecektir. AKP hükümeti, 2007 yılından beri ABD ile olan ittifakında Türkiye’nin bölünmesinin ve çevresinde bir Kürt kuşağı oluşmasının ötesinde, Suriye’den başlayarak tüm Ortadoğu’nun terör bataklığına dönüşmesinde önemli bir katalizör oldu. Irak’ın kuzeyinde kısır petrol paylaşımının arkasında Kürt oluşumuna verilen destek, burayı devletleştirdi, Türkmenleri Kürtlere asimile ettirdi, PKK’ya yaşam alanı verdi. Suriye ile ilgili mezhepçi politika ülkenin bölünmesinin ve Rojova ile yeni bir Kürt devleti oluşumunun temeli oldu. 2011 yılına kadar Ayn el-Arap’da (Kobani) Kürtlerin yaşadığından kimsenin haberi yoktu. AKP’nin 6-7 Ekim olayları karşısında geri adım atması Suriye’de de Kürtlere yeni bir devlet hayalini oldukça güçlendirdi. Yakın zamanda yapılan Süleyman Şah operasyonu ise IŞİD’a bölgeyi bırakmanın ötesinde Kürt koridorunun önündeki bir engelin de kalkması yani Büyük Kürdistan için yeni bir kazanım anlamına geliyor. Ancak, Erdoğan’ın öncelikli hedefi yeni bir Anayasa ile konumunu garanti altına almak (başkanlık) ve Kürtler için ABD’ye verdiği sözlerin arkasında durabilmektir. Daha sonraki hedefi ise kendisini başkanlık makamında tutacak bir düzen kurmak ve İslamcı ideolojisini yeni-Osmanlı hayali ile besleyebilmek için dini bir nesil yetiştirmektir. Bu nesil cihatçı olacaktır. Bunu IŞİD gibi silahlı eğitim ile değil, yeni eğitim sistemi ile beyinlerde oluşturmaya çalışmaktadır. Atatürkçüleri devre dışı bırakan Batı şimdi yarattığı canavarı yola getirmek için yeni bir strateji belirliyor.


@DocDrSaitYilmaz

 ***

Türkiye-Irak-Suriye üçgeninde neler oluyor? BÖLÜM 1




Türkiye-Irak-Suriye üçgeninde neler oluyor?BÖLÜM 1


Doç.Dr.Sait Yılmaz

Ortadoğu’da devam eden iç çatışmalar, bölgedeki devlet ve devlet-dışı pek çok aktörün bölge dışı güçlerin etkisi ile günden güne değişen politikaları, arkasında kim olduğu muğlak olan IŞİD ve benzeri terör örgütü ya da isyancı grupların varlığı sadece sıradan vatandaşların değil, bölge ile yakından ilgili kişilerin dahi kafasını karıştırmaya devam ediyor. 2011 yılında başlayan Arap hareketlerinden bugüne köprülerin altından çok sular aktı, eski ittifaklar bozuldu, yeni arayışlar başladı. Başta Türkiye olmak üzere Ortadoğu’nun kaybedenleri gene ABD ile ittifak yapanlar oldu, diğerleri mazlum sınıfına girdi. Şu anda ABD’nin gözdesi olan Barzani ve PKK/PYD/YPG için de kaçınılmaz son bu olacak. Mark Twain’in dediği gibi “Tarih tekerrür etmez, bazen kafiye yapar.” Ortadoğu’da binlerce yıldır olduğu gibi dış güçlerin buradaki grupları birbiri ile çarpıştırma stratejisi devam ediyor. Bütün bu olup-bitenler içinde Türkiye’nin 21-22 Şubat 2014 gecesi Süleyman Şah karakoluna yaptığı askeri operasyon, kamuoyunun dikkatini tekrar bölge ile ilgili gelişmelere yöneltti. Ancak, Türkiye-Irak-Suriye üçgeninde olup bitenler yani daha büyük resim içinde bu operasyon, kamuoyu hafızasını silme daha doğrusu onun zekâsı ile alay etmeden öte bir anlam taşımıyor. Ankara’nın büyük bir iflasın içindeki Ortadoğu politikası, tıpkı MİT’in Musul elçiliği personelini kurtarma operasyonu gibi IŞİD ile koordineli kolay bir zafer yaratarak öncelikle vatan topraklarını  terör örgütlerine bıraktı, ötesinde Kürt koridoruna hizmet etti. Güneydoğu Anadolu bir bölünme senaryosu içinde iç savaşın kenarına gelmişken, Irak’ın kuzeyindeki Kürt gruplar bağımsızlık ilanı için gün sayar ve bir yandan da IŞİD ile mücadele görüntüsü altında toprak genişletme sevdasına düşmüşken, PKK ve türevleri artık meşru hale gelmiş ve Suriye’de ABD’nin müttefiki olarak yeni roller beklerken; Türkiye, uçuruma doğru gidiyor. ABD, Ortadoğu’ya yönelik politikalarına kitlesel tepkileri de etkisizleştirip, Türkiye’nin de dâhil olduğu bu coğrafyada güç merkezleri ve direnç noktalarını yok etmeye çalışan bir süreç içindedir. Batılılar Ortadoğu’da büyük oyunun yeni sahnesi hazırlıyor, Ankara ise seçimlere kadar durumu idare etmek için yeni güvenlik paketi ve yeni anayasa söylemi ile gündemi doldurmaya çalışıyor. Güneydoğu Anadolu’da ülkenin fiilen bölündüğünün farkına henüz varamayan hükümet, kozmetik güvenlik paketi ile kamu güvenliğini sağlayarak, durumu geçiştireceğini sanıyor. Ancak, gelişmeler ABD’nin gözünde hükümetin vadesinin dolduğunu gösteriyor. Ne demek istiyoruz, neler oluyor? İşte bu makalede bunlar üzerinde duracağız.
Suriye’de neler oldu?..
ABD Dışişleri Bakanlığı ve NED, 2006 yılından beri Suriye’deki muhalif grupları fonları ile destekliyordu. Batılı medya tarafından Suriye’deki ayaklanma hareketleri kamuoyuna demokrasi taraftarlarının hareketi olarak yansıtıldı. Ancak bu ayaklanma çok önceden Tunus ve Mısır’daki hareketlere göre zamanlanmış ve koordine edilmişti. Suriye’de Mart 2011’de Dera’da başlayan ayaklanma planlarının yürürlüğe konmasında ABD’nin sessiz ve gölgede kalmayı seven diplomatlarından Robert Ford, kilit rol oynadı. Akıcı Arapça konuşan Ford, Dışişleri Bakanlığının Arapçı grubunun bir elemanı idi. Robert Ford, büyükelçi olarak Şam’a Ocak 2011 sonunda yani Mısır’daki protestoların zirve yaptığı dönemde gelmişti. Robert Ford, Haziran 2011’de Hama’ya yaptığı ziyaret esnasında göstericiler tarafından zeytin dalları ile karşılanırken, hükümet yanlıları Şam’daki ABD büyükelçiliğinin camlarını kırıyordu. Bu geziden aylar sonra Dışişleri Bakanı Clinton, Suriye rejiminin meşruiyetini kaybettiğini açıklayarak düğmeye bastı. Sivilleri koruma sorumluluğu (R2P) Batılı güçlerin propaganda teması idi. Önce Batı medyası koro halinde Beşar Esat’a karşı barışçı protesto gösterilerinden bahsetmekle işe başladı. Bu grupların içine İslamcı paramiliter gruplar sızdırılmıştı. İsyancılara anti-tank tuzakları, girilmesi zor engeller ve ağır makinalı tüfekler verilerek direniş güçlendirildi. Ortada gene Batı tarafından eğitilmiş ve donatılmış İslamcılar vardı. Bunların bir kısmı Libya’dan gelip Türkiye üzerinden Suriye’ye geçti. İlk adım tanklar ve helikopterler desteğinde muhaliflerin rejimi devirmesi idi. Libya’daki NATO tipi operasyon yerine büyük miktarda tanksavar, hava savunma füzesi, havan ve ağır makinalı tüfek ile Suriye zırhlı kuvvetleri yenilecekti. İsyancılara silahlar Türkiye sınırları üzerinden gitti. Gönüllülere Türkiye’de iken barınma, eğitim ve emniyetli geçiş imkânı sağlandı. 
Suriye üzerindeki oyun için biraz daha geriye gidip, 2007’de AKP ile ABD arasında yapılan gizli bir anlaşmayı hatırlayalım. Bu anlaşma ile AKP; ABD’ye Türkiye içinde demokratik barış süreci, Irak kuzeyindeki Kürtler ile iyi ilişkiler, o zamana kadar iyi giden Suriye ve İran politikalarını değiştirme sözü veriyor, bunun karşılığında ise Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmak üzere olan partinin kurtarılması, Balyoz ve Ergenekon operasyonları için düğmeye basılması sözü alıyordu. Bundan sonraki gelişmeler bu mihverde yürüdü ve iki taraf sözünü tutmaya çalıştı. Suriye’nin düğmesine basılma kararı verilince, Nisan 2011’de yapılan AKP’nin üst düzey toplantısında Suriye’ye karşı izlenecek politika ele alındı. 2002 yılından itibaren Suriye ile iyi giden ilişkilerin bir şekilde bozulması zamanı gelmişti. Toplantı sonunda Esat’tan bazı isteklerde bulunulması, başlayan iç karışıklıklar karşısında görünürde destek verilmesi kararlaştırıldı. Bu isteklerin başında Katar’dan gelecek doğal gaz projesinin kabulü yanında sürgündeki Suriyeli Müslüman Kardeşlerin ülkeye kabulü ve siyasete girmesinin sağlanması vardı. Hâlbuki Mısır’da ayaklanmaların daha sekizinci gününde Türkiye, gene Müslüman Kardeşler sevdası ile Mübarek’in görevi bırakmasını istemişti. Suriye için reform karşılığında iktidarda kalma pazarlığı tamamen sahte idi. Önce Hakan Fidan daha sonra o zamanki dışişleri bakanı Davutoğlu Esat’ı ikna için nafile ziyaretler yaptılar. Müslüman Kardeşler, Erdoğan’ın Ortadoğu’ya ilişkin eş başkan olarak kendi planlarının en önemli vasıtalarından biri idi. Bu sırada dışişleri bakanı Davutoğlu “Esat derhal ve şartsız bir şekilde ateşi kesmezse askeri müdahaleyi düşüneceklerini” söylemeye başladı. Esat teklifi reddedince Suriye Müslüman Kardeşleri, Türkiye sınırlarında Özgür Suriye Ordusu’nun tugaylarını kurmaya başladılar. Tampon bölge ve uçuşa yasak bölge oluşturulması ilk defa o zaman akla geldi. Böylece Libya’daki Bingazi gibi Suriye içinde de ayaklanmacılar için emniyetli bir bölge yaratılacaktı. Ankara, Esat’ın kısa sürede düşeceğini tahmin ettiğinden tampon bölge ve uçuşa yasak bölge için o dönemde çok ısrar etmedi. Bugün ABD ve diğer batılı ülkeleri Suriye’de kara harekatı yapılması için sürekli çağrı yapan Davutoğlu, Nisan 2012’de durumdan o kadar emindi ki; “Yabancı müdahalesine karşı olduklarını, bölgenin geleceğine kendi halkının karar vereceğini” söylüyordu.
CIA’nın kontrolünde 2011 yılından beri Suriye’deki iç savaşın finansörü ve eleman kaynağı olmaya devam eden Suudi Arabistan ve Katar, IŞİD’in ana kaynağı olan El Nusra’nın yaratılmasında ABD’nin en yakın müttefiki oldular. Suudiler ve Katar parayı verirken, Türkiye, lojistik destek sağlıyor, silah ve teçhizat veriyor, kendine göre Suriye direnişini örgütlüyordu. İran ise Suriye’de olanların ülkenin iç meselesi olduğunu söylüyor ve Batıyı suçluyordu. Ankara, Suriye’de savaşan muhalif Sünni cihatçıları desteklerken, Esat sonrası hükümeti kontrol altına alacağını hesaplamıştı. Bu yüzden Özgür Suriye Ordusu’nun lider kadrosunu oluşturdu, yabancı savaşçıların Türkiye üzerinden geçişine izin verdi, direnişçilere eğitim ve lojistik desteği sağladı, Suriyeli göçmenleri sahiplendi. Bununla da yetinmeyip Suriye’nin Dostları (!) gibi siyasi oluşum ve toplantılara da öncülük etti. Türkiye, bu dönemden itibaren eğittiği isyancılara hedef olarak Halep’i gösteriyordu. Türkiye, Esat’ın altı ay içinde düşeceğini hesaplamıştı ancak, Rusya ve İran’ın sayesinde Esat ayakta kalmaya devam etti. Esat dayanıyordu ve 2013’deki kimyasal silah provokasyonundan sonra Erdoğan ve Fidan ABD’ye giderek Obama’dan hava harekatı istemeye başladılar. ABD yönetimi ise sadece Türkiye’nin hava harekatını talebini reddetmedi, Selefi Ahrar El-Şam ve El Nusra içindeki El Kaide bağlantılı gruplar için de azarladı. ABD hava harekatı, IŞİD’in doğuşu ile birlikte başlarken, Türkiye harekatın Esat’a yönelik yapılması halinde destek vereceğini söylüyordu. Ankara’ya göre IŞİD yok edilirse bıraktığı boşluklara Esat güçleri gelir ve eğittikleri isyancılar yok olurdu. Bu yüzden Türkiye tekrar tampon bölge ve uçuşa yasak bölge diye tutturmaya başladı ve Ekim 2014’de bir emniyetli bölge önerisi yaptı. Bu haritada Esat saldırır diye Halep yoktu, Ayn el-Arap (Kobani) vardı. Türkiye’nin tampon bölge ve uçuşa yasak bölge istemesinin arkasında Osmanlı’dan kalma Halep’e kadar etki sağlama merakı vardı. 
Suriye’nin geleceği ile ilgili ülkelerin farklı hesapları, isyancı grupların çeşitlenmesine ve kendi içinde ayrışmasına neden oldu. Türkiye’nin bölgeye dış güçleri getirme, NATO’yu devreye sokmak için oynadığı kimyasal silah saldırısı, Süleyman Şah’a saldırı ve benzeri komplolar işe yaramadı. 2014 yılı boyunca Türkiye, Suriye’nin güneyinde bir tampon bölge ve uçuşa yasak bölge oluşturmak için ABD üzerinde girişimlerine devam etti. Ankara’nın planı IŞİD’in de kovulması ile Kobani’nin tampon bölgeye dahil olması idi. Ankara’nın istekleri ABD ve Arap müttefiklerinin hoşuna gitmedi. Türkiye’nin bağımsız bir şekilde büyük bir uçuşa yasak bölge oluşturma kapasitesi olmadığından ABD’den isteniyordu. ABD, Türkiye’nin önerisini reddederken zaten dönüşümlü olarak harekat yapan müttefik hava kuvvetlerinin kuzeyde uçuşa yasak bölge uyguladığını söylüyordu. ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, Türkiye’ye gelerek sözde IŞİD’i hedef alan kendi stratejisini kabul ettirdi ve tampon bölge önerisi ortada kaldı. Daha sonra Wall Street Journal’da toplantı ile ilgili çıkan sızıntı bilgiler, karadaki muhalif güçleri desteklemek için Türk askerlerinin Suriye’ye hava saldırılarını yönlendirme görevlerinin konuşulduğunu ortaya çıkardı. Erdoğan tam da Putin ziyareti öncesi gelen bu sızıntılar için sadece 2 bin kişilik bir isyancı grubunu eğitimini konuştuklarını söylemekteydi. Anti-IŞİD koalisyonu, Türkiye’nin üs vermemesi nedeni ile hedeflerini Ürdün ve Kuveyt’ten bombalıyor. Kasım 2014’de ÖSO’nun yenilmesi ve 14 bin militanının Halep’ten çekilmesi Türkiye’nin Suriye politikasının iflasının resmi kanıtı oldu. O dönemden beri umutsuzca Suriye’ye karşı direnişi yeniden örgütlemek için eğit-donat programı üzerinde ABD ile anlaşmaya çalışıyor. ABD’nin ise başka planları vardı ve bu dönemde Rojava ve Kobani bölgeleri, ABD’nin baskısı ve Türkiye’nin kerhen desteği ile güney sınırlarımızda belirdi ve genişlemeye başladı. ABD, ameliyat (surge) operasyonları ile yarattığı canavar IŞİD’a karşı Kürtleri kullanarak, Ortadoğu’yu şekillendirmeye başladı. 
ABD’nin IŞİD oyunu ve Kürtler..
2012’de Libya’da ABD büyükelçisine yapılan suikastten beri ABD’nin Ortadoğu’ya bakışı değişti, vites değiştirdi. Önce Mısır’da Müslüman Kardeşleri desteklemekten vazgeçti. Müslüman Kardeşlerin hem otoriter bir rejime kaydığını gördü, hem de radikal islam ile bağlarının devam ettiğini anladı. Türkiye ile sadece Suriye konusunda değil, tüm Ortadoğu’ya bakışında da farklı düşünmeye başladı. Türkiye’nin Müslüman Kardeşleri desteklemesi gibi Suriye’de de ılımlı İslam görüntüsü altında topladığı muhalif gruplara oldukça şüphe ile yaklaştı. ABD’nin olumlu baktığı Suriye’deki Kürtlerin rolü konusunda ki farklı yaklaşım da buna eklendi. Ve nihayet hem ABD hem de bölgedeki diğer ülkeler Türkiye’nin niyetlerinden şüphelenmeye başladılar. ABD şimdilerde IŞİD’in etrafında bir koruma kordonu (cordon sanitaire) oluşturarak, işine gelmeyenleri bombalıyor, Esat’ın kalması konusunda İran ve Rusya ile de gizli bir anlaşma içindedir.  Esat, Suriye’nin başında kalmaya devam edecek çünkü ne ABD’nin ne de Suriye içinde bir gücün onu görevden uzaklaştırma kabiliyeti, en azından niyeti gözükmüyor. ABD, IŞİD ve Suriye arasında bir oyun oynuyor. Suriye’deki rejimi değiştirmenin en azından şimdilik yararına olmadığını düşünüyor. Bu düşünceye varmasında Türkiye’nin cihatçı politikalarının oldukça etkisi oldu. Suriye’deki savaşın ABD için sakıncaları şöyle sıralanıyor;
- İsyancılar İslamcı’dır ve niyetleri Batıya Esat’dan daha düşman bir ideolojik hükümet kurmaktır. Tahran’ın Suriye ile ilişkileri kesilecek olsa da bunun yerini Sünni İslamcıların barbar gücü alacaktır.
- İslamcı isyancıların Batının yardımına ihtiyaç duyduğu da doğru değildir ve Batıya müteşekkir de olmayacaklardır. Suriye nüfusunun zaten %70’i Sünnidir ve üç Sünni ülke isyancıları (Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar) desteklemekte, dışarıdan İslamcı savaşçılar getirilmektedir. 
- Esat rejiminin çöküşü hayatları kurtarmayacak, çatışmaları bitirmeyecek, daha kötü bir şiddet döneminin başlangıcı olacaktır. Sünnilerin Alevilere karşı soykırımı başlarken, Batı her iki taraftan da uzak durmayı isteyecektir.
- ABD için tek tehlike Esat rejimi çökerse ülkedeki kimyasal silahların istenmeyen güçlerin eline geçecek olmasıdır. ABD’nin hesaplarına göre Suriye müdahalesi 60.000 kişilik bir ordu gerektirmektedir. Bu yüzden kendisi müdahale etmek yerine diğerlerini kullanmayı seçmektedir.
Ağustos 2014’ten Ocak 2015 ortalarına kadar Suriye ve Irak’taki IŞİD hedeflerine 19 ülkenin koalisyon hava kuvvetleri tarafından 16.000 civarında sorti icra edildi. Bunların %60’ı ABD hava kuvvetlerince yapıldı. Bu tür hava harekatı Batı medyasında yumuşak terörle-mücadele harekatı olarak tanımlanıyor. Bunun nedeni başından beri söylediğimiz gibi ABD’nin amacı IŞİD’ı yok etmek değil, gemlemek yani sınırlamak. Harekat planında (to destroy) değil (to restrain) fiili kullanılıyor. Böyle olduğu ABD’nin harekata katılan uçak tiplerinden de anlaşılıyor. F-16 Fighting Falcon, F-15E Strike Eagle ve A-10 Warthog uçaklarının hedefi IŞİD değil, Suriye ve Irak’ın ekonomik alt yapısıdır. Toyota jiplerde gezen IŞİD birliklerinin hava savunma kabiliyeti yok ve açık çöllerde hareket ettikleri için vurulması çok kolay, bunun için taktik savaş uçakları kullanılmalı idi. Çok daha zor bir coğrafyada NATO kuvvetleri Sırpları üç ayda yola getirmişken, altı aydır IŞİD’in konumunda değişen bir şey yok. Özetle, ABD terörle mücadele etmiyor, teröre destek olmaya devam ediyor. ABD,  Suriye Kürtlerini temsil eden PYD’yi doğrudan desteklerken, Türkiye IŞİD’a karşı koalisyonda yer almama gerekçesini Esat’ın gitme şartı kılıfına bağladı. Böylece ABD, son zamanlarda IŞİD’a karşı silahlandırdığı Barzani’nin yanında PYD/PKK eklentisine de artık meşruiyet kazandırdı. Şubat 2015’de Münih’teki Güvenlik Konferansı’na davet edilen Barzani, ikili görüşmelerinde Almanya ve ABD’ye verdikleri silahlar için teşekkür etti. Almanya, yeni silah sözü verdi. Barzani Kürtleri Almanya’ya da çok minnettar ve bu gelişmeleri bağımsız Kürdistan yolunda önemli işaretler olarak görüyorlar. Barzani ile Kerry arasında yapılan görüşmelerde, yeni yardımlar da görüşüldü. 8 Şubat 2015 günü Fransa Başkanı Hollande’ın Elize Sarayı’nda PYD ve YPG temsilcilerini kabulü, Irak’ın kuzeyinden sonra Suriye’deki Kürt kimliği ve kantonlarının da Fransa tarafından tanındığına dair Türkiye’ye bir mesaj idi. Irak’ın kuzeyindeki Kürt yönetiminden sonra PKK/PYD/YPG unsurları da Batılılardan sözde IŞİD ile savaş için silah ve mühimmat almaya devam ediyor. Almanya, IŞİD ile mücadele için tanksavar silahları bile verdi. PKK türevleri kendilerini IŞİD’i yenmiş kahramanlar gibi tanıtıp, Hollande’a “Bizim mücadelemiz sizin mücadeleniz, biz dost kuvvetleriz” dediler. Kobani’nin tamamen Kürtleşip, gelişmesi için Fransa’dan Türkiye’ye baskı yapıp, koridor açılmasını istediler. 

Anti-IŞİD koalisyonu sanılanın aksine IŞİD’i kullanarak, Kürtlerin önünü açmaktadır; Musul çevresi başta olmak üzere IŞİD’tan bazı Irak bölgelerinin kurtarılarak Kürtlere teslim edilmesi, Ayn el-Arap’ın alınması ve Baiji’deki IŞİD’in Kürtler lehine sürülmesi bu ortaklığın öne çıkan toprak kazanımlarıdır. PYD; Temmuz 2012’den başlayarak Afrin, Kobani ve Cezire’yi (hepsine birden Rojova denmektedir) kontrol altına aldı. O zamandan beri sınırı kapatan Türkiye, PYD’yi Esat’a karşı savaşa çekmek için Barzani ile birlikte baskı yapmaya başladı. Kobani krizi ile birlikte AKP, konuyu Öcalan ile görüşmelerle ilişkilendirdi. AKP, PKK’ya silah bırakması karşısında Suriye’de otonomi kurmasına ses çıkarmayacağı vaadinde bulunuyordu. PKK bunu reddedince bu sefer Ekim 2014’de Hakan Fidan, PYD lideri Salih Müslim’e Türkiye’nin desteği karşılığında otonomiden vazgeçmelerini ve Özgür Suriye Ordusu’na dahil olmalarını istiyordu. PKK, hala ABD’nin terörist gruplar listesinde olmasına rağmen, bu listenin pratikte bir anlamı olmadığı zaten Libya ve Suriye’deki iç savaşlarda destek olunan gruplar ile belli olmuştu. Irak ve Suriye’de IŞİD’a karşı savaşan PKK’nın kolu olan YPG, ABD ile yakın işbirliğine girdi. YPG’nin siyasi kanadı olan PYD’nin başkanı Asiyah Abdullah, Kobani’nin düşmesinde ABD hava harekâtının çok büyük desteği olduğunu söylüyordu. Kobani’deki PKK güçlerine ilk yardım 19 Ekim 2014’de Amerikan C-130 uçakları ile atılan silahlar ile başladı. Ocak 2015’de YPG, Ayn el-Arab bölgesini ele geçirdi. IŞİD tarafından kuşatılmış bölgedeki çatışmalar Eylül ortalarından beri devam etmekteydi. ABD, ilk müdahalesini 22 Eylül’de yaptı ve hava desteği verdi. ABD’nin Eylül ayından 2014 sonuna kadar Suriye’deki hava harekâtının dörtte üçü Ayn el Arap’ta Kürtlerin desteklenmesi için yapıldı. Yetmedi Irak kuzeyinden Kobani’ye Türkiye üzerinden takviye yapıldı. 133 gün süren IŞİD işgalinden sonra Türkiye üzerinden giden Kürt gruplar ile Kobani düşünce, Türkiye’deki bölücülerin sloganı “Kobani Özgür, Sıra Öcalan’da” oldu. Sınırlarımızın ötesinde 75 metre uzunluğunda yeni bir Kürt bayrağı dalgalanırken, şimdi YPG’nin gözü civardaki 120 köyü ele geçirmektedir. Kobani, Halep ile Suriye’nin doğusu arasındaki ulaşım hatlarını kontrol ediyor. YPG’ye, Özgür Suriye Ordusu’na destekleri sorulduğunda duruma göre davranacaklarını, daha çok kendi bölgelerini geliştirmekle meşgul olacaklarını gösterdiler. Özellikle Afrin ve Burkan el-Firat bölgeleri Kürtlerin genişlemek istediği diğer bölgelerdir.
ABD, böylece Suriye cehenneminde kendi kontrolünde yeni bir ölüm makinesi yarattı ve bu makine içeri doğru gittikçe kendi hava harekâtı için önemli olan keşif, istihbarat imkânları daha da artacaktır. Amerikalı uzman Michael Rubin’e göre ABD, kendisini hiçbir zaman hedef almayan PKK’yı terörist örgütler listesinden çıkarmalıdır. Rubin’e göre IŞİD ve Hamas’a desteğini sürdüren Türkiye, PKK’dan daha fazla terörü desteklemektedir. Üstelik PKK, hem IŞİD hem de Suriye rejimine karşı savaşmakta, eğit-donat diye gelen Amerikan özel kuvvetleri ve istihbaratçıları onlara rehberlik etmektedir. IŞİD’a karşı Barzani milislerine yeni roller için Erbil’de bir ABD lojistik üssü açılması kararı alındı. PKK’yı desteklemenin adı şimdi IŞİD ile savaştı. Bu bahane ile başta Almanya olmak üzere diğer Batılı ülkeler de yardıma başladılar. Bugünlerde Erbil’de kurulacak lojistik üs artık tüm yardımları meşru ve olağan hale getirecektir. Barzani’nin sözcüsü Helgurt Hikmet, "IŞİD hedeflerine yönelik hava operasyonu düzenleyen uçaklara lojistik destek sağlamak amacıyla ABD tarafından bir askeri üs kurulacağını” açıkladı. Hikmet, IŞİD karşıtı koalisyonda yer alan 60 ülkenin de Erbil'deki askeri üste uçak bulunduracağını aktararak, bunların ne zaman ve ne şekilde hareket edeceğine kendilerinin karar vereceğini söyledi. Erbil üssü, hiç şüphesiz Türkiye için hayra alamet değil. ABD’nin 2007’den beri devam eden demokratik çözüm beklentisi Ankara üzerinde diğer önemli bir baskı olmaya devam ediyor. Irak ve Suriye’deki gelişmeler Türkiye’nin güneydoğusundaki eylemleri tetikledi ve bölgedeki tehlikeli potansiyeli daha belirgin hale getirdi. Cizre’deki olaylar esnasında Hüda-Par lideri Zekeriya yapıcıoğlu, ABD Adana Konsolosu John Epizona’nın bölgeyi karıştırdığını söyledi. Takvim gazetesine konuşan Yapıcıoğlu, Epinoza ne zaman Güneydoğu Anadolu’ya gelse olaylar çıktığını söyledi. Yapıcıoğlu, 6-7 Ekim olayları öncesi de Konsolosun bölgeye geldiğini, gene o dönemde HDP lideri Demirtaş’ın ABD’yi ziyaret ettiğini hatırlattı. Adana Konsolusunun sık sık bölgeye ziyaretler yapması bir diplomat için olağan olmamakla beraber 15 Temmuz’da Diyarbakır’a, ertesi gün Mardin’e, 9 Eylül’de Yüksekova’ya, ertesi gün Şırnak’a ve 11 Eylül’de Silopi ve Cizre’ye gitti. Eylül ziyaretlerinin sonrasında 6-7 Ekim olayları çıktı ve Epinoza, 16 Ekim’de Diyarbakır, 11 Kasım’da Reyhanlı’da idi. Bütün bu açıklamalara ABD büyükelçiliğinden herhangi bir düzeltme gelmedi. 
Türkiye’nin Ortadoğu çıkmazı..
Türkiye’nin son yıllarda İslam dünyası ile ilgili söylemleri aslında Sünnilere ve özellikle Körfez ülkelerini arkasına almaya çalışan bir gayretti. Başlangıçta Sünni eksen gibi büyük bir hayal üzerine oturan bu ilişkiler önce Arap Baharı esnasında Tunus, Mısır, Libya, Suriye, Filistin ve Gazze krizleri ile testlerden geçti, ayrıştı. Daha sonra Irak krizi ve IŞİD’in doğuşu ile birlikte tonlar yerine oturdu ve şimdilerde Türkiye yapayalnız kaldı. Türkiye’nin Körfez bölgesine ilişkin politikaları iki eksene oturmuştu; Suudi ve BAE tarafında daha muhafazakâr ilişkiler söz konusu iken, Katar ve Kuveyt tarafında ise daha esnek işbirlikleri söz konusu idi. İşin aslı Suudi tarafı başından beri Türkiye’ye hep şüphe ile bakmış, gereğinden fazla önem vermemiş; ülkesinin üçte ikisi Amerikan üssü olan ilkesiz Katar ise Türkiye ile olabilecek teröristleri finanse etme, Türkiye’de kara para aklama dâhil her türlü kirli işe girmişti. Türkiye ve Suudi Arabistan arasında Suriye cephesinde ideolojik farklılık nedeni ile savaş içinde ayrı bir savaş var. İkisi de Sünni olmasına rağmen bu farklılıkların temelinde; IŞİD’a bakış, isyancı grupların desteklenmesi, Müslüman Kardeşler’e yaklaşım ve Esat sonrası Suriye’nin geleceği gibi faktörler yatmaktadır. AKP iktidara geldiğinde ekonomik ilişkilerde Suudi Arabistan’dan önemli destek almıştı. Ancak, önce Arap Baharı ile birlikte belirgenleşen Erdoğan’ın Müslüman Kardeşler’e desteği ilişkileri germeye başladı, Suriye’deki beklenti farkılılığı ise ilişkileri iyice soğuttu. Suudi liderliği, Müslüman Kardeşler’in devrimci yaklaşımlarını Vahabizmin kabileci değerlerine tehdit olarak görmektedir. Suudiler, sosyal değişimin kraliyet ailesine dayalı olarak sürmesini istemekte, Müslüman Kardeşlerin yaklaşımını çoğulcu bulmaktadır. Türkiye’nin Suriye’yi kontrol etme niyeti önce Suudileri rahatsız etti. İki ülkede isyancıları desteklemesine rağmen kendi kontrolünde bir Suriye için çekişmekte ama ikisi de IŞİD’in gitmesi için önce Esat’ın gitmesi gerektiğini savunmaktadır. Ancak, IŞİD’a bakışları da farklıdır. Suudiler, IŞİD’i monarşi ve Sünni ideoloji için tehdit olarak görürken, Ankara ise coğrafi yakınlığının avantajı ile yararlı bir jeopolitik vasıta olarak kullanmak istemektedir. İki ülke arasındaki diğer bir farklı politika alanı Irak ile ilgilidir. Yeni Irak başbakanı Haydar El-Abadi, Sünni Arap dünyası ile de ilişkilerini geliştirmek istemektedir. Türkiye, parçalanmış Irak’ın Türkiye’nin Sünni politikasına ve Kürtler üzerinde enerji kartını kullanmasına yardım edeceğini düşünmektedir. Suudilere göre; parçalanmış Irak ile güneyinde bir Şii devleti kurulacağından, Sünni kısımı ile irtibatı kesilecek ve burası mezhepçi Türkiye’nin kontrolüne girecektir. 


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***


21 Mart 2017 Salı

( BİRİ BİZİ HALA GÖZETLİYOR ) Son Wikileaks Belgelerinden Vault 7 Çikarilacak dersler


( BİRİ BİZİ HALA GÖZETLİYOR ) Son Wikileaks Belgelerinden Vault 7 Çikarilacak dersler



Son Wikileaks Belgelerinden (Vault 7) çıkarılacak dersler..

Doç.Dr.Sait Yılmaz. 1

WikiLeaks, geçen hafta başında 8.761 sayfalık CIA dokümanını Vault 7 web sayfasından yayınladı. 

Wikileaks kurucusu Julian Assange’a göre, bu ?Year Zero? adını verdikleri serinin ilki olacak ve ABD’nin dijital vasıtalar ve tekniklerle nasıl bilgi topladığını açıklamaya devam edecekler. Belgeler CIA’nın akıllı telefonlar (iPhone) ve Samsung TV’ler üzerinden nasıl özel hayatımıza sızdığının teknik detaylarını veriyor.

Son belgeler,

Amerikan İstihbaratının 2010 yılından beri dördüncü büyük sızıntısı oldu.

 Daha önce 2010 yılında Chelsea Manning isimli istihbarat analizcisi ile ilk sızıntılar yaşandı.

2013 yılında NSA’nın sözleşmeli çalışanı Edward Snowden, büyük teknoloji şirketleri (Google, Facebook, Microsoft ve Apple) ile birlikte NSA’nın bizi nasıl dinlediğini ve takip ettiğini ifşa etmişti. Böylece;

NSA’nın YouTube, Skype, Google and Apple gibi şirketlerin server’larından doğrudan bilgi çekebildiğini öğrendik. NSA, dünya üzerindeki herkesin e-mail, internet ve sosyal medya ilişkilerini izlemektedir.

- Snowden, aynı zamanda ABD’nin tüm dünyayı nasıl dinlediğini ifşa eden bir ?telekulak haritası? ifşa etti. NSA/CIA ajanlarının dünyanın çeşitli yerlerindeki 90 adet  ?

Özel Toplama Servisi (SCS)? birimini kullanarak aralarında 35 ülke liderinin de bulunduğu milyonlarca kişiyi dinlediği ortaya çıktı. 

Birkaç ay önce başka bir eski NSA çalışanı Harold ?Hal? Martin III, NSA’nın hackleme faaliyetleri hakkında bilgi sızdırırken yakalandı

. Son sızıntılar ile NSA kadar büyük olmasa da CIA’nın siber cephanesi ortaya çıkmış durumda.

Bu makalede, neler olduğunu ve çıkarmamız gereken dersleri ele alacağız.

Son Wikileaks belgeleri neleri ortaya çıkardı?

CIA’nın Mühendislik Geliştirme Grubu’nun server’ından alınan 8 bin sayfalık Wikileaks belgesi (Vault 7), akıllı telefonları, bilgisayarla işletilen sistemleri,
otomobilleri, messenger uygulamalarını ve internete bağlı televizyonlarımızı nasıl hacklediğini ortaya koydu. 

Belgeler 2013 - 2016 arası döneme ait ve CIA’nın iPhone, Android telefonlar, Samsung TV, Skype, Wi-Fi ağları ve antivirüs programlarını nasıl kullandığını açıklıyor. Açıklamalar ,

CIA’nın bu vasıtaları uzaktan kontrol edebildiğini, içine aktif kameralar ve mikrofonlar yerleştirdiğini, böylece yerinizi ve özel mesajlarınızı takip ettiğinizi ortaya koyuyor.
 Daha da çarpıcı olan bu işte CIA yalnız değil, İngiliz istihbarat servisleri ile birlikte geliştirdikleri ?Damlayan Melek (Weeping Angel)? programı ile TV.niz kapalı olsa bile kayıt yapmaya devam ediyor olmaları.

Samsung akıllı TV.lere kurulan düzen CIA ve İngiliz MI5/İngiliz Güvenlik Serv isi ile birlikte hazırlanmış. TV setine yerleştirilen Weeping Angel ile siz kapalı sanıyorken bile televizyonunuz açık kalmaya devam ediyor.

Bir dinleme aleti gibi odadaki sesleri kaydediyor ve internet üzerinden CIA server’ına gönderiyor. Sözde teröristleri takip etmek için kurulan ağ içinde ,

CIA hacker’larının ABD dışişleri görevlisi örtüsü altında diplomatik pasaportlu olarak Frankfurt Konsolosluğu içinde yer alması ve CIA’dan verilen talimatlarda  
Alman karşı -istihbarat gayretlerini boşa çıkarmanın bulunması en dikkat çekici sızıntılar arasında. Böylece CIA elektronik yöntemlerinin fiziksel yakınlık prensibine  göre dizayn edildiği de anlaşılıyor. Bu saldırı yöntemi ile internete bağlı olmasanız bile polis bilgi bankaları gibi yüksek güvenlik ağlarına girmeniz mümkün.  

1- Sait Yılmaz: Amerikan İstihbaratı Bizi Nasıl İzliyor, FBI- Apple Çekişmesinin Perde Arkası, academia.edu.tr,  (12 Kasım 201 6)


   Frankfurt’taki olayda istihbarat ajanının fiziksel olarak hedefin çalışma alanına sızdığı anlaşılıyor. Yayınlanan belgelere göre; ajan, özel bir yazılıma sahip USB 
(flashdisk) hedef bilgisayara monte ediyor. Sadece bilgiyi çalmıyor, hedefe virüs de bulaştırıyor. ? Fine Dining? adı verilen saldırı yöntemi ile CIA ajanlarına 24 tuzak uygulaması sağlanıyor. Ajan, sanki video seyrediyormuş, ya da oyun oynuyormuş gibi gözükürken, sistem otomatik olarak enfekte edilmekte ve boşaltılmaktadır.

Amerikalıların siber casusluğu, sadece Almanları değil, Avrupa, Ortadoğu ve Çin’deki seçilmiş kişi, grup ve milli kurumları hedef alıyor. Büyük bir dijital casusluk kitlesi bunun için çalışıyor. ABD’de ya da ülkenizde sık sık rastlanan kontrol noktaları aslında sizleri mikro çipli ehliyetleriniz, pasaportlarınız, kredi kartlarınız, arabanıza gizlice yerleştirilmiş GPS ve telefonunuza gelen casus yazılımlar ilesizi izliyor ve kaydediyor. Biyometrik resimler ve mikro çipler yeni dünya düzeninin nüfusu kontrol mekanizması oldu.

 NSA ile kıyaslandığında,

CIA’nın tekniği daha az serpme, daha çok zıpkınla balık avlamaya yönelik.
WhatsApp, Signal ve Confide gibi uygulamaları saymaya gerek yok. Bu uygulamalarda şifre kırmadan da yazılım üzerinden her türlü bilgiyi alı
yorlar. 

Diğer bir CIA yazılımı kullanıcı adlarını, şifreleri ve Wi Fi anahtarlarını aşarak casusluk ağını ve diğer irtibatlı aletleri genişletiyor. Bulaşık makineniz de dâhil tüm ev aletleriniz casusluk aparatına sahip olabilir. 
Akıllı telefon ile işaretlemiş ve yeri belirlenmiş bir mesaj gönderiyorsunuz. Eğer istihbarat servisi sizi seçmişse , akıllı telefonunuz üzerinden evinizin oturma 
odasında aslında gerçek zamanlı olarak birliktesiniz demektir.

Vault 7; CIA, NSA ve diğer ABD kurumları arasında büyük bir vasıta ve bilgi değişim ağını da ortaya koyuyor. Buna Avustralya, Kanada, Yeni Zelanda ve 
İngiltere yani Echelon’un diğer üyeleri de dâhil.

Wikileaks’in ABD’de yarattığı sarsıntılar..

Şimdi ABD yönetiminin vereceği tepki ve istihbaratın devam edecek gibi gözüken sızıntılara nasıl çare bulacağı merak ediliyor. ABD yönetimin üst kesimleri ve hükümetin çeşitli kademelerindeki güvensizlik ve gerginlik tırmanırken, son belgelerin ne amaçla sızdırıldığı tartışılıyor. 

Yaklaşık 2 ay önce Amerikan istihbaratı, başkanlık seçimi tartışmaları esnasında Wikileaks ile Ruslar arasında bağ olduğunu açıklamıştı. 
Amerikan başkanlık seçimleri, Rusya’nın adamı gibi gözüken bir adayla (Trump), Rus istihbaratının hedef seçtiği diğer bir aday (Clinton) arasında geçti. Rusların 2013 onrası siber istihbarat yolu ile sızdırdığı bilgiler arasında;

 - Hillary Clinton’un Libya’daki Kaddafi’ye ilişkin NATO müdahalesi sonrası sözleri (Geldik, gördük, öldü),
 - ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Victoria Nuland’ın Ukrayna’da rejim değişikliği ile ilgiliözel görüşmeleri - Hillary Clinton’un başkanlık seçimlerini kaybetmesine etki eden e- postalarının ifşası vardı.

Ekim 2016’da yani başkan seçilmeden önce Trump, Pennsylvania’daki konuşmasında ?

 Wikileaks’i çok seviyorum? demişti. O dönemdeki sızıntılar rakibi
Hillary Clinton’un finansal şirketlerle ilişkilerini ortaya koyuyordu.

Trump, ABD içinde kendi başkanlığını hedef alan bir derin devlet olduğuna inanıyor. ?Derin devlet? terimi en çok Alternatif Sağ’ın haber sitelerinde Steve Bannon ve  diğer sağ kanat medya tarafından kullanılıyor.

Geçen ay, Obama’nın yasal olmayan şekilde Trump’ın ülke içi ve dışı haberleşmelerini takip ettiği de ortaya çıkmıştı.

Son sızmaların Trump’ın zaferine bir reaksiyon olduğu düşünülürken,

Wikileaks ABD istihbaratına bir darbe daha vuruyor.

Şimdi, ABD’deki Crowd Strike ve FireEye gibi siber güvenlik şirketleri her yerde Rus izi arıyor. Demokrat Milli Komitesi toplantısındaki bilgisayarlarda
Kril alfabesi ile yazılmış bir metin bulun du. Bunun Yandex üzerinden geldiği sanılıyor.

Ancak, CIA ’nın arkada iz bırakmamak için başka ülkelerden yazılım çaldığını ve bu yolla adres konusunda aldatma yaptığını biliyoruz. ABD’nin en önemli kanıtı ise hacker’ların Rusların tatil günlerinde saldırmaması ve çalışma saatlerinin Moskova ve St. Petersburg ile uyumlu UTC+3 dilimine uygunolması

2. Dili Rusça olduğu için iki Gelişmiş Sürekli Tehdit’in Rusya’nın işi olduğu düşünülüyor.

Rusya, bugüne kadar Wikileaks’in kurbanı olmayan tek ülkedir. Trump iktidarda olduğu sürece Trump yanlıları, karşıtları ve Ruslar üçgeninde sızıntılar devam edeceğe benziyor. Amerikan istihbaratının büyücü avı yani kendi kuyruğunu yakalama çabası onu uzun süre meşgul edecektir. Özellikle NSA çalışanlarının yeni başkanı sevmedikleri biliniyor. Trump, kendisini koruması gereken FBI’ın başkanı James Comey’in performansından memnun değil ve o da yolcu gibi. 

Wikileaks, belgeleri önce Alman Der Spiegel ve İtalyan La Repubblica ile paylaştı. WikiLeaks dezenformasyon kampanyalarının parçası haline gelmiş gözüküyor. 

Büyük bir yığın halindeki belge detaylı incelemenize imkân vermeden yayınlanıyor. Bunlar , yönlendirici haberler ve tweet’ler ile hassas hale getiriliyor. Sonra da arkayayaslanıp, olan biteni izliyorlar 3 . 

Nereden bakılırsa bakılsın bu bir fabrikasyon kriz.

Sonuç almak için, Julian Assange, ABD’deki teknoloji şirketlerine CIA’nın ürünlerini nasıl hacklediğine dair teknik detayları vermeyi teklif etti.
CIA başlangıçta belgeleri inkâr etse de süratle kimin sızdırdığını araştırmaya başladı.

 Belgeler eski bir NSA ajanı tarafından alınmış olabileceği gibi halen Edward Snowden’e ev sahipliği yapan Ruslar da, Wikileaks’e başka bir kaynak üzerinden vermiş olabilir.

Öte yandan, CIA’nın özel şirketlerle yaptığı işler en az araştırılan konular arasındadır. CIA için hackleme projelerinde bir düzineden fazla özel (sözleşmeci) şirket çalışıyor ve çoğu Virginia - Chantilly yakınlarında toplanmış. Sonaylarda, CIA içinde hackleme projeleri ile ilgili bazı şirketler hakkındaki dedikodular (kötü kan) üzerine soruşturma başlatılmıştı 4. 

Bu şirketlerden Washington D.C.’nin banliyö semti Virginia’da olan bir tanesi CIA’nın Mühendislik Geliştirme Grubu için yazılım üretiyordu. Yakın zaman önce CIA’nın denizaşırı bölgelerinde çalışan sözleşmeci gruba yeni iş verilmeyince, durumdan memnun olmayan bazı kişilerin sızıntıyı yaptığı sanılıyor.

 Wikileaks, aynı zamanda CIA’nın artık kendi hackleme ekibini kontrol edemediğini gösterdi. Ama kimse CIA’nın bu son derece sınırsız ve kontrolsüz hackleme işlerine bir dizgin vurmayı aklına getirmiyor. Çünkü onu denetleyecek Kongre içindeki herkes onların kuklaları yani tilki, kümesi bekliyor.

Wikileaks belgelerinden çıkarmamız gereken dersler..

Sözde terörle mücadele için bilgi topluyorlar, terörist ağları tespit ediyorlar. Ancak, yaptıkları; her devleti, üst düzey kişileri, şirketleri, teknolojileri, 
ulusal bilgileri izlemek ve bilgi çalmak. 

Her türlü kanunsuzluğu ve ahlaksızlığı yapmaları için kendilerine meşruiyet sağladıklarını düşündükleri anahtar iki kelime var; 

Amerikan çıkarları?. 

Şimdi ABD, utanmak yerine ulusal güvenliklerine kimin zarar verdiğini tartışıyor 
. Yeni Wikileaks belgelerinin ardından FBI başkanı James Comey, Amerikalıların tam bir mahremiyet beklemeleri gerektiğini ve adaletin ulaşamayacağı 
bir yer olmadığını söyledi. 

2 Danielle Ryan, WikiLeaks’ CIA Dump Makes the Russian Hacking Story Even Murkier —if That’s Possible, salon.com, (March 12, 2017).

3 Zeynep Tüfekçi, The Truth About the WikiLeaks C.I.A. Cache, New York Times, (March 9, 2017).

4 Shane Harris, Authorities Question CIA Contractors in Connection With WikiLeaks Dump, Washington Post, (March 11, 2017).


Comey, insanların kendi arasında özgürce konuşmasının özgür toplumun temeli olduğunu unutmuş. Üstelik ABD anayasası da sözde kendi vatandaşlarına bunun 
garantisini vermektedir

ABD içi tartışmalara bakarsanız dünya ABD vatandaşı olanlar ve olmayanlar diye ikiye bölünmüş. ABD ve Rus istihbaratı arasında son yıllarda her cephede gizli bir savaş olduğunu biliyoruz.

Düşen uçaklar, haber bile yapılmayan suikastlar bir yana Rus istihbaratının ABD siber sistemlerine çok iyi sızdığını ve bizi de ilgilendiren pek çok şeyi haftalar önceden haber aldığını biliyoruz. Ancak, sızdırılan ve üzerine hikâye yazılan belgeler iyi seçilmiş, bizim coğrafyamızı şimdilik mahfuz tutuyor, Almanya’nın ABD ile arasının açılması için özel bir gayret var.
Gelelim bize. Terörizmle mücadele, terörist ağları ortaya çıkarma bahanesi ile gittikçe daha çok içimize nüfuz eden, devamlılık gösteren, özel hayatımızı habersizce araştıran ve ?belki bir gün lazım olur? diye kayıt eden güçler ile karşı karşıyayız. Hiçbir  suçunuz ya da suça ilişkin bir kanıt ya da yasal gerekçe olmadan sürekli takipte siniz.
Kapalı devre kameralar bizi her cadde ya da trafik ışığında takip ediyor. Üzerimizde uçan insansız hava araçlarından hiç haberimiz olmuyor. Bütün bu vasıtalar ve uygulamalar için sizin özel hayatınızın gizliliği bir mazeret değil. Sorun, bir engel ortaya çıktığında oluşuyor, ?terörizmle mücadele bahanesi? arka planda her kapıyı açıyor. Yayınlanan CIA belgeleri, tüm modern araçların kolayca elektronik olarak hack’lenebileceğini ve uzaktan kontrolle bir kazaya maruz kalırken, arkada iz bırakmayacağını gösteriyor 5. 

Aklımıza hemen geçenlerde İstanbul’da düşen Rusların da öldüğü helikopter kazası geliyor. Helikopter kitlenmiş olmasa nasıl kuleye çarpar? 

Yıllardır TSK.nın, hükümetin ve hedef seçtikleri kişilerin gizli ve özel bilgilerini ifşa edenler, ses ve video kayıtları ile komplo kuranlar , bu teknolojileri hangi ABD özel şirketleri ve ajanları ile birlikte kotardı? Bu dinleme ve izleme araçları şimdi nerede? Acaba, bunları araştırıyor muyuz? 
Kanaatimce ülkemizde çeşitli örtülü işler altında pek çok yabancı teknoloji şirketi ve uzman izleme, dinleme ve gözetleme işleri ile meşgul. 
Amerikalıların kripto teknolojimize sızma merakı son on yılda TUBİTAK ve ASELSAN’a çok zarar verdi.
Peki, biz ne yapmalıyız? Türkiye’nin şartlarında kişisel iletişimine ve bilgilerine önem veren pek çok tanıdığımın telefonu yok, acil bir durumda çocuğunun telefonunu kullanıyor. Önceleri özel bilgilerimizi internete bağlı bir bilgisayarda saklamama mız tavsiye edilirdi. 

Ama şimdi evinize giren her alete ya da arabanıza bir aparat takılarak da özel hayatınıza nüfuz edilebilir. Her gün facebook, twitter ya da 
Whatsapp üzerinden yaydığınız bilgiler ve resimler birilerinin analizlerine malzeme oluyor, kendimizi ele veriyoruz.

Yapmamız gereken, en azından durum farkındalığı yani izlendiğimizin farkında olarak davranmamız. Özgürlüklerimiz çalınırken, teslim olmamalı, susmamalı,
buna sadece biz değil tüm dünya kamuoyu tepki vermelidir. Önce özel hayatımıza sızanlara sonra da buna tedbir getirmeyen veya alet olan yönetici ve şirketlere tepki vermeliyiz.

Bedenimiz, ailelerimiz, mülkiyetimiz ve yaşamımız gittikçe başkalarının oyun sahası haline gelirken, kendimizi korumak için örgütlenmeli, yasal ve
kurumsal yollar oluşturmalıyız.

Özel hayatımızın gizliliğinin korunması ya da ihlal edilmemesi, uluslar arası yaptırımları olan bir kuruma ihtiyaç olduğunu dikte ediyor.

Gelişmeler, paranoyak gördüğünüz kişileri haklı çıkardı. Özgürce düşünme ve fikirlerimizi söyleme hakkımız elimizden kaymaktadır. 
Şimdi özgürlüğümüze dadanan bu ağ ile mücadele için ilgili gerçekleri arama, konuşma ve paylaşma zamanıdır. 

Yoksa sadece özgürlüklerimizi değil, gerçeği de kaybedeceğiz.


Joachim Hagopian, America in Turmoil: From Deep State Insurgency to Deep State Spying

 WikiLeaks’ Vault 7, Global Research, ( March 10, 2017)


https://www.academia.edu/31888369/Son_Wikileaks_belgelerinden_Vault_7_cikarilacak_dersler


***