Şanlı Bahadır KOÇ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Şanlı Bahadır KOÇ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Kasım 2017 Salı

“ Kürt Devleti ” Üzerine Notlar ve Çeşitlemeler, BÖLÜM 2


“ Kürt Devleti ” Üzerine Notlar ve  Çeşitlemeler, BÖLÜM 2






< K. Irak’ta kurulacak bir Kürt devleti PKK için Emsal, heyecan, koruma ve destek anlamına gelebilir. >

Barzani’nin bu yaklaşımının Türkiye’yi sınır ötesinde müdahale etmekten caydırmak ve “Kürt kamuoyunun hassasiyetlerinin savunuculuğunu yapmakla” sınırlı olabileceğini düşünüyoruz. 
Her şeye rağmen bağımsız bir Kürt devletinin mevcudiyeti, Türkiye’deki ayrılıkçı hareketler için emsal yaratabilir, onlara heyecan verebilir ve bağımsızlık konusunda bir engellenemezlik duygusu oluşturabilir, güvenli geri bölgelerini 
korumalarını sağlayabilir ve lojistik desteği garantiye alabilir. 
Türkiye’nin K. Irak’a etkili istihbaratla beslenmiş, sürpriz unsurunu başarılı şekilde kullanan, büyük çaplı ve/veya sürekli ve etkili askeri operasyonlar düzenlemesi ve K. Irak’ı PKK için güvenli bir bölge olmaktan 
çıkarması gerekir. PKK militanlarının önemli bir kısmının ve belki de çoğunun Türkiye’de olması bu üslerin örgüt için stratejik önemi olduğu gerçeğini değiştirmemektedir.2 PKK terörü ileride niye bırakacak olabilir: 

< Komşu Ülkelerin bir Kürt Devletini engellemek için gösterecekleri çaba sınırlıdır. >

• Talepleri yerine geldiğinde, 
• Yoruldukları ve bıktıklarında, 
• Amaçlarına ulaşamayacaklarını düşündüklerinde, 
• Sınır ötesindeki güvenli üslerini, dış destekçilerini, mali kaynaklarını, temsil ettiklerini iddia ettikleri toplumun yardımı ve saygısını kaybettiklerinde, 
• Talepleri değilse bile başka kazanım ve “ödüllere” ulaştıklarında, 
• Bölündükleri, davanın değerine duydukları inançlarını yitirdikleri, “buna değmeyeceğini” düşündüklerinde, 
• Yok edildikleri ve özellikle lider kadrosu kendilerini sürekli tehdit altında hissettiğinde. 
Değişik radikal amaçlar için Türkiye’de kan dökmeye ve ölmeye hazır Kürtler her zaman olacaktır. Bu nedenle Kürt militanları yakalamanın ya da öldürmenin bu mücadele açısından getirisi gerçekten sınırlıdır. Ama bu sınırlılık askeri operasyonların gereksiz ya da yararsız olduğu anlamına da gelmez. Türkiye’nin kontr-terör operasyonlarında ağırlığı örgütün liderlerini yok etmeye ve dolayısıyla kendilerini güvende hissetmelerini engellemeye vermelidir. Çünkü örgütün terörü bir araç olarak kullanmaktan vazgeçmesinin en önemli anahtarı muhtemelen bu liderlerin hesaplarını değiştirmekten geçmektedir. Bu 
kişiler kendilerini sürekli tehdit altında hissederlerse askeri araçlar dışındaki seçenekleri daha bir dikkatle ele alacaklardır. 

PKK liderliği şiddeti ve hatta silahı bıraksa bile içinde buna karşı olan gruplar örgütten ayrılarak teröre devam edebilirler. 
Örgüt danışıklı bir hareketle bilerek üyelerinin bir kısmını bu yola sevk edebilir. 
PKK ile ateş altında ve özellikle askeri anlamda inisiyatif örgütte olduğu zaman pazarlık etmek karşı tarafta şiddetin sonuç verdiği intibaını yaratabilir. 
Türkiye PKK’ya karşı askeri olarak yapabileceği her şeyi yapmış değildir. PKK ile uygun kanallar vasıtası ile görüşülebilir ama bu PKK kamplarına etkili ve sürekli askeri operasyonların alternatifi değildir. İkisi aynı anda yürütülebilir. 

BARZANİ ve K. IRAK 

K. Irak’ta kurulacak bir Kürt devleti, başka şeylerin yanında, emsal yaratarak, Türkiye’deki bazı Kürtlerde “onlar yapabiliyorsa biz de yapabiliriz” düşüncesini güçlendirerek Türkiye için sorun yaratabilir. Ayrıca bu devlet Türkiye’deki Kürtlerin hamiliğine soyunarak Türkiye’nin içişlerine müdahale etmeye kalkabilir. PKK’nın burada konuşlanmaya devam etmesi halinde Türkiye’nin bu bölgelere operasyon düzenlemesi ilave hukuki ve siyasi zorluklar çıkarabilir. Bu 
devlet ayrıca Türkiye’ye yönelik yayın faaliyetleri ile Kürt halkına yönelik propaganda faaliyetlerinde bulunabilir. 

Bu devletin enerji nakil hatları nedeniyle Türkiye’ye belli bir bağımlılığı olacaksa da, 
a) bu karşılıklı bir bağımlılık olacağı için, 
b) zamanla alternatif hatlar mümkün olabileceği için, 
c) bu farazi Kürt devletinin dört komşusunun ortak bir cepheyi, araya giren güvensizlikler, ? sona kalmama? endişesi, değişen çıkar algılamaları ve hesapları gibi nedenlerle koruyamamaları mümkün olabilir. 

Özellikle Suriye’nin dış baskılar, ekonomik ihtiyaçlar ve beklentiler, “kendi içindeki Kürt sorununun kaşınmaması vaadi” gibi faktörlerle bu cepheyi terk etmesi mümkün olabilir. Diğer komşu ülkelerin bir Kürt devletini engellemek için gösterecekleri çaba ve yapacakları fedakârlık muhtemelen sınırlıdır. Türkiye’deki Kürtlerin sayısı ve meselenin burada vardığı boyut dikkate alındığında Iraklı Kürtler Türkiye’ye karşı da önemli kozlara sahip olduklarını düşünüyor    olabilirler. 

K. Iraklı Kürtlerin inşa ettikleri şey gerçek bir devletten eksik olabilir ama aradaki mesafe giderek azalmaktadır ve bu grubun kendine güveni giderek artmaktadır. Ancak, ABD’nin Irak’tan 

< PKK liderleri kendilerini sürekli tehdit altında hissederlerse, Askeri araçlar dışındaki seçenekleri daha bir dikkatle ele alacaklardır. >

SOFA (Status of Forces Agreement) uyarınca çekilmesi eğer anlaşma revize edilerek veya yeniden yazılarak kesintiye uğramaz ve ertelenmezse Iraklı Kürtleri onların da tahmin ettiği zor bir dönem bekleyebilir. ABD Irak’tan çekilirken Kürt devleti ihtimali azalıyor ya da erteleniyor ya da 
bitiyor mu? Kürtler eğer bu dönemde kazanımlarını korur ve sağlamlaştırabilir  lerse orta ve uzun vadede nihai bağımsızlık için fırsat kollama şansını koruyabilirler. Kürtlerin ABD çekilmeden bir oldu-bitti ile kriz yaratarak Kerkük sorununu kendi lehlerine çözmeyi ve sonra da Washington’u bu “çözümün garantörü” yapmayı denemeleri ve hatta sürpriz bir şekilde bağımsızlık ilan etmeleri göz ardı edilemeyecek ama kendileri açısından da riskler barındıran ihtimallerdir. ABD’nin çekilmesinden sonra Kerkük, petrol, sınırlar ve merkez ile federal birimler arasındaki güç ve yetki dağılımı, Peşmerge ordusunun statüsü gibi konularda Kürtlerin pazarlık gücü azalabilir. ABD Irak’tan çekildikten sonra ülkeye tekrar bu sefer Kürtleri korumak için gelebilir mi? ABD’nin ülkedeki 
askerlerinin çok büyük bir bölümünü çektikten sonra da komşuları caydırmak için Irak’ta sınırlı ve hatta sembolik büyüklükte de olsa bir güç bırakması ciddi bir ihtimaldir. 

TÜRKİYE ve K. IRAK 

Türkiye’nin K. Irak’ın imarında oynadığı rol nedeniyle “sonradan pişman olması” ihtimali vardır. Türkiye ile K. Irak arasındaki ekonomik ilişkinin önemli oranda Kürtler tarafından yürütüldüğü söylenebilir. Bu ekonomik ilişkiler sınırın iki tarafı arasındaki entegrasyonu artırmaktadır. 

Türkiye’nin K. Irak’la gelişen ekonomik ilişkilerin sonucunda bu aktörün Ankara’ya karşı kalıcı ve kendini yeniden üreten bir bağımlılık ilişkisi içine girdiğini iddia etmek ise kolay değildir. Barzani giderek kendini Türkiye’ye bağımlı, muhtaç ya da borçlu hissediyor değildir. Mesela, bölgede Türk şirketlerinin üstlendiği büyük müteahhitlik projeleri tamamlandığında artık K. Iraklıların bu anlamda Türkiye’ye bağımlılığı ortadan kalkmaktadır. Hatta denebilir ki, bu projeleri yapan şirketler hizmetlerinin karşılığını alabilmek 
için K. Irak yönetiminin iyi niyetine ihtiyaç duymakta, Türkiye ile ilişkilerin iyi gitmesini istemekte ve bu nedenle K. Irak’ın Türkiye’de lobiciliğini üstlenmektedir. K. Irak elektrik, enerji kaynaklarının pazarlanması, dış dünyaya açılma ve tüketim maddeleri konusunda Türkiye’ye önemli derecede ihtiyaç duymasına rağmen, bu bağımlılık Ankara tarafından bir dış politika leverajı olarak kullanılmadığı için Kürt liderler de kendilerini bu bağımlılığı çok dikkate almak zorunda hissetmemişlerdir. Barzani ve Talabani, “Türkiye Kerkük’e karışırsa biz de Diyarbakır’a karışırız” diyerek Ankara’yı tehdit ettikleri halde ve “bir Kürt kedisini bile teslim etmeyiz” ve “bir daha Kürt, Kürt kanı akıtmayacak” diyerek PKK’ya göz yummaları ve belki de destek vermelerine rağmen Türkiye tarafından son dönemde bu aktörlere sürekli gül atılmıştır. Barzani Türkiye’den korkması gerektiği kadar korkmamaktadır. Çünkü ona bunun için yeterince neden ve kanıt gösterilememiştir.

Son dönemde K. Iraklı Kürt liderler PKK’ya karşı hemen hiçbir adım atmadıkları halde Türkiye’den saygı ve müsamaha gördükleri ve destek alabildiklerini görünce Türkiye ile pazarlık yapmanın ve onu “ütmenin” kolay olduğu sonucuna varmıyorlar mıdır? Türkiye’nin Barzani ile geliştirdiği yakınlaşmanın terörle mücadele konusundaki getirileri eğer varsa bile bunun henüz çok belirgin olduğunu söylemek zordur. Bu ilişkinin Türk iç siyaseti ile ilgili boyutlarının daha güçlü ve AKP tarafından daha fazla önemsenir olduğunu söylemek pek haksızlık olmayabilir. 
Türkiye’nin K. Irak Kürt toplumu ve siyaseti üzerine organize edilmiş bilgi ve tahlil birikimi tehlikeli derecede sınırlıdır. 

<  Kürtler PKK’nın kendilerini götürmek istedikleri yerin farkındalar ve gerçekten oraya gitmek istiyorlar mı? >

Konuyla ilgili uzmanlığın kapalı kurumlarda diğerlerinden daha güçlü ve derin olduğunu umuyoruz. Barzani ve Talabani’nin toplum, siyaset ve ekonomi üzerindeki güçlerinin doğası ve kaynakları, dış politika ve güvenlik konularında karar alma mekanizmaları, bölgedeki muhalif grupların fikir ve kadroları, Kürt toplumunun günlük dertleri ve Kerkük, PKK, Türkiye ve İran ile düşünce ve duyguları gibi konular başta olmak üzere birçok konuda ciddi çalışmalar yapabilecek durumda olmak “günü geldiğinde” Türkiye’ye önemli avantajlar 
kazandırabilir. Iraklı Kürtlerle kafalarında, gündemlerinde ve sofralarında ne olduğunu bilmeden gireceğimiz mücadeleyi kaybetmemiz ciddi bir ihtimaldir. 
K. Irak’ta Türkiye’nin güvenliğini ve siyasi çıkarlarını kucaklayan türden bir Kürt devletinin ortaya çıkması teknik olarak mümkün olabilir mi? PKK’ya izin vermeyen, Türkiye’nin iç işlerine karışmayan, Kerkük’ü içermeyen, Türkiye ile enerji başta olmak üzere her yönde işbirliği ve Türkiye lehine asimetrik bir bağımlılık ilişkisi içinde olan, Türkmenlere çoğunlukta oldukları bölgelerde 
müzakere edilmiş otonomi veren, irredantist yollara sapmayacağını ilan eden ve davranışlarıyla da bunu doğrulayan bir Kürt devleti Türkiye açısından kabul edilebilir midir? Ama bu tür bir aranjman sağlanabilir mi? Sağlansa bile bunun 
kalıcılığından ve güvenilirliğinden emin olunabilir mi? K. Iraklı Kürtlerle böyle bir anlaşmaya “teşne” olunduğu görüntüsü verilirse bölgedeki diğer ülkeler de K. Iraklı Kürtlerle “sona kalmadan” kendi pazarlıklarını yapma yoluna gitmek ister ve Kürt devleti karşıtı blok dağılmaz mı? Türkiye sahip olduğu avantajları kullanarak K. Iraklı Kürtlerden yukarıdaki paragraftaki taleplerini onların devlet kurmalarına razı olmadan da elde edemez mi? 

K. Iraklı Kürtler Kerkük sorunu sürüncemede kalarak tam çözülmese, ya da, Kerkük’ün Kürtlerin idaresine bırakılmadığı ama buranın doğal kaynaklarından uzun bir süre önemli bir pay almalarını içeren bir anlaşma ile beraber bağımsızlık ilan etseler bile, Türkiye hala buraya askeri müdahale etmeyi düşünecek midir? Kaldı ki, bu tür senaryoları bırakın bugünkü ortamda AKP Hükümeti’nin K. Iraklı Kürtlerin sürpriz bir bağımsızlık kararına askeri güç kullanmayı içeren sert bir karşılık vermesini tahayyül etmek kolay değildir. 

Iraklı Kürtler için denize en yakın yol Suriye üzerinden geçendir. Ama muhtemelen onlara ABD’nin de yardımıyla “ikna edilmesi en kolay” komşu – özellikle AKP iktidardayken - Türkiye gibi görünmektedir. Kendilerine yönelik askeri tehdit olabilecek ülke yine Türkiye olabilir. 

İran da istihbarat ve örtülü operasyonlar malum yetenekleri nedeniyle K. Iraklı Kürtleri tedirgin etmektedir ama öte yandan da ABD ve İsrail’in gözü üzerinde olduğu ve bu ülkelerdeki bazı kesimler İran’ı vurmak için bahane ararken Tahran’ın Kürtlere karşı sınır aşan büyük çaplı bir askeri harekât düzenleyeme yeceğini bilmektedirler. 

BATI ve KÜRT DEVLETİ 

ABD ve/veya İsrail bir Kürt devletini niye isteyebilir? 

a) Çıkarları bunu gerektirdiği için. 
b) Çıkarları bunu gerektirmese bile onlar öyle düşündükleri/sandıkları için. 
c) İstemeseler bile bölgede başka nedenlerle attıkları bazı adımlar bu tür bir sonuç doğurabilir. 
d) Bu ülkelerin içinde bazı gruplar bu amacı kovalayabilirler ve ülkelerinin dış politikasını bu yönde şekillendirmeye muvaffak olabilirler. 
e) Türkiye’yi bölmek bu ülkelerin çıkarlarına hizmet etmese bile Türkiye’yi 
“kabahatleri” yüzünden cezalandırma güdüsüyle bu yola meyledebilirler. Aslında böyle bir istek, plan ve çabaları yoksa bile öyle düşünülmesi başta Kürtlerin bir kısmı olmak üzere bu gelişmede çıkarı olan başka grupları cesaretlendirebilir: 

“ABD ve/veya İsrail’in rüzgarını da arkamıza aldık. Olacak bu iş.” 

<  ABD’nin Kürt meselesi hakkındaki telkinlerine belli bir ihtiyatla yaklaşmak için bu önerilerin kötü niyetli olduklarını düşünmek de şart değildir. ABD ve AB iyi niyetli olduğu halde de Türkiye’ye büyük zararlar verebilir. >

AVRUPA 

Böyle bir başlık açmak Avrupalı ülkelerin bu konuda ortak veya ona yakın bir pozisyonları olduğunu varsaydığımız anlamında görülmemelidir. Örneğin, Yunanistan’ın bu konu ve ihtimale bakışı muhtemel diğer ülkelerden ciddi farklılıklar içermektedir. Batı?da, özellikle uzaktaki ve kendilerine zarar vermeyen teröristlere yönelik, “bu adamlar bir ‘dava’ için ölmeye ve öldürmeye 
bu kadar hazırlarsa herhalde ‘davaları’ haklı olmalı” diye özetlenebilecek kolaycı, “kestirme” ve belki de her zaman açıkça formüle edilmeyen bir anlayış vardır. Bu yaklaşım Avrupa’nın terörü algılamasının elbette tek kaynağı da değildir. Ama yine de Avrupalıların özellikle kendi kıtaları dışındaki bu tür gruplara yaklaşımında söz konusu yaklaşımın etkili olduğunu varsayabiliriz. 
PKK’nın Avrupa değerlerini ihlal eden aşırı milliyetçi ve şiddet kullanan bir örgüt olması yeterince dikkate alınmamakta ve kınanmamaktadır. Avrupa’nın bu çelişkisinin nedenleri arasında Türk tarihi ile ilgili önyargılı okumalar ve bilinç altındaki Osmanlı-Türk korkusu sayılabilir. Bu durum Türkiye’de –tamamen de haksız olmayan bir şekilde - Avrupalıların kendisini bölmek istediği ya da en azından böyle bir gelişmeden rahatsız olmayacağı şeklinde yorumlanmaktadır. 
Belki bunlardan da önce altının çizilmesi gereken Türklerin Avrupalıların bilinçaltında işgal ettikleri olumsuz yer; büyük ve “acımasız” Türkiye’ye karşı küçük ve “mazlum” Kürtleri desteklemenin ya da en azından onlara sempati duymanın dayanılmaz çekiciliği; devletler bazında bu desteğin dış politika 
getirileri olabileceğine dair belki muğlak ama güçlü beklenti ve PKK’ya karşı tavır almanın kıtada huzuru bozabileceği endişesi gibi faktörler Avrupa’nın PKK’ya karşı gevşek ve müsamahakar tutumunu açıklamakta ama elbette mazur kılmamaktadır. AB Türkiye’yi bilinçli bir şekilde Kürt devletine mi hazırlıyor? 
Avrupalıların “Türkiye küçülürse o zaman belki onu içimize alabiliriz” diye bir düşünceleri varsa bile bunu ne açıkça ne de ima yoluyla ifade etmiş değillerdir. Öte yandan bir Kürt devleti ortaya çıkacaksa bile bu sürecin kanlı ve “olaylı” olacak olması, Avrupa’ya enerji akışını menfi şekilde etkileyecek olması, çok sayıda mülteciyi Avrupa kapılarına itme ihtimali, Avrupa’nın bölgeye riskleri olan uzun süreli ve maliyetli barış oluşturma ve koruma misyonları gönderme ihtimalinin doğması gibi nedenlerden dolayı böyle bir gelişmenin AB’nin çıkarına olmayacağını düşünmek daha kolaydır. 

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


***

“ Kürt Devleti ” Üzerine Notlar ve Çeşitlemeler, BÖLÜM 1

“ Kürt Devleti ” Üzerine Notlar ve  Çeşitlemeler, BÖLÜM 1



Şanlı Bahadır KOÇ*
21 YY DERGİSİ SAYI 22


Bunun yazının bir kusuru olarak görülmemesini umuyoruz. Aslında muhtemelen makalede böyle başlığa sahip bir yazıyı okumaya karar veren türde insanların daha önce duymadıkları ve açıkça ya da belli belirsiz düşünmedikleri çok az şey vardır. Ama yine de okumaya devam edilmesinde fayda olabilir. Yazı meseleye olabildiğince cesur, makul ve pratik açılardan yaklaşmaya çalışacaktır. 
Objektif olmak için de elden gelen yapılacaktır ama bu konuda kesin bir söz veremiyoruz. 

Bu yazıda K. Irak’ta ve/veya Türkiye’de Kürt devletinin kurulma ihtimal ve senaryolarını, bunların Türkiye’ye muhtemel etkilerini ve konu hakkında bölgesel ve uluslararası aktörlerin hesap ve politikalarını tahlil etmeye çalışacağız.1 

TÜRKİYE ve KÜRTLER 

Türkiye’de bugün Kürt meselesine biraz da kötümser gözlüklerle bakan biri kolaylıkla aşağıdaki türden kaygılara sahip olabilir: 

• K. Irak’ta bir Kürt devletinin altyapısı büyük ölçüde oluşmuştur; 
• Türkiye’de Kürtçülük ve Kürt milliyetçiliği çok önemli entelektüel, siyasi, hukuki ve (hatta coğrafi) kazanımlar elde etmiştir; 
• Türk Hükümeti’nin bu konulara yaklaşımı yeterince güçlü, kararlı, akıllı ve organize değildir; 
• Hem Irak hem de Türkiye’de Kürt ayrılıkçılığının önündeki en büyük güçlerden biri olan Türk Silahlı Kuvvetleri neredeyse hiçbir zaman olmadığı kadar moral, inisiyatif ve hatta belki de prestij kaybetmiştir; 
• Türkiye’de Kürtler ile Kürt olmayanlar arasındaki karşılıklı şüphe ve kızgınlık 1990’larda terörün bugünkünden çok daha şiddetli olduğu günlerdekinin bile ötesine geçmiştir; 
• Türkiye’de Kürt sorununun kontrol edilmez boyutlara ulaşması ve belki de ülkenin bölünmesinde çıkarı, planı ve gücü olduğundan şüphelenilen yabancı unsurların Türkiye’yi cezalandırma ve ona zarar verme isteklerinin artabileceği bir döneme girilmiştir; 

Bu kadar kötümser olmayan bir bakış açısı ile bakıldığında ise, 

• ABD’nin Irak’tan çekilme sürecine girmesiyle Irak’ta resmen bir Kürt devletinin kurulma ihtimalinin zayıfladığı, 
• Bölge ülkelerinde bu tür bir devleti engellemeye yönelik irade ve koordinasyonun nispeten arttığı, 
• PKK’nın bağımsızlık yönündeki talebini - ne kadar samimi ve kalıcı olduğu tartışmalı olsa da – daha aşağılara çektiği, 
• Yaşanan her şeye rağmen Türklerle Kürtler arasında büyük çaplı şiddet içeren çatışmaların yaşanmadığı, 
• Kürtlerin önemli bir kısmının Türkiye’ye yönelik bağlılık, muhabbet, ihtiyaç ve katkısının hala devam ettiği ve 
• Türkiye’deki Kürtlerin sürekli olarak, kahir ekseriyetle, baskı altında kalmadan kendi kararıyla ve güçlü bir şekilde bağımsızlık isteyeceğini düşünmenin kolay olmadığı söylenebilir. 


Türkiye’de başta Silahlı Kuvvetler olmak üzere bürokrasinin siyaset üzerindeki gölgesi birçok açıdan sorunluydu. Ancak, öte yandan son dönemde bu kuruma yönelik yapılan entelektüel ve fiili taarruzun dışarıda destek bulmasının en önemli nedeni sivilleşmenin ve demokratikleşmenin ötesinde bu kurumun Türkiye ve Irak’ta Kürt meselesinin belli bir şekilde çözülmesinin önündeki en önemli engel olması ile ilgisi olabilir. Bir Kürt devletinin önündeki en büyük engel Türkiye’nin bunu engelleme yeteneği ve iradesidir. Bu kırılırsa / kırıldığında bu amaca ulaşmak mümkün olabilir. Bağımsızlık isteyen Kürtler ve bu amaca “insani” ya da stratejik amaçlarla kafa yoran diğerlerinin bu durumun farkında olmaları ve söz konusu engeli aşmak için planlar geliştiriyor 
olması ciddi bir ihtimaldir. 

Türkiye’nin geri kalanında üniter yapının değişmesine ve diğer daha sınırlı 
adem-i merkeziyetçi önerileri destekleyen veya bunu gerektiren talep, ihtiyaç ya da şartlar yoktur. Her şeye rağmen, Kürtlere “hak etmedikleri halde” kültürel veya siyasi otonomi vermek doğru olabilir mi? 

Bu Kürtlerin ne kadarının talebidir? PKK yanlısı partilerin bölgeden, Kürtlerin tamamından veülke genelinden aldığı oy (kabaca söylersek sırasıyla % 40–50, % 20–30, % 5–7) ülkenin siyasi yapısını değiştirmek için yeterli değildir. Peki ya Kürtleri başka gruplar da takip ederse? Bunun daha ileri taleplerin ilk adımı olmadığından nasıl emin olunabilir? Türkiye’nin “çözüldüğü” ve bütün “kutsal” pozisyonlarını birer birer ve hızla terk ettiği görüntüsü oluşursa bunun dışarıdaki 
bazı hasımlarımızı da cesaretlendirmek gibi sonuçları olabilir mi? 
Kürtler PKK’nın kendilerini götürmek istedikleri yerin farkındalar ve gerçekten oraya gitmek istiyorlar mı? Kürtlerin “kendi başlarına” ve/veya sancılı on yıllar alması muhtemel olan bir pan-Kürdist süreçten sonra bölgedeki diğer Kürtlerle birleşerek, hem şimdikinden hem de bir çözüme ulaştıktan sonra Türkiye’de yaşayabileceklerinden daha iyi bir hayatları olacağını düşünmek 
aşırı iyimserlik olur ve bunu denemekte ısrar etmeleri kendileri açısından akıllıca olmaz. 

Bağımsızlık, federasyon ve hatta otonominin Kürtler için hangi sorun ve maliyetleri getireceği bu grup tarafından yeterince anlaşılmıyor olabilir. Milliyetçiliğin, hele “geç kalmış” ve henüz olgunlaşmamış ergin olmayan 
milliyetçiliğin genelde rasyonel ve pragmatik olmadığı söylenebilir. Türkiye’deki Kürt milliyetçiliği kendini paylaşım, ekonomik programlar ve refah talepleri değil kimlik üzerinde tanımlamaktadır. Kürt milliyetçiliğinin kimlikle ilgili talepleri ülkenin bütünlüğüyle ilgili makul endişeleri arttırmadan tatmin edilebilir mi? 





Bazı Kürtler, ülkedeki diğer etnik grupların talep etmediği statü ve ayrıcalıkları talep ederek, ülkedeki herkesin parçası olmayı ve oluşturmayı kabul ettiği “Türk kimliğini” reddederek kendileri dışındakilerin tepkisini çekmektedir. Kürtlerin 
bu yaptığı “mızıkçılık” ve hatta “şımarıklık” olarak algılanmaktadır. 
Türkiye’nin bir parçası olmanın Kürtler için bir sorun ya da yük değil avantaj olduğu, “Türk olmayı” kabul etmenin belli bir etnik grubun hegemonyasını kabullenmek değil büyük bir şemsiyenin altında toplanmak olduğu anlatılamamıştır. Türkiye’nin ekonomik, siyasi, sosyal ve diplomatik alandaki ilerleme ve başarıları Güneydoğudakiler dahil Kürtlerin radikal siyasi taleplerini 
gözden geçirmelerini ve “en akıllıca” yolun bu başarıların bir parçası olmak olduğu düşünmelerini sağlayabilir mi? Yoksa milliyetçiliğin “başarı, refah ve rahatlık” değil de daha duygusal ve hatta mazoşist amaçlar peşinde koşan rasyonel olmayan bir yönü olduğunu mu düşünmeliyiz? 
Türkiye’deki Kürtlerin ülkedeki diğer etnik gruplara kıyasla farklı ve ayrıcalıklı bazı durumları vardır. Kürtler Anadolu’daki tarihlerinin Türklerden de, Türkiye’deki Türk milletini oluşturan ya da onun içinde yoğrulmuş diğer etnik gruplardan da eski olduğunu iddia etmektedirler. 
Kürtler ayrıca sayı olarak büyük bir gruptur. Yakın zamana kadar tek bir bölgede yoğun olarak yerleşmişler ve bugün de önemli bir kısmı ülkenin değişik bölgelerinde yaşıyorlarsa da Güneydoğu’da baskın durumdadırlar. Kürt yerel liderlerin Osmanlı döneminde de merkezi otoriteye karşı bugünkü Türkiye’nin diğer bölgelerine kıyasla fiili anlamda daha büyük bir otonomileri olmuştur. 
Bölge feodal yapıdan milli devletin bir unsuru olma sürecini uzun ve gecikmeli bir süreçte yaşamış, bu süreci tamamlayamadan terör batağına saplanmış ve bu arada ekonomik ve sosyal açıdan ülkenin geri kalanına kıyasla daha da geriye düşmüştür. Kürtler için sınırın hemen ötesinde K.Irak’ta en azından ilk başta bazı gözlere bir ölçüde çekici gelen bir deney yaşanmaktadır. Bütün bunlar Kürtleri Türkiye’deki birçok etnik gruptan farklı bir noktaya getirmektedir. 
Ancak yine de bu farklılık Kürtlerin istediği türden bir ayrıcalığı gerektirir ve haklı çıkarır mı? Türklerde, Doğu’daki Kürtlerle ilgili olarak, vergi vermekten kaçındıkları, başta elektrik olmak üzere hizmetlerden kaçak olarak yararlanma eğiliminde oldukları; batıdaki Kürtler hakkında ise, gasp başta olmak üzere suç oranının yüksek olduğu, mafyalaşma eğiliminin arttığı, uyuşturucu kullanımının arttığı, bu grubun uyuşturucu ticaretinden kazandığı gelirleri batıda yasal 
sektörlere yatırım yaparak kullandığı, devletten doğuda üretim ve istihdam yaratma karşılığı aldıkları teşvikleri batıya taşıdıkları türünden giderek daha geniş çevrelerce paylaşılan bir dizi algılama vardır. Biz bu algılamaların ne kadar gerçeği yansıttığını ölçecek durumda değiliz ama bu durumun Kürtlerle halkın diğer kesimleri arasındaki mesafe ve açıları olumsuz şekilde etkilediğini görmek zor değildir. 

< PKK ile K. Irak yönetimi arasındaki ilişki muğlak, çelişkili, kompleks ve değişkendir ve dışarıdan bakan gözlere kendini kolay ele vermeyen bir yapısı vardır. >

PKK yanlısı partilerin Kürtlerin ekonomik ve sosyal sorunlarına ciddi derecede ilgisiz olmaları ve belediyelerde hizmet açısından gösterdikleri düşük performans bölgede Kürtlerin oylarının önemli bir kısmını almaya devam etmelerini engellememiştir. AKP’nin bu partilere ciddi bir rakip haline gelmeye başlaması sorunun çözümü ve bu partilerin “kendilerine çeki düzen vermeleri” 
açısından kısmen umut vericidir. Ama AKP’ye oy veren bölgede yaşayan Kürtlerin radikal taleplerde bulunup bulunmadıkları tam açık değildir. Bu kişilerin bir kısmı bağımsızlık da dahil amaç ve taleplere sahip oldukları halde, kısa vadede daha iyi hizmet almak istedikleri için, AKP’nin bu taleplerin karşılanması için daha akıllıca bir ara yol sunduğuna inandıklarından da din dahil başka faktörlerin etkisiyle AKP’ye yönelmiş olabilirler. Kürtlerin önemli bir kısmı PKK propagandasının da etkisiyle yoğun olarak yaşadıkları bölgenin bilerek ve planlı bir şekilde geri bırakıldığına inanmaktadır. 

Ama Türk bürokrasisi ve devletinin işleyişini biraz bilen biri bu iddianın doğru olamayacağını da bilir. Bölgenin nispeten geri kalmışlığını açıklamak için merkezden bu tür bilinçli çabadan değil, coğrafi ve iklim şartlarının zorluğu, denize ve büyük pazarlara olan mesafe, daha geç tasfiye olan ve halen de etkisini tam yitirmemiş feodal yapı, devlet kurumlarının buraya girmekte ve etkili olmakta geç kalması, zorlanması ve belki en fazla bu noktada devletin beceri ve 
hayal gücü eksikliği göstermesi ile son dönemde de terörün özellikle Türk ekonomisinin dinamizm yaşadığı döneme denk gelerek bu gelişmenin bölgeye de yansımasını engellemesi gibi nedenler sayılabilir. Son yıllarda bölgeye yapılan kamu yatırımı ve harcamaları ve verilen teşviklerle buradan toplanan vergi ve bölgenin ülkenin geri kalanına yaptığı ekonomik ve sosyal katkı arasında ciddi bir uçurum olduğu söylenebilir. Güvenlik ortamı sağlanmadan özel sektörün bölgenin kaderini etkileyecek ölçekte yatırım yapmayacağı görülmüştür. 

Radikal Kürt milliyetçilerinin Kürtlere en büyük zararı veren grup olduğu düşüncesini tekrarlamak muhtemeldir ki bazı kulaklara “eskimiş bir devlet propagandası” olarak gelecektir. Ama bu cümlenin ciddi oranda hakikat barındırdığı bize açık görünmektedir. Türkiye’deki Kürtlerin kaderi sayıları az olmayan bir azınlığın zorlaması, yönlendirmesi ve kandırmacaları ile kendilerinden çalınmaktadır. Bunun farkında olan ve buna karşı mücadele etmek isteyenlerin sayısının bunu açıkça ifade edebilenlerden çok daha fazla olduğunu düşünebiliriz. ABD işgalinden sonra K. Irak’ta bir Kürt devleti kurulup kurulmayacağını takip ederken Kürt meselesinin Türkiye’nin içinde nasıl önceden düşünülemez noktalara evrildiğini gözden kaçırmış olabiliriz. K. Irak’taki durumun Türkiye’nin içindeki bu gelişmede önemli bir payı olmuş olabilir. Bu arada K. Irak’ın Türkiye Kürtleri için emsal ve feyiz kaynağı olması için ille de 
resmi bir Kürt devleti kurulmasının gerekmediği ortaya çıkmıştır. AKP ve Fethullah Cemaati Türkiye’nin Kürt devletini engelleme iradesini zayıflatıyorlar mı? Başbakan Erdoğan Kürt devletini engelleme yönünde bir ihtiyaç, risk ve ivedilik hissediyor mu? Başbakan’ın bazı danışmanları etnik kökenleri nedeniyle bu riski küçümsüyor olabilirler mi? Kürt devleti kurulmasını arzu edenler AKP iktidarı ve Cemaat’in artan ve derinleşen gücünü ve bu soruna yaklaşımlarını 
kendileri için fırsat olarak görüyorlar mı? Bu iki aktör, Türk milliyetçiliğine ve askeri güç kullanımına mesafeleri; dış etkilere ve fikirlere belki sağlıksız derecede açık olmaları; içlerinde önemli sayıda ve üst pozisyonlarda Kürt ve Kürtçü barındırmaları ve “eski” Türk devletinin yapısını, ideolojisini ve kurumlarını aşındırma ve hatta onu toptan değiştirme yönündeki istek, çaba 
ve yetenekleri nedeniyle Kürt devleti isteyenleri umutlandırıyor olabilir. Bu iki aktörün belki de kısmen yukarıdaki nedenlerle tam tersine sorunun çözümü için bir fırsat sunduğunu düşünenler de vardır.

 <  PKK “adam öldüre öldüre” Siyasi bir Kürt kimliği yaratmayı başarabildiyse de bugün bile bağımsızlık isteyenlerin azınlıkta olduğu rahatlıkla iddia edilebilir. >

PKK 

İddia edilebilir ki, bundan 30 yıl önce Türkiye’deki Kürtlerin çok azında bağımsız bir devlet isteği güçlü olarak vardı. PKK “adam öldüre öldüre” siyasi bir Kürt kimliği yaratmayı başarabildiyse de bugün bile bağımsızlık isteyenlerin azınlıkta olduğu rahatlıkla iddia edilebilir. Ama bu durum Kürt devletinin gerçekleşme ihtimalini tek başına ortadan kaldırmamaktadır. 
Son on yılda Türkiye’de Kürtler lehine yapılan değişiklikler bu grup tarafından önemli ölçüde PKK’ya -ve bir ölçüde AB’ye- ciro edilmiştir. PKK’nın dayanıklılığı, her türlü ideolojik söylemine rağmen özellikle diplomatik anlamda esnekliği 
ve “çevikliği”; tüm eksik, kusur, kabahat ve suçlarına rağmen Kürt halkının azımsanmayacak bir kısmının istekli veya zoraki desteğini sağlayabilmesi ABD tarafından not ediliyor olmalıdır. PKK’nın tutum, talep, tarz ve araçları zaman içinde şartlara göre değişmiştir. PKK ne istediğini biliyor ve her attığı adım o nihai hedefe dönük denebilir mi? PKK, eğer varsa, bu amaca yönelik attığı adımlarda stratejik hatalar yaptı mı? PKK ne kadar yekpare, hiyerarşik ve bağımsız bir örgüttür? Yabancı aktörlerden, “Kürt kamuoyu”ndan, Türkiye dışı Kürt lider ve entelektüellerden ne kadar etkileniyor? PKK’nın Kürtler arasındaki desteğinin ve meşruiyetinin kaynakları ve derecesini tespit etmek kolay değildir. PKK liderleri şiddetle elde edilebileceklerin sınırına geldiklerini düşünüyorlar mı? Silahı, “daha onunla yapacak çok şey olduğunu düşündükleri” 
için mi, silahsız bir hayatı tahayyül edemediklerinden mi, kendilerini korumak için mi, yoksa “abilerinin” de bunu istediklerinden daha emin olmadıkları için mi bırakmıyorlar? PKK kendini gelecekteki bir “Kürdistan”ın silahlı kuvvetleri olarak mı görüyor? 

PKK K. Irak’ta kurulacak Kürt devletinin Türkiye’ye kabul ettirilmesinin bir aracı olarak kullanılmak isteniyor olabilir. PKK terörü, K. Irak’ta kurulabilecek bir 
Kürt devletini Türkiye’nin 

1) Fiiliyatta kabullenmesi, 
2) Resmi olarak tanıması, 
3) Onunla işbirliği yapması, 
4) Onu koruma altına alması, 
5) Onunla federasyon kurması amacına hizmet edebilir. 

K. Irak’ta bir süre sonra “saygınlık kalkanı” kazanmış bir Kürt devleti kurulursa PKK değişik isim ve şekillerde Kürtlerin bölgedeki “vurucu gücü” rolünü oynayabilir. 
Ama bu noktada ABD’nin dikkat etmesi gereken bir denge vardır: PKK Türkiye’nin K. Irak’taki kurguyu bozmasının nedeni ve mazereti de olabilir. 
K. Irak’taki hakim elitler ile PKK arasında ideolojik ve sosyal farklar olmasının pratik sonuçları olacak mı? Kürt aktörler arasında var olan çelişkileri gün yüzüne çıkarmak ve bunlardan istifade etmek kolay olmayabilir. Kürtler bu farklılıkları ve çelişkileri belli bir düzeyin üzerine çıkarmamaya kararlı görünmektedir. “Kürtlerin birbirini keşfetmesi” ve “Kürt dayanışması” gibi motifler güçlenmektedir. PKK ile K. Irak yönetimi arasındaki ilişki muğlak, çelişkili, kompleks ve değişkendir ve dışarıdan bakan gözlere kendini kolay ele vermeyen bir yapısı vardır. Bu ilişkide, rekabet, şüphecilik, düşmanlık ve hatta çatışmanın yanında karşılıklı “göz yumma”, nihai ortak çıkar ve kader algısı, işbirliği, “Kürt kamuoyunun kabul etmeyeceği adımlardan sakınma” gibi boyutlar vardır. İki aktör de diğerinin bahçesinde bayrak göstermekte ama belli bir noktanın 
ötesinde diğerini zorlamaktan kaçınmaktadır. Ama zaman zaman pan-Kürdist pozlar takınsa da Barzani’nin şu anda elinde olan mutlağa yakın gücü ve petrolü Türkiye Kürtleri ve onların bağımsızlık isteyen kesiminin lideri PKK ile paylaşmak isteyeceğini düşünmek zordur. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


***

30 Eylül 2017 Cumartesi

ABD VE IRAK: “ GİTMEK Mİ ZOR, KALMAK MI? ” BÖLÜM 2



 ABD VE IRAK: “ GİTMEK Mİ ZOR, KALMAK MI? ” BÖLÜM 2


Bu arada, eğer ABD yönetimi kendi içinde, askerlerinin bir kısmını Kuzey Irak’a taşımayı gerçekten tartıyorsa, bu konuda Türkiye’ye önceden bilgi verecek, fikrini soracak veya Türkiye’nin iznini almaya çalışacak ve desteğini isteyecek midir? ABD, Kuzey Irak’a gelirse bunun Kuzey Irak’ta bir Kürt devletinin kurulma ihtimalini ciddi şekilde artıracağı ve hatta bunu artık sadece bir zaman meselesi haline getireceği söylenebilir ki, bu kabul edilemez bir durumdur. Türkiye’nin bu yönde gelişmelerin önünü almak için şimdiden net bir şekilde tavır alması ve bunu en üst düzeyde ve tekrar tekrar ABD’ye iletmesi gerekir. Bu tavrın içinde, uyarıları dikkate alınmazsa Kuzey Iraklı Kürtlere ve ABD’ye yönelik ciddi yaptırım tehditleri de yer almalıdır. Türkiye’de, “Kürt devletinin kurulmasının artık kaçınılmaz olduğu, ona biz hamilik yapmazsak başkalarının yapacağı, yardım edersek ekonomik ilişkilerimizin daha da gelişebileceği, böylelikle Kuzey Iraklı grupların PKK’ya karşı tavır almalarının sağlanabileceği, ABD ile ilişkilerimizdeki önemli bir pürüzün ortadan kalkacağı, bu politikanın alternatifinin Türkiye’deki Kürtler, Kuzey Irak’taki Kürt gruplar, ABD ve hatta AB ile sürekli problem yaşanması olacağı” şeklinde argümanlar daha da sık dile getirilebilir. Bu tür girişimlere karşı hazırlıklı ve ihtiyatlı olmak gerekir. Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti kurulmasının Türkiye için ne tür somut ve psikolojik sonuçları olabileceği ne yazık ki yeterince ayrıntılı, çok yönlü, objektif ve titiz şekilde tartışılmamıştır. 

Bazı sloganlar, klişeler, evhamlar, refleksler ve temenniler politika pozisyonları olarak sunulmuştur. Bu yazının konusu olmamakla beraber Türkiye’nin politikasından ve söyleminden bu kadar köklü bir kopuşa çok dikkatli yaklaşmak gerekir. Bu karar bir Türk Hükümetinin alabileceği belki de en hassas karar olacaktır. Bu nedenle ayaküstü, aceleyle, çok düşünmeden karar almak ve hareket etmekten kesinlikle kaçınmak gerekir. 

Ankara’nın, ABD’nin Irak’ın bölünmesine yol açan adımlar atması durumunda bu ülke ile işbirliğini en aza indireceğini şimdiden ve karşı tarafın zihninde şüphe 
bırakmayacak şekilde belli etmesi gerekir. Washington’un "o zaman bir yolunu buluruz, Türkiye'nin içinde bir iki şeyi oynatırız ve Türkiye'yi bizim planımıza karşı çıkamayacak hale getiririz nasıl olsa" diye düşünmesinin önünü şimdiden kapamak gerekir. ABD’ye ayrıca aşağıdaki telkinlerde bulunulmalıdır: “Kürtlere bağımsızlık yolunu açarsanız Şiileri de (ve dolayısıyla petrolü) tutmanız zorlaşır. İran’ın etkisi Ürdün sınırına dayanır. Kuzey Irak'taki üslere taşınmayı düşünüyorsanız bizden lojistik destek almayı beklemeyin. Kuzey Iraklı liderlere azami taleplerini yumuşatmayı telkin edin. Sizi dinlememek, size küsmek, size karşı gelmek gibi bir lüksleri yok. 

Size yardım ettikleri için onları abartılı şekilde ödüllendirme ve onları ‘bir daha satmama’ isteğiniz Irak projesinin başarısız olmasının en önemli nedenlerinden biridir. 
Bu hatada ısrar ederseniz, saygınlığınız, güvenilirliğiniz ve tarafsızlığınız Türkiye dahil bütün bölgede telafi edilmesi zor derecede yara alacak. Kuzey Iraklı liderlere bağımsızlığa yönelmeleri halinde kendilerini koruyamayacağınızı söyleyin. Ülkede kalıcı üs, rekabetçi olmayan ayrıcalıklı petrol anlaşmaları peşinde olmadığınızı ve ülkenin toprak bütünlüğüne kesin ve değişmez bir taahhüdü olduğunu en üst düzeyde, net bir şekilde ve sık sık dile getirin. Türkiye'nin hamiliğinde bir Kürt devleti senaryosu, Türkiye'yi uzun vadede bir konfederasyona ve/veya bölünmeye götüreceği düşüncesiyle kabul edilemez”.

Yukarıdaki sözlerin inanılır ve etkili olması için Türkiye'nin sınır ötesinde askerî güç kullanma iradesini yeniden kazanması, ABD aleyhine adımlar atma isteğinde olmadığını ama gerektiği zaman bunu yapmaya kapasitesi ve cesareti olduğunu Amerikalı karar alıcılara göstermesi gerekir.

Sonuç

ABD’nin Irak’ta bulunduğu durum kim tarafından yazılırsa yazılsın, tek bir raporla düzelemeyecek kadar zorlu, ciddi, karmaşık ve ivedidir. Olaylar Washington’un kontrolünden önemli ölçüde çıkmıştır. ABD'nin tercihleri Irak'ın geleceğinde etkili olacaktır ama belirleyici olmayacaktır. Washington’da birçok farklı grup Irak politikasını kendi görüşleri ve çıkarları doğrultusunda çekiştirmeye çalışmaktadır. Başkan Bush’un risk almaya yatkınlığı, “tutarlı” ve “kararlı” olmaya verdiği önem, onun kısa vadede anlamlı bir politika değişikliğine gitme ihtimalini azaltmaktadır. ABD kısa dönemde Irak’la ilgili olarak net bir politika değişikliğine gitmezse önümüzdeki iki yılda bazı yarı-çözüm önerileri arasında gidip gelebilir.Aynı politikaya devam edemeyeceğini bilen ve IÇG Raporu’na da uymak istemeyen Bush’un denemesi muhtemel seçenek asker sayısını artırmak olabilir. IÇG’nin makul bir çok önerisini reddederek söz konusu seçeneği uygulamak kaçınılmaz sonu sadece biraz daha geciktirmek anlamına gelecektir. Bu noktada IÇG’nin analiz ve önerilerini büyük ölçüde paylaştığı düşünülebilecek yeni Savunma Bakanı Gates’in pozisyonu önemli olabilir[38]. 

2008 seçimleri yaklaştıkça ılımlı Cumhuriyetçiler, Demokratlar, medya ve hatta bürokrasinin Beyaz Saray’a iyiden iyiye bayrak açmaları ve bu gruba Gates’in de dolaylı ve ince bir destek vermesi beklenebilir. 


Dipnotlar ;

[1] Alternatif listeler için bkz. “Rumsfeld’s Memo of Options for Iraq War”, New York Times, 3 Aralık 2006; “Options for U.S. Policy in Iraq”, CSIS, 
http://www.csis.org/component/option,com_csis_progj/task,view/id,831/; Foreign Policy, “The List: Options for Iraq” Aralık 2006.
http://www.foreignpolicy.com/story/cms.php?story_id=3650
[2] 140 bin civarında asker konuşlandırmaya, Iraklı güvenlik güçlerini eğitmeye devam. 
[3][3] Bölgesel konferans - Komşularla ve uluslararası toplumla diyalog: Demokrasi önceliğinden vazgeçmek, Bağdat'ta güvenliği sağlamak için çabalarını artırmak, komşuların desteğini istemek, Kerkük referandumunu ertelemek, ülkenin bütünlüğüne, petrol üzerinde gözü olmadığına, kesinlikle kalıcı üs planlamadığına Iraklıları, komşuları, uluslararası toplumu ikna etmek. Kürtlere Irak dışında bir gelecekleri olmadığı mesajını vermek, Türkiye'ye PKK'ya karşı Irak içinde sınırlı-koordineli bir harekât için izin ve destek vermek, Suriye üzerindeki baskıyı azaltarak bu ülkeyi işbirliği yapmaya teşvik etmek, İran'a kendisine yönelik bir harekâtta bulunup bulunmasının nükleer konu dışında Irak'taki performansı ile de ilgili olduğu mesajını vermek, eğer Irak'ta uslu durursa müdahale ile karşılaşma ihtimalinin azalacağını söylemek, ne kadar kötü çocuk olursa olsun desteğinin büyük kısmını Bağdat’taki Şii nüfustan aldığı için bölünmeye karşı olan Sadır gibi liderlerle arayı yumuşatmak, güç kullanımı, kaynak aktarımı, siyasi destek anlamında adil, dürüst ve şeffaf bir görüntü vermek, Irak'ta birçok hatalar yapıldığını, ülkede gelinen durumda kendisinin 
de çok önemli hataları olduğunu itiraf etmek ve bunları düzeltmek için elinden geleni yapacağını söylemek, ülkeye yönelik ekonomik yardım paketlerini 
artırma  /  hızlandırma, federasyondan geri dönülmeyeceğini ama bunun ülkenin ne şimdi ne de sonradan bölünmesi anlamına gelmeyeceğini, ülkeyi bölmeye yönelik hareketlere destek verilmeyeceğini açıklamak. Ayrıca BM’den Irak'ın toprak bütünlüğüne uluslararası taahhüdü içeren net bir karar çıkarmak. Suriye ve İran'la Irak hakkında görüşmek ve onların sınır güvenliğini sağlama ve Irak'a müdahale etmekten kaçınma gibi şartlar karşılığında ABD'nin bu ülkelere dönük tutumunu yumuşatması. (Bu Suriye ile daha kolaydır. Pazarlık İran'ın nükleer güç olmasına razı olmak anlamına gelirse gerçekleşmesi çok zor olabilir). Ayrıca doğrulanması çok zordur: İran'ın değişik enstrümanları kullanarak etkili olmaya devam edip etmediğini tespit etmek kolay olmayabilir. Bu arada belki Arap Birliği, İKÖ, BM, Nato gibi kurumların şemsiyesi altında ülkenin tamamına değil ama bazı önemli bölgelerine barış gücü gönderilmesi. Bu tür bir girişimin hem gerçekleşmesi hem de başarılı olma ihtimali çok düşük olmakla beraber bütün Orta Doğu'nun kocaman bir Irak haline dönüşmesi riskinin büyüklüğü dikkate alındığında denemeye değer olabilir. 
[4] ABD’nin Irak’ı bölmesinin resmî ve kamuoyuna açık bir politika olması değil ama, 
a) yaptıklarının belki istenmeyen bir sonucu, 
b) yönetimin içindeki ve yakınındaki bazı grupların gizli gündemi olması imkânsız değildir. 
Irak’ta bölünme değişik şekillerde gerçekleşebilir: Ülke kesin olarak üçe veya ikiye bölünebileceği gibi, nominal olarak tek ama pratikte birden fazla parça haline de gelebilir. Kürtler tamamen koparken, Şii ve Sünniler, nominal olarak aynı ülkede ama pratikte farklı konumlarda yaşayabilir. Irak'ın bölünmesi ABD için bir seçenek olmanın yanında aynı zamanda da mevcut politikalarına devam ederse zaten ortaya çıkacak bir sonuçtur. Irak'ın bölünmesi çözümden daha çok, sorun yaratacaktır. Bütün büyük şehirler karışık nüfusa sahiptir. Ülkenin bölünmesi buralarda akan kanın kontrol edilemez hale gelmesi ve/veya milyonlarda insanın etkileneceği çok büyük çaplı etnik temizlikler anlamına gelir. Ülkenin bölünmesi petrolün nasıl paylaşılacağı, pazarlara nasıl güvenli bir şekilde ulaştırılacağı sorununu daha da karmaşık hale getirir. Bölünmeden sonra ortaya çıkacak yeni devletlerin istikrarlı, barışçı, demokrat ve müreffeh olacaklarına dair çok az umut kalır. Kürt devleti başta Türkiye; Sünni devleti ise başta Ürdün olmak üzere Sünni Arap devletleri; Şii devleti de Şii nüfus barındıran bölge ülkeleri için yeni problemler ortaya çıkarır. Bölünmeden sonra/bölünme sırasında komşu ülkelerin açık/gizli müdahalelerini önlemek daha da zorlaşır. Sünni üçgeni tam bir terör üretim merkezi haline gelebilir. Eğer ABD bir Kürt devletine açık ve dolaylı olarak destek verirse bu durumda Şiilerin de kendi devletçiklerini kurma ihtimali oldukça artar. Petrolden pay alamayan bir Sünni devleti Şiilerin suyunu kesebilir. Türkiye kendi iç işlerine karışacak bir Kürt devletinin suyunu, elektriğini ve dış ticaretini kesebilir. 
[5]Amerikan askeri varlığını, başarı şansı kalmadığı ve “çözümün değil problemin bir parçası” olduğu düşüncesi ile bir kısmını Kuveyt ve Katar gibi Irak'a yine güç projekte edebileceği, bölgeden tamamen çekilmediğini söyleyebileceği ülkelere çekmesi. Bush'un tüm retoriğinden bu kadar kesin bir şekilde vazgeçmesi çok zordur. ABD'nin saygınlığı ve bölgedeki ağırlığı azalacaktır. Bush kalan iki yılda “alay konusu” haline gelerek tam bir “topal ördek” olabilir. Bush sarsılan saygınlığını yeniden kazanmak ve aslında hâlâ sert bir lider olduğunu kanıtlamak için İran'a hava harekâtı düzenleyebilir. ABD'nin Irak’tan çekilme şekillerin hepsi Türkiye için olumsuzdur demek yanlış olabilir. ABD'nin toptan çekilmesi: 
1) Türkiye'nin PKK'ya yönelik sınır ötesi harekâtını daha mümkün kılabilir. 
2) Kürt liderlerin zihninde Türkiye'nin 
Kerkük'le ilgili bir oldu-bittiyi kabullenmeyeceği düşüncesini güçlendirebilir. 
3) Kürtler, Sünni ve Şii Araplara karşı Türkiye'nin desteğine ihtiyaç duyabilir. Türkiye için iyi tarafı ise Kürtlerin artık kendilerini korumasız hissetmesi ve Türkiye'ye karşı belirgin oranda yumuşaması olabilir. Burada en kritik noktalardan biri, ABD'nin Kuzey Irak'ta ya da oraya güç aktarabileceği başka bir yerde askerî varlığını sürdürüp sürdüremeyeceğidir.
[6] Bunun güvenlik sorununu çözmesi daha önce mümkün olmuşsa da artık yeterli olmayabilir. Amerikalı komutanlar da asker sayısını artırma konusunda kendi aralarında bölünmüş durumda. Bazıları kısa süreli bir asker artırımının faydalı olabileceğini kabul etse de bunun Bağdat Hükümetini Sünnilere el uzatmakta isteksiz hale getirebileceğini düşünüyor. John F. Burns, “Military Considers Sending as Many as 35,000 More U.S. Troops to Iraq, McCain Says”, 
New York Times, 15 Aralık 2006. 
[7] Bu seçeneğin hem olumlu hem olumsuz yönleri vardır. ABD'nin çekilmekte olduğu düşüncesi Iraklı siyasi sınıfın “aklını başına getirebilir” ” ve böylelikle bazı zor uzlaşmalar gerçekleşebilir. Şiiler kendilerini Sünnilere karşı daha esnek olmak zorunda hissedebilir. Halkın El Kaide vb. nihilist örgütlere verdiği destek/sempati azalabilir. El Kaide'nin ABD'nin gitmesini beklemek için bodruma inmesine neden olabilir. ABD'nin otoritesi iyice azalabilir. Çok net takvim ve asker sayısı açıklamak Amerikalı komutanların elindeki esnekliği ortadan kaldırabilir. Kongre seçimlerinde Demokratlar çok başarılı olursa Kongre'den bu yönde bağlayıcı bir karar çıkarmaya çalışabilirler. 
Kürtler çekilme tarihine kadar “alanda” fiilî durumlar yaratmaya hız verebilir. Ya da tam tersine ABD'nin artık kendilerini koruyamayacağını düşünerek 
pozisyonları/taleplerini yumuşatabilir, kendilerini Türkiye'ye yanaşmak zorunda hissedebilirler.
[8] a) Ülkenin kuzey, güney ve merkezinde üç-dört üs, 
     b) sadece Kuzey Irak'ta üs. Bunlar acil müdahale gücü olacak. Ülkenin bir yerinde işler kontrolden tamamen çıkarsa müdahale etmek, Türkiye dahil komşuları  müdahale etmekten caydırmak, İran ve Suriye'yi korkutmak amaçlı. Bu noktada şu sorular akla gelmektedir: 
Yabancı askerî güçlerin statüsü anlaşması (Status of Forces Aggreement) nasıl olacak? ABD bu tür bir varlığın kendi çıkarlarına olduğunu Sünni ve Şii liderlere kabul ettirebilir mi? Kürtler bu üsler nedeniyle kendilerini ABD koruması altında hissedebilir. Ama öte yandan da ABD de lojistik açıdan muhtemelen Türkiye'ye bağımlı olacağı için Kerkük ve PKK konularında Türkiye'nin telkinlerine daha açık hale gelebilir. 
[9] Ama böyle bir darbeden sonra ordu ve belki Allavi gibi liderler ülkede güvenliği sağlamayı, ve ülkeyi yönetmeyi becerebilirler mi? Emirlerindeki ordu (ki son dönemde çoğu Şii askerler) böyle bir cuntanın emirlerine uyar mı? Kürtler darbeyi fırsat bilip kirişi kırmaya kalkmazlar mı?
[10] Eugene Gholz, Daryl Press ve Benjamin Valentino, “Time to Offshore Our Troops”, New York Times, 12 Aralık 2006.
[11] Önde gelen senatör John McCain uzun süredir Irak’taki Amerikan askerlerinin sayısının artırılması gerektiğini savunmaktadır. IÇG Raporu’nda da asker sayısının taktik ve geçici olarak artırılabileceği görüşü yer almaktadır. Başkan Bush’un da, yapılan çağrılara uzun süre kulak tıkadıktan sonra bu yönde bir değişikliğe sıcak baktığı görülmektedir. Thom Shanker ve Jim Rutenberg, “President Wants to Increase Size of Armed Forces”, New York Times, 20 Aralık 2006. Ancak bu güç artırımının faydası ve süresi çok açık değildir. Peter Grier, “If US Boosts Troops, Then For How Long?”, Christian Science Monitor, 20 Aralık 2006. Ayrıca bu öneriye Kongre’de çoğunluğu ele geçiren Demokratların pek sıcak bakmayacakları söylenebilir. 2008 seçimleri için en ciddi Cumhuriyetçi aday olarak görülen McCain de kamuoyu yoklamalarında pek destek bulmayan bu öneriyle özdeşleşerek çok ciddi bir siyasi risk almaktadır. George Will, “GOP Contenders on a Tightrope”, Washington Post, 16 Aralık 2006.
[12] Şanlı Bahadır Koç ve Mazin Hasan, “Irak’ta Direnişin ve İşgalin Gölgesinde Demokrasi Deneyi”, Avrasya Dosyası, 2005, Cilt 11, Sayı 3, ss. 32-67.
[13] Bir politika başarısız olduğunda genelde verilen tepkiler sırasıyla, işlerin kötü gittiğini kabul etmemek, bazı sorunlar olduğunu ama sabır gösterilir ve sebat edilirse durumun düzeleceğini iddia ederek biraz daha beklemek, taktikleri ve araçları değiştirmek, stratejiyi değiştirmek ve nihayet politikadan tamamen vazgeçmek şeklinde olur. Bazıları bu basamakları hızlıca atlar. Bazıları atlamaz. Bush yönetimi bu merdivenin ikinci basamağını henüz yeni terk etmektedir. Bush ve Cheney’nin 2008 seçimlerine adaylığını koymayacak olması ve bu ikilinin DNA’sındaki “inat faktörü”, gerçeklerle yüzleşme konusunda önümüzde uzun bir yol olduğunu düşündürtmektedir. 
Peter Parker, “Stubborn or Stalwart, Bush Is Loath to Budge”, Washington Post, 17 Aralık 2006.
[14] Her ne kadar komisyon üyeleri, yapılan önerilerin içinden “meyve salatası” gibi bir kısmın seçilmesinin yanlış olacağını söylese de, muhtemel olan, 
Bush’un raporda yapılan 79 önerinin özellikle teknik olanlarından sayıca büyük bir kısmını uygulayacağını açıklaması ama bunların içinde İran ve Suriye’ye yönelik açılımların olmamasıdır. 
[15] Irak’taki durum sadece Iraklılara ve ABD’ye bırakılamayacak kadar önemli ve vahimdir. Bu gruplar artık komşuların duruma müdahale etmeye hakkı, gücü ve gereği olmadığını iddia edebilecek durumda değildir.
[16] Filistin sorununun çözümü yolunda atılacak adımların Irak’taki durumu düzeltmeye etkisi belki oldukça sınırlı, dolaylı ve yavaş olacaktır. Ama bu kabul, 
sorundaki tıkanıklığın Irak Savaşı’nın çıkışının önemli nedenlerinden biri olduğu gerçeğini değiştirmez. Yeni muhafazakârlar Saddam’ı devirmeye, bunun, başka şeylerin yanında, Filistin sorununun büyük ölçüde İsrail’in istekleri doğrultusunda çözümünü kolaylaştıracağına inandıkları için girişmiştir. Bir başka deyişle Filistin, Irak krizinin belki çözümünde değil ama kaynağında olmuştur. Sharon’un Irak’ın işgalini malum nedenlerle çok yüksek sesle olmasa da önemli şekilde desteklemiş olması akıllardadır. Filistin sorunu ve bu konuda ABD’nin yaklaşımı Arap ve Müslüman dünyasında, İsrail lehine çok belirgin şekilde taraflı olarak görüldüğü ve ABD’nin Orta Doğu politikası büyük ölçüde İsrail’in çıkarlarına hizmet eder şekilde algılandığı için ortaya çıkan güvensizlik, ABD’nin Filistin sorunu dışındaki politikalarının değerlendirilmesine de etki etmektedir. Bush, İsrail-Filistin sorununda çok pasif kaldıktan sonra bu konuda harekete geçebilir mi? Geçse bile İsrail Lobisinin tercihlerinin ne kadar dışına çıkabilir? 
İsrail-Filistin sorunu ile Irak arasındaki ilişkiyi çözümlemek kolay değildir. Bu konuda çözümün nasıl olabileceği kimse için sır değilse de buraya ulaşmanın kolay ya da çabuk olmayacağı söylenebilir. Ama zaten Irak’taki duruma sınırlı da olsa olumlu etki yapacak olan Filistin sorununun hemen nihai çözüme kavuşturulması değil, bu yönde somut adımlar atılması ve ABD’nin adil, müdahil ve dürüst olduğuna dair bir algılamanın oluşmasıdır. İki sorun arasındaki nedensellik ilişkisi karmaşık ama güçlüdür. 
[17] James Baker, Lee Hamilton ve diğ. The Iraq Study Group Report, 6 Aralık 2006.
[18] 10 kişilik komisyonda yeni muhafazakârlardan kimse yoktu. Komisyonun çok sayıda danışmanı arasında da -belki de sadece numunelik olarak seçilen bir iki kişi dışında- yeni muhafazakârlar yer almadı. İstisnalar Reuel Marc Gerecht ve Clfford May olmuştur.
[19] Baker dünyayı değiştirmek ya da dönüştürmek isteyen değil, “idare etmek” isteyen ekolün temsilcisidir. 
[20] Baker, İsrail karşıtı değilse bile, ABD’nin Orta Doğu’daki çıkarlarının İsrail’in çıkarları, tehdit algılamaları, öncelikleri ve kaprislerine bırakılmaması gerektiğini 
düşünmektedir.
[21] Bir raporun iki partinin pozisyonlarının uzlaşmasını yansıtması elbette önerilerinin teknik olarak en doğru seçenek olduğu anlamına gelmez ama siyasi açıdan uygulanması en kolay hareket tarzı olduğu anlamına gelir. Ama bu durum, biraz riskli bir amatör psikologluk denemesiyle belirtmek gerekirse, Başkan Bush’un uzlaşmadan, orta yoldan, muğlaklıktan, nüanstan hoşlanmayan düşünce sistemine pek uymamaktadır. Bush hatalarının listesi çıkarıldıktan sonra müşfik ama disiplinli baba tavırlarıyla dışarıdan, tepeden eline bir reçete tutuşturulmasını kabullenememektedir. Raporun Bush’un yıllardır bıkmadan tekrar ettiği şeylere belirgin şekilde doğrudan karşı çıkması, İsrail Lobisi’ni karşısına alması, içeriğindeki bazı eksiklikler, muğlaklıklar ve tutarsızlıklar onun etkisini kısıtlayabilecek etkenlerdir.
[22] Bush, Baker Raporu’nu atması gereken ama kendi başına atamayacağı bazı adımları atmak için bir fırsat olarak kullanabilirdi. Bu yazının yazıldığı sırada bu yönde henüz bir işaret vermiş değildir.
[23] ABD’nin “gitmek”le “tehdit etmek” dışında ne kadar zorlayıcı gücü vardır? Rapor, Irak Hükümeti ABD’nin baskısını kabul etmezse ya da başarılı olamazsa ne olacağını söylememektedir. Bunun başarısız olmasını isteyecek birçok grup olduğuna göre aslında bir anlamda Irak’ta başarıyı “başkalarının insafına bırakmaktadır”. 
[24] Rapor, Irak Hükümetine yapılan baskının ve komşularla diyalog girişiminin sonuç vermemesi durumunda ne yapılması gerektiği sorusunu –belki de bilerek
cevaplandırmamaktadır. Bu açıdan rapor, belki kendisinin de tam ikna olmadığı önerilerin başarısız olmamasından sonra daha fazla kayıp vermeden çekilmek gerektiğini açıkça değil ama fısıldayarak– söylemektedir. Bu telaffuz edilmeyen ama görmek isteyen herkesin anlayabileceği mesaj, Başkan Bush’un “umutsuzca optimist” olan tabiatına pek uygun değildir. Bush hâlâ, başarıya gidecek bir yolun mutlaka olduğuna inanmaya meyillidir. 
[25] Peter Baker ve Jon Cohen, “Americans Say U.S. Is Losing War, Public, Politicians Split on Iraq Panel's Ideas”, Washington Post, 13 Aralık 2006.
[26] International Crisis Group, After Baker-Hamilton: What to Do in Iraq, 19 Aralık 2006.
[27] Eğer ABD, raporun dediği gibi 2008 başında askerlerini danışmanlar dışında büyük ölçüde çekecekse, o zaman İran, ABD ile işbirliği yapmaya niye gerek duyacaktır? 
A) İran, Irak’ın daha kaotik hale gelmesini istememektedir. B) İran, tersini söylese de, aslında ABD’nin Irak’tan çekilmesini istemez, çünkü o zaman Washington’un eli boşalabilecek ve Tahran’a Irak’ta kendisine yardım etmediği için kızmasına ilave nedenler olacaktır. Bu durumda ABD’nin İran’ın nükleer programını askerî yolla durdurmak için daha fazla nedeni ve isteği olur. 
[28] İlk başta makul gözüken bu itiraz aslında oldukça zayıf bir temele dayanmaktadır: ABD’nin bu iki ülkeyle konuşması Sünni Arap devletleri gibi bazı istisnalar olmasına rağmen aslında üçüncü tarafların çok büyük oranda arzu ettikleri bir şeydir. Avrupalılar ABD’nin İran’la nükleer konuda yapılan görüşmelere doğrudan katılmasını istemiş ama Washington’un bu konudaki direncini aşamamışlardır. Ayrıca İran’la konuşmak onun bütün taleplerini kabul etmek anlamına gelmemektedir. 
Raporda Orta Doğu’da demokratikleşmeden neredeyse hiç bahsetmemesi muhafazakâr Sünni rejimleri memnun ederken özellikle İran’la diyalog önerisi onları tedirgin etmiştir. ABD’nin Irak’ı İran’a bırakacağı korkusu Suudi Arabistan’ı Sünni direnişçilere yardım edebileceği uyarısı yapmaya sevk etmiştir.
[29] İran’a hem Irak’ı vermek hem de onun nükleer güç sahibi olmasına göz yummak düşünülemez. Eğer İran’ın petrolüne, bölgedeki diğer Şiiler ve radikal gruplar üzerinden biriktirdiği kartlara, uzun devlet geleneğine, kurnazlığına, cesaretine, sınır aşan ideolojisine, yükselen milliyetçiliğine, genç nüfusuna ve coğrafi konumuna bir de nükleer silahları eklerse bir tür bölgesel süper güç olacaktır. Ama bu durum arzu edilebilir, kabul edilebilir ya da kaçınılmaz değildir. Bir kere neredeyse matematiksel bir kesinlikle iddia edilebilir ki, İsrail böyle bir gelişmeye izin vermeyecektir. 
[30] Kenneth M. Pollack, “Don't Count on Iran to Pick Up the Pieces”, New York Times, 8 Aralık 2006.
[31] “Interview With Condoleezza Rice”, Washington Post, 15 Aralık 2006.
[32] Ayrıca diyaloğa karşı çıkan bazı gruplara göre Irak’taki olaylar o boyutlara varmıştır ki, artık İran ABD’ye yardım etmek istese bile olayların dinamiğini tersine çevirmek mümkün olmayabilir. Ancak bunu savunanların genellikle, bir yandan da ABD’nin Irak’ta kalmaya devam etmesi gerektiğini ifade etmesi ilginç bir tezat oluşturmaktadır: Eğer İran’ın yardımı bile etkili olmayacaksa o halde ABD Irak’ta kimsenin yardımını almadan kalsa ne fark edecektir?
[33] Itamar Rabinovich, “Courting Syria”, Ha’aretz, 29 Kasım 2006.
[34] Tersi bir görüşe göre, Suriye ılımlı Sünni bloğunun ancak alelade bir üyesi haline gelebilir. Halbuki, İran ve diğer radikal gruplarla aynı safta olduğunda etkisi artmaktadır. Ayrıca Sünni blokla aynı safta yer alırsa, rejim bir süre sonra bu grubun etkisiyle içeriden yıpranabilir. 
[35] Helene Cooper, “The Capital Awaits a Masterstroke on Iraq”, New York Times, 17 Aralık 2006, Laura Rozen, “Unleash the Shiites? The U.S. may be forced to choose sides in Iraq's civil strife”, Los Angeles Times, 16 Kasım 2006.
[36] Yasemin Çongar, “ABD'nin Irak'ta Çıkış Arayışı”, Milliyet, 18 Aralık 2006; Ruşen Çakır, “Türkiye Önde Gelen Sünni Bir Ülke” midir?”, Vatan, 11 Aralık 2006. 
Bu konuda çok fazla “alıngan” olmak doğru olmayabilir. İran ve Suriye, Orta Doğu siyasetinde büyük tecrübeler kazanmışken, Türkiye bu tehlikeli ve heyecan verici alana daha yeni yeni girmektedir. Irak’ta özellikle İran’ın Türkiye’ye göre daha fazla “karta sahip olması” doğal karşılanmalıdır. Bunun nedenleri arasında İran’ın Irak’la olan sınırının uzunluğu ve geçirgenliği, Irak’taki Şii nüfusunun büyüklüğü ve gücü, İran devletinin örtülü operasyonlarda becerikli olması, , Irak’tan uzun süre tehdit algılamış olması, ABD’ye karşı daha fazla koz edinme ihtiyacı, Türkiye’nin müttefiki olduğu ABD’nin “canını sıkacak adımlar atmasının” psikolojik zorluğu, İran’ın Irak’taki üç büyük grupla da sınırdaş olması gibi nedenler sayılabilir. Ayrıca Türkiye Irak’ta problemler yaratan bir ülke olmadığı için şimdi atacağı adımlarla bu problemleri geri çevirme durumu da olmayan bir ülkedir. Türkiye, 1 Mart Tezkeresi olayını saymazsak, Irak konusunda elinde imkan olduğu halde ABD’ye problem çıkarmamayı tercih ettiği için “uslu duruş”una binaen raporda daha az yer bulmuştur. 
[37] Türkiye’nin Kuzey Irak’ta PKK’ya karşı girişebileceği bir harekâtın siyasi ve askerî bir analizi için bkz. Şanlı Bahadır Koç, “Türk-Amerikan İlişkilerinde 
‘İkinci Bahar’ mı, ‘Sonun Başlangıcı’ mı?”, Stratejik Analiz, Haziran 2006ss. 23-27..
[38] Baker Komisyonu üyesi olan ve 2004’te Brzezinski ile beraber eş başkanlığını yaptıkları bir CFR raporunda İran’la görüşülmesi gerektiğini savunan Robert Gates’in Savunma Bakanlığı’na getirilmesi, Grubun raporunun Yönetim üzerinde etkili olacağı beklentisi yaratmıştı. Zbigniew Brzezinski ve Robert M. Gates, Iran:Time for a New Approach, Council on Foreign Relations Press, Temmuz 2004.

http://bahadirkoc.blogspot.com.tr/


***

ABD VE IRAK: “ GİTMEK Mİ ZOR, KALMAK MI? ” BÖLÜM 1



ABD VE IRAK: “ GİTMEK Mİ ZOR, KALMAK MI? ” BÖLÜM 1


Şanlı Bahadır Koç,
ajp1914@yahoo.com

Irak’ta resmî hedeflerinin çok uzağına savrulan ABD politikası, beklentiler, sahadaki gerçekler, Clausewitz’in “savaşın sisi” dediği algı kırılmaları, ideal olan, mümkün olan, kabul edilebilir olan, mevcut politikada ısrar edilirse muhtemel olan, planlanan, korkulan, kontrol dışı olan ve bilinmeyen faktörler ve senaryoların yumağında debelenmektedir. Zaten yeterince karışık olan bu resme iç politikadaki “köşe kapmaca”ları, kişisel çatışmaları ve Başkan Bush’un bir sanat formu haline getirdiği inadını da eklemek gerekebilir. Bu yazıda ABD’de Irak’la ilgili yapılan son tartışmalar özetlenecek, ABD’nin bu ülkeye yönelik politikasında değişiklik yapma ihtimali ve muhtemel seçenekleri değerlen dirilecek tir. Ayrıca bu tercihlerin Irak’taki durum, bölge ülkeleri ve Türkiye’nin çıkarları üzerindeki potansiyel etkileri tahlil edilmeye çalışılacaktır. 

ABD'nin Irak’la ilgili olarak seçenekleri ki bunların bazılarını aynı anda uygulayabilir- şunlar olabilir
[1]: Mevcut politikada ısrar
[2], istikrara öncelik verilmesi
[3], Irak'ı ikiye/üçe bölmek
[4], hızlı (6 ay içinde?) ve topyekün çekilme 
[5], daha çok asker göndermek 
[6], çekilmek için kesin/muğlak bir tarih vermek (2007-8-9) veyahut 
kademeli bir çekilme takvimi açıklamak 
[7], Az sayıda büyük üsse çekilmek 
[8], Irak ordusunun darbe yapmasına izin vermek/teşvik etmek. 
[9] ABD kuvvetlerinin, Irak’taki coğrafi konumunu değiştirmeye yönelik seçenekleri ise en kaba haliyle şu şekilde özetlenebilir: ABD askerlerinin özellikle etnik çatışmaların  yaşandığı ve bunları engelleme umudu olmayan bölgelerden, 
a) Irak’ın Suriye ve İran’la sınırına yakın bölgelere, 
b) yerleşim bölgelerinden uzak yerlere, 
c) Kuzey Irak’a, 
d) Irak dışındaki Kuveyt ve Katar gibi bazı bölge ülkelerine, 
e) bölge dışında ama bölgeye yakın, gerektiğinde Irak dahil bölgeye müdahale edebilir noktalara (Diego Garcia)[10] kaydırılması. 
Ayrıca Amerikan güçlerinin sürekli saldırı altında olduğu Sünni bölgesini terk etmesi ya da bunun tam tersine ülkenin merkezi olan Bağdat’ta güvenliği sağlamak için buradaki kuvvetleri Irak içinden ve/veya dışından birliklerle takviye etmesi seçenekler dahilindedir.[11]

Irak’ta yaşananların bir iç savaş olup olmadığı büyük ölçüde semantik ve akademik bir konudur. Tartışılmaz olansa, Irak’ın belki de hiç olmadığı kadar kötü bir durumda olduğudur: Etnik ve mezhepsel çatışma, işgal, parçalanma, kanunsuzluk, devlet kurumlarının çökmesi, anarşi, nihilist terörizm, ekonomik tıkanıklık, hizmetlerin durması, sosyal çöküntü, atomize olma, etnik temizlik, iç ve dış göç, beyin göçü, sermaye kaçışı, dış müdahale, yolsuzluk, güvensizlik, umutsuzluk, korku, paralize (felç) olma hali.[12] Bir devlet baskıcı, işgüzâr, hantal, verimsiz ve “akılsız” olabilir. Ama Irak’ta yaşananların gösterdiği bir şey varsa o da en kötü devletin bile onun olmadığı anarşiye yeğ olduğudur. Orduyu ve bürokrasiyi dağıtarak Irak devletinin içini boşaltan ABD, Irak’ta yaşanan bu kaosun belki tek değil ama şüphesiz en önemli müsebbibidir Nedenlerini ve boyutunu burada ayrıntılı olarak tekrarlamaya gerek olmayan bu “acıklı durum”, ABD’ye Irak’ta bundan sonra yaşanacaklarla ilgili çok büyük görevler yüklemektedir. Irak’ta yaşananlar ABD’nin siyasi, askerî, ekonomik ve moral gücünü emmekte, içinde birliğini bozmakta ve hem bölgedeki hem de dünyanın geri kalanındaki seçeneklerini kısıtlamaktadır. Durumun ve gelecekte yaşanabileceklerin vahameti ABD’nin Irak’taki politikalarında 
temel, çok boyutlu ve olabildiğince hızlı bir değişikliğe gitmesini şart koşmaktadır. Amerikan halkının Irak’la ilgili olarak Kongre seçimlerinin sonuçlarına da yansıyan memnuniyetsizliği, mevcut politika ve onun getirdiği başarısızlıkla haklı veya haksız- en çok özdeşleştirilen Donald Rumsfeld’in görevden ayrılması ve Irak Çalışma Grubunun Raporu’nun (İÇG) daha yayınlanmadan tetiklediği tartışma ortamı, mevcut politikada değişikliği gerekli ve mümkün kılmakta ama kaçınılmaz hale getirmemektedir.[13] ABD’nin Irak politikasında yaşanması beklenen değişimin, “projenin” stratejik düzeydeki amaçlarıyla mı hayata geçeceği yoksa sadece taktik boyutunda mı kalacağı henüz belli değildir. Başkan Bush’un Irak politikasını hemen ve temelden değiştirmesini beklemek doğru olmayabilir.[14] 

IÇG Raporu, ABD’nin Irak’ta çok ciddi bir başarısızlık yarattığı gerçeğini kuşkuya yer bırakmayacak şekilde kayda geçirmiş ve resmîleştirmiştir. Yönetimin 
performansına yönelik keskin eleştirileri Bush’un egosunu zedelemiş olabilir. Bush’un egosuna, geri adım atmamaya ve kararlılığa belki biraz fazla önem veren bir lider olması, onun bu rapora ve Irak’taki duruma vereceği tepkiyi koşullandırmaktadır. Rapor, Pınar Bilgin’in de dikkat çektiği gibi, “bütüncül” bir yaklaşımla “sorunların içiçeliğine vurgu” yapmış ve entegre bir çözüm gerektiğini belirtmiştir. Yapılan önerilere tamamen katılmayanların bile, bu basit ama her zaman telaffuz edilmeyen gerçeğin altını çizdikleri için Komisyona müteşekkir olması gerekir. Raporun eleştirilecek çok yönü olabilir ancak Washington’da Irak konusunda gerçek bir tartışma yarattığı gerçeği göz ardı edilmemelidir. İşin ilginç yanı, bu tartışmanın en az iki yıl geç kalmış olmasıdır. Irak’ta hızla gelişen ve kontrolden çıkmak üzere olan olaylar raporu bir anlamda eskitmiştir. Raporun oldukça başarılı bir şekilde kayda geçirdiği Washington’un hatalar zinciri, ABD’nin elinden başarı için gerekli olan seçenek ve enstrümanların önemli bir kısmını almıştır. 

Oldukça kapsamlı ve zengin olan ve demokratikleşmeye hemen hiçbir vurgu yapılmayan IÇG Raporu’nun en önemli noktaları şunlardır:

1) Irak bölünmemelidir, Irak Hükümeti elini çabuk tutmalı ve Sünnileri de içine alan bir millî uzlaşmaya zorlanmalı ve kendisine verilen yardım, takvime bağlanmış performans kriterleri ile (“benchmarklar”) koşullandırılmalıdır. Sünnilere yönelik adımlar içinde; Baas’tan arındırmanın tersine çevrilmesi, genel af, petrol gelirlerinin merkezî kontrolü ve adil paylaşımı yer almalıdır.
2) ABD askerleri, güvenliği sağlama görevini Irak kuvvetlerine bırakmalı ve kademeli olarak çekilmeli, bu arada savaşan unsurların yerini Irak ordusunda küçük birimlere iliştirilerek (embed) görev yapacak çok sayıda Amerikalı askerî danışmana bırakmalıdır,
3) Uluslararası Destek Grubu oluşturulmalı, bölgesel konferans toplanmalı[15], İran ve Suriye ile diyaloğa girilmeli, Arap-İsrail sorununda ilerleme 
kaydedilmelidir.[16]

Irak Çalışma Grubu ve raporunu[17] birçok farklı –ama birbirini tamamen de dışlamayan- şekilde “okumak” mümkündür:

-“Yetişkinlerin yaramaz çocuk Bush’un kırıp döktüklerini” mümkün olan ölçüde toparlama girişimi,

- Yeni muhafazakârlara[18] karşı realistlerin[19], İsrail Lobisine karşı “Önce Amerika” diyenlerin[20], Yönetime karşı Kongre’nin kısmi bir başkaldırısı,

- Cumhuriyetçi Parti’nin 2008 seçimlerini Irak’ın gölgesinden kurtarma denemesi, 

- ABD dış politikasında “merkez”i saptamaya ve konsensüs oluşturmaya yönelik bir iki partililik (bipartisanship) girişimi[21],
- Yönetimin Irak’ta gerekliliğine “yarım yamalak” da olsa ikna olur gibi olduğu ama bunu kabul etmeye cesareti, formüle etmeye aklı ve uygulamaya gücünün 
olmadığı adımları atmak için kurulmuş bir “paravana”[22],

- Kurulduğunda, geçmişteki başka birçok örnek gibi tarihe kısa bir dipnot olarak geçme ihtimali yüksek bir komisyonken, Irak’ta olayların kontrolden çıkması ve 
savaşa yönelik halk desteğinin çökmesi ile gerektiğinden fazla umut bağlanan bir sihirli değnek (deus ex machina). 

Rapor Irak’taki durumun vahametini ortaya koyduktan sonra kolay, çabuk, maliyetsiz, risksiz ve başarı şansı yüksek bir formül olmadığını da kabul etmektedir. 

Raporun önerdiği eylem planının başarılı olmasının çok büyük ölçüde diğer aktörlerin vereceği tepkiye bağlı olması dikkat çekmektedir.[23] Ama rapor önerilen politikalar başarılı olmazsa ne yapılması gerektiğini yeterince irdelememektedir. Aslında belki de, raporun çok açık söylemese de ima ettiği, Irak’ta başarılı olmanın, hele ilk başta konan hedeflere ulaşmanın artık mümkün olmadığı, bu nedenle de belki çok daha mütevazı sonuçlara ulaşmanın ve kayıplar daha da artmadan kontrollü biçimde çekilmenin tercih edilir olduğudur.[24] Buna göre, eski politikada ısrar ettikçe ödenecek bedel artacak ve olumsuz sonuçları sadece Irak’la sınırlı kalmayacaktır.

IÇG Raporu hem analiz hem de yaptığı öneriler açısından kusursuz olmamakla beraber, Bush yönetiminin uzun süredir içine kapandığı ve “dostça olmayan verilerin” içeri sızmasına imkân vermeyen kabuğu çatlatmıştır. Ülkenin geri kalanı ise zaten bir süredir Irak’ın kurtarılamaz olduğu sonucuna varmıştır. Rapor, Irak’la ilgili ana tartışmaya önemli miktarda gerçekçilik enjekte etmiştir. Birileri bu rapordan daha parlak fikir ve öneriler beklemiş olabilir. Ama bu rapor şu anda Irak’la ilgili yönetim dışında yapılan tartışmaların ortak paydasını yansıtmaktadır. Kamuoyu yoklamaları Amerikan halkının IÇG ve onun temel önerilerine belirgin şekilde müspet baktığını göstermektedir.[25] Raporla ilgili belki de en kapsamlı çalışmayı yapan Uluslararası Kriz Grubu, Komisyonun analiz ve önerilerine büyük ölçüde iştirak etmekle beraber, iki temel eleştiride bulunmaktadır[26]:

1) Rapor, Irak Hükümetini temsilî gücü olan bir yapı olarak göstermesine rağmen aslında Hükümet böyle değildir ve mevcut güç ve zenginlik pozisyonuna sıkıca tutunarak sistem dışındakilerin içeriye gelmesini engellemektedir. Irak Hükümeti aslında oyunculardan sadece biridir ve ayrıcalıklı bir aktör olarak görülmemelidir.

2) Irak’ın komşuları ile diyalog gereklidir ama yeterli değildir. ABD’nin bunun ötesine geçerek bölgeye yönelik stratejik bakışını toptan değiştirmesi ve rejim 
değişikliği, Irak’ın model olarak öne sürülmesi ve “şer ittifakı söylemi”ni terk etmesi gerekmektedir. Aksi takdirde İran ve Suriye’nin, Irak’ta ABD’ye yardım etmek için yeterince nedenleri olmayacaktır. Bu iki ülke Irak’ta kaos istememelerine rağmen ABD’nin başarılı olmasından ve sıranın kendilerine gelmesinden daha çok korkmaktadır. 

Suriye ve İran’la Diyalog

İran ve Suriye, Washington’a Irak’taki durumla ilgili olarak niye[27], ne kadar ve ne karşılığında yardım edebilir? Washington’un İran ve Suriye ile diyaloğa girmesi gerektiğini savunanlar bunun yöntemi, zamanlaması, içeriği, amaçları, başarı şansı, olası getirileri ve fırsat maliyeti üzerine yeterince derin tahlillere girişmemiştir. 

Bu öneriye karşı çıkanlar, bu ülke ile doğrudan diyaloğa girmenin bu rejimleri cesaretlendireceğinden, taleplerini artırmalarına neden olabileceğinden, onlara 
meşruiyet vereceğinden, muhalif güçleri düş kırıklığına uğratacağından, onlara karşı zar zor oluşturulan bölgesel ve uluslararası cephenin zayıflamasından ve İran’ın nükleer programına karşı belirmeye başlayan konsensüsün dağılmasından endişe etmektedir.[28] Böyle bir diyalog ABD’nin Irak’ta yenildiğini tescilleyecektir. 
Ayrıca bu gruba göre İran şu an gücünün zirvesinde olduğunu düşünmektedir ve muhtemelen ABD’nin önüne koyacağı fatura oldukça yüksek olacaktır.[29] 

Bu görüşe göre, aslında Tahran’ın Iraklı Şii gruplar üzerindeki etkisi sınırlıdır ve bu nedenle istese bile ABD’ye yapabileceği katkı azdır.[30] Hem zaten Rice’ın da dediği gibi eğer İran, gerçekten Irak’ta kaostan korkuyorsa o zaman karşılığında bir şey almadan da ABD’ye yardım etmesi gerekir[31]. ABD’nin İran’a taleplerini iletmek için onunla doğrudan konuşmasına gerek yoktur. O nedenle İran’la diyalog gerekli ve faydalı değildir.[32] İran ve Suriye gibi hasımlar için, hem Suudi Arabistan ve Ürdün gibi dost komşularla, ayrıca El Kaide dışındaki Sünni direnişçilerle, hem de Sadır gibi Şii milislerle konuşmak, anlaşmak ve bu diyaloglardan anlamlı bir sonuç çıkarmak çok kolay olmayabilir. Öte yandan diplomasi bazen daha önce düşünülmeyen yeni imkânlar yaratabilir. Sırf konuşuyor olmak tarafların pozisyon ve eylemleri üzerinde bazen yumuşatıcı etkiler yapabilir. Ayrıca, bütün taraflarla konuşuyor olmak ABD’ye, “sen anlaşmayacaksan diğerleriyle anlaşırım” deme imkânı verebilir. 

Eğer İran ABD’ye yardım etmediğinde kendisine yönelik askerî saldırı ihtimalinin artacağını düşünür, Irak’ın parçalanmasının kendisine de zarar vereceğini hesaba katar, ABD ile diyaloğun nükleer programının kabullenilmesine değilse bile rejime karşı bir hareketi engelleyeceğine inanırsa, Irak’taki duruma olumlu, anlamlı ama sınırlı bir etkide bulunabilir. İran biraz “nazlandıktan” sonra bile yardım ederse, belki ABD tarafından nükleer programına yeşil ışık alamayabilir ama ön alıcı bir askerî harekâtın hedefi olma ihtimalini azaltabilir. Eğer İran, nükleer programına ek olarak Irak’taki problemlerin önemli bir kaynağı olarak da görülürse, o halde tüm bedel ve risklerine rağmen askerî bir harekâta hedef olabilir. İran, ABD’nin Irak’ta biraz daha batağa saplanmasını ve bir süre sonra daha umutsuz bir halde kendi kapısını çalmasını isteyebilir. Bu nedenle ABD’nin kendi açısından belki de, İran’a Irak konusunda konuşma ve pazarlık yapma teklifinin “sonsuza kadar masada olmayacağını” ve işbirliği yapmamanın bir bedeli olacağını belli etmesi gerekir. Bu noktada önemli bir soru da, ABD’nin Irak’ta kalırsa mı, yoksa buradan çekilirse mi İran’a karşı daha fazla manevra imkânı ve inandırıcılığı olacağıdır. İranlı yetkililer ABD ile konuşmanın ön şartının Washington’dan çekilme olduğunu söylerken ne kadar ciddidirler? 

ABD, İran’la konuşmaya aşağıdaki adımları attıktan sonra başlarsa pazarlıkta eli daha güçlü olacaktır:

Bölgesel müttefikleriyle “safları sıklaştırdıktan” ve onlara İran’la konuşmanın aralarındaki ilişkinin doğasını değiştirmeyeceği güvencesini vermesi, nükleer konuda 
uluslararası diplomatik baskıyı artırması, Tahran’a pazarlıkla ilgili beklentilerinitörpüleme mesajı vermesi, İran ile Suriye arasına bazı güvensizlik tohumları atması, pazarlık için bir zaman tahditi olduğunu hissettirmesi, ABD içinde belli bir konsensüs oluşturması, Filistin sorununda bir çeşit ilerleme olduğu hissi yaratması. 

Suriye İran’dan koparılabilirse[33] bunun Orta Doğu satrancında stratejik sonuçları olacağı söylenebilir. Suriye, İran’ı bıraktıktan sonra “ortada kalmayacağına”, uluslararası sisteme ve Orta Doğu’daki “saygın” Arap devletleri kulübüne kabul edileceğine ikna olursa; Lübnan’da kaybettiği etki ve prestijinin tamamı değilse bile bir kısmına tekrar sahip olacağını ve Golan’ı hemen değilse bile makul bir süre sonunda geri alabileceğini bilirse, İran ile arasındaki giderek daha asimetrik ve “belalı” hale gelen ilişkiden kopabilir. Ama henüz hem İsrail’de hem de Washington’da bu yönde bir irade görülmemektedir. Ama zaten bu yönde bir gelişme yaşanacaksa da bunun ilk başta açık açık değil perde arkasında yapılan gizli diplomasi ile olgunlaşması muhtemeldir. Nüfusunun çoğunluğu Sünni olan Suriye İran’a karşı oluşan Sünni Arap bloğunu çok fazla karşısına almakta tereddüt edebilir.[34] Gerçi benzer bir blok 1980’lerde vardı ve Suriye bunun dışında kalabilmişti ama bu sefer rejimin gücü, kendine güveni ve Batı’ya karşı manevra alanı çok daha dardır. 
ABD’de hem Irak hem de Orta Doğu’nun genelinde bir Şii-Sünni çatışmasını ABD’nin veya kendi çıkarlarıyla uyumlu gören, böyle bir çatışmanın yaşanmasını ümit eden ve bunun için çalışanlar olabilir. ABD desteğini ve gazabını bu iki gruba dağıtarak aradaki dengeyi -ya da dengesizliği- tamamen değilse de önemli ölçüde etkileyebilir. 

Washington’da son dönemde “Şiiler sayıca daha fazla oldukları ve Sünnileri yenecekleri için Şiileri destekleyelim” şeklinde özetlenebilecek bir fikir[35] telaffuz edilmeye başlanmıştır. Zira, Irak’ta ABD’nin kim ne derse desin en fazla önem verdiği şey olan petrol, Sünni değil Şii ve Kürt bölgelerindedir. Öte yandan, Sünnilerin Irak’ta az ama Arap ve Müslüman dünyada çoğunlukta olduğu ve son dönemde ABD’ye problem olan terör örgütlerinin genelde Sünni kökenli olduğu unutulmamalıdır. 

ABD’nin Sünnilere karşı olduğu şeklinde bir görüntü vermesi halinde, terörün hedefi olma ihtimali artabilir. 

Türkiye Raporda, Irak’ın bölünmemesi, Kerkük referandumunun ertelenmesi, petrolün Bağdat’ın kontrolünde olması, komşularla diyalog içinde olunması gerektiği gibi Türkiye’nin uzun süredir ifade ettiği birçok fikrin vurgulanması ve PKK’dan bahsedilmesi olumlu, ama Türkiye’nin Irak’la ilgili problem yaratabilecek “önemli bir Sünni ülke” olarak gösterilmesi olumsuz olarak değerlendirilmiştir.[36] Ayrıca, raporun Irak’ta kalıcı üs istenmediğinin şimdiden belirtilmesi gerektiğini yazması, Baas’tan arındırmanın geri çevrilmesini tavsiye etmesi, güç paylaşımının içine Sünnilerin daha çok çekilmesi gerektiğini savunması da Türkiye’yi memnun etmiştir. Öte yandan, raporda Suriye ve İran’ın oynadığı ve oynayabileceği rollere vurgu yapılırken, Türkiye’nin Irak konusunda ödediği bedeller, yaptığı fedakârlıklar, verdiği yardımlar ve özellikle PKK’ya karşı sınır ötesi bir harekât konusunda kendisini tutmasına hiçbir atıf olmaması üzücü olarak nitelendirilebilir. Bir başka hassas nokta da, 
eğer ABD tarafından Irak’ın –İran ve Suriye dahil ya da hariç- komşularına yönelik diplomatik taarruzu başlarsa, böyle bir ortamda Türkiye’nin Kuzey Irak’a yönelik askerî bir harekâta girişmesinin diplomatik ve psikolojik olarak güçleşebileceğidir.[37] Washington Türkiye’nin bu yönde bir girişiminin yeni iklime uymadığını iddia edebilecektir.

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***