DEVLET BAHÇELİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
DEVLET BAHÇELİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Ekim 2018 Perşembe

Başlangıcından Günümüze " Sözde Açılım " Süreci ve Sonuçları

Başlangıcından Günümüze " Sözde Açılım " Süreci ve Sonuçları.,


Doç.Dr.Ruhi ERSOY 
2010-06-24 10:48:59

Kürt açılımı (Kürt sorunu- Demokratik açılım) adı her ne olursa olsun, söz konusu bu gayrı milli projenin milletimiz için ne anlam ifade ettiğine bakmamız lazım. Biz bu yazı dizisi kapsamında aşağıda sıraladığımız maddeleri siz değerli ORTADOĞU gazetesi okurlarıyla paylaşmak üzere kaleme aldık.

Ülkemizin içinde bulunduğu olumsuz durumdan kurtulması ve Yüce Türk Milletinin hak ettiği biçimde temsil edilmesi için öncelikle milli bilince ve milli şuura sahip olması gerekmektedir. Bunun için de doğru bilgi kaynaklarından bilgilenmek de bu yolun ilk kapısıdır.

Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi'nin teori ve pratikteki lideri olan Devlet Bahçeli Bey'i ve ortaya koyduğu siyaset vizyonunu yakından takip etmeye çalışan bir akademisyen olmamdan ve geçen yaz ortasında "iyi şeyler olacak" söylemleriyle toplumun hazırlanmaya başladığı "açılım safsatası" projesini de ilk günden buyana takibe çalışmamdan aldığım cesaretle, yüreklerimizin kan ağladığı son olaylar karşısında bu yazı dizisini kaleme alma gerekliliğini hissettim. Bu yazı dizisinde ele alınacak konular şu başlıklar altında verilecektir:

A-HABUR SINIR KAPISI VE TERÖRİSTLERİN ÜLKEYE GİRİŞİ NE ANLAM İFADE ETMEKTEDİR,

B-AKP İKTİDARININ "DEMOKRATİK AÇILIM" ADINI VERDİĞİ KÜRT AÇILIMI'NIN SONUÇLARI,

C-RAKAMLARLA TÜRKİYE'NİN TERÖR MÜCADELESİ,

D-HABUR FACİASI TÜRK MİLLETİ İÇİN NİÇİN ASLA UNUTULMAMASI GEREKEN BİR OLAYDIR,

E-EĞER GERÇEKTEN BİR HUZUR ORTAMI TESİS EDİLMESİ İSTENMEKTE İSE YAPILMASI GEREKEN NEDİR?

F-MUKTEDİR BİR DEVLET OLMAK İÇİN NİÇİN MİLLİ İRADE MİLLİYETÇİ İRADEYE DÖNÜŞMELİDİR.

DURUM TESPİTİNE DAİR BİRKAÇ SÖZ

Ülkemizde bir terör sorunu olduğu ve bu sorunun bir ayağında, bu sorundan en çok mustarip olan bölgede yaşayan Kürt kökenli vatandaşlarımızın oluşturduğu bir gerçektir ve sorun olan da budur. Çözülmesi gereken şey de zikredilen terör sorununun, dış güçlerle olan bağı, ekonomik, sosyolojik, psikolojik boyutu, bölgede bu soruna çanak tutan toplumsal yapının nasıl işlediğinin açıklığa kavuşturulması ve bu bilimsel referanslar çerçevesinde çözüm önerilerinin üretilmesidir. Yoksa adeta bir oy avcılığına dönüşen artistler, sanatçılar, sporcular ve son olarak da Mehmetçiğin kahramanca çatışıp şehit düştüğü cephede şova dönük resimler çektirmekle bu işler çözüme kavuşmaz. Van'da düzenlenen törende terörle mücadelede kararlılık görüntüsü adına şeklen bir araya gelip zihniyet olarak ayrı dünyalar da olmak da bu sorunu çözmez. Şehitlerin tabutları başında şehit cenazelerini istismar edip vatandaş popülizmi yaparak gözyaşı döken ve bu görüntüyle teröristlere verdiği cesaretin ne anlam ifade ettiğini bilemeyen Başbakanla da bu iş çözülmez.

Ancak yapılan NEDİR?

Her türlü etnik söylemin karşısında olduğunu ifade eden siyasal iktidarın, sorun tanısı; Kürt sorunu. Dikkat ederseniz, sosyolojik boyutları, ekonomik etkenleri, bölgesel şartları, egemen güçlerin rolünü, siyasal Kürtçülüğü ve bu ülkenin bir ulus-devlet olduğu gerçeğini göz ardı eden etnik ayrımın dilinden ibarettir. Bu dil kullanılırken ve sözde bu sorunun çözümü adına pratik uygulamalar yapılırken sadece zikredilen şovlar yapılmakta ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ulus-devlet formu göz ardı edilmektedir.

Bir milletin bütünlüğü, insanın öz güveni, devletin biçimi, adalet duygusu, kurumlarına güveni vs. millet olma bilinci ve bu toplumun tarihsel arka planı, geçmişinden bugününe getirdiği mirası göz ardı edilerek başlanan işler henüz daha başlarken bitmiş demektir.

Yani siyasal iktidarın projesi olan açılım safsatasının bir devlet politikası ve siyasal kültürün bir ürünü olmadığı açık olarak görülür. Öte yandan Sayın Başbakan'ın halka hizmet üretmekle sınırlı sorumluluğu olan Belediye Başkanlığı ile ciddi bir geleneği olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Başbakanlığı makamlarını birbirine karıştırdığı görülmüş ve Hükümet olmayı sadece yol yapmak, toki evleri yapmak ve Fak-Fuk Fon'dan gıda, kömür dağıtmak ve dahi iş adamlarına danışmanlık yapmakla sınırlı olan uygulamalarla varlık gösterebilmiştir. Yaşanan süreçte devletin ağır sorunları ve sorumlulukları altında devlet adamı gibi davranma kabiliyeti gösterememiştir. Bu durumda kendileri ve zihniyetlerinin devletin her kurumuyla sorunlu olmasına neden olmuş en son küçümsenen(Monşerler) Hariceye mensuplarının tepkisiyle Yarsav'ın bildirisi de devleti değil vaziyeti idare eden başbakana toplumsal tepkinin göstergesi olmuştur.


A-HABUR SINIR KAPISI VE TERÖRİSTLERİN ÜLKEYE GİRİŞİ NE ANLAM İFADE ETMEKTEDİR,



1- Kürt sorunu tanısı; politik ayrımın dilidir ve ülkeyi iki uluslu bir sürece çekmeyi arzu eden bir siyasal anlayışın ürünüdür. Bu ulus-devleti yok saymaktır. Bizim için çok boyutlu bir arka planı olan bu sosyal mesele, hükümetin Kürt sorunu olarak kavramsallaştırmasıyla etnik bir meseleye dönüşmüştür. Ancak bunda dahi hükümetin samimi olmadığı aşikârdır. AKP zihniyeti sosyo-kültürel bir meseleyi etnik bir sorun olarak dile getirmiş ve bu yanlış politikayı Sayın Dr. Devlet Bahçeli'nin ifadesiyle on iki kötü adama tartıştırmış ve onların ifadeleri doğrultusunda şekillendirmiştir. On iki kötü adam gazetecilik yapabilir; ama bir sosyal meseleyi bütün boyutlarıyla irdeleme kapasitesine sahip değillerdir. ( Medyadaki bu içler acısı durumu Yıldıray Çiçek Beyin Berikan yayınlarından yeni çıkan "Medyada Düşürülen Maskeler" adlı kitabından tüm ayrıntısıyla okunmasını siz değerli okuyuculara tavsiye ederiz).



2- Böyle bir sorun tanısı ve Habur'daki görkemli!? karşılama; temel insani duygulardan biri olan vatan savunmasının kutsiyetini ortadan kaldırmaya dönük bir içerik kazanmıştır. Çünkü bu süreç içerisinde terör örgütüyle çatışmaya girmiş birçok şerefli Türk genci, gaziler ve şahadete ulaşmış şehitlerin aileleri ve sağduyulu Türk vatandaşının devlete güven duygusu incinmiştir. Buna bağlı olarak da Türk kamuoyunda kutsal olarak görülen değerler adına yapılan mücadelenin bizi yönetenler tarafından ne kadar basite indirgendiği algısı ortaya çıkmıştır. Bu durum ise çatışmadan medet umma yaklaşımıdır.


3- Vatandaşının haklarını vermekten aciz olan siyasal iktidar, terör suçlularına bu ülkede hiçbir müdahaleye maruz kalmadan propaganda ve parti açılışlarına katılma hürriyeti vermiştir. Eğer bu demokrat olmak veya demokrasinin gereği ise, lütfen siyasal iktidar Türkiye Cumhuriyeti; demokratik, laik, sosyal, hukuk devletidir ilkesini hemen kaldırsın. Çünkü terör asla demokraside meşruiyet temeli bulamaz.


4-Kürt açılımı, Ermeni açılımı, Romen açılımı (gazetecilerle, sanatçılarla): Gazetecileri anlamak mümkün; çünkü son dönemlerde gazeteci camiasında uzmanlık alanı diye bir şey kalmamış, herkes her konudan anlıyor. Özellikle yandaş, yoldaş ve candaş medya da bu durum bir de çığırtkanlık haline dönüşmüştür. İşin garip tarafı; bunların hepsi demokrasi istiyor. Lakin demokrasilerde herkes her şeyden anlamaz. Bir yönetim biçimi olarak demokrasinin klasik bir yönü bulunsa da bugün modern demokrasiden söz etmekteyiz ve modern demokrasilerde uzmanlık alanı vardır. Herkes ne olsa yaparım abi! üslubuyla eğer demokrasi istiyorsa terk etmelidir.



5- Öte yandan sanatçıları toplumsal ayrışmanın bir tarafına itmek ise hiç akli bir durum değildir. Sanat evrensel bir dildir. Sanatçıların duygusal dünyalarından getirdiği üretimlerde temel koşul "insana" ulaşabilmektir. Sanki toplum yeterince kamplara bölünmemiş gibi bir de açılım adına sanatçılara verilen kahvaltıdan sonra vatandaş şu gitmişti, şu gitmemişti, vay sende mi, senin orada ne işin var veya bak filan kişi gelmemiş gibi alt kamplara bölünmektedir. Efendim demokrasi farklılıklara saygı gösterir ama ortak amaçlar etrafında buluşturmayı da amaç edinir. Bölmeyin, ayrıştırmayın, birleştirin anlayışı, özü gereği sanatçıların sloganı olmalıdır. Bu hassasiyeti sağduyuya uygun bir şekilde dillendiren birçok sanatçı olmasına rağmen, ısrarla hükümetin bu camiayı başlattığı ve altından kalkamadığı bu sürece çekmesi, yürüttükleri politikanın anlamlı olmadığını gözler önüne sermektedir.



6- Türkiye'de demokrasi dışı olan her türlü eylem gayri yasaldır ve muhakkak suretle adli yargılamaya tabi tutulmalıdır. Bugün yürütülen çeşitli iddianamelerde de demokrasi dışı bir yönteme başvurma çabaları ifade edilmektedir. Yargı süreci takip eder sonuç iddiaların doğru olduğu şeklinde bir hükme bağlanırsa, doğal olarak yargı da uygun görülen cezayı verir. Ancak hükümet bunun ötesinde durmakta ve bu iddia konularını sanal gündemlerle canlı tutup bundan oy devşirmeye çalışmaktadır. Siyasal bir kültür ve devlet politikasından yoksun olan bir iktidar için bu anormal durum, normal ve demokratik bir tavır gibi gösterilmektedir. Demokrasi dışı müdahalelerin olduğu konusunda bırakın süreç işlesin, yargı hüküm versin, siz yargıya müdahale etmeyin diyen hükümet, anayasa değişikliğine yargının başında olan kişiler tarafından gösterilen tepkiyi ideolojik bulmaktadır. Yani iddialar üzerine giderken yargı bağımsız ve tarafsızdır; ancak hazırlamış olduğunuz anayasa değişikliği paketine bu yürütmenin yargıyı kuşatmasıdır denildiğinde yargı ideolojiktir. Şunu sormak gerekir iktidara; yargı ideolojik midir değil mlidir? Hangisine inanıp sizinle politika üretelim. İşte böylesi bir siyasal dil ile uzlaşma mümkün müdür? Değildir; çünkü bu siyasal dil uzlaşmanın değil, çatışmanın dilidir ve onları var kılan bu çatışma ortamıdır. Örnek olarak; bir taraftan Habur'da terörist karşılıyor diğer tarafta 3. Ordu Komutanını terörist ilan ediyor; bir taraftan Habur'da teröristi kucaklıyor, diğer taraftan kendilerinden olmayanı kanı bozuk ilan ediyor. Nasıl bir siyasal kültür, nasıl bir devlet politikası. Suçlu varsa kim olursa olsun cezasını çeksin ama kim terörist kim suçlu bunun ayrımı da yapılsın.


7- Yolsuzluk, hırsızlık, sahtekârlık da gayri ahlakidir. Bunlar da hem hukuki anlamda suçtur ve yasaların yaptırımı gerekir hem de toplum nezdinde itibarsızlığın temel göstergesidir. Hükümet eğer bir demokrasiden söz ediyorsa, temiz siyaseti merkeze almalı ve öncelikle millet yoksullaşırken kendilerinin ölçüsüz zenginliklerinin kaynağını ifade edebilmelidir. Bundan ısrarla kaçınan hükümetin Türkiye'de yetim hakkını kimseye yedirmem demesi acaba ne kadar inandırıcı ve ahlakidir.

B-AKP İKTİDARININ "DEMOKRATİK AÇILIM" ADINI VERDİĞİ KÜRT AÇILIMI'NIN SONUÇLARI



AKP iktidarının "demokratik açılım" adını verdiği Kürt açılımı, bölücü terör örgütü PKK'ya bugüne kadar hiç olmadığı ölçüde cesaret verdi. AKP'nin Kürt açılımı söylemini ortaya attığı tarihten bu yana verdiğimiz şehit sayısı 128 oldu. Bu rakam, demokratik açılımın "fiilen" uygulandığı son 5 ayı kapsıyor. Aynı dönemde, güvenlik güçlerimiz tarafından öldürülen terörist sayısı ise yaklaşık 160. Şemdinli ve Elazığ'daki PKK saldırılarında iki gün içerisinde 12 şehitle Halkalı'da patlatılan bombayla masum ve savunmasız olan asker ve yakınlarına yapılan kalleşçe saldırı da bu işin bu zihniyetle yönetildikçe daha çok uzayacağını göstermektedir.

Sadece son üç ayda vatan topraklarını korumak için canlarını veren şehitlerimizin sayısı 47'ye ulaştı. Terörün yaz başlarından itibaren tırmanacağı beyan eden Genelkurmay'ın açıklamasına paralel, örgütün çeşitli kademelerinden yapılan açıklamalarda pkk lıların geniş bir saldırıya hazırlandıklarını gösteriyordu. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin mayıs ayında bölgede yoğunlaştırdığı operasyonlar başta olmak üzere, alınan önlemlere tepki gösteriliyor, bunların durdurulması isteniyordu. Bu cümleden olarak pkk'nın siyasi kanadı BDP kanalıyla düzenlenen toplantılarda Türkiye Cumhuriyeti Devleti açıkça tehdit edildi, silahlı eylemlerin başlatılacağı ilan edildi.

Öte yandan BDP Bitlis Milletvekili Nejat Karabaş bir ay kadar önce yapılan toplantıda şöyle demişti: "Bu politikalar sürerse Kürt halkı yemin ediyorum sadece gerilla mücadelesiyle kalmayacak, yaşamı cehenneme çevirecek." Aynı toplantıda BDP Diyarbakır İl Başkanı "Kürtler eski Kürtler değil; diz çökertmeye çalıştığınız bu halkın önünde diz çökeceğiniz günler yakındır" sözleriyle meydan okumuştu. Devamında BDP Siirt Milletvekili Osman Özçakır "yine bahar geldi, savaş kızıştı, operasyonlar arttı. Tankları, uçakları, helikopterleri Kürdistan topraklarına çıkıyor, bizler bunu durduracağız, onurlu bir barış getireceğiz. Sizin kardeşliğinizi istemiyoruz. Tarih boyunca hep Kürtleri kandırmak istediler. Ancak Kürtler uyanıktır artık, Kürtler artık sizi izlemez. Bizler milyonlarla varız, örgütlerimiz var, bizi kimse artık kandıramaz."

"Orta yoğunlukta bir savaştan bahsediliyor. Bu dağda olmaz; şehirlerde de bunun etkisi çok büyük olur. Şehirlerdeki serhirdanlar bu yapılanlara direnebilir. Her şekilde büyük katliamlar da gelişebilir. Halkımız bunu bilmeli ve tedbir almalıdır." Örgüte bu genel talimatı veren Öcalan esas amacının kendi durumu olduğunu, bir an önce İmralı'dan çıkarılarak önce ev hapsi ortamına, sonra da tam anlamda özgürlüğüne kavuşmak istediğini ortaya koyuyor, pazarlık için şartlarını öne sürüyordu: "Önümü açarsanız ben etkimin olduğu bütün kesimleri silahların susması konusu dahil bir hafta içerisinde ikna etmezsem, bana ne derseniz deyin; bana ne yaparsanız yapın. Ben bunu yapma gücümün olduğuna inanıyorum ve bunu yapabilirim. Ben 31 Mayıs'a kadar bekleyeceğim. Bu zamana kadar olumlu bir gelişme olmazsa artık hiçbir şeye karışmayacağım. Kim ne yapacaksa kendi kararıdır."dedi ve ortalık kan gölüne döndü. Sayın Devlet Bahçeli'nin tarihi yedi önerisi içinde katil Öcalan'ın tecridi ve teröristlerle her ne şekilde olursa olsun irtibatını sağlamaması da vardı hatırlatmakta fayda var.

AKP'nin iktidara geldiği dönemden itibaren, terör saldırıları da bu saldırılara kurban verdiğimiz şehitlerimizin sayısı da artmaya başladı. Türkiye bu kâbus dolu günlere nasıl geldi? Hani her şey çok güzel olacaktı? Hani Türkiye'de "ayrımcılık" vardı? AKP, bu ayrımcılığın önüne geçecekti!..

Başbakan Erdoğan'a göre, bu devlet yıllarca yanlış yönetilmişti! Erdoğan'ın sözünü ettiği o "yıllar"da neden şehit sayımız 'sıfır'a inmişti o halde? Terör örgütü, 2002 yılında niçin kendisini "fesh etme" kararını almıştı? Yanlış olan neydi?

Teröre 6 şehit verdiğimiz 2002 yılından bu yana, AKP iktidarının "kanatları" altındaki terörle mücadelenin bilançosuna baktığınızda ne göreceğinizi biliyor musunuz?

C- RAKAMLARLA TÜRKİYE'NİN 10 YILLIK TERÖRLE MÜCADELESİ



1999 yılında 203 şehit verdiğimiz terör, 2000 yılından itibaren hızla güç kaybetmeye başlamış, bölücü faaliyetlerinin sayısı gözle görülür oranda azalmıştı. 2000 yılında, terörün kanlı eylemlerinin sayısı 3 bin 219'den 45'e düşmüş, şehit olan güvenlik görevlisi sayısı ise bir yılda 22 olarak belirlenmişti. 2000 yılında, terör örgütünün Türkiye içindeki mevcudiyeti korunamaz hale gelmiş, terörist miktarı ise 4 bine kadar düşmüştü. Bu sayının ancak ve ancak yüzde 10'u Türkiye topraklarında barınabiliyordu.

Gelelim 2001 yılına? 2001'de teröre verdiğimiz şehit sayısı sıfırdı. 2002'de ise sadece 6 askerimiz terör saldırılarında şehit düştü.

RAKAMLAR.

Sıfır olan şehit sayısı AKP döneminde nasıl üç haneli sayıları buldu.

2003 yılında 21 şehit

2004 yılında 73 şehit

2005 yılında 92 şehit

2006 yılında 121 şehit

2007 yılında 118 şehit

2008 yılında 150 şehit

2009 yılında 135 şehit verdik.

2010 yılına gelindiğinde, iktidarın "demokratik açılım" söylemleri de meyvesini(!) vermeye başladı. Terör saldırıları bir anda artarken, eylemlerin yalnızca Güneydoğu bölgelerinde sınırlı kalmadığı, Karadeniz Bölgesi başta olmak üzere, Batı'ya doğru bir kaymanın başladığı dikkat çekiyordu.

2010 yılına geldiğimizde, karşımıza çıkan tablo şu:

18 Nisan tarihinden bu yana geçen iki aylık sürede güvenlik güçlerine 224 saldırı düzenlendi. Son dört aylık dönemde, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bölücü terör örgütüyle mücadelesinde öldürülen terörist sayısı 159 oldu. Yine bu dönemde, her gün bir çatışma haberi aldık, hemen her gün en az bir şehit verdik. Son terör saldırısında ise 10 vatan evladımızı yitirdik.

Peki bu ülkeyi yönetenler ne yaptı?



Biz söyleyelim ne yaptıklarını... Terörü "şiddetle" kınadılar ve mücadelenin "kararlılıkla" devam edeceğini duyurdular.

Bu mücadeleyi "kararlılıkla" sürdüren yegane kurum, Türk Silahlı Kuvvetleri'dir... Bu mücadeleyi baltalayanlar ise, okyanus ötesinden ve burnumuzun dibinde yeşertilen kukla devletçikten, köklü Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni yönetenlerin içine düştüğü acziyete sevinenlerdir... Kirli terör siyasetçilerinin, içerideki işbirlikçileri, kalemşörleri, "demokrasi çığırtkanlığına" soyunmuş liberal görünümlü hainleridir...

Ordunun, terörle mücadelesini baltalayanlar, terörü müzakere konusu yapmayı kabullenip, şehit kanları üzerinden pazarlığa oturanlardır...

Dünün peşmerge reisi, çapulcu Barzani'yi, ülkesine buyur edip, krallar gibi karşılayanlar, ona "Mesud Abi" diye seslenmekten hicap duymayanlardır...

Ordunun terörle mücadelesini baltalayanlar, şehit kanı akıtan eli kanlı teröristleri, Habur'dan güllerle karşılayıp, düzmece mahkemelerde yargıladıktan sonra serbest bırakanlardır...

Onlar bugün susuyor... Bakmayın siz onların sözde kınamalarına, kararlılık söylemlerine... Onlar gerçekten "acı"duysalardı bugün; temsil ettikleri milletin karşısına dimdik çıkarak yiğitçe söylerlerdi söyleyeceklerini... Söylemediler...

Yarın şehit cenazelerinde "Vatan sağolsun" diyenlerin acısı manşetlerden düştüğünde, onlar açılım safsatasına bıraktıkları yerden devam edecekler... (Not: Yukarıdaki bilgi ve istatistikler, http://www.gazete5.com/haber/akp-doneminde-kac-sehit-verdik-olen-terorist-sayisi-dengir-mir-firat-23559.htm adresinden alınmıştır.)

D-HABUR FACİASI TÜRK MİLLETİ İÇİN NİÇİN ASLA UNUTULMAMASI GEREKEN BİR OLAYDIR?



Şöyle ki; son açılım ve Habur faciası bile Türk toplumundan beklenen tepkiyi alamamıştır. Bu bir psikolojik tahlil olmakla birlikte Türk insanının geleceğini oluşturacak ruh halini yansıtmaktadır. Şehirli ve okumuş insanımızın durumu ise farklı değildir. Yöntemin aynı olmasının yanı sıra bu yönteme aba altından sopa gösterme tekniği de eklenerek korku ortamı yaratılmıştır. Ergenekon iddiasıyla Türkiye'nin fişlendiğini söyleyen bu iktidar, kendi fişlemesini o kadar abartmıştır ki özellikle doğu şehirlerinde insanlarımızın tipi ve tarzı dahi artık ayırt edici unsur olmaya başlamış, belli cemaate girmeyen, onların işyerlerinden alışveriş etmeyen, onların söylemlerine karışmayan kişi veya kişiler çeşitli yaftalarla öteki ve hatta bozguncu olarak görülmektedir. Ama eski bir bölücü parti vekilinin iç işleri bakanı ile ilgili hâkimler savcılar ayarlandı. Sorun olmadan Habur'daki çadır, adliyeden serbest kalacaklar iddiası konuyu bütün sıcaklığı ile gündeme taşımıştır. Arzu edilen sadece bu tarz gündeme getirmelerle değil Habur faciasının hafızamızdan hiç silinmemesi ile Milli Bilinci diri tutabiliriz.

Bu konuda bakın Lider Bahçeli Grup Konuşmasında neler söyledi:

Milletimizde İnfial uyandıran ve Başbakan'ın gerçek yüzünü ortaya çıkartan bu olayın unutturulmadan gündemde tutulmasında ve yeniden hatırlanmasında yarar vardır.

Zira Habur'daki karşılama ile birlikte Başbakan Erdoğan ve yol arkadaşlarının;

? Elli kanlı PKK ile yaptıkları pazarlıklar ortaya dökülmüş,

? Senelerdir Kandil bölgesine tezkereye rağmen neden harekât yapılmadığı daha iyi anlaşılmış,

? Yıkım projesinin perde gerisindeki küresel aktörler belirginleşmiş,

? İmralı Canisi ile AKP hükümetinin proje ve eylem ittifakı açığa çıkmıştır.

Bu tarihi alçaklık tablosunun Başbakan Erdoğan'ın ifadesiyle "iyi, güzel ve umut verici" bulunduğu da kamuoyunun malumudur.

Başbakanın övdüğü ve desteklediği bu rezalette,

? Üniformalı teröristlerin zafer çığlıkları ile ve omuzlar üstünde karşılandığı,

? Bu alçalmaya nezaret ettirilen güvenlik ve kamu güçlerinin eliyle devlet otoritesinin ayaklar altına alındığı,

? Terör örgütünün paçavralarıyla beraber kin, nefret ve husumet gösterileriyle devlete açıkça meydan okunduğu,

? Hükümet memurlarının PKK'lıları aklamak ve serbest bırakmak için birbirleriyle yarıştığı,

? Hukuk devletinin ve hukukun üstünlüğü ilkelerinin çiğnendiği, Anayasa ve kanunların çöpe atıldığı,

? Yıllardır milletimize kan kusturan cinayet şebekelerinin Başbakan Erdoğan tarafından kucaklandığı bilinmektedir ve elbette ki milletimizin hafızasındadır.

Başbakan'ın ne pahasına olursa olsun geri dönmeyeceğini ve sürece devam edeceğini ısrarla açıkladığı bu ihanet tablosunun ardındaki gerçekler bunlardır.

İktidar açılımı cebren ve hileyle yapmaktadır ve buna da mecburdur. Bizim her dönem değişen ancak batılı ve özellikle Amerika ve İngiltere için hiç değişmeyen küresel siyaset, dost ABD vasıtasıyla, iktidarı açılım yapmaya mecbur bırakmıştır. Çünkü iktidara geliş ve bu iktidarın devamı, ancak bu mecburiyetlerin yerine getirilmesine bağlıdır. Toplumsal huzurun böyle bir projeyle sağlanamayacağı ortadadır. Zaten amaç huzur sağlamak değil; aksine karışıklık ortamı yaratmaktır. Milleti kendi içinde birbirine ötekileştirerek aralarındaki farklılıklarını keskinleştirip milletin ayrıştırılmasını sağlayıp bölme amacına ulaşmaktır. (Açılımın küresel aktörlerle ilintisi konusunda daha geniş bilgi için Prof. Dr. Nadim MACİT'in "Açılım Mı Vassallık Mı" , Berikan Yayınları, Kitabı tavsiye edilir).

E-EĞER GERÇEKTEN BİR HUZUR ORTAMI TESİS EDİLMESİ İSTENMEKTE İSE NE YAPILMALIDIR.



Eğer gerçekten bir huzur ortamı tesis edilmesi istenmekte ise bu ancak yeni bir güven ortamı kurmakla olacaktır ki bu da seçimi elzem kılmaktadır.

Devamlı bir şekilde gündemi değiştirerek, milletin yaşamış olduğu ekonomik problemleri konuşmaması için bir aldatmacanın içinde bulunan AKP, erken seçim olmayacak derken bile, "yaparsak ne durumda oluruz" sorusunun cevabını aramaktadır. Ne yaparsak kazanç elde edebiliriz diye meseleye fırsatçı (oportünist) bir eğilimle bakan iktidar, yeni atraksiyonların içine girmekle beraber, daha yeni planlar üzerinde kafa yormaktadır.

Söz konusu bu atraksiyonların en yeni aldatmacası, bütün sorunların kaynağının "anayasa" olduğu zırvasıdır. Yapılacak anayasa değişikliği ile bütün sorunların ortadan kalkacağını söyleyen iktidar, yeni bir senaryoyu uygulamaya koymuştur. Her konuda olduğu gibi bu konuda da iktidarın yapmak istediklerinin farkında olan ve bu isteklerin altında yatan gerçeği işaret eden Sayın Devlet Bahçeli; "Adına millet dediğimiz böylesi bir karmaşık ve her bireyi kapsamasını esas aldığımız uzlaşma alanlarının yazılı metinleri olan anayasaların da ancak toplumsal bir mutabakat ile hazırlanması kaçınılmazdır." dedikten sora; "İhtiyaç duyulacak değişikliklerin, anayasanın, gerçek bir "Toplum Sözleşmesi Belgesi" olması için mümkün olabildiğince geniş bir uzlaşma ile gözden geçirilmesi ve gerekli değişikliklerin iç dinamikler hesaba katılarak yapılması da şarttır." diye tamamlamaktadır.

Başbakanın ve diğer hükümet üyelerinin söylemlerinde ortaya çıkan gerçek, anayasa değişikliğidir. Bunu istemelerinin çeşitli sebepleri olabilir ya da kendilerini buna görevli hissedebilirler. Siyasi iradesizlik ve ekonomik bozukluk arasında sıkışmış olan millet, kurtuluş yolunu demokrasi çerçevesi içinde sandıkta görmektedir. 

F- MUKTEDİR BİR DEVLET OLMAK İÇİN MİLLİ İRADE MİLLİYETÇİ İRADEYE DÖNÜŞMELİDİR



Kürt sorunu olarak kavramsallaştırılan ve asıl bağından koparılan terör sorunu, küresel güç merkezlerinin siyasal iktidardan veya daha sağduyulu bir ifadeyle AB'nin hükümetten istediği uyum sürecinin bir sonucu olarak gündeme taşınmıştır. Dış politikadaki tutarsızlık iç politikada da aynı hızla devam etmiş, bir taraftan teröristler affedilirken diğer taraftan seçilmiş belediye başkanları tutuklanmıştır. Bir taraftan, suçlu olan, suçsuz ilan edilmiş, diğer taraftan suçlu olduğuna bizim kani olduğumuz teröristlerin belli bir süre sonra suçlu oldukları anlaşılmıştır. O dönemde ısrarla bunun bir hata olduğunu savunan çevrelerin sözüne gelinmiştir. Bunlara ilaveten dış politikadaki çelişik ilişkiler, iç politikadaki tutarsızlık ve vaat edilenlere (teröre) karşı Türk Milletinin sağduyulu duruşu, iktidarı bugün küresel ölçekte dış politikada yalnız, iç politika da çaresiz bırakmıştır. Bu çaresizliğin kendi iktidarlarını sona erdirecek bir hamle olduğunu gören iktidar, dış politikadaki başarısızlığını belirli merkezlere indirgerken, iç politikadaki yok oluşunu da siyasal İslam, din üzerinden oy devşirmeye dönüştürmüştür. Filistin kutsal coğrafya ilan edilmiş, Müslüman kardeşlerimize zulüm yapıldığını temel çıkış noktası olmuştur.
Oysa tarihi gerçek, Filistin'de İsrail'in bunu yıllarca yaptığını bize göstermektedir. Diğer taraftan ağzımızın içinde Iraklı Müslümanlara yıllardır ABD zulmetmektedir ve AKP İktidarı bu zulme yıllarca sessiz kalmamıştır; aynı zamanda meclisten malum bir mart tezkeresinin geçmesi için çaba sarf etmiş, yani buna taraf olmuştur.

Sonuç mu dediniz? Irak'taki durum herkesin malumu, hadi ölümlere razı olduk Amerikan conilerinin Müslüman kadınlara peydahladığı çocukları aldırmak isteyen kadınlara kürtajı bile yasakladılar. Yani oryantalizmin son aşaması öğrenilmiş çaresizlik ve kendini hiçleştirmeyle postkolonyalizm yine iş başında tıpkı tarihin derinliklerinde olduğu gibi. Ve bunlara vaktinde meydan okuyamayıp işbirliği yaptıkları zihniyetle nasıl oldu da şimdi meydan okuma gibi gözüken hareketler yapılmakta bir hatırlayalım. Bundan yaklaşık sekiz yıl önce rotasını Brüksel'e ve Washington'a çeviren Ankara'nın, sözüm ona şerrinden Brüksel'in şefaatine sığınmaya kalkanlara acaba ne oldu da bugün eksenlerini kaydırıp siyasal mabetlerini değiştirmeye kalkıyorlar? Ya bunların elinde kimin daha fazla Müslüman olduğunu ölçen bir alet var ya da bunlar tam anlamıyla takiyyeci.

Sonucun ne olacağını kestiren iktidar, giderayak üzerime düşeni yapmalıyım telaşı içerisine düşmüştür. Ancak ne kadar kaçmaya çalışırsa çalışsın, iktidarın bugün yarattığı ortam tüm yolların seçime çıkacağını göstermektedir. Meydana getirmiş olduğu sosyal ve kültürel tükenmişliğin yanında, ekonominin korkunç ve dayanılmaz ağırlığı altında ezilmeye mahkûm edilen millet, bunun makûs bir talih olmadığını bilmekte ve seçim istemektedir.

Ve Sayın Başbakana Devlet Bahçeli vasıtasıyla Türk Milleti "Sayın Başbakan Demokrasi ile kumar oynama" demektedir.

Hangi yola müracaat ederseniz edin değişmeyen bir gerçek, korkunun ecele faydası olmadığı gerçeğidir. Seçimin kaçınılmaz olduğu kadar, seçimden kaçmanın da ülkeyi uçurumun eşiğine sürüklemek olduğu unutulmamalıdır.

Ünce ülkem sonra partim ve ben anlayışının gereği milli iradeye saygı duyup ülke şartlarının seçimi zorunlu kıldığını düşünerek kendi partisinin ve şahsının ne olacağını hesaba katmadan 3 Kasım 2002 seçimlerinin ilk çağrısını yapan Lider'den biraz nasiplenmek gerekir diye düşünüyoruz.

16 şubat 2010 tarihli grup konuşmasında Yüce Türk Milleti'nin bin yıllık kardeşliği ve gelecek seçimler için değil; gelecek nesiller için siyaset yapan ve vizyon ortaya koyan Lider Bahçeli mevcut hali tarifle ilgili Şu tespitlerde bulundu:Yedi buçuk yıl gibi çok uzun bir süredir devam eden iktidar siyasetindeki üslup kirliliği ve seviye kaybı nedeniyle aşağılanmayan, hakarete uğramayan, hor görülmeyen, taviz verilmeyen hiçbir milli ve manevi değer kalmamıştır.

Giderek daha derinden hissedilen buhran ve kargaşa nedeniyle devlete nizam veren bütün ölçü ve ayarlar kaçmış, siyasetin, güvenliğin, ekonominin, yönetimin bütün çivileri yerlerinden çıkmıştır.

Bunların sonucunda, milletimiz yorulmuş, devletimiz hırpalanmış, kurumlarımız yıpranmış, kardeşliğimiz tartışılmış, inançlarımız istismara uğrayarak siyasete kurban edilmiştir.

Bugün ortada;

? Gerginlik, kutuplaşma ve istismarla boğuşarak yönetilemeyen bir Türkiye,

? Sorun çözme insiyatifini elinden kaçırmış bir ülke,

? Yılların hassas dengelerini bozarak iradesini yabancıların insaflarına bırakmış bir hükümet

? Açlığa, yokluğa, işsizliğe ve yoksullukla mahkûm edilmiş insanlar,

? Ve kardeşliği sorgulatılmak istenen bir millet gerçeği karşımızdadır.

Yedi yıl boyunca Başbakan Erdoğan ve AKP hükümetlerinin Sorunlar karşısındaki acziyeti, Ekonomiden İç siyasete, Uluslararası ilişkilerden sözde özelleştirmeye kadar her alanda dış dayatmalara boyun eğen teslimiyeti bu karanlık tabloyu önümüze getirmiştir.

Artık yaşadıklarımız, yalanlarla saklanamayacak kadar açığa çıkmış, istismarla örtülemeyecek kadar alenileşmiş, yandaşların bile gizleyemeyeceği kadar vahim sonuçlar olarak karşımıza dikilmiştir.

Sanal başarıların, sahte zaferlerin, şişirilmiş kahramanlık gösterilerinin, mutlu ülke ve huzurlu insan iddialarının sonu gelmiştir.

Bu aşamada, ağır bir yıkım sürecinin bütün işaretlerini vermeye başlayan Türkiye'de;

? Hükümet aciz, çaresiz ve tahripkâr;

? Temel kurumlar yıpranmış, hırpalanmış ve endişeli;

? Siyaset yorgun, tıkanmış ve inatçı;

? Hukuk zedelenmiş, güç kaybetmiş ve öfkeli;

? Aziz milletimiz ise gergin, yoksul ve ümitsizdir.

21-6-2010 Salı günkü tarihi konuşmalarında sayın Devlet Bahçeli bu zihniyete şöyle seslenmiştir.Aziz milletim ve tarih şahittir ki;

? Kim nerede, albayrağa gözünü dikmişse karşısında bizi bulmuştur.

? Kim nerede, milletimin huzuruna musallat olmuşsa karşısında bizi bulmuştur.

? Kim nerede zalimlerle işbirliği yapmışsa, zulme ortak olmuşsa karşısında bizi bulmuştur.

? Kim nerede, yabancılara boyun eğmişse karşısında bizi bulmuştur.

Ne tehditlerden korkarız, ne iftiralardan yılarız.

Ne hainlerle kucaklaşır, ne bozguncularla işbirliği yaparız.

Bunun için AKP'ye karşıyız.

Bunun için hainlerin düşmanıyız.

? Biz ilhamını, gücünü ve inancını milletinden alan Milliyetçi Hareketiz.

? Biz ne başkalarının önünde diz çöker, deliğe süpürmeyin diye yalvarırız,

? Ne de aziz şehidine hakaret eder, canilere sayın diye hitap ederiz.

Yurdumuzu canımızdan aziz biliriz, gözümüzü kırpmadan feda ederiz.

Dik dururuz, eğilmeyiz, sözümüzün eriyiz, başka türlü olmak bize yakışmaz.

Hiçbirimiz, Türk milletinin bir evladını bile başkaları gibi yedi düvele değişmez.

? Başbakanın bölünme modeli demokrasi olacak, ancak bizim direnişimiz bölücülük sayılacak. Bunu asla kabul etmeyiz.

? AKP'nin tahrikleri çağdaşlık sayılacak, bizim vakarımız ilkellik görülecek. Bunu şiddetle reddederiz.

? Hükümetin yıkımı açılım olacak, bizim duruşumuz ayıp sayılacak. Bunu elimizin tersiyle iteriz.

? Parçalanmanın adı açılım olacak, bizim tavrımız ise suçlanacak. Bunu sahibine derhal iade ederiz.

? Teröristin döktüğü kan unutulacak, biz ise kandan beslenmiş olacağız. Bu çürümüşlüğü lanetleriz.

? Terörist törenle karşılanacak, oysa bizim şehide sahip çıkmamız eleştirilecek. Küstah zihniyete hak ettiği cevabı veririz.

Düzenlerin, tertiplerin, komploların içinde olmayız,

Olduğumuz gibi görünür, göründüğümüz gibi de oluruz.

Biz Milliyetçi Hareketiz.

Dün Ne isek bugün de oyuz.

Dün Milliyetçiydik, bugün de oyuz.

Dün de ayaktaydık bugün de varız.

Hainlere inat, Alçaklara inat, Düşmanlara inat, Var olmaya da devam edeceğiz Sonuç olarak şu ifadeleri tekrarlamak istiyorum

DEVLET BAHÇELİ her Salı Grup konuşmalarında Adeta bir Çağlayandan akan saf ve temiz kaynak suyu gibi çağıldıyor; ama sorun bu çağlayan kaynağını damacanalara ve şişelere koyup evlere servis yapma sorudur. Burada da görev tarihe ve çocuklarına karşı sorumluluk hisseden her vatandaşımıza düşerken elbette öncelikli sorumluluk teşkilat içi görevi olan ülküdaşlardadır. Zira bizim yazdıklarımız sadece liderin ortaya koyduğu vizyonu siz değerli okuyucularla paylaşmaktan ibarettir.

" YA DEVLET BAŞA YA KUZGUN LEŞE "

http://www.ortadogugazetesi.net/makale.php?id=6923


***

17 Mart 2016 Perşembe

MERAL ABLAYA MEKTUP!




MERAL ABLAYA MEKTUP!



Yabancı bir yazar "Ömrümde, üstündeki posta puluna değecek değerli ya bir ya da iki mektup aldım." demiş ya…
Meral Abla da bizim mektubumuzu nasıl değerlendirecek, tam olarak bilmiyorum. Ama üzüleceği kesindir. Aslında üzülsün diye de yazmıyorum. Gerçekler konuşulsun, ölçüler konulsun diye yazıyorum.
Sayın Meral Akşener sıcakkanlı, etrafına sürekli gülücükler dağıtan birisidir. Sağolsun, tanıştığımız günden bu yana, bu yönünü benden de esirgemedi. Mektubumuzda "Meral Abla" dediğime bakmayın gerek telefonda, gerek yüz yüze geldiğimizde kendisine "Sayın Bakanım" diye hitap etmiş birisiyim.
"Meral Abla" ifadesi biraz da toplum jargonu olduğu için, uyumlu olsun diye kullanıyorum. Mesela Recep Tayyip Erdoğan'ın kendisinden iki yaş büyük olmasına rağmen onu AKP'nin kuruluş aşamasına davet ederken "Abla, sen bize yakışırsın" hitabıyla çağırmıştı. 18 Mart 2018 olarak belirlenen resmi MHP olağan kongre tarihi ortada iken, şimdi de "Ablamıza bir imza" diye olağanüstü kongre için ortada gezenler, şu günlerde "Meral Abla" ifadesinin şirinliğinin arkasına sığınmaktalar. 
Meral Akşener hiçbir zaman benim anladığım manada "net Ülkücü ve MHP'li" diyebileceğim bir siyasetçi olmamıştır. Bendeki algısı, takım tutmayan futbolcu misali profesyonel bir siyasetçi olmasıdır. Bu algının ana sebebi, "Ülkücülük" sıfatına yönelik geçmişte kullanmış olduğu ifadeleri ve siyasette en son geldiği parti MHP olmasıdır. Elbet bunları açık yüreklilikle ifade ederken, MHP'ye katıldığı günden bu yana yaptığı hizmetleri ve üstlendiği görevleri de inkâr edecek değiliz. Zaten böyle bir şey de yakışık almaz.
Ama şimdi MHP Genel Başkanlığına talip olurken geçmişini silerse, söylediklerini yok sayarsa itirazımız çok belirgin ortaya çıkar. Bu mektup da bu itirazın zarfsız halidir.
Hz. Ebubekir'in " Ne söylediğini, Ne zaman söylediğini ve Kime söylediğini iyi düşün! " sözünü hatırlatarak süreci biraz başa almak istiyorum.
Tarih 2000'nin başlarında seyrederken okulumu yarıda, ailemi geride bırakarak, Kayseri'den Ankara'ya geldim. Şuan MHP İstanbul milletvekili ve MHP Genel Başkan Yardımcısı olan Sayın Atilla Kaya'nın Ülkü Ocakları Genel Başkanı olduğu dönem, Ülkü Ocakları 2. Başkanı görevini yürüten Sayın Alişan Satılmış'ın daveti üzerine Kayseri Ülkü Ocakları'ndan sonra, Ülkücü Ocakları Genel Merkezi'nde göreve başladım. Türkiye genelinde Ortaöğretim teşkilatlarına ve Ülkü Ocakları bünyesinde çıkan dergilerin yönetimine bakıyordum. O günler MHP'nin 57.hükümette koalisyon ortağı olduğu dönemlerdi. İlerleyen günlerde 57.hükümetin üzerinde küresel güçlerin ve onların Türkiye'deki uzantılarının büyük baskılarına şahit olacaktık. Böyle bir sürecin sonunda siyasette önce "Yeni Oluşum" sonradan da adını AKP olarak alan bir parti çıktı. 57. Hükümeti yıkma çabaları ve AKP'yi parlatma günleri yaşanırken DYP'den istifa eden Meral Akşener, Recep Tayyip Erdoğan'ın "Abla, sen bize yakışırsın" daveti üzerine "Yeni Oluşumcuların" arasına katılmıştı. 1-2 ay Recep Tayyip Erdoğan'la birlikte Türkiye'yi gezmiş ve "dizinin dibinden" ayrılmamıştı.
Meral Abla, Recep Tayyip Erdoğan'ın çalışma ofisini ziyaret ettiği bir gün gazetecilerin "Yeni oluşumda lideriniz Erdoğan mı olacak?" şeklindeki sorusuna "Evet" karşılığını vermişti.
O günlerde gazetelerde yine bir haber okumuştum. Haber başlığı Meral Akşener'in ağzından "Eskiden Ülkücüydüm, şimdi demokratım" idi. Haber içeriği de "DYP'den istifa ederek Yenilikçilere katılan Kocaeli Milletvekili Meral Akşener, Tayyip Erdoğan'ı Karadeniz gezisi sırasında bir an bile yalnız bırakmadı. Gezi sırasında Akşener, Erdoğan'a iyi haberler de verdi. Şiran Belediyesi'nde telefonuyla konuşan Akşener, Erdoğan'a dönerek, ''Sayın Başkanım, Mersin teşkilatı size katılmak istiyormuş'' dedi. Bunun üzerine salonda alkış koptu. " Şeklindeydi.
Benim beynime yazılan Meral Akşener'in AKP saflarında iken ağzından çıkan " Eskiden Ülkücüydüm, Şimdi Demokratım " sözüydü. O sözünü hiç unutmadım. MHP'ye geçtiğinde bile unutmadığımı birazdan yazacaklarımla birlikte görecek ve anlayacaksınız.
"Çok Muhabbet tez ayrılık getirir " misali Meral Akşener AKP'nin " Yeni Oluşum " aşamasından da ayrıldı. Kısa bir süre sonra da MHP'ye katıldığında da AKP'ye geçtiği günlerde söylediği "Eskiden Ülkücüydüm, şimdi demokratım" sözünü hemen unutarak , "Canımız ve gençliğimiz pahasına bu yolda yürüdük" diyebilmişti.
Meral Akşener'in MHP'ye katıldığı gün Ülkü Ocakları Genel Merkezi'ne birçok tepki telefonu gelmişti. Bir Konya'dan, bir de Almanya'dan gelen telefonu benim odama bağlamışlardı. "Eskiden Ülkücüydüm, şimdi demokratım" diyen, bu kadar parti gezen biri niçin MHP'ye alındı?" sözleriyle Ülkücüler tepki gösteriyordu. Ülkücülerin tepkilerini sağduyu alanına çekip bilgilendirmek bizlere düşüyordu. Başbuğumuz Alparslan Türkeş zamanında da Anap'tan, DYP'den ve diğer partilerden gelen ve parti içinde çeşitli görevler alan kişilerin isimleriyle örnekler veriyorduk.
Ama gel gör ki, dün MHP'ye katıldığında sırf " Eskiden Ülkücüydüm, Şimdi Demokratım" sözünü söyledi diye tepki alan Meral Abla, bugün MHP Genel Başkanlığı hayali peşindedir.
57.Hükümet zamanı büyük saldırı altında olan MHP'yi hem korumak, hem de büyütmek çabası veren MHP Lideri Devlet Bahçeli'nin Meral Abla'yı MHP'ye kabul etmesi aslında çok doğru bir adımdı. MHP Lideri Devlet Bahçeli, Meral Akşener'e ilk günden itibaren değer vermiş ve her türlü hizmet alanını açmıştı. MHP MYK üyesi ve 2004 yerel seçimlerinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı yapmıştı. Daha sonra da uzun yıllar milletvekili ve TBMM Başkan vekili olarak görevlendirmişti.
Ama Meral Abla'nın MHP Genel Başkanı olma hayali bugünün meselesi değildi. Bunun böyle olmadığını Ülkü Ocakları Genel Sekreteri iken 11 yıl önce yazdığım "Fitne Karargâhının Yeni Füzeleri" başlıklı yazımda da ifade etmiştim.
Düşünün İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı sıfatını taşıyarak MHP'de ilk deneyimini atlatıyor ve hemen ardından MHP'de Genel Başkanlık kulisleri yapıyordu.
Şimdi bana "Ortaya çıkan MHP Genel Başkan adayları hakkında yazı yazıyorsun, madem öyle niye daha önce yazmadın?" diye soranlara 11 yıl önce yazmış olduğum yazımdaki şu cümlelerimi hatırlatmak isterim.
***
"Fitne karargâhının patronu, çıktığı kutsal savaşta(!) yeni bulduğu bu füzeden de verim alamazsa, sır gibi sakladığı yeni füzesini artık açıklamak zorunda kalacaktır.
Patronun sır gibi sakladığı bu kişiyi, herkesten önce biz açıklıyor ve birinci haberimizde yarım kalan sonucu telafi etmesi açısından, katkı sağlayacağını düşünüyoruz.
Fitne karargâhının nankör patronunun sır gibi sakladığı diğer kişi de, AKP daha "Yenilikçiler" sıfatında iken soluğu Tayyip Erdoğan'ın yanında alarak "Ben eskiden Ülkücüydüm, şimdi demokratım" diyen, daha sonra tekrar ayrılan ve aramıza dönen bir kişidir.
Nankörler olmazsa dürüst olanların, yetinmesini bilenlerin kıymeti anlaşılmazdı. Bu ve benzer nankörlerin varacağı menzil, olsa olsa hüsrandır. Çünkü bu nankörlerin gözleri, kime tezgâh yaptıklarını bilemeyecek kadar kararmıştır. Bu nankörler, kendilerine her konuda sahip çıkmış, değer birikimli kişiyi bile devirmeye çalışmaktadırlar.
Bu nankörlerin buldukları hataları ya da hata gördükleri konuları kutsallaştırdıkları na bakarak, fitne karargâhın da üretim yaptıklarına bakmayın… Bugün 'yıkıcılık, ayrımcılık' adına herkesi kucaklarına almaları, kucaklardan inmemeleri, Nankörlükleri nin bir yansımasından ibarettir.
Hem acınacak hem de traji - komik bir haldedirler." (Fitne Karargâhının Yeni Füzeleri)
Bu cümleleri okuyan herkes şaşırdı değil mi?
"11 yıl önce Meral Akşener'e bu yazıyı yazmanın anlamı nedir ki?" diye sorabilirsiniz.
Anlamı şu!
Yeniçağ isimli bir gazete var. Bu gazetenin de ömrünü "MHP'ye yeni bir Genel Başkan" belirlemeye adamış bir patronu var. Bu patron, kapısının önünden kim geçerse onu MHP'ye Genel başkan yapmaya kalkan bir ruh haline sahip. Bu yazımda da böyle bir senaryo içinde olduğunu ifade etmiştim.
Ülkü Ocakları Genel Sekreteri olduğum o dönem, Yeniçağ isimli gazetenin binasında hangi toplantılar yapılıyor, kim kiminle görüşüyor hepsinden bu gazete içinde çalışan dostlarımız(!) sayesinde haberdar oluyorduk.
O dönemde de "Bunlar Genel Başkan adayı olarak Meral Akşener'i düşünüyor. Sürekli bu yönde toplantılar yapıyorlar. Şuan gizli gizli üzerinde çalıştıkları genel başkan adayı o" şeklinde bir haber gelmişti.
Böyle bir yazıyı da onun üzerine kaleme almıştım.  O günlerde Meral Akşener ile yüz yüze hiç tanışmamıştık. Kendisini sadece medya üzerinden takip ediyordum.
Yıl 2015… Meral Ablamız MHP Genel Başkan Adayı olmayı düşünen basın toplantısını yapıyor ve toplantıdan sonra ilk ziyaret ettiği gazete Yeniçağ Gazetesi… 
Patron ve yazarlarıyla toplu poz veriliyor. Elbette Patron hedefinde " Mutlu Son " istiyor. 11 yıl önce yazdığımız yazının bugün yine muhatabı oluyorlar. Öyle ki, "Yeniçağ Gazetesi'nin finansörü" diye adı çıkan Koray Aydın'ın bile artık yüzüne bakmıyorlar. Yazarları sadece Meral Abla'yı cilalıyor, ona ülkücü, dava adamı ve sanki 40 yıllık MHP'li imajı veriyorlar. Öyle ki, Başbuğ Türkeş'in sağlığında yan yana bir pozu dahi olmayan, Başbuğ Türkeş'in partisinde bulunmayan Meral Abla'nın Başbuğ Türkeş'e hayali bağlılıklarını, hayali senaryolarla besliyorlar.
Meral Akşener kendisini de bu role öylesine kaptırmış ki, düzenlediği basın toplantısında "Maalesef hiçbirimiz, hiçbir MHP mensubu başbuğumuzu başbakan yapamadık, bunun bir özeleştiri yapılması gerekir."  diyebilmiştir.
Eh be Meral Abla!
Başbuğumuz Türkeş'in sağlığında niçin MHP'de değil de, DYP'den Belediye Başkan adayı, DYP Kadın Kolları Başkanı, DYP'den milletvekili, DYP'den bakan oldunuz? Yoksa bu görevleri yaparken MHP'ye oy veriyordunuz da biz mi anlayamadık?
Başbuğ Türkeş'e çok bağlı olduğunuz için mi DYP Genel Başkan yardımcısı olarak gittiğiniz Erzurum'da size bozkurt işareti yapan çocuklara, Bozkurt işareti değil, DYP'nin işaret parmağı ile ileriyi gösteren el hareketini yapmayı öğütlediniz?
1994 yılında gerçekleşen yerel seçimler zamanında anket şirketinde karşılaştığınız bir belediye başkan adayını önce DYP'li sanıp sonra MHP'li olduğunu öğrenince " Bırakın bu işleri, artık bu işler mi kaldı?" derken Başbuğ Türkeş'in partisi MHP'yi hiç mi düşünmediniz?
İlk göz ağrınız DYP'den istifa edip Anavatan partisine geçme girişimleriniz o günlerde tüm gazetelerde yer alırken, Başbuğ Türkeş'in partisine geçme girişimlerinizi niçin en sona bıraktınız?
DYP'den istifa edip " Liderimiz Erdoğan " diyerek AKP'nin " Yeni Oluşumuna " katılıp " Eskiden Ülkücüydüm, şimdi Demokratım " derken Başbuğ Türkeş'in fikirleri, ülküleri hiç mi aklınıza gelmedi?
Başbuğumuz Alparslan Türkeş'in "Kürt olarak nitelendirdikleri bu kardeşlerimizin hakkını Ermeni Apo mu koruyacaktır? " sözü ortada iken , " Abdullah Öcalan'a " Ermeni dölü " demiştim. Şimdi bunu hatırlarken bile tüylerim diken diken oluyor. Çok ayıp ettim. Çok utanıyorum. Özür diledim, ama hala büyük utanç duyuyorum" diye özür dilemenizin ve böyle bir açıklama yapmanın manası neydi?
DYP'de iken Bozkurt işareti yaptırma, AKP'ye geçince " Eskiden Ülkücüydüm " de, MHP'ye Genel Başkan olma hayali tekrar canlanınca Başbuğ Türkeş'i diline dola! 
Nasıl olacak bu durum Meral abla?
Biz 1994 yılında Kayseri Ülkü Ocakları'nın rutubetli, farelerin cirit attığı odalarında mücadele verirken siz DYP'deyken Ülkücülüğün, MHP'nin bittiğini anlatıyordunuz!
Hangi ideolojik birikim adına, hangi dava çizgisi adına MHP'ye Genel Başkan olma hayali kuruyorsunuz Meral Abla?
Bunları sorduğum için üzülecekseniz! Gerçekten üzülün…
" Eskiden Ülkücüydüm " sözü ağzınızdan çıktığı halde, Ülkücülerin partisi MHP'ye Genel Başkanlık düşünmek için " Yeniden Ülkücü oldum " mu diyeceksiniz? 
Dün size "DYP artığı" diyenlerin akıl hocalığında yürümek, inanın sizi traji-komik manzaralara taşıyor. Biz size hakaret etmeyiz, biz size iftira atmayız ama MHP Lideri Devlet Bahçeli'ye bugün yaptığınız nankörlüğü 11 yıl önce olduğu gibi bugün de hatırlatırız Meral Abla!
Oğlunuz Fatih'in üzerine ettiğiniz yeminleri " Hangi baskın irade bozdu? ", onu sorgularız?
Sizin namusunuza kaset üzerinden dil uzattıklarında AKP'li yorumcuların karşılarına yine biz dikilmiştik ve "Yalakalıkları ve menfaatleri için Meral Akşener gibi bir hanımın namusuna dil uzatacak kadar alçaklaşan kişiler olarak tarihe geçmişlerdir. Bu zihniyetin menfaatlerini için atmayacağı iftira, yapmayacağı davranış yoktur." diye haykırmıştık. Bu yazımızda, Recep Tayyip Erdoğan'ın ceza davası açtığı 32 yazıdan biri olmuştu. 
MHP Lideri Devlet Bahçeli'de milyonların huzurunda ekranlardan "Kan davasının özü namustur, 40 yıl da geçse hesabı sorulur." Şeklinde tepkisini dile getirmişti.
Meral Abla, biz sizin namusunuza karşı yapılan saldırılarda nasıl hassasiyet gösterdiysek, namusunuza dil uzatan alçaklara nasıl haddini bildirdiysek, siz de bizim "fikir namusumuza" ve "dava çizgisinde kırıklık olmayacak" düşüncemize saygılı olacaksınız. Çok şey istemiyoruz. Sadece saygı ve ölçü…
REFERANS CEMAAT Mİ?
MHP Lideri Devlet Bahçeli, bir gazetecinin MHP'nin kongresi yönelik sorusu üzerine isim vermeden "İçinde birisi vardır ki Fethullah Gülen hareketinin MHP'de görevlendirme girişimidir. Bu ne ona, ne de kimseye fayda getirir.  Herkes aklını başına alsın." demişti.
Meral Akşener de bunun üzerine "Fethullah Gülen de dahil herhangi bir dini cemaat ya da tarikatla bir irtibatım yok. Olsaydı gururla söylerdim." demişti. 
"Eskiden Ülkücüydüm, şimdi demokratım" sözü ağzından çıkmış birinin şu veya bu cemaatle ilişkisini aramak bile inanın zaman kaybıdır. 
"Ülkücü değilim" dedikten sonra "cemaatçiyim" dese ne olur, demese ne olur?
Hem benim bildiğim adı geçen 3 adayın da zaten cemaatle şöyle-böyle bir bağı var. 
Meral Abla "Cemaatle bağım olsaydı gururla söylerdim." diye niye ön plana çıktınız anlamadım!
MHP Lideri Devlet Bahçeli'nin bahsettiği kişilerden birisi, mesela 2003 yılından itibaren cemaatin Zaman gazetesinde tam sayfa "Turuncu devrimler" hakkında yorum ve değerlendirme yazıları yazan adayın biri de olabilir?
Cemaatin MHP'ye en ağır saldırıları yaptığı dönem, hiçbir MHP'li yöneticinin gitmediği Zaman Gazetesi'nin yıldönümü resepsiyonuna gidip "25 yıl dile kolay. Zaman'ın bu hale gelmesinde emeği geçen herkesi tebrik ediyorum. Bundan sonraki dönemde de kendilerine başarılar diliyorum. " diyen öbür aday da olabilirdi?
Ama öne atılarak dikkatleri üzerine çeken kişi siz oldunuz. Madem öne çıktınız, o algıyı şöyle izah edelim.
Belki de 1980 öncesi yaşanan olayları bile bir belgeselde Fethullah Gülen'in dinlerarası diyalog modelini referans alarak yaptığınız şu değerlendirmelerden böyle algılanıyorsunuz. 
"80 öncesinin öğrencilerinden birisiyim. Aşağı yukarı bizim görüşümüze sahip gençlerden 5000'e yakın kayıp var. Karşı görüşten de belki bir o kadar vardır. Bu kayıpları engellemenin yolu toplumun bütün katmanları arasında, farklı görüşler arasında, işte Sayın Gülen'in yapmaya çalıştığı gibi farklı dinler arasında konuşmayı, mutabık kalınabilecek noktaları ortaya koyabilmek için bir çalışma yapmanın kimseye zararının olmadığı aslında faydasının olduğuna inanıyorum. Eğer 80 öncesinde bu yapılabilmiş olsaydı o kadar pırıl pırıl genç belki bugün yaşıyor olacaklardı." ifadeleriniz "Cemaat Ablası" gibi algılanmanıza sebebiyet vermiş olabilir.


1980 öncesi için dinlerarası diyalog vurgusu ile referans ve ölçü aldığınız Fethullah Gülen, o günlerdeki mücadeleye oysa şöyle bakıyor ve Ülkücüleri de terörist olarak görüyordu:
"Türkiye'de az insan öldürülmedi ki. O grup onu öldürttü, öbür grup diğerini. 12 Mart'ta da millet kanlı bıçaklıydı. Asker geldi müdahale etti. 12 Eylül'de yine millet kanlı bıçaklıydı. Millet birbirini öldürüyordu. Birbirini öldürerek bir yere varmaya çalışılıyordu. Bunların hepsi teröristti. O taraf da teröristti, bu taraf da… (Fethullah Gülen ile röportaj /Nuriye Akman, Zaman, 23.03.2004)
Hadi buyur Meral Abla, senin referansın Ülkücülere de terörist diyor. Nasıl olacak dinlerarası diyalog masalı? Bu referansınız sizi nereye götürüyor gördünüz mü?
Önder Aytaç gibi cemaat yazar ve yorumcularının sizi tarif ederken hep "O içimizden biri" mesajı da oluşan "Meral Abla" imajına sos olmuştur.
Türkçe olimpiyatlarında binlerce cemaat mensubu önünde yapmış olduğunuz "renk körü" içerikli konuşma da zaten yeterince kanaat oluşturuyor.
Bir zamanlar cemaatin ikinci adamı olarak bilinen ve sonradan cemaatle arasına büyük mesafe koyan Hüseyin Gülerce'nin "Meral Akşener yakın mıdır cemaate, Fethullah Gülene, çok yakın bir isimdir. Şahidi benim." ifadesi de bu gündemin son noktası olmuştur.
Meral Akşener cemaate yakınmış, seviyormuş bence bunlar inanın tartışılacak konular değildir.
Bugün tartışılması gereken, MHP Genel Başkan adaylığına adı geçen Meral Akşener'in siyasi ve fikir hayatındaki zikzaklarıyla bu makamı nasıl düşündüğünü sorgulamak olmalıdır.
Hayatının bir döneminde "Bozkurt yapmayın" demiş, hayatının bir döneminde "Eskiden Ülkücüydüm, şimdi demokratım" demiş birini Ülkücü Hareketin partisi olan MHP'nin başında görmek isteyenler, buyursun "Topuklu ayakkabılarımı giyerim, Arena Spor Salonu'na girerim ve kürsüye çıkar konuşurum" diyen Meral Abla'nın peşinden gitsinler…  18 Mart 2018 kongre tarihinde salona beraber girsinler. 
Demokrasi ortada, irade hürriyette…
Ama biz Meral Akşener'in 7 Haziran seçimlerinden 1 ay önce Habertürk Gazetesinde 
"Devlet Bey tam bir Adanalıdır. Adanalıların sohbetleri muhteşemdir. Devlet Bey de çok hoşsohbettir. Fevkalade mizahi bir tarafı vardır. Gençleri çok sever. Samimi ve inanmış bir demokrattır. Son derece yardımseverdir ama yardımlarını gizli yapar. Çok iyi de bir stratejik akla sahiptir. Satranç oyuncusudur, hep 5 hamle sonrasını görür. Bazı şeyleri göze alır, ama demokrasinin yanında durur. Partiye zarar getirecek bir şey Türkiye'ye faydalıysa, onu yapar. Rastgele konuşmaz. Çok edeplidir. Çocuğu yaşında birini de ceketini ilikleyerek karşılar. Devlet Bey'i kamuoyuna doğru düzgün anlatamamamız bizim eksikliğimizdir. Devlet Bey ile daha rahat ve sükûnet içinde çalışılıyor. Fikirlerimizi çok rahat ifade edebildiğimiz biri. " Şeklinde tarifini yaptığı, Ülkücü-MHP'li çizgisinde hayatı boyunca kırıklık olmayan, dava adamı tarifinin sembolü olmuş Lider Devlet Bahçeli'nin "Bozkurtları" olarak yanında ve izinde yürümeye devam edeceğiz. Türk milliyetçiliğini, Ülkücülüğü namus gibi korumaktan asla vazgeçmeyeceğiz.
Meral Abla keşke " Rastgele konuşmaz." dediğin Lideri anlasaydın, keşke onun "dinlendirme" mesajını iyi algılasa idin… Zaman her şeyin ilacıdır. Ne demişler: Kar, yaza kalmaz; yeşil, güze kalmaz.
Her şeyde bir hayır vardır. Bu sürecin MHP'de güzel bir arınma sağlayacağı kanısındayım. Türkiye'deki ve bölgemizdeki her gelişmenin MHP'yi ve Lideri Devlet Bahçeli'yi haklı çıkardığı bir zamanda, eksiklik ve yanlışlık olarak ortak akılda kabul gören hadiselerinde onarılarak ortadan kaldırılacağına yürekten inanıyorum.
Meral Abla bu açık mektuba oldukça üzülmüştür. Çünkü herşeyi çok açık ve net ifade ettiğim kanısındayım. Bizim için esas olan Ülkücü-MHP çizgidir. Türkiye genelinde seferberlik başlatan ve "Kırat" ruhunu şahlandırmaya çalışan eski DYP'liler bu esas çizgiyi aşamayacaklarını anlamalıdır. MHP'de "Bozkurt" ruhu vardır… O ruh çok şükür ölmedi…
YILDIRAY ÇİÇEK/ORTADOĞU


19 Ocak 2015 Pazartesi

BİR KEZ DEĞİL, BİN KEZ DAHA YEMİN ETTİM !



BİR KEZ DEĞİL, BİN KEZ DAHA YEMİN ETTİM !

Resim



Bugün sabah izlediğim bir video beni yıllar öncesine götürdü. 1999 yılına gittim... Ve geleceğimiz için, ülkemiz için bir kat değil bin kat daha endişelendim. 

30 Haziran 1997'de kurulan ANAP-DSP-DTP azınlık koalisyonu hükümetini CHP dışarıdan desteklemişti. Ancak 1998 yılının Kasım ayında Türkbank ihalesi yolsuzluğuna Başbakan Mesut Yılmaz'ın adı karışınca CHP hükümete Gensoru vermiş ve koalisyonu düşürmüştü. 

Hükümet düşünce, CHP, daha doğrusu o dönemdeki Genel Başkan Deniz Baykal, hizipçilikle suçlandı, onun üzerine yüklenildi. Hiç unutmam, yıl 1999... O dönemde 657'ye tabi olduğumdan siyasi gelişmeleri sadece dışarıdan izleyebiliyordum. Seçim kampanyasında Sayın Baykal, bulunduğum şehre mitinge gelecekti. Ve 657’ye tabi olduğumdan dolayı mitinge gitme şansım yoktu. Ama bir yolunu bulup, oraya gittim; mitingde yapmış olduğu konuşmayı dinledim. 

Sayın Baykal'ın 15 yıl önce söylediği sözler hâlâ kulaklarımda çınlar. ''Bankaları hortumluyorlar. Bu hortumlanan bankalardan giden paralar; tüyü bitmemiş yetimin hakkı, milletin parası. Buna göz yumamayız, buna göz yummak, suça ortak olmaktır. Biz suça ortak olmadığımız için bizi hizipçilikle, bozgunculukla suçluyorlar!...'' 

Benim düşünceme, inandığım ilkelere göre Sayın Deniz Baykal, sonuna kadar haklıydı... Ve seçime gidildi. Sabaha kadar seçim sonuçlarını televizyondan takip ettim. Sonuç hüsrandı... 18 Nisan 1999 günü yapılan genel ve yerel seçimlerde Bülent Ecevit'in DSP'si oyların %22.18'ini alarak birinci parti oldu ve 136 milletvekilliği kazandı. (MHP:129, FP:111, ANAP:86, DYP:85, Bağımsızlar:3)

Sol oyların bu şekilde DSP'de toplanması CHP'yi askeri darbeler dönemi dışında ilk defa meclis dışına itti. CHP %8.71 oy almış ancak %10 barajını geçemediği için TBMM dışında kalmıştı. 

Moralim sıfır, hiç uyumadan iş yerime gittiğimde çalışanların içerisinde en erkenci bendim. Tek müşteri de bankonun karşısındaki banklardan birine oturmuş, 70’li yaşlarda görünen bir teyzeydi. Yaşlı teyze ağlıyordu. Bize genelde sorunlu insanlar gelirdi, özellikle yaşlılar daha sorunlu olurdu. Moralim sıfır, bir de karşımda ağlayan yaşlı teyze... Bir an önce sorununu çözüp göndermek için; '' Teyzeciğim, neden ağlıyorsun? Sorunun neyse çözelim.'' deyince, ağlamaktan kızarmış gözleriyle bana bakarak,'' Sen yardımcı olamazsın…'' dedi, şaşırdım. ''Peki, neden ağlıyorsun?'' diye sordum. Ağlaması bir kat daha artarak, ''Ben ağlamayayım da kimler ağlasın. Baksana, Atatürk’ümün partisi Meclis’e giremedi. Bundan kötü ne olabilir ki?’’ deyince, kendimi tutamadım. Ben bankonun arkasında, yaşlı teyze önünde karşılıklı ağlamıştık... 

Bugün izlediğim video SEÇSİS ile ilgiliydi. 2000 yılında ABD Başkanlık seçimlerinde Bush’un lehine hile karıştırdığı iddialarından sonra bilgisayar programcısı Clint Curtis, ABD Temsilciler Meclisi Adalet Komisyonu Demokrat Parti üyeleri önünde 13 Aralık 2004 tarihinde sorulara verdiği cevapları dinledim. 

Curtis’e; ‘’Seçim sonuçlarını dışarıdan görülmeyecek şekilde ayarlanabilecek yazılım var mı?’’ diye sorulduğunda; ‘’Evet.’’ Diyor, ‘’2000 Ekim’inde şimdi Kongre üyesi olan Tom Feeney’in seçim sonuçlarını ayarlamak için bir prototip yazdım. Hangi seçimde kimin kazanmasını istiyorsanız, oyları % 49, %51 olarak ayarlar.’’ 

‘’Hazırladığınız bu program seçim sandığı görevlileri, seçim sorumluları tarafından fark edilir mi?’’ ‘’Görmeleri imkânsız.’’ ‘’Böyle seçim sonuçlarını ayarlayan, görünmeyen bir programın varlığı nasıl anlaşılabilir?’’ ‘’ Ya orijinal yazılımı görmeniz ya da oy pusulalarını, sayım sonuçlarıyla karşılaştırmanız lazım. Başka bir şekilde anlaşılması imkânsız…’’ 
“Bu türlü seçim sonuçlarını ayarlayan yazılımlardan koruyacak bir program istenseydi, yazabilir miydiniz?’’ ‘’Şüphesiz, kim olsa yapabilir bunu. Seçime giren partilerden, programcıların yazılımına bakıp, programın içerisinde olmaması gereken bir şeyin varlığını belirlemeleri lazım. Normal yazılım çok basit… Adayın oy sayısını bir artırıyorsunuz her oy sayıldığında. En fazla 100 satırlık bir yazılım bu.’’ 
12 Eylül 2010 yılında yapılan referandum geldi aklıma. URL şirketi; bu durumu önleyebilecekleri teknolojiye sahip olduklarını, herhangi bir ücret talep etmediklerini, bunun vatani bir görev olduğunu bildirdikleri birer mektubu, Sayın Devlet Bahçeli’ye ve Kemal Kılıçdaroğlu’na gönderdikleri halde, her iki liderden de yazılı veya sözlü cevap alamadıklarını söylemişlerdi. 

Geri kalmış “3. Dünya Ülkesi” dediğimiz ülkelerin bile kabul etmediği SEÇSİS’i Türkiye neden, niçin kabul etmiştir? 

Referandumda da, genel seçimlerde de sandık görevlisiydim. Üstelik adliye binasına en yakın okulda. Hiç unutmam, genel seçimlerde 11. sırada sandığımı teslim ettim. Henüz adliye binasından çıkmadan telefonum çaldı. Arkadaşım arıyordu, sesi üzgündü. ‘’Bugün Atatürk’ü bir kez daha öldürdük.’’ deyince, şaşkınlıkla, ‘’Ne oldu?’’ dedim. ‘’Antalya’yı kaybettik!’’ Bir sağıma baktım, bir soluma. Sandık sonuçlarını teslim etmek için uzun uzadıya kuyruklar ve koşarak adliye binasına giren insanlar... ‘’Şaka yapıyorsun.’’ dedim. ‘’Keşke şaka yapsaydım. Televizyonlarda sonuçlar açıklanıyor. Açılan sandık sayısı %80 diyorlar.’’ Hemen mahalle sorumlumu aradım, inanmadı. “Olur mu öyle şey? Ben hâlâ okuldayım ve sayılmakta olan sandıklar var.’’dedi. 

Koşarak okula geri gittim. Mahalle sorumlusu görevini başka bir arkadaşa devretti, atladık arabaya ilçeye binasına gittik. İlçe binası hıncahınç kalabalıktı ve çıt çıkmıyordu. Herkes televizyon ekranına kilitlenmiş, seçim sonuçlarını izliyorlardı. Benimde gözüm ekrana takıldı. Açılan sandık %87 ye çıkmıştı. Donup kaldım. Oysa sandıkların çoğunda oy sayımı bitmemişti bile. Evet, SEÇSİS… Ve bilindiği gibi 8,5 milyon fazla sahte seçmen. Seçmen sayısından 3 kat fazla basılan oy pusulası. Bu sisteme itiraz etmeyen ve bu sistemle seçime giden muhalefet partileri… Yani büyük ağalar kimi isterlerse sistemi ona çalıştıracaklar. Bu sistemle kazanan hep emperyalizm, yani onların istediği adaylar olacak. Kaybedense Türk milleti, yani bizler olacağız. 1999 yılında “Atatürk’ümün partisi meclise giremedi” diye, iki gözü iki çeşme ağlayan yaşlı teyzeyi düşündüm. Kendi kendime, ‘’Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’in, değerlerinin bir bir yok edildiğini, Cumhuriyetin yıkım aşamasına getirildiğini gördükçe, kadıncağız nasıl kahroluyordur .’’ dedim. Arkasından da kim bilir belki de ölmüştür, diye düşündüm... Duygulandım ve yemin ettim. 

Atamın dediği gibi, ‘’Ya İstiklal ya ölüm!’’ deyip, bu yolda mücadeleye devam edeceğime, 

Atamın izinden ayrılmayacağıma bir kez değil bin kez daha yemin ettim.


Pembe TUNÇEL                    

4 Ağustos 2014


..