Ahmet Necdet Sezer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ahmet Necdet Sezer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Kasım 2017 Pazartesi

28 ŞUBAT'IN SAVCISI BENİM, BİR TEK BENİM İFADEME BAŞVURULMADI BÖLÜM 1

28 ŞUBAT'IN SAVCISI BENİM, BİR TEK BENİM İFADEME BAŞVURULMADI. BÖLÜM 1



Eski Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş, Hülya Okur'a konuştu: '5 yıl içinde Türkiye fiilen bölünür...En ürktüğüm şey, gizli tanık...Fethullah Gülen benimle helalleşmek istedi...Şimdi Başsavcı olsam parti kapatmam...Örtünmeyen Türk kadını kamudan dışlanacak...28 Şubat, İslamcıları hizaya getirdi'

18 Şubat 2013 Pazartesi

"O, Ateşle oynayan bir Ateşbaz...O, halifeliğe getirilince "Doğru yoldan saparsam beni kılıçınızla düzeltin" diyen Ömer'e kulak veren kişi...O, güneşi garba döndürmeye çalışan biri...O, adaletten ayrılmadan diyanetini bulan bir mutemed...O, vurmadan almayı, savaşmadan galip olmayı isteyen bir hukukşinas. Vural Savaş sizlerle..."

“BEN DİNİ ÇOK İYİ BİLEN BİR BABANIN EVLADIYIM”

“Vural Savaş kalmaya devam edeceğim. Ali Savaş’ın oğlu olduğumu hiç unutmayacağım.” demiştiniz. Babasının oğlu Vural nasıl bir çocuktu?

Ben dini çok iyi bilen bir babanın evladıyım. Ama baskı denilen şeyi hiç hissetmedik. Annem en çağdaş kadınlardan biriydi. Babamın onun giyimini, kuşamını eleştirdiğini hiç görmedim. Çok koyu bir Demokrat Partiliydi. Fakat en rahat tartışmaları babamla yapmışımdır. 

“BABAM ADNAN MENDERES’İN RESMİNİ DUVARA ASINCA, BEN DE İSMET İNÖNÜ’NÜN ASTIM”

O kadar ki, babanız oturma odasına Adnan Menderes’in resmini asmış, siz de gitmişsiniz misafir odasına İsmet İnönü’yü asmışsınız. Bu rekabet, ikinizin de resimleri bulundukları yerden indirmenizle sonuçlanmış.

Baktı baktı, “Ben Menderes’in resmini kaldırırsam, sen de kaldırır mısın?” dedi, “Ben senin yüzünden astım” dedim, ikimiz de indirdik. Ama daima fikirlerini mertçe söyleyen biriydi. 

“DOĞRU BİLDİKLERİNİ YAPMAYI BABAMDAN ÖĞRENDİM”

“YATALAK OLDU BABAMA BEN BAKTIM, CENAZESİNİ YIKADIM”

“DİNDAR OLMADAN DA TEMİZ İNSAN OLUNABİLİYORMUŞ”

Siyasi fikirlerinizin oluşumu babanızın siyasi fikrine duyduğunuz tepki ile mi ortaya çıktı? Genelde oğullar babaları gibi düşünür, siz için neden böyle olmadı?

Değil. Bir anımı anlatayım. 1950 seçimleri yaklaşıyor. Mahallemizin ileri gelenlerinden, koyu CHP’li Kazım Efendinin evindeyiz, biz çocuklar ders çalışıyoruz. Kazım Efendi babama dedi ki: “Bu seçimlerde CHP kazanacak.” Babam hemen geldi, bizim masadan mürekkebi aldı, Kazım Efendinin salonunun duvarına serpti. “Dediğin çıkarsa ben bu evi badana yaptırıyorum, yoksa bu yanlış teşhisinin sonucuna katlan” dedi. Demek istediğim hiç kimseden çekinmeden doğru bildiklerini yapmayı babamdan öğrendim. Babam kadar hayatta kimseye saygı duymadım. Yatalak oldu, ben baktım. Öldüğünde yıkama yerinde ben vardım. Babamla hiçbir meselemiz olmadı. Bir gün bana şunu söyledi: “Sen benim dünya görüşümü çok etkiledin, ben çok koyu dindar olmayan kimselerin ahlaksız olacağına inanıyordum, kendi gençliğimi de hatırlıyorum, ben senden temiz insan görmedim. Anladım ki çok dindar olmadan da temiz insan olunabiliyormuş” Anılarımda bunu yazmadım ama… 

“ŞERİATÇILARIN EN BEĞENDİKLERİ HAKİM: HAŞİM KILIÇ, EN BEĞENDİKLERİ SAVCI: ZEKERİYA ÖZ”

Evet biliyorum hadiseyi…Anılarınızı yazacağınızı öğrenince ablanız Ülker Varol sizi uyarmış ve demiş ki: “Hatırladıkça ağladığımız anne babamızı sen bile doğru dürüst anlatamazsın. Bırak hatıralarımız sadece ikimizin ruhunda yaşasın” görünen o ki bu karara uymuşsunuz.

İki bakımdan kız kardeşime hak verdim. Şu anda hem bölücülerin hem dini siyasete alet edenlerin en beğendikleri Hakim, Haşim Kılıç. Ama hukukçu bile değil. En beğendikleri Savcı da, Zekeriya Öz oldu. Bölücülerin, şeriat yanlılarının en beğenmedikleri Savcı ben olmuşumdur. Ama onlar da biliyor ki, ben görevimi yaptım aslında. Ama onlar görev yapan, Cumhuriyetimize sahip çıkan bir Savcı istemezler hiçbir zaman. Ben bunların bilincindeyim ama size şunu söyleyeyim: Eğer ben sıradan, şu 4 yılımı doldurayım ayrılayım icraatı yapsaydım, çevrem itibariyle bana verilen değer (Mesut Yılmaz’dan, Deniz Baykal’a kadar) çok daha fazla olur, politikada da epeyi yer tutan bir insan olabilirdim ama şimdi öyle bir talebim yok, onu kendi elimizle kapattık. Beni bütün hayatım boyunca en taktir eden insan kim diye sorsanız, ben “Deniz Baykal” derim. Ve ben “Atatürk’ün kemiklerini sızlatan parti, CHP” diye bir kitap yazıyorum ve Deniz Baykal’ı da eleştirdiğim kısımlara çok yer veriyorum. Elimizden geleni yaptık ama ileride ne kadar haklı olduğumuz daha iyi anlaşılacak da bana göre iş işten geçti artık. 


“BAŞSAVCI İKEN İMPARATOR GİBİYDİM”

“BİR TEK KİŞİNİN GÖREV YERİNİ DEĞİŞTİRMEDİM”

Türkeş de hakkınızı teslim etmiş: “Sen hakiki bir vatan evladı imişsin. Cumhurbaşkanına senin seçilmeni istediğimi söyledim” demişti. Türkiye tarihinde bir ilk olarak Hakimlik yaptıktan kısa bir süre sonra Yargıtay üyeliğine seçildiniz. Sağlık Bakanlığında memur iken devlet sektöründe en iyi parayı nereden alırım araştırması yaptınız ve stenograf oldunuz. Recai Seçkin’in yardımcısı oldunuz, bir sürü teklifler aldınız bunlardan biri Baykal’ın beraber avukatlık yapmak istemesiydi ama hiçbiri her gün binlerce hastanın geldiği hastane gibi olan Yargıtay hayalinizin önüne geçemedi. Bu hayal uğruna vazgeçtiklerinize, yaşadıklarınıza değdi mi?

Değdi. Başsavcı oldum. 120’nin üzerinde birinci sınıf Savcı yardımcım vardı, bütün ceza dosyaları…Ve siz imparator gibisinizdir. İlk inceleyip, tebliğname denilen bir belge ile göndeririz ilgili daireye. Bir de ilgili dairede 5 kişi karar verir, sizin görüşünüze bağlı değil ama yüz binlerce ceza dosyasında her ceza dairesinden verilen karara itiraz hakkım vardı. Karar düzeltme tekeli bir tek Başsavcıdadır. O 120 Savcı, onama isteyeceksin dersem öyle yazmak zorundalar, bozma isteyeceksem öyle. Günde aşağı yukarı 40-5, dosyayı aramızda müzakere ediyoruz. Şevket Kazan zamanında gelmiş olanlar da vardı, ben inanın bir tek kişinin görev yerini değiştirmedim. Bir tek kişiyi buradan alın, demedim. Bir tek Savcıya da, vicdanının dışında bir şey düzenlettirmedim. Ama parti kapatma iddianamelerini istesem yardımcılarımdan birine yazdırabilirdim. Hepsini kendi imzamla yazdım. Ve hala hangi görüşte olursa olsun, orada görev yapanlar, o devre “altın dönem” derler. Ahmet Gündel olayını anlatayım. Sık sık da televizyona çıkıyor. Bir Reşat Petek bir de bu. Bir baktım bir gün Radikal Gazetesine makale yazmış: “ Vural Savaş emir verdi, brifinge gidin dedi, ben gitmedim” açtım telefonu, “Ahmet biliyorsun ki, tüm arkadaşlar görevden alınman için ricada bulundu, ben onlara dedim ki, gittiği yerde aynı şeyi yapacak kalsın, artı, brifingden önce ben 15 gün Çin’deydim, cep telefonu yok” brifing var diye bir yazı gelmiş, yeminle benim brifingden haberim yok, iki gecede saat değişikliği nedeniyle hiç uyumamış mıyım? geldim ki herkes brifinge gidiyoruz, diyor. Ben bir dava açmışım, bu konularda yargıya brifing veriliyor, insan merak etmez mi en azından? Ben görevim gereği oraya gitmek durumundayım. Ahmet Gündel’e: “Peki kardeşim benim haberim olmadığı halde, Vural Savaş emir verdi diyorsun, peki sen gitmemişsin, gitmediğin için seni eleştiren biri mi oldu, ayıp değil mi böyle şeyler, emekli de olmuşsun” dedim, ağzını açıp gık diyemedi. 



“ KIZLARIM CHP KİTABIMI ELEŞTİRDİLER ”

“ EŞİM SENİ SEVMEYEN TEK CHP’Lİ VAR MI? DİYE SORDU ”

“ BEYİN CERRAHI OĞLUM, PARTİ KAPATMAKLA BU İŞLERİN DÜZELMEYECEĞİ GÖRÜŞÜNDE ”

Kendisinden hiçbir şey gizlemediğiniz 37 yıllık bir eşe sahipsiniz, Nermin Hanım. Alev ve Zeynep isminde kızlarınız olduğunu biliyorum. Bir de Beyin Cerrahı profesör oğlunuz var…Onlar mücadeleniz sırasında kendilerini hiçe sayılmış, ötelenmiş hissettiler mi?

Çocuklarım genellikle politikadan haz etmeyen, kendi hayatını yaşayan aydın kişiler. Çocuklarımın eleştirisi şöyle oldu. ‘Atatürk’ün kemiklerini sızlatan parti CHP’ kitabını yazdığımı öğrenince bir gün eve geldim. İki kızım gayet heyecanlı. Baba sana bir şey söyleyeceğiz, dediler. “Böyle bir kitap yazıyorsun. Allah aşkına arkadaşlarımızın en az yarısı koyu CHP’li, bizi sıkıntıya sokacaksın” onun üzerine eşim söz aldı: “Ya Vural bak, bölücü bir partiyi kapattırdın, iki kere irticai faaliyetlerde bulunan partiyi kapattırdın. Peki şu Türkiye Cumhuriyetinde seni sevmeyen tek CHP’li var mı, şöyle bir kitap yazmakla iyi mi yaptın?” Dedim ki: “Nermin, siyasi partilerden CHP bana göre Atatürk’ün mirasını ülke bütünlüğünü korumada en etkin olabilecek bir parti ama Atatürk’ün ölümünden sonra çok büyük hatalar yapılıyor ve bugünlerde yaşadığımız sıkıntıların baş nedeni de bu, bunu benden başka kimse de yazamaz, ben bu kitabı yazacağım” Öyle olmuştur ki Beyin cerrahı profesörü oğlumun fikrine göre, yazmakla, çizmekle, parti kapatmakla bu işler düzelmez. Onun görüşüne göre Türkiye’nin büyük ve çağdaş hamleler yapması biraz zor. Bu tip eleştirileri daima yapmışlardır. Ve tabi daima bir heyecan içinde yaşadılar. 

“ EŞİM SABİH KANADOĞLU GİBİ KONUŞMAMI İSTEDİ AMA ONUN EVİNDE ARAMA YAPILDI ”

“ EŞİM BENİ HEM ELEŞTİRİR HEM DE İTİDALA DAVET EDER ”

Televizyon programlarında benim kitabın ortasından fazla konuşmam, belli çevreleri de rahatsız edeceğini bildiğinden daima huzursuz etmiştir. Bir gün beni karşısına aldı, “Bak Vural, Sabih Kanadoğlu da Başsavcılık yaptı, bak adam çıkıyor tane tane anlatıyor, Allah aşkına sen bir konuştun mu ortalığı ayağa kaldıracak şeyler söylüyorsun, biraz sakin ol” dedi. Ne zaman ki Sabih Kanadoğlu’nun evinde arama yapıldı, bize bir şey yok(kahkahayı basıyoruz) o zaman anladı ki onların anladığı lisan buymuş…Bunu Sabih Kanadoğlu’na da anlattım. Beni en çok eleştiren, yeri geldiğinde itidala davet eden Nermin olmuştur.

“GÖREVİM SIRASINDA TEK BİR ASKER BENDEN BİRŞEY İSTEMEDİ”

Anılarımda da yazdım. Refah partisi kapatma iddianamesini bitirdim; Şevket Kazan iade etmiş, ben 3 gün eve kapanmışım, bir iddianame hazırlamışım, daktiloya yazacağım, size şerefim üzerine yemin ediyorum, bittiği ana kadar eşim dahi kitap yazıyorum sanmış. Birden aklıma geldi, iktidardaki bir parti kapatılsın diye bir dav açılıyor, Demirel beni seçmiş bu göreve getirmiş, bir istişare yapsak mıydık dedim, gece uykum kaçtı ve sonra düşündüm ki, açma dese de açacağım, bu sefer daha büyük saygısızlık olacak diye düşündüm. Törenlere katılmıyorum ki, Cumhurbaşkanı ters bakarsa diye. Ne zaman ki Kurtul Altuğ bir programa çıktı, çok güzel değerlendirmeler yaptı, bana o zaman cesaret geldi. Ve şu söylediğime kimse inanmayacak: Birinci ceza dairesi üyesiyim, adam öldürmeye, yaralamaya bakıyoruz, Muzaffer Başkaynak da Mili birlik Komitesinin hukuk danışmanı Tümgeneral. Ve çok etkili bir adam. Beni ziyarete geldi, yeğeni birini öldürmemiş, bıçaklamış da, öldürmeye teşebbüsten mahkum etmişler, “Vural bey yapan yeğenim ama bu yaralama mahiyetinde” dedi, yaralama dense ceza az…dosyayı okumamı istedi, asker olarak bir tek onun dosyası önüme geldi ama sonuçta öldürmeye teşebbüs onaylandı. Başsavcıyım, bütün dosyalar önümden geçiyor, bir tek askerden bir tek talep gelmiyor, merak ettim. 9.ceza üyeliğini yapmış Mehmet Uygun’a( benim tanıdığım en dürüst insanlardan biri) bir gün gittim, “Ya Mehmet Bey, bunca örgüt suçuna baktım, bir tek asker bir tek dosya hakkında sana bir şey söyledi mi, ben merak ediyorum” dedim. Herhangi bir dosya hakkında haksızlığa uğradığını söylemek için politikacılar gelir, avukatlar gelir ama herhangi bir dosyada, herhangi bir askerin bir şey söylediğine şahit olmadım. AKP’nin kapatılmaması için bir oy gerekiyordu ya, kurulda iki asker üye var, ikisi de “Kapatılmasın” diye oy kullandı. 

“EN GÜZEL YARGITAY ÜYELERİ DEMOKRAT PARTİ ZAMANINDA ADALET BAKANI TARAFINDAN SEÇİLDİ”

Mahsun-i Şerif’ten hiç beklemediğiniz bir mektup aldınız. Kendisi ülkeyi tehlikeye sokanlarla verdiğiniz mücadeleden bahsetmiş, Peki bu mücadelenin bir başka örneği neden yok, sizin kaygılarınız gerçek olsaydı, AKP ile durum daha da vahamet arz etmez miydi? Zaferinizi AK Parti gölgeledi diye düşünüyor musunuz?

Hukukçuluğun en zor tarafı da budur. Önünüze gelen meselede hukuka uygun bir karar vermek zorundasınız. Yasa kötüyse Anayasa değiştirilir ama bir yandan Anayasa diyecek ki, “Yasama-Yürütme-Yargı gerçek tüzel kişileri Anayasa Mahkemesi kararı bağlar” Anayasa Mahkemesi de ne diyor: “Türbanlı eğitim üniversitelerde laikliğe aykırı” O zamanki yasaya göre, YÖK’ün buna izin veren rektör hakkında soruşturma yetkisi var. Şimdi yasaya uyan kişilere, “Sen demokrat davranmadın” deniyor. Bu kararı veren Anayasa Mahkemesi. Biliyor musunuz, en güzel Yargıtay üyeleri Demokrat Parti zamanında Adalet Bakanı ile seçildi, o bahsettiğim Recai Seçkin’leri…

“AKP, MUHALEFET PARTİSİ OLSAYDI, BALYOZ GİBİ DAVALAR GÜNDEME GELMEZDİ”

“İKİNCİ TUR OLSAYDI, ERDOĞAN VE MELİH GÖKÇEK BAŞKAN OLAMAZDI”

Sizce demokrasinin önündeki en büyük engel askeri vesayet değil mi?

Bence demokratikleşmemizin ve askeri müdahalenin temel nedeni, siyasilerimizin hiçbir zaman halkın gerçek oyunun meclise yansımasını istememeleridir. Çok partili hayata geçtiğimizde, ekseriyet sistemi vardı. İstanbul’da bir milyon seçmen var diyelim, bir parti 4999 oy alsa, diğer parti 1 oy fazla alsa tüm milletvekillerini alıp götürüyordu. Bunun sonucu olarak, Demokrat Parti hak ettiğinin çok üzerinde kişi ile temsil edilmiştir. 1957 seçimlerinde muhalefetin aldığı oy, Demokrat partinin aldığı oydan fazlaydı. Demokratik bir seçim sistemimiz olsaydı, halkın oyu meclise tam yansısaydı, 1957’de iktidar değişikliği olacaktı. 27 Mayıs ihtilalının şartları ortadan kalkmış olacaktı. Avrupa’da baraj, %7 civarında, en fazla %5. Bizde böyle bir seçim olsaydı, mesela AKP, tek başına iktidar oldu ve anayasayı değiştirecek çoğunlukta meclise girdi, halbuki baraj %7 bilse olsaydı, barajı geçen CHP, AKP'nin yanında Genç Parti, DYP, MHP de barajı geçecekti, AKP muhalefet partisi olarak kalacaktı. Hem tek başına iktidar oldu hem anayasayı değiştirecek derecede güçlendi. AKP, muhalefet partisi olsaydı, Balyoz gibi davalar gündeme gelecek miydi? Veya Avrupa’nın her ülkesinde %50’den fazla oy almadan Belediye Başkanı olamazsınız. Ama birisi %49’da bile kalsa, ikinci tur en çok oy alanlar arasında yapılır. Peki Recep Tayyip Erdoğan, Melih Gökçek %50 oy alarak mı Belediye Başkanı oldular? Melih Gökçek’in, Erdoğan’ın seçildiği seçimlere objektif bir gözle bakarsanız, ikinci tur yapılsaydı, bunların Belediye Başkanı olmalarına imkan yoktu. 

"ANAYASA MAHKEMESİ KARARINA UYANLAR SUÇLU GİBİ GÖSTERİLİYOR"

Demokratikleşmede ikinci engel, siyasilerimizin Anayasal düzene, hukuk devletine herhangi bir şekilde riayet etmemeyi alışkanlık haline getirmesi. Anayasa: “Yargı kararları; yasama, yürütme, yargıyı bağlar ama Anayasa Mahkemesi kararları yasama, yürütme, yargı yanında gerçek ve tüzel kişileri bağlar” diyor. Tartışılabilir ama Anayasa Mahkemesi bir karar vermiş. Türban hakkında, özel hayatınızda istediğiniz gibi giyebilirsiniz ama üniversitelerde bu şekilde öğrenim görülmesi Anayasamızın laiklik ilkesine aykırı, diyor. Anayasa Mahkemesi böyle bir karar verdikten sonra bir YÖK Başkanının, bir üniversite rektörünün “Ben bu kararı dinlemiyorum, bu kıyafetlerle eğitim yapabilirsiniz” deme hakkı yok. Ama Türkiye o hale geldi ki, Anayasa Mahkemesi kararına uyanlar suçlu gibi gösteriliyor, uymayanlar serbest. Eski YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’ın, “Bu karara uymayın” demesi bile suç. Ama Türkiye o hale gelmiş ki, böyle suç işleyen kişi hakkında takibat yapılamıyor, hatta Büyükelçi yapılıyor, bu kararın gereğini yerine getirenler sürülüyor…Anıtlar Kurulu: “Taksim’de kışla yapılması uygun değil” demiş. Recep Tayyip de, “Biz de bu kararı reddediyoruz” diyor vs…

"SEÇİM SİSTEMİMİZ DEMOKRATİK DEĞİL"

Şu anda Tevhid-i Tedrisat kanunu Anayasamızda yer alıyor ama uyan yok. Tamam değiştirmek mümkünse değiştirirsiniz. Anayasa Mahkemesi istedikleri gibi oluştu şimdi. Türban konusunda, Anayasa Mahkemesinin kararı hala yürürlükte iken ve de üstelik Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince haklı bulunmuşken, buna uymamak, hukuk devletinin gereklerini yerine getirmemek demektir. Mesela Arkansas Eyaletinde bir yasa çıkartmışlar, aynen bizim imam hatip mekteplerindeki uygulama gibi. “Okullarımızda hem evrim teorisi okutulsun, hem de yaradılış bilimi…Adem ile Havva’dan geldik, ikisini de çocuklarımız öğrensin” şeklinde. Dava açılıyor, mahkeme sonuçta diyor ki: “Bu tip laikliği ilgilendiren konularda kamuoyu, halkın çoğunluğu böyle istiyor gibi şeylerle karar verilemez” Bilim heyeti kurulmuş, dünyanın bir günde yaratılması, Adem ile Havva bilimsel kıstaslara uymuyor diye yasanın yürürlüğünü ortadan kaldırmış. Devlet okullarında dua okutuluyormuş, Yüksek Mahkeme bunun anayasamıza aykırı olduğunu söylemiş. Ondan sonra Amerikan Mahkemeleri, “Biz bu kararı dinlemiyoruz” tutumuna girebilirler mi? İtalya’da okullarda haç bulunmuş, laikliğe aykırı diye Mahkeme kaldırmış. Oranın Belediye Başkanı demiş ki, “Ben de gidip en büyük meydana bu haçı dikeceğim” demiş. Ama okullara koyacağım, diyemez. Karşılaştığımız sorunların temelinde, seçim sistemimizin demokratik olmaması, halkın iradesinin meclise tam yansımaması var. Böyle bir ülkeye “Demokratik bir ülke” denemez. Barajı geçme durumundaki partilerin de bu seçim sisteminin kalıcı olması için elinden gelenleri yapmaları ve hukuk devletinin gereklerinin yerine getirilmemesi. 

“REFAH PARTİSİNİN KAPATILMASI, AVRUPA İÇTİHADI HALİNE GELDİ”

Yüksek Mahkeme Başkanı dahil herkes “AİHM’nin kararlarını göz önünde tutalım” diyor. Tutalım da, turban konusunda AİHM, Türkiye’nin uygulamalarını haklı bulmamış mı? Refah Partisinin kapatılmasında, 1’e karşı çok büyük çoğunlukla AİHM haklı gördü. Üstelik İspanya’da Herri Batasuna’nın partisinin kapatılmasını haklı bulduğu gibi, kapatılması kapsamında 8-9 yerde Refah Partisi kapatma davasına atıf yapıyor. Refah partisinin kapatılması, Avrupa İçtihadı haline geldi. 

“ İSVİÇRE YÜKSEK MAHKEMESİ, ÖĞRETMENLERİN DERSLERE İSLAMİ GİYSİLERLE GİRMESİNİN YASAKLANMASINDA, ÖNEMLİ DERECEDE KAMU YARARI BULDU ”

Anılarım kitabında da, Devrimci Hukuk kitabında da Atatürk’ün eşinin baş örtüsünü çıkartması durumunu açıklıyorsunuz. Atatürk’e, “Niçin evlendin?” sorusu sorulduğunda verdiği cevabı yinelemişsiniz. Türban’ı laikliği etkileyen tarafının modernize olma şansı yok mu? Çağımıza uyarlanmış bir türban şekline tamamen mi karşısınız?

Biz hukukçuyuz. Herşeyden once Anayasamızı göz önünde tutmamız gerekir. Anayasa Mahkemesi, günlük hayatta hiç bir zaman turban takılamaz, dememiş. Atatürk’ü anlatırken bu kadar önemli bir konuda Atatürk’ün ne dediğine de bakmak lazım. Erzurum Kongresi devam ederken, sabaha karşı Mazhar Müfit Kansu’yu çağırıyor, yaz diyor, 1-Cumhuriyet ilan edilecek, 2-Tesettür kalkacak, 3-Latin harfleri gelecek…vs Türban tartışması, üniversitelere girip girmeyeceği hususunda yapılmıştır. Bu konuda çağdaş hukuka da bakmak lazım. İsviçre’de meşhur Dahlap kararı var. İsviçre’de bir bayan öğretmen, “Benim inancım böyle, ben derse türbanla girmek istiyorum” diyor, idari makamlar yasaklıyor, bunun üzerine İsviçre Yüksek Mahkemesine gidiyor. İsviçre Yüksek Mahkemesi kararında: 

1-Bayan öğretmen estetik bir nedenle değil, aksine dinsel zorunluluk olduğu için böyle giyinmektedir, bu tür giysi kuvvetli dinsel simge oluşturmaktadır. 

2- İsviçre Anayasası okullarda dinsel yönden yansız bir öğrenim yapılmasını emretmektedir. 

3- Mahkememiz bu öğretmenin inancı yüzünden işinden olabileceğini de göz önünde tutmuştur ama öğretmenin dinsel açıdan yansız, nötr öğrenim sağlanmasında aktif katkıda bulunma zorunluluğu ağır basmıştır, öğretmen kendi dinsel görünüşünü sergilemekten kaçınmak zorundadır. 

4- Mahkememiz idari merci, Müslüman bayan öğretmenin derslere İslami giysilerle girmesinin yasaklanmasında “önemli derecede kamu yararı” bulunduğu görüşünü onaylamaktadır.” diyor. 

“KADIN, TÜRBAN TAKMAKLA, ERKEK KARŞISINDA İKİNCİ PLANA DÜŞMEKTEDİR.”

Bu kararı AİHM’e götürüyorlar. AİHM, bizim söylediklerimizin çok ötesinde inanılmaz bir karar veriyor: 1-Kadın, türban takmakla, erkek karşısında ikinci plana düşmektedir. Türbanlı kadın, kendisini cinsel bir varlık olarak görmekte, kendisini erkekten türban yoluyla koruyacağını düşünmekte, bu da kadın-erkek eşitliğini bozmaktadır. 2- Kaldı ki türban takarak, kamuda dini bir işaret gösterilmek istenmektedir ki, bu kamu hukukuna aykırıdır. 3- Bayan öğretmen türban yoluyla öğrencileri dini telkin altında tutmaktadır, oysa çocukları dini telkinden korumak gerekir.

Anayasamızın insan haklarını ilgilendiren 90.maddesi de değişti. “Bir çatışma varsa milletlerarası sözleşme daha üstün tutulur” diyor. AİHM ve bu mahkemenin yargı yetkisini kabul etmişiz. Bu konudaki kararları yok farz edemeyiz. AİHM aksine karar verirse, yorumlarımızı ona göre yaparız, kararı eleştirebiliriz, fakat hiçbir şekilde bunu uygulamayalım yolu, Anayasayı ihlaldir, hatta parti kapatma nedenidir. Refah ve Fazilet Partisinin kapatılmasının sebeplerinden biri bu olmuştur.

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.



***

22 Kasım 2015 Pazar

SURİYE KRİZİNDEKİ İÇ DİNAMİKLER İŞİD - ÖSO - PYD ve SURİYE TÜRKMENLERİ'NİN DURUMU 2



SURİYE  KRİZİNDEKİ İÇ DİNAMİKLER  İŞİD - ÖSO - PYD ve SURİYE TÜRKMENLERİ'NİN DURUMU 
2





ABD’nin Irak’ı İşgal Etmesinin Türkiye’deki Yansımaları 


ABD’nin Irak’ı işgaliyle birlikte başlayan süreçte 23 Mart 2003 tarihinde 
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, televizyondan Ulusa Sesleniş konuşmasında, Irak savaşının olmaması için Türkiye’nin elinden geleni yaptığını, savaşın direkt içinde olmamasına karşın Türkiye’nin hemen yanı başında cereyan eden olaylardan ciddi bir şekilde etkilendiğini belirterek, “Türkiye güvenliğini ve çıkarlarını en ciddi biçimde koruyabilecek güce sahiptir. Ne toplumsal ne de askeri ve ekonomi alanında yanlış yönlendirmelerle zaafa uğratılamaz” demiştir. 254 ABD’nin Ankara Büyükelçisi Robert Pearson, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Uğur Ziyal ve Büyükelçi Deniz Bölükbaşı ile bir araya gelmiş, görüşme sonrası gazetecilere bir açıklama yapan Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül, ABD ile koordinasyon çerçevesinde görüşüldüğünü belirterek, Irak’ın toprak bütünlüğü, Irak kaynaklarının tüm Irak halkına ait olduğu, Irak’ı Arap, Türkmen ve Kürtler asli unsurlarının oluşturduğunu ve ABD ile mutakabat içinde olunduğunu söylemiştir.255 

28 Mart 2003 tarihinde ise Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer başkanlığında toplanan Milli Güvenlik Kurulu’nda, Irak’a düzenlenen askeri operasyon, Türkiye-ABD ilişkileri, Kuzey Irak’ta olası gelişmeler ve Kıbrıs’ta gelinen son durum ele alınmıştır. Toplantı sonrası yayımlanan bildiride, Irak’ta meydana gelen gelişmelerin bu ülkeyle aynı coğrafyayı paylaşan Türkiye’nin ulusal çıkarlarını ve güvenliğini doğrudan ilgilendirdiği vurgulanarak “Türkiye askeri operasyon un kısa sürede bölgenin barış, istikrar ve güvenliğini etkileyecek ortamın oluşmasına ve daha fazla can kaybına yol açmayacak biçimde sona ermesini dilemektedir” denilmiştir.256 

Fevzi Uslubaş, ABD’nin Irak’taki hâkimiyet ve çıkar politikasını, Arap Ligi Genel Sekreteri A. Musa’nın deyimiyle “Irak müdahalesiyle cehennemin kapıları 
açılmış, ancak yeniden kapatılması için yeterli bir formül henüz bulunamamıştır” sözleriyle ifade etmektedir.257 


Armağan Kuloğlu’na göre; 11 Eylül’den önce ABD’nin Ortadoğu politikasında esas olan etkenlerin; Batı Dünyasını besleyen petrolün ulaşımını sağlayan yolların ve Basra Körfezi’nin güvenliği ile İsrail’in güvenliğini sağlamak olduğu görülmektedir. Kuloğlu, 11 Eylül saldırısından sonra ABD’nin Ortadoğu 
politikasına etki eden iki boyutun daha ortaya çıktığını ifade etmektedir. Bunlardan ilki Ortadoğu’nun Kitle İmha Silahları deposu haline gelmesini önlemek, diğeri ise gittikçe önemli bir tehdit olarak ortaya çıkan, bölgenin terör kaynağı haline gelmesine engel olmaktır. Kuloğlu, uygulanmak istenen politikanın amacının, Ortadoğu’daki rejimlerine güvenilmeyen devletleri, uluslararası sisteme uygun hale getirmek ve tehdit olmalarını önlemek olduğunu belirtmektedir.258 Veysel Ayhan’a göre ise, ülkede Kitle İmha Silahları’nın gölgesinde petrol pazarlığı yapılmıştır. 

Ayhan ayrıca, ABD’nin Saddam’ı devirmek istemesinin petrol dışındaki bir diğer sebebini, Irak’taki bir etki kaybının domino etkisi yaparak tüm Körfez’e yayılmasını engellemek olduğunu dile getirmiştir.259 Yaşar Onay ise, ABD’nin gerek Irak’ı işgali gerekse de Ortadoğu’da izlediği politikaların altında yatan temel nedenini demokrasi ve insan haklarından çok, petrol ve artık tüm dünyanın da çok iyi bildiği İsrail’in güvenliği olduğunu söylemektedir.260 


Irak’ta Gelinen Nokta 


ABD işgaliyle Irak, ekonomik, siyasi ve toplumsal anlamda hızla bir çöküntüye doğru sürüklenmeye başlamıştır.261 Savaşın resmi olarak bittiği tarih 1 
Mayıs 2003 olarak ilan edilmiş ama gelişen olaylar savaşın bitmediğini göstermiştir.262 


ABD’nin işgalinden günümüze Irak’ta her geçen gün çok sayıda saldırı meydana gelmekte ve başlangıçta çok dar bir alanda düzensiz bir biçimde meydana 
gelen saldırılar genişlemekte ve gerilla savaşı haline bürünmektedir.263 Nihat Ali Özcan, Irak’ta savaş sonrası durumu şu şekilde açıklamaktadır: 

“İşgal güçlerinin savaşın bittiğini ilan ettikleri 1 Mayıs 2003’ten sonra 
Irak’ta kontrolü sağlayamadıkları ve işleyen bir devlet mekanizması kuramadıkları görülüyor. Direnişçilerin palazlandıkları belirli bir güç ve tecrübeye sahip oldukları, gittikçe de kendilerine güvenlerinin geldiğini söyleyebiliriz. Nitekim hedef yelpazesini ve türünü gün geçtikçe zenginleştiriyorlar. Bombalı arabalarla yapılan intihar saldırıları, helikopter düşürmeler, sivil uçaklara füze atışları, tuzaklı bombalar, sabotajlar ve suikastlar bunlardan bazıları. Zaman içinde hedef yelpazesinde de benzer gelişmeler oldu. ABD ve müttefik askerleri, çok uluslu örgütlerin ve devletlerin temsilcilikleri, yeni yönetimde görev alan Iraklı polisler, ABD’nin atadığı yerel yöneticiler, yargıçlar ve Irak Geçici Yönetim Konseyi üyeleri. Direnişçiler her gün biraz daha güçlenerek daha sistemli ve belirli bir stratejik öngörü ile hareket ederek eylemlerini sürdürüyorlar.. Eylemlerde teknik olarak “terör” ile “gerilla” tarzı yaygın olarak kullanılıyor.264 

Bahadır Selim Dilek’e göre; ABD, işgalin ardından Irak’taki politik yapıyı 
dini ve etnik esaslar üzerine şekillendirmiştir. Irak halkını, Şiiler, Sünniler, Kürtler, Türkmenler ve Hıristiyanlar olarak ayırma yoluna gitmiş, politik yapılanmaların da dini ve etnik kimlikler üzerinde oluşturulmasına olanak tanımıştır. İlk dönemde İran faktörünü çok ciddiye almayan ABD, Şiilerin ön plana çıkmasına izin verirken, direnişi organize ettikleri, Saddam yanlısı oldukları gerekçesine dayanarak Sünnileri sistemden dışlamıştır. Ancak dini ve etnik ayırımlar üzerine kurulan politik sistem, bir taraftan Irak’ın parçalanmasına giden sürecin önünü açarken, diğer taraftan da gruplar arası çekişmelerin politik arenadan sıcak çatışmaya taşınmasına neden olmuştur.265 

İşte bu noktada, ABD’deki “iç denetim mekanizmaları” harekete geçmiştir. 
Dönemin ABD Başkanı George Bush, Kongre seçimlerini kaybettikten sonra, 
Savunma Bakanı Donald Rumsfeld’i görevinden almış ve yerine eski CIA 
başkanlarından Robert Gates’i getirmiştir.266 Böylece, ABD’nin Irak politikasında değişime gideceğinin ilk işareti ortaya çıkmıştır. Bunu Irak Çalışma Grubu’nun, kamuoyunda Hamilton-Baker raporu olarak bilinen öneriler dizisinin yayınlanması izlemiştir.267 Fakat şu ana kadar hiçbir girişim sorunu çözmekte başarılı olamamıştır. Zaten 11 Eylül sonrası terörle savaşı başlatan Cumhuriyetçi Parti, Kasım 2008’deki başkanlık seçimlerini Barack Hussein Obama’nın liderliğini üstlendiği Demokrat Parti’ye karşı kaybetmiştir. ABD kamuoyunun seçimini Obama’dan yana kullanması, Bush’un politikalarının desteklemediğinin göstergesi olarak algılanmıştır. Obama seçimlerin ardından yaptığı ilk konuşmasında " Demokrasi, özgürlük, fırsat, umut " gibi ideallerin peşinde gideceklerini söyleyerek barıştan yana olduğunu ifade etmiştir.268 

Özetle ABD işgalinin ardından Irak halkının ABD askerlerini çiçeklerle karşılaması, Washington yönetiminin siyasi, ekonomik ve ticari anlamda 
beklentilerini karşılayacak bir hükümet kurulması, bütün dünyanın gözünde de ABD’nin Irak’a demokrasi, insan hakları ve serbest piyasa ekonomisi getirmesi 
beklenmiş, ancak beklenen olmamıştır. Irak halkı, ABD askerlerini çiçeklerle karşılamadığı gibi ciddi bir direniş oluştuğu da gözlemlenmiştir.269 


Büyük Ortadoğu Projesi  

( ADIM ADIM PETROL BÖLGELERİNİ ELE GEÇİRME SAVAŞI )


Soğuk Savaşın bitmesi, uluslararası ilişkilerde yeni bir dönemi beraberinde 
getirmiştir. Günümüzde, her ne kadar süper güç olma yolunda ilerleyen Çin, Rusya ve AB gibi güç merkezleri olsa, çok kutupluluğa doğru bir gidişin işaretleri gözlenmeye başlansa da halen Amerika Birleşik Devletleri’nin dünyanın tek süper gücü olduğu, dünya düzeninin en azından askeri alanda tek kutuplu yapısını sürdürdüğü geniş kabul görmektedir. Soğuk Savaş döneminde ABD’nin stratejik hedefi Sovyetler Birliği’nin güçlenmesinin önüne geçmek, “yayılmacı siyaset” izlemesini engellemek olmuştur. Bugün ise ABD’nin stratejik hedefinin, Amerikan çıkarlarına ve düşüncelerine hizmet eden uluslararası bir güvenlik ortamı yaratmak olduğu dile getirilmektedir. Merdan Yanardağ, Soğuk Savaş döneminde Amerikan ordusunun görevinin komünizmin yayılmasını önlemek iken, 11 Eylül sonrası ise ordunun görevinin, terörizmi yok ederek, demokratik barış bölgeleri oluşturmak olduğunu vurgulamakta, bunun için de Avrupa, Doğu Asya ve Ortadoğu’nun kilit bölgelerini savunmak ve savaş için gerekli yeni teknolojik dönüşümleri gerçekleştirmenin ordunun temel görevleri arasında yer aldığını belirtmektedir.270 

Ceyda Karan, bu yüzden de Neo-Conların (Yeni Muhafazakârlar) ve Başkan 
Bush’un ilk hedefinin, sistemli bir Ortadoğu projesi oluşturmak olduğunun altını 
çizmektedir.271 

Bu hedefler doğrultusunda ortaya atıldığı düşünülen Büyük Ortadoğu Projesi (BOP), Kuzey Afrika’nın en Batıdaki ucundan Asya Pasifik bölgesine kadar uzanan oldukça büyük bir coğrafi alanı kapsamaktadır. ABD’nin proje kapsamına aldığı ülkeler, küresel güç merkezleri adı verilen ülkelerdir.272 BOP’un sınırları ABD Başkanı Bush’un Ulusal Güvenlik Danışmanlığını da üstlenmiş dönemin Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice tarafından 7 Ağustos 2003 tarihinde The Washington Post Gazetesine yapılan açıklamada “ BOP ile 22 Ülkenin hedef Alındığını ” Söylemesiyle dile getirilmiştir.273  ( DİKKAT  EDİLİRSE  BU ÜLKELER ZENGİN PETROL REZERVİ YATAKLARININ OLDUĞU BÖLGE  ÜLKELERİDİR )

İlk defa Ortadoğu Barış Süreci çerçevesinde Madrid’de Simon Peres tarafından dile getirilen bu proje, SSCB’nin yıkılmasıyla bölgede oluşan boşluğun başka güçler tarafından doldurulması veya “radikal İslamcı” grupların ön plana çıkması endişesiyle Neo-conlar tarafından da benimsenmiştir.274

     Büyük Ortadoğu Projesi’nin gündeme gelişinin arka planında 11 Eylül Saldırıları bulunmaktadır ki, bu saldırılar küresel terörizmin hangi boyutlara 
ulaştığını bütün dünyaya göstermesi açısından da önemlidir. Bir başka önemi de, o güne kadar klasik yöntemlerle yürütülen küresel terörle mücadelenin bir işe 
yaramadığının anlaşılmasını sağlamasıdır. Altuğ Günal’ın altını çizdiği “Sıtmadan kurtulmak için sivrisinekleri öldürmek yetmez; esas olan bataklığı kurutmaktır” 
uyarısından hareketle ABD açısından değerlendirilirse, ABD bu noktada “terörist üreten bataklıklar nasıl kurutulur” arayışları çerçevesinde BOP’a yönelmiştir 
denilebilir.275 

1995 sonrasında askıya alınan proje, Başkan Bush tarafından ilk defa 26 Şubat 2003’de “American Enterprise Institute”de Irak’a müdahale gerekçeleri 
esnasında, Saddam rejimi yıkılarak bu ülkenin de çağdaş demokratik değerleri kazanmaları ve Bağdat’ta kurulması olası demokratik rejimin bölge ülkeleri için 
“domino” etkisi yapacağı beklentileri altında gündeme getirilmiştir.276 Hatem Cabbarlı, bu tarihten itibaren daha yoğun olarak tartışılmaya başlanan Büyük 
Ortadoğu Projesi hakkında değerlendirmelerde bulunan bazı araştırmacıların, Büyük Ortadoğu Projesi’nin daha 1980’li yılların sonlarında, Sovyetler Birliği’nin 
dağılmasının kesinleşmesinden sonra hazırlanmaya başlandığını iddia ettiklerini, ancak bu projenin, “Joint Force Ouarterly (JFO) adıyla “National Strategic Studies” ve “National Defense University” tarafından Amerikan ordusu için çıkarılan derginin 1995 yılı sonbahar sayısında Büyük Ortadoğu (The Greater Middle East) adlı makalenin yayınlanmasıyla resmi bir şekilde açıklandığını ifade etmektedir.277 

Proje, ABD başkanlık seçimi sürecinde (ABD yöneticileri iç politikaya yoğunlaştıklarından) geçici olarak gündemden düşmüşse de, George W. Bush’un ikinci kez başkan seçilmesi ile birlikte yeniden gündemi işgal etmeye başlamıştır.278 Savaştan sonra 6 Kasım 2003’de, bu kez “National Endowment for Democracy” kuruluşunda yaptığı konuşmada Başkan Bush, artık Müslüman dünyasının demokrasi ile tanımlanma vaktinin geldiğini” öne sürerek, bundan böyle terörü besleyen siyasi, ekonomik ve kültürel sorunların da üzerine gidilmesi ve İslam coğrafyasında kurumsal bir yapılanmanın gerektiğini dile getirmiştir.279 Böylece, küresel terörle savaş stratejisi, İslam dünyasına demokrasi, insan hakları ve ekonomik refah getirilmesi amacıyla birleştirilmiştir. Başkan Bush, 20 Ocak 2004’de Kongre’de yapmış olduğu konuşmada, sınırları “Fas’tan Çin’e kadar uzanan büyük Orta doğu coğrafyasında zulüm veumutsuz luk  egemen olduğu sürece” ABD ve müttefiklerini tehdit eden hareketlerin ortaya çıkacağını belirterek, terörü besleyen ortamın değiştirilmesi gerektiğini vurgulamış280 ve proje’nin uygulanması için düğmeye basılmıştır. ABD’nin, G8’ler için “Çalışma Belgesi” başlığıyla 13 Şubat 2004 tarihli El Hayat Gazetesi’ nde dünya kamuoyunun ilgisine sunduğu Büyük Ortadoğu Projesi’nin uygulanma modeli ve hedefleri, Haziran 2004 G8’ler toplantısı ve NATO’nun İstanbul Zirvesi’nde resmen açıklanmıştır.281 

Büyük Ortadoğu Projesi, 21.yüzyıla damgasını vuran kavramlardan birisi olmuştur. Büyük Ortadoğu Projesi, tüm Ortadoğu ülkeleri ile Orta Asya 


Cumhuriyetlerini kapsamaktadır ve temel hedeflerinden bazıları şu şekilde ifade edilebilir: 

1. Bölge ülkelerindeki rejimlerin ve yönetimlerin demokratik nitelik 
kazanması, uluslar arası sistem ile bütünleşmeleri. 
2. Global sisteme yönelik olarak, bu coğrafyadan kaynaklanan tehditlerin ortadan kaldırılması, 
3. Bölge ülkelerinde ekonomik kalkınmanın sağlanması, enerji 
gelirlerine  bağımlılığın azaltılması, halkın refah düzeyinin yükseltilmesi, 
4. Bölge enerji rezervlerinin, üretim alanlarının ve taşıma yollarının 
güvenliğinin sağlanması, enerji arzının ve enerji fiyat istikrarının sürdürülmesi, 
5. Ortadoğu Ticaret Girişimi’nin geliştirilmesi.282 


Soğuk Savaş sonrası dönemde ABD’nin en büyük demokrasi girişimi olarak 
görülen plan Ortadoğu ülkelerinde diplomatik, kültürel ve ekonomik önlemler içermekte; bu bağlamda, Ortadoğu’da siyasi özgürlüğü, kadınlar için eşitliği, eğitim olanaklarını ve dış dünyaya açılma imkânlarını geliştirecek adımların atılmasını öngörmektedir. Bunların yanı sıra Ortadoğu serbest ticaret bölgelerinin oluşturulması, küçük ticari işletmelere yeni mali kaynaklar sağlanması planlanmaktadır. Plan ayrıca, bölgede özgür seçimler, bağımsız medya, okur-yazar bir neslin oluşturulması için hedef ülkelere baskı yapılmasını da öngörmektedir. Yani amaç -ya da ortaya çıkacak durum- Şen’in deyimiyle “demokrasinin dışarıdan ihraç edilmesidir”.283 Çelik ve Gürtuna’ya göre de amaç, ABD’nin istediği, gerçekleşmesi neredeyse imkânsız olmakla beraber, hızlı bir demokratikleşme değildir. Çünkü ekonomik kalkınma ile desteklenmeyen demokratikleşme kısa vadede bölgedeki ABD karşıtlığını körükleyebilir ve bu durumda ABD karşıtlığına yol açabilir endişesi duyulmaktadır.284 

Bu noktada Bahadır Selim Dilek’in tespitleri oldukça ilginçtir. Dilek’e göre, 
Ortadoğu’ya yapılan son büyük müdahaleler yukarıdaki hedefleri açıkça ortaya 
çıkarmıştır. ABD, bu hedeflerine ulaşmak için, Ortadoğu’nun mevcut haritasının son kullanma tarihini çoktan doldurmuş olduğunu kabul etmektedir. Yani, ABD kendi elleri ile – büyük, küçük, genişletilmiş ya da daraltılmış hiç fark etmez – rahatça kontrol edebileceği bütün bir Ortadoğu yaratmak istemektedir. Başka bir deyişle ABD, arada İran ve Suriye gibi çıkarlarını zedeleyecek ülkelerin olmadığı, tamamen emrine amade bir Ortadoğu arzulamaktadır. ABD, karşısında adeta “hipnotize edilmiş bir Ortadoğu” görmek istemektedir.285 


 Büyük Ortadoğu Projesi’nin Yansımaları 


Plan taslağının Şubat 2004’de Londra merkezli El-Hayat Gazetesinde yayımlanmasının ardından Arap Liderler, sert tepkiler göstermişler ve Amerika’nın bu yöndeki çabalarını, “değişim dayatması'” olduğu gerekçesi ile eleştirmişlerdir.286 Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek, planın “hayalci” olduğu yönünde bir açıklama yapmıştır. Le Figaro’ya konuşan Mübarek, “Dışarıdan dayatılan bir girişim insanlar tarafından reddedilir, bütün bölgede anarşiye yol açar. ABD’liler bu tehlikeyi anlayamıyor. Bu sadece Ortadoğu’ya hapsedilemeyip Avrupa ve ABD’ye de ulaşacak olan terörizmin eline koz verir, şayet aşırılık yanlıları kazanırsa demokrasiyi unutabilirsiniz” diyerek projeyi eleştirmiştir.287 Dönemin Filistin Başbakanı Ahmed Kurey ise Filistin sorunu çözülmeden Ortadoğu’da daha geniş demokratik reformlar yapılamayacağını belirtmiştir. Suudi veliaht Prensi Abdullah ile Pakistan lideri Pervez Müşerref de Müslüman ve Arap ülkelere dışarıdan dayatılacak bir reforma karşı olduklarını belirtmişlerdir. Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa, Amerikan girişimini alaylı bir ifadeyle “Sanki Ortadoğu deneme tahtası olacakmış gibi gökten girişim yağıyor” ifadesini kullanmıştır.288 Müttefikleri arasında inanılırlığını ve güvenilirliliğini kaybettiği gözlenen ABD’nin bu yaklaşımının, kaçınılmaz olarak olumsuz tepkileri de beraberinde getirmiş olduğu söylenebilir. 

Serhat Erkmen bu noktada Wallerstein’a vurgu yaparak ABD’nin, 200 yılda kazandığı inandırıcılığını 1960’larda altın rezervini tükettiğinden daha hızlı kaybetmekte olduğunu söylemektedir.289 

Bu proje kapsamında ABD, Ortadoğu ülkelerine “Ilımlı İslam” modeli olarak Türkiye modelini örnek göstermiş ve bu yolla demokratik rejimlerin yayılmasının 
hedeflendiği belirtilmiştir. Ancak ABD’nin Türkiye’yi model gösterirken, bir yandan da reform yapılması gereken ülkeler arasında sayması, planın kendisiyle çelişen yönlerinden bir tanesini ortaya çıkarmıştır. Türkiye’nin “Ilımlı İslam” modeli olarak gösterilmesine Türk yetkilileri ve Türk kamuoyu tepki göstermiş, Türkiye'nin demokratik ve laik kimliğine vurgu yapılmıştır. 

Dönemin Türkiye Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in Nisan 2004’te Harp Akademilerinde yapmış olduğu konuşma da: 

“Ortadoğu tasarısı bağlamında Türkiye'nin konumu ve oynayabileceği rol konusunda son günlerde çeşitli yorumlar yapıldığını görmekteyiz. Bu bağlamda, şu noktayı özellikle vurgulamakta yarar görüyorum: Türkiye, Büyük Ortadoğu tasarısının hedef aldığı ülkeler arasında olamaz. Bunun tersini düşünenler varsa, 
onlara bu anlayışlarını değiştirmelerini öneririm. Laik Türkiye'ye sözde "İslam Cumhuriyeti" tanımlaması getirmek, ya da “Ilımlı İslam” gibi anlamsız nitelemelerle kimi modelleri bilinçaltından benimsetmeye çalışmak yersizdir ve kabul edilemez. Bu öngörünün ardındaki gerçeği saptayabilmek için, Yüce Atatürk'ün söylemiyle “ Ufku görmek yetmez, ufkun ötesini görebilmek gerekir ”. “ Ilımlı İslam ” Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin rejimi olmadığına göre, önce devletimiz için yeni bir rejim öngörüldüğü anlaşılmaktadır.
 “ Ilımlı İslam ” modeli, İslam dinini kabul eden diğer ülkeler için bir ilerleme sayılsa da, Türkiye Cumhuriyeti yönünden büyük bir geriye gidiş, daha açık söylemiyle “ İrticai ” bir modeldir. 

İşin ilginç yanı, bu modelin toplumları demokratikleştirmek için öngörüldü ğünün ileri sürülmesidir. İster “ılımlı”, ister “köktendinci” olsun, din  devleti ile demokrasinin yan yana getirilmesi tarihe ve bilime ters düşen bir yaklaşımdır. Türkiye, rejim seçimini Cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte 81 yıl önce yapmıştır. Bu rejim, Atatürk ilke ve devrimleriyle Atatürk Milliyetçiliği'ne bağlı, laik, 
demokratik, sosyal bir hukuk devleti temelinde biçimlenen aydınlanmacı ve çağdaş bir rejimdir. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesi, coğrafi yönden üniter devlet yapısını, yönetsel yönden laik, demokratik, sosyal, hukuk devletini, siyasal yönden tam bağımsızlık ilkesini, ekonomik, toplumsal, kültürel, sanatsal yönden de çağdaş bir Türkiye'yi hedeflemektedir. Türk Devriminin genel amacı, aydınlanma çağını yakalamak ve Türk toplumunu çağdaşlaştırmaktır. Devrimin temeli, amacına bağlı olarak laiklik ilkesidir. Laiklik ilkesi, Türkiye Cumhuriyeti'ni oluşturan tüm değerlerin temel taşıdır.” 290 sözleri Türkiye’yi “ılımlı 
İslam” modeli olarak değerlendirenlere bir yanıt niteliği taşımıştır. 

Dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök de 20 Nisan 2005’de yaptığı 
konuşmada; 

“Başta ABD olmak üzere küresel aktörlerin Ortadoğu bölgesini terörün 
kaynağı olarak gördükleri ve terör ve demokrasinin bir arada barınamayacağın dan hareketle demokratikleşme üzerinde durmaktadırlar. Bu nedenle Ortadoğu’ya ilişkin projeler geliştirmektedirler. Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi bunlar içinde en kapsamlı olanıdır. Proje 22 ülkeyi kapsamaktadır. Türkiye laik; demokratik, sosyal bir hukuk devletidir. Türkiye ne bir İslam devleti ne de bir İslam ülkesidir. Türkiye’yi model olarak göstererek; nüfusun büyük bölümü Müslüman olan ülkelerin kolaylıkla demokratik bir yapıya dönüşebileceği sonucunu çıkarmak yanıltıcı olabilir. Laiklik süreci yaşamayan, bu deneyime sahip olmayan ülkelerin demokratik bir yapıya kolaylıkla ulaşabileceğini söylemek bir iddiadan öte geçemeyebilir. Laiklik ilkesi, Türkiye’nin kilit taşıdır. Türkiye, bu nitelikleriyle “Türkiye Cumhuriyeti olarak model gösterilebilir. Ancak başka ülkelerin kabul edeceği bir Ilımlı İslam devleti modeline dönüştürmek istenmesi halinde bu yaklaşıma ulusça karşı çıkılacağı asla gözden kaçırılma malıdır.” 291 diyerek projeyi eleştirmiştir. 

Emre Kongar da benzer bir şekilde “Ilımlı İslam” anlayışının Türkiye Cumhuriyeti ’nin temelini oluşturan laiklik ilkesiyle çatışacağını öne sürerek, “Ilımlı İslam” modelinin laik düzenden geriye gidişi gerektirdiğini belirtmiştir.292 

Akademisyen Çağrı Erhan ise BOP’u ve ABD’yi şu şekilde eleştirmiştir: 

“İsmet Paşa, “büyük devletle münasebetler ayı ile yatağa girmeye benzer” dediğinde, dünyada hala iki kutuplu bir düzen vardı ve çeşitli konularda dengelere oynama, manevralar yapabilme dış politika olasılıkları halindeydi. Bugün ise, İmparator Bush’un “ilahi misyonunu” sorgulamaya kalktığınızda bile “çarmıha gerilme” tehdidiyle karşı karşıya kalıyorsunuz. Şer eksenine dâhil edilmeseniz bile, en azından asi devletsinizdir ya da sizden beklenen liderliği 
gösterememişsinizdir”.293 

ABD, Türkiye’yi “ılımlı İslam” modeli olarak gösterme yönündeki tutumunu İstanbul’da yapılacak NATO Zirvesi öncesinde değiştirmiş, Başkan Bush da gerek zirvede gerek zirve öncesi toplantılarda Türkiye’nin laik ve demokratik kimliğine vurgu yapmıştır.294 


254 http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/ayintarihi/2003/mart2003.htm, (30.12.2009). 
255 http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/ayintarihi/2003/mart2003.htm, (30.12.2009). 
256 http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/ayintarihi/2003/mart2003.htm, (30.12.2009). 
257 Uslubaş, 2005: 196. 
258 Armağan Kuloğlu, (2002): 11 Eylül Sonrası Değişen Dengeler Çerçevesinde Türkiye’nin Irak 
Politikası, Asam Yayınları, Ankara: ss. 11-12. 
259 Ayhan, 2006: ss.409-414. 
260 Onay, 2003:107. 
261 Serhat Erkmen, (2006): “Irak Nereye”, Stratejik Analiz Dergisi, Sayı:69, s.16. 
262 Arı, 2005: 718. 
263 Serhat Erkmen, Hasan Mazin, Şükür, S. (2003): “Irak’ta Direniş”, Stratejik Analiz Dergisi, Cilt:4, 
Sayı: 41, s. 22. 
264 Nihat Ali Özcan, (2004): “Irak’ta İstikrar Sorunu ve Türkiye’nin Gözden Kaçan Rolü”, Panorama 
Dergisi, Sayı:1, s. 12. 
265 Bahadır Selim Dilek, (2007): “ABD Irak’ta Çıkış Arıyor”, Cumhuriyet Strateji Dergisi, Sayı:133, s.12. 
266 “Gates’in İşi Zor”, http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=204072, (25.12.2009). 
267 Dilek, 2007: s.12. 
268 “Obama’dan Zafer Konuşması”, http://www.hurriyet.com.tr/dunya/10286495.asp, (25.12.2009). 
269 Bahadır Selim Dilek, (2006): “BOP Irak’ta Çöküyor”, Cumhuriyet Strateji Dergisi, Sayı:123, s.13. 
270 Merdan Yanardağ, (2004): Yeni Muhafazakârlar, Çivi Yayınları, İstanbul: ss.149-150. 
271Ceyda Karan, “Böyle Buyurdu Neo-Conlar”, http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=181878, (18.12.2009). 
272 Osman Metin Öztürk, (2005): “ABD, Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye”, Yorum Dergisi, Sayı: 3, s. 6. 
273 http://www.iraqwatch.org/government/US/WH/us-wh-rice-wp_oped-080703.htm, (25.12.2009). 
274 Fevzi Uslubaş, (2005): İmparatorlukların Bataklığı, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul: s.221. 
275 Altuğ Günal, “Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye”, http://eab.ege.edu.tr/pdf/4/C4-S1-2-M15.pdf, (30.12.2009).
276 http://www.aei.org/speech/16197, (25.12.2009). 
277 Hatem Cabbarlı, “ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi: Kavramı, Anlamı, Amacı ve Türkiye’ye 
Yansımaları”, http://www.azsam.org/modules.php?name=News&file=print&sid=156#_ftn7, 
(30.12.2009).
278 Altuğ Günal, “Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye”, http://eab.ege.edu.tr/pdf/4/C4-S1-2-M15.pdf, 
(30.12.2009).
279Konuşmanın tam metni için bk. http://www.ned.org/events/anniversary/20thAniv-Bush.html, 
(18.12.2009).
280Konuşmanın tamamı için bk. http://www.presidentialrhetoric.com/speeches/01.20.04.html, 
(25.12.2009).
281 NATO Zirvesi’ndeki gelişmeler için bk. 
http://www.nato.int/docu/review/2005/issue4/turkish/art1.html (18.12.2009). Ayrıca bk. Uslubaş, 
2005: 221-222. 
282 http://www.americanprogress.org/kf/middleeastreport.pdf, (30.12.2009). 
283Mustafa Şen, (2008), “Büyük Ortadoğu ve ABD’nin Söylemleri”, 
http://www.stratejikboyut.com/haber/buyuk-ortadogu-ve-abdnin-soylemleri--28360.html, 
(25.12.2009).
284 Serkan Çelik, Anıl Gürtuna, (2005): Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye’ye Etkileri, Global Strateji 
Enstitüsü Yayınları, Ankara: s.17. 
285 Dilek, 2006: 13. 
286 Çelik, Gürtuna, 2005: 65. 
287 Çelik, Gürtuna, 2005: 66. 
288 Cenap Çakmak, (2008), “Bush’un Dış Politikası ve Büyük Ortadoğu Projesi”, 
http://www.bilgesam.org.tr/index.php?option=com_content&view=article&id=162:bushun-dpolitikas-ve-bueyuek-ortadou-projesi&catid=98:analizler-abd&Iltemid=135, (30.12.2009). 
289 Serhat Erkmen, (2004): “ABD, Büyük Ortadoğu ve Türkiye”, Stratejik Analiz Dergisi, Cilt:5, Sayı:52, s.17. 
290 www.belgenet.com/2004/sezer_140404.html (07.02.2008). 
291 Genel Kurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün Harp Akademileri Komutanlığındaki Yıllık Değerlendirme Konuşması, 
http://www.tsk.tr/10_ARSIV/10_1_Basin_Yayin_Faaliyetleri/10_1_7_Konusmalar/2005/yıllık degerlendirme_200405.html, (25.12.2009).
292Emre Kongar, (2004), “ABD Ilımlı İslam ve Türkiye”, 
http://www.kongar.org/aydinlanma/2004/425_ABD_Ilimli_Islam_ve_Turkiye.php, (25.12.2009). 
293 Çağrı Erhan, (2005): “ABD ile Nereye”, Panorama Dergisi, Sayı:9, s.4. 
294 Çelik, Gürtuna, 2005: 55, İstanbul’daki NATO Zirvesinin ayrıntıları için; http://www.nato.int/docu/review/2005/issue4/turkish/art1.html (18.12.2009). 


3.Cİ  BÖLÜMLE DEVAM EDECEK ( TIKLAYINIZ  )