30 Eylül 2017 Cumartesi

Türkiye-Irak-Suriye üçgeninde neler oluyor? BÖLÜM 1




Türkiye-Irak-Suriye üçgeninde neler oluyor?BÖLÜM 1


Doç.Dr.Sait Yılmaz

Ortadoğu’da devam eden iç çatışmalar, bölgedeki devlet ve devlet-dışı pek çok aktörün bölge dışı güçlerin etkisi ile günden güne değişen politikaları, arkasında kim olduğu muğlak olan IŞİD ve benzeri terör örgütü ya da isyancı grupların varlığı sadece sıradan vatandaşların değil, bölge ile yakından ilgili kişilerin dahi kafasını karıştırmaya devam ediyor. 2011 yılında başlayan Arap hareketlerinden bugüne köprülerin altından çok sular aktı, eski ittifaklar bozuldu, yeni arayışlar başladı. Başta Türkiye olmak üzere Ortadoğu’nun kaybedenleri gene ABD ile ittifak yapanlar oldu, diğerleri mazlum sınıfına girdi. Şu anda ABD’nin gözdesi olan Barzani ve PKK/PYD/YPG için de kaçınılmaz son bu olacak. Mark Twain’in dediği gibi “Tarih tekerrür etmez, bazen kafiye yapar.” Ortadoğu’da binlerce yıldır olduğu gibi dış güçlerin buradaki grupları birbiri ile çarpıştırma stratejisi devam ediyor. Bütün bu olup-bitenler içinde Türkiye’nin 21-22 Şubat 2014 gecesi Süleyman Şah karakoluna yaptığı askeri operasyon, kamuoyunun dikkatini tekrar bölge ile ilgili gelişmelere yöneltti. Ancak, Türkiye-Irak-Suriye üçgeninde olup bitenler yani daha büyük resim içinde bu operasyon, kamuoyu hafızasını silme daha doğrusu onun zekâsı ile alay etmeden öte bir anlam taşımıyor. Ankara’nın büyük bir iflasın içindeki Ortadoğu politikası, tıpkı MİT’in Musul elçiliği personelini kurtarma operasyonu gibi IŞİD ile koordineli kolay bir zafer yaratarak öncelikle vatan topraklarını  terör örgütlerine bıraktı, ötesinde Kürt koridoruna hizmet etti. Güneydoğu Anadolu bir bölünme senaryosu içinde iç savaşın kenarına gelmişken, Irak’ın kuzeyindeki Kürt gruplar bağımsızlık ilanı için gün sayar ve bir yandan da IŞİD ile mücadele görüntüsü altında toprak genişletme sevdasına düşmüşken, PKK ve türevleri artık meşru hale gelmiş ve Suriye’de ABD’nin müttefiki olarak yeni roller beklerken; Türkiye, uçuruma doğru gidiyor. ABD, Ortadoğu’ya yönelik politikalarına kitlesel tepkileri de etkisizleştirip, Türkiye’nin de dâhil olduğu bu coğrafyada güç merkezleri ve direnç noktalarını yok etmeye çalışan bir süreç içindedir. Batılılar Ortadoğu’da büyük oyunun yeni sahnesi hazırlıyor, Ankara ise seçimlere kadar durumu idare etmek için yeni güvenlik paketi ve yeni anayasa söylemi ile gündemi doldurmaya çalışıyor. Güneydoğu Anadolu’da ülkenin fiilen bölündüğünün farkına henüz varamayan hükümet, kozmetik güvenlik paketi ile kamu güvenliğini sağlayarak, durumu geçiştireceğini sanıyor. Ancak, gelişmeler ABD’nin gözünde hükümetin vadesinin dolduğunu gösteriyor. Ne demek istiyoruz, neler oluyor? İşte bu makalede bunlar üzerinde duracağız.
Suriye’de neler oldu?..
ABD Dışişleri Bakanlığı ve NED, 2006 yılından beri Suriye’deki muhalif grupları fonları ile destekliyordu. Batılı medya tarafından Suriye’deki ayaklanma hareketleri kamuoyuna demokrasi taraftarlarının hareketi olarak yansıtıldı. Ancak bu ayaklanma çok önceden Tunus ve Mısır’daki hareketlere göre zamanlanmış ve koordine edilmişti. Suriye’de Mart 2011’de Dera’da başlayan ayaklanma planlarının yürürlüğe konmasında ABD’nin sessiz ve gölgede kalmayı seven diplomatlarından Robert Ford, kilit rol oynadı. Akıcı Arapça konuşan Ford, Dışişleri Bakanlığının Arapçı grubunun bir elemanı idi. Robert Ford, büyükelçi olarak Şam’a Ocak 2011 sonunda yani Mısır’daki protestoların zirve yaptığı dönemde gelmişti. Robert Ford, Haziran 2011’de Hama’ya yaptığı ziyaret esnasında göstericiler tarafından zeytin dalları ile karşılanırken, hükümet yanlıları Şam’daki ABD büyükelçiliğinin camlarını kırıyordu. Bu geziden aylar sonra Dışişleri Bakanı Clinton, Suriye rejiminin meşruiyetini kaybettiğini açıklayarak düğmeye bastı. Sivilleri koruma sorumluluğu (R2P) Batılı güçlerin propaganda teması idi. Önce Batı medyası koro halinde Beşar Esat’a karşı barışçı protesto gösterilerinden bahsetmekle işe başladı. Bu grupların içine İslamcı paramiliter gruplar sızdırılmıştı. İsyancılara anti-tank tuzakları, girilmesi zor engeller ve ağır makinalı tüfekler verilerek direniş güçlendirildi. Ortada gene Batı tarafından eğitilmiş ve donatılmış İslamcılar vardı. Bunların bir kısmı Libya’dan gelip Türkiye üzerinden Suriye’ye geçti. İlk adım tanklar ve helikopterler desteğinde muhaliflerin rejimi devirmesi idi. Libya’daki NATO tipi operasyon yerine büyük miktarda tanksavar, hava savunma füzesi, havan ve ağır makinalı tüfek ile Suriye zırhlı kuvvetleri yenilecekti. İsyancılara silahlar Türkiye sınırları üzerinden gitti. Gönüllülere Türkiye’de iken barınma, eğitim ve emniyetli geçiş imkânı sağlandı. 
Suriye üzerindeki oyun için biraz daha geriye gidip, 2007’de AKP ile ABD arasında yapılan gizli bir anlaşmayı hatırlayalım. Bu anlaşma ile AKP; ABD’ye Türkiye içinde demokratik barış süreci, Irak kuzeyindeki Kürtler ile iyi ilişkiler, o zamana kadar iyi giden Suriye ve İran politikalarını değiştirme sözü veriyor, bunun karşılığında ise Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmak üzere olan partinin kurtarılması, Balyoz ve Ergenekon operasyonları için düğmeye basılması sözü alıyordu. Bundan sonraki gelişmeler bu mihverde yürüdü ve iki taraf sözünü tutmaya çalıştı. Suriye’nin düğmesine basılma kararı verilince, Nisan 2011’de yapılan AKP’nin üst düzey toplantısında Suriye’ye karşı izlenecek politika ele alındı. 2002 yılından itibaren Suriye ile iyi giden ilişkilerin bir şekilde bozulması zamanı gelmişti. Toplantı sonunda Esat’tan bazı isteklerde bulunulması, başlayan iç karışıklıklar karşısında görünürde destek verilmesi kararlaştırıldı. Bu isteklerin başında Katar’dan gelecek doğal gaz projesinin kabulü yanında sürgündeki Suriyeli Müslüman Kardeşlerin ülkeye kabulü ve siyasete girmesinin sağlanması vardı. Hâlbuki Mısır’da ayaklanmaların daha sekizinci gününde Türkiye, gene Müslüman Kardeşler sevdası ile Mübarek’in görevi bırakmasını istemişti. Suriye için reform karşılığında iktidarda kalma pazarlığı tamamen sahte idi. Önce Hakan Fidan daha sonra o zamanki dışişleri bakanı Davutoğlu Esat’ı ikna için nafile ziyaretler yaptılar. Müslüman Kardeşler, Erdoğan’ın Ortadoğu’ya ilişkin eş başkan olarak kendi planlarının en önemli vasıtalarından biri idi. Bu sırada dışişleri bakanı Davutoğlu “Esat derhal ve şartsız bir şekilde ateşi kesmezse askeri müdahaleyi düşüneceklerini” söylemeye başladı. Esat teklifi reddedince Suriye Müslüman Kardeşleri, Türkiye sınırlarında Özgür Suriye Ordusu’nun tugaylarını kurmaya başladılar. Tampon bölge ve uçuşa yasak bölge oluşturulması ilk defa o zaman akla geldi. Böylece Libya’daki Bingazi gibi Suriye içinde de ayaklanmacılar için emniyetli bir bölge yaratılacaktı. Ankara, Esat’ın kısa sürede düşeceğini tahmin ettiğinden tampon bölge ve uçuşa yasak bölge için o dönemde çok ısrar etmedi. Bugün ABD ve diğer batılı ülkeleri Suriye’de kara harekatı yapılması için sürekli çağrı yapan Davutoğlu, Nisan 2012’de durumdan o kadar emindi ki; “Yabancı müdahalesine karşı olduklarını, bölgenin geleceğine kendi halkının karar vereceğini” söylüyordu.
CIA’nın kontrolünde 2011 yılından beri Suriye’deki iç savaşın finansörü ve eleman kaynağı olmaya devam eden Suudi Arabistan ve Katar, IŞİD’in ana kaynağı olan El Nusra’nın yaratılmasında ABD’nin en yakın müttefiki oldular. Suudiler ve Katar parayı verirken, Türkiye, lojistik destek sağlıyor, silah ve teçhizat veriyor, kendine göre Suriye direnişini örgütlüyordu. İran ise Suriye’de olanların ülkenin iç meselesi olduğunu söylüyor ve Batıyı suçluyordu. Ankara, Suriye’de savaşan muhalif Sünni cihatçıları desteklerken, Esat sonrası hükümeti kontrol altına alacağını hesaplamıştı. Bu yüzden Özgür Suriye Ordusu’nun lider kadrosunu oluşturdu, yabancı savaşçıların Türkiye üzerinden geçişine izin verdi, direnişçilere eğitim ve lojistik desteği sağladı, Suriyeli göçmenleri sahiplendi. Bununla da yetinmeyip Suriye’nin Dostları (!) gibi siyasi oluşum ve toplantılara da öncülük etti. Türkiye, bu dönemden itibaren eğittiği isyancılara hedef olarak Halep’i gösteriyordu. Türkiye, Esat’ın altı ay içinde düşeceğini hesaplamıştı ancak, Rusya ve İran’ın sayesinde Esat ayakta kalmaya devam etti. Esat dayanıyordu ve 2013’deki kimyasal silah provokasyonundan sonra Erdoğan ve Fidan ABD’ye giderek Obama’dan hava harekatı istemeye başladılar. ABD yönetimi ise sadece Türkiye’nin hava harekatını talebini reddetmedi, Selefi Ahrar El-Şam ve El Nusra içindeki El Kaide bağlantılı gruplar için de azarladı. ABD hava harekatı, IŞİD’in doğuşu ile birlikte başlarken, Türkiye harekatın Esat’a yönelik yapılması halinde destek vereceğini söylüyordu. Ankara’ya göre IŞİD yok edilirse bıraktığı boşluklara Esat güçleri gelir ve eğittikleri isyancılar yok olurdu. Bu yüzden Türkiye tekrar tampon bölge ve uçuşa yasak bölge diye tutturmaya başladı ve Ekim 2014’de bir emniyetli bölge önerisi yaptı. Bu haritada Esat saldırır diye Halep yoktu, Ayn el-Arap (Kobani) vardı. Türkiye’nin tampon bölge ve uçuşa yasak bölge istemesinin arkasında Osmanlı’dan kalma Halep’e kadar etki sağlama merakı vardı. 
Suriye’nin geleceği ile ilgili ülkelerin farklı hesapları, isyancı grupların çeşitlenmesine ve kendi içinde ayrışmasına neden oldu. Türkiye’nin bölgeye dış güçleri getirme, NATO’yu devreye sokmak için oynadığı kimyasal silah saldırısı, Süleyman Şah’a saldırı ve benzeri komplolar işe yaramadı. 2014 yılı boyunca Türkiye, Suriye’nin güneyinde bir tampon bölge ve uçuşa yasak bölge oluşturmak için ABD üzerinde girişimlerine devam etti. Ankara’nın planı IŞİD’in de kovulması ile Kobani’nin tampon bölgeye dahil olması idi. Ankara’nın istekleri ABD ve Arap müttefiklerinin hoşuna gitmedi. Türkiye’nin bağımsız bir şekilde büyük bir uçuşa yasak bölge oluşturma kapasitesi olmadığından ABD’den isteniyordu. ABD, Türkiye’nin önerisini reddederken zaten dönüşümlü olarak harekat yapan müttefik hava kuvvetlerinin kuzeyde uçuşa yasak bölge uyguladığını söylüyordu. ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, Türkiye’ye gelerek sözde IŞİD’i hedef alan kendi stratejisini kabul ettirdi ve tampon bölge önerisi ortada kaldı. Daha sonra Wall Street Journal’da toplantı ile ilgili çıkan sızıntı bilgiler, karadaki muhalif güçleri desteklemek için Türk askerlerinin Suriye’ye hava saldırılarını yönlendirme görevlerinin konuşulduğunu ortaya çıkardı. Erdoğan tam da Putin ziyareti öncesi gelen bu sızıntılar için sadece 2 bin kişilik bir isyancı grubunu eğitimini konuştuklarını söylemekteydi. Anti-IŞİD koalisyonu, Türkiye’nin üs vermemesi nedeni ile hedeflerini Ürdün ve Kuveyt’ten bombalıyor. Kasım 2014’de ÖSO’nun yenilmesi ve 14 bin militanının Halep’ten çekilmesi Türkiye’nin Suriye politikasının iflasının resmi kanıtı oldu. O dönemden beri umutsuzca Suriye’ye karşı direnişi yeniden örgütlemek için eğit-donat programı üzerinde ABD ile anlaşmaya çalışıyor. ABD’nin ise başka planları vardı ve bu dönemde Rojava ve Kobani bölgeleri, ABD’nin baskısı ve Türkiye’nin kerhen desteği ile güney sınırlarımızda belirdi ve genişlemeye başladı. ABD, ameliyat (surge) operasyonları ile yarattığı canavar IŞİD’a karşı Kürtleri kullanarak, Ortadoğu’yu şekillendirmeye başladı. 
ABD’nin IŞİD oyunu ve Kürtler..
2012’de Libya’da ABD büyükelçisine yapılan suikastten beri ABD’nin Ortadoğu’ya bakışı değişti, vites değiştirdi. Önce Mısır’da Müslüman Kardeşleri desteklemekten vazgeçti. Müslüman Kardeşlerin hem otoriter bir rejime kaydığını gördü, hem de radikal islam ile bağlarının devam ettiğini anladı. Türkiye ile sadece Suriye konusunda değil, tüm Ortadoğu’ya bakışında da farklı düşünmeye başladı. Türkiye’nin Müslüman Kardeşleri desteklemesi gibi Suriye’de de ılımlı İslam görüntüsü altında topladığı muhalif gruplara oldukça şüphe ile yaklaştı. ABD’nin olumlu baktığı Suriye’deki Kürtlerin rolü konusunda ki farklı yaklaşım da buna eklendi. Ve nihayet hem ABD hem de bölgedeki diğer ülkeler Türkiye’nin niyetlerinden şüphelenmeye başladılar. ABD şimdilerde IŞİD’in etrafında bir koruma kordonu (cordon sanitaire) oluşturarak, işine gelmeyenleri bombalıyor, Esat’ın kalması konusunda İran ve Rusya ile de gizli bir anlaşma içindedir.  Esat, Suriye’nin başında kalmaya devam edecek çünkü ne ABD’nin ne de Suriye içinde bir gücün onu görevden uzaklaştırma kabiliyeti, en azından niyeti gözükmüyor. ABD, IŞİD ve Suriye arasında bir oyun oynuyor. Suriye’deki rejimi değiştirmenin en azından şimdilik yararına olmadığını düşünüyor. Bu düşünceye varmasında Türkiye’nin cihatçı politikalarının oldukça etkisi oldu. Suriye’deki savaşın ABD için sakıncaları şöyle sıralanıyor;
- İsyancılar İslamcı’dır ve niyetleri Batıya Esat’dan daha düşman bir ideolojik hükümet kurmaktır. Tahran’ın Suriye ile ilişkileri kesilecek olsa da bunun yerini Sünni İslamcıların barbar gücü alacaktır.
- İslamcı isyancıların Batının yardımına ihtiyaç duyduğu da doğru değildir ve Batıya müteşekkir de olmayacaklardır. Suriye nüfusunun zaten %70’i Sünnidir ve üç Sünni ülke isyancıları (Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar) desteklemekte, dışarıdan İslamcı savaşçılar getirilmektedir. 
- Esat rejiminin çöküşü hayatları kurtarmayacak, çatışmaları bitirmeyecek, daha kötü bir şiddet döneminin başlangıcı olacaktır. Sünnilerin Alevilere karşı soykırımı başlarken, Batı her iki taraftan da uzak durmayı isteyecektir.
- ABD için tek tehlike Esat rejimi çökerse ülkedeki kimyasal silahların istenmeyen güçlerin eline geçecek olmasıdır. ABD’nin hesaplarına göre Suriye müdahalesi 60.000 kişilik bir ordu gerektirmektedir. Bu yüzden kendisi müdahale etmek yerine diğerlerini kullanmayı seçmektedir.
Ağustos 2014’ten Ocak 2015 ortalarına kadar Suriye ve Irak’taki IŞİD hedeflerine 19 ülkenin koalisyon hava kuvvetleri tarafından 16.000 civarında sorti icra edildi. Bunların %60’ı ABD hava kuvvetlerince yapıldı. Bu tür hava harekatı Batı medyasında yumuşak terörle-mücadele harekatı olarak tanımlanıyor. Bunun nedeni başından beri söylediğimiz gibi ABD’nin amacı IŞİD’ı yok etmek değil, gemlemek yani sınırlamak. Harekat planında (to destroy) değil (to restrain) fiili kullanılıyor. Böyle olduğu ABD’nin harekata katılan uçak tiplerinden de anlaşılıyor. F-16 Fighting Falcon, F-15E Strike Eagle ve A-10 Warthog uçaklarının hedefi IŞİD değil, Suriye ve Irak’ın ekonomik alt yapısıdır. Toyota jiplerde gezen IŞİD birliklerinin hava savunma kabiliyeti yok ve açık çöllerde hareket ettikleri için vurulması çok kolay, bunun için taktik savaş uçakları kullanılmalı idi. Çok daha zor bir coğrafyada NATO kuvvetleri Sırpları üç ayda yola getirmişken, altı aydır IŞİD’in konumunda değişen bir şey yok. Özetle, ABD terörle mücadele etmiyor, teröre destek olmaya devam ediyor. ABD,  Suriye Kürtlerini temsil eden PYD’yi doğrudan desteklerken, Türkiye IŞİD’a karşı koalisyonda yer almama gerekçesini Esat’ın gitme şartı kılıfına bağladı. Böylece ABD, son zamanlarda IŞİD’a karşı silahlandırdığı Barzani’nin yanında PYD/PKK eklentisine de artık meşruiyet kazandırdı. Şubat 2015’de Münih’teki Güvenlik Konferansı’na davet edilen Barzani, ikili görüşmelerinde Almanya ve ABD’ye verdikleri silahlar için teşekkür etti. Almanya, yeni silah sözü verdi. Barzani Kürtleri Almanya’ya da çok minnettar ve bu gelişmeleri bağımsız Kürdistan yolunda önemli işaretler olarak görüyorlar. Barzani ile Kerry arasında yapılan görüşmelerde, yeni yardımlar da görüşüldü. 8 Şubat 2015 günü Fransa Başkanı Hollande’ın Elize Sarayı’nda PYD ve YPG temsilcilerini kabulü, Irak’ın kuzeyinden sonra Suriye’deki Kürt kimliği ve kantonlarının da Fransa tarafından tanındığına dair Türkiye’ye bir mesaj idi. Irak’ın kuzeyindeki Kürt yönetiminden sonra PKK/PYD/YPG unsurları da Batılılardan sözde IŞİD ile savaş için silah ve mühimmat almaya devam ediyor. Almanya, IŞİD ile mücadele için tanksavar silahları bile verdi. PKK türevleri kendilerini IŞİD’i yenmiş kahramanlar gibi tanıtıp, Hollande’a “Bizim mücadelemiz sizin mücadeleniz, biz dost kuvvetleriz” dediler. Kobani’nin tamamen Kürtleşip, gelişmesi için Fransa’dan Türkiye’ye baskı yapıp, koridor açılmasını istediler. 

Anti-IŞİD koalisyonu sanılanın aksine IŞİD’i kullanarak, Kürtlerin önünü açmaktadır; Musul çevresi başta olmak üzere IŞİD’tan bazı Irak bölgelerinin kurtarılarak Kürtlere teslim edilmesi, Ayn el-Arap’ın alınması ve Baiji’deki IŞİD’in Kürtler lehine sürülmesi bu ortaklığın öne çıkan toprak kazanımlarıdır. PYD; Temmuz 2012’den başlayarak Afrin, Kobani ve Cezire’yi (hepsine birden Rojova denmektedir) kontrol altına aldı. O zamandan beri sınırı kapatan Türkiye, PYD’yi Esat’a karşı savaşa çekmek için Barzani ile birlikte baskı yapmaya başladı. Kobani krizi ile birlikte AKP, konuyu Öcalan ile görüşmelerle ilişkilendirdi. AKP, PKK’ya silah bırakması karşısında Suriye’de otonomi kurmasına ses çıkarmayacağı vaadinde bulunuyordu. PKK bunu reddedince bu sefer Ekim 2014’de Hakan Fidan, PYD lideri Salih Müslim’e Türkiye’nin desteği karşılığında otonomiden vazgeçmelerini ve Özgür Suriye Ordusu’na dahil olmalarını istiyordu. PKK, hala ABD’nin terörist gruplar listesinde olmasına rağmen, bu listenin pratikte bir anlamı olmadığı zaten Libya ve Suriye’deki iç savaşlarda destek olunan gruplar ile belli olmuştu. Irak ve Suriye’de IŞİD’a karşı savaşan PKK’nın kolu olan YPG, ABD ile yakın işbirliğine girdi. YPG’nin siyasi kanadı olan PYD’nin başkanı Asiyah Abdullah, Kobani’nin düşmesinde ABD hava harekâtının çok büyük desteği olduğunu söylüyordu. Kobani’deki PKK güçlerine ilk yardım 19 Ekim 2014’de Amerikan C-130 uçakları ile atılan silahlar ile başladı. Ocak 2015’de YPG, Ayn el-Arab bölgesini ele geçirdi. IŞİD tarafından kuşatılmış bölgedeki çatışmalar Eylül ortalarından beri devam etmekteydi. ABD, ilk müdahalesini 22 Eylül’de yaptı ve hava desteği verdi. ABD’nin Eylül ayından 2014 sonuna kadar Suriye’deki hava harekâtının dörtte üçü Ayn el Arap’ta Kürtlerin desteklenmesi için yapıldı. Yetmedi Irak kuzeyinden Kobani’ye Türkiye üzerinden takviye yapıldı. 133 gün süren IŞİD işgalinden sonra Türkiye üzerinden giden Kürt gruplar ile Kobani düşünce, Türkiye’deki bölücülerin sloganı “Kobani Özgür, Sıra Öcalan’da” oldu. Sınırlarımızın ötesinde 75 metre uzunluğunda yeni bir Kürt bayrağı dalgalanırken, şimdi YPG’nin gözü civardaki 120 köyü ele geçirmektedir. Kobani, Halep ile Suriye’nin doğusu arasındaki ulaşım hatlarını kontrol ediyor. YPG’ye, Özgür Suriye Ordusu’na destekleri sorulduğunda duruma göre davranacaklarını, daha çok kendi bölgelerini geliştirmekle meşgul olacaklarını gösterdiler. Özellikle Afrin ve Burkan el-Firat bölgeleri Kürtlerin genişlemek istediği diğer bölgelerdir.
ABD, böylece Suriye cehenneminde kendi kontrolünde yeni bir ölüm makinesi yarattı ve bu makine içeri doğru gittikçe kendi hava harekâtı için önemli olan keşif, istihbarat imkânları daha da artacaktır. Amerikalı uzman Michael Rubin’e göre ABD, kendisini hiçbir zaman hedef almayan PKK’yı terörist örgütler listesinden çıkarmalıdır. Rubin’e göre IŞİD ve Hamas’a desteğini sürdüren Türkiye, PKK’dan daha fazla terörü desteklemektedir. Üstelik PKK, hem IŞİD hem de Suriye rejimine karşı savaşmakta, eğit-donat diye gelen Amerikan özel kuvvetleri ve istihbaratçıları onlara rehberlik etmektedir. IŞİD’a karşı Barzani milislerine yeni roller için Erbil’de bir ABD lojistik üssü açılması kararı alındı. PKK’yı desteklemenin adı şimdi IŞİD ile savaştı. Bu bahane ile başta Almanya olmak üzere diğer Batılı ülkeler de yardıma başladılar. Bugünlerde Erbil’de kurulacak lojistik üs artık tüm yardımları meşru ve olağan hale getirecektir. Barzani’nin sözcüsü Helgurt Hikmet, "IŞİD hedeflerine yönelik hava operasyonu düzenleyen uçaklara lojistik destek sağlamak amacıyla ABD tarafından bir askeri üs kurulacağını” açıkladı. Hikmet, IŞİD karşıtı koalisyonda yer alan 60 ülkenin de Erbil'deki askeri üste uçak bulunduracağını aktararak, bunların ne zaman ve ne şekilde hareket edeceğine kendilerinin karar vereceğini söyledi. Erbil üssü, hiç şüphesiz Türkiye için hayra alamet değil. ABD’nin 2007’den beri devam eden demokratik çözüm beklentisi Ankara üzerinde diğer önemli bir baskı olmaya devam ediyor. Irak ve Suriye’deki gelişmeler Türkiye’nin güneydoğusundaki eylemleri tetikledi ve bölgedeki tehlikeli potansiyeli daha belirgin hale getirdi. Cizre’deki olaylar esnasında Hüda-Par lideri Zekeriya yapıcıoğlu, ABD Adana Konsolosu John Epizona’nın bölgeyi karıştırdığını söyledi. Takvim gazetesine konuşan Yapıcıoğlu, Epinoza ne zaman Güneydoğu Anadolu’ya gelse olaylar çıktığını söyledi. Yapıcıoğlu, 6-7 Ekim olayları öncesi de Konsolosun bölgeye geldiğini, gene o dönemde HDP lideri Demirtaş’ın ABD’yi ziyaret ettiğini hatırlattı. Adana Konsolusunun sık sık bölgeye ziyaretler yapması bir diplomat için olağan olmamakla beraber 15 Temmuz’da Diyarbakır’a, ertesi gün Mardin’e, 9 Eylül’de Yüksekova’ya, ertesi gün Şırnak’a ve 11 Eylül’de Silopi ve Cizre’ye gitti. Eylül ziyaretlerinin sonrasında 6-7 Ekim olayları çıktı ve Epinoza, 16 Ekim’de Diyarbakır, 11 Kasım’da Reyhanlı’da idi. Bütün bu açıklamalara ABD büyükelçiliğinden herhangi bir düzeltme gelmedi. 
Türkiye’nin Ortadoğu çıkmazı..
Türkiye’nin son yıllarda İslam dünyası ile ilgili söylemleri aslında Sünnilere ve özellikle Körfez ülkelerini arkasına almaya çalışan bir gayretti. Başlangıçta Sünni eksen gibi büyük bir hayal üzerine oturan bu ilişkiler önce Arap Baharı esnasında Tunus, Mısır, Libya, Suriye, Filistin ve Gazze krizleri ile testlerden geçti, ayrıştı. Daha sonra Irak krizi ve IŞİD’in doğuşu ile birlikte tonlar yerine oturdu ve şimdilerde Türkiye yapayalnız kaldı. Türkiye’nin Körfez bölgesine ilişkin politikaları iki eksene oturmuştu; Suudi ve BAE tarafında daha muhafazakâr ilişkiler söz konusu iken, Katar ve Kuveyt tarafında ise daha esnek işbirlikleri söz konusu idi. İşin aslı Suudi tarafı başından beri Türkiye’ye hep şüphe ile bakmış, gereğinden fazla önem vermemiş; ülkesinin üçte ikisi Amerikan üssü olan ilkesiz Katar ise Türkiye ile olabilecek teröristleri finanse etme, Türkiye’de kara para aklama dâhil her türlü kirli işe girmişti. Türkiye ve Suudi Arabistan arasında Suriye cephesinde ideolojik farklılık nedeni ile savaş içinde ayrı bir savaş var. İkisi de Sünni olmasına rağmen bu farklılıkların temelinde; IŞİD’a bakış, isyancı grupların desteklenmesi, Müslüman Kardeşler’e yaklaşım ve Esat sonrası Suriye’nin geleceği gibi faktörler yatmaktadır. AKP iktidara geldiğinde ekonomik ilişkilerde Suudi Arabistan’dan önemli destek almıştı. Ancak, önce Arap Baharı ile birlikte belirgenleşen Erdoğan’ın Müslüman Kardeşler’e desteği ilişkileri germeye başladı, Suriye’deki beklenti farkılılığı ise ilişkileri iyice soğuttu. Suudi liderliği, Müslüman Kardeşler’in devrimci yaklaşımlarını Vahabizmin kabileci değerlerine tehdit olarak görmektedir. Suudiler, sosyal değişimin kraliyet ailesine dayalı olarak sürmesini istemekte, Müslüman Kardeşlerin yaklaşımını çoğulcu bulmaktadır. Türkiye’nin Suriye’yi kontrol etme niyeti önce Suudileri rahatsız etti. İki ülkede isyancıları desteklemesine rağmen kendi kontrolünde bir Suriye için çekişmekte ama ikisi de IŞİD’in gitmesi için önce Esat’ın gitmesi gerektiğini savunmaktadır. Ancak, IŞİD’a bakışları da farklıdır. Suudiler, IŞİD’i monarşi ve Sünni ideoloji için tehdit olarak görürken, Ankara ise coğrafi yakınlığının avantajı ile yararlı bir jeopolitik vasıta olarak kullanmak istemektedir. İki ülke arasındaki diğer bir farklı politika alanı Irak ile ilgilidir. Yeni Irak başbakanı Haydar El-Abadi, Sünni Arap dünyası ile de ilişkilerini geliştirmek istemektedir. Türkiye, parçalanmış Irak’ın Türkiye’nin Sünni politikasına ve Kürtler üzerinde enerji kartını kullanmasına yardım edeceğini düşünmektedir. Suudilere göre; parçalanmış Irak ile güneyinde bir Şii devleti kurulacağından, Sünni kısımı ile irtibatı kesilecek ve burası mezhepçi Türkiye’nin kontrolüne girecektir. 


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder