Burhanettin Duran etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Burhanettin Duran etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Aralık 2019 Cumartesi

ANA AKIM TÜRK DIŞ HABERCİLİĞİNDE ŞARKLILAŞTIRMA PRATİKLERİ, BÖLÜM 2

ANA AKIM TÜRK DIŞ HABERCİLİĞİNDE ŞARKLILAŞTIRMA PRATİKLERİ,  BÖLÜM 2


    Hiç kuşkusuz ana akım Türk dış haberciliğinin tek bir Doğu muhayyilesi olduğunu varsaymak özcü bir yaklaşım olacaktır. Bununla birlikte dış habercilik ürünleri içindeki farklı Doğu temsillerinin varlığı, oryantalist Doğu temsillerini açığa çıkarmaya engel değildir. 

Ne var ki ana akım Türk dış haberciliğindeki oryantalist perspektiflerin önemine vurgu yapmak, Türk ya da Türkiye tipi oryantalizmin Türkiye’nin doğusuna bakarken hâkim görme biçimi olarak işlev gören bir bilme ve yansıtma biçimi olduğunu ifade etmekle 40 aynı anlama gelmemektedir. Her ne kadar Türkiye’de medya alanı içerisinde oryantalist Doğu temsillerinin zaman zaman hâkim görme biçimi olarak işlediği durumlar söz konusu olabilmekteyse de bu durumun Michel de Certau’nun söylediği anlamda yeni strateji ve taktiklerle değişebildiği, yeni kültürel stratejilerin bütünsel ya da parçalı olarak devreye sokulabildiği durumların vaki olduğu da bilinmelidir. 

   Bu çalışma, ana akım Türk gazeteciliği içinde yer tutan dış haberciliğin geliştirdiği Şarklılaştır ma refleksine ve bu refleksin yansımalarına 
odaklanacaktır. Bu çerçevede, oryantalist temsil gücü olan bir dizi dış haber (dünya haberi) analiz edilecek ve Şarklılaştır ma refleksinin tezahürleri tespit edilmeye çalışılacaktır. Çözümlemeye konu olan haber örnekleri, Türkiye’nin etkin ve yüksek tirajlı iki ulusal gazetesinin 5 Mayıs-5 Haziran 2010 tarihleri arasındaki Dünya sayfalarının taranması sonucunda elde edilmişlerdir. Tesadüfi olarak seçilmiş bir zaman diliminde, iki ayrı sermaye grubuna ait olan ve ana akım Türk medyasını temsil ettiği düşünülen Hürriyet ve Habertürk gazeteleri incelemeye dahil edilmişlerdir. Gazetelerin inceleme safhasında, öncelikle, belirtilen mecra ve tarihlerdeki bütün haberler taranmış ve mevcut haberler arasında coğrafi ve/ya kültürel açıdan Doğu gerçekliğiyle ilintilendirilen ve metin, başlık veya görsel materyal itibariyle oryantalist imgeler barındırdığı düşünülen haberlerin hangileri olduğu tespit edilmiştir. 

Bu haberlerin her birinin incelenmesinin ardından bir sınıflama yapılmış ve bu sınıflamaya uygun olarak sembolik gücü yüksek olduğu düşünülen ve farklı Şarklılaştırma pratiklerine örneklik teşkil edecek haberler belirlenerek çözümlenmiştir.

    Sadece matbu nüshaları esas alındığı gazete incelemesine Dünya sayfalarındaki köşe yazıları dahil edilmemiş, araştırma sadece haberlerle sınırlandırılmıştır. Bunun birinci nedeni, çözümlenecek olan haberin sayfa içindeki konumunu, haber metnini desteklemek amacıyla kullanılan görsel malzemenin ya da malzemelerin biçimini ve haber metninin içerik ve biçim açısından sahip olduğu tasarım özelliklerini görebilme kaygısıdır. İkinci neden ise, gazetenin basılı nüshasında yer alan bütün haberlerin, dijital versiyonlarında aynı şekliyle bulunamaması, zaman zaman bazı haberlerin daha sonra yayından kaldırılabilmesidir. Bu çerçevede özellikle küçük haberlere 
gazetelerin online nüshalarında yer verilmediğini, buna mukabil bu çalışma özelinde söz konusu küçük haberlerin son derece merkezi önemde olduğunu da belirtmek gerekmektedir. İmzasız olarak yayımlanan ve yeterince işlenmeyen bu haberler, yayın kuruluşunun bakışını daha doğrudan yansıtabilme özelliği göstermektedir. Altı çizilmesi gereken bir diğer nokta, bu çalışmanın dış habercilikteki Şarklılaştırma pratiklerinin diğer haberler içindeki niceliksel oranını ortaya çıkarmak gibi bir amacı olmadığı, bu nedenle de içerik analizine başvurmayacağıdır. Bunun yerine burada araştırılmak istenen, Şarklılaştırma pratiklerinin gazetelerdeki dış habercilik ürünlerine nasıl yansıdığı meselesidir. Sözü edilen Şarklılaştırma refleksinin yansımalarını haberlerin analizi üzerinden ele alacak, bu analizin ardından haberlerin mevcut şekilleriyle üretilme nedenlerini ve etkilerini tartışmaya açacağız. 

    Yapılan tarama sonucunda, oryantalist imgeler barındırdığı düşünülen ve tam listesi EK-1 ve EK-2’de sunulan 191 haber tespit edilmiştir. 

Şarklılaştırma performansları açısından eleştirel bir okumaya tabi tutulan bu haberlerin bir kısmının dış politika, bir kısmının ise gündelik hayat alanlarında olduğu görülmüş; dış politika haberleri içerisinde şiddet, terör, aktüel siyasi figürler ve Ortadoğu ile ilgili haberlerin öne çıktığı, gündelik hayat haberlerinde ise irtica ve çarşaf temalarının yoğunlaştığı gözlemlenmiştir. Hiç kuşkusuz gündelik hayat haberleri ve dış politika haberleri etrafında yapılan ayrım, Weber’in önerdiği ideal-tipler tasavvurunda olduğu gibi gerçekliği kavramamıza yardımcı olması için oluşturulmuş yapay bir sınır mahiyetindedir. Nitekim şiddet, terör, irtica, çarşaf, Ortadoğu vb. temalar etrafında bir araya getirdiğimiz haberler hem dış politika hem de gündelik hayat bağlamlarına oturtulabilecek türden haberlerdir. 

Bu çerçevede elimizdeki mevcut haber külliyatını bu alan ve temalar etrafında ve temsil gücü yüksek haber örnekleri üzerinden çözümleyeceğiz. 

    Dünya Haberlerinde Şarklılaştırma Örnekleri

İncelenen haberler içerisinde terör ve şiddet temalı haberler, Şarklılaştırma performansları açısından kayda değer bir biçimde öne çıkmaktadır. 
Gerek şiddet gerekse de terör haberlerinin kurgu ve takdimi oryantalist imgeler dolayımında varlık bulmakta, bu da önümüze çözümlemeye bileceğimiz bir dizi haber koymaktadır. Örneğin “ABD’nin Yeni Düşmanı ‘Cihad Jane’ler” başlıklı haber, ABD’nin yeni ulusal güvenlik stratejisini konu edinmekte, Amerika için tehdit tanımının değiştiğini bildirmektedir. Haberde Amerikan eski başkanı 
George W. Bush’un 11 Eylül sonrasında ilan ettiği güvenlik stratejisininöncelikli hedefinin yurtdışındaki el-Kaide terör örgütüne yönelik operasyonlar düzenlemek olduğu ve Afganistan ile Irak işgallerinin bu strateji kapsamında gerçekleştirildiği hatırlatılmakta, yeni başkan Obama’nın yeni bir stratejiyle eski başkandan ayırdığı belirtilmektedir. 

“Hedef İç Tehlike” alt başlığıyla verilen haberde artık tehdidin “ABD’de doğup büyüyen teröristler” olarak belirlendiği ifade edilmektedir. “ABD’de doğup büyüyen terörist” tanımlamasını somutlaştırmak üzere “13 silah arkadaşını öldüren Müslüman Binbaşı Nidal Hasan” ve “internette Cihad Jane rumuzunu kullanan ve dinci örgütlere militan bulan Coleen LaRose isimli Amerikalı Müslüman kadın” örnek olarak gösterilmektedir. Haberde bu iki örneğin “Obamanın yeni stratejinde içteki tehditlere yönelmesinde etkili olduğu”nun “tahmin edildiği” ifade edilmekte, söz konusu tahminin kaynağına ilişkin herhangi bir veri sunulmamaktadır. Haberde ayrıca “New York Etkisi” alt başlığı altında “yıllarca ABD’de yaşayan Pakistanlı Müslüman Faysal Şehzad’ın New York’ta bir aracı hava uçurma teşebbüsünde bulunması”nın “örnek gösterile bileceği” belirtilerek verilmek istenen mesaj pekiştirilmeye çalışılmaktadır. 

Ana haber metninde yeni ulusal güvenlik stratejisine ilişkin olarak yazılı veya sözlü herhangi bir birincil kaynağa referansta bulunulmamakta, sadece 
“Dört Yılda Bir Yenileniyor” başlıklı yan haberde strateji belgesine atıf yapılmakta ve “teröre karşı küresel savaş” ve “İslamcı aşırılık” ibarelerine strateji belgesinde yer verilmediği belirtilmektedir. Bu enformasyona rağmen, haberin genel kurgusu, “teröre karşı küresel savaş” reflekslerini ve tehdit algısını yansıtmakta, terör, Müslümanlıkla özsel bir tarzda ilişkilendirilmektedir.41 

“Obama’nın ‘Vur’ Emrine Misilleme” başlığını taşıyan benzer bir haber ise, Amerikalı “din adamı” Enver el-Evlaki’nin “ABD ordusu içindeki Müslüman 
askerlerin Irak ve Afganistan’a giden diğer Amerikalı askerleri vurması” mesajını ihtiva eden demeçlerine ilişkindir. el-Kaide’nin Yemen 
koluyla bağlantılı olduğu ifade edilen ve sözleri bir “misilleme” olarak takdim edilen Evlaki, hem terör çağrısında bulunan bir siyasi 
figür olarak hem de Amerikalı Müslüman bir “din bilgini” olarak sunulmaktadır.42 

Aynı haber, aynı gün Habertürk gazetesinde “Yemenli İmam ABD’yi Tehdit Etti” başlığıyla verilmekte, “Amerikan vatandaşı 
Yemenli İmam” olarak görülen “El-Avlaki’nin Amerikan askerlerine ve sivillerine saldırı çağrısında bulunduğu” ifade edilmektedir.43

Yine “Almanya’da Gözler İslam Seminerinde” başlıklı haber, Müslüman terörist imgesini besleyecek tarzda kurgulanmış, Hamburg 
Anayasayı Koruma Dairesi Başkan Yardımcısı Manfred Murck’un ağzından İslami tehdit konusunda duyulan endişe duyurulmuştur. 
İslam Yolu adlı dernek tarafından düzenlendiği ifade edilen ve başlığının “İslamiyette Barış” olduğu bildirilen “tartışmalı seminer”in 
Anayasa Koruma Dairesi nezdinde oluşturduğu tehdit algısına odaklanan haber metni, 3 gün süreceği bildirilen toplantının dikkatle izleneceğini 
belirtmektedir. Dikkatle izleneceği ifade edilen ve henüz ortada herhangi bir eylem ya da suç kaydı olmadığı halde kriminalize 
edilen toplantının uyandırdığı bu negatif imajın Murck’un “toplantıya katılan bazı konuşmacıların radikal oldukları” yönündeki endişesinden 
beslendiği görülmekte, haberi kurgulayan kişi ya da kişiler bu imajı yeniden üretmektedirler.44 

“Müslümanları Kızdıran Kampanya” 45 başlığını taşıyan benzer bir haber, “İslam karşıtı bir reklam kampanyası”na Müslümanların gösterdiğiyi tepkiyi 
konu edinmekte, 30 kadar otobüsün üstüne yapıştırılan “İslam’ı terk etmek mi istiyorsunuz” yazılı afişlerin insanları RefugeFromIslam.com adlı internet 
sitesine yönlendirdiği bildirilmektedir. Dikkat çekici olan, haberde “İslam’ı terk etmek isteyenler”in “yardım isteyen kişiler” olarak yansıtılmaları ve haberin 
spotunda söz konusu afişlerin “yardım afişleri” olarak takdim edilmeleridir. “Amerika’daki İslamlaşmayı Durdurma” adındaki “örgütün 
yöneticisi” Pamela Geller’ın “girişimin dini özgürlük kapsamında değerlendirilmesi gerektiği” yönündeki demecine de yer verilen 
haberde, “Amerikan İslami İlişkileri Konseyi’nden Fazya Ali”nin “kampanyanın insanların İslam dinine bağlı kalmaya zorlandıkları 
gibi yanlış bir intiba uyandırdığı” ve Kent Konseyi üyesi Robert Jackson’ın “kampanyanın aşırı sağcıların İslamiyet’e yönelik saldırısı 
olduğu” yönündeki görüşlerine de atıf yapılmaktadır. Haber, uzman görüşü ile son bulmakta ve “analistler”in bu afişlerin “radikal Müslüman 
gruplar”ın tepkisini çekebileceği ve “otobüslere terör saldırısı düzenlenmesine yol açabileceği” şeklindeki “kanaatleri”ni okurlarla 
paylaşmaktadır. Haberde yer alan “Teröristlere Davetiye mi?” şeklindeki ikinci büyük başlığın ise söz konusu kanaati pekiştirmek amacıyla 
karşımıza çıktığı ve olaydaki fiili şiddet yerine olaydan türeyeceği vehmedilen muhayyel şiddete yönelme tavrını meşrulaştırdığı 
açıktır. Son olarak aynı olayın, Hürriyet gazetesinde “Müslümanların Tepkisini Çeken Afiş” başlığıyla verildiğini, haberde reklam afişinin 
içeriğinin, afişi hazırlayanların ve afişe karşı çıkanların görüşlerinin daha yalın ve yansız bir tarzda sunulmaya çalışıldığını belirtmekte yarar vardır.46

    Terör ve şiddet haberleri çerçevesinde Batı’daki Doğu haberleri yanında Doğu’daki Doğu haberleri de Şarklılaştırma refleksinden 
etkilenmektedir. Kabil’de düzenlenen bir şuraya yapılan intihar saldırısını konu edinen “Barış Şurasına Burkalı Saldırı” başlıklı haber 
örnek olarak ele alınabilir.47 

Haber metninin girişinde barış şurasına katılan aktörlerin listesi verilmekte, söz konusu aktörler arasında önce “aşiret liderleri”, 
ardından “vilayet ve bölge yöneticileri”, “milletvekilleri” ve “sivil toplum temsilcileri” zikredilmektedir. Haberde barış şurasının 
bir üniversitede yapıldığı ile ilgili bir ayrıntıya yer verilmekle birlikte, habere konu olan olayın ana mekanı olduğu söylenen bu 
üniversitenin adıyla ilgili herhangi bir bilgi verme ihtiyacı duyulmamakta, tikel, yaşayan ve gerçek bir kurum yerine 12 bin asker ve polis tarafından 
korunması gereken, belirsiz bir mekana vurgu yapılmaktadır. Bu belirsiz üniversite mekanı, atılan roketlerle ve yaşları 17 ile 20 arasında değişen ve 
etkisiz hale getirilen 3 “intihar bombacısı” ile özdeşleştirilmekte, bu intihar bombacılarının “kadın kılığına girerek üzerlerindeki bombaları patlatmayı”  
amaçladıkları belirtilmektedir. 

Bu insanlara “kadın kılığı”na girme imkanı veren kıyafetin ne olduğu ile ilgili bir detay verilmemekle birlikte, haber spotunda geçen “burka giymiş Taliban militanları” 
ifadesi bu insanların çarşaf giyerek kendilerini gizlediklerini anlatmaktadır. Haberde geçen alt başlık ve seçilen fotoğraf bize, kadın kılığına girerek aslında 
“komik duruma düşen” kötü kahramanlara, “en doğru cevabı” yine Afganistanlı barışsever “modern kadınlar”ın verdiğini ihsas ettirmektedir. 

Burkalı siyah çarşafla birlikte zihinlerde oluşturulan tehditkar ve şiddet yüklü görüntüye, renkli örtüler ve makyajlı yüzlerle 
barış şurasına katıldığı izlenimi verilen bir grup kadın fotoğrafı eşlik etmekte ve karşımıza bir karşıtlık konmaktadır. Bununla birlikte, 
Afganistanlı bu modern kadın, gerçek bir özne olarak takdim edilmemekte, söz konusu fotoğraf “Kadınlar da Katılıyor” üst başlığıyla 
sunulmaktadır. Haberde verilen bir diğer mesaj ise hangi tarihte, nerede ve hangi gerekçeyle gerçekleştiği tam olarak belli olmayan 
bu şiddet olaylarına bölge halkının alıştığı, hatta alışması gerektiği yönündedir. Nitekim haber metninde, söz konusu şiddet ortamına 
ilişkin olarak Devlet Başkanı Hamid Karzai’nin mesajı “Ben Alıştım” başlığıyla verilmekte, Karzai’nin “herkes buna alışık” dediği ifade 
edilmektedir. Böylelikle şiddet özcü bir biçimde bir coğrafyaya ve kültüre ait bir unsur olarak tasavvur edilmiş olmakta ve şiddet uygulama 
eylemi kültürel bir alışkanlığa indirgenmektedir.

Terörün kültürel bir çerçeveye hapsedildiği, nerede ortaya çıkarsa çıksın Şarklı bir unsur olarak takdim edildiği birçok haber metnine 
hem Habertürk hem de Hürriyet gazetelerinde rastlamak ve yukarıdaki örnekleri çoğaltmak mümkündür. Bu bağlamda “El Kaide 
Bombacı Bulamıyor”, “Obama’yı Endonezya’da Öldüreceklerdi”, “New York Bombacısı Uçakta Yakalandı”, “İstanbul’daki Somali 
Liderinin Sarayı Kuşatma Altında”, “Bangok Yandı, İsyan Bastırıldı”, “Masaj Pabucu mu, Yürüyen Bomba mı?” “NATO Konvoyuna 
İntihar Saldırısı”, “Tayland’da Temizlik Vakti”, “’Barzani’nin Kızıyla Aşk’ı Yazdı, İşkenceyle Öldürüldü”, “Suudilerden Devrim Gibi Karar: 
Kızlar Diri Diri Yanmayacak”, “Somalili Korsanlara İnanılmaz Ceza”, “Karikatüristin Evi Kundaklandı”, “Pakistan’da Camilere Saldırı” gibi 
haberler terör ve şiddetin bir dizi “kültürel öz”le ilintilendirildiği ve bu kültürel özün modernlik öncesi ve karşıtı bir tarihsel duruma ait 
olarak değerlendirildirildiği haberlere örnek olarak gösterilebilir.48

Dünya sayfalarında Şarklılaştırma pratikleri açısından anlamlı bir bütün oluşturan bir başka haber grubu ise İran teması etrafında 
örülmüş haberlerdir. İran, gerek Türkiye ve Batı ile girdiği ilişkiler bağlamında gerekse de Ortadoğu’nun karanlık yüzünü temsil eden 
bir imge olarak dünya sayfalarında birçok habere konu olmaktadır. İran’ın nükleer bir tehdit, dış politikada bir gerilim unsuru ve gerici 
bir yaşam tarzına sahip ülke imgeleriyle birlikte tasavvur edildiğini ve yansıtıldığını gözlemlemek mümkündür. İncelenen gazetelerin 
dünya sayfalarında “baskıcı ve gerici İran yönetimi” ile ilgili birçok haber yer almaktadır. İrtica haberleriyle paralel bir çerçeve içinde verilen 
bu haberler, çoğunlukla İran’daki gündelik hayata dönük baskıcı ve gerici müdahaleleri konu edinmekte, İran çağ-dışılık imgesi 
üzerinden ötekileştirilmektedir. Bu ötekileştirme süreci birkaç haber örneğinden hareketle ortaya konulabilir. Örneğin Tahran’da “kadınları 
taciz eden” kırk sürücünün aracına el konması olayını işleyen “İran’da Kadınlara Laf Atan Sürücülere Ceza” başlıklı haber, İran 
“ahlak polisi”nin “gençlere yönelik baskısı”nı konu edinmektedir. El konan ve yarısının “yabancı marka”lı olduğu ifade edilen araçların 
“Tahran’ın meşhur Endarzgo Bulvarı’nda” üzerlerinde “kadınlara tacizle mücadele yazan tabelalar”la sergilediği belirtilmektedir. Haber 
metninde ayrıca, aracı üç aylık bir süre için bağlanan ve ehliyetine el konan bir sürücünün “araçta beni kız arkadaşımla yakaladılar. Arabaya 
ve ehliyetime el koydular. Evet müziğin sesi biraz fazla açıktı” şeklindeki ifadesine de yer verilmektedir. Haber metni, İran’da “ahlak 
polisi”nin yaz aylarında “gençlere yönelik baskısını arttırdığı” ve “her yıl başörtüsü kaydığı ya da kapri pantolon giydiği için pek çok 
kadının ahlak polisinin radarına yakalandığı” bilgisiyle son bulmaktadır.49

   “İran’a Dönerse İdam Edilecek” başlıklı haber, 2 yıl önce İngiltere’ye iltica eden “İranlı lezbiyen aktris Kiana Firuz”un “sığınma 
başvurusu”nu konu edinmektedir. Haberin başlığı Firuz’un İran’a döndüğünde “idam edileceği” bilgisini hiçbir şüpheye yer bırakmayacak 
şekilde muhatabına sunmaktadır. Ne var ki haberin spotunda bu mutlak bilginin yerini “Firuz’un arkadaşları, genç kadının 
Tahran’a gönderilmesi halinde idam edileceğini öne sürüyor” cümlesi almaktadır. Firuz’un, kendi yaşamından yola çıkarak hazırladığı ve 
“İranlı lezbiyenlerin gizli yaşamı”nı konu aldığı Cul de Sac isimli filmi nedeniyle “İranlı yetkililerin hedefi haline geldiği” ifade edilmektedir. 
Haberde İngiltere’deki eşcinsel grupların ve İranlı muhaliflerin Firuz’a gösterdikleri desteğe de vurgu yapılmakta ve Tahran’a geri 
gönderilmesi halinde “işkence göreceği ve idam edileceği” gerekçesiyle Firuz’a sığınma hakkı verilmesi gerektiği belirtilmektedir. Haber 
metninin sonunda İran’da lezbiyen olduğu belirlenen kadınlara “100 kırbaç cezası” verildiği, “aynı suçtan 4 kez yakalanan”ların idam 
edildikleri bilgisine yer verilmekte, baskıcı İran yönetiminin uyguladığı “vahşet” böylelikle gözler önüne serilmektedir.50 

Bu çerçevede “300 Bin Dolara Özgürlüğüne Kavuşuyor”, “Ahmedi İnsafa Geldi: Amerikalı Dağcıların Annelerine İzin Çıktı”, “Fransız Öğretmene 
Karşı İranlı İki Mahkum”, “Paris-Tahran Hattında Mahkum Takası”, “Başbakan Katili Tahran’a İade Ediliyor”, “İran’dan Döndü Sarkozy 
Karşıladı”, “’Tutuklular Kesinlikle Casus’” ve “Kefaletle Serbest Bırakıldı” başlıklı haberler de dünya sayfalarında yer almıştır.51 

Dış politika haberleri bağlamında İran, Türkiye ve Brezilya arasında cereyan eden uranyum takası süreci de dünya sayfalarında genişçe 
işlenmiştir.52 
Bu haberlerde İran, sorun çıkaran bir Doğulu devlet, Türkiye ise Batı adına onunla ilgilenmesi gereken Batılılaşmış 
bir devlet olarak yansıtılmaktadır. Türkiye ile ilgili ideal duruma rağmen Türkiye’nin son dönem dış politikasında ortaya koyduğu 
performansla yüzünü Doğu’ya sırtını Batı’ya döndüğü ve eksen kayması yaşadığı yorumları incelenen gazetelerin Mayıs ayı nüshalarında 
gündeme gelmeye başlamış, Haziran ayının ilk haftasından itibaren pek çok dış politika haberine kaynaklık etmiştir.53 

İncelenen haberlerde, zaman zaman Türkiye’nin İran’ın nükleer programı ile ilgili olarak tarafsızlığını yitirdiği ve İran yanlısı bir politika izlediği öne 
sürülmekte, manipüle edilmiş, kandırılmış bir Türkiye resmi çizilmektedir. 
Bununla birlikte Türkiye’nin er ya da geç bu kandırılmışlığın farkına varacağı ya da varması gerektiği belirtilmekte, eğer farkına 
varmazsa başına gelebilecek sıkıntıların neler olabileceği de haber metinlerinde ve başlıklarında açıklanmaktadır.54 

Dikkat çekici bir başka unsur da Türkiye ve İran’ın realist dış politika üretme kapasitesine sahip iki bağımsız değil, bağımlı ve onaya 
tabi aktör olarak resmedilmeleridir. Örneğin “ABD: Onay Almadan Tahran’a Gittiler” başlıklı haberde Türkiye ve İran ilişkileri söz konusu 
olduğunda ABD bir onay makamı olarak takdim edilmekte, “ismi verilmeyen 3 üst düzey Amerikalı yetkilinin telekonferans yöntemiyle 
katıldıkları bir bilgilendirme toplantısı”na atıfla Amerika’nın bağımsız, Türkiye ve İran’ın bağımlı aktör konumlarına referansta bulunulmaktadır.55 

Bunların yanında İran’ın çoğunlukla öfkeli bir din devleti olarak yansıtıldığını da belirtmek gerekir. Örneğin terör örgütü PJAK’a mensup beş kişinin Tahran’da 
asılarak idam edilmesini konu edinen bir haberde İran’ın bu kişileri Allahın düşmanları olarak gördüğü ve bu nedenle astığı belirtilmektedir.56 

Ne var ki, İran bir yandan saldırgan bir güç olarak ele alınırken, diğer yandan şiddete maruz kalması kaçınılmaz, pasif ve yoksul bir ülke olarak değerlendirilmektedir. 
Örneğin “İsrail İran’a Denizaltı Yolladı” başlıklı haberde İsrail’in nükleer füze yüklü üç denizaltısının İran açıklarına konuşlandırıldığı “iddiası” üzerinden İran’ın çaresizliği konu edilmekte, İsrail’in füzelerinin “İran’da her yeri vurabileceği”, “İran’a Mossad ajanı” sokabilecekleri vurgusu karşımıza çıkmaktadır.57 

Yine “Obama, Ahmedi’nin Ensesinde”, “Ankara Washington’dan İran Haberi Bekliyor” ve “İsrail Tahran’ı Nasıl Durduracak?” haberleri böyle bir yaklaşımla 
kurgulanmışlardır.58 

İran haberleri yanında karşımıza çıkan Taliban haberleri de medyadaki Şarklılaştırma politikaları bakımından önemli bir zemin teşkil etmektedir. Taliban sadece belirli bir coğrafyada iktidar arayışı içinde olan bir aktör olarak değil, aynı zamanda Ortaçağ karanlığını sembolize eden, gerici insanlar topluluğu olarak da resmedilmektedir. İngiliz The Guardian gazetesi kaynak gösterilerek sunulan ve 
en temelde “Afgan hükümetinin Taliban liderlerine, silahlı mücadeleyi bırakma karşılığında” yapmayı düşündüğü sürgün teklifini konu edinen “Taliban Liderleri Sürgüne Gidecek” başlıklı haber örnek olarak ele alınabilir. Haberin manşeti, yapılması düşünülen bir teklife değil, gerçekleşmesi kaçınılmaz olan bir duruma referansta bulunmakta, Taliban liderlerini bir aktör olarak değil, sunulan teklifi kabul etmek durumunda kalan pasif birer unsur olarak değerlendirmektedir. Öngörülen teklif planının Londra’da düzenlenen bir uluslararası konferansta dile getirildiği belirtilmekte, bu teklif planının Afganistan Devlet Başkanı Hamid Karzai’nin 10-13 Mayıs tarihlerin de yapacağı ABD ziyaretinde “Başkan Barack Obamayla da ele alınmasının beklendiği” ifade edilmektedir. ABD ve Londra referansları ile güçlendirilen haber metni, “kızgın biraderler” olarak nitelenen Taliban militanlarına, “halı dokumacılığı başta olmak üzere el sanatları  sektöründe binlerce iş imkanı sağlanması”nın öngörüldüğünü belirtmek te, Taliban’ın varlığı işsizlikle ilintilendirilmekte, yoksul Afganlılara iş verildiği takdirde onları Taliban’ın tuzağından kurtarmanın mümkün olabileceği ima edilmektedir. Alt-haber ise Şarklılaştırma refleksinin ne şekilde devreye girdiğini gözler önüne serecek niteliktedir. Haberin hakim renkleri durumundaki gri, siyah ve beyazdan ayrılarak kırmızı renkle ve “Hırsızların Elleri Kesildi” başlığıyla verilen haber, Taliban’ın aslında ne olduğunu okura göstermeyi hedeflemekte, gerekli olduğu düşünülen bir hatırlatma yapmaktadır. 

Pakistan’ın Kuzey Veziristan bölgesinde hırsızlıkla suçlanan üç kişinin, Taliban tarafından kurulan bir mahkemede yargılandıktan sonra ellerinin kesildiğini konu edinen haberde, şiddet ve kültür ilişkisi bir kez daha hatırlatılmaktadır. Mahkeme ve yargılama ifadelerinin tırnak içerisinde verildiği metinde, haber hakkında yine herhangi bir detay verilmemekte, haber, kendisiyle ilgili herhangi bir belge 
ya da fotoğrafla desteklenmemektedir. Dijital bir düzenlemeyle sol köşesine geleneksel kıyafet giymiş iki erkeğin (baba ve çocuk olduğu imajı veren) sağ köşesine ise bir çölde iki askeri tankın konuşlandırıldığı bir fotoğraf konulmuş tur.59 

Yine “Taliban’ın 8 Alman Militanı Var”, “Taliban’dan Yeni Gaz Saldırısı”, “Afganistan’da Gizemli Hastalık”, “‘Taliban Parayla Öldürüyor’”, “Ordudan Taliban’a Operasyon”, “Ahmedi Camisine Taliban Saldırdı” başlıklı haberler, Taliban’ı bir ideoloji etrafında örgütlenen siyasal bir grup olarak değil, gerici ve gaddar bir dini cemaat olarak ele almakta, Taliban’a kaynaklık ettiğine inanılan dini anlayış şiddeti besleyen bir unsur olarak değerlendirilmektedir. 60

3.CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

ANA AKIM TÜRK DIŞ HABERCİLİĞİNDE ŞARKLILAŞTIRMA PRATİKLERİ, BÖLÜM 1

ANA AKIM TÜRK DIŞ HABERCİLİĞİNDE ŞARKLILAŞTIRMA PRATİKLERİ,  BÖLÜM 1



Fahrettin Altun*
* İstanbul Şehir Üniversitesi, İletişim Fakültesi. 
Email: fahrettinaltun@sehir.edu.tr. 

Yazar teşvik, eleştiri ve katkılarından dolayı Burhanettin Duran, Gökhan Çetinsaya, Ümit Cizre, Ebru Kayaalp, Mahmut Mutman, Medaim Yanık ve Zeynep Merve Uygun’a şükranlarını sunar.


ÖNSÖZ

“Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmaya” son verme konusunda üzerimize düşeni yapmak kaygısıyla serüvenine başlayan Türk Dış Politikası Yıllığı ülkemizde uluslararası ilişkiler literatüründe halen daha var olmaya devam eden büyük boşluğu doldurma konusunda katkı sunmayı amaçlamaktadır. Gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında Türkiye’de, özellikle Türkçe yazılmış uluslararası ilişkiler konulu eserlerin gerek sayı ve gerekse içerik olarak ciddi eksiklikleri olduğu ilgili alanın uzmanları tarafından sürekli olarak dile getirilmektedir. 

Mevcut eserlerin nicelik olarak yetersiz olmalarının yanında uluslararası ilişkiler alanında Türkiye’nin yaşadığı en temel problem, konunun uzmanları tarafından yazılmamış, bilgi üzerine inşa edilmeyen, dayanaksız analiz ve yorumlar ile komplo teorileri ve spekülatif varsayımlardan oluşan kitapların sayısının her geçen gün artmasıdır. 

Türk Dış Politikası Yıllığı, Türkiye’nin dış politikasının değişik alanlarına ilişkin verilerin, konunun uzmanları tarafından belirli bir sistematik içerisinde ve olayların anlaşılmasını kolaylaştırıcı bir biçimde okuyucuya aktarılmasını sağlamayı hedeflemektedir. Aktarılan bu verilerin analizi konusunda okuyucuya yol gösterilmekte, ancak aktarılan bilgilerden okuyucunun kendi analizini yapmasına da fırsat tanınmaktadır. Bunun yanında, yıllığın ikinci bölümünde yer alacak olan Türk dış politikasına ilişkin bağımsız makaleler daha çok analiz ağırlıklı olacaktır.

Türkiye gibi, giderek artan bir şekilde bölgesinde önemli roller üstlenen bir ülkenin dış politikasını inceleyen düzenli bir yıllık çalışmasının bugüne kadar yapılmamış olmasının ciddi bir eksiklik olduğu düşüncesiyle 2009 yıllığıyla başlayan bu projenin sürekli olacağını, her yılın ortasında, bir önceki yıla ilişkin Türk dış politikası gelişmelerinin inceleneceği yeni bir kitabın yayınlanmasının planlandığını ifade etmek istiyoruz. Bu şekilde, Türk dış politikasına ilgi duyan okuyucuların, öğrencilerin ve araştırmacıların faydalanacağı bir çalışmanın Türk uluslararası ilişkiler literatürüne kazandırılması temel amacımızdır.

Söz konusu olan bir yıllık olduğu için, atıflar ve kaynakça konularında farklı bir yöntem izlenmiştir. Okuyucuyu sıkmamak amacıyla, yararlanılan gazetelerin ve haber ajanslarının önemli bir kısmı internetten alınmasına rağmen, internet adresleri verilmemiş, sadece haberin ismi, hangi gazete ya da haber ajansından alındığı ve haberin yayınlandığı tarih bilgileri yazılmıştır. Söz konusu haberlerin asıllarına ulaşmak isteyen okuyucuların, ilgili gazete ya da haber ajanslarının internet sitelerinden, haber başlığı ve tarihini yazmak suretiyle arama yapmaları yeterli olacaktır.

Bu kitabın ve Türk Dış Politikası Yıllığı’nın bundan sonraki sayılarının okuyucuya faydalı olmasını diliyoruz.

Burhanettin Duran
Kemal İnat
Muhittin Ataman


Giriş,

Medya sosyolojisi araştırmalarının üç temel öbeği olduğu söylenebilir. Bir medya araştırması medya kurumu, medya mesajı ve medya etkisini odağına alarak örülebilir. Bu çalışma, medya mesajını eksen almakta ve medyanın temsil stratejilerine odaklanmaktadır. 

Medya sosyolojisi alanındaki araştırmalar, en temelde medya etkisini sorunsallaştırarak çerçevesini oluşturmuşsa da süreç içinde önce medya kurumu, ardından medya içeriği araştırmaları da önemli hale gelmeye başlamıştır. Bununla birlikte medya etkisine dair benimsenen metodolojik perspektif hala medya içeriği ve medya kurumuna ilişkin olarak yürütülen çalışmaların yönüne ve çerçevesine yansımaktadır. 

Bu nedenle, bir medya sosyolojisi araştırması, yöntemsel bir berraklık oluşturmak adına medyanın etkisi bağlamında ne tür bir metodolojik perspektifle yol aldığını ortaya koymalıdır. Bu çalışma medyanın, doğrudan etki kuramında bahsedilenin aksine birey, grup ve toplumlara bir şırınga içinde düşünce ve tutum enjekte etmediğini, kullanımlar ve memnuniyetler üzerinde duran araştırmaların gösterdiği gibi bireylerin medya ile geçmişten getirdikleri kimlikleri, kişilikleri, toplumsal, siyasi, ekonomik konum ve beklentilerine 
göre muhatap olduklarını, insanların medyaya maruz kalırlarken ona teslim olmayıp gündelik hayatın içinde birçok farklı iletişim sürecinde aynı anda yer alabildiğini ve medya mesajını alımlarken diğer birçok toplumsal pratiği de yerine getirebildiğini, onu bir boşlukta değil bir bağlam içinde algıladığını, bu çerçevede medya mesajının pasif birer tüketicileri olmadıklarını, hal böyle olsa da medyanın toplumsal öğrenme teorisinde ortaya konduğu üzere sosyalleştirici bir rol oynadığını ve yetiştirme kuramında çerçevesi çizildiği şekliyle medyaya fazla muhatap olanların giderek medya gerçekliğini toplumsal gerçekliğin önüne geçirebildiğini ve medya sembollerinin gerçek dünyanın önüne geçebildiği durumların da vaki olabileceğini varsayan bir medya okumasına dayanarak varlık bulmaktadır. 

Bu çerçevede bu çalışma, Türk dış haberciliğindeki Şarklılaştırma pratiklerini konu edinmektedir. 

Türk dış haberciliğindeki Şarklılaştırma pratiklerinden bahsetmek, Türk medyası (ya da Türk basını) diye bir sosyolojik gerçekliğin varlığını kabul etmek anlamına gelir. Hemen belirtmekte yarar var, bu çalışmada Türk medyası tabiri, Türkçe içerik taşıyan kitle iletişim ortamlarına atfen kullanılmaktadır. Bu yönüyle Türk medyası farklı kabulleri, alışkanlıkları, tarzları, gelenekleri, meslekî birikimleri ve 
kültürleri bünyesinde ihtiva eder. Bununla birlikte Türk medyası diye tabir ettiğimiz gerçeklik alanı, bir ideal-tip olarak kavranmaya müsait bir tarihsel ve sosyolojik gerçekliğe de sahiptir. Türkiye’nin modernleşme süreci içinde gelişen basın pratikleri farklı kabuller, alışkanlıklar ve tarzlar yanında, ortak bir meslekî kültürel alanın oluşumuna da katkıda bulunmuştur. Söz konusu kültürel alan içinde sosyalleşen yeni nesil medya mensupları Türk basınına mahsus özellikleri devşirerek mesleki faaliyetlerini sürdürmüşlerdir.

Bu makaledeki önemli bir diğer kavram da ana akım medya kavramıdır. Carpenter ana akım medyanın karşısında konumlandırılan alternatif medyanın paylaşımcı, gerçek katılıma açık, genelde küçük çaplı, hegemonik politikalara, önceliklere ve perspektiflere alternatif sunan, pazarın ve devletin dışında, yerel bilgiyi önemseyen, sivil toplumun sesini duyurmaya çalışan ve hiyerarşik olmayan bir tarzda örgütlendiğini belirtir.1 

Alternatif medyaya ilişkin olarak ortaya konan bu özellikler, ana akım medyaya ilişkin de bir fikir sunmaktadır. Bununla birlikte ana akım medya kavramı, son dönem eleştirel medya araştırmalarında çoğunlukla manipülatif, ideolojik, monolitik ve katı medyayı nitelemek üzere kullanılmaktadır.2 

Ne var ki bu özellikler, tek başına ana akım medyayı nitelemeye yetmemektedir. Zira resmî ideolojiyle yakınlık yanında medya kuruluşunun tirajı, toplumsal etkisi, siyasi nüfuzu, ekonomik gücü ve kullandığı iletişim teknolojisi gibi faktörler, ana akım medyayı niteleyen özellikler olarak karşımıza çıkmaktadır. 
Bu yönüyle Türkiye gerçekliği bağlamında, resmî ideolojiyle uyumlu, yüksek tirajlı, siyasi, iktisadi ve toplumsal gündeme etki edebilen ve yaygın kitle iletişim ortamları (gazete, televizyon vb.) üzerinden mesajını ileten medya kuruluşlarını 
ana akım medya kategorisi altında değerlendirebiliriz.

Çalışmadaki kurucu konumu gereği referansta bulunmamız gereken bir diğer kavram ise Şark ve Şarklılaştırma kavramlarıdır. Edward Said’e göre Şark, Batı’nın kendi varlığını inşa, meşruiyetini tesis etmek üzere kurguladığı bir simgesel bütündür. Şark, içinde olunmak istenmeyen, ötelenen, kaçınılan, tabulaştırılan bir unsur, bir kurucu ötekidir. Şarklılaştırma ise bir ötekileştirme süreci, Şarkın sınırlarına hapsetme eylemi olarak ifadelendirilebilir. 

Şarklılaştırma, Şark’la özdeşleştirilen kültürel özlerin varlık bulduğu düşünülen 
her ortamın, Şarka ait kılınması çabasıdır. Bu çalışmada ana akım Türk dış haberciliği alanındaki Şarklılaştırma pratikleri, bu pratiklerin içerik, neden ve sonuçları çözümlenecek, söz konusu çözümleme gazetecilik alanı ile sınırlandırılacaktır. Çalışma, 5 Mayıs-5 Haziran 2010 tarihleri arasında ana akım Türk basınında kendisine yer bulan iki ulusal gazetenin (Hürriyet ve Habertürk) Dünya sayfalarının incelenmesine ve oryantalizm teorileri ve medyanın kültürel stratejileri ile ilgili okumalara dayanarak varlık bulmaktadır. 

Medyada Kültürel Stratejiler ve Oryantalizm

Rönesans sonrası Batı kültür hayatında karşımıza çıkan Doğu temsilleri, oryantalizmin alanı içinde kurumsallaşmış ve oryantalizm Doğu hakkındaki egemen temsiller sisteminin şekillenmesine büyük bir etki yapmıştır. Said, oryantalizmi hem bir akademik gelenek, hem Şark ve Garp arasında katı bir ayrıma dayanan ve Şarkı ötekileştiren bir düşünme biçimi, hem de Şarkı tahakküm altına almayı, yeniden inşa etmeyi ve onun üzerinde otorite kullanmayı amaçlayan Batılı bir bilgi tarzı olarak değerlendirir.

Bulut’a göre oryantalizm, “Batı’nın Doğu hakkındaki imajları ya da Doğu’ya ilişkin Batılı kolektif muhayyile” olarak tanımlanabilir.

Turner oryantalizmi, Doğu’yu durağan, bütünleşik, toplumsal değişmeye kapalı, modernleşmeden yoksun, orta sınıf burjuva kültüründen mahrum, sivil toplumu 
olmayan bir entite olarak ele alan Batılı mirasla ilişkilendirir.5 

Burke III ve Prochaska ise oryantalizmi günümüz Batı dünyasının özellikle Orta Doğu’ya bakışını belirleyen, kültür ve iktidarı birleştiren 
söylemsel bir pratik olarak işlediğini öne sürerler.6 

Oryantalizm, 

“Batılı emperyal öznenin içerisinde kendisini gizlediği ‘tarz’ ya da söylem”in adı olarak da konumlandırılabilir.7

Oryantalizm, Batılı bir deneyim olarak takdim edildiğine göre, ana akım Türk gazeteciliği içindeki Şark temsillerini ve Şarklılaştırma pratiklerini çözümleyeme çalışırken, bu kavrama referansta bulunmanın Türk medyası ve oryantalizm arasında analojiler kurmanın ne denli anlamı olabilir? Oryantalizmin Türkiye ile ilişkisini konu edinen çalışmalar, çoğunlukla ya oryantalist düşünce veya 
bilgideki Türkiye imgesine odaklanmış, Türkiye’nin nasıl nesneleştirildiğini ve Şarklılaştırıldığını sorunsallaştırmış. 8 ya da oryantalist düşünce, bilgi ya da sanatın Türkiye’deki gelişimini incelemişlerdir.

Bununla birlikte son dönemlerde, oryantalizmin Türkiye resmini sorun sallaştıranlar arasında Türklerin oryantalizm üretme kapasiteleri üzerinde duran çalışmalara rastlamak da mümkün hale gelmiştir. Bu çalışmalar da özünde iki kategoride kendisini göstermektedir.

Birinci kategorideki çalışmalar daha ziyade Türklerin kendi kendilerini Şarklılaştırması üzerinde durmakta ve oto-oryantalizm ya da self-oryantaliz asyon kavramı etrafında analiz yapmaktadırlar. 
Bu analizlerde, Gumpert’ın çözümlemesinde olduğu gibi “oryantalizmin geri çağrıldığı ve yeniden üretildiği” bir kültürel gerçeklik alanında Türklerin 
kendilerini Şarklılaştırdıkları.10 ya da Yavuz’un çözümlemesinde yer aldığı gibi modernliğin transferini Batı’dan sadece “parçalı düzeyde yaparak kendi kendini oryantalize ettiği” iddia edilmektedir.11 

Tarz ve üslup benzerliğine rağmen, içerik itibariyle birinci kategorinin dışında konuşlandırılabilecek olan ikinci kategorideki çalışmalar ise Türklerin, kendi Doğusunu Şarklılaştırma kapasiteleri üzerinde durmaya başlamışlardır. Elinizdeki çalışma, bu ikinci bağlam içerisinde varlık bulmakta ve ana akım Türk gazeteciliğinin kendi Doğusunu keşfetme tarzlarını ve Şarklılaştırma pratiklerini incelemeye çabalamaktadır. 

Bu noktada yeniden sorumuza dönebiliriz. Türk medyası ve oryantalizm arasında ilişki kurmak ne kadar anlamlı bir girişimdir? 

Türkiye’nin yaşadığı Batılılaşma süreci olmasaydı ve medya bu sürecin en önemli aktörlerinden birisi olarak öne çıkmamış olsaydı söz konusu girişim anlamlı olmayabilirdi. Daha açık bir söyleyişle, Türkiye’nin Batılı modernliğe ulaşma amacı etrafında bir modernleşme ideali kurgulaması ve medyanın bu sürecin başat aktörlerinden biri olması ana akım Türk medyasındaki oryantalist temsillerden bahsetmeyi anlamlı kılmaktadır.

Türkiye bağlamında medya ve oryantalizm ilişkisini sorunsallaştırmanın bir diğer gerekçesi ise, oryantalizmin kaynakları tartışmasında kendisine yer bulur. Özellikle 1980 sonrasında kültürel araştırmalar alanında yapılan kayda değer oryantalizm incelemelerinin bir kısmı, oryantalizmin sadece Batılı bir olgu, gerçeklik ya da söylem olmayabileceğini iddia etmeye başlamışlardır. Said, her ne kadar oryantalizmin Batı-dışındaki elit kültüre yaptığı etkiyi değerlendirmeye çalışmışsa da, o oryantalizmi Batılı bir fikir, kurum ve söylem olarak görür. Oysa “tersine oryantalizm” kavramı etrafında meseleyi tartışan Sadık Jalal Al-Azm için oryantalizm, Batı-dışı toplumsal gerçeklik alanında da varlık bulur ve bu varlık alanında ya oryantalist imgelerle kurulan tarihsel mitlere ve kimliğe bağlanma biçimlerini ya da aynı oryantalist imgelerden hareketle kendi tarihine ve toplumuna dönük bir aşağılama duygusunu ifade eder.12

Makdisi, “Batı merkezli modernlik çağında, her ülkenin kendi Doğu’sunu inşa ettiği”ni söyler.13 

Bu inşa süreci, Bakic-Hayden’e göre “oryantalizmin dayandığı orijinal ikiliğin bir yeniden üretim modeli” olarak işler ve bu noktada bir Doğular hiyerarşisi ve sürekli çoğalan oryantalizmler sahneye çıkar. Buna göre, “Asya, Doğu Avrupa’dan daha ‘Doğu’ ya da daha ‘öteki’dir; Doğu Avrupa’nın kendi içinde bu derecelendirme işi en ‘Doğulu’ olarak algılanan Balkanlarla yeniden üretilir; Balkanlar içinde de benzer şekilde hiyerarşiler kurulur.”14 

Bu Doğular hiyerarşisi içinde örneğin Türkler, Avrupalılar tarafından Şarklılaştırılan Doğu Avrupalılar tarafından Doğulu olduğu varsayılan 
özellikleri nedeniyle ötekileştirile bilmektedir.15 

Burada karşımıza çıkan yaklaşımlara göre, her insan topluluğu kendi Doğusundakini ötekileştirerek ve onun Doğululuğunu keşfederek kendi 
varlığını anlamlı kılmakta, böylelikle oryantalizm salt Batı kültür coğrafyasına ve tarihine ait bir unsur olmaktan çıkarak küreselleşmektedir. Burada oryantalizm, Kikuchi’nin Kore karşıtlığı üzerinden gelişen Japon tarzı oryantalizmi tartışırken ortaya attığı Şarklı Şarkiyatçılık, 16 el-Betar’ın Arap oryantalizmi 17 ve Dirlik’in Asyalıların Şark kimliğinin inşasındaki rolünden hareketle geliştirdiği Şarklıların Şarkiyatçılığı 18 kavramları ile betimlenmeye çalışılan bir epistemolojik duruma dönüşmektedir. Hiç kuşkusuz, oryantalizmin Batı-dışı formlarının üretilmesine ilişkin olarak yapılan bu tartışma, oryantalizmin Batıdaki etkisini yitirdiği ve popüler kültürdeki karşılıklarının ortadan kalktığı anlamına gelmemekte, oryantalizmin Batı dışındaki üretim ve yeniden-üretim süreçlerinin kuramsal imkanını gösterme amacı taşımaktadır.19

     Bu noktada, söz konusu durumun medyanın kültür stratejileri içindeki karşılıklarına değinilebilir. Türkiye’nin modernleşme kurgusu ve süreci içinde medya, birbiriyle ilişkili fakat farklı üç kültürel strateji benimsemiştir. 
Birinci kültürel strateji Garpçılık olarak nitelendirilebilir. 19. yüzyıl Osmanlı reformları ile başlayan Batıya yakınlaşma projesi, Cumhuriyet tarafından resmî olarak benimsenmiş, bu süreçte basın toplumsal aydınlanmanın ana aracı olarak görülmüş, 1867’deki Kararname-i Âlî’de basına yüklenen bütünleştirme, 
ahlâkı islah ve dışarıdan gelen yermeleri def etme görevleri Cumhuriyet basınının da benimsediği görevler olmuştur.20 

Nitekim aydınlandığı iddiasındaki özneler, kitleleri birlik içinde tutarak aydınlatma misyonunu benimsemişler ve bu misyon süreç içinde medya faaliyetlerine yön veren temel dinamiklerden birine dönüşmüştür. Zaten dili Tanrı’nın armağanı olmaktan çıkarıp bir iletişim aracına dönüştürerek 
günümüz medyasına ontolojik bir imkan alanı açan Aydınlanma kültürü, 21 medyadaki egemen kültürel sermayenin Aydınlanma (ve aydınlatma) ideali doğrultusunda şekillenmesine de olanak sağlamıştır. Kendi Aydınlanma (ve aydınlatma) idealini Cumhuriyet devriminde bulan ana akım Türk medyası, Kemalizmin sunduğu siyaset etiği ve açtığı iktidar alanını bir kazanım olarak değerlendirmiş ve tam da bu nedenle bir yandan Kemalist iktidar ve ideoloji ile uyumlu bir biçimde faaliyetlerini sürdürürken, diğer yandan söz konusu ideolojinin, toplumsal ve kültürel meşruiyetinin sağlanması noktasında önemli roller üstlendiğini varsaymıştır. Bu bağlamda ana akım Türk medyasının izlediği birinci kültürel strateji, ideal bir Batılı modernlik kurgusu sunmak ve bu kurgunun siyaset, ekonomi, toplum, kültür, sanat, düşünce ve gündelik hayat alanlarındaki karşılıklarını göstermeye çalışmak olmuştur. Mardin’in “Osmanlı 
İmparatorluğu’nda başlayıp Cumhuriyet Türkiyesi’nde yeni boyutlar kazanan, Batı Avrupa’nın toplumsal ve fikirsel bileşimini erişilmesi gereken bir hedef olarak gören yaklaşım” diye nitelendirdiği Garpçılık 22 Batılı standartlara uygun olarak geleneksel değerlerin tasfiyesi, taassubun ve cehaletin aydınlanmacı bir ruhla ortadan kaldırılması amacını esas almıştır.23 

    Cumhuriyet döneminin yönetici elitleri aşırı Batılılaşmayı eleştiri konusu yapmışlarsa da 24 Garpçı ideolojinin birçok ideali benimsenmiş ve bu idealler kültür politikalarının şekillenmesine ciddi etkilerde bulunmuşlardır. Söz konusu kültür politikalarının oluşturulmasında ve taşınmasında medya önemli roller üstlenmiştir. 

    Ana akım medya alanında sahneye konan ikinci kültürel strateji ise Batının ötekileştirilmesine, bir başka deyişle Batının Garplılaştırılması na dayanmaktadır. Burada da öteki/düşman Batı, Türkün sesini duyması gereken Batı imgeleri sahnedeki yerini almıştır. Bu durumun, bir başka deyişle Garpçılık ve Garbiyatçılık stratejilerinin aynı mecrada üretiliyor olmasını bir çelişki olarak gören araştırmacıların bir kısmı ya bu durumu görmezden gelmişler ya da görüşlerden birini gerçek, diğerini konjonktürel olarak algılama yolunu seçmişlerdir. Oysa Ahıska’nın ifade ettiği gibi Avrupa, “Türk ulusal kimliği için hem bir arzu nesnesi hem de bir hayal kırıklığı kaynağı olmuş”, “uzun ve gergin bir tarihsel süreç”te Batı karşıtlığı bir Oksidentalizm üretmiştir.25 Faik’in Arap dünyası 26 ve Chen’in Çin üzerinden gösterdikleri gibi oksidentalizm de tıpkı oryantalizm gibi güç ilişkilerinin bir uzantısı olarak gündeme gelmiş, özellikle bir iç tahakküm aracı olarak işlev görmüştür.27 Bu süreçte oksidentalizmin üretildiği ve dolaşıma sokulduğu ana mekanlar kitle iletişim ortamları olmuş, medya bu süreçte bir yandan ideal Batı resmi çizerken diğer yanda, Batının aşırılıklarına ve Türk karşıtlığına vurgu yapmış, Batı’yı yenilmesi gereken bir düşman olarak resmetmiştir. Kültürel hafızamızdaki izlerine Yeni Osmanlıların ürettiği metinlerde, Ahmet Mithat’ın romanlarından başlayarak birçok edebiyat eserinde II. Meşrutiyet döneminin kültür-teknoloji tartışmalarında ya da Cumhuriyet’in kurucu metinlerinde rastlayabileceğimiz bu gerilim, medya aracılığıyla popülerleştirilen bir meydan okuyucu retorik üzerinden haber, eğlence, reklam içeriklerine yansımıştır. 

    Ana akım Türk medyası içinde kendisine yer bulan üçüncü kültürel strateji ise Türkiye’nin Doğusunun Şarklılaştırarak sahnelenmesidir. 

Bu durum, yukarıda da ifade ettiğimiz üzere Türk medyası ve oryantalizm arasında ilişki kurmamızı meşrulaştıran bir durumdur. Ana akım Türk medyası, oryantalizmin üretildiği mekanların başında gelmektedir. Burada devreye giren Şarklılaştırma faaliyeti, en temelde Türk modernliğinin kültürel meşruiyetini ve üstünlüğünü ortaya koymaya çalışmaktadır. Türkiye’deki Doğu temsillerine 
dönük en sistemli ve etkili kültürel müdahale, modern Türklük bilincinden beslenen Şarklılaştırma pratiği, Kahraman’ın ifadesiyle içselleştirilmiş oryantalizmdir. İçselleştirilmiş oryantalizm, öznenin içine doğduğu toplum ve kendisini var eden koşullar hakkında hüküm verirken Batılı bir oryantalist muhakemeye başvurması sürecidir.28 
Bu süreç, bir Türk ya da Türkiye tipi oryantalizmi beraberinde getirmektedir.29

    Türk tipi oryantalizm, önce bir muhayyel Doğu yaratmaya, ardından bu Doğuyu ötekileştirerek kendi kimliğini kurma faaliyetine dayanır. Makdisi’nin Türkiye bağlamında Osmanlı modernleşmesi ile paralel bir biçimde geliştiğini söylediği Doğululaştırma stratejisinin başlıca nesnesi, yeterince modern olamamış olduğu düşünülen insan toplulukları ve onların kültürleridir. Mahmut Mutman, fiili olarak Şarklı ya da Şarkta olmanın Şarkiyatçı bilginin dışında ya da karşısında bulunmanın doğal bir teminatı sayılamayacağını, zira Şark’ın bir temsille kirletildiğini belirtir.30 Bununla birlikte bu temsil ya da temsil krizi muhayyel bir Batılılık kurgusuna referansla ortaya çıkmakta, bu süreçte türeyen Türk tipi oryantalizm, her şeyden önce keskin dualitelerden beslenerek varlık bulmaktadır. Bu dualiteler içerisinde Batı-Doğu ve modernlik-gelenek, kadim-cedit dualiteleri son derece işlevsel bir role sahip olmuş, Batılı ve modern olmanın psikolojik gereklilikleri üzerinden bir sosyo-politik alan yaratılmaya çalışılmıştır. Doğu, yoksulluk, geri-kalmışlık, gelenekçilik, şiddet ve terörle 
özdeşleştirilmiş, eleştiri refleksi ehlileştirme arzusundan beslenmiştir. Söz konusu arzu, özellikle Kürt ve Arap toplumsal gerçeklikleri karşısında kendisini göstermiş, bununla birlikte bu arzunun sınırları, aynı gerçekliklere karşı duyulan korkunun sınırları ile iç içe geçebilmiştir. İleri, çalışkan, üstün, değerlerine bağlı ve temiz Türk imajı, Türk tipi oryantalizmle birlikte gelen Şarklılaştırma 
faaliyetinin kaynağını oluşturmuştur. Bu noktada ana akım Türk medyasındaki oryantalist tasavvurların hangi imgeler çerçevesinde ya da hangi alanlarda karşımıza çıktığı sorusunu sorabiliriz. Hiç kuşkusuz bu sorunun kapsayıcı ve net bir cevabını vermek hiç de kolay değildir. Bununla birlikte Türk medyasındaki oryantalist içerikleri Kürt, Arap, töre, kadın, şiddet, terör vb. gibi imgeler üzerinden araştırmak olasıdır. Nitekim, medya ve oryantalizm ilişkisiyle ilgili olarak yapılan çalışmaların birçoğu bu tarz temalar ya da imgeler üzerinden 
yürütülmüştür.31 

Oryantalist içeriklerin ve Şarklılaştırma pratiklerinin analizi, böylesi temalar üzerinden yapılabileceği gibi farklı medya teknolojileri, türler ve medya meslek alanları esas alınarak da yapılabilir. Bu bağlamda, Türkiye’de televizyon, gazete, radyo, sinema, İnternet vd. mecraların Şarklılaştırma pratikleriyle ilişkisi, reality-show, yerli film ve dizilerde karşımıza çıkan Doğu temsilleri, reklam ve haber 
metinlerinde üretilen oryantalizm gibi farklı tasnifler üzerinden bir okuma yapılabilir. Böylesi bir okumanın yararı, kitle iletişim mecralarının ve medya faaliyet türlerinin kendi aralarındaki farklılıkları ortaya koyabilme imkanı sunmasıdır. 
Ne var ki, bugüne kadar medya ve oryantalizm ilişkisini sorunsallaştıran çalışmalar, medya alanı içindeki mesleki kültür ve konvansiyonlar arasındaki farklılıkları önemsememişler ve medya-basın, reklam-haber, eğlence-haber, reklam-eğlence, haber-yorum vb. gibi medya üretiminin içeriğine etki eden ayrımları dikkate almaksızın genel okumalar yapmışlardır. Bu genel okumaların yanında eğer söz konusu olan haber alanı ise burada da bu haberin hangi iletişim mecrasında üretilip yayıldığı, örneğin ekonomi, siyaset, dış habercilik, magazin ya da kültür-sanat alanlarının hangisinde varlık bulduğu önemli görülmemiştir. Bu durum, araştırma nesnesi ile olan ilişkiyi sorunlu bir hale getirebilmekte ve indirgemeci sonuçlara ulaşılmasına yol açabilmektedir. 

Bu yönüyle bu çalışma, son dönem ana akım Türk gazetecilik alanı içinde karşımıza çıkan dış habercilik örneklerindeki Şarklılaştırma pratiklerini analiz etme çabasındadır. Bu çalışmanın temel varsayımı, Türk medyasındaki oryantalist içeriklerin keşfedilme alanlarından birisinin de Türk medyasındaki dış habercilik alanı olduğu, oryantalist kültürel stratejilerden hareketle şekillenen Şarklılaştırma refleksinin, ana akım dış haberciliği içinde kendisine kolaylıkla yer bulabildiğidir. Bu bağlamda, ana akım Türk gazeteciliğinde kendisine yer bulan dış habercilikteki oryantalist perspektif ve Şarklılaştırma örnekleri çözümlen meye çalışılacaktır. Burada, öncelikle dış habercilik ve oryantalizm arasındaki ilişkiye değinilecek, ardından söz konusu Şarklılaştırma pratiklerinin nasıl örneklendiğine odaklanılacaktır.

Dış Habercilik ve Şarklılaştırma

Dış habercilik, yapılan haberi okurun hayatına yapacağı doğrudan ya da dolaylı etki ile el-Dakuki, Türkler ve Arapların birbirlerine ilişkin imajlarını araştırdığı çalışmasında, Türklerin Araplar hakkındaki negatif imajlarını ortaya koyar ve bunların Arapların Türkiye’nin ulusal güvenliğine zarar vermek için İslam dinini suistimal ettikleri, Türkiye’nin iç işlerine karıştıkları, Türkiye sularında hak iddia ettikleri, Türk topraklarını gözlerine kestirdikleri, Kürtleri kışkırtıp onları ayrılmaya ikna etmeye çalıştıkları, Türkiye’ye ve Türklere karşı oldukları, Arap coğrafyasındaki Türk azınlıklara kötü muamelelerde bulundukları şeklindeki olduğunu ifade eder.32 

Dikkat çekilmesi gereken nokta, bu unsurların ortaya çıkması en muhtemel alanın dış habercilik alanı olduğudur. Bununla birlikte Türkçe üretilen dış haberlerde ne tür Doğu temsilleri ortaya konduğu ya da ne tür oryantalist imgelerin dolaşıma sokulduğu konusunda herhangi bir medya sosyolojisi incelemesine henüz rastlanamamıştır. Oysa ki dış haber üretimi ile oryantalizm üretimi arasında ciddi bir paralellik söz konusudur. Her ikisi de dışarının bilgisini içeridekilere taşımaya çalışmakta ve özsel bir iç-dış ayrımına dayanarak faaliyetlerini sürdürmektedir. Dış habercilik, dışarıda olanların ya da kalanların gündelik hayatlarından, iktisadi, siyasi, toplumsal ve kültürel yaşamlarına, doğal afetlerinden savaşlarına, krizlerinden göçlerine kadar yaşadıkları gerçeklikleri bilgi haline getirir. Hiç kuşkusuz dış haber yapanlar, bu süreçte sadece yaşanan olayı bildirmez, aynı zamanda haberci öznenin ilgileri ve sınırlılıkları çerçevesinde söz konusu olayı temsil, tercüme ve tevil eder.33

Dış habercilik, yapılan haberi okurun hayatına yapacağı doğrudan ya da dolaylı etki ile birlikte sunar. Zira haberin dışsallığının, onun diğer haberlerden farklı olarak içselleştirilmesi ihtiyacını da beraberinde getirdiği düşünülür. Söz konusu içselleştirme faaliyetindeki ana meşrulaştırma stratejisi ise dış haberin içerideki öznelerin hayatlarıyla olan irtibatının kurulmasıdır. Bu ilişkilendirme sürecinde, 
okurun bir ulus-devlet vatandaşı olarak muhatap olacağı tehdit ve imkânlar merkeze alınmakta, haber biz ve onlar (buna paralel biçimde iyiler ve kötüler) kategorileri ekseninde kurgulanmaktadır. Bu noktada dolaşıma sokulan imgelerin önemli bir özelliği, temsil etme iddiasında oldukları gerçeklikleri, kendi tarihsel koşulları içinde sunmaması, buna karşılık söz konusu gerçeklikleri tek bir gerçeklik olarak takdim etmesidir. Böylelikle, bahse konu gerçeklikler genellemelerin konusu haline gelmekte, tikellikler, özgünlükler, farklılıklar, 
çelişkiler ve değişimler göz ardı edilebilmektedir.

Pek çok gazeteci, herhangi bir olayın haber olup olmadığına karar verirken içgüdüsel olarak o olayın kendisiyle ve yaşadığı toplumla ilişkisini sorgulasa da 34 bu sorgulamayı dış haberler söz konusu olduğunda çok daha fazla yapar. 
Bu durum, Türkiye’de geçerli olan bir dış haberlerin az okunduğu genel kabulünden de beslenir.35 Bu nedenle dış haberlerde olayın içeriği sık sık olaya yüklenen muhtemel etkilerin gerisine düşebilmekte, temsil ve gerçeklik arasında ciddi bir uçurum oluşabilmektedir. Kuzey Irak’ta yaşanan herhangi bir gelişme haber yapılırken, söz konusu gelişmenin, olayın doğrudan tarafları için ne tür anlamlar ve maliyetler ürettiği ortaya konmadan önce, soydaş Türkmenlere ne tür etkilerde bulunacağı, onların konumunu ne kadar zayıflatacağı ya da güçlendireceği tartışılmaktadır. Ya da Ermenistan’ın gayri safi milli hasılasındaki düşüşle ilgili olarak yapılan bir haberde olayın nedenleri ve bu olaydan doğrudan muzdarip olanlar için ne anlam taşıdığı ele alınmamakta, bu durumun Türkiye-Ermenistan ilişkilerine, Türkiye’de yaşayan Ermeniler üzerindeki etkilerine ve hatta Ermenistan ile yaşanan tarihsel ihtilaflarda bu durumun Türkiye’ye ne tür avantajlar sağlayabileceğine kadar geniş ama olayın neden ve sonuçları ile giderek daha az ilintili alanlarda yorumlarda bulunulmaktadır. Bu durum, haberciliğin birinci kuralı olarak nitelendirilen 5N 1K kuralının da haber metninde yer almamasını meşru kılabilmekte, haberin kurgulanmasında herhangi bir nedensel çözümlemeye ihtiyaç duyulmaya bilmektedir.

Dış haber metinlerinin okurun hayatıyla ilişkilendirilme çabası, haberi cazip hale getirme amacının bir ürünüdür. Bu da sıklıkla dış haberin magazinleştirilmesi sonucunu beraberinde getirmekte, dış haber metinleri ya eğlenceli hale getirilmekte ya da eğlenceli olduğu düşünülen dış olaylar dış haberin konusu kılınmaktadır. Medyadaki tabloid kültüre ait bir unsur olarak kabul edilen magazin gazeteciliği, dış habercilik alanına da etki etmeye başlamış ve dış habercilik meşhur figürlerin özel hayatları ile de ilgilenir hale gelmiştir.36 
Haberin magazinelleşmesi konusu sadece dış haberlerle ya da dış habercilikle ilgili bir durum değildir. Bununla birlikte dış haberin magazinelleşmesi 
sonuçları itibariyle daha fazla stereotip üretimine neden olmakta, dışarıda ve yabancı olarak addedilen kültürel gerçekliklerin egzotikleştirilmesine ya da ötekileştirilmesine de neden olmaktadır. Bu sürecin hangi şekillerde karşımıza çıktığına ise birazdan değineceğiz. 

    Dış haberciliğin bu ilintilendirme stratejisi, bağlamı metnin önüne geçirmekte, tekil içerikler genel çıkarımlara kurban edilebilmektedir. Bununla birlikte, bu durum dış haber yazımında tarihsel ve yapısal analize başvurulduğu anlamına gelmemektedir. Nitekim Galtung ve Ruge, klasik makalelerinde habercilerin olayları toplumsal güçlerin ya da yapıların bir ürünü olarak değil, insan teklerinin eylemleri olarak gördüklerini ve gösterdiklerini belirtirler ve bu yaklaşımın “insanın kendi kaderinin efendisi olduğuna ve olayların bağımsız (insan) iradesinin sonucu olarak ortaya çıktığına inanan bir kültürel idealizm”den beslendiğini öne sürerler.37 Zira haberciler haberlerin gruplar ya da sosyal süreçlerle değil, bireylerle ilgili olması gerektiğine inanırlar 38 ve yerleşik iktidarı değil bireysel otoriteyi sorunsallaştırırlar. 

Ne var ki bu durum ele alınan olayın içeriği, nedenleri ve sonuçları ile ilgili genellemelere gidilmesine, bağlamın metnin önüne geçirilmesine engel oluşturmaz. Bu süreçte haber, ya haberi yapan kurumun ihtiyaçlarına, ya habercinin kişisel tercihlerine, ya olayın önemine ya da haber kaynağının talep ya da yönlendirmesine bağlı olarak şekillenir.39

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

26 Eylül 2019 Perşembe

TÜRK DIŞ POLİTİKASINDA DAVUTOĞLU DÖNEMİ: 2009 DEĞERLENDİRMESİ. BÖLÜM 4

TÜRK DIŞ POLİTİKASINDA DAVUTOĞLU DÖNEMİ: 2009 DEĞERLENDİRMESİ. BÖLÜM 4 


Davutoğlu Dönemi Türk Dış Politikası

Davutoğlu’nun dış politikadaki aktivizmi, geçtiğimiz yedi yıl içinde Ortadoğu, Afrika, Asya, Latin Amerika, Avrupa Birliği, Kıbrıs ve Kafkasya gibi dünyanın birçok bölgesini kapsamaktadır. Bu anlamda genel olarak baktığımızda, komşularıyla arasındaki sorunları çözmekle kalmayıp, maksimum işbirliği ilkesi çerçevesinde imzaladığı onlarca anlaşma, kaldırılan vizeler, bölgede çıkan sorunların çözümlenmesine dair yürüttüğü arabuluculuk rolleri, imzaladığı enerji anlaşmaları, göze çarpan gelişmelerdir. 

Komşularla ilişkiler bağlamında en somut örneklerden biri Suriye ile yaşanan gelişmedir. İki ülke bundan yalnızca on sene önce savaşın eşiğindeyken, son sekiz yıl içerisinde 51’i tek bir gün içinde olmak üzere 80’den fazla anlaşma ve protokol imzalamıştır. Bu anlaşmalar arasında Serbest Ticaret Anlaşması, Yüksek Düzey Stratejik Konsey Anlaşması ve Serbest Dolaşım Anlaşması gibi son derece önemli anlaşmalar da bulunmaktadır. Hatay Sorunu ve Su Sorunu gibi yılların kökleşmiş problemleri bu süreç içinde çözüme kavuşmuştur. Suriye bundan sadece 10-15 yıl önce Türkiye’ye karşı koz olarak kullandığı PKK sorununda bile Türkiye’yle ortak hareket etmiştir. Bugün Türkiye Suriye’yle sadece dost ülke konumuna gelmemiş, aynı zamanda Suriye’nin bölgedeki sorunlarının çözümünde de önemli rol oynamıştır. 
Suriye’nin İsrail, Lübnan, Irak ve Suudi Arabistan ile yaşadığı problemlerinin çözümünde önayak olmuştur. Lübnan’daki sivil çatışmanın çözümüne, Lübnan’daki grupları bir araya getirerek katkı sağlamıştır.37 Türkiye aynı zamanda, Irak’ın Ağustos 2009’da ‘yeşil bölge’de meydana gelen patlamalara dair Suriye’yi suçlamasının ardından çıkan anlaşmazlığın çözümünde Beşar Esad ve Nuri Maliki ile ayrı ayrı görüşerek aktif arabuluculuk yapmıştır.38 

Ayrıca, taraflara Türkiye, Suriye ve Irak arasında üçlü mekanizma kurulmasına dair öneri getirmiş ve tarafların New York’ta bir araya gelmesini sağlamıştır.39 
Bunun yanında, Hariri suikastından beri araları açık olan Esad ve Kral Abdullah’ın bir araya gelmesine önayak olarak Suudi Arabistan ve Suriye arasındaki gerginliğin çözülmesini sağlamıştır. 

Suriye’yle gelişen ilişkilere ek olarak Türkiye Yunanistan ile de büyük yol kat etmiştir. Eskiden Türkiye’nin AB’ye girmesine şiddetle karşı çıkan Yunanistan bugün Türkiye’nin AB üyeliğinin en büyük savunucularındandır. Yunanistan Dışişleri Bakan Vekili Dimitris Druças da Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğinin gerekliliğinin altını çizmiş ve “Türkiye AB üyesi olduğunda şimdiki ve geçmişteki Türkiye olmayacak” şeklindeki ifadesiyle Yunanistan’ın Türkiye’nin içeride gerçekleştirmekte olduğu reform sürecine ve AB üyeliğine olan desteğini dile getirmiştir.40 Yunanistan’la yaşanan gelişmelere sekte vuran bir konu hiç şüphe yok ki Kıbrıs’tır. Kıbrıs Sorunu’nun çözüme kavuşturulamaması bu anlamda büyük bir engel olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunlara ilaveten, İstanbul Rum Patrikhanesi ve Ege’de kıta sahanlığı sorunu gibi konular da henüz açıklığa kavuşturulmamıştır. 


Türkiye’nin AB ile ilişkileri dış politikanın tüm alanlarını tek bir resimde toplamayı hedefleyen bütüncül dış politika çerçevesinde önemli bir yer tutmaktadır. İlişkiler, Avrupa merkezli bir dünya sisteminin ortaya çıkışından sonra bir ayak uydurma ve bütünleşme çabası olarak gelişmiştir. Avrupa ile ilişkilerin tarihi bir bağlama oturtulması sağlıklı bir yaklaşım için olmazsa olmaz bir koşuldur. 

Bugün gelinen noktada içeride bazı tarafların AB ile ilişkilerde bir özgüven sorunu yaşadıkları ve tutarlı bir duruş geliştirememiş oldukları göze çarpmaktadır. Oysaki hem Osmanlı İmparatorluğu, hem de Türkiye Cumhuriyeti tarih boyunca Avrupa’da yaşanmış gelişmelere karşı kendi reflekslerini geliştirmiş ve kayıtsız kalmamıştır. Örneğin, Osmanlı imparatorluğu 1648 Vestfalya anlaşması ile kurulan yeni düzene, Köprülü reformları ile cevap vermiş ve modernleşme ve sekülerleşmenin ilk adımlarını atmıştır. 1815 Viyana Anlaşması sonrası kurulan Avrupa Uyumuna Tanzimat ile cevap verilmiştir. İntibak süreci Tanzimat’la ivme kazanmış, 1856 Paris Anlaşması Islahat Fermanı’na işlerlik kazandırmış ve Osmanlı’yı Avrupa devletler topluluğunun bir üyesi olarak tanıyarak toprak bütünlüğünü garanti altına almıştır. I. Dünya Savaşı ile biten Avrupa Uyumundan sonra kurulan Milletler Cemiyeti’nin üyesi olan Türkiye Cumhuriyeti, Batılılaşma reformlarını hızlandırarak intibak sürecini sürdürmüştür. Bütün bu sürece bakıldığında görülmektedir ki, Avrupa ile ilişkiler 
bir tarihi-felsefi süreklilik dinamiğine sahiptir. Bu anlamda, ilişkileri belirli sorunlar ya da konjonktürel durumlarla tanımlamak hatalı olur. 

Türkiye’nin AB üyelik süreci zarfında karşılaştığı engellerden biri, büyük nüfusu, geniş yüzölçümü, nispeten geri kalmış ekonomisine ilaveten hiç şüphesiz Müslüman-Türk kimliğidir. AB’nin bu anlamdaki kaygısı Türkiye’nin söz konusu kimliği yüzünden AB’ye kolay entegre olamayacağı ve AB norm ve değerlerini benimseyemeyeceği yönündedir. Valéry Giscard d’Estaing’in “Türkiye’nin üyeliği 
AB’nin sonunu getirecektir” sözleri bunun bir ispatıdır.41 Ancak bu yorumlar asıl AB’nin savunduğu ve kuruluş sebebini oluşturan ‘bir arada yaşamak’ (co-existence), ‘barış’, ‘adalet’ gibi değerlere ters düşmektedir. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de dediği gibi, Türkiye AB’ye medeniyetlerin çatışması için değil, uyumu için alınmalıdır.42 Türkiye’nin üyeliği AB’nin çoğulcu bakış açısı ve çeşitliliği anlamında örnek teşkil edecektir.43 Taşpınar’a göre, Türkiye, AB için büyüyen bir pazar sağlayabilir, AB’nin önümüzdeki senelerde çaresizce ihtiyaç 
duyacağı işgücünü sağlayabilir, Müslüman dünyası için demokrasi anlamında örnek teşkil edebilir.44 

Diğer taraftan AB ile ilişkileri tek taraflı bir bağımlılık ilişkisi olarak tanımlamak da doğru olmaz. Türkiye’nin modernleşmesi, demokrasisi ve ekonomik kalkınması için uluslararası standartları yakalama süreci AB olmasa bile devam etmesi gereken bir süreçtir. 

AB ile sürecin sağlıklı işlemesinin ise Türkiye-AB ilişkilerini aşan bir boyutu vardır. Bunun en büyük sebebi 11 Eylül sonrası oluşan sorun alanlarının önemli bir kısmının Türkiye ve AB’nin mücavir bölgelerinde oluşudur. Türkiye’nin geleceğini AB ile birlikte görmesi hem Türkiye’nin reform süreci, hem de mücavir alanlarda yürüttüğü yapıcı politikalar açısından anlamlı bir tutumdur. Son yıllarda Türkiye’nin dış politikasında AB’ye verdiği önem “eksen kayması” tartışmalarına da bir cevap niteliği taşımaktadır. AB’nin geleceğinde Türkiye’ye nasıl bir rol vereceği ise kendi geleceğini nasıl gördüğü ile ilişkilidir. 

Türkiye’nin AB sürecindeki en önemli konulardan biri de Kıbrıs’tır. Kıbrıs sorunu yıllardan beri kemikleşmiş yapısıyla Türkiye’nin önünü tıkayan engellerden biridir. Annan Planı’nın sonuç getirmemesi ve KKTC’ye uygulanan uluslararası ambargoların hala kaldırılmaması gibi etkenler karamsar bir ortamı da beraberinde getirmiştir. 

Bu anlamda, Türkiye’nin artan stratejik ağırlığı ve gücü AB’yi bu konuda ikna edebilecek potansiyele sahiptir. Türkiye’nin çözüme dair beklentisi BM Güvenlik Konseyi kararları ile uyum içerisinde iki toplumlu, iki bölgeli ve siyasi eşitliğe dayalı bir Kıbrıs’tır.45 
Son yıllarda Kıbrıs sorununa dair olan gelişmeler her ne kadar ağır ilerlemekteyse de, ümit var bir duruma işaret etmektedir. 
Bu anlamda dört önemli alanda soruna dair gelişme göze çarpmaktadır. Bunlardan ilki, Kuzey Kıbrıs’ın Avrupa Konseyi sayesinde Avrupa’da temsil  ediliyor oluşudur. İkincisi, Kıbrıs’ın açılan ofisler aracılığıyla, Kuveyt, Katar ve Umman’da ve dolayısıyla Körfez ülkelerinde temsil edilmesidir. Bir diğer önemli gelişme ise Mersin, Laskiye ve Tripoli deniz seferleridir. Söz konusu seferler sayesinde Doğu Akdeniz’in sanki AB, Yunanistan ve Güney Kıbrıs etki alanı olduğuna dair bir süredir hâkim olan anlayış zayıflamıştır.46 

Son olarak da, Eski Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ın Pakistan’a devlet başkanı olarak yaptığı ziyaret, İKÖ heyetinin Kuzey Kıbrıs’a ziyarette bulunması  sayılabilir. Tüm bu gelişmelere ek olarak, son yıllarda Kuzey Kıbrıs ve Güney Kıbrıs arasındaki ekonomik uçurumun ciddi oranda azalmış olması 
da önemli bir gelişmedir.

Türkiye’nin ‘komşularla sıfır problem’ stratejisi çerçevesinde en çok tartışılan konulardan biri Ermenistan ile ilişkiler olmuştur. Türkiye son yıllarda Ermenistan ile ilişkilerini normalleştirme yolunda önemli adımlar atmış, geniş inisiyatif almış fakat bu adımlar henüz istenildiği ölçüde olumlu bir sonuca kavuşturulamamıştır. Yaşanan normalleşme süreci Ermeni soykırımının ABD Temsilciler Meclisi 
Dışişleri Komitesi’nde kabul edilmesinden iki gün önce Ermenistan koalisyon hükümetinin üç büyük partisinin Türkiye-Ermenistan arasında normalleşme sürecini destekleyen protokolleri askıya aldıklarını açıklamalarıyla sekteye uğradı. Başbakan Erdoğan’ın süreci Karabağ sorunu ile ilişkilendirmesi ve soykırım tasarılarına sert tepki vermesi eleştirilere maruz kalırken, Ermenistan soykırımın kabulünü her fırsatta ön koşul olarak sunmakta ve Karabağ konusunda taviz vermek istememektedir. Türkiye her şeye rağmen normalleşme sürecinin önemini vurgulamaktadır. Bunun Kafkasya’da barış, istikrar ve güvenlik ortamının sağlanmasında ve Kafkasya’da hala hâkim 
olan Soğuk Savaş psikolojisinin giderilmesinde oynayacağı rolün altını hassasiyetle çizmektedir.47

Türkiye’nin dış politikadaki aktivizmi Kafkasya’da da etkisini göstermiştir. 

Örneğin, Rusya-Gürcistan krizi arifesinde, Türkiye’nin Kafkaslara yönelik yürüttüğü dinamik dış politikası, Davutoğlu’nun siyasi önermelerinin uygulanmasına örnek teşkil etmektedir. Türkiye’nin yeni bölgesel siyasetinin bir ürünü olarak, Gürcistan ve Rusya arasındaki kriz başlamadan önce Ankara’nın, Rusya, Ermenistan, Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye’yi içine alan çok taraflı diplomatik bir girişimi, Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Platformunu oluşturmuştur. 

Bu platform, tüm üyeler tarafından paylaşılan bölgesel bir bakış açısını geliştirmeyi ve bölgesel barış ve güvenlik, enerji güvenliği ve ekonomik işbirliği gibi konularda kullanılabilecek araçlar oluşturmayı hedeflemektedir. Ermenistan, Rusya Federasyonu, Azerbaycan ve Gürcistan Türkiye’nin önerisine olumlu yanıt vermiş ve projeyi yapıcı bir çaba olarak değerlendirmiştir.48 

Türkiye’deki karar alıcılar, bölgesel güvenlik anlayışını pekiştirecek güven inşa edici araçların oluşturulmasının önemine vurgu yapmaktadır. 

Avrupa Birliği bu girişime yeşil ışık yakmış ve Avrupa Komisyonu İlerleme 
Raporu’nda Türkiye’nin bu girişiminden övgüyle bahsedilmiştir.49 

NATO da bu platformu, Karadeniz bölgesindeki güvenliğin inşası için yapıcı bir adım olarak değerlendirmiş ve Türkiye’nin kriz boyunca ortaya koyduğu yapıcı politikaları örnek göstermiştir.50 
Türkiye-Rusya ilişkileri Davutoğlu döneminde oldukça önemli gelişmelere sahne oldu. Rusya Başbakanı Vladimir Putin’in, 6 Ağustos 2009’da Türkiye’ye yaptığı ziyareti sırasında enerji boru hatlarından, nükleer santrale, gümrük problemlerinden, ekonomiye kadar farklı alanlarda 20 işbirliği anlaşması imzalandı. Ankara “Rusya-Batı” çatışmasında taraf tutmamaya özen göstermek te ve bir yandan da Moskova ile ikili ilişkilerini geliştirmeye çalışmakta dır. Türkiye bu siyasetini 2008 yılının Ağustos ayında yaşanan Rusya-Gürcistan krizi sırasında faal olarak sürdürmüştür. Türkiye’deki karar alıcılar, kriz sırasında gerginliği aza indirgemek için dikkatle hareket etmişler ve bölgesel sorunları çözmek için bölgesel bir platform fikrini öne sürmüşlerdir. Kriz sırasında Başbakan Erdoğan, Rusya ile ilişkilerin önemini şu şekilde ortaya koymuştur: “Biri en yakın müttefikimiz olan ABD, diğeri ise enerji başta olmak üzere önemli ticaret hacmimizin bulunduğu Rusya. Enerjimizin üçte ikisini Rusya’dan sağlıyoruz. 

Türkiye’nin ulusal çıkarları neyi gerektiriyorsa ona göre hareket ederiz... Rusya’yı göz ardı edemezsiniz.”51 Türkiye ve Rusya arasında yaşanan gelişmeler neredeyse son üç yüz yılı sıcak ve soğuk savaşlarla geçirmiş iki ülke arasında tarihi bir işbirliği fırsatı çıkarmıştır. 
Özellikle enerji alanında her iki ülkenin birbirine rakip projeler içinde yer almalarına rağmen, işbirliğinin gelişmesi uzun dönemli olumlu bir perspektif sunmaktadır.

Ortadoğu’ya döndüğümüzde, Türkiye’nin son yıllarda tüm aktörlerle yürüttüğü olumlu ilişkiler öne çıkmaktadır. Bu bağlamda, örneğin HAMAS’la yürüttüğü görüşmeler bazı kesimlerin eleştirilerine maruz kalmış olsa da, HAMAS’ın 2005 yerel ve 2006 genel seçimlerinde edindiği başarılar, Filistin sorununda yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. Bu anlamda Türkiye, bölgesindeki sorunlara demokrasi ekseninde ve tüm taraflara adil temsil hakkı verilmesi bağlamında yaklaşılmasının ve sorunların daha barışçıl ve sürdürülebilir yöntemlerle 
çözülmesinin öneminin altını çizmiştir. Türkiye’deki karar alıcılara göre HAMAS, uluslararası sistemin kendisine karşı uyguladığı ekonomik ve siyasi ablukayı kaldırmak için Orta Doğu’da ittifaklar aramaktadır. Böyle bir ortamda, Türkiye’nin müdahalesi olmadan HAMAS için tek çıkış noktası, İran-Suriye-Hizbullah cephesine yaklaşmak olacaktır.52 Türkiye’nin tavrı ise HAMAS’ı siyasi sürecin içine dâhil etmek yönündedir. Bu anlamda Davutoğlu, Suriye’de HAMAS’ın sürgündeki lideri Halit Meşal ile iki kere görüşmüştür. 
Davutoğlu’nun ikinci ziyareti Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin Erdoğan’dan yardım talebini takiben gerçekleşmiştir. Bu anlamda, Türkiye HAMAS ve uluslararası aktörler arasındaki uzlaşma sürecini başlatmış ve bir yandan da Fetih, Filistin yönetimi ve Abbas ile sürekli temas halinde kalmaya özen göstermiştir. Ankara’nın bu noktada katkısı, HAMAS’ı akılcı adımlar atmaya teşvik etmek ve Filistin’deki tarafların yakınlaşmasını sağlamak yönünde olmuştur. 

Filistin’in işgal altındaki bölgelerinden sorumlu BM Özel Raportörü Prof. Richard Falk, Türkiye’nin HAMAS ile iletişimini olumlu değerlendirerek, özellikle 2006 yılında Türkiye’nin HAMAS’a yaptığı davete ilişkin şu sözleri sarf etmiştir: “Bu çabanın zamanında eleştirilmiş olması ve neticede başarısız olması üzücüdür. Geriye bakıldığında, HAMAS’ın uzun vadeli ateşkesi kabul etmeye hazırlıklı olduğu bir dönemde Türkiye’nin bu girişiminden istifade edilmiş olsaydı, gerek Gazze’deki sivil halkın refahı gerekse İsrail’in güvenliği açısından çok yararlı olurdu.”53 Davutoğlu Sarkozy’nin Suriye Başkanı Beşar Esad ve AB Ortak Dış Politika ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi Javier Solana ile Şam’da Ocak 2009’da yaptığı görüşmelere katılmıştır. Sarkozy ve Esad’ın ortaklaşa düzenledikleri basın toplantısında Sarkozy, Davutoğlu’nun sorunun çözümüne ilişkin yaptığı katkısından ötürü şükranlarını dile getirmiştir.54 
Birtakım Batılı ve Orta Doğulu basın organları da Sarkozy’ye katılarak Davutoğlu’nun ayrıcalıklı rolünü vurgulamış ve kendisinin HAMAS ve İsrail arasındaki ateşkesi sağlamadaki katkısına ayrıca dikkat çekmişlerdir. 

Türkiye Ortadoğu’nun bugün içinden çıkamadığı kaos ortamından tek çıkış yolunun barış, işbirliği, dayanışma ve karşılıklı bağımlılık ilkelerine dayalı yeni bir anlayış ve düzen olduğunun bilinciyle hareket etmektedir. Bu anlamda, Türkiye’nin Irak’taki varlığı da büyük önem taşmaktadır. Erdoğan’ın da dediği gibi, Türkiye Irak’taki tüm gruplarla ve Irak’ın tüm komşularıyla iyi ilişkiler yürüten tek ülkedir.55 
Türkiye Irak’ın ulusal bütünlüğü ve istikrarı için mücadele vermekte ve bunu BM Güvenlik Konseyi, İKT, Arap Ligi, Avrupa Komisyonu ve Irak’a Komşu Ülkeler Platformu ve aracılığıyla sağlamaktadır.56 

Bunlar arasında Irak’a Komşu Ülkeler Platformu Türkiye tarafından kurulmuş ve ilk toplantısını 23 Ocak 2003’te İstanbul’da düzenlemiştir. Bununla birlikte, Türkiye, Amerika ve Irak’taki Sünni gruplar arasında da sahne arkası diplomasisi yürütmüştür. Bu görüşmelerden birinin sonucunda Sünniler ateşkes yapmaya, Amerika ise Irak’ta adil seçimlere destek vermeye karar vermişlerdir.57 
Türkiye’nin girişimiyle, Irak’taki 2005 ve 2010 seçimlerine Sünniler de katılmıştır. 2010 seçimleri esnasında ve sonrasında birçok Irak’lı grup Ankara’ya gelip gitti ve Ankara’dan destek istedi. Türkiye Irak’taki tüm gruplarla görüşebilen tek ülke olma yetisini bu esnada da sürdürmüştür. Türkiye’nin 2003’te Irak’a asker göndermeyi ve Amerika’nın Türkiye üslerini kullanmasını reddetmesi bu anlamda Türkiye’ye itibar ve güven kazandırmıştır.58 Türkiye, ayrıca, Irak’ın demokrasisine katkı sağlamak amacı ile 350 Iraklı politikacıya seçimlerle ilgili eğitim vermiştir.59 17 Eylül 2009’da ise Suriye Dışişleri Bakanı Walid al-Muallem ve Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari Davutoğlu’nun konuğu olarak İstanbul’da bir araya gelmiş ve üç lider bölgesel güvenlik ve barış konularında konuşmuşlardır.60 

Yeni dış politikanın çok konuşulan açılımlarından biri de Darfur politikasıdır. Eleştirilerin çıkış noktası genellikle bilgi noksanlığı ve bununla birlikte gelen yanlış anlaşılma olarak öne çıkmaktadır. 
Türkiye’nin Darfur politikası ne Batının Sudan hükümetini topyekûn eleştirmesine ve ülkede yaşananları ‘soykırım’ olarak nitelendirmesine 
destek vermekte, ne de ülkede yaşanan olayların trajik boyutlarını reddetmektedir.61 Türkiye Beşir hükümetinin uluslararası platformda 
izole edilmesinin Sudan’a sadece daha fazla trajedi getireceği kanaatindedir. Bunun yerine, Türkiye, Sudan’la arasında mevcut ekonomik ve politik bağları güçlendirmiş, bu sayede Sudan’ın yeniden yapılandırılmasında aktif rol oynamıştır. Ayrıca, Beşir ile yakın ilişkiler kurarak, Sudan hükümeti ve hükümet politikaları üzerinde etki sahibi olma yoluyla ülkedeki karışıklığı bir nebze de olsa giderme yoluna gitmiştir. Başbakan Erdoğan’ın yoğun eleştirilere maruz kalan 

“Bizim mensubu olduğumuz İslam dinine mensup birinin soykırım yapması asla mümkün değildir” şeklindeki açıklaması caydırıcı nitelik taşımaktadır ve bir Müslüman’a soykırım yapmanın yakışmayacağı şeklinde yorumlanmalıdır. Ayrıca Erdoğan Türkiye’nin Batı’nın yaptığı gibi Darfur’da yaşanan olaylara seyirci kalmadığının ve ülkeye somut yardımlar götürerek sorunun çözümüne yönelik aktif adımlar attığının altını çizmiştir. Türkiye aynı zamanda Mısır’da 
düzenlenen Darfur Donörler Toplantısı’na önayak olmuş, yönetim masasına yönetici sıfatıyla oturmuştur. Türkiye’nin Darfur konusunda Müslüman dünyası ekseniyle paralel duruş sergilemesi sadece bu bölgelerde edindiği nüfuzu sürdürme mücadelesi olarak değil, aynı zamanda bir barış yapıcı ve arabulucu olarak edindiği pozisyonu koruma refleksi olarak algılanmalıdır. Bu noktada Türkiye’nin sert ve eleştirel bir pozisyon takınması bir geri tepmeye yol açacaktır ve Türkiye etki alanını daraltmış olacaktır. 

   Türkiye’nin dış politika aktivizmi Balkanlar’da da kendisini göstermiştir. Osmanlı döneminde imparatorluğun merkezinde konumlanan bölge Cumhuriyet döneminde fazlasıyla boşlanmış ve göz ardı edilmiştir. Türkiye’nin Balkanlar’la olan tarihi bağı Bosna kriziyle yeniden gün yüzüne çıkmıştır. Bosna krizini bitiren Dayton Anlaşması’yla gerekli sonucun alınamamış ve Dayton süreci tıkanmıştır. 


   Bu anlamda, yeni dış politika Balkanlar’ı da kapsayıcı bir vizyon geliştirmiş ve bu bölgenin Osmanlı döneminde olduğu gibi bir arada yaşama kültürünü yeniden canlandırmayı öngörmektedir. Bu noktadan yola çıkarak, Davutoğlu göreve geldiği ilk aylarda Sırbistan ve Karadağ’a iki ziyaret gerçekleştirmiştir. 2010’un bir anlamda Balkanlar’da suların ısınacağı bir yıl olacağı öngörüsüyle bu ziyaret 
trafiği 2009’un sonuna doğru ivme kazanmıştır. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de Balkan ülkelerine gerçekleştirdiği yüksek profilli ziyaretlerle bu diplomatik atağı desteklemiştir. Bu girişimler sonuç getirmiş, Türkiye somut adımlar atarak Medeniyetlerararası İttifak toplantısını Bosna-Hersek’te toplamış, Sırbistan ve Karadağ ile ilişkilerini geliştirmiş, başkanlığını yürüttüğü Güneydoğu Avrupa İşbirliği Süreci’ni aktif çalıştırmasıyla bu gerilimlerin hemen hepsinde rahatlamaya yol açmıştır. Türkiye’nin Bosna-Hersek, Sırbistan ve Hırvatistan’la yürüttüğü üçlü diyalog girişimleri Balkanlar’da adım adım yeni bir düzeni oluşturacak köşe taşlarını inşa etmeyi hedeflemektedir.62 
Bu anlamda yine önemli bir girişimle, Bosna’nın NATO üyelik sürecine girmesi sağlanmıştır. Bu gelişmeyle birlikte, uluslararası toplum ve bölge ülkeleri tarafından Bosna’nın toprak bütünlüğünün korunması garanti altına alınmıştır. Bosna’nın toprak bütünlüğü ve güvenliğini sağlayacak çabalar ve özellikle NATO’nun müdahalesi bölgede Türkiye’yi de etkileyebilecek potansiyel bir krizden kaçınmanın yegâne yollarıdır.63

Türkiye’nin Latin Amerika ülkeleri ile ilişkileri de son yıllarda oldukça gelişmiştir. Latin Amerika 560 milyon nüfusuyla son yıllarda küresel yatırımcılar için cazip bir pazar haline gelmiştir. Önümüzdeki yıllarda ABD, Kanada, Meksika, Karayipler, Orta ve Güney Amerika ülkelerinin tamamı aralarında bir serbest ticaret bölgesi (Amerikalar Serbest Ticaret Bölgesi-Free Trade Area of the Americas -FTAA) oluşturmayı hedeflemektedirler. Proje tamamlandığında 800 milyon nüfus ve toplamda 10 trilyon Dolar GSMH ile dünyanın en büyük serbest ticaret bölgesinin oluşturulması hedeflenmektedir.64 Bu ölçekte bir potansiyel Türkiyeli girişimciler için önem arz etmektedir. 

Sonuç

Türkiye son yıllarda hızlı bir dönüşüm geçirmektedir. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle değişen dengeler, Türkiye’nin 1999’da başlayan AB üyelik süreci, 11 Eylül olayları, Ak Parti hükümetinin 2002 yılında başa gelmesi, Irak Savaşı gibi olaylar ve gelişmeler Türkiye’de önemli bir değişim sürecini tetiklemiştir. Bu süreç içeride, demokrasi ve güvenlik algılarındaki değişim olarak göze çarparken, dış politikada yeni bir vizyonu beraberinde getirmiştir. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu akademik birikimini ve tecrübesini diplomasi kulvarlarına başarıyla taşımış ve Türkiye’nin yeni dış politikasının mimarı olmuştur. Yeni dış politika Osmanlı’dan miras kalan ve Cumhuriyet 
döneminde etkisini sürdürmüş bürokratik/otoriter zihniyeti kısmen de olsa rafa kaldırmayı başarmıştır. Güvenlik, çıkar ve güç gibi kavramları temel öncelikler olarak gören ve meşruiyetini tehdit algısından alan geleneksel bürokratik/otoriter anlayışın yerini barış, işbirliği, dayanışma ve karşılıklı bağımlılık gibi kavramları temel alan yeni bir anlayış almıştır. Türk dış politikasının içe dönük karakterinin yerini proaktif, dinamik ve çok boyutlu bir politika almıştır. 

Yeni dış politikada devlet dışı aktörlerin taleplerine daha çok yer verilmekte, aktörler politika yapım sürecine daha çok müdahil olmaktadırlar. 
Soğuk Savaş döneminin klasik iç/dış ayrımı artık ortadan kalkmış, devlet yegâne aktör olma özelliğini yitirmiş, iç konjonktür ve talepler dış politika üzerinde daha belirleyici olmaya başlamıştır. 

Bu anlamda, bölgesel ve küresel değişimlerin yanı sıra içeride yaşanan dönüşüm, politika yapıcıların kimliklerindeki değişim, iktidarın sermaye tabanından gelen yeni pazar arayışları ve bu tabanın Orta Doğu’yla var olan bağlantılarını kullanma refleksi gibi unsurlar Türkiye’nin yeni bir dış politika vizyonu geliştirmesini kaçınılmaz kılmıştır. Türkiye, bölgesinde barış, güvenlik ve istikrar tesis edilmediği sürece bu vizyonu gerçekleştiremeyeceğinin bilincinde olarak diplomasi aygıtını temel araç olarak kullanmanın önemini kavramış 
ve bölgesinde bir yumuşak-güç olarak yükselmiştir. Türkiye’nin bu atılımı Batı’nın da avantajınadır. Bu avantaj Türkiye’nin Batıyla ilişkilerinin daha da gelişmesini sağlamış, örneğin yeni Amerikan yönetimi tarafından tam destek almıştır. 

Bütün bu unsurlar ışığında Türkiye’nin yeni bir dış politika izlemesi rasyonel bir seçimdir. Türkiye’nin bu seçiminin bölgede ve uluslararası bağlamda yansımaları da olumlu olmuştur. Türkiye’nin komşularıyla onlarca yıldır süre gelen, kemikleşmiş problemlerini çözme girişimleri, bölgesel ve uluslararası sorunlara karşı eskisi gibi kayıtsız kalmayışı ve çözümlerine dair atılımları, içeride gerçekleştirdiği demokratik reformlar geniş bir coğrafyada bir cazibe merkezine dönüşmesine yol açmıştır.

DİPNOTLAR;

1 Yasemin Çelik, Contemporary Turkish Foreign Policy, Praeger Publishers, Connecticut, 1999, pp. xi-xiv. 
2 İbrahim Karagül , “Davutoğlu, ‘düzen kurucu ülke’ ve yeni Osmanlıcılık” , Yeni Şafak, 9 Eylül 2009.
3 Bülent Aras,. Ortadoğu ve Türkiye, Q Matris Yayınları, 2003, s. 10.
4 Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik, İstanbul, Küre Yayınları, 2001, s. 117.
5 Ahmet Davutoğlu, “Turkey’s Foreign Policy Vision: An Assesment of 2007”, Insight Turkey, Cilt 10, No1, 2008, s. 83-84.
6 “AB Komşuluk Politikası” için bakınız, European Neighborhood Policy Strategy Paper, 
http://ec.europa.eu/world/enp/pdf/strategy/strategy_paper_en.pdf 
7 European Security Strategy, s.1 http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cmsUpload/78367.pdf
8 Cengiz Çandar, “Turkey’s Soft Power Strategy”, SETA Policy Brief, No, 2009, s. 7.
9 Ahmet Davutoğlu, “Türkiye merkez ülke olmalı”, Radikal, 26 Şubat 2004. 
10 Williams’a göre ‘güvenliksizleştirme’ (desecuritization) ‘olayları ‘güvenlik’ gündeminden çıkarıp siyasal söylemin ve ‘normal’ siyasal tartişma ve 
alanının içine çekmektir ( Michael C. Williams, 2003, “Words, Images, Enemies: Securitization and International Politics”, International Studies 
Quarterly, Cilt 47, No 4, s.523). Aras ve Polat ise ‘normal siyasetin sınırlarını genişletmek’ olarak tanımlar (Bülent Aras& Rabia Karakaya Polat, “From Conflict to Cooperation: Desecuritization of Turkey’s Relations with Syria and Iran”, Security Dialogue, Cilt 39, No 5, 2008, s.498).
11 John Calabrese, “Turkey and Iran: Limits of a Stable Relationship”, British Journal of Middle Eastern Studies, Cilt 25, No 1, 1998, ss.75–94; Robert Olson, 
“Turkey–Syria Relations Since the Gulf War: Kurds and Water”, Middle East Policy, Cilt 5, No 2, 1997, ss.168–193.
12 Bülent Aras & Rabia Karakaya Polat, “Turkey and the Middle East: frontiers of the new geographic imagination”, Australian Journal of International 
Affairs, Cilt 61, No 4, 2007, s. 472.
13 Bülent Aras & Rabia Karakaya Polat, “From Conflict to Cooperation: Desecuritization of Turkey’s Relations with Syria and Iran”, s. 498.
14 “Obama declares Turkey model partner of values”, Turkish NY, 07 April 2009. 
http://www.turkishny.com/en/english-news/5599-obama-declares-turkey-model-partner-of-values.html [29 August 2009] 
15 Bülent Aras, “A Golden Era for US-Turkey Relations?”, The Guardian, 4 April 2009.
16 Bülent Aras, “Oxford’da Davutoğlu vizyonu”, Sabah, 5 Mayıs 2010.
17 Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik, İstanbul,Küre, 2001, s.49 ve 409.
18 H. V. Houtum, ‘The Geopolitics of Borders and Boundaries,’ Geopolitics, Cilt 10, No 4, 2005, s.674.
19 Kemal Kirisci, ‘Turkey’s Foreign Policy in Turbulent Times,’ Chaillot Paper, 92, EU-ISS, Paris, Eylül 2006, s.96.
20 “Ties with Africa Help Ties with EU,” Hurriyet Daily News, 28 Şubat 2009.
21 Ahmet Davutoğlu, “Turkey’s New Foreign Policy Vision,” Insight Turkey, Cilt 10, No 1 (2008), s.78.
22 Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik.
23 Ibid.
24 R. T. Erdoğan, ‘Asya Kalkınma Bankası’nın 38. Yönetim Kurulu Toplantısındaki konuşması’, İstanbul, 5 Mayıs 2005, şu link’ten ulaşılabilir: 
http://www.adb.org/annualmeeting/2005/Speeches/prime-minister-speech.html.
25 Davutoğlu, “Turkey’s New Foreign Policy Vision”, … s.96.
26 Ibrahim Kalın, “Turkey and the Middle East: Ideology or Geo-Politics?” Private View, No 13,2008.
27 Davutoğlu, Stratejik Derinlik, s.333.
28 Kemal Kirişçi, Transformation of Turkish Foreign Policy: The Rise of the Trading State,” New Perspectives on Turkey, No 40, 2009, s.29-57.
29 “Enine-Boyuna Dış Politika Özel Programı”, TRT, 23 Ocak 2009.
30 TRT 1 Enine-Boyuna Dış Politika Özel Programı
31 Sami Kohen, “Davutoğlu ile Yeni Dönem,” Milliyet, 3 May 2009.
32 TRT 1 Enine-Boyuna Dış Politika Özel Programı
33 Davutoğlu, Stratejik Derinlik, s.264.
34 Bülent Aras, “Can Turkey Rouse the Muslim World?” Daily Star, 18 Haziran 2004.
35 TRT 1 Enine-Boyuna Dış Politika Özel Programı.
36 Davutoğlu, Stratejik Derinlik, … s.83.
37 Bununla birlikte, Davutoğlu Beşar Esad’la Mart 2010’da Şam’da bir araya gelerek Rafik Hariri’yle arasında çıkan bir anlaşmazlığı çözme girişiminde bulunmuştur.
38 Milliyet, 1 Eylül 2009.
39 Ayhan, Veysel. “Davutoğlu’nun Bağdat Ziyaretleri Işığında Türkiye-Suriye İlişkileri”, Ortadoğu Analiz, Cilt1, No 9, 2009, s.12.
40 “Türkiye-Yunanistan İlişkileri Atina’da Masaya Yatırıldı”, Cihan, 26 Şubat 2010. Bununla beraber Başbakan Erdoğan’ın 10 bakan ve 300 işadamıyla 
14 Mayıs 2010’da Yunanistan’a yaptığı gezi esnasında Türkiye-Yunanistan Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi Toplantısı kapsamında 21 tarihi anlaşma imzalanmıştır. Anlaşmalar çerçevesinde Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi kurulması ve Yunanistan’ın hususi pasaportlara uyguladığı vizelerin kaldırılması gibi konular da çözüme kavuşturulmuştur. 
41 Gareth Harding, “Bordering on the ridiculous: why Turkey is not a European country”, European Voice, Cilt 8, No 41, 2002. 
42 Abdullah Gül, Yeni Yüzyılda Türk Dış Politikasının Ufukları, Ankara, Dışişleri Bakanlığı Yayını, 2007, s. 235.
43 Meltem Müftüler-Bac, “The New Face of Turkey: The Domestic and Foreign Policy Implications of November 2002 Elections”, East European Quarterly, 
Cilt 37, No 4, 2004, s.437. 
44 Ömer Taşpınar, “Turkey’s Middle East Policies: Between Neo-Ottomanism and Kemalism”, Carnegie Paper, No 10, Eylül 2008, s.28.
45 Bülent Aras, “Kıbrıs Atağı”, Sabah, 4 Kasım 2009.
46 Bülent Aras, “Kıbrıs’ta önemli gelişmeler”, Sabah, 10 Mart 2010.
47 Bülent Aras, “A diplomatic mistake over Armenia,” The Guardian, 5 Mart 2010.
48 “Turkey Spearheads Creation of Caucasian Union,” Global Insight, 18 Ağustos 2008.
49 Bakınız Türkiye 2008 İlerleme Raporu, şu link’ten ulaşılabilir: 
http://ec.europa.eu/enlargement/pdf/press_corner/key-documents/reports_nov_2008/turkey_progress_report_en.pdf
50 “Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Platformu’na destek var,” Sabah, 19 Ağustos 2008.
51 Fikret Bila, “Erdoğan: Rusya’yı Gözardı Edemeyiz,” Milliyet, 2 Eylül 2008.
52 Yasemin Congar, “Meşal, Esad, Bush, Erdogan,” Milliyet, 3 Temmuz 2006.
53 Richard Falk “Understanding the Gaza Catastrophe,” Today’s Zaman, 4 Ocak 2009.
54 “Gazze’de BM Okuluna Saldırı”, CNNTürk, şu uzantıdan ulaşılabilir: 
http://www.cnnturk.com/2009/dunya/01/06/gazzede.bm.okuluna.saldiri/507680.0/index.html
55 Prime Minister’s Speech, 09 January 2007, available at www.basbakanlik.gov.tr.
56 Bulent Aras, “Davutoglu Era in Turkish Foreign Policy”, SETA Policy Brief, No 32, 2009, s.13.
57 Taha Akyol, “Neden Türkiye başardı,” Milliyet, 06 Aralık 2005.
58 Semih İdiz,. “Turkey’s Facilitator Role”, Milliyet, 5 Aralık 2005. 
59 Prime Minister’s Speech, 28 February 2006, available at www.basbakanlik.gov.tr.
60 Hurriyet, 17 September 2009. 
61 Mehmet Ozkan & Birol Akgün, ‘Why Welcoming Al-Basher: Contextualing Turkey’s Darfur Policy,’ SETA Policy Brief, forthcoming.
62 Bülent Aras, “Balkanlar’da ‘Türk’ barışı, Sabah, 10 Şubat 2010.
63 Bülent Aras, “O zaten uyumaz!,” Sabah, 28 Nisan 2010.
64 “Türkiye´nin Latin Amerika ve Karayiplere Yönelik Politikası ve Bölge Ülkeleri ile İlişkileri,” Dışişleri Bakanlığı Resmi Websitesi, 
http://www.mfa.gov.tr/i_-turkiye_nin-latin-amerika-ve-karayiplere-yonelik-politikasi-ve-bolge-ulkeleri-ile-iliskileri.tr.mfa    [29 Mayis 2010].


***