ANA AKIM TÜRK DIŞ HABERCİLİĞİNDE ŞARKLILAŞTIRMA PRATİKLERİ, BÖLÜM 1
Fahrettin Altun*
* İstanbul Şehir Üniversitesi, İletişim Fakültesi.
Email: fahrettinaltun@sehir.edu.tr.
Yazar teşvik, eleştiri ve katkılarından dolayı Burhanettin Duran, Gökhan Çetinsaya, Ümit Cizre, Ebru Kayaalp, Mahmut Mutman, Medaim Yanık ve Zeynep Merve Uygun’a şükranlarını sunar.
ÖNSÖZ
“Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmaya” son verme konusunda üzerimize düşeni yapmak kaygısıyla serüvenine başlayan Türk Dış Politikası Yıllığı ülkemizde uluslararası ilişkiler literatüründe halen daha var olmaya devam eden büyük boşluğu doldurma konusunda katkı sunmayı amaçlamaktadır. Gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında Türkiye’de, özellikle Türkçe yazılmış uluslararası ilişkiler konulu eserlerin gerek sayı ve gerekse içerik olarak ciddi eksiklikleri olduğu ilgili alanın uzmanları tarafından sürekli olarak dile getirilmektedir.
Mevcut eserlerin nicelik olarak yetersiz olmalarının yanında uluslararası ilişkiler alanında Türkiye’nin yaşadığı en temel problem, konunun uzmanları tarafından yazılmamış, bilgi üzerine inşa edilmeyen, dayanaksız analiz ve yorumlar ile komplo teorileri ve spekülatif varsayımlardan oluşan kitapların sayısının her geçen gün artmasıdır.
Türk Dış Politikası Yıllığı, Türkiye’nin dış politikasının değişik alanlarına ilişkin verilerin, konunun uzmanları tarafından belirli bir sistematik içerisinde ve olayların anlaşılmasını kolaylaştırıcı bir biçimde okuyucuya aktarılmasını sağlamayı hedeflemektedir. Aktarılan bu verilerin analizi konusunda okuyucuya yol gösterilmekte, ancak aktarılan bilgilerden okuyucunun kendi analizini yapmasına da fırsat tanınmaktadır. Bunun yanında, yıllığın ikinci bölümünde yer alacak olan Türk dış politikasına ilişkin bağımsız makaleler daha çok analiz ağırlıklı olacaktır.
Türkiye gibi, giderek artan bir şekilde bölgesinde önemli roller üstlenen bir ülkenin dış politikasını inceleyen düzenli bir yıllık çalışmasının bugüne kadar yapılmamış olmasının ciddi bir eksiklik olduğu düşüncesiyle 2009 yıllığıyla başlayan bu projenin sürekli olacağını, her yılın ortasında, bir önceki yıla ilişkin Türk dış politikası gelişmelerinin inceleneceği yeni bir kitabın yayınlanmasının planlandığını ifade etmek istiyoruz. Bu şekilde, Türk dış politikasına ilgi duyan okuyucuların, öğrencilerin ve araştırmacıların faydalanacağı bir çalışmanın Türk uluslararası ilişkiler literatürüne kazandırılması temel amacımızdır.
Söz konusu olan bir yıllık olduğu için, atıflar ve kaynakça konularında farklı bir yöntem izlenmiştir. Okuyucuyu sıkmamak amacıyla, yararlanılan gazetelerin ve haber ajanslarının önemli bir kısmı internetten alınmasına rağmen, internet adresleri verilmemiş, sadece haberin ismi, hangi gazete ya da haber ajansından alındığı ve haberin yayınlandığı tarih bilgileri yazılmıştır. Söz konusu haberlerin asıllarına ulaşmak isteyen okuyucuların, ilgili gazete ya da haber ajanslarının internet sitelerinden, haber başlığı ve tarihini yazmak suretiyle arama yapmaları yeterli olacaktır.
Bu kitabın ve Türk Dış Politikası Yıllığı’nın bundan sonraki sayılarının okuyucuya faydalı olmasını diliyoruz.
Burhanettin Duran
Kemal İnat
Muhittin Ataman
Giriş,
Medya sosyolojisi araştırmalarının üç temel öbeği olduğu söylenebilir. Bir medya araştırması medya kurumu, medya mesajı ve medya etkisini odağına alarak örülebilir. Bu çalışma, medya mesajını eksen almakta ve medyanın temsil stratejilerine odaklanmaktadır.
Medya sosyolojisi alanındaki araştırmalar, en temelde medya etkisini sorunsallaştırarak çerçevesini oluşturmuşsa da süreç içinde önce medya kurumu, ardından medya içeriği araştırmaları da önemli hale gelmeye başlamıştır. Bununla birlikte medya etkisine dair benimsenen metodolojik perspektif hala medya içeriği ve medya kurumuna ilişkin olarak yürütülen çalışmaların yönüne ve çerçevesine yansımaktadır.
Bu nedenle, bir medya sosyolojisi araştırması, yöntemsel bir berraklık oluşturmak adına medyanın etkisi bağlamında ne tür bir metodolojik perspektifle yol aldığını ortaya koymalıdır. Bu çalışma medyanın, doğrudan etki kuramında bahsedilenin aksine birey, grup ve toplumlara bir şırınga içinde düşünce ve tutum enjekte etmediğini, kullanımlar ve memnuniyetler üzerinde duran araştırmaların gösterdiği gibi bireylerin medya ile geçmişten getirdikleri kimlikleri, kişilikleri, toplumsal, siyasi, ekonomik konum ve beklentilerine
göre muhatap olduklarını, insanların medyaya maruz kalırlarken ona teslim olmayıp gündelik hayatın içinde birçok farklı iletişim sürecinde aynı anda yer alabildiğini ve medya mesajını alımlarken diğer birçok toplumsal pratiği de yerine getirebildiğini, onu bir boşlukta değil bir bağlam içinde algıladığını, bu çerçevede medya mesajının pasif birer tüketicileri olmadıklarını, hal böyle olsa da medyanın toplumsal öğrenme teorisinde ortaya konduğu üzere sosyalleştirici bir rol oynadığını ve yetiştirme kuramında çerçevesi çizildiği şekliyle medyaya fazla muhatap olanların giderek medya gerçekliğini toplumsal gerçekliğin önüne geçirebildiğini ve medya sembollerinin gerçek dünyanın önüne geçebildiği durumların da vaki olabileceğini varsayan bir medya okumasına dayanarak varlık bulmaktadır.
Bu çerçevede bu çalışma, Türk dış haberciliğindeki Şarklılaştırma pratiklerini konu edinmektedir.
Türk dış haberciliğindeki Şarklılaştırma pratiklerinden bahsetmek, Türk medyası (ya da Türk basını) diye bir sosyolojik gerçekliğin varlığını kabul etmek anlamına gelir. Hemen belirtmekte yarar var, bu çalışmada Türk medyası tabiri, Türkçe içerik taşıyan kitle iletişim ortamlarına atfen kullanılmaktadır. Bu yönüyle Türk medyası farklı kabulleri, alışkanlıkları, tarzları, gelenekleri, meslekî birikimleri ve
kültürleri bünyesinde ihtiva eder. Bununla birlikte Türk medyası diye tabir ettiğimiz gerçeklik alanı, bir ideal-tip olarak kavranmaya müsait bir tarihsel ve sosyolojik gerçekliğe de sahiptir. Türkiye’nin modernleşme süreci içinde gelişen basın pratikleri farklı kabuller, alışkanlıklar ve tarzlar yanında, ortak bir meslekî kültürel alanın oluşumuna da katkıda bulunmuştur. Söz konusu kültürel alan içinde sosyalleşen yeni nesil medya mensupları Türk basınına mahsus özellikleri devşirerek mesleki faaliyetlerini sürdürmüşlerdir.
Bu makaledeki önemli bir diğer kavram da ana akım medya kavramıdır. Carpenter ana akım medyanın karşısında konumlandırılan alternatif medyanın paylaşımcı, gerçek katılıma açık, genelde küçük çaplı, hegemonik politikalara, önceliklere ve perspektiflere alternatif sunan, pazarın ve devletin dışında, yerel bilgiyi önemseyen, sivil toplumun sesini duyurmaya çalışan ve hiyerarşik olmayan bir tarzda örgütlendiğini belirtir.1
Alternatif medyaya ilişkin olarak ortaya konan bu özellikler, ana akım medyaya ilişkin de bir fikir sunmaktadır. Bununla birlikte ana akım medya kavramı, son dönem eleştirel medya araştırmalarında çoğunlukla manipülatif, ideolojik, monolitik ve katı medyayı nitelemek üzere kullanılmaktadır.2
Ne var ki bu özellikler, tek başına ana akım medyayı nitelemeye yetmemektedir. Zira resmî ideolojiyle yakınlık yanında medya kuruluşunun tirajı, toplumsal etkisi, siyasi nüfuzu, ekonomik gücü ve kullandığı iletişim teknolojisi gibi faktörler, ana akım medyayı niteleyen özellikler olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu yönüyle Türkiye gerçekliği bağlamında, resmî ideolojiyle uyumlu, yüksek tirajlı, siyasi, iktisadi ve toplumsal gündeme etki edebilen ve yaygın kitle iletişim ortamları (gazete, televizyon vb.) üzerinden mesajını ileten medya kuruluşlarını
ana akım medya kategorisi altında değerlendirebiliriz.
Çalışmadaki kurucu konumu gereği referansta bulunmamız gereken bir diğer kavram ise Şark ve Şarklılaştırma kavramlarıdır. Edward Said’e göre Şark, Batı’nın kendi varlığını inşa, meşruiyetini tesis etmek üzere kurguladığı bir simgesel bütündür. Şark, içinde olunmak istenmeyen, ötelenen, kaçınılan, tabulaştırılan bir unsur, bir kurucu ötekidir. Şarklılaştırma ise bir ötekileştirme süreci, Şarkın sınırlarına hapsetme eylemi olarak ifadelendirilebilir.
Şarklılaştırma, Şark’la özdeşleştirilen kültürel özlerin varlık bulduğu düşünülen
her ortamın, Şarka ait kılınması çabasıdır. Bu çalışmada ana akım Türk dış haberciliği alanındaki Şarklılaştırma pratikleri, bu pratiklerin içerik, neden ve sonuçları çözümlenecek, söz konusu çözümleme gazetecilik alanı ile sınırlandırılacaktır. Çalışma, 5 Mayıs-5 Haziran 2010 tarihleri arasında ana akım Türk basınında kendisine yer bulan iki ulusal gazetenin (Hürriyet ve Habertürk) Dünya sayfalarının incelenmesine ve oryantalizm teorileri ve medyanın kültürel stratejileri ile ilgili okumalara dayanarak varlık bulmaktadır.
Medyada Kültürel Stratejiler ve Oryantalizm
Rönesans sonrası Batı kültür hayatında karşımıza çıkan Doğu temsilleri, oryantalizmin alanı içinde kurumsallaşmış ve oryantalizm Doğu hakkındaki egemen temsiller sisteminin şekillenmesine büyük bir etki yapmıştır. Said, oryantalizmi hem bir akademik gelenek, hem Şark ve Garp arasında katı bir ayrıma dayanan ve Şarkı ötekileştiren bir düşünme biçimi, hem de Şarkı tahakküm altına almayı, yeniden inşa etmeyi ve onun üzerinde otorite kullanmayı amaçlayan Batılı bir bilgi tarzı olarak değerlendirir.3
Bulut’a göre oryantalizm, “Batı’nın Doğu hakkındaki imajları ya da Doğu’ya ilişkin Batılı kolektif muhayyile” olarak tanımlanabilir.4
Turner oryantalizmi, Doğu’yu durağan, bütünleşik, toplumsal değişmeye kapalı, modernleşmeden yoksun, orta sınıf burjuva kültüründen mahrum, sivil toplumu
olmayan bir entite olarak ele alan Batılı mirasla ilişkilendirir.5
Burke III ve Prochaska ise oryantalizmi günümüz Batı dünyasının özellikle Orta Doğu’ya bakışını belirleyen, kültür ve iktidarı birleştiren
söylemsel bir pratik olarak işlediğini öne sürerler.6
Oryantalizm,
“Batılı emperyal öznenin içerisinde kendisini gizlediği ‘tarz’ ya da söylem”in adı olarak da konumlandırılabilir.7
Oryantalizm, Batılı bir deneyim olarak takdim edildiğine göre, ana akım Türk gazeteciliği içindeki Şark temsillerini ve Şarklılaştırma pratiklerini çözümleyeme çalışırken, bu kavrama referansta bulunmanın Türk medyası ve oryantalizm arasında analojiler kurmanın ne denli anlamı olabilir? Oryantalizmin Türkiye ile ilişkisini konu edinen çalışmalar, çoğunlukla ya oryantalist düşünce veya
bilgideki Türkiye imgesine odaklanmış, Türkiye’nin nasıl nesneleştirildiğini ve Şarklılaştırıldığını sorunsallaştırmış. 8 ya da oryantalist düşünce, bilgi ya da sanatın Türkiye’deki gelişimini incelemişlerdir.9
Bununla birlikte son dönemlerde, oryantalizmin Türkiye resmini sorun sallaştıranlar arasında Türklerin oryantalizm üretme kapasiteleri üzerinde duran çalışmalara rastlamak da mümkün hale gelmiştir. Bu çalışmalar da özünde iki kategoride kendisini göstermektedir.
Birinci kategorideki çalışmalar daha ziyade Türklerin kendi kendilerini Şarklılaştırması üzerinde durmakta ve oto-oryantalizm ya da self-oryantaliz asyon kavramı etrafında analiz yapmaktadırlar.
Bu analizlerde, Gumpert’ın çözümlemesinde olduğu gibi “oryantalizmin geri çağrıldığı ve yeniden üretildiği” bir kültürel gerçeklik alanında Türklerin
kendilerini Şarklılaştırdıkları.10 ya da Yavuz’un çözümlemesinde yer aldığı gibi modernliğin transferini Batı’dan sadece “parçalı düzeyde yaparak kendi kendini oryantalize ettiği” iddia edilmektedir.11
Tarz ve üslup benzerliğine rağmen, içerik itibariyle birinci kategorinin dışında konuşlandırılabilecek olan ikinci kategorideki çalışmalar ise Türklerin, kendi Doğusunu Şarklılaştırma kapasiteleri üzerinde durmaya başlamışlardır. Elinizdeki çalışma, bu ikinci bağlam içerisinde varlık bulmakta ve ana akım Türk gazeteciliğinin kendi Doğusunu keşfetme tarzlarını ve Şarklılaştırma pratiklerini incelemeye çabalamaktadır.
Bu noktada yeniden sorumuza dönebiliriz. Türk medyası ve oryantalizm arasında ilişki kurmak ne kadar anlamlı bir girişimdir?
Türkiye’nin yaşadığı Batılılaşma süreci olmasaydı ve medya bu sürecin en önemli aktörlerinden birisi olarak öne çıkmamış olsaydı söz konusu girişim anlamlı olmayabilirdi. Daha açık bir söyleyişle, Türkiye’nin Batılı modernliğe ulaşma amacı etrafında bir modernleşme ideali kurgulaması ve medyanın bu sürecin başat aktörlerinden biri olması ana akım Türk medyasındaki oryantalist temsillerden bahsetmeyi anlamlı kılmaktadır.
Türkiye bağlamında medya ve oryantalizm ilişkisini sorunsallaştırmanın bir diğer gerekçesi ise, oryantalizmin kaynakları tartışmasında kendisine yer bulur. Özellikle 1980 sonrasında kültürel araştırmalar alanında yapılan kayda değer oryantalizm incelemelerinin bir kısmı, oryantalizmin sadece Batılı bir olgu, gerçeklik ya da söylem olmayabileceğini iddia etmeye başlamışlardır. Said, her ne kadar oryantalizmin Batı-dışındaki elit kültüre yaptığı etkiyi değerlendirmeye çalışmışsa da, o oryantalizmi Batılı bir fikir, kurum ve söylem olarak görür. Oysa “tersine oryantalizm” kavramı etrafında meseleyi tartışan Sadık Jalal Al-Azm için oryantalizm, Batı-dışı toplumsal gerçeklik alanında da varlık bulur ve bu varlık alanında ya oryantalist imgelerle kurulan tarihsel mitlere ve kimliğe bağlanma biçimlerini ya da aynı oryantalist imgelerden hareketle kendi tarihine ve toplumuna dönük bir aşağılama duygusunu ifade eder.12
Makdisi, “Batı merkezli modernlik çağında, her ülkenin kendi Doğu’sunu inşa ettiği”ni söyler.13
Bu inşa süreci, Bakic-Hayden’e göre “oryantalizmin dayandığı orijinal ikiliğin bir yeniden üretim modeli” olarak işler ve bu noktada bir Doğular hiyerarşisi ve sürekli çoğalan oryantalizmler sahneye çıkar. Buna göre, “Asya, Doğu Avrupa’dan daha ‘Doğu’ ya da daha ‘öteki’dir; Doğu Avrupa’nın kendi içinde bu derecelendirme işi en ‘Doğulu’ olarak algılanan Balkanlarla yeniden üretilir; Balkanlar içinde de benzer şekilde hiyerarşiler kurulur.”14
Bu Doğular hiyerarşisi içinde örneğin Türkler, Avrupalılar tarafından Şarklılaştırılan Doğu Avrupalılar tarafından Doğulu olduğu varsayılan
özellikleri nedeniyle ötekileştirile bilmektedir.15
Burada karşımıza çıkan yaklaşımlara göre, her insan topluluğu kendi Doğusundakini ötekileştirerek ve onun Doğululuğunu keşfederek kendi
varlığını anlamlı kılmakta, böylelikle oryantalizm salt Batı kültür coğrafyasına ve tarihine ait bir unsur olmaktan çıkarak küreselleşmektedir. Burada oryantalizm, Kikuchi’nin Kore karşıtlığı üzerinden gelişen Japon tarzı oryantalizmi tartışırken ortaya attığı Şarklı Şarkiyatçılık, 16 el-Betar’ın Arap oryantalizmi 17 ve Dirlik’in Asyalıların Şark kimliğinin inşasındaki rolünden hareketle geliştirdiği Şarklıların Şarkiyatçılığı 18 kavramları ile betimlenmeye çalışılan bir epistemolojik duruma dönüşmektedir. Hiç kuşkusuz, oryantalizmin Batı-dışı formlarının üretilmesine ilişkin olarak yapılan bu tartışma, oryantalizmin Batıdaki etkisini yitirdiği ve popüler kültürdeki karşılıklarının ortadan kalktığı anlamına gelmemekte, oryantalizmin Batı dışındaki üretim ve yeniden-üretim süreçlerinin kuramsal imkanını gösterme amacı taşımaktadır.19
Bu noktada, söz konusu durumun medyanın kültür stratejileri içindeki karşılıklarına değinilebilir. Türkiye’nin modernleşme kurgusu ve süreci içinde medya, birbiriyle ilişkili fakat farklı üç kültürel strateji benimsemiştir.
Birinci kültürel strateji Garpçılık olarak nitelendirilebilir. 19. yüzyıl Osmanlı reformları ile başlayan Batıya yakınlaşma projesi, Cumhuriyet tarafından resmî olarak benimsenmiş, bu süreçte basın toplumsal aydınlanmanın ana aracı olarak görülmüş, 1867’deki Kararname-i Âlî’de basına yüklenen bütünleştirme,
ahlâkı islah ve dışarıdan gelen yermeleri def etme görevleri Cumhuriyet basınının da benimsediği görevler olmuştur.20
Nitekim aydınlandığı iddiasındaki özneler, kitleleri birlik içinde tutarak aydınlatma misyonunu benimsemişler ve bu misyon süreç içinde medya faaliyetlerine yön veren temel dinamiklerden birine dönüşmüştür. Zaten dili Tanrı’nın armağanı olmaktan çıkarıp bir iletişim aracına dönüştürerek
günümüz medyasına ontolojik bir imkan alanı açan Aydınlanma kültürü, 21 medyadaki egemen kültürel sermayenin Aydınlanma (ve aydınlatma) ideali doğrultusunda şekillenmesine de olanak sağlamıştır. Kendi Aydınlanma (ve aydınlatma) idealini Cumhuriyet devriminde bulan ana akım Türk medyası, Kemalizmin sunduğu siyaset etiği ve açtığı iktidar alanını bir kazanım olarak değerlendirmiş ve tam da bu nedenle bir yandan Kemalist iktidar ve ideoloji ile uyumlu bir biçimde faaliyetlerini sürdürürken, diğer yandan söz konusu ideolojinin, toplumsal ve kültürel meşruiyetinin sağlanması noktasında önemli roller üstlendiğini varsaymıştır. Bu bağlamda ana akım Türk medyasının izlediği birinci kültürel strateji, ideal bir Batılı modernlik kurgusu sunmak ve bu kurgunun siyaset, ekonomi, toplum, kültür, sanat, düşünce ve gündelik hayat alanlarındaki karşılıklarını göstermeye çalışmak olmuştur. Mardin’in “Osmanlı
İmparatorluğu’nda başlayıp Cumhuriyet Türkiyesi’nde yeni boyutlar kazanan, Batı Avrupa’nın toplumsal ve fikirsel bileşimini erişilmesi gereken bir hedef olarak gören yaklaşım” diye nitelendirdiği Garpçılık 22 Batılı standartlara uygun olarak geleneksel değerlerin tasfiyesi, taassubun ve cehaletin aydınlanmacı bir ruhla ortadan kaldırılması amacını esas almıştır.23
Cumhuriyet döneminin yönetici elitleri aşırı Batılılaşmayı eleştiri konusu yapmışlarsa da 24 Garpçı ideolojinin birçok ideali benimsenmiş ve bu idealler kültür politikalarının şekillenmesine ciddi etkilerde bulunmuşlardır. Söz konusu kültür politikalarının oluşturulmasında ve taşınmasında medya önemli roller üstlenmiştir.
Ana akım medya alanında sahneye konan ikinci kültürel strateji ise Batının ötekileştirilmesine, bir başka deyişle Batının Garplılaştırılması na dayanmaktadır. Burada da öteki/düşman Batı, Türkün sesini duyması gereken Batı imgeleri sahnedeki yerini almıştır. Bu durumun, bir başka deyişle Garpçılık ve Garbiyatçılık stratejilerinin aynı mecrada üretiliyor olmasını bir çelişki olarak gören araştırmacıların bir kısmı ya bu durumu görmezden gelmişler ya da görüşlerden birini gerçek, diğerini konjonktürel olarak algılama yolunu seçmişlerdir. Oysa Ahıska’nın ifade ettiği gibi Avrupa, “Türk ulusal kimliği için hem bir arzu nesnesi hem de bir hayal kırıklığı kaynağı olmuş”, “uzun ve gergin bir tarihsel süreç”te Batı karşıtlığı bir Oksidentalizm üretmiştir.25 Faik’in Arap dünyası 26 ve Chen’in Çin üzerinden gösterdikleri gibi oksidentalizm de tıpkı oryantalizm gibi güç ilişkilerinin bir uzantısı olarak gündeme gelmiş, özellikle bir iç tahakküm aracı olarak işlev görmüştür.27 Bu süreçte oksidentalizmin üretildiği ve dolaşıma sokulduğu ana mekanlar kitle iletişim ortamları olmuş, medya bu süreçte bir yandan ideal Batı resmi çizerken diğer yanda, Batının aşırılıklarına ve Türk karşıtlığına vurgu yapmış, Batı’yı yenilmesi gereken bir düşman olarak resmetmiştir. Kültürel hafızamızdaki izlerine Yeni Osmanlıların ürettiği metinlerde, Ahmet Mithat’ın romanlarından başlayarak birçok edebiyat eserinde II. Meşrutiyet döneminin kültür-teknoloji tartışmalarında ya da Cumhuriyet’in kurucu metinlerinde rastlayabileceğimiz bu gerilim, medya aracılığıyla popülerleştirilen bir meydan okuyucu retorik üzerinden haber, eğlence, reklam içeriklerine yansımıştır.
Ana akım Türk medyası içinde kendisine yer bulan üçüncü kültürel strateji ise Türkiye’nin Doğusunun Şarklılaştırarak sahnelenmesidir.
Bu durum, yukarıda da ifade ettiğimiz üzere Türk medyası ve oryantalizm arasında ilişki kurmamızı meşrulaştıran bir durumdur. Ana akım Türk medyası, oryantalizmin üretildiği mekanların başında gelmektedir. Burada devreye giren Şarklılaştırma faaliyeti, en temelde Türk modernliğinin kültürel meşruiyetini ve üstünlüğünü ortaya koymaya çalışmaktadır. Türkiye’deki Doğu temsillerine
dönük en sistemli ve etkili kültürel müdahale, modern Türklük bilincinden beslenen Şarklılaştırma pratiği, Kahraman’ın ifadesiyle içselleştirilmiş oryantalizmdir. İçselleştirilmiş oryantalizm, öznenin içine doğduğu toplum ve kendisini var eden koşullar hakkında hüküm verirken Batılı bir oryantalist muhakemeye başvurması sürecidir.28
Bu süreç, bir Türk ya da Türkiye tipi oryantalizmi beraberinde getirmektedir.29
Türk tipi oryantalizm, önce bir muhayyel Doğu yaratmaya, ardından bu Doğuyu ötekileştirerek kendi kimliğini kurma faaliyetine dayanır. Makdisi’nin Türkiye bağlamında Osmanlı modernleşmesi ile paralel bir biçimde geliştiğini söylediği Doğululaştırma stratejisinin başlıca nesnesi, yeterince modern olamamış olduğu düşünülen insan toplulukları ve onların kültürleridir. Mahmut Mutman, fiili olarak Şarklı ya da Şarkta olmanın Şarkiyatçı bilginin dışında ya da karşısında bulunmanın doğal bir teminatı sayılamayacağını, zira Şark’ın bir temsille kirletildiğini belirtir.30 Bununla birlikte bu temsil ya da temsil krizi muhayyel bir Batılılık kurgusuna referansla ortaya çıkmakta, bu süreçte türeyen Türk tipi oryantalizm, her şeyden önce keskin dualitelerden beslenerek varlık bulmaktadır. Bu dualiteler içerisinde Batı-Doğu ve modernlik-gelenek, kadim-cedit dualiteleri son derece işlevsel bir role sahip olmuş, Batılı ve modern olmanın psikolojik gereklilikleri üzerinden bir sosyo-politik alan yaratılmaya çalışılmıştır. Doğu, yoksulluk, geri-kalmışlık, gelenekçilik, şiddet ve terörle
özdeşleştirilmiş, eleştiri refleksi ehlileştirme arzusundan beslenmiştir. Söz konusu arzu, özellikle Kürt ve Arap toplumsal gerçeklikleri karşısında kendisini göstermiş, bununla birlikte bu arzunun sınırları, aynı gerçekliklere karşı duyulan korkunun sınırları ile iç içe geçebilmiştir. İleri, çalışkan, üstün, değerlerine bağlı ve temiz Türk imajı, Türk tipi oryantalizmle birlikte gelen Şarklılaştırma
faaliyetinin kaynağını oluşturmuştur. Bu noktada ana akım Türk medyasındaki oryantalist tasavvurların hangi imgeler çerçevesinde ya da hangi alanlarda karşımıza çıktığı sorusunu sorabiliriz. Hiç kuşkusuz bu sorunun kapsayıcı ve net bir cevabını vermek hiç de kolay değildir. Bununla birlikte Türk medyasındaki oryantalist içerikleri Kürt, Arap, töre, kadın, şiddet, terör vb. gibi imgeler üzerinden araştırmak olasıdır. Nitekim, medya ve oryantalizm ilişkisiyle ilgili olarak yapılan çalışmaların birçoğu bu tarz temalar ya da imgeler üzerinden
yürütülmüştür.31
Oryantalist içeriklerin ve Şarklılaştırma pratiklerinin analizi, böylesi temalar üzerinden yapılabileceği gibi farklı medya teknolojileri, türler ve medya meslek alanları esas alınarak da yapılabilir. Bu bağlamda, Türkiye’de televizyon, gazete, radyo, sinema, İnternet vd. mecraların Şarklılaştırma pratikleriyle ilişkisi, reality-show, yerli film ve dizilerde karşımıza çıkan Doğu temsilleri, reklam ve haber
metinlerinde üretilen oryantalizm gibi farklı tasnifler üzerinden bir okuma yapılabilir. Böylesi bir okumanın yararı, kitle iletişim mecralarının ve medya faaliyet türlerinin kendi aralarındaki farklılıkları ortaya koyabilme imkanı sunmasıdır.
Ne var ki, bugüne kadar medya ve oryantalizm ilişkisini sorunsallaştıran çalışmalar, medya alanı içindeki mesleki kültür ve konvansiyonlar arasındaki farklılıkları önemsememişler ve medya-basın, reklam-haber, eğlence-haber, reklam-eğlence, haber-yorum vb. gibi medya üretiminin içeriğine etki eden ayrımları dikkate almaksızın genel okumalar yapmışlardır. Bu genel okumaların yanında eğer söz konusu olan haber alanı ise burada da bu haberin hangi iletişim mecrasında üretilip yayıldığı, örneğin ekonomi, siyaset, dış habercilik, magazin ya da kültür-sanat alanlarının hangisinde varlık bulduğu önemli görülmemiştir. Bu durum, araştırma nesnesi ile olan ilişkiyi sorunlu bir hale getirebilmekte ve indirgemeci sonuçlara ulaşılmasına yol açabilmektedir.
Bu yönüyle bu çalışma, son dönem ana akım Türk gazetecilik alanı içinde karşımıza çıkan dış habercilik örneklerindeki Şarklılaştırma pratiklerini analiz etme çabasındadır. Bu çalışmanın temel varsayımı, Türk medyasındaki oryantalist içeriklerin keşfedilme alanlarından birisinin de Türk medyasındaki dış habercilik alanı olduğu, oryantalist kültürel stratejilerden hareketle şekillenen Şarklılaştırma refleksinin, ana akım dış haberciliği içinde kendisine kolaylıkla yer bulabildiğidir. Bu bağlamda, ana akım Türk gazeteciliğinde kendisine yer bulan dış habercilikteki oryantalist perspektif ve Şarklılaştırma örnekleri çözümlen meye çalışılacaktır. Burada, öncelikle dış habercilik ve oryantalizm arasındaki ilişkiye değinilecek, ardından söz konusu Şarklılaştırma pratiklerinin nasıl örneklendiğine odaklanılacaktır.
Dış Habercilik ve Şarklılaştırma
Dış habercilik, yapılan haberi okurun hayatına yapacağı doğrudan ya da dolaylı etki ile el-Dakuki, Türkler ve Arapların birbirlerine ilişkin imajlarını araştırdığı çalışmasında, Türklerin Araplar hakkındaki negatif imajlarını ortaya koyar ve bunların Arapların Türkiye’nin ulusal güvenliğine zarar vermek için İslam dinini suistimal ettikleri, Türkiye’nin iç işlerine karıştıkları, Türkiye sularında hak iddia ettikleri, Türk topraklarını gözlerine kestirdikleri, Kürtleri kışkırtıp onları ayrılmaya ikna etmeye çalıştıkları, Türkiye’ye ve Türklere karşı oldukları, Arap coğrafyasındaki Türk azınlıklara kötü muamelelerde bulundukları şeklindeki olduğunu ifade eder.32
Dikkat çekilmesi gereken nokta, bu unsurların ortaya çıkması en muhtemel alanın dış habercilik alanı olduğudur. Bununla birlikte Türkçe üretilen dış haberlerde ne tür Doğu temsilleri ortaya konduğu ya da ne tür oryantalist imgelerin dolaşıma sokulduğu konusunda herhangi bir medya sosyolojisi incelemesine henüz rastlanamamıştır. Oysa ki dış haber üretimi ile oryantalizm üretimi arasında ciddi bir paralellik söz konusudur. Her ikisi de dışarının bilgisini içeridekilere taşımaya çalışmakta ve özsel bir iç-dış ayrımına dayanarak faaliyetlerini sürdürmektedir. Dış habercilik, dışarıda olanların ya da kalanların gündelik hayatlarından, iktisadi, siyasi, toplumsal ve kültürel yaşamlarına, doğal afetlerinden savaşlarına, krizlerinden göçlerine kadar yaşadıkları gerçeklikleri bilgi haline getirir. Hiç kuşkusuz dış haber yapanlar, bu süreçte sadece yaşanan olayı bildirmez, aynı zamanda haberci öznenin ilgileri ve sınırlılıkları çerçevesinde söz konusu olayı temsil, tercüme ve tevil eder.33
Dış habercilik, yapılan haberi okurun hayatına yapacağı doğrudan ya da dolaylı etki ile birlikte sunar. Zira haberin dışsallığının, onun diğer haberlerden farklı olarak içselleştirilmesi ihtiyacını da beraberinde getirdiği düşünülür. Söz konusu içselleştirme faaliyetindeki ana meşrulaştırma stratejisi ise dış haberin içerideki öznelerin hayatlarıyla olan irtibatının kurulmasıdır. Bu ilişkilendirme sürecinde,
okurun bir ulus-devlet vatandaşı olarak muhatap olacağı tehdit ve imkânlar merkeze alınmakta, haber biz ve onlar (buna paralel biçimde iyiler ve kötüler) kategorileri ekseninde kurgulanmaktadır. Bu noktada dolaşıma sokulan imgelerin önemli bir özelliği, temsil etme iddiasında oldukları gerçeklikleri, kendi tarihsel koşulları içinde sunmaması, buna karşılık söz konusu gerçeklikleri tek bir gerçeklik olarak takdim etmesidir. Böylelikle, bahse konu gerçeklikler genellemelerin konusu haline gelmekte, tikellikler, özgünlükler, farklılıklar,
çelişkiler ve değişimler göz ardı edilebilmektedir.
Pek çok gazeteci, herhangi bir olayın haber olup olmadığına karar verirken içgüdüsel olarak o olayın kendisiyle ve yaşadığı toplumla ilişkisini sorgulasa da 34 bu sorgulamayı dış haberler söz konusu olduğunda çok daha fazla yapar.
Bu durum, Türkiye’de geçerli olan bir dış haberlerin az okunduğu genel kabulünden de beslenir.35 Bu nedenle dış haberlerde olayın içeriği sık sık olaya yüklenen muhtemel etkilerin gerisine düşebilmekte, temsil ve gerçeklik arasında ciddi bir uçurum oluşabilmektedir. Kuzey Irak’ta yaşanan herhangi bir gelişme haber yapılırken, söz konusu gelişmenin, olayın doğrudan tarafları için ne tür anlamlar ve maliyetler ürettiği ortaya konmadan önce, soydaş Türkmenlere ne tür etkilerde bulunacağı, onların konumunu ne kadar zayıflatacağı ya da güçlendireceği tartışılmaktadır. Ya da Ermenistan’ın gayri safi milli hasılasındaki düşüşle ilgili olarak yapılan bir haberde olayın nedenleri ve bu olaydan doğrudan muzdarip olanlar için ne anlam taşıdığı ele alınmamakta, bu durumun Türkiye-Ermenistan ilişkilerine, Türkiye’de yaşayan Ermeniler üzerindeki etkilerine ve hatta Ermenistan ile yaşanan tarihsel ihtilaflarda bu durumun Türkiye’ye ne tür avantajlar sağlayabileceğine kadar geniş ama olayın neden ve sonuçları ile giderek daha az ilintili alanlarda yorumlarda bulunulmaktadır. Bu durum, haberciliğin birinci kuralı olarak nitelendirilen 5N 1K kuralının da haber metninde yer almamasını meşru kılabilmekte, haberin kurgulanmasında herhangi bir nedensel çözümlemeye ihtiyaç duyulmaya bilmektedir.
Dış haber metinlerinin okurun hayatıyla ilişkilendirilme çabası, haberi cazip hale getirme amacının bir ürünüdür. Bu da sıklıkla dış haberin magazinleştirilmesi sonucunu beraberinde getirmekte, dış haber metinleri ya eğlenceli hale getirilmekte ya da eğlenceli olduğu düşünülen dış olaylar dış haberin konusu kılınmaktadır. Medyadaki tabloid kültüre ait bir unsur olarak kabul edilen magazin gazeteciliği, dış habercilik alanına da etki etmeye başlamış ve dış habercilik meşhur figürlerin özel hayatları ile de ilgilenir hale gelmiştir.36
Haberin magazinelleşmesi konusu sadece dış haberlerle ya da dış habercilikle ilgili bir durum değildir. Bununla birlikte dış haberin magazinelleşmesi
sonuçları itibariyle daha fazla stereotip üretimine neden olmakta, dışarıda ve yabancı olarak addedilen kültürel gerçekliklerin egzotikleştirilmesine ya da ötekileştirilmesine de neden olmaktadır. Bu sürecin hangi şekillerde karşımıza çıktığına ise birazdan değineceğiz.
Dış haberciliğin bu ilintilendirme stratejisi, bağlamı metnin önüne geçirmekte, tekil içerikler genel çıkarımlara kurban edilebilmektedir. Bununla birlikte, bu durum dış haber yazımında tarihsel ve yapısal analize başvurulduğu anlamına gelmemektedir. Nitekim Galtung ve Ruge, klasik makalelerinde habercilerin olayları toplumsal güçlerin ya da yapıların bir ürünü olarak değil, insan teklerinin eylemleri olarak gördüklerini ve gösterdiklerini belirtirler ve bu yaklaşımın “insanın kendi kaderinin efendisi olduğuna ve olayların bağımsız (insan) iradesinin sonucu olarak ortaya çıktığına inanan bir kültürel idealizm”den beslendiğini öne sürerler.37 Zira haberciler haberlerin gruplar ya da sosyal süreçlerle değil, bireylerle ilgili olması gerektiğine inanırlar 38 ve yerleşik iktidarı değil bireysel otoriteyi sorunsallaştırırlar.
Ne var ki bu durum ele alınan olayın içeriği, nedenleri ve sonuçları ile ilgili genellemelere gidilmesine, bağlamın metnin önüne geçirilmesine engel oluşturmaz. Bu süreçte haber, ya haberi yapan kurumun ihtiyaçlarına, ya habercinin kişisel tercihlerine, ya olayın önemine ya da haber kaynağının talep ya da yönlendirmesine bağlı olarak şekillenir.39
2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder