3 Ocak 2019 Perşembe

PKK/KCK’nın Bağımsızlık Hedefi, Çözüm Süreci ve Kendi Kaderini Tayin Hakkı BÖLÜM 1

PKK/KCK’nın Bağımsızlık Hedefi, Çözüm Süreci ve Kendi Kaderini Tayin Hakkı  BÖLÜM 1




PKK-KCK nın Bağımsızlık Hedefi, Çözüm Süreci ve Kendi Kaderini Tayin Hakkı
Vakkas Bilsin

Türkiye, 2012 yılı sonunda terör örgütü PKK/KCK’nın silah bırakması amacıyla başlatıldığı ilan edilen çözüm süreciyle yeni bir merhaleye girmiştir. Hükümet süreci kararlılıkla sürdüreceğini açıklamaya devam etse de; örgüt sınır dışına 
çekilme vaadini gerçekleştirmemiş, silah bırakma doğrultusunda irade göstermemiş, aksine ülke genelinde binlerce çocuk ve genci dağa çıkararak silahlı kadrosuna dâhil etmiş ve KCK projesi (Koma Ciwaken Kurdistan-Kurdistan Halklar Topluluğu) kapsamındaki devletleşme faaliyetlerini hızlandırmıştır. 

Terör örgütü, çözüm süreciyle elde ettiği serbestliği Suriye’nin kuzeyinde ve Türkiye’de KCK projesini tatbik etmek için kullanmış, ateşkes ortamını istismar ederek Kandil bölgesindeki silahlı militanlarının bir bölümünü Suriye’ye sevk etmiştir. Arap ayaklanmaları ve IŞİD tehdidi neticesinde, Orta Doğu’da Sykes-Picot anlaşmasıyla çizilen sınırların değişebileceği bir döneme girilirken1 PKK/KCK da bölgedeki bu anarşide güçlenmeyi ve meşruiyet kazanmayı hedeflemektedir. 

Çözüm süreci kapsamında terör örgütü, Esed rejimiyle işbirliğine girerek Suriye’nin kuzeyinde PYD (Demokratik Birlik Partisi) adı altında özerklik ilan etmiş2 ve IŞİD karşısındaki konumuyla dünya kamuoyunda destek kazanabileceği bir konjonktür yakalamıştır. 

Çözüm sürecinde Türkiye’de ise Öcalan siyasi bir aktöre dönüşürken, PKK/KCK ve HDP bölgesel özerkliği gündeme taşımış, özerkliğin müzakereler yoluyla gerçekleşmemesi halinde uygulamayı hedeflediği “devrimci halk savaşı” için hazırlıklara odaklanmıştır. 

Bölgesel özerkliği taktik ara hedef olarak elde etmeye çalışan terör örgütü, nihai aşamada Türkiye, İran, Irak ve Suriye topraklarında kurmayı planladığı özerk yönetimleri KCK adı altında birleştirmeyi ve bağımsız bir devlet tesis etmeyi hedeflemektedir. Nitekim örgütün çözüm süreciyle birlikte halkların kendi kaderini tayin hakkına daha çok referans yapmaya başladığı gözlemlenmekte, böylece uzun vadede planladığı bağımsız devletin uluslararası meşruiyetini 
sağlamayı amaçladığı değerlendirilmektedir. 

Bu analizde, terör örgütünün bağımsız devlet kurma hedefi KCK projesi çerçevesinde ele alınmakta ve örgütün çözüm süreci kapsamında “devrimci halk savaşına” yönelik yaptığı hazırlıklar üzerinde durulmaktadır. Analizde uluslararası hukukta kendi kaderini tayin hakkı uygulaması Quebec ve Kırım meseleleri bağlamında incelenmekte, örgütün KCK projesinin ve çözüm sürecindeki faaliyetlerinin kendi kaderini tayin hakkına yaptığı atıflarla birlikte okunması gerektiği öne sürülmektedir. 

PKK/KCK’nın Bağımsız Devlet Hedefi

1960’lı ve 1970’li yıllarda sol görüşlü milliyetçi Kürt hareketlerinin filizlendiği şartlarda ortaya çıkan PKK terör örgütü, Marksist-Leninist bir ideoloji benimsemiştir. 1978 yılında yaptığı ilk kongre sonrası yayımladığı kuruluş bildirgesinde, çöken emperyalizm ve yükselen proletarya devrimleri çağında Kürdistan halkını emperyalist ve sömürgeci sistemden kurtarmak, bağımsız ve demokratik bir Kürdistan’da demokratik bir halk diktatörlüğü kurmak ve nihai aşamada sınıfsız bir toplum oluşturmak gibi söylemlere başvurmuştur.3 PKK, bu söylemlerle Kürt toplumunun feodal yapısını değiştirmeye yönelik siyasi ve sosyal bir devrim gerçekleştirmeyi hedeflediğini4 ilan etmiş ve etnik Kürt milliyetçiliği temelinde bir parti devletinin tesisini amaçlamıştır. Orta Doğu’da bağımsız bir devlet üzerinden bütün Kürtlere hâkim olmayı hedefleyen PKK, ilk etapta bölgedeki diğer Kürt siyasi oluşumları etkisiz hale getirmeye çalışmış ve bu doğrultuda (Kuzey Irak’taki KDP ve KYB dışında) büyük ölçüde başarılı olmuştur. 

PKK terör örgütü, kuruluşundan itibaren yerel, bölgesel ve küresel şartları değerlendirerek eylem yöntemlerini, yapılanmasını ve stratejisini revize etmiş, ancak Orta Doğu’da bağımsız bir devlet kurma hedefinden vazgeçmemiştir. Mesela, 1999 yılında Öcalan’ın yakalanarak Türkiye’ye getirilmesi ve yargılanmaya başlaması üzerine, Öcalan örgüte geri çekilme çağrısında bulunmuş ve örgüt mensupları bu çağrıya uyarak büyük ölçüde (yaklaşık %70’i) sınır dışına çekilmiştir. 

Ancak süreç içinde Öcalan’ın geri çekilme talimatının arkasında ülke kamu oyunda kendisine duyulabilecek öfkenin yatışması ve olası bir idam kararının önlenmesi gibi saiklerin5 yattığı ve Öcalan’ın terör sorununun sona erdirilmesi 
gibi bir amaç taşımadığı anlaşılmıştır. Ocak 2000’de toplanan 7. Kongre’de örgütün yeni stratejisi demokratik siyasal mücadele olarak takdim edilerek “kapsamlı bir barış projesi” hazırlanması kararlaştırılırken,6 Öcalan’ın serbest bırakılması ve devletleşmeye yönelik çalışmalar başlatılmıştır. PKK bu dönemde Suriye’deki uzantısı PYD’yi, Irak’taki uzantısı PÇDK’yı ve İran’daki uzantısı PJAK’ı kurmuş, Avrupa’daki faaliyetlerini genişleterek sürdürmüştür. 

Öcalan’ın yakalanmasını takip eden süreçte tek taraflı ateşkes ilan eden PKK’nın bağımsız bir devlet kurmaktan vazgeçtiği ve terör eylemlerine son vererek siyasallaşma sürecine girdiği yönünde bir izlenim oluşmuştur. Ancak örgüt 
2002 yılından itibaren TAK (Kürdistan Özgürlük Şahinleri) adı altında şiddet eylemlerini devam ettirmiş, 2004’ten itibaren ise tek taraflı ateşkesi sona erdirdiğini açıklayarak terör eylemlerine başlamıştır.7 İmralı cezaevinde tutuklu bulunan Öcalan, bu dönemde (örgüte destek veren devletlerin yönlendirmesiyle) bağımsız bir devlet projesi olan KCK sistemini tasarlamış ve açtığı farklı davalar sayesinde görüştüğü avukatları aracılığıyla örgütün KCK yapılanmasına geçişini 
yönetmeye çalışmıştır. ABD’nin Irak işgalinin yol açtığı şartlarda Kandil’deki varlığını güçlendiren örgüt, Mayıs 2007’den itibaren KCK unvanını kullanmaya başlamış ve Orta Doğu’da bağımsız bir devlet kurma hedefine odaklanmıştır. 
Böylece Öcalan’ın yakalanması sonrasındaki süreç, terör örgütünün ateşkes ve eylemsizlik taahhüdüne güvenilemeyeceğini göstermiş 8 ve örgütün bağımsız devlet kurma idealinden vazgeçmediğini ortaya koymuştur.

İlk defa Mart 2005’te hazırlanan KCK Sözleşmesi, Avrupa’dan gelen 213 örgüt üyesinin katılımıyla sözde yasama organı KONGRA-GEL (Kürdistan Halk Meclisi) Genel Kurulu’nun 25 Mayıs 2007 tarihli oturumunda yaptığı oylamayla değiştirilerek kabul edilmiştir. Ek Madde 1’e göre KONGRA-GEL kendini kurucu meclis yerine koymuş, bir anayasanın şekli şartı olan kurucu bir meclis tarafından yapılmayı yerine getirmiştir. İsmi “sözleşme” olsa da, metin 
KCK devletinin ilkel bir anayasası hüviyetindedir. Radikal demokrasi, cinsiyet özgürlüğü, ekolojik yaşam ve sınırları kaldıran konfederal düzen gibi post-modern kavramlarla zenginleştirilen sözleşme, üsluptaki özgürlük ağırlıklı tonun 
aksine Kürtlerin hayatını bütünüyle tahakküm altına almaya yönelik totaliter bir yönetim modeli öngörmektedir. 

''  Bölgesel özerkliği taktik ara hedef olarak elde etmeye çalışan terör örgütü, nihai aşamada Türkiye, İran, Irak ve Suriye topraklarında kurmayı planladığı özerk yönetimleri KCK adı altında birleştirmeyi ve bağımsız bir devlet tesis etmeyi hedeflemektedir. ''

Mesela sözleşme köy ve sokak komünlerine kadar tabanın temsilinden ve radikal demokrasinden bahsederken önderlik makamı adı altında Öcalan’a sorgulanamaz ve eleştirilemez bir konum atfetmektedir. Sözleşme PKK’nın Önderlik (Öcalan’ın) felsefe ve ideolojisinin hayata geçirilmesinden sorumlu olduğunu ifade etmekte, KCK sistemi içindeki bütün unsurların ise PKK’nın ideolojik ve ahlaki ölçülerini esas almakla yükümlü olduğunu vurgulamaktadır. (Madde 36) 

Öcalan’ın 2005 Nevruz kutlamalarına gönderdiği sözleşmenin önsözüne yerleştirilen mektup, Orta Doğu’da yaşayan Kürtlerin bağımsızlığını ilan eden bir manifesto gibi kaleme alınmıştır. Manifesto metninde kurulan yeni rejimin bazı 
temel ilkelerini sıralayan Öcalan açıklamasını şöyle bitirmektedir:

“Bu ilkeler temelinde ve 2005 yılı Newroz’un da Kürt halkının Demokratik Konfederal örgütlüğünün ve birliğinin ifadesi olan KOMA KOMALÊN KURDÎSTAN’ın kuruluşunu ilan ederek, halkımıza yeni bir yaşam felsefesi ve 
sistemi daha kazandırdığımıza inanıyorum. Bunun kurucusu olmakla şeref duyuyorum. Tüm halkımızı yeşil zemin üzerindeki sarı güneş içinde kırmızı yıldızlı bayrak altında kendi demokrasisini örgütlemeye, birleşmeye ve kendi kendini yönetmeye çağırırken, bu bayrağı şerefle taşıyacağımı ve Önderlik görevlerimi şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da başarı ile yapmaya devam edeceğimi ifade ediyor, her bahardan özgürlüğe daha yakın olan bu baharda tüm halkımızın, bölge halklarının ve dostlarımızın Newroz’unu kutluyor, selam ve saygılarımı sunuyorum.” 9

Görüldüğü gibi aslında Öcalan, artık devletleşme safhasını başlatan PKK/KCK’nın faaliyetlerinin yeni bir örgütlenme çerçevesinde yürütüleceğini ve kendisinin de buna önderlik edeceğini ilan etmektedir. 

Sözleşmenin içeriği, başlangıç, genel esaslar, temel haklar, özgürlükler ve görevler, genel organlar, parça örgütlenmesi, eyalet-bölge örgütlenmesi, şehir, kasaba ve mahalle örgütlenmesi, köy ve sokak örgütlenmesi, yargı, meşru savunma yükümlülüğü, demokratik eylemler, ekonomik-mali sistem, demokratik örgütlenme sistemi, ortak hükümler ve ek maddelerden müteşekkildir. 

KCK, her ne kadar kendisinin bir devlet örgütlenmesi olmadığını iddia etse de; modern bir devlette bulunması gereken başkanlık makamı ile yasama (Madde 12), yürütme (Madde 13) ve yargı (Madde 27-30) gibi temel organları tek tek düzenlemekte, kuvvetler ayrılığı prensibini tesis etmekte ve müstakil bir silahlı kuvvetler yapılanması (Madde 43) öngörmektedir. Sözleşmede başkanlık 
makamı olarak Öcalan’la özdeşleştirilen KCK Önderliği, yasama organı olarak KONGRA-GEL, yürütme organı olarak KCK Yürütme Konseyi ve yargı organı olarak Yüksek Adalet Divanı, İdari Mahkemeler ve Halk Mahkemeleri olmak 
üzere üç çeşit mahkemeden bahsedilmektedir. 

KCK Sözleşmesi, vatandaşlık bağını ve bu bağın ne şekilde kurulacağını tanımlamakta, vatandaşların temel hak, özgürlük ve görevlerinin neler olduğu hususunda ayrıntılı şekilde hükümler ihdas etmektedir (Madde 5-10). Sözleşme tıpkı bir devlet mali yapısı gibi, mali ve ekonomik düzeni sağlayacak ilkeler tayin etmekte, bu çerçevede sözde vatandaşlara vergi ödevi yüklenmektedir (Madde 10).Sözleşme’de KCK’nın askeri kanadı olarak “Halk Savunma Güçleri”(HPG) adı verilen birliklerden bahsedilmektedir. Terör örgütü, silahlı kanadın isminde savunma terimini tercih ederek uzun zamandır kullandığı savunma söylemine dayanak oluşturmayı amaçlamaktadır.10 
Sözleşme ayrıca meşru savunma yükümlülüğü ve meşru savunma savaşı gibi kavramlar ihtiva etmekte (Madde 31-32), KONGRA-GEL’in savaş ve barış kararı alabileceğini ifade etmektedir (Madde 33). Modern ulus-devlet kavramlarıyla 
vasıflandırılan, üyeleri arasında vatandaşlık bağı kuran, sözde vatandaşlarını yargılama yetkisini elinde tutan, özerk bir mali yapısı olan ve meşru savunmadan bahseden bir yönetim modelinin devlet olmadığını öne sürmek temelsiz bir iddiadır.

Sözleşmede “konfederal demokratik sistem” şeklinde tanımlanan rejim, milliyetçi temeli olmayan, sınırları belirsiz, halkların eşitliği ve özgürlüğüne dayanan sosyalist ve modernite ötesi bir model adı altında, modern ulus-devlet kavramıyla tanımlanmamak istenmiş olabilir. Ancak kurulması vaat edilen bu yeni örgütlenme biçimi hâlâ ulus-devletlerin egemen olduğu mevcut küresel siyasi düzlemde sadece bir ütopyadan ibarettir. Bir halkın tek başına meydana çıkıp, mevcut küresel düzenin aksine post-modern bir “neo-enternasyonalizmi” tesisi mümkün değildir. 

“  Modern ulus-devlet kavramlarıyla vasıflandırılan, üyeleri arasında vatandaşlık bağı kuran, sözde vatandaşlarını yargılama yetkisini elinde tutan, özerk bir mali yapısı olan ve meşru savunmadan bahseden bir yönetim modelinin devlet olmadığını öne sürmek temelsiz bir iddiadır. “


Dolayısıyla KCK sisteminin vaatleri, sözleşmedeki kavramların gerçek anlamları esas alındığında, bir illüzyondan ibarettir. Nitekim KCK, sözleşmede bir taraftan ulus-devletin ötesine geçmekten bahsederken, diğer taraftan dünyadaki bütün Kürtleri “KCK yurttaşı” sıfatıyla Orta Doğu’da kurmayı planladığı devletin yer alacağı coğrafyaya davet etmekte, böylece aslında etnik Kürt kimliğine dayalı modern bir ulus-devletin inşasını hedeflemektedir. Sözleşmenin bu çelişkili içeriği örgütün devletleşme aşamasına geçişi post-modern demokratik değerlerle perdeleme stratejisine işaret etmekte, böylece geçiş sürecinde Türkiye ve dünyada gerekli kamuoyu desteğini kazanmayı hedeflediğini göstermektedir. 


Örgüt, KCK’nın PKK ile irtibatlı terörist bir yapılanma olduğunun ortaya çıkmasıyla ve KCK mensupları 2011’den itibaren yargılanmaya başlayınca özerkliğin tesisine yönelik çalışmaları yürütmek üzere Demokratik Toplum Kongresi’ni (DTK) öne çıkarmıştır. Öcalan’ın talimatıyla kurulan DTK, Temmuz 2011’de Kürtler adına tek taraflı ve yasa dışı şekilde “demokratik özerklik” ilan etmiş, KCK’nın özerklik taktik ara hedefine yönelik yol haritasını uygulamaya yönelik faaliyet göstermeye başlamıştır. Terör örgütü, DTK vasıtasıyla ayrıca demokratik açılımın başlatıldığı dönemde Kürtler arasında gelişen çok sesliliği sivil görünümlü bir çatı altında kontrol etmeyi ve bölge halkının KCK şemsiyesi dışındaki sivil girişimlerini engellemeyi planlamıştır. KCK’nın aksine yasal zeminde hareket edecek şekilde tasarlanan DTK, bölgesel özerkliğin sosyal, ekonomik, siyasal boyutlarının tartışıldığı ve dünyadaki özerk yönetim modellerinin incelendiği çalıştaylar düzenleyerek Türkiye kamuoyunu özerklik düşüncesine hazırlamaya çalışmıştır. Öcalan çözüm sürecindeki İmralı görüşmelerinde DTK’nın bir proto-meclis olduğunu ve (PKK/KCK güdümünde kurulacak özerk bölgede) yerel parlamentoya dönüşeceğini öne sürmüştür. 

KCK sistemi kapsamındaki devletleşme faaliyetlerinin ağırlık merkezi Türkiye (KCK/TM) olsa da proje, başta Suriye (PYD) olmak üzere İran (PJAK) ve Irak’ta (PÇDK) Kürtlerin yoğun olduğu bölgelerde kurulacak özerk oluşumları 
birleştirecek konfederal bir devleti öngörmektedir. Bu konfederal devlet ise sözleşmedeki çerçevenin işaret ettiği üzere Orta Doğu’da Türkiye, İran, Irak ve Suriye topraklarının bölünmesiyle gerçekleştirilebilecek bir projedir. KCK 
hâlihazırda Suriye’nin kuzeyinde PYD adı altında fiili bir yönetime geçiş aşamasındadır. ABD başta olmak üzere Batılı ülkelerin desteği, bölgede ise İran, Esed rejimi ve İsrail’in müzahir tutumu sayesinde PYD’nin ülkenin kuzeyindeki 
varlığının süreklilik kazanması ihtimal dâhilindedir. Kuzey Irak’ta ise KDP’nin yaklaşımı olumsuz olmakla birlikte, bölgedeki en etkili diğer iki siyasi parti olan KYB ve Goran Hareketi’nin PKK/KCK terör örgütüne sıcak baktığı göz ardı 
edilmemelidir. KCK’nın İran’da PJAK adı altındaki varlığı ise taraflar arasında 2011’de yapılan anlaşmadan dolayı şimdilik öncelikler arasında değildir. Ancak gelecekte İran’ın istikrarsızlaşabileceği bir konjonktürde örgütün bu ülkedeki 
bölücü faaliyetlerini de artırabileceği tahmin edilmektedir. 

KCK, Kürtlerin iradesine rağmen örgütün kendi varoluşunun uzantısı olarak geliştirdiği bir projedir. Örgüt bu projeyi Kürtleri temsil iddiasıyla hayata geçirmeyi planlamaktadır. Ancak gerek Türkiye’de gerekse Suriye ve Irak’ta KCK’nın Kürtlerin çoğunluğunu temsil niteliği bulunmamaktadır. Türkiye’de Kürt nüfusun büyük çoğunluğu KCK’nın hedeflediği özerklik ve bağımsızlık fikirlerine soğuk bakmaktadır. BİLGESAM’ın çözüm sürecine dönük toplumsal algıları 
ölçmek amacıyla 2570 kişilik bir örneklemle Mayıs 2013’te gerçekleştirdiği ankette, Kürt kökenli katılımcılar “Türklerle Kürtlerin Türkiye Toprakları Üzerinde Ortak Bir Geleceği Olduğuna İnanıyorum” görüşüne %97,3 oranında destek 
vermiştir. BİLGESAM’ın 2008-2009 ve 2012 yıllarında gerçekleştirdiği benzer anketlerde de Türkiyeli Kürtlerin büyük çoğunluğunun özerklik ve bağımsızlık gibi bir talebi olmadığı ortaya çıkmıştır.11 Suriyeli Kürtlerin de çoğunluğu, 
Türkiye’de örgütün ve örgüte müzahir çevrelerin oluşturduğu kamuoyunun aksine, PYD’yi desteklememektedir. Suriyeli Kürtlerin büyük bölümü özerkliğe sıcak bakmakla birlikte bu özerkliğin PYD’nin tekelinde olmasından rahatsızlık 
duymaktadır. Örgütün Kuzey Irak’taki uzantısı PÇDK ise bölgede oldukça marjinal bir parti konumundadır. PÇDK’nın bölgedeki KDP ve KYB’ye rağmen güçlenmesi beklenmemektedir. 


Çözüm Süreci ve Örgütün “Devrimci Halk Savaşı” Stratejisi PKK/KCK, çözüm süreci kapsamında Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da kendi güdümünde özerk bir yönetimi pazarlıklar yoluyla elde edemezse, Türkiye’ye karşı “devrimci halk savaşı” olarak tanımladığı bir iç savaş çıkarmayı planlamaktadır. Terör örgütü, dağdaki silahlı güce dayalı olarak yürütmeyi planladığı bu iç savaşa aynı zamanda bağımsızlığa giden nihai aşamayı başlatmak maksadıyla hazırlanmaktadır. PKK/KCK böylece 2012 yılı sonlarında başlatılan çözüm sürecini bağımsızlık hedefine doğru ilerlediği bir sürece dönüştürmüş, 
Türkiye’deki devletleşme faaliyetlerini hızlandırırken Suriye’nin kuzeyinde PYD adı altında özerk bir yönetim kurmaya teşebbüs etmiştir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da kendi otoritesini devletin rağmına kurmaya çabalayan örgüt; 
şehirlerarası ana yolları keserek kimlik kontrolü yapabilmekte, devlete bağlı okulları boykot çağrısında bulunmakta, “serhildan” ilan ederek halkı sivil itaatsizliğe teşvik etmekte, kamu ve eğitim binalarını kundaklamakta, halktan vergi adı altında haraç toplamakta, inşaatı devam eden kalekol inşaatlarını engellemekte, korucuları ve sivil giyimli güvenlik güçlerini katletmekte ve güvenlik güçlerine sokağa çıkma yasağı ilan edebilmektedir. Gelinen aşamada terör örgütü, çözüm sürecinde elde ettiği serbestlik sayesinde bölgenin fiili hâkimi gibi hareket etmeye başlamıştır. 

Bu gelişmeler, örgütün silahsızlandırılması amacıyla başlatıldığı ilan edilen çözüm süresi sayesinde KCK projesinin adım adım izlendiğine, bölgede PKK/KCK hâkimiyetinde özerk bir yapıya doğru gidildiğine işaret etmektedir. Geniş 
katılımlı silahlı eylemler dışında bölgedeki tüm faaliyetlerini bilfiil devam ettiren örgüt, demokratik özerkliğin tesisiyle bölgede tek güç olmayı amaçlarken, bağımsızlık nihai hedefini gerçekleştirmeye bir adım daha yaklaşmış olacaktır. Bu hedef doğrultusunda ise “devrimci halk savaşının” en kritik aşamayı oluşturacağı değerlendirilmektedir. Klasik gerilla taktiğiyle sonuç alamayacağı ve her defasında Türk ordusu karşısında mağlubiyete uğradığı sonucuna varan örgüt KCK projesiyle savaşı daha geniş alanlara yaymayı hedeflemektedir. 

KCK operasyonlarında Siyaset Akademileriyle ilgili ele geçirilen belgeler, terör örgütünün dağda silahlı militan yetiştirmek için verdiği gerilla eğitimlerinin kentlerde DTP/BDP’nin teşkilat binalarında verildiğini ortaya çıkarmıştır. 
Dolayısıyla örgütün Siyaset Akademisi adı altında açtığı okullarda verdiği derslerin aslında şehirlerde yeni silahlı kadrolar oluşturma hedefine yönelik olduğu anlaşılmıştır. Fırat Haber Ajansı’nın 25 Ekim 2009 tarihli haberinde, bizzat Öcalan siyaset akademilerinin görevini açıklamaktadır:

“Kürtler için yıllardır akademilerin açılması gerektiğini söylüyorum, onu bile yapmıyorlar doğru dürüst. DTP’nin binlerce, on binlerce kadro yetiştirmesi lazım. Neden yapmıyorlar? Çünkü teorik kavrama düzeyleri buna elvermiyor. 
Başarılı olmak istiyorlarsa, on binlerce insan, kadro yetiştirilmelidir”12

PKK/KCK’nın şehirlerde kadro yetiştirme gayretinin “devrimci halk savaşı” başlatma tehditleriyle birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir. Gerek Murat Karayılan’ın Kandil’den basına yaptığı açıklamalar gerekse KCK Önderlik Komitesi operasyonunda bulunan, Öcalan’ın avukatları aracılığıyla gönderdiği notlar örgütün halkı ayaklandırarak savaşı şehre indirmeyi ve geniş çaplı bir iç savaş çıkarmayı planladığını göstermektedir. Öcalan’ın bizzat kendi beyanları tehlikenin vahametini göstermektedir:

“Savaş başlarsa önceki savaşlardan çok daha farklı olur. Büyük bir iç savaş olabilir. Mesela Batman’da bir günde on bin insan ölebilir. Herkes bunun içinde olabilir, bundan zarar görebilir. 1791 Fransa’daki büyük terör dönemi, 1918 Sovyetlerin kuruluşundan sonraki iç çatışma gibi bir çatışma çıkabilir….Kandil yapabiliyorsa büyük devrimci halk savaşını yürütür. Diyarbakır, Batman’da halkın yüzde sekseni ayağa kalkar, halk savaşı olur.” 13

Çözüm sürecinin başlarında İmralı’daki görüşmelerden sızdırılan tutanaklarda da Öcalan aynı hedeften bahsetmektedir:

“Ne ev hapsi, ne de af bunlara gerek kalmayacak. Herkes, hepimiz özgür olacağız. Şunu bilin ki bu hamlem komployu boşa çıkaracaktır. Ben komployu aşıyorum. Başarılı olursam, Ne KCK tutuklusu kalır ne başkası. Bu olmazsa 50 bin kişiyle halk savaşı olacak. Ölen ölecek, ben karışmıyorum. Yalnız, herkes bilmeli ki, ‘Ne eskisi gibi yaşayacağız, ne de eskisi gibi savaşacağız’.” 14

Örgüt çözüm sürecinin tıkanması, özerklik hedefinin başarılamaması halinde “devrimci halk savaşı” stratejisini devreye sokabilir. Örgütün bu çapta bir halk isyanını başlatması konunun BM ve uluslararası toplumun gündemine girmesine, uluslararası uyuşmazlık çözüm mekanizmalarına müracaat edilmesine yol açabilir. Bu durumda, sorun Türkiye’nin iç meselesiyken, örgütün hedefleri doğrultusunda uluslararası bir meseleye dönüşecektir. Kosova örneğinde olduğu gibi, örgüt Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkından başka bir yolun kalmadığı, ancak bağımsız bir devlet çatısı altında varlıklarını sürdürebileceklerini savunarak ayrı bir devlet kurma hedeflerini gerçekleştirmeyi planlamaktadır. Kobani’ye IŞİD saldırısını bahane ederek, HDP’nin çağrısıyla sokağa inen örgüt taraftarlarının birçok şehirde günlerce ortalığı savaş alanına çevirdiği, onlarca insanın ölümüne, yaralanmalara ve binden fazla kamu binasının yakılmasına neden olduğu olayların15 bu açıdan bir nevi prova olduğu gözlemlenmektedir. 

Çözüm sürecinde KCK tutuklularının serbest bırakılmasıyla şehirdeki örgütlü yapısını güçlendiren örgüt, Kobani eylemleriyle halkı sokağa dökerek büyük eylemler yapabilecek güçte olduğunu göstermek istemiştir. Bu eylemleri terör 
örgütünün hükümete karşı verdiği bir gözdağı olarak yorumlamak mümkündür. Bundan sonraki süreçte de örgütün, sıraladığı taleplerin gerçekleştirilmesi ve hükümetten yeni tavizler koparmak için benzer girişimlerde bulunabileceği 
beklenmektedir. 

Hem demokratik özerkliğe hem de kurmayı planladığı bağımsız devlete uluslararası camiada destek bulmak ve meşruiyet sağlamak üzere örgüt ve siyasi uzantısı halkların kendi kaderini tayin hakkını ileri sürmektedir.16 Murat Karayılan Kandil’den yaptığı açıklamalarda, Selahattin Demirtaş ise bazı konuşmalarında Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkının varlığını zikretmiştir. Nitekim Öcalan da KCK Sözleşmesi’ nin ön sözünde, ulusların kendi kaderini tayin hakkını, “siyasi sınırları esas almadan ve sorun yapmadan her halkın kendi demokrasisini kurma hakkı” olarak anladığını ifade etmiştir. Terör örgütünün siyasi uzantılarıyla eşgüdüm halinde Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkına yaptığı bu referanslar rastgele değildir.

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder