CEMAAT etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
CEMAAT etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Ocak 2021 Pazar

SERAP'IN ÖLÜMÜNDE MİT'İN SORUMLULUĞU VE ÖCALAN'LI SINAV SORUSU ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

SERAP'IN ÖLÜMÜNDE MİT'İN SORUMLULUĞU VE ÖCALAN'LI SINAV SORUSU ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

 


Feyzi Çelik
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN
24.01.2015 07:26:33


Olayları ortaya atanlar, olay üzerinden kendi bakış açılarını ortaya koyup, onu kamuoyunu oluşturmakta kullanırlar. İstanbul'da, Otobüse atılan molotofla yakılıp sonradan ölen Serap Eser olayında olan da budur. (Serap Eser vücudundaki yanıklar nedeniyle hastaneye kaldırıldı. Vücudundaki yanıklar öldürücü değildi. Uygulanan tedavi ile sağlığına kavuşmuş üzere iken, hastanede yakalandığı enfeksiyon sonucunda öldü. Serap'ın ailesi bu konuda hastane aleyhine dava açmış da olabilir). Burada önemli olan hususu, meclise girip, grup kuran DTP'nin yasallığı ve meşruluğunun engellenmesinde bu olayın kullanılmış olmasıdır. Devletin bu konudaki sicili oldukça kabarıktır. Ancak, bu tür olayı devletin üzerine atıp kendi sorumluluğunu gizlemek de o kadar yanlıştı. Bu olayın gerçekleşmesi anında otobüse saldırı olayında başka gençler de orada vardır. İster MİT elemanı, isterse devletin bir elemanı olsun, Kürt Siyasal Hareketi(KSH) bakımından sorgulanması gereken devlet adına sızan birinin orada küçük de olsa bir kitleyi harekete geçirebilmiş olmasıdır. Başka bir deyişle KSH'nin sızmalara karşı hiçbir önlem almayışıdır. Sakine Cansız ve arkadaşlarının katledilmesinde rol alan tetikçinin sızmasındaki ihmal affedilecek nitelikte değildir. Kim bilebilir ki, buna benzer yüzlerce sızma vardır. Bunlar KSH'nin basın organlarından legal ya da silahlı kanadına kadar önemli bir yere de gelmiş olabilirler. Basın adı altında Qandil'e kadar gidip, KCK'nin en üst yöneticilerine yönelik ciddi planlamaların olduğu da zaman zaman basına da yansımıştır. 

Aslında, devlet bu tür sızmaları yapabileceğini göstererek bunu Kürt siyaseti üzerinde bir baskı mekanizmasına dönüştürmektedir. Sürekli izlenme ve sızma psikolojisiyle onu daha fazla kontrol altına alabilmektedir. 

Cemaat/AKP kavgasıyla birlikte, Serap olayının AKP'nin en azılı Zaptiye Nazırı İdris Naim Şahin(İNŞ) tarafından gündeme getirilmesinde de bundan daha ince bir politikanın izlerini görebiliyoruz. İNŞ, Serap olayından hareketle kendisinin karşıtı konumunda bulunan hem MİT'i suçlamakta hem de KSH'ni başlıbaşına MİT/Devlet uzantılı olarak gösterek, KSH'ni itibarsızlaştırmaktır. 

Bu nedenle, İNŞ'nin söylediklerinin suçun itirafından başka bir anlama gelmediği bilinmelidir. Olayların görünüşünü kendi lehine gösterek KSH'ne karşı en büyük mücadelenin kendileri tarafından verildiğini göstermektir. Ergenekon operasyonları zamanında Ergenekon şüphelisi olarak tutuklananların savunması da bu yöndeydi. Ergenekon şüphelileri de kendilerini PKK'ye karşı en iyi mücadele edenler olarak gösteriyorlardı. Cemaat veya Cemaat adına Paralel Yapı oluşturdukları iddia edilenlerin yaptığı savunmlar bu yönüyle Ergenekon savunmalarına benziyor. 

Hiç birisi, KSH'ne yönelik sürekli şiddet ve yasaklamaların yanlış olduğunu kabul etmiyor; tersine doğruyu kendileri tarafından yapıldığını söylemekle ilgilidir. 

Bu da devletin Kürt konusu bakımından geçmişte de gelecekte de bir farklılık olmadığını gösteriyor. Bu da müzakere ve mücadelenin bir arada sürdürülmesidir. Aralarındaki fark, müzakere/mücadele dengesindeki sürekliliktir. Müzakere ayağı tökezlediğinde Kürt tarafı sorumlu tutularak ona karşı sınırsız mücadele/Sri Lanka modeli hazırda bekletilmektedir. 
Kendi bakış açısını hakim kılmanın örneklerinden biri de Siyasal Bilgiler Fakültesinde Barış Ünlü adlı bir öğretim üyesinin Siyasal Bilimle ilgili bir dersin sınavında, PKK ve Öcalan'ı siyasal bir vaka kabul ederek, süreç içinde PKK ve Öcalan'daki değişimi irdeleyen bir soru sormuş olmasıdır. Kuşkusuz KSH'nin bir fakültede soru konusu olması küçümsenecek bir durum değildir. Barış Ünlü'yü bu konuda cesaretinden ve bilim insanı anlayışından dolayı kutlamak gerekir. Barış Ünlü, benzer soruları Dünya'daki ve Türkiye'deki diğer örgütler için de sormuş olabilir. Hatta korkunç terör ve infazlar yaşatan IŞİD/El Qaide gibi örgütler için de sorabilir. Bunlarla ilgili sorsa bile gündeme gelmesi mümkün olmazdı. Olay Kürt, PKK, Öcalan olunca, bunu tartışanlar gündemi Hoca/öğrenci ilişkisinden farklıdır. Bunlar, geçmişte olduğu gibi Hocalar üzerinde sürekli olarak "Beşikçi sendromu" oluşturarak, Kürt konusunun üniversitelerde işlenmesini engellemeye çalışıyor. Bununla hem bunu yapıyorlar hem de güya AKP Kürtlere çözüm sürecini yürüttüğü için AKP'yi kamuoyuna şikayet etmiş oluyorlar. Katlana katlana yapılan bu tartışma ana merkezden başka bir yöne kayarak tam manipülasyona uygun bir zemin oluşturmaktadır. Burada dikkat çeken bir husus da Kürt sosyal medya çevresinin bu tartışmaya balıklama atlayışıdır. Kürt sosyal medyasında soru olayından hareketle "Öcalan'ın kabul edildiği" üzerinde tartışmalar yoğunlaştırılarak bundan olumlu sonuçlar alınmaya çalışılmaktadır. Onlar için sorulan soruya verilecek cevabın ne olduğu önemli değildir. Bu sorunun sorulması yeterlidir. Oysa bu derinlikli soru üzerinde düşünülürse, KSH'nin başlangıç noktası ile şu anda bulunduğu nokta arasındaki farklılığın tespiti halinde bunun, onca mücadelenin karşılığına değip değmediğinin anlaşılmasıdır. Bu cevaptan herkes kaçınmakta, genel geçer açıklama ve kalıplar doğrultusunda beyinler durmaya devam etmektedir. Kısacası, iyi olmayan oyuncular topu dar alana göndererek asıl olayı görmemize engel oluyorlar. Bu şekilde olay hakkındaki bakış açılarını kendi kamuoyuna hakim hale getiriyorlar. 

***


9 Mart 2017 Perşembe

Paralel Vatandaş!



Paralel Vatandaş!


Arslan Bulut

Herkes  “ Devletin Çivisi Çıktı ”  görüşünde hemfikir. Öyle ki devlet içinde paralel devletlerden, örgütlerden, çetelerden söz ediliyor. Şikâyetçi konumda olan da Başbakan!
Yine Başbakan’ın en yakın adamı,  “ Cemaat, Milli Orduya, MİT’e ve AKP’ye kumpas kurdu ” diyor. Genelkurmay Başkanı, kendi mensuplarına yönelik suç delilleri üretmekle başlatılan operasyon hakkında ancak yedi yıl sonra suç duyurusunda bulunuyor.

Güneydoğu’da siyasi iktidarın “ Operasyon yapmayın ” emrinin güvenlik güçlerince uygulanması sonucu, başka bir “ Paralel Devlet ” duruma hâkim oldu.

***
Yolsuzluk operasyonunda bakan çocukları rüşvet paraları ile birlikte gözaltına alındı ama Başbakan, arama yapılan evde polis şefi evde tespih çekti ve lahmacun yedi diye yeri göğü inletiyor! Hepsi de AKP döneminde atanan polis müdürleri, şefleri darmadağın edildi. İktidar, savcıların başsavcılara ve adli kolluk görevi yapan polislerin, amirlerine bilgi vermesi şartını getiren, Anayasa, yasa ve evrensel hukuk ilkelerine aykırı bir yönetmelik değişikliği yaptı. Danıştay, yürütmeyi durdurdu. İktidar bu defa yönetmelik yerine yasada değişiklik yapmaya hazırlanıyor!

Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, yönetmeliğin Anayasa’ya aykırı olduğunu söyleyince, Başbakan, bunun Danıştay’a baskı yapmak ve Anayasa’yı çiğnemek olduğunu iddia etti. Kendisi Anayasa’ya aykırı yönetmelik çıkarıyor ama bunun dile getirilmesinin Anayasa’ya aykırı olduğunu söyleyebiliyor!
İstanbul Emniyet Müdürlüğü, yolsuzluk operasyonu yapan savcının gözaltı talimatlarını yerine getirmedi. İktidar, paralel devlet dediği, emniyet ve yargıyı devrettiği cemaate operasyon yapacak ama HSYK, Yargıtay, İstanbul, Ankara ve İzmir’in hâkim-savcı kadrolarını değiştirmeden adım bile atamayacağını biliyor. Paralel devlet de kilitlendi, çünkü adli kolluk görevi yapan polis, fiilen “Ben hükümetin emirlerini yerine getiririm, savcıların emrini uygulamam” demiş oluyor.

***
Bunlar iç politikada Türkiye’nin gündemi... Dış politikada, Suriye, Irak, Mısır, İran, Ermenistan ve Bulgaristan ile yeni meseleler çıktı. Yunanistan ayrı bir dert...

Bütün bunlar yetmezmiş gibi, Suriye’nin Türkiye’yi “Teröristlere silah sağlıyor” diye resmen Birleşmiş Milletler’e şikâyet etmesinden hemen sonra Hatay’da İHH adlı yardım kuruluşuna ait füze dolu bir TIR yakalandı. Yakalayan polisler görevden alındı! CHP Hatay Milletvekili Mevlüt Dudu, “Adana’dan gelen savcı Özcan Şişman’ın ısrarına rağmen adli kolluk görevi yapan jandarma, TIR’ı aramayı başaramadı. Hatay Valisinin yazılı talimatı üzerine TIR aranmadı” dedi! İHH, Mavi Marmara operasyonunda da başroldeydi!

***
Şimdi bütün bunlar, devletin sadece çivisinin çıkmadığını, yasama, yürütme, yargı gibi temel sistemlerinin sigortalarının attığını, yeni takılan sigortaların yükü kaldıramadığını, kabloların, prizlerin yanmaya başladığını, evin büyük bir yangın tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu gösteriyor. Yeni İçişleri Bakanı Efkan Ala ise yargı sisteminin tamamen değiştirilmesi, jüri sisteminin getirilmesi ve “ Meslek dışı hâkimlik ” modelinin uygulanmasını istedi! 

Yani, “Hukuk fakültesi okuyup, iki yıl staj yaptıktan sonra çeşitli kademelerden geçip, yüksek yargıya ve büyük şehirlerdeki görevlere atanan hâkim ve savcıların, paralel devlet adına hareket etmesini önleyemiyoruz, hâkimlik yetkisini vatandaşa verelim” demiş oluyor.
Partizan duygular içinde bulunan vatandaşa nasıl güvenilecek?
Zaten mesele, “paralel devlet” ten önce Coşkun Telciler’in son mesajında ifade ettiği gibi PKK ile Müzakereleri Savunan, Ermeni soykırımını tanımaya hazırlananlara ses çıkarmayan, Barzani ile gurur duyan, Yolsuzlukları Savunmak için Mitinge kefen giyerek giden  “ Paralel Vatandaş ” tır!



***


Tayyip, Cemaat'i Yenerse bunlar olur!



Tayyip, Cemaat'i Yenerse bunlar olur!


Sabahattin Önkibar


Cemaat gerçek bir örgüt, üstelik poliste elemanları olduğu için silahlı.
Devletin ciğerine oturan kanserli bir ur.

Bu tartışılamaz...

Ancak Tayyip'le Cemaat arasındaki kavgada Tayyip'in yanında saf tutmak büyük gaflettir.

Niçin mi?

Tayyip, Cemaat'e diz çöktürürse onu artık Allah'dan başka kimse durduramaz da ondan!..

Söyleyin Cemaat gibi milyar dolarları, milyon satan gazeteleri, çok izlenen televizyon kanalları, yüzlerce yargıcı, polis müdürü, onlarca valisi ve üst düzey bürokratı olan bir örgüte boyun eğdirecek Tayyip Erdoğan'a bundan böyle kim zerrecik olsun itiraz edebilir?

Cemaat'in yenildiği gün Türkiye Cumhuriyeti'nin adı fiilen Tayyiban Cumhuriyeti olacak!

Dolayısı ile bu kavganın galibi değil, mağlupları olmalı yani ikisi de yenilmelidir.
Doğrudur, Türkiye'nin bekası bağlamında asıl büyük tehdit cemaattir.
Ancak yakın tehdit de Tayyip Erdoğan'dır.

Fethullah Grubu cemaat de, Tayyip Erdoğan Grubu cemaat değil mi?
İmam Hatip dayanışması örgütsel bir tavır değil mi?
Oyuna ve gaza gelmek yok, ikisi ile de mücadeleye devam!
Çete'ye karşı kurulan Tayyip timi!

AKP'nin 320 küsür mebusu var ama Tayyip Erdoğan, Efkan Ala'yı İçişleri Bakanı yaptı niye acaba?

AKP'de bu soruyu soracak bir yürek yok, o zaman ben soruyorum niye?
Niyesi şudur:

Belli ki Tayyip Erdoğan, Efkan Ala'ya o vekillerin tamamından daha fazla güveniyor. Öyle olmasa müsteşarını bakan yapmazdı.
Peki bunun siyasi okuması mı?

Efkan Ala'nın kurulmaya çalışılan operasyon timine komutanlık edeceğidir.
Nitekim bütün kritik merkezlere onun yakın çevresinden atamalar yapılıyor.
Kabinedeki değişikliğe bakın, tamamı Tayyip Erdoğan'ın ağzına bakan isimler.
Sanki Bakanlar Kurulu değil de Fedailer mangası!

İkinci Operasyona ne oldu?

Savcı operasyon için hatırlayın sarı zarfları Emniyet'e göndermiş lakin Emniyet bu emri çiğneyerek yargıya meydan okumuştu.
Aradan günler değil haftalar geçti tık yok.
Evet İstanbul'daki ikinci operasyondan söz ediyoruz.
Tayyip bu operasyonu unutturmak için örgüt ve çete mavraları yapıyor ama ortada bir cenaze yani kararı alınıp uygulanmayan bir yargı hükmü var.
Bu soruşturmaya getirilen savcılar bilsinler, bunun bir sorumluluğu var.
Aynı şekilde Başsavcı Çolakkadı bunun altından kalkamaz.
Göz göre göre delil karartılıyor, umursayan yok.
Ama Bilal'i nasıl ifadeye çağıralım demesinler.
Bu ülkede hiç kimsenin suç işleme özgürlüğü yoktur. Bilal eğer suçlu ise o da bedel öder. Değilse de aklanır..

Çolakkadı göreve..

El Kadı ile Bilal'i İsrail mi buluşturdu?
Hangi taşı kaldırsan Bilal Erdoğan çıkıyor.
Dün sanal medyada bir fotoğraf, Bilal terörist Yasin El Kadı ile aynı masada!
Bu çocuğun böyle bir adamla ne işi olur?
Yoksa bu da mı İsrail tezgahı?
İki ismi AKP'ye komplo kurmak için İsrail mi buluşturdu acaba?
Keza pek çok yolsuzluk iddiasınının merkesinde yine Bilal var.
Var ama ifadesi bile alınamıyor.
Urfa Belediyesi bile çok zenginmiş gibi servet değerindeki arsasını Bilal'in vakfına bağışladı.

Peki Bilal'in soyadı Erdoğan olmasa Fakıbaba yapar mıydı bunu?

Elektrikçi Guvernör niye istifa etmiyor?

Adam ekonomist falan değil, elektrikçi.
ODTÜ'nun elektrik-elektronik bölümünden mezun ama bizden denilip Türkiye gibi bir ülkenin Merkez Bankasına Guvernör yapıldı.
Yapılınca da sadece kendini değil kurumunu rezil etti.
Çıktı ortaya Aralık sonunda dolar 1.920'nin altında olacak dedi.
Peki ne mi oldu?
Dolar dün 2.200'ye dayandı.
Böyle bir tabloda bu adamın hemen istifa etmesi gerekmiyor mu?
Öyle ya onun sözüne inanıp ithalat yapanlar sefilleri oynuyor.
Aynı şekilde dövizle işi olanlar o devlet taahhüdüne inananıp büyük zararlara uğradı.
Ben CHP ile MHP'nin yerinde olsam Merkez Bankasının kapısına dayanır, eylem yapardım.

***


29 Ocak 2017 Pazar

Hükümetle Cemaatin Maçı kaç kaç biter?



Hükümetle Cemaatin Maçı kaç kaç biter?


Yılmaz Özdil


Badem United…


Şahsi oynarlar, kendi kendilerine pas verirler, kendi ortalarına kendileri vururlar, köşe oldukları için köşe vuruşlarını severler, verkaç bilmezler, vurkaç’ı iyi bilirler, vole vuramazlar, voli’yi iyi vururlar, krampon yerine takunya giyerler, tekmeye kafa uzatmazlar, karambolde kıstırırlarsa kafaya tekme atmaya bayılırlar, 9 kusurlu hareketin 9’unu da yaparlar, elle oynarlar, taban girerler, ofsaytta yakalanırlar ama, federasyon başkanı onlardan olduğu için hep avantaja bırakılır. Bi dokun… Anında yere atarlar kendilerini, penaltıııı diye bağırırlar, sıkışınca topu taca atarlar,  senden çıktı derler, buz gibi gol at, saymazlar, teğet geçti derler, altı pastan kazma gibi dışarı vururlar, gooooolll diye tribüne koşarlar, zaten tribünlere de eşlerini dostlarını doldururlar, megafondan kendi isimlerini anons ettirip, kendilerine tezahürat yaptırırlar, 10-0 kaybetseler bile, sanki kazanmış gibi Meksika dalgası yaparlar, kendi kendilerini omuzlara alırlar, istersen hezimete uğrat, hakemlere kömür-bulgur dağıtarak üç puanı toplarlar, itiraz edeni saha komiserlerine coplatırlar, biber gazı sıktırıp, gözüne ateş ettirirler, fikstürü kendileri çeker, sadece kendi statlarında sahaya çıkarlar, maç başladıktan sonra kuralları değiştirirler, herkes 90 dakika oynarken, bunlar 90 artı van münüts uzatmasıyla oynarlar, Avrupa kupası bekleyen taraftarları çöpten marul toplarken, kamplarını Rixos’ta yaparlar, rakipleri duran toplara bile vuramadığı için, medya it’manyurdu da maçı sattığı için, devamlı şampiyon olurlar.

*
Atletico Feto…

Kontratak oynarlar, rakip teknik direktörün bilgisayarına girer, hakem odasına kamera döşer, tribüne böcek monte ederler, hocaları uzaktan kumandayla taktik verir, takkeyi düzeltirse, hücuma kalkın, ağlarsa, defans yapın manasına gelir, altyapıdan yetiştirdiği topçular Toma Juniors’ta forma giyer, ligin kilit ekibidir, bu sene de ligi kilitlemesi, olmazsa rakip futbolcuları kelepçeletmesi bekleniyor.

*

Werder Veremem…

Adı üstünde, ver topu bunlara, değil 90 dakika, 24 saat pas yapsalar orta sahayı geçmeyi başaramazlar, bitirici vuruştan vazgeçtik, rakibi bırakıp, birbirlerine çalım atarlar, boş kaleye muz orta gelsin, ıskalarlar, kafaya çıkıp tokuşurlar, kendi kendilerini sakatlarlar, frikiki ben atıcam sen atıcan diye, ceza sahası içinde kavga ederler, küserler, kimi sahayı terk eder, kimi topu alır gider, yanlışlıkla gol atsalar, bu sefer hakeme itiraz ederler, ofsayttı görmedin derler, kendi gollerini kendileri iptal ettirirler, güya gol kralı diye Dinamo Kemal’i santrfora koydular, daha bismillah ilk maçta lisans çıkarmayı unuttular, 20 sezondur madara olmalarına rağmen, yenildik ama ezilmedik diye tura çıkarlar, bu taktik anlayışla 20 sezon daha sıra takımı olmaları ve şampiyonluk bekleye bekleye kahırdan kanser olan taraftarın kulübü yakması bekleniyor.

*

Eintracht Püskevit…

3-5-2 veya 4-4-2 yerine 1-1-1 oynuyor, tek kaleci, tek orta saha, tek forvet, hepsi aynı kişi, takımın geri kalanı yedek kulübesinde oturup, n’apacak acaba diye onu seyrediyor, e tabii tek kişiyle hem oyun kur, hem gol ara, mümkün değil, bari gol yemeyeyim diye kendi kalesinin önünde stoper mevkisinde duruyor, ateşli taraftarına rağmen beraberliğe razı bi görüntüsü var, iddaa kuponlarının banko sıfırı… Alırsa, Olimpic Lorke derbisinden üç puan alır, hepsi o, anca kümede kalır.

*

Olimpic Lorke…

Ligin en flaş takımı… Krampon yerine mekap giyerler, dan dun oynarlar, gol yerler, hakemi vururlar, yenersin, stadı yakarlar, ofsayt çal, molotof atarlar, faul ver, soyunma odası koridoruna mayın döşerler, kırmızı kart göster, uefa’ya şikâyet ederler, defalarca saha kapatma cezası aldılar, buna rağmen fair play ödülüne layık görüldüler, takımlar devre arasında Abant’a filan gider, bunlar Kandil’de kamp yapar, hem süperligde oynamak istiyor, hem federasyonu tanımıyor, hem özerk federasyon kurmak istiyorlar, lisansı iptal edilen tecrübeli teknik direktörleri Sir Apo Ferguson’un bu sene, en geç öbür sene affedilmesi ve takımın başına geçmesi bekleniyor, ligi kaçıncı bitirirse bitirsin Avrupa şampiyonlar ligine katılmasına kesin gözüyle bakılıyor, maçları bijitürk’ten şifreli, yalaka televizyonlarımızdan şifresiz yayınlanıyor.

*
Club Liboj…

Forma aşkları yoktur, bazen postal giyerler, bazen takunya, siz bakmayın şu anda Badem United’ta kiralık oynadıklarına, zamanında Sparta Kırat için, Real Papatya için ter döktüler, kıvraktırlar, ağır çekimde izlerseniz, sadece ayakları oynamaz, başları kıçları da oynar, bonservis bedellerini Avrupa kulüpleri öder ama, bizim ligte top koştururlar, maç satmaktan zevk aldıkları için milli takıma alınmazlar, parayı pek severler, kale mi top mu diye yazı tura atılırken, yere düşen paranın üstüne bile plonjon yaparlar, stadyum ihalelerine aracılık yapıp, komisyon kollarlar, asla jübile yapmazlar, küme düşseler bile, bi bakarsın, şampiyon takımın otobüsüne binivermişler, zeki, çevik, ahlaksızdırlar, bu yazıyı bile okuyup, yarabbi şükür diyebilirler.

*
Ahalispor…

Gelen taktı, giden taktı, folluk oldu, stadı satıldı, idman sahasına toki dikildi, kulüp icralık, formaya bankalar el koydu, krampona haciz geldi, yalınayak, donla oynuyor, 11 sene önce küme düştü, hâlâ “dünya liderisin” diyorlar, inanıyor.


***

8 Şubat 2015 Pazar

YALÇIN KÜÇÜK VE “ DOĞU PERİNÇEK CEMAATİ ”





YALÇIN KÜÇÜK VE “DOĞU PERİNÇEK CEMAATİ”

Serdar Ant

Yalçın Küçük, 10 Nisan 2014 tarihli “Türkiye’de Seçimlerin Sonu” başlıklı yazısında 30 Mart tezlerini sıralamış! Hayatı “Tez” yazmakla geçen (malum Türkiye Üzerine Tezler ve Aydın Üzerine Tezler isimli 5’er ciltlik iki kapsamlı çalışması da vardır) Yalçın Küçük, “30 Mart Tezleri”nin dokuzuncusunu da Doğu Perinçek ve İşçi Partisi’ne ayırmış. Şöyle diyor:

“Dokuzuncu tez olarak, bu önemsiz seçimlerin iki önemli işaretini kaydetmek istiyorum. Doğu Perinçek’in İşçi Partisi, uzun bir zamandır, intihar yolundaydı ve anladık ki, artık yolunu tamamlamıştır; intiharı hatmetmiştir. Uzun zamandır, imam-hatip okullarını ve türban’ı kabul ile anti-kapitalist eğilimleri sansür ediyordu; akepe’yi desteklemekte ve mehepe’ye yaklaşmak istemektedir. Sol ve sosyalizm ile bağı kalmamıştır ve son kurultayından, tesadüf mü, “ülkücü albay” olarak tanıttıkları birisi hariç, Silivri’de yatan, bir ölçüde solu bilen kıdemli kadrolarını tasfiye etmiş, ki devlete bir işaret olarak anlıyorum, ve apolitik isimleri ve sadece isimleri, yönetimine alarak, çıkmıştır. “Üçüncü Partisi” sayabiliriz, fakat, bir “Doğu Perinçek Cemaati” olarak telakki etmek daha doğrudur; yoluna böyle devam edebilir, öyle tahmin ediyorum. Başarılar diliyorum. Arkadaşlığımız var.” (Yazının tamamı için bkz. http://www.odatv.com/n.php?n=30-mart-tezleri--0804141200)

Doğu Perinçek, bu satırlardan sonra Yalçın Küçük ve sevenlerini “Gladyocu” mu ilan eder, yoksa “F-tipi örgütün elemanı” mı, orasını bilemem artık!  Ama Yalçın Küçük’ün de belirttiği gibi “arkadaşlıkları” olduğuna göre, Perinçek’in Küçük’e söylediği her şey, bir şekilde kendisine de bulaşacak gibi görünüyor. Hani çıkıp “Gladyocu” dese, Gladyocu bir arkadaşı olduğunu da ilan etmiş olacak aynı zamanda! Zor iş vallahi…

Ne var ki Küçük’ün “Doğu Perinçek Cemaati” nitelemesi, bir gerçeği dile getiriyor. İşte bu cemaat (Doğu Perinçek Cemaati), şeyhinin bir cemaat gazetesi olan AKİT’te yayınlanan bir söyleşide açıkladığı gibi, bir başka cemaate (Fetullah Gülen Cemaati) karşı mücadele için, yine bir başka cemaat (AKP Cemaati) ile beraber hareket edeceğini ilan etti!

Gazi Paşa, Cumhuriyet’in ilk yıllarında “Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz”demişti, ama en sonunda “cemaatler memleketi” olup çıktık ne yazık ki… Herkes bir “şeyh” bellemiş, ona kuyruk oluyor! “Şeyh”i eleştirdiğin zaman, mürit tayfası başlıyor hakarete, saldırmaya… “Meczuplar memleketi” olduk, ne acı…

Çok merak ediyorum, Yalçın Küçük bu yazıyı Aydınlık gazetesinde de yayınlayacak mı acaba?

Bunu soruyorum, çünkü Yalçın Küçük aynı zamanda bir “Aydınlık yazarı”!

Aydınlık da bildiğiniz gibi Türkiye’deki demokrasiden ve baskıcı siyasal düzenden şikâyet eden, bunu sözde “değiştirmek”(!) için mücadele ettiğini iddia eden bir gazete… Diktatörlüğe ve demokrasi dışı uygulamalara karşı olan bir gazete, kendi yazarlarından Yalçın Küçük’e sansür uygulamaz herhalde!  

Ne var ki bu soruların yanıtını merak edenler, Aydınlık gazetesinde Yalçın Küçük’ün bu yazısını okumayı boşuna beklemesinler… Çünkü Yalçın Küçük, Aydınlık’taki son yazısını 13 Kasım 2013 tarihinde yazmış. O tarihten bu yana, Yalçın Küçük’ün Aydınlık’ta yazısı yayınlanmıyor. Ama ismi hâlâ Aydınlık yazarları arasında… Reklamdan zarar gelmez tabii!

O zaman Yalçın Küçük de İşçi Partisi ve Aydınlık hareketini “Doğu Perinçek Cemaati” olarak nitelediği “30 Mart Tezleri”ni ODA TV isimli internet sitesinde yayınlıyor. Çünkü orası da “Yalçın Küçük Cemaati”!

Bu adlandırmanın doğru olup olmadığını merak edenler, Yalçın Küçük’ün yazısının altına eleştirel bir yorum yazsınlar. Görsünler bakalım, site yönetimi bu eleştirel yorumu yayınlayacak mı, yayınlamayacak mı? Cemaat de hiç şeyh eleştirilir mi?

Sonuçta bütün bunlar Türkiye’deki siyasal rejimden, baskıdan, düşünce özgürlüğünün olmamasından şikâyet eden, daha özgür, daha eşitlikçi bir Türkiye için mücadele ettiğini iddia eden kişiler ve hareketler… Ama hepsi, toplumumuzda egemen olan cemaatçi anlayışın ve şeyh-mürit zihniyetinin “çağdaş” maskeli örnekleri aslında…

Dini cemaatlerde cemaat üyeleri sarık takar cübbe giyer, bu “laik” cemaatlerde kalpak ve kravat takıp pantolon, gömlek giyiyorlar!

Dini cemaatlerde şeyhin sözleri ve Kuran’ın ayetleri tartışmasız dogmalardır, “laik” cemaatlerde parti liderinin kitapları ve yazıları!

Dini cemaatlerde, şeyhe biat edenlere “mürit” denir, laik cemaatlerde parti liderine secde edenlere sözde “devrimci” deniliyor!

Ama hepsinin ortak paydası aynı:

Kayıtsız koşulsuz itaat, sorgusuz sualsiz teslimiyet…

Sonuçta ister şeyh ya da “mürit” ol, ister parti lideri ya da “devrimci”(!)  fark etmiyor! Kafana taktığın ister kalpak ya da şapka ister sarık olsun, o kafanın içinde beyin olmadıktan sonra değişen bir şey yok…

10.4.2014     

..