Bağımsızlık Hedefi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bağımsızlık Hedefi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Ocak 2019 Perşembe

PKK/KCK’nın Bağımsızlık Hedefi, Çözüm Süreci ve Kendi Kaderini Tayin Hakkı BÖLÜM 2

PKK/KCK’nın Bağımsızlık Hedefi, Çözüm Süreci ve Kendi Kaderini Tayin Hakkı  BÖLÜM 2


Kendi Kaderini Tayin Hakkı ve Ayrılık

İlk defa uluslararası hukukta BM Şartı’nın 2. madde 4. fıkrasıyla düzenlenen kendi kaderini tayin, 1966 yılında kabul edilen İkiz Sözleşmeler’in ortak ilk maddesinde yer almış ve uluslararası yasal standarda kavuşmuştur. Ancak, bu hakkı kimlerin ne şekilde kullanabileceği açık şekilde belirlenmediği için, BM Şartı’nda düzenlendiği dönemden bu yana hakkın içeriği ve kapsamı tartışılagelmiştir. BM uygulaması ve Genel Kurul’da kabul edilen kararlar hakkın kullanımına ilişkin pratik bazı sorunların çözümüne katkıda bulunmuştur.17

Zamanla BM Genel Kurul kararları ve Uluslararası Adalet Divanı kararları ve somut olaylardaki uygulamalar, uluslararası teamül hukukunda iç ve dış kendi kaderini tayin hakkı olmak üzere iki farklı kategoriyi doğurmuştur. Dış kendi kaderini tayin hakkı, bir sömürge halkının veya yabancı işgaline uğramış nüfusun özgürce seçimini yaparak bağımsız devlet kurmak da dâhil kendi geleceklerine yön vermek şeklinde anlaşılırken,18 iç kendi kaderini tayin hakkı halka özgürce 
kendi politik ve ekonomik rejimini ve yöneticilerini seçebilme hakkını tanımaktadır.19 BM uygulamasında, bağımsız bir devlet kurma imkânı, kendi kaderini tayin hakkı sınırları içerisinde ancak sömürge halkları ve yabancı işgaline uğrayan topraklara sağlanmıştır. İstisnai hallerde ise, renk, inanç veya ırkından dolayı dışlanan bir halk, parçası olduğu rejim içinde ağır insan hakkı ihlallerine uğruyorsa, dış kendi kaderini tayin hakkını gerçekleştirebilir. Bu anlamda dış kendi kaderini tayin hakkı günümüzde çok istisnai haller dışında, hüküm dışı kalmış kabul edilmektedir. 

Türkiye’de ise, PKK/KCK yöneticileri ve oluşumun siyasi kanadında yer alan HDP temsilcileri kendi kaderini tayin hakkını dillendirmekte, bu yolla hedeflerindeki bağımsız devletin uluslararası hukuka uygun şekilde kurulmasının hukuki zeminini oluşturmaya çalışmaktadırlar. Daha önce de vurgulandığı gibi, kendi kaderini tayin her halka bağımsız devlet kurma hakkını vermemektedir. Yine de yakın zamanda Kırım ve Katalonya’da olduğu gibi dünyada özerk bölgelerin 
tek taraflı aldıkları kararla bağımsızlık referandumu gerçekleştirme teşebbüsünde bulundukları görülmektedir. 

Türkiye’de de PKK/KCK’nın özerk bir yönetim kurma amacının arkasında böyle bir saik yatmaktadır. Bu nedenle, halkların kendi kaderini tayin hakkının özerk yönetime bu yetkiyi tanıyıp tanımadığını bir kez daha tartışmak gerekir. 
Quebec ve Kırım bu bağlamda konuya özgü iki özel örnek olaydır. 

Quebec Meselesi

Çoğunluğu Fransızca konuşan halktan oluşan Quebec, 1867 yılında Kanada Devletini kuran İngiliz Kuzey Amerika Sözleşmesi (The British North America Act) imzalandığı zaman, 

“ Türkiye’de ise, PKK/KCK yöneticileri ve oluşumun siyasi kanadında yer alan HDP temsilcileri kendi kaderini tayin hakkını dillendirmekte, bu yolla hedeflerindeki bağımsız devletin uluslararası hukuka uygun şekilde kurulmasının hukuki zeminini oluşturmaya çalışmaktadırlar. “

Federal Devletin bir parçası haline geldi. 1980 yılında, ayrılıkçı Quebec partisinin kampanyası neticesinde, Quebec’in Kanada’dan anayasal ayrılık konusunda referanduma gitmesine rağmen, sandıktan Kanada’yla devam kararı çıktı.20 
1995 yılında ise, bir kere daha Quebec bölgesi, federal hükümetten izin almadan, Kanada’dan ayrılıp yeni bir devlet kurmayı referandumla halka sundu, ancak yine sandıktan olumsuz sonuç çıktı.

Bağımsızlık kampanyasını başlatırken, ayrılıkçı Quebec partisinin bağımsızlığı Quebec ’in kaderi kabul eden liderleri ve bazı uluslararası hukukçular anayasal hukuku, uluslararası hukuku ve kendi kaderini tayin hakkını ileri sürdüler.21 
Ancak, bu iddiaların meşru olduğunu söylemek mümkün değildir. Quebec halkının uluslararası hukuka uygun şekilde, tek taraflı aldığı bir kararla referandum yaparak Kanada’dan ayrılmak için yasal bir hakkı bulunmamaktadır. Nüfusun geriye kalanından farklı etnik veya kültürel bir grubu temsil edip etmediğine bakmaksızın, uluslararası hukuk hiçbir özerk bölge veya federe devlete serbestçe uluslararası statüsüne karar verme hakkı tanımaz. Quebec sakinleri ayrı bir halk oluştursa da, sömürge halkı veya parlamentoda temsil edilemeyen baskı altında bir halk olmadıkları sürece dış kendi kaderini tayin yoluyla tek taraflı alınan kararla bağımsız devlet kuramayacaklardır.22 

1996 yılında, Kanada Yüksek Mahkemesi’ne Quebec’in Kanada’dan referandumla ayrılma teşebbüsüne ilişkin bazı sorularla ilgili başvuruda bulunulması üzerine, Mahkeme konuyla ilgili temel soruları cevaplamıştır. Bu sorulardan konuyla 
ilgili olan ikisi şunlardır: 

i) Kanada Anayasası’na göre, Millet Meclisi, Quebec yasama kuvveti veya hükümeti tek taraflı olarak Quebec’in ayrılmasını gerçekleştirebilir mi? 

ii) Bu bağlamda, uluslararası hukukta kendi kaderini tayin hakkı bu kurumlara Quebec’in Kanada’dan ayrılmasını tek taraflı gerçekleştirebilecekleri hakkı veriyor mu?23

Mahkeme ilk soruya verdiği cevapta, anayasal ilkeler çerçevesinde Quebec’in Kanada vatandaşlarının tamamını ilgilendiren ayrılık hususunda tek başına hareket etmesinin mümkün olmadığı hükmüne varmıştır. Toplumun her kesiminin hak ve menfaatlerini etkileyen bir konuda, tek taraflı ayrılık kararı almanın Anayasal olmadığını tespit etmiştir.
Şayet ilgili bölge ayrılacaksa, İskoçya’da olduğu gibi, ayrılık görüşmeleri toplumun tamamı ve ilgili devlet kurumları dâhil edilerek yürütülmeliydi. İkinci soruya cevap olarak da, uluslararası hukuk ışığında, söz konusu kurumların tek taraflı ayrılıkla kendi kaderini tayin hakkını kullanamayacakları ifade edilmiştir. Anlaşıldığı üzere, Quebec’in referandumla Kanada’dan ayrılık yöntemi uluslararası hukuka ve Quebec iç hukukuna aykırı olmasına rağmen, ayrılıkçılar yanlış veya kasıtlı şekilde kendi kaderini tayin hakkını ileri sürmek suretiyle bağımsız bir devlet kurmaya teşebbüs etmiştir.

Kırım Meselesi

2013 yılı sonlarında Ukrayna’da başlayan protestolar sırasında, herhangi bir devlet aidiyeti olmayan, bayrak taşımayan bir kısmı Rus olduğunu kabul eden,çoğu ise gizleyen güvenlik güçleri Kırım yarımadasında görünmeye başlamış, daha sonra ise civardaki havalimanları ve bölgesel yönetim binalarını işgal etmişlerdir. Bu sıralarda, Ukrayna’nın Kırım bölgesel meclisi, kendi geleceğine dair bir referandum yapılmasını oylamış ve kabul etmiştir. Nüfusun büyük kısmı Rus etnik kökenden oluşan ve Rusya’yla güçlü tarihi, kültürel bağları bulunan Kırım’da 16 Mart’ta referandum gerçekleştirilmiştir. 
Referandumda sorular sadece ayrılık için parlamento oylamasını onaylamak şeklinde düzenlenmiş ve vatandaşa iki seçenek sunmuştur: Rusya’ya katılmak veya Kırım’ın bağımsızlığını artırmak üzere 1992 Kırım Anayasası’nı gözden 
geçirmek. Sonuç olarak, halkın % 97’si Rusya’ya katılmayı kabul etmiştir.24

Referandumun ardından Putin yönetimi, yarımadadaki yerel hükümetle resmi bir anlaşma imzalayarak Kırım’ın Rusya’ya katılımını onaylamıştır. Başta Ukrayna olmak üzere, ABD ve Avrupa Birliği, referandumu ve Rusya’ya katılma kararını yasadışı ilan etmelerine rağmen, Kırım’ın fiili statüsünü engelleyememiştir. Rusya’nın bölge üzerinde hâkimiyeti sürmektedir. 

Kırım’ın referandumla tek taraflı olarak Ukrayna’dan ayrılması birkaç yönden uluslararası hukuku ihlal etmektedir. 

Kendi kaderini tayin hakkı çerçevesinde, yukarıda Quebec olayında değinildiği gibi, herhangi bir özerk bölge veya federe devletin tek taraflı referandum veya plebisitle parçası olduğu devletten ayrılık hakkı yoktur. Quebec referandumunda 
olduğu gibi, Kırımda ayrılık referandumunun kararlaştırılması ve uygulanması aşamalarında herhangi bir şekilde federal hükümetten izin almamıştır. 
Oysa referandum görüşmeleri sırasında tüm Ukrayna idari kurumları ve 
vatandaşlarının görüşleri alınmalı, çoğulcu bir karara varılmalıydı. 

Sonuçta alınan karar, sadece Kırım vatandaşlarını değil, Ukrayna’nın bütününü etkilemektedir. Kırım halkına sadece Rusya’ya katılma veya mevcut Anayasa’yı Kırım lehine revize etme gibi sınırlı iki seçenek sunulması da referandumun 
sıhhatini bozan bir başka faktördür. Referandum kararının aniden alınması ve Rus işgali altında iki hafta içinde uygulanması ise sonuçların güvenilirliğine şüphe düşüren bir başka husustur. 
Bu sebeplerden ötürü, Kırım referandumunun uluslararası hukuk kurallarını ihlal ettiği ve Kırım’ın merkezi hükümetten bağımsız aldığı bir referandum kararıyla 
başka bir devlete katılmasının mümkün olmadığı açıktır.

Sonuç olarak, henüz kendi kaderini tayin hakkına dayanarak, herhangi bir özerk veya federal yapı tek taraflı referandum veya plebisit gibi bir işlemle bir devletten ayrılık iddia edemese de, Quebec ve Kırım’da ayrılıkçı hareketler bu hakkı ayrılık kampanyalarında meşru bir argüman gibi kullanmıştır. Ayrılıkçı parti, Quebec referandumunda yeterli çoğunluğu elde edemediğinden bağımsız devlet kurma hedefine ulaşamasa da, Kırım’da yerel meclis uluslararası hukuka 
aykırı bir referandumla Rusya’ya katılma kararı almış, Batılı devletlerin itirazlarına ve Rusya’ya karşı başlattıkları yaptırımlara rağmen bölgede fiilen Rus hâkimiyeti oluşmuştur. 

Yakın zamanda benzer bir girişim de İspanya’nın Katalonya özerk bölgesinde yapılmıştır. Ancak merkezi hükümete danışmadan yerel meclis tarafından alınan bağımsızlık referandumu kararını İspanyol Anayasa Mahkemesi askıya almıştır. 
Merkezi hükümetin de argümanlarını dinlemek isteyen Mahkeme, tüm İspanya halkının kaderini etkileyen kararın küçük bir topluluğun iradesine bırakılamayacağını savunmuştur.25 Katalan lider Artur Mas ise bağımsızlık için referandumdan vazgeçtiklerini, başka yollar deneyeceklerini açıklamıştır. 

Sonuç ve Değerlendirme

KCK projesiyle devletleşme safhasına geçmeye çalışan terör örgütü, kuruluş bildirgesini yayımladığı 1978 yılından bu yana zaman zaman taktik ve söylem değişikliğine gitmişse de Orta Doğu’da bağımsız devlet idealinden vazgeçmemiştir. 
Yukarıda incelenen KCK Sözleşmesi ve sözleşme doğrultusunda bölgede süregiden faaliyetler, örgütün bu nihai hedefe doğru ilerlediğine işaret etmektedir. Çözüm sürecinde, özerklik taktik ara hedefine yoğunlaşmış görünen 
örgüt, bölge halkı üzerinde nüfuzunu artırmakta, bir sonraki safhada bağımsızlık ilanının hazırlıklarını tamamlamaktadır. 
Hem örgüt kanadından hem de siyasi kanattan sık sık Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkını gerçekleştireceğinin zikredilmesi, muhtemel bir bağımsızlık ilanının uluslararası alanda meşruiyetini garantiye almaya yöneliktir. ABD’de ve 
Avrupa kamuoyunda, PKK’nın terör örgütleri listelerinden çıkarılması yönündeki görüşlerin artmaya başlaması bu açıdan endişe vericidir. Türkiye’nin bu gelişmelere sessiz kalmaması gerekmektedir. 

Örgütün Siyaset Akademilerinde verilen derslerde kendi ideolojisine bağlı yetiştirdiği şehir kadrolarıyla dağdaki silahlı güce dayalı “devrimci halk savaşı” başlatma hazırlıklarına, seyirci kalınmamalıdır.Başlatılacak büyük bir iç 
savaşın büyümesi; meselenin uluslararası boyutlara ulaşması, küresel aktörlerin BM üzerinden dolaylı bir müdahalesine neden olabilir. Böyle bir senaryoda, PKK/KCK sorununun Türkiye’nin toprak bütünlüğü muhafaza edilecek şekilde ve 
milli menfaatlere uygun çözülmesi zorlaşacaktır.Bu nedenle örgütün devletleşme faaliyetlerine göz yumulmamalı ve çözüm sürecinin selameti için KCK’ya yönelik operasyonlar yeniden başlatılmalıdır. Bölge halkının can ve mal güvenliğinin 
muhafaza edilmesi, korucuların baskı altına alınmasının engellenmesi, yakılan kamu binalarının onarılması ve bölgede asayişin güvenlik güçlerince temini elzemdir. 

Çözüm sürecinin devam edebilmesi için, örgüt vaat ettiği sınır dışına çekilmeyi gerçekleştirmeli ve devletleşme faaliyetlerine son vermelidir. 
Çözüm sürecinin yürütülebilmesi için güvenlik önlemleri ihmal edilmemeli, ancak demokratikleşme adımları da sürüncemede bırakılmadan kararlılıkla sürdürülmelidir.

Öcalan’ın Esed rejimiyle yaptığı anlaşma Suriye’nin kuzeyinde KCK yapılanmasının parçası olan PYD’nin özerklik ilanını mümkün kılmıştır. PYD eşbaşkanı Salih Müslim, dış temaslarını geliştirerek bölgede ilan ettiği özerk yönetime uluslararası meşruiyet sağlamaya çalışmaktadır. IŞİD’in Kobani’ye saldırısı sebebiyle ABD’nin PYD’ye silah yardımında bulunması ve PKK ile PYD’yi bir tutmadığını açıklaması, bu temasların başarılı olduğunu ve PYD ile 
ilgili uluslararası algıların örgüt lehine değiştiğini göstermektedir. 

İç savaş uzadıkça Suriye yönetiminden kopan ve ağır silah sistemleriyle desteklenen PYD, fiilenbağımsızlığa doğru ilerlemektedir. PKK/KCK’nın çözüm süreci sayesinde elde ettiği olağanüstü serbestlik, örgütün benzer aşamaları 
Türkiye’de de izleyemeye çalışabileceğine işaret etmektedir. 

“ Bölgesel özerklik, iç kendi kaderini tayin hakkının parçasıdır,dolayısıylamecliste yapılacak bir anayasa değişikliğiyle tesisi mümkün değildir. Türkiye’de konunun hassasiyeti sebebiyle devletin politik statüsündeki bu derece önemli bir değişiklikte yapılacak bir referandumla halkın tamamının doğrudan fikri alınmalıdır.“

Terör örgütü, kendi güdümünde kuracağı özerkliğin ardından şartlar olgunlaştığında Kırım ve Quebec olaylarına benzer şekilde, bölgesel mecliste aldığı ani bir referandum veya plebisit kararıyla nihai hedef olan bağımsız devletin kurulmasına kalkışabilir. Her ne kadar, özerk veya federe devletin dış kendi kaderini tayin hakkını kullanarak uluslararası hukuka uygun şekilde, parçası olduğu devletten ayrılması mümkün değilse de, Kırım olayında yaşandığı gibi, bağımsızlık bir oldu bittiye getirilerek bölgede fiilibir durum oluşturulabilir. 

Bölgesel özerklik, iç kendi kaderini tayin hakkının parçasıdır, dolayısıyla mecliste yapılacak bir anayasa değişikliğiyle tesisi mümkün değildir. Türkiye’de konunun hassasiyeti sebebiyle devletin politik statüsündeki bu derece önemli bir 
değişiklikte yapılacak bir referandumla halkın tamamının doğrudan fikri alınmalıdır. Ancak Türkiye’nin üniter yapısını bozmadan getirilecek asıl çözüm ise, mevcut idari yapıyı bozmadan Avrupa Yerel Yönetimler Şartı’na uygun şekilde yerel yönetimlerin güçlendirilmesidir. Bu seçenek için ise Fransa’daki ayrılıkçı Breton ve Baskların taleplerinin üniter yapı korunarak karşılandığı örneğin incelenmesi önem arz etmektedir. 

BİLGESAM Hakkında

BİLGESAM, Türkiye’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından biri olarak 2008 yılında kurulmuştur. 

Kar amacı gütmeyen bağımsız bir sivil toplum kuruluşu olarak BİLGESAM; Türkiye’deki saygın akademisyenler, emekli generaller ve diplomatların 
katkıları ile çalışmalarını yürütmektedir. Ulusal ve uluslararası gündemi yakından takip eden BİLGESAM, araştırmalarını Türkiye’nin milli problemleri, 
dış politika ve güvenlik stratejileri, komşu ülkelerle ilişkiler ve gelişmeler üzerine yoğunlaştırmaktadır. 
BİLGESAM, Türkiye’de kamuoyuna ve karar alıcılara yerel, bölgesel ve küresel düzeydeki gelişmelere ilişkin siyasal seçenek ve tavsiyeler sunmaktadır.

Yazar Hakkında

Vakkas Bilsin 2013 yılında Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Aynı üniversitede kamu hukuku alanında yüksek lisans eğitimine 
devam etmektedir. BİLGESAM’da araştırma asistanı olarak uluslararası hukuk, terörizm ve Orta Doğu üzerine çalışmalarını sürdürmektedir.

DİPNOTLAR;

1 Shlomo Avineri, “The Middle East Crack-Up,” Project Syndicate, 25 Ağustos 2014, Erişim tarihi 26 Ekim 2014, 
http://www.project-syndicate.org/commentary/shlomo-avineri-cautions-that-the-region-s-current-turmoil-may-not-give-rise-to-european-style-nation-states. 
2 “PYD özerklik ilan etti, PKK Türkiye’ye komşu oldu,” Cumhuriyet Gazetesi, 14 Kasım 2013, Erişim Tarihi 26 Ekim 2014, 
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/9101/PYD_ozerklik_ilan_etti__PKK_Turkiye_ye_komsu_oldu.html. 
3 “PKK Kuruluş Bildirisi”, s. 37, Erişim Tarihi 9 Eylül 2014, 
https://docs.google.com/file/d/0B4HO5r4WOpdzT25HUEZ4ODl1SW8/edit?pli=1. 
4 Graham E. Fuller &Henri J. Barkey, Türkiye’nin Kürt Meselesi, Çev. Hasan Kaya, 3. Baskı, İstanbul, Profil Yayıncılık, 2013, 46. 
5 Atilla Sandıklı & Erdem Kaya, “Çözüm Süreci: Umutlar, Gerçekler ve Çelişkiler,” BİLGESAM, Bilge Analiz, 16 Nisan 2013, Erişim Tarihi 9 Eylül 2014, 
http://www.bilgesam.org/incele/1203/-cozum-sureci--umutlar--gercekler-ve-celiskiler/#.VBADwcJ_uAw. 
6 “PKK Terör Örgütü’nün 7. Kongresi,” Erişim Tarihi 31 Ekim 2014, 
http://www.terororgutleri.com/pkk-teror-orgutunun-7-kongresi/. 
7 Sandıklı&Kaya, “Çözüm Süreci: Umutlar, Gerçekler ve Çelişkiler” 
8 Sedat Laçiner, Hangi PKK, Söy. Alper Özgen, 2. Baskı, İstanbul: Hayykitap, 2012, 12-13 
9 KCK sözleşmesi metni için bkz. Mehmet Özcan, Terörün Matruşkası KCK, 2. Baskı, İstanbul, Hayat Yayın Grubu, 2012, 272. 
10 Özcan, Terörün Matruşkası KCK, 72-73. 
11 Dr. Salih Akyürek, M. Ali Yılmaz, Esra Atalay & Fatma Serap Koydemir, Çözüm Sürecine Toplumsal Bakış, BİLGESAM, Rapor No: 57, 
Haziran 2013, 59, Erişim Tarihi 26 Ekim 2014, 
http://www.bilgesam.org/Images/Dokumanlar/9-2-2014012036cozumsureci.pdf 
12 Özcan, Terörün Matruşkası KCK, 140. 
13 A. g. e. 155- 156. 
14 Namık Durukan, İmralı Zabıtları, Radikal Gazetesi, 28 Şubat 2014, Erişim Tarihi 27 Ekim 2014, 
http://www.radikal.com.tr/turkiye/ocalan_bdp_gorusmesinin_zabitlari_ortaya_cikti-1123269 
15 “Dokuz Soruda: Türkiye Sokaklarında Kobani Gerilimi,” BBC Türkçe, 10 Ekim 2014, Erişim Tarihi 14 Ekim 2014, 
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2014/10/141010_dokuzsoruda_kobani_eylemleri. 
16 Bkz. Murat Karayılan’ın kendi kaderini tayin hakkının gerçekleştirilmesine dair isteği için bkz. “Kendi Kaderini Tayin Etme Hakkı Hayata 
Geçirilmeli,” T24 Haber, 13 Mayıs 2013, Erişim Tarihi 15 Eylül 2014, 
http://t24.com.tr/haber/kendi-kaderini-tayin-etme-hakki-hayata-gecirilmeli,229820. 
Ayrıca PKK/KCK ve siyasi kanadın 2010 yılından bu yana bağımsızlığı dile getirmeden, bir ara formül olarak özerkliği 
inşa ettiğine dair bkz. Bülent Serim, “Selahattin Demirtaş Erdoğan’ı Bu Yüzden Alkışladı”, Oda TV, 5 Eylül 2014, Erişim Tarihi 15 Eylül 2014, 
http://www.odatv.com/n.php?n=selahattin-demirtas-erdogani-bu-yuzden-alkisladi-0509141200. 
17 Bkz. Meşhur 1514 ve 1541 sayılı kararlar sömürge devletlerin ayrılması prosedürünü belirliyordu. 1970 yılında kabul edilen Birleşmiş 
Milletler Sözleşmesi Doğrultusunda Devletler Arasında Dostça İlişkiler ve İşbirliğine İlişkin Uluslararası Hukuk İlkeleri Konusundaki 
Bildirge ve Eki, kendi kaderini tayin hakkına ilişkin ayrıntılı bazı prensipleri belirlemiştir. 
18 Antonio Cassese, Self-Determination of peoples: a legal reappraisal, 2. Baskı, Cambridge, Cambridge UniversityPress, 1995, 71- 100. 
19 A. g. e. 101. 
20 A. g. e. 248. 
21 A. g. e. 251. 
22 Roya M. Hanna, “Right to Self-Determination In Re-Secession of Quebec,” 23 Maryland Journal of International Law 213, 1999, 241. 
23 Reference Re Secession of Quebec, Dosya no. 25506, 20 Ağustos 1998. 
24 Alan Yuhas, “Ukraine Crisis: an essential guideto everythingthat’ shappened so far,” TheGuardian, 13 Nisan 2014, Erişim Tarihi 15 Eylül 2014, 
http://www.theguardian.com/world/2014/apr/11/ukraine-russia-crimea-sanctions-us-eu-guide-explainer. 
25 Ashifa Kassam, “Catalonia independence referendum halted by Spain’s constitutional court,” The Guardian, 29 Eylül 2014, Erişim Tarihi 15 Ekim 2014, 
http://www.theguardian.com/world/2014/sep/29/catalonia-independence-referendum-spain-court-vote. 


Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi (BİLGESAM) 
Mecidiyeköy Yolu Caddesi, No:10, 34387 Şişli -İSTANBUL 
www.bilgesam.org www.bilgestrateji.com 
bilgesam@bilgesam.org 
Tel: 0212 217 65 91 - Faks: 0 212 217 65 93


***

PKK/KCK’nın Bağımsızlık Hedefi, Çözüm Süreci ve Kendi Kaderini Tayin Hakkı BÖLÜM 1

PKK/KCK’nın Bağımsızlık Hedefi, Çözüm Süreci ve Kendi Kaderini Tayin Hakkı  BÖLÜM 1




PKK-KCK nın Bağımsızlık Hedefi, Çözüm Süreci ve Kendi Kaderini Tayin Hakkı
Vakkas Bilsin

Türkiye, 2012 yılı sonunda terör örgütü PKK/KCK’nın silah bırakması amacıyla başlatıldığı ilan edilen çözüm süreciyle yeni bir merhaleye girmiştir. Hükümet süreci kararlılıkla sürdüreceğini açıklamaya devam etse de; örgüt sınır dışına 
çekilme vaadini gerçekleştirmemiş, silah bırakma doğrultusunda irade göstermemiş, aksine ülke genelinde binlerce çocuk ve genci dağa çıkararak silahlı kadrosuna dâhil etmiş ve KCK projesi (Koma Ciwaken Kurdistan-Kurdistan Halklar Topluluğu) kapsamındaki devletleşme faaliyetlerini hızlandırmıştır. 

Terör örgütü, çözüm süreciyle elde ettiği serbestliği Suriye’nin kuzeyinde ve Türkiye’de KCK projesini tatbik etmek için kullanmış, ateşkes ortamını istismar ederek Kandil bölgesindeki silahlı militanlarının bir bölümünü Suriye’ye sevk etmiştir. Arap ayaklanmaları ve IŞİD tehdidi neticesinde, Orta Doğu’da Sykes-Picot anlaşmasıyla çizilen sınırların değişebileceği bir döneme girilirken1 PKK/KCK da bölgedeki bu anarşide güçlenmeyi ve meşruiyet kazanmayı hedeflemektedir. 

Çözüm süreci kapsamında terör örgütü, Esed rejimiyle işbirliğine girerek Suriye’nin kuzeyinde PYD (Demokratik Birlik Partisi) adı altında özerklik ilan etmiş2 ve IŞİD karşısındaki konumuyla dünya kamuoyunda destek kazanabileceği bir konjonktür yakalamıştır. 

Çözüm sürecinde Türkiye’de ise Öcalan siyasi bir aktöre dönüşürken, PKK/KCK ve HDP bölgesel özerkliği gündeme taşımış, özerkliğin müzakereler yoluyla gerçekleşmemesi halinde uygulamayı hedeflediği “devrimci halk savaşı” için hazırlıklara odaklanmıştır. 

Bölgesel özerkliği taktik ara hedef olarak elde etmeye çalışan terör örgütü, nihai aşamada Türkiye, İran, Irak ve Suriye topraklarında kurmayı planladığı özerk yönetimleri KCK adı altında birleştirmeyi ve bağımsız bir devlet tesis etmeyi hedeflemektedir. Nitekim örgütün çözüm süreciyle birlikte halkların kendi kaderini tayin hakkına daha çok referans yapmaya başladığı gözlemlenmekte, böylece uzun vadede planladığı bağımsız devletin uluslararası meşruiyetini 
sağlamayı amaçladığı değerlendirilmektedir. 

Bu analizde, terör örgütünün bağımsız devlet kurma hedefi KCK projesi çerçevesinde ele alınmakta ve örgütün çözüm süreci kapsamında “devrimci halk savaşına” yönelik yaptığı hazırlıklar üzerinde durulmaktadır. Analizde uluslararası hukukta kendi kaderini tayin hakkı uygulaması Quebec ve Kırım meseleleri bağlamında incelenmekte, örgütün KCK projesinin ve çözüm sürecindeki faaliyetlerinin kendi kaderini tayin hakkına yaptığı atıflarla birlikte okunması gerektiği öne sürülmektedir. 

PKK/KCK’nın Bağımsız Devlet Hedefi

1960’lı ve 1970’li yıllarda sol görüşlü milliyetçi Kürt hareketlerinin filizlendiği şartlarda ortaya çıkan PKK terör örgütü, Marksist-Leninist bir ideoloji benimsemiştir. 1978 yılında yaptığı ilk kongre sonrası yayımladığı kuruluş bildirgesinde, çöken emperyalizm ve yükselen proletarya devrimleri çağında Kürdistan halkını emperyalist ve sömürgeci sistemden kurtarmak, bağımsız ve demokratik bir Kürdistan’da demokratik bir halk diktatörlüğü kurmak ve nihai aşamada sınıfsız bir toplum oluşturmak gibi söylemlere başvurmuştur.3 PKK, bu söylemlerle Kürt toplumunun feodal yapısını değiştirmeye yönelik siyasi ve sosyal bir devrim gerçekleştirmeyi hedeflediğini4 ilan etmiş ve etnik Kürt milliyetçiliği temelinde bir parti devletinin tesisini amaçlamıştır. Orta Doğu’da bağımsız bir devlet üzerinden bütün Kürtlere hâkim olmayı hedefleyen PKK, ilk etapta bölgedeki diğer Kürt siyasi oluşumları etkisiz hale getirmeye çalışmış ve bu doğrultuda (Kuzey Irak’taki KDP ve KYB dışında) büyük ölçüde başarılı olmuştur. 

PKK terör örgütü, kuruluşundan itibaren yerel, bölgesel ve küresel şartları değerlendirerek eylem yöntemlerini, yapılanmasını ve stratejisini revize etmiş, ancak Orta Doğu’da bağımsız bir devlet kurma hedefinden vazgeçmemiştir. Mesela, 1999 yılında Öcalan’ın yakalanarak Türkiye’ye getirilmesi ve yargılanmaya başlaması üzerine, Öcalan örgüte geri çekilme çağrısında bulunmuş ve örgüt mensupları bu çağrıya uyarak büyük ölçüde (yaklaşık %70’i) sınır dışına çekilmiştir. 

Ancak süreç içinde Öcalan’ın geri çekilme talimatının arkasında ülke kamu oyunda kendisine duyulabilecek öfkenin yatışması ve olası bir idam kararının önlenmesi gibi saiklerin5 yattığı ve Öcalan’ın terör sorununun sona erdirilmesi 
gibi bir amaç taşımadığı anlaşılmıştır. Ocak 2000’de toplanan 7. Kongre’de örgütün yeni stratejisi demokratik siyasal mücadele olarak takdim edilerek “kapsamlı bir barış projesi” hazırlanması kararlaştırılırken,6 Öcalan’ın serbest bırakılması ve devletleşmeye yönelik çalışmalar başlatılmıştır. PKK bu dönemde Suriye’deki uzantısı PYD’yi, Irak’taki uzantısı PÇDK’yı ve İran’daki uzantısı PJAK’ı kurmuş, Avrupa’daki faaliyetlerini genişleterek sürdürmüştür. 

Öcalan’ın yakalanmasını takip eden süreçte tek taraflı ateşkes ilan eden PKK’nın bağımsız bir devlet kurmaktan vazgeçtiği ve terör eylemlerine son vererek siyasallaşma sürecine girdiği yönünde bir izlenim oluşmuştur. Ancak örgüt 
2002 yılından itibaren TAK (Kürdistan Özgürlük Şahinleri) adı altında şiddet eylemlerini devam ettirmiş, 2004’ten itibaren ise tek taraflı ateşkesi sona erdirdiğini açıklayarak terör eylemlerine başlamıştır.7 İmralı cezaevinde tutuklu bulunan Öcalan, bu dönemde (örgüte destek veren devletlerin yönlendirmesiyle) bağımsız bir devlet projesi olan KCK sistemini tasarlamış ve açtığı farklı davalar sayesinde görüştüğü avukatları aracılığıyla örgütün KCK yapılanmasına geçişini 
yönetmeye çalışmıştır. ABD’nin Irak işgalinin yol açtığı şartlarda Kandil’deki varlığını güçlendiren örgüt, Mayıs 2007’den itibaren KCK unvanını kullanmaya başlamış ve Orta Doğu’da bağımsız bir devlet kurma hedefine odaklanmıştır. 
Böylece Öcalan’ın yakalanması sonrasındaki süreç, terör örgütünün ateşkes ve eylemsizlik taahhüdüne güvenilemeyeceğini göstermiş 8 ve örgütün bağımsız devlet kurma idealinden vazgeçmediğini ortaya koymuştur.

İlk defa Mart 2005’te hazırlanan KCK Sözleşmesi, Avrupa’dan gelen 213 örgüt üyesinin katılımıyla sözde yasama organı KONGRA-GEL (Kürdistan Halk Meclisi) Genel Kurulu’nun 25 Mayıs 2007 tarihli oturumunda yaptığı oylamayla değiştirilerek kabul edilmiştir. Ek Madde 1’e göre KONGRA-GEL kendini kurucu meclis yerine koymuş, bir anayasanın şekli şartı olan kurucu bir meclis tarafından yapılmayı yerine getirmiştir. İsmi “sözleşme” olsa da, metin 
KCK devletinin ilkel bir anayasası hüviyetindedir. Radikal demokrasi, cinsiyet özgürlüğü, ekolojik yaşam ve sınırları kaldıran konfederal düzen gibi post-modern kavramlarla zenginleştirilen sözleşme, üsluptaki özgürlük ağırlıklı tonun 
aksine Kürtlerin hayatını bütünüyle tahakküm altına almaya yönelik totaliter bir yönetim modeli öngörmektedir. 

''  Bölgesel özerkliği taktik ara hedef olarak elde etmeye çalışan terör örgütü, nihai aşamada Türkiye, İran, Irak ve Suriye topraklarında kurmayı planladığı özerk yönetimleri KCK adı altında birleştirmeyi ve bağımsız bir devlet tesis etmeyi hedeflemektedir. ''

Mesela sözleşme köy ve sokak komünlerine kadar tabanın temsilinden ve radikal demokrasinden bahsederken önderlik makamı adı altında Öcalan’a sorgulanamaz ve eleştirilemez bir konum atfetmektedir. Sözleşme PKK’nın Önderlik (Öcalan’ın) felsefe ve ideolojisinin hayata geçirilmesinden sorumlu olduğunu ifade etmekte, KCK sistemi içindeki bütün unsurların ise PKK’nın ideolojik ve ahlaki ölçülerini esas almakla yükümlü olduğunu vurgulamaktadır. (Madde 36) 

Öcalan’ın 2005 Nevruz kutlamalarına gönderdiği sözleşmenin önsözüne yerleştirilen mektup, Orta Doğu’da yaşayan Kürtlerin bağımsızlığını ilan eden bir manifesto gibi kaleme alınmıştır. Manifesto metninde kurulan yeni rejimin bazı 
temel ilkelerini sıralayan Öcalan açıklamasını şöyle bitirmektedir:

“Bu ilkeler temelinde ve 2005 yılı Newroz’un da Kürt halkının Demokratik Konfederal örgütlüğünün ve birliğinin ifadesi olan KOMA KOMALÊN KURDÎSTAN’ın kuruluşunu ilan ederek, halkımıza yeni bir yaşam felsefesi ve 
sistemi daha kazandırdığımıza inanıyorum. Bunun kurucusu olmakla şeref duyuyorum. Tüm halkımızı yeşil zemin üzerindeki sarı güneş içinde kırmızı yıldızlı bayrak altında kendi demokrasisini örgütlemeye, birleşmeye ve kendi kendini yönetmeye çağırırken, bu bayrağı şerefle taşıyacağımı ve Önderlik görevlerimi şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da başarı ile yapmaya devam edeceğimi ifade ediyor, her bahardan özgürlüğe daha yakın olan bu baharda tüm halkımızın, bölge halklarının ve dostlarımızın Newroz’unu kutluyor, selam ve saygılarımı sunuyorum.” 9

Görüldüğü gibi aslında Öcalan, artık devletleşme safhasını başlatan PKK/KCK’nın faaliyetlerinin yeni bir örgütlenme çerçevesinde yürütüleceğini ve kendisinin de buna önderlik edeceğini ilan etmektedir. 

Sözleşmenin içeriği, başlangıç, genel esaslar, temel haklar, özgürlükler ve görevler, genel organlar, parça örgütlenmesi, eyalet-bölge örgütlenmesi, şehir, kasaba ve mahalle örgütlenmesi, köy ve sokak örgütlenmesi, yargı, meşru savunma yükümlülüğü, demokratik eylemler, ekonomik-mali sistem, demokratik örgütlenme sistemi, ortak hükümler ve ek maddelerden müteşekkildir. 

KCK, her ne kadar kendisinin bir devlet örgütlenmesi olmadığını iddia etse de; modern bir devlette bulunması gereken başkanlık makamı ile yasama (Madde 12), yürütme (Madde 13) ve yargı (Madde 27-30) gibi temel organları tek tek düzenlemekte, kuvvetler ayrılığı prensibini tesis etmekte ve müstakil bir silahlı kuvvetler yapılanması (Madde 43) öngörmektedir. Sözleşmede başkanlık 
makamı olarak Öcalan’la özdeşleştirilen KCK Önderliği, yasama organı olarak KONGRA-GEL, yürütme organı olarak KCK Yürütme Konseyi ve yargı organı olarak Yüksek Adalet Divanı, İdari Mahkemeler ve Halk Mahkemeleri olmak 
üzere üç çeşit mahkemeden bahsedilmektedir. 

KCK Sözleşmesi, vatandaşlık bağını ve bu bağın ne şekilde kurulacağını tanımlamakta, vatandaşların temel hak, özgürlük ve görevlerinin neler olduğu hususunda ayrıntılı şekilde hükümler ihdas etmektedir (Madde 5-10). Sözleşme tıpkı bir devlet mali yapısı gibi, mali ve ekonomik düzeni sağlayacak ilkeler tayin etmekte, bu çerçevede sözde vatandaşlara vergi ödevi yüklenmektedir (Madde 10).Sözleşme’de KCK’nın askeri kanadı olarak “Halk Savunma Güçleri”(HPG) adı verilen birliklerden bahsedilmektedir. Terör örgütü, silahlı kanadın isminde savunma terimini tercih ederek uzun zamandır kullandığı savunma söylemine dayanak oluşturmayı amaçlamaktadır.10 
Sözleşme ayrıca meşru savunma yükümlülüğü ve meşru savunma savaşı gibi kavramlar ihtiva etmekte (Madde 31-32), KONGRA-GEL’in savaş ve barış kararı alabileceğini ifade etmektedir (Madde 33). Modern ulus-devlet kavramlarıyla 
vasıflandırılan, üyeleri arasında vatandaşlık bağı kuran, sözde vatandaşlarını yargılama yetkisini elinde tutan, özerk bir mali yapısı olan ve meşru savunmadan bahseden bir yönetim modelinin devlet olmadığını öne sürmek temelsiz bir iddiadır.

Sözleşmede “konfederal demokratik sistem” şeklinde tanımlanan rejim, milliyetçi temeli olmayan, sınırları belirsiz, halkların eşitliği ve özgürlüğüne dayanan sosyalist ve modernite ötesi bir model adı altında, modern ulus-devlet kavramıyla tanımlanmamak istenmiş olabilir. Ancak kurulması vaat edilen bu yeni örgütlenme biçimi hâlâ ulus-devletlerin egemen olduğu mevcut küresel siyasi düzlemde sadece bir ütopyadan ibarettir. Bir halkın tek başına meydana çıkıp, mevcut küresel düzenin aksine post-modern bir “neo-enternasyonalizmi” tesisi mümkün değildir. 

“  Modern ulus-devlet kavramlarıyla vasıflandırılan, üyeleri arasında vatandaşlık bağı kuran, sözde vatandaşlarını yargılama yetkisini elinde tutan, özerk bir mali yapısı olan ve meşru savunmadan bahseden bir yönetim modelinin devlet olmadığını öne sürmek temelsiz bir iddiadır. “


Dolayısıyla KCK sisteminin vaatleri, sözleşmedeki kavramların gerçek anlamları esas alındığında, bir illüzyondan ibarettir. Nitekim KCK, sözleşmede bir taraftan ulus-devletin ötesine geçmekten bahsederken, diğer taraftan dünyadaki bütün Kürtleri “KCK yurttaşı” sıfatıyla Orta Doğu’da kurmayı planladığı devletin yer alacağı coğrafyaya davet etmekte, böylece aslında etnik Kürt kimliğine dayalı modern bir ulus-devletin inşasını hedeflemektedir. Sözleşmenin bu çelişkili içeriği örgütün devletleşme aşamasına geçişi post-modern demokratik değerlerle perdeleme stratejisine işaret etmekte, böylece geçiş sürecinde Türkiye ve dünyada gerekli kamuoyu desteğini kazanmayı hedeflediğini göstermektedir. 


Örgüt, KCK’nın PKK ile irtibatlı terörist bir yapılanma olduğunun ortaya çıkmasıyla ve KCK mensupları 2011’den itibaren yargılanmaya başlayınca özerkliğin tesisine yönelik çalışmaları yürütmek üzere Demokratik Toplum Kongresi’ni (DTK) öne çıkarmıştır. Öcalan’ın talimatıyla kurulan DTK, Temmuz 2011’de Kürtler adına tek taraflı ve yasa dışı şekilde “demokratik özerklik” ilan etmiş, KCK’nın özerklik taktik ara hedefine yönelik yol haritasını uygulamaya yönelik faaliyet göstermeye başlamıştır. Terör örgütü, DTK vasıtasıyla ayrıca demokratik açılımın başlatıldığı dönemde Kürtler arasında gelişen çok sesliliği sivil görünümlü bir çatı altında kontrol etmeyi ve bölge halkının KCK şemsiyesi dışındaki sivil girişimlerini engellemeyi planlamıştır. KCK’nın aksine yasal zeminde hareket edecek şekilde tasarlanan DTK, bölgesel özerkliğin sosyal, ekonomik, siyasal boyutlarının tartışıldığı ve dünyadaki özerk yönetim modellerinin incelendiği çalıştaylar düzenleyerek Türkiye kamuoyunu özerklik düşüncesine hazırlamaya çalışmıştır. Öcalan çözüm sürecindeki İmralı görüşmelerinde DTK’nın bir proto-meclis olduğunu ve (PKK/KCK güdümünde kurulacak özerk bölgede) yerel parlamentoya dönüşeceğini öne sürmüştür. 

KCK sistemi kapsamındaki devletleşme faaliyetlerinin ağırlık merkezi Türkiye (KCK/TM) olsa da proje, başta Suriye (PYD) olmak üzere İran (PJAK) ve Irak’ta (PÇDK) Kürtlerin yoğun olduğu bölgelerde kurulacak özerk oluşumları 
birleştirecek konfederal bir devleti öngörmektedir. Bu konfederal devlet ise sözleşmedeki çerçevenin işaret ettiği üzere Orta Doğu’da Türkiye, İran, Irak ve Suriye topraklarının bölünmesiyle gerçekleştirilebilecek bir projedir. KCK 
hâlihazırda Suriye’nin kuzeyinde PYD adı altında fiili bir yönetime geçiş aşamasındadır. ABD başta olmak üzere Batılı ülkelerin desteği, bölgede ise İran, Esed rejimi ve İsrail’in müzahir tutumu sayesinde PYD’nin ülkenin kuzeyindeki 
varlığının süreklilik kazanması ihtimal dâhilindedir. Kuzey Irak’ta ise KDP’nin yaklaşımı olumsuz olmakla birlikte, bölgedeki en etkili diğer iki siyasi parti olan KYB ve Goran Hareketi’nin PKK/KCK terör örgütüne sıcak baktığı göz ardı 
edilmemelidir. KCK’nın İran’da PJAK adı altındaki varlığı ise taraflar arasında 2011’de yapılan anlaşmadan dolayı şimdilik öncelikler arasında değildir. Ancak gelecekte İran’ın istikrarsızlaşabileceği bir konjonktürde örgütün bu ülkedeki 
bölücü faaliyetlerini de artırabileceği tahmin edilmektedir. 

KCK, Kürtlerin iradesine rağmen örgütün kendi varoluşunun uzantısı olarak geliştirdiği bir projedir. Örgüt bu projeyi Kürtleri temsil iddiasıyla hayata geçirmeyi planlamaktadır. Ancak gerek Türkiye’de gerekse Suriye ve Irak’ta KCK’nın Kürtlerin çoğunluğunu temsil niteliği bulunmamaktadır. Türkiye’de Kürt nüfusun büyük çoğunluğu KCK’nın hedeflediği özerklik ve bağımsızlık fikirlerine soğuk bakmaktadır. BİLGESAM’ın çözüm sürecine dönük toplumsal algıları 
ölçmek amacıyla 2570 kişilik bir örneklemle Mayıs 2013’te gerçekleştirdiği ankette, Kürt kökenli katılımcılar “Türklerle Kürtlerin Türkiye Toprakları Üzerinde Ortak Bir Geleceği Olduğuna İnanıyorum” görüşüne %97,3 oranında destek 
vermiştir. BİLGESAM’ın 2008-2009 ve 2012 yıllarında gerçekleştirdiği benzer anketlerde de Türkiyeli Kürtlerin büyük çoğunluğunun özerklik ve bağımsızlık gibi bir talebi olmadığı ortaya çıkmıştır.11 Suriyeli Kürtlerin de çoğunluğu, 
Türkiye’de örgütün ve örgüte müzahir çevrelerin oluşturduğu kamuoyunun aksine, PYD’yi desteklememektedir. Suriyeli Kürtlerin büyük bölümü özerkliğe sıcak bakmakla birlikte bu özerkliğin PYD’nin tekelinde olmasından rahatsızlık 
duymaktadır. Örgütün Kuzey Irak’taki uzantısı PÇDK ise bölgede oldukça marjinal bir parti konumundadır. PÇDK’nın bölgedeki KDP ve KYB’ye rağmen güçlenmesi beklenmemektedir. 


Çözüm Süreci ve Örgütün “Devrimci Halk Savaşı” Stratejisi PKK/KCK, çözüm süreci kapsamında Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da kendi güdümünde özerk bir yönetimi pazarlıklar yoluyla elde edemezse, Türkiye’ye karşı “devrimci halk savaşı” olarak tanımladığı bir iç savaş çıkarmayı planlamaktadır. Terör örgütü, dağdaki silahlı güce dayalı olarak yürütmeyi planladığı bu iç savaşa aynı zamanda bağımsızlığa giden nihai aşamayı başlatmak maksadıyla hazırlanmaktadır. PKK/KCK böylece 2012 yılı sonlarında başlatılan çözüm sürecini bağımsızlık hedefine doğru ilerlediği bir sürece dönüştürmüş, 
Türkiye’deki devletleşme faaliyetlerini hızlandırırken Suriye’nin kuzeyinde PYD adı altında özerk bir yönetim kurmaya teşebbüs etmiştir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da kendi otoritesini devletin rağmına kurmaya çabalayan örgüt; 
şehirlerarası ana yolları keserek kimlik kontrolü yapabilmekte, devlete bağlı okulları boykot çağrısında bulunmakta, “serhildan” ilan ederek halkı sivil itaatsizliğe teşvik etmekte, kamu ve eğitim binalarını kundaklamakta, halktan vergi adı altında haraç toplamakta, inşaatı devam eden kalekol inşaatlarını engellemekte, korucuları ve sivil giyimli güvenlik güçlerini katletmekte ve güvenlik güçlerine sokağa çıkma yasağı ilan edebilmektedir. Gelinen aşamada terör örgütü, çözüm sürecinde elde ettiği serbestlik sayesinde bölgenin fiili hâkimi gibi hareket etmeye başlamıştır. 

Bu gelişmeler, örgütün silahsızlandırılması amacıyla başlatıldığı ilan edilen çözüm süresi sayesinde KCK projesinin adım adım izlendiğine, bölgede PKK/KCK hâkimiyetinde özerk bir yapıya doğru gidildiğine işaret etmektedir. Geniş 
katılımlı silahlı eylemler dışında bölgedeki tüm faaliyetlerini bilfiil devam ettiren örgüt, demokratik özerkliğin tesisiyle bölgede tek güç olmayı amaçlarken, bağımsızlık nihai hedefini gerçekleştirmeye bir adım daha yaklaşmış olacaktır. Bu hedef doğrultusunda ise “devrimci halk savaşının” en kritik aşamayı oluşturacağı değerlendirilmektedir. Klasik gerilla taktiğiyle sonuç alamayacağı ve her defasında Türk ordusu karşısında mağlubiyete uğradığı sonucuna varan örgüt KCK projesiyle savaşı daha geniş alanlara yaymayı hedeflemektedir. 

KCK operasyonlarında Siyaset Akademileriyle ilgili ele geçirilen belgeler, terör örgütünün dağda silahlı militan yetiştirmek için verdiği gerilla eğitimlerinin kentlerde DTP/BDP’nin teşkilat binalarında verildiğini ortaya çıkarmıştır. 
Dolayısıyla örgütün Siyaset Akademisi adı altında açtığı okullarda verdiği derslerin aslında şehirlerde yeni silahlı kadrolar oluşturma hedefine yönelik olduğu anlaşılmıştır. Fırat Haber Ajansı’nın 25 Ekim 2009 tarihli haberinde, bizzat Öcalan siyaset akademilerinin görevini açıklamaktadır:

“Kürtler için yıllardır akademilerin açılması gerektiğini söylüyorum, onu bile yapmıyorlar doğru dürüst. DTP’nin binlerce, on binlerce kadro yetiştirmesi lazım. Neden yapmıyorlar? Çünkü teorik kavrama düzeyleri buna elvermiyor. 
Başarılı olmak istiyorlarsa, on binlerce insan, kadro yetiştirilmelidir”12

PKK/KCK’nın şehirlerde kadro yetiştirme gayretinin “devrimci halk savaşı” başlatma tehditleriyle birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir. Gerek Murat Karayılan’ın Kandil’den basına yaptığı açıklamalar gerekse KCK Önderlik Komitesi operasyonunda bulunan, Öcalan’ın avukatları aracılığıyla gönderdiği notlar örgütün halkı ayaklandırarak savaşı şehre indirmeyi ve geniş çaplı bir iç savaş çıkarmayı planladığını göstermektedir. Öcalan’ın bizzat kendi beyanları tehlikenin vahametini göstermektedir:

“Savaş başlarsa önceki savaşlardan çok daha farklı olur. Büyük bir iç savaş olabilir. Mesela Batman’da bir günde on bin insan ölebilir. Herkes bunun içinde olabilir, bundan zarar görebilir. 1791 Fransa’daki büyük terör dönemi, 1918 Sovyetlerin kuruluşundan sonraki iç çatışma gibi bir çatışma çıkabilir….Kandil yapabiliyorsa büyük devrimci halk savaşını yürütür. Diyarbakır, Batman’da halkın yüzde sekseni ayağa kalkar, halk savaşı olur.” 13

Çözüm sürecinin başlarında İmralı’daki görüşmelerden sızdırılan tutanaklarda da Öcalan aynı hedeften bahsetmektedir:

“Ne ev hapsi, ne de af bunlara gerek kalmayacak. Herkes, hepimiz özgür olacağız. Şunu bilin ki bu hamlem komployu boşa çıkaracaktır. Ben komployu aşıyorum. Başarılı olursam, Ne KCK tutuklusu kalır ne başkası. Bu olmazsa 50 bin kişiyle halk savaşı olacak. Ölen ölecek, ben karışmıyorum. Yalnız, herkes bilmeli ki, ‘Ne eskisi gibi yaşayacağız, ne de eskisi gibi savaşacağız’.” 14

Örgüt çözüm sürecinin tıkanması, özerklik hedefinin başarılamaması halinde “devrimci halk savaşı” stratejisini devreye sokabilir. Örgütün bu çapta bir halk isyanını başlatması konunun BM ve uluslararası toplumun gündemine girmesine, uluslararası uyuşmazlık çözüm mekanizmalarına müracaat edilmesine yol açabilir. Bu durumda, sorun Türkiye’nin iç meselesiyken, örgütün hedefleri doğrultusunda uluslararası bir meseleye dönüşecektir. Kosova örneğinde olduğu gibi, örgüt Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkından başka bir yolun kalmadığı, ancak bağımsız bir devlet çatısı altında varlıklarını sürdürebileceklerini savunarak ayrı bir devlet kurma hedeflerini gerçekleştirmeyi planlamaktadır. Kobani’ye IŞİD saldırısını bahane ederek, HDP’nin çağrısıyla sokağa inen örgüt taraftarlarının birçok şehirde günlerce ortalığı savaş alanına çevirdiği, onlarca insanın ölümüne, yaralanmalara ve binden fazla kamu binasının yakılmasına neden olduğu olayların15 bu açıdan bir nevi prova olduğu gözlemlenmektedir. 

Çözüm sürecinde KCK tutuklularının serbest bırakılmasıyla şehirdeki örgütlü yapısını güçlendiren örgüt, Kobani eylemleriyle halkı sokağa dökerek büyük eylemler yapabilecek güçte olduğunu göstermek istemiştir. Bu eylemleri terör 
örgütünün hükümete karşı verdiği bir gözdağı olarak yorumlamak mümkündür. Bundan sonraki süreçte de örgütün, sıraladığı taleplerin gerçekleştirilmesi ve hükümetten yeni tavizler koparmak için benzer girişimlerde bulunabileceği 
beklenmektedir. 

Hem demokratik özerkliğe hem de kurmayı planladığı bağımsız devlete uluslararası camiada destek bulmak ve meşruiyet sağlamak üzere örgüt ve siyasi uzantısı halkların kendi kaderini tayin hakkını ileri sürmektedir.16 Murat Karayılan Kandil’den yaptığı açıklamalarda, Selahattin Demirtaş ise bazı konuşmalarında Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkının varlığını zikretmiştir. Nitekim Öcalan da KCK Sözleşmesi’ nin ön sözünde, ulusların kendi kaderini tayin hakkını, “siyasi sınırları esas almadan ve sorun yapmadan her halkın kendi demokrasisini kurma hakkı” olarak anladığını ifade etmiştir. Terör örgütünün siyasi uzantılarıyla eşgüdüm halinde Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkına yaptığı bu referanslar rastgele değildir.

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***