30 Eylül 2017 Cumartesi

Türkiye-Irak-Suriye üçgeninde neler oluyor? BÖLÜM 2


Türkiye-Irak-Suriye üçgeninde neler oluyor? BÖLÜM 2


Suudi Arabistan, IŞİD ve El Nusra’yı kara listeye ancak 2014 bahar aylarında aldı. Eylül 2014’te bu ılımlı islamcı grupların lideri olan Basel İdris, Lübnan’da yayınlanan bir gazeteye yaptığı açıklamada saldırılarını IŞİD ve Nusra cephesi ile koordine ettiklerini açıklamıştı. Idris, ÖSO’nun azalan gücünün ABD tarafından desteklendiğini ancak çoğunluğun IŞİD’a bağlılık yemini olduklarını söylemekteydi. İdris, ÖSO’nun başarısızlıkları üzerine IŞİD’a katılımların arttığını da itiraf etti. Özgür Suriye Ordusu’nun boşalttığı Halep’in kuzey kesimi kısmen Beşar Esad’a bağlı güçler tarafından, kısmen de Ahrar uş-Şam ve daha küçük Selefi/Cihadi gruplar tarafından dolduruldu. Keza Bab el-Hava da artık ÖSO değil Ahrar öncülüğünde birkaç gruptan oluşan kırılgan bir yapının kontrolündedir. Batı tarafından ÖSO’ya aktarılan silah ve malzemenin bir kısmının Ahrar’a, El Kaide’nin Suriye kolu El-Nusra dâhil radikal güçlerin eline geçmiş olabileceği ihtimali kabul ediliyor. Kasım 2014’e girilirken, IŞİD’in saldırı yönünü Halep’e çevirme veya buradaki El Nusra güçleriyle savaşmaktan vazgeçip anlaşması halinde, Halep ve civarında yaşayan 1,5 milyon kadar insanın bir hafta içinde Türkiye’ye akın etme ihtimali en büyük endişe kaynağı idi. Erdoğan, 6 Kasım 2014’de Türkmenistan’a giderken Halep’in düşme endişesini ilk kez resmileştirdi. Bir süre önce Musul’da öldürülen IŞİD lider kadrosundan Adnan el-Bilavi’nin arşivi, Irak ve Alman servisleri kanalıyla Avrupa’da ortaya çıkmaya başladı. Bütün bunlar Suriye ve Irak sahnesindeki ilişkilerin ne kadar karanlık, karmaşık ve acımasız nitelik taşıdığını bize gösteriyor. ÖSO, El-Nusra’nın üyelerini öldürüp kadınlarını kendilerine cariye yapan, köle olarak satan IŞİD’in kapısına gidip “Ateşkes” istedi ama reddedildi.  Mısır’daki “Ensar Beyt ul-Makdis-Kudüs Destekçileri” isimli örgüt 10 Kasım’da IŞİD’e katıldığını ilan etti. İsmini de İslam Devleti Sina Vilayeti olarak duyurdu.
 Erdoğan, Davutoğlu ve partisi uzun zamandır yeni Osmanlıcı hayaller peşinde, bölgesel etki sağlamaya çalışıyor. Erdoğan bunun için, İslamcı ve kuvvetli adam imajı yaratırken, Türk kimliği ve Osmanlı (Süleyman Şah) öncesi Türk tarihine referans yapmaktan kaçıyor. 2010 yılından beri Türkiye ile Hamas arasındaki ilişkiler gelişmeye başladı ve bunu filotilla olayı izledi. MİT müsteşarı Hakan Fidan, Erdogan’ın üç ana politika cephesinde en güvendiği ve özel yetkiler ile donattığı elemandı; Suriye’de iç savaşı desteklemek ve rejimi değiştirmek, Kürtlerle demokratik barış sürecini yürütmek ve Gülen cemaati ile savaşı sürdürmek. Gülen de uzun zamandır, bizzat Fidan’ı hedef almıştı. Gülen’e göre Fidan, 2008 yılında Uluslararası Atom Enerjisi direktör kurulunda iken İran yanlısı olduğunu göstermişti, bunun diğer anlamı İsrail yanlısı değildi. Bununla beraber Fidan, İsrailli muadili ile 2010 yılından beri iki kere bir araya geldi. AKP, Hamas’ın sadece arabulucusu değil müttefiki. Nitekim Katar ile balayısı biten Hamas, yeni bir yuva aramaya başladı ve Erdoğan’ın kanatları altına girdiler. Katar, her ne kadar Hamas liderlerini Suudi baskısı ile ülkeden çıkarıp, Türkiye’ye gönderse de desteği bitti anlamına gelmiyor. Aralık 2014’te Türkiye ve Katar, ikili “Yüksek Stratejik Komite”yi kurarak, Ortadoğu için müşterek planlarını istişare edecek bir yapı oluşturdular. Hamas da şüphesiz bu müşterek planların bir parçasıdır. Radikal İslam ile mücadelede Erdoğan hiçbir zaman gerçekten istekli olmadı, kurnazca politikalar ile kendi ideolojisini takip etti. Paris saldırısı sonrası Fransa’daki törenlere katılan Davutoğlu da, uzun zamandır İslam’ın Avrupa’nın bir parçası olduğunu söylemekten kaçınmadı. Erdoğan’ın radikal İslam karnesinde şunlar yazılı;
- Mısır ve Katar’dan kovulan Müslüman Kardeşler liderlerinin Türkiye’de kalmasına izin verdi.
- Hamas’ın desteklediği Müslüman Kardeşler’in Şam’daki Karargahını Ankara’ya taşımasına müsaade etti.
- Suriye’deki iç savaşa katılan Sünni cihatçılara eğitim ve lojistik desteğe devam ediyor.
- IŞİD’a malzeme desteği sağladı, petrolünü satıyor, ABD’nin IŞİD’a karşı koalisyaonuna katılmayı reddetti, IŞİD’a karşı üs kullanmasına izin vermedi.
Davutoğlu ve Fidan, ABD’nin Kobani’ye Türkiye üzerinden Barzani’nin adamlarını ve silah taşıma planına destek verirken, Erdoğan ve TSK karşı çıkmıştı. Suriye konusunda da çatlaklar var ve Fidan’ın TSK’yı savaşa sokmak için Süleyman Şah türbesini kullanma fikri de Davutoğlu’ndan destek görmemişti. Diğer yandan Öcalan, Fidan’dan başka kimseye bu kadar güvenemediğini söylemişti. Öte yandan, Erdoğan, orduya daha yakın ve Gülen ile mücadelesinin ve yakın zamandaki Süleyman Şah kurtarma operasyonu şovunun arkasında bu yakınlık var. Ankara’nın Sünni mezhep esaslı yeni Osmanlıcı politikası sadece bölgesel olarak değil küresel seviyede de yalnız kalmasına yol açtı. Erdoğan’ın Müslüman Kardeşler dostlarından Mursi hapiste, Enahda hareketi Tunus’ta seçimi kaybetti, Irak’taki dostu Tarık El Haşimi Türkiye’de sürgünde ve ayakta kalan sadece AKP ve Hamas. Mısır’daki Müslüman Kardeşler parlamento üyelerinin bir kısmı da İstanbul’dadır. AKP’nin Libya’daki bağları Tripoli hükümetindeki Müslüman Kardeşler üyelerine dayanıyor. Tobruk’taki hükümeti tüm dünya tanıdığı halde AKP tanımayınca THY uçaklarının artık gidemediği Libya ile ilişkiler bozuldu. Türkiye’nin Mısır, Suriye ve İsrail ile ilişkileri zaten bozuk. İran ile ilişkilerin bozulma nedeni AKP’nin mezhepçi politikaları. Davutoğlu, Mısır’da Müslüman Kardeşleri desteklemeyen Körfez monarşilerine (Katar hariç) zaten küsmüş durumdadır. Son aylarda AKP, Ortadoğu politikasına yeni ayarlar vermeye çalışıyor ve bunun ilk adımı da Kasım 2014’te Bağdat’a yapılan ziyaret oldu. AKP’yi yeni açılıma zorlayan nedenlerin başında Türkiye’nin izlediği politikalar ve IŞİD’a olan örtülü sevgisi nedeni ile gittikçe suçlanmaya başlaması ve nihayet bölgede ABD olmadan askeri ve siyasi olarak daha fazla ileriye gidemeyeceği yani ABD’ye olan bağımlılığını hissetmesi oldu. ABD, Türkiye’nin merkezi Irak yönetimini dışlayarak kuzeydeki Kürt yönetimi ile petrol anlaşması yapmasına karşı çıkmış ama Ankara dinlememişti. Türkiye ve Irak arasında kurulan Yüksek Seviyeli Stratejik İşbirliği Konseyi de 2008’den beri toplanmıyordu. İran ile birlikte Esat’ı destekleyen Irak yönetiminin Türkiye ile ilişkilerinin gelişmesi Suriye üzerinde de etkili olabilir. 
Türkiye-Irak-Suriye üçgeninde neler olacak?
Oğul Bush dönemine kadar, 1990’lı yıllarda ABD’nin Ortadoğu politikası üç esas üzerine oturmuştu; Amerikan tipi barış (Pax Americana), başta Arap-İsrail çatışması olmak üzere ABD’nin sponsor olacağı barış şekilleri), Irak ve İran’a uygulanan çifte çevreleme ve Araplara istisna (Amerikan çıkarları için Ortadoğu’da statükonun devamı, otoriter Arap rejimlerinin görmezden gelinmesi). 11 Eylül 2001 ile birlikte terörün ana kaynağı olarak Ortadoğu rejimlerinin demokrasi kusuru görüldü.  2003 yılında Irak’a yapılan harekât ile çevreleme stratejisi de bir kenara bırakıldı. 2007’e kadar uygulanan demokrasi geliştirme faaliyetleri bir anda Arap hareketlerinin tetiklenmesi için kullanıldı. Ancak, ılımlı İslamın radikal İslam’a galip geleceği varsayımına dayanan Büyük Ortadoğu Projesi önce El Kaide’nin Irak’tan başlayarak tüm bölgeye yayılması için uygun ortam sağladı, sonra IŞİD’ı doğurdu. Bugün Ortadoğu’nun dönüşümü önce Sünni-Şii, daha sonra Sünni-Sünni (El Kaide-IŞİD-Müslüman Kardeşler) ve İsrail ile diğerleri arasındaki çatışmalar üzerinden şekillendiriliyor. Şimdilerde Yemen ve Bahreyn üzerinden yeni bir giriş noktası hazırlığı yapılıyor. Körfez bölgesindeki hareketlilik İran ile yapılacak görüşmelerin sonucunu bekliyor yani İran’ın hem nükleer programından vazgeçmesi, hem de IŞİD ve El Kaide’ye karşı işbirliği yapması gibi bir illüzyon yaratıldı. Bu illüzyon Batı ile işbirliği için daha önce Kaddafi ve Esat’ın önüne de konuldu, hedef yumuşatıldı ve sonrasında olanları biliyoruz. ABD, eğer büyük bir askeri müdahale sonrası Suriye’de rejim aniden değişirse iktidarın radikal İslamcıların eline geçeceğini düşünüyor. Gelinen aşamada sorunun çözümü IŞİD ile ilgili gelişmeler çerçevesinde bir yol bulacak. ABD koalisyonu IŞİD’a karşı yeni savaşçılar ararken, Esat ABD’nin IŞİD karşıtı koalisyon ile savaşını tırmandırmamaya çalışacak. ABD ile IŞİD’a karşı müttefik olma şansını kaçıran Esat ile bu dönemde BM arabulucusu Staffen de Mistura’nın “donmuş çatışma” planı hayata geçebilir. 
AKP, kamuoyuna hala şu masalı anlatıyor; Suriye’de muhalif güçlerin desteklenmemesi, Irak’ta ise Maliki’nin Sünnileri dışlaması IŞİD’i doğurdu. Eğer Esat giderse IŞİD da biter. Türkiye’nin oyunu Halep’te ÖSO’nun bozguna uğraması ile bitti, şimdi herkes kendi teröristi ile bir şeyler yapma derdindedir. Türkiye’nin kurduğu İstanbul’daki Suriye Muhalif Koalisyonu yeni başkanı olarak Halit Hoca’yı seçti. Rusların isteğine rağmen, Türkiye etkisi altındaki Koalisyon başkanı, Suriye rejimi ile görüşmeyi reddediyor. ABD ile Türkiye arasındaki Suriye görüşmeleri, uzun süre yeni isyancı ihtiyacının nasıl karşılanacağı ve tampon bölge üzerindeki anlaşmazlığa kilitlendi. Türkiye ve ABD, Mart 2014’de Suriyeli savaşçıların eğitimi konusunda anlaşmış ama bu savaşçıların nasıl seçileceği ve Esat’ın geleceği konusunda uzlaşma olmamıştı. Türkiye’ye göre Suriye’deki güçlerin hedefi Esat’ı devirmek olmalı, ABD ise IŞİD ile mücadele ile sınırlı tutmak istiyor. Türkiye, isyancıları Özgür Suriye Ordusu içinden seçmek isterken, ABD müşterek bir komisyon tarafından seçilmesini istiyor. Halen Suriye’nin kuzeyinde 30 bin, kuzeyinde 10 bin isyancı var ve 1.000 kişi de Katar’da CIA tarafından eğitilmiş durumdadır. Halen Suudi Arabistan’da da CIA’nın eğittiği 1.000 kadar isyancı var. Gelecek yıl için ABD, 5.000 isyancı için 500 milyon dolar bütçe ayırdı. ABD, eğit-donat kapsamında Suudi Arabistan, Türkiye ve Katar’a 1.000 kişi bir birlik gönderecek ve 400 kişilik lojistik, haberleşme ve istihbarat elemanı takviye edilecektir. Yeni gelişmelere göre ABD, yakında Kırşehir-İrfanlı üssündeki eğitim kampına 100 askeri eğitimci gönderecek ve 2 bin isyancı yetiştirilecektir. Türkiye, Ürdün ve Suudi Arabistan bu yıl toplam 5 bin isyancı yetiştirirken, üç yılda eğitilen miktar 15 bini bulmuş olacaktır. ABD ve Türkiye’nin imzaladığı eğit-donat anlaşması için seçilen Suriyeli isyancıların çoğunluğunun IŞİD ile bağları var. ABD Büyükelçisi John Bass ve bir Türk yetkili tarafından imzalanan anlaşmaya göre program önümüzdeki ay başlayacak. 
ABD, Ortadoğu’da onlarca yıl sürecek uzun bir savaşa hazırlanıyor ve bunun için dikkatli bir kamu diplomasisi uygulanıyor. ABD, bir yandan bu uzun savaşın altyapısını hazırlıyor, diğer yandan şimdilerde IŞİD’a karşı Suriye cephesinde bir şeyler yapıyor gözükürken asıl odak noktasını Irak’a vermiş durumdadır. Obama yönetimi IŞİD’i daha çok siyasi bir problem olarak görmekte ve Irak ile ilgili yeni planları için değerlendirmektedir. Bu stratejinin ilk adımı Maliki’nin değiştirilmesi ile Irak’ta tüm tarafları daha çok memnun edecek bir hükümet kurulmasını sağladı. Bu kapsamda Irak’taki Sünnilere yakınlaşmak isteyen ABD’nin öze elçisi John Allen, 18 Aralık 2014’de Sünni liderlerle Erbil’de terörizmle savaş konferansında bir araya geldi. Bu gelişme her ne kadar IŞİD’a karşı bir girişim olarak gösterilse de Irak’ın bölünmesinin adımları olarak görüldü. Konferansa katılan Kürt gruplar ABD ile yeni otonom Kürt bölgesi için çok beklemeyeceklerini anladılar. Amerikanın sözünden çıkmamış olmamalarının mükâfatını göreceklerini bekliyorlar. Irak’taki taraflar kukla IŞİD’tan kurtulma illüzyonu ile bölünmeye razı olacaklar, ABD ise demokrasi ile terörü yok eden büyük devlet rolünü oynamış olacaktır. ABD başkanı, 19 Aralık 2014 günü şöyle diyordu; “Başkanlığımın dördüncü dönemine girerken bu dönemde ilginç şeyler olacak ve ben onları merakla bekliyorum”. Obama’nın Ortadoğu için “Karada Amerikan botu olmayacak” sözüne rağmen yeni bir savaş planı dikkatlice uygulama sahasına konuyor. 14 Şubat 2015’de Pentagon, Kuveyt’e ağır silahlar ile donatılmış 4.000 kişilik bir güçlü tugay göndereceğini açıkladı. Erbil’de üs açılması yanında ABD’nin Ortadoğu’daki hava ve deniz üsleri takviye ediliyor. Irak ve Suriye’de yürütülen hava harekatından bir sonuç alınamayacağı başından beri uygulanan stratejinin gereği olarak biliniyordu. Şimdiye kadar yapılan harekat IŞİD’ı hedef almak yerine onun gücünü artırdı. ABD, Irak’ta 20.000 kişilik bir tümen kurma hazırlığına başladı. ABD’nin Ortadoğu’daki Irak, Libya, Suriye savaşları laik yönetimleri hedef aldı ve alternatif olarak İslamcı akımları ve El Kaide uzantılarını ortaya çıkardı. Şimdi sorun yeni Ortadoğu haritası hayata geçirilirken kendi kamuoyunun tepkisini frenlemek ve ortaya çıkan cihatçıları bu savaş içinde eritmek.
ABD’de Kasım 2014 seçimlerinden sonra Cumhuriyetçiler hem Temsilciler Meclisi hem de Senato’da çoğunluğu sağlamış olması Türkiye konusunda artık ABD’nin daha dikkatsiz adımlar atabileceğinin habercisi oldu. ABD, Suriye konusunda kendi yoluna giderken, Türkiye’nin demokrasi karnesi artık sık sık gündeme gelecek. Bu kapsamda Gülen konusu, 14 ve 25 Aralık yolsuzlukları en çok konuşulacak konular olmaya adaydır. İleri demokrasiye geçtiğini iddia eden AKP iktidarı döneminde Basın Özgürlüğü Endeksi’ne göre Türkiye 180 ülke içinde 154. sıradadır. İyi haber Cumhuriyetçilerin Ermeni tabanı yok ve bu konuda Türkiye’ye baskı yapmayı düşünmüyor hatta Ermeni iddiaların tarihçilere bırakılması gerektiğini söylüyorlar. Ancak, Türk-Amerikan ilişkileri en kötü dönemlerinden birini yaşıyor. Bunun nedeni Türkiye’nin Ortadoğu’da özellikle Suriye ve Irak’ta kendi Sünni hesaplarının peşine düşmesinden öte demokratik barış (!) sürecindeki görevini sürekli ertelemesidir. Bugüne kadar AKP’nin iktidarda kalmasına ABD’nin sabrı bu süreci en iyi Erdoğan’ın götüreceğine olan inancı idi. Son yıllarda CHP içinde Kemal Derviş-Hüsamettin Özkan-Kemal Kılıçdaroğlu-Mustafa Sarıgül gibi 2002 yılında Bülent Ecevit’in altını oyan aynı ekip, şimdilerde ABD’ye B Planı olmak için AKP’ninkinin müsveddesi olan Kürt açılımı ile mesaj veriyor. Amerikan medyasına göre iki ülke ilişkileri ünlü sanatçıların evliliklerine benzetiliyor; evlilik iyi gitmediği hatta birbirlerini aldattıkları dillere düşmüş ama onlar herşeyin yolunda olduğunu söylüyor. Bu resim Joe Biden’ın Türkiye ziyareti ile yerine oturdu, yenilen güzel akşam yemeğinden sonra basın mensuplarına gülümseyerek, herşeyin yolunda gittiği söylendi. ABD ile Türkiye arasında yaşanan soğukluk 6 Şubat 2015 tarihinde Beyaz Saray’ın yayınladığı yeni güvenlik stratejisi dâhilinde de görülebilir. Yeni stratejide ABD, NATO’da işbirliğine devam edeceği eski dostları (s.7) ve terörle mücadelede ortaklık edeceği ülkeler (Somali, Afganistan ve Irak) arasında (s.9) Türkiye’ye yer vermemektedir. Ayrıca devlet olmayan gruplar ile de işbirliğine vurgu yaparken (s.4), burada Kürt grupları kendine yeni müttefik seçtiğinin işaretini vermektedir. Türkiye’den sadece bir cümle arasında “ilişkilerin dönüşümünün devam ettiği (s.25)” şeklinde bahsedilmektedir. Özetle, Türkiye ve ABD ilişkileri krtik bir dönemeçtedir, köprüler aslında çok atılmış ama diplomatik dil korunmaktadır.

Sonuç; Türkiye çok kritik dönemeçte..

Avrupa Birliği için Türkiye, aşırı büyük, aşırı İslamcı ve Avrupalı olmaktan çok uzak, Araplar için; klasik İslam’dan çok uzak ve sömürgecilere yakın; İran için mezhepçi ve bölgesel rekabet içinde; Şangay İşbirliği Örgütü için ise güvenlik tehdidir. Türkiye teorik olarak NATO ülkesi ama bu part-time üyeliğe dönüştü. Çin’den füze almaya çalışan Türkiye, NATO ülkelerinin tehdit olarak gördüğü Suriye’de cihatçıları, Hamas’ı ve Ortadoğu’nun her yerinde Müslüman Kardeşler’i destekliyor. IŞİD’in ortaya çıkışından sonra Türkiye başta Suudiler olmak üzere Arap ülkelerinin desteğini birden kaybetti. IŞİD, İran ile ilişkilerini de daha da kötüye götürdü ve Türkiye, Ortadoğu’nun yalnız ülkesi oldu. AB temsilcilerinin 8 Aralık 2014 tarihinde Türkiye’ye yaptığı ziyaretlerin arkasında IŞİD konusunda izlenen karşı tutuma son vererek koalisyona tam destek vermesi ve yabancı savaşçıların geçişine izin vermemesi vardı. Almanya iç istihbaratı başkanı Hans-Georg Maassen’a göre, Avrupa’dan Suriye’ye giden cihatçıların %90’ı Türkiye üzerinden gitti. AB yetkilileri gider gitmez arkasından İngiltere Başbakanı David Cameron Türkiye’ye geldi. Çünkü İngiltere’den giden cihatçılar geri dönmek istiyordu. AB yetkilileri gibi Cameron da Erdoğan’ı Esat’ı göndermek ve IŞİD’ı desteklemek fikrinden vazgeçiremedi. Amerikalı ünlü strateji uzmanı ve eski ulusal güvenlik danışmalarından Zbigniew Brezezinki yakın zaman önce “Türkiye’nin IŞİD karşıtı koalisyona katılmamasının bedelini ödeyeceğini söyledi.” Halen Türkiye’de yuvalanan IŞİD hücreleri içinde 3 bin kadar militanın bulunduğu iddia ediliyor. Türkiye’nin Sünni cihatçılar, Hamas ve Müslüman Kardeşler ile ilişkileri tıpkı Kafkasya’daki İslamcılar gibi Rusya’nın yakın takibindedir. Suudi Arabistan ve Katar’dan son üç yıldır gelen paranın sadece Suriye’deki cihatçılara değil, bir kısmının Rusya’dakiler için kullanıldığı iddiası bu güvensizliği destekliyor. IŞİD uzantısı Kafkasya Emirliği bu haliyle bile bölgenin kıvılcımlı yapısına yönelik ciddi bir tehditken IŞİD’in kaleye içten girmesinin nasıl bir trajediye yol açacağını görmek için ‘Suriye cihadı’nın 4 yıllık tarihini hatırlamak yeterlidir. IŞİD’in Kafkasya’ya nüfuzuyla Suriye’deki tezlerinde haklı çıkan Rusya da krizin çözümüne ilişkin daha iddialı ve agresif bir politikaya yönelebilir. Çin de Rusya gibi Türkiye’ye karşı derin bir güvensizlik beslemektedir. Çin’in şikâyeti en önemli güvenlik sorunu olan Doğu Türkistan’daki Uygur ayaklanmasına katılanların Suriye ve Çin arasında gidiş-gelişine Türkiye’nin izin vermesidir.
Suriye’deki çatışmalar 4. yılını doldururken BM, ölü sayısının 220 bine ulaştığını açıkladı. Türkiye, 2011’de çatışmaların başladığı günden beri yaklaşık 2 milyon Suriyeli göçmeni kabul etmek zorunda kaldı. Halen 24 kampta 250 binden fazla göçmen kalıyor. Türkiye’yi yönetenler Pan-İslamcı ve Yeni-Osmanlıcı hedefler peşinde bir Ortadoğu birliği kurmak istiyor. Suriye gibi Libya’da da Sünni hevesler Katar ve Türkiye tarafından İslamcı parti ve silahlı grupların desteklenmesi ile sürmektedir. Sonuç olarak, İslam dünyası içine sokulan fitnelerle birbirine düşürülürken, bu kaostan Batılılar ve İsrail kendi çıkarları için gerekli ortam ve fırsatları kullanacaklardır. İslamcıların iktidara geldiği ya da kuvvetli olacağı Tunus, Mısır, Libya ve sıradaki diğerlerinde radikalleşme artacak Batılılar, İran ile hesabını görürken Türk-Arap-İran dünyası kaosa gömülecektir. AKP hükümeti, 2007 yılından beri ABD ile olan ittifakında Türkiye’nin bölünmesinin ve çevresinde bir Kürt kuşağı oluşmasının ötesinde, Suriye’den başlayarak tüm Ortadoğu’nun terör bataklığına dönüşmesinde önemli bir katalizör oldu. Irak’ın kuzeyinde kısır petrol paylaşımının arkasında Kürt oluşumuna verilen destek, burayı devletleştirdi, Türkmenleri Kürtlere asimile ettirdi, PKK’ya yaşam alanı verdi. Suriye ile ilgili mezhepçi politika ülkenin bölünmesinin ve Rojova ile yeni bir Kürt devleti oluşumunun temeli oldu. 2011 yılına kadar Ayn el-Arap’da (Kobani) Kürtlerin yaşadığından kimsenin haberi yoktu. AKP’nin 6-7 Ekim olayları karşısında geri adım atması Suriye’de de Kürtlere yeni bir devlet hayalini oldukça güçlendirdi. Yakın zamanda yapılan Süleyman Şah operasyonu ise IŞİD’a bölgeyi bırakmanın ötesinde Kürt koridorunun önündeki bir engelin de kalkması yani Büyük Kürdistan için yeni bir kazanım anlamına geliyor. Ancak, Erdoğan’ın öncelikli hedefi yeni bir Anayasa ile konumunu garanti altına almak (başkanlık) ve Kürtler için ABD’ye verdiği sözlerin arkasında durabilmektir. Daha sonraki hedefi ise kendisini başkanlık makamında tutacak bir düzen kurmak ve İslamcı ideolojisini yeni-Osmanlı hayali ile besleyebilmek için dini bir nesil yetiştirmektir. Bu nesil cihatçı olacaktır. Bunu IŞİD gibi silahlı eğitim ile değil, yeni eğitim sistemi ile beyinlerde oluşturmaya çalışmaktadır. Atatürkçüleri devre dışı bırakan Batı şimdi yarattığı canavarı yola getirmek için yeni bir strateji belirliyor.


@DocDrSaitYilmaz

 ***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder