TÜRKİYE İSRAİL İLİŞKİLERİ 1946 - 2010 BÖLÜM 3
alındığı, seyrüsefer serbestîsinin sağlanabilmesi adına gerektiğinde önlem alınması, Gazze Ablukasının tanınmaması, Uluslararası Adalet Divanı’nda
incelenmesi için gerekli girişimlerin yapılması, Mavi Marmara olayında mağdur olanların haklarının aranması için uluslararası ortamda her türlü desteğin verilmesi kararlarının alındığını açıkladı.20 Ayrıca Cumhurbaşkanı Abdullah Gül yaptığı açıklamada Türkiye’nin Palmer Raporu’nu tanımadığını ifade etti.21 Gelişmeler üzerine BM Genel Sekreteri Ban-ki-Moon hem Türkiye’nin hem de İsrail’in Ortadoğu için önemli olduğunu söyledi ve Ortadoğu barış sürecinin menfaati için her iki ülkeye de ilişkilerini düzeltmesi çağrısında bulundu.22 ABD adına açıklamayı ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Victoria Nuland yaptı. Türkiye ve İsrail’in aralarındaki anlaşmazsızlıklardan dolayı üzüntü duyduklarını belirten Nuland, hem Türkiye’nin, hem de İsrail’in müttefik ülke olduğunu hatırlatarak, iki ülkenin de bu sorunu çözmeye gayret etmelerini istedi. Almanya Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle ise Türkiye’nin tavrını eleştirdi. Türkiye-İsrail gerginliğini kaygıyla izlediklerini ve uzlaşmaya yönelik adımların atılması gerektiğini ifade etti. Almanya’nın arabuluculuğu önerisinde de bulunan Westerwelle, Türkiye’den İsrail’le yeniden diyaloga geçmesini talep etti.
Sonuç ve Değerlendirme
Türkiye -İsrail İlişkileri Mavi Marmara saldırısından önce de ciddi krizlerle test edilmişti. Daha önce de ifade edildiği üzere Türkiye, İsrail’le olan diplomatik ilişkilerinin seviyesini 1980 yılında da ikinci kâtip seviyesine düşürmüş ve ilişkiler 1992 yılına kadar alt düzeyde sürdürülmüştü. Ancak Mavi Marmara saldırısı mahiyeti itibariyle Türk-İsrail ilişkilerinde çok daha derin bir krize neden olmuştur.
Türkiye Mavi Marmara saldırısının ve Gazze’ye uygulanan ambargonun uluslararası hukuka aykırı olduğu, İsrail’in “şımarık bir çocuk gibi” kendisini
uluslararası hukukun üzerinde görmesinin kabul edilemez olduğu tezlerini savunmaktadır. Bu çerçevede Türkiye, İsrail’in, uluslararası sularda Türk
bandıralı bir gemiye yaptığı, uluslararası hukukun yerleşmiş içtihatlarına ve teamüllerine uymayan saldırı sebebiyle Türkiye’den özür dilemesini ve saldırıda mağdur olan ailelere tazminat ödenmesini talep etmektedir. Palmer Raporu sızdırılmadan önce İsrail tarafından gelen haberler İsrail hükümetinin özür dilemek yerine farklı bir alternatif arayışı içerisinde olduğu, tazminatların ödenmesi konusunda ise hükümet içerisinde örtülü bir konsensüsün olduğu yönündeydi. Ancak Palmer Raporu’nun basına sızması; raporun İsrail’in Gazze’ye uyguladığı ambargoyu meşru görmesi ve Mavi Marmara’ya düzenlenen saldırıyı uluslararası hukukun sınırları içerisinde değerlendirmesi Türk tarafında büyük bir hayal kırıklığı yarattı. İsrail Palmer Raporu’nu kabul ettiğini açıklarken Türkiye Palmer Raporu’nun kabul edilmediğini kamuoyuna duyurdu. Bu çerçevede ilk aşamada İsrail’e karşı tutumunun netleştirilmesi için yukarıda ayrıntılı olarak aktarılan bir yol haritası ortaya kondu.
İsrail 1948’de kurulduktan sonra bölgedeki dış politikasını Türkiye ve İran gibi Arap olmayan iki ülke ile ilişkileri geliştirmek üzerine kurmuştu. Cemal
< Türkiye Mavi Marmara saldırısının ve Gazze’ye uygulanan ambargonun uluslararası hukuka aykırı olduğu, İsrail’in “şımarık bir çocuk gibi” kendisini uluslararası hukukun üzerinde görmesinin kabul edilemez olduğu tezlerini savunmaktadır.
“Arap Baharı”nın bölgede yarattığı politik kırılmanın ne yöne doğru evrileceğinin de İsrail tarafından tam kestirilemiyor oluşu İsrail dış politikasının alternatiflerini ciddi biçimde sınırlandırmıştır. >
Abdülnasır’ın ölümünden sonra Enver Sedat döneminde Mısır’la da ilişkilerin geliştirilmesi İsrail politikalarının bölgedeki meşruiyetini sağlıyordu. Bugün
gelinen noktada İsrail ve İran zaten ayrı kamplarda yer alıyorlar. Mısır’da askerlerin politikada halen çok etkin olması İsrail’i özellikle stratejik ve askeri
açıdan kısa vadede rahatlatmakla birlikte Mısır’da gerçekleştirilecek ilk serbest seçimlerde Müslüman Kardeşler’in Mısır siyasetini belirleyecek bir güç olarak belirme ihtimalinin gittikçe kuvvetlenmesi orta vadede İsrail -Mısır ilişkilerinin de gerginleşeceği izlenimi uyandırmaktadır. Geçtiğimiz aylarda sınırda çıkan ufak çaplı bir çatışma sonrasında İsrail tarafından açılan ateş neticesinde ölen beş Mısır askeri için İsrail’in özür dilememiş olması sebebiyle İsrail Büyükelçiliği önünde toplanan halk Mısır hükümeti üzerinde İsrail’le ilişkilerin askıya alınması yönünde bir baskı kurmaktadır. Refah Sınır kapısının Mısır’daki devrimden sonra açılması da Gazze üzerindeki ambargoya delik açmış durumdadır. İsrail ise Mısır’la olan barış antlaşmasının devam etmesinden yanadır. İsrail Başbakanı Netanyahu yaptığı açıklamada barış antlaşmasının her iki tarafın da çıkarlarına hizmet ettiğini ve mutlaka korunması gerektiğini ifade etmiştir.
“Arap Baharı”nın bölgede yarattığı politik kırılmanın ne yöne doğru evrileceğinin de İsrail tarafından tam kestirilemiyor oluşu İsrail dış politikasının alternatiflerini ciddi biçimde sınırlandırmıştır. İsrail’deki bazı askeri yetkililer tarafından yapılan “Arap baharının radikal İslam kışına dönüşmesi tehlikesi” olduğu yönündeki açıklama İsrail’deki kaygının boyutlarını gösterir niteliktedir. Bölgedeki halk hareketlerinin yarattığı derin politik yarılma sebebiyle kendisini güvende hissetmeyen İsrail’in bu süreçte Türkiye ile ilişkilerinin de kötüleşmesi İsrail tarafından pek arzulanır bir durum görünmemektedir.
Yakın zamanda ABD ve Türkiye, Avrupa Savunma Sistemi’nin bir parçası olmak üzere Türkiye’de hava savunma sistemlerinin kurulacağını açıkladı.
Amacı İran gibi ülkelerden gelebilecek tehdit karşısında Avrupa’yı korumak olan sistemde İsrail de, İran’dan büyük tehdit algıladığı için Türkiye ile birlikte yer almak istiyordu. Ancak Türkiye ile İsrail arasındaki askeri ilişkilerin bitirilmesi İsrail’in kısa vadede savunma sisteminin içerisinde yer almasını güçleştirdi. İsrail açısından Türkiye ile askeri ilişkilerin sona erdirilmesinin yarattığı en ciddi sorunlardan birisi de Türkiye hava sahasının İsrail askeri tatbikatlarına kapatılmış olmasıdır. İsrail bu alanda çıkan eksikliğini Romanya, İtalya ve Yunanistan gibi ülkelerle yakınlaşarak kapatma amacında görünmektedir.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun İsrail’e uygulanacak yaptırımları açıklamasından sonra Wall Street Journal’a konuşan bir Türk yetkili askıya
alınan antlaşmaların sadece askeri antlaşmaları kapsadığını ve ticari antlaşmaları içermediğini ifade etmiştir.23 Türkiye ile İsrail arasındaki ticari ilişkiler yaşanan diplomatik krizlere rağmen 2011 yılının ilk altı ayında yüzde 27 artarak 2,7 milyar dolar seviyesine ulaşmıştır. Bank of Israel yöneticisi Stanley Fischer gelinen noktada Türkiye’nin 700 milyar dolarlık ekonomisiyle bölgenin en büyüğü olduğunun, son dönemde Avrupa ile Asya ve Ortadoğu arasında bir ticaret koridoru olarak belirdiğinin ve bu durumun ilerde İsrail ekonomisini beklenenden çok daha fazla etkileyeceğinin altını çizerek ilişkilerin normalleştirilmesinin elzem olduğunun altını çizmiştir.24
Kısa vadede İsrail’in bölgedeki müttefik alternatifi Güney Kıbrıs Rum Yönetimi gibi görünmektedir. Yukarıda da ifade edildiği üzere İsrail zaten GKRY ile ilişkilerini geçtiğimiz yıldan beri geliştiriyordu. Bu çerçevede GKRY ile geliştirilen ilişkiler hem İsrail’in bölgedeki müttefik ihtiyacına kısa vadede çözüm getirebilecek gibi görünmektedir hem de dış politikadaki en büyük handikapların dan birisi Kıbrıs olan Türkiye’yi rahatsız edecek ve bu alana aktardığı enerjinin artmasına sebep olacaktır. Nitekim GKRY ve İsrail’in Doğu Akdeniz’de birlikte “sondaj” faaliyetine başlayacak olması haberinin Ankara’da duyulması ciddi bir rahatsızlık meydana getirmiş ve Türkiye’de KKTC ile kıta sahanlığı antlaşması imzalayarak Doğu Akdeniz’de petrol arama faaliyetlerine başlanacağını duyurmuştur. Lübnan da Rum yönetiminin Doğu Akdeniz’de petrol arama çalışmalarının Lübnan’ın egemenlik haklarını ihlal etmemesi gerektiğini, bu noktada hiçbir devlete karşı hoşgörülü davranamayacaklarını açıklamıştır.25
İsrail’in içerisinden geçilen süreçte Ermenistan, Yunanistan ve Azerbaycan’la da ilişkilerini geliştirmeye çalışmaktadır. Kıbrıs, Azerbaycan, Ermenistan ve
Yunanistan’la stratejik işbirliğini geliştirmeye gayret eden İsrail Türkiye’de jeo-politik kuşatılmışlık algısı oluşturmaya çalışmaktadır. Özellikle İsrail
Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman’ın görevi devraldığından beri Ermenistan ve Azerbaycan’la ilişkileri geliştirmeye çalıştığının altı çizilmelidir. İsrail’in
Karabağ meselesinde Azerbaycan tezine yakın duruyor olması her ne kadar Ermenistan’da rahatsızlık meydana getiriyorsa da İsrail’le Türkiye
arasında son dönemde gerilen ilişkiler sebebiyle her iki ülkenin de Türkiye konusunda asgari müştereklerini ön plana çıkaracakları ileri sürülebilir. Her
yıl Amerikan Kongresi’ne getirilen Ermeni soykırımı yasa tekliflerine Türkiye Yahudi lobileri ile çalışarak karşı koymaya çalışıyordu. İlerleyen dönemde
< Kıbrıs, Azerbaycan, Ermenistan ve Yunanistan’la stratejik işbirliğini geliştirmeye gayret eden İsrail, Türkiye’de jeopolitik kuşatılmışlık
algısı oluşturmaya çalışmaktadır.
Özellikle Lieberman’ın Ermenistan ve Azerbaycan’la ilişkileri geliştirmeye çalıştığının altı çizilmelidir.
Suriye ile Türkiye arasında yükselen gerilim bölgede İran’ı rahatsız etti. İran yönetimi Suriye olayları karşısında tercihini Suriye yönetiminden yana
koyarak Türkiye’nin izlediği Suriye politikasına ağır eleştiriler yöneltti. >
İsrail’in telkinleriyle Yahudi lobileri bu yönde isteksizlik göstereceklerdir ve İsrail, Ermeni soykırımı yasa tasarılarına bir dereceye kadar destek verecektir. Ancak İsrail’in Ermeni soykırımının tanınması konusunda bir takım çekincelere sahip olduğunun altı çizilmelidir. İsrail’in bölgedeki meşruiyetinin arka planında hiç kuşkusuz Hitler döneminde uygulanan “jenosid”in bütün dünya tarafından tanınmış olmasının rolü büyüktür. İsrail bu alandaki tekliğini uluslararası politikayı yönlendirmede bugüne kadar maharetle kullanmıştır. İsrail, Ermeni soykırımı iddialarını tarihsel olarak görmezden gelmemekle birlikte daima mesafeli olmuştur.
Türkiye -İsrail ilişkilerinin tarihsel evrimi içerisinde aktardığımız üzere Türkiye ile İsrail arasında 1990’lı yıllarda ilişkilerin iki taraflı ve çok boyutlu geliştirilmesi için şartlar son derece müsaitti ve Türkiye açısından bir zorunluluk halini almıştı. Özellikle ABD’nin 2003 yılında Irak’a gerçekleştirdiği askerî müdahale ve ardından Saddam rejiminin devrilmesi Ortadoğu politikasında derin bir kırılma meydana getirdi. Saddam rejiminin devrilmesinde sürece aktif olarak katılan Şii grupların Bağdat yönetiminde etkin bir yer edinmesi bölge gündemine “Şii Hilâli”tartışmalarını sokmuş oldu. Bölgedeki Şii etkisinin gittikçe artmasından endişe eden Arap yönetimlerive Türkiye arasında, yukarıda da aktarıldığı üzere ikili ilişkilerin geliştirilmesinin imkânı doğmuş oldu. Kısacası bugün gelinen noktada 90lı yılların aksine Türkiye’nin İsrail’le jeo-stratejik bir müttefiklik ilişkisine girmesini zorunluluk haline getirebilecek koşullar bulunmuyor. Aksine bölgede derin bir yalnızlık içinde kalan İsrail’in Türkiye’nin jeostratejik desteğine ihtiyaç duyduğu bir döneme girilmektedir.
Ocak 2011’de Mısır’daki olaylar başladığında Wall Street Journal gazetesine konuşan Suriye lideri Beşar Esed bölgede ve ülkesinde reform ihtiyacını
gördüğünü söylemişti. İlk başlarda düşük yoğunlukta seyreden fakat sonradan şiddetlenen Suriye muhalefetinin gösterilerini engelleyemeyen Beşar Esed yönetiminin göstericilere sistematik şiddet uygulaması karşısında Türkiye, Suriye’de yaşananlara kayıtsız kalamayacağını açıklayarak Esed yönetimi ile ilişkileri gözden geçirmeye başladı. Bu çerçevede Suriye muhalefeti koordinasyon toplantılarını İstanbul’da Türkiye’nin ev sahipliğinde gerçekleştirdi. Suriye ile Türkiye arasında yükselen gerilim bölgede İran’ı rahatsız etti. İran yönetimi Suriye olayları karşısında tercihini Suriye yönetiminden yana koyarak Türkiye’nin izlediği Suriye politikasına ağır eleştiriler yöneltti.
Suriye’deki gelişmeler karşısında Ankara yönetimi, SuriyeLübnan(Hizbullah)-İran eksenine alternatif olarak Türkiye-Suriye-Mısır ekseninin oluşmasına çalışmakta dır. Bu doğrultuda Şam yönetiminin değişip dönüşmesi de bölgesel çıkarları bakımından Ankara yönetimi için hayati önem taşımaktadır. Birinci eksen İsrail ve Batılı ülkelerle çatışma içinde ve Tel-Aviv yok olmasını savunurken, Suriye’nin dönüşmesiyle ortaya çıkacak siyasal ortam sonrası Ankara yönetiminin inisiyatifiyle Türkiye-SuriyeMısır ekseni uluslararası sistemde kabul görecek siyasal ve diplomatik çözüm yollarını öncelemektedir. Bu eksen uluslararası kabul görebilecek ve Türkiye’nin bölgesel ve uluslararası konumunu güçlendirebilecek bir stratejik yapıya sahiptir. Türkiye, Esad sonrası bölgede oluşması muhtemel boşluğu kendi lehine dolduracak stratejiler üzerinde de çalışmaktadır.
Batılı ülkelerin Orta doğu eksenli gelişmeler karşısında askeri üs olarak gördüğü İsrail karşısında Ankara ’yı uluslararası sistemde ve bölge ülkeleri arasında bölgesel gelişmelerin, siyaset ve stratejilerin merkezi olarak konumlandırmak istemektedir ki bu durum gerek Türkiye ve Batılı ülkelerce gerekse de İsrail açısından kabul edilebilir bir stratejik durumdur. Böyle bir tablo karşısında İsrail için Türkiye ile ilişkilerinin geliştirilmesi bir gereklilik olarak belirmektedir.
İran ABD’nin Irak işgalinden sonra bölgede oluşan tepkiyi ve açılan politik kanalları iyi değerlendirip bölge üzerindeki etkisini arttırmıştı. Lübnan’da
Hizbullah’la, Filistin’de HAMAS’la kuruğu politik ilişkiler, Ortadoğu’da kimlik bilincinin kurgusal öğesi olan İsrail karşıtı söylemi sahiplenmesi İran’ı bölgede
kilit bir aktör konumuna getirmiş; Batı dünyası ile yaşadığı gerilimde elini kuvvetlendirmişti. AK Parti iktidarı sonrasında Türkiye’nin bölgeye hızlı girişi,
HAMAS’la kurduğu ilişkiler çerçevesinde Arap dünyasında popülaritesinin artması İran’ın bölgedeki politik cephesinin gerilemesine sebep olmuştur.
Özellikle İsrail’in Lübnan’a ve Gazze’ye gerçekleştirdiği saldırılara en sert tepkinin Türkiye’den gelmesi, bütün dünyanın dikkatle takip ettiği Davos
toplantılarında en üst düzeyde Türkiye’nin rahatsızlığının “diplomatik dilin dışına çıkılarak” ifade edilmesi bu durumu daha da pekiştirmiştir. Gelinen noktada İran’ın bölgede tutunabilmesi Suriye ve Bahreyn’deki duruma bağlı görünmekte dir. Bu anlamda İran’ın bölge politikasının bir ironi arzettiğinin altı çizilmelidir. Zira İran Sünni bir idare altında bulunan ve nüfusunun çoğunluğunu Şiilerin oluşturduğu Bahreyn’de muhalefeti desteklerken Suriye’de ise aynı taleplerle sokağa çıkan kitlelere karşı konumlanmakta dır.
Bu durum İran’ın bölgedeki inandırıcılığını yitirmesine sebep olmakta,
İran’ın bölge ülkelerini birer dış politika enstrümanı olarak gördüğü kanısını kuvvetlendirmektedir. Bu çerçevede Suriye ve İran’da, Türkiye -İsrail ilişkilerinin gerilmesinin sebebi olarak Türkiye’ye kurulacak olan hava radar sistemlerinin hakiki bir sorun olarak gözden kaçırılması çabası olarak yorumlanması dikkat çekicidir.
< İran, ABD’nin Irak işgalinden sonra bölgede oluşan tepkiyi ve açılan politik kanalları iyi değerlendirip bölge üzerindeki etkisini arttırmıştı.
Ortadoğu’da kimlik bilincinin kurgusal öğesi olan İsrail karşıtı söylemi sahiplenmesi İran’ı bölgede kilit bir aktör konumuna getirmiştir.
Türkiye, Filistin-İsrail meselesinde Araplardan yana tavrını çok daha belirginleştirerek bölgedeki politik mevzisini daha öteye taşımış ve
bölgeyi İran’ın potansiyel nüfuz alanı olmaktan çıkarmıştır. >
Bölgenin ve İsrail’in en önemli gündem maddesi durumunda olan Filistin sorununun çözümünde ilişkilerin aldığı yeni formun nasıl ve ne derece
etkisi olabilir bu durum da üzerinde durulması gereken bir husustur. Filistin meselesinin kabaca şu beş temel noktada toplandığı söylenebilir:
i) İsrail’in 1967 sınırlarına çekilmesi
ii) Sayıları 2,5 milyonu bulan Mülteci Filistinlilerin kendi yurtlarına dönmesinin sağlanması
iii) İsrail sürekli olarak dünyanın her bölgesinden İsrail’e Yahudi yerleşimciler getirmekte ve bunlara Filistin topraklarında yerleşim alanları açmaktadır.
Yerleşimcilerin sayısı arttıkça ve yerleşim alanları genişledikçe Filistinliler toprak kaybına uğramaktadır ki bugün özellikle Batı Şeria’da yaşanan budur
iv) Kudüs’ün statüsü meselesi Filistin meselesinin çözümünde son derece önemli bir yerde durmaktadır. İsrail, açıkça, Kudüs’ü İsrail’in ebedi başkenti ilan etmiştir.
v) Filistin meselesinin gelip tıkandığı, çözülmesi imkânsız olan noktası Mescid-i Aksa konusudur. Yahudiler her ne pahasına olursa olsun Süleyman Mabedi’ni
yeniden inşa etme kararlılığındadırlar. Mabedin yeniden inşası ise Mescid-i Aksa’nın yıkılması ile mümkün olabilir. İsrail’in bu konularda geri atmıyor
oluşu Filistin sorununun çözümsüzlüğe itilmesinde başlıca etkendir.
Türk -İsrail ilişkilerinin bu derece bozulmasının bölge politikasının geneli açısından ikili bir etki doğuracağı söylenebilir. Öncelikli olarak Türkiye, Filistin -İsrail meselesinde Araplardan yana tavrını çok daha belirginleştirerek bölgedeki politik mevzisini daha öteye taşımış ve bölgeyi İran’ın potansiyel nüfuz alanı olmaktan çıkarmıştır. Ayrıca Türkiye, Ortadoğu Barış Süreci’nde olmazsa olmaz bir aktör olarak belirmiş görünmektedir.
İsrail’le ilişkileri iyi olan bir Türkiye en azından tarafların görüşmesini sağlayabilir, müzakere alanları üzerinde süreci yürütebilir bir aktör iken bugün gelinen noktada Filistin meselesinin çözümünde İsrail’le ilişkileri kötü olan bir Türkiye’nin Filistin meselesinin çözüme kavuşturulmasında olumlu bir rol üstlenemeyeceği ileri sürülebilir. Bununla birlikte Türkiye’nin bölge politikasına bu kadar sıkı angaje olmasını, ülkelerindeki en ciddi rejim muhalefetini İslamî hareketlerden algılayan Suudi Arabistan ve Ürdün gibi ülkeler memnuniyetsizlik le karşılamamışlardır. Zira Avrupa Birliği ile müzakereler yürüten, ABD ile “stratejik ortak” olan ve aynı zamanda bağımsız işleyen bir parlamentoya, hiçbir dış etki olmaksızın periyodik olarak gerçekleştirilen seçimlerle kontrol altında tutulan bir demokrasiye ve laik devlet düzenine sahip olan ve bütün bunlarla İslam’ı bir arada tutabilen Türkiye bölgede İran’ın yerine ikame edilebilecek en iyi alternatif durumundadır. Bununla birlikte bölgedeki halk hareketlerinin en büyük taleplerinin de güçlü bir demokrasi ve bağımsız işleyen bir parlamento olduğu dikkate alınırsa Türkiye’nin bölgeye girişi kısa ve orta vadede bölge ülkelerindeki mevcut rejimlerin meşruiyetlerinin sorgulanması ile neticelenebilir.
Türkiye açısından ilişkilerin gerilmesinin sonuçları da kısa ve orta vadede değişkenlik gösterecektir. Türkiye AK Parti iktidarı altında geçen on yıl
boyunca dış politikasını bölgesindeki tüm devletler tarafından güven duyulan bir bölgesel güç ve bu güçten aldığı güvenden kaynaklanan bir global aktör olmak üzere belirlemişti. Gelinen noktada Türkiye -İsrail ilişkilerinin kötüleşmesi, İran’la hem Suriye hem de füze kalkanı konularında yaşanan sıkıntılar, Suriye rejimi ile ilişkilerin bitme noktasına gelmesinin yanı sıra Ermenistan’la sürdürülen ilişkilerin normalleştirilmesine yönelik görüşmelerin âkim kalması, Kıbrıs sorununun çözümü konusunda yaşanan tıkanma ve AB ilişkilerinin durma noktasına gelmesi - AK Parti iktidarının göreve geldikten sonra benimsediği misyon çerçevesinde - Türkiye’nin önünde önemli diplomatik sınavlar olduğunu göstermektedir. Geçtiğimiz 10 yıl boyunca izlenen “sıfır sorun” politikası ve bölgedeki görece objektif duruş uluslararası politikada Türkiye’nin sürdürülebilir bir Ortadoğu barışında etkin rol oynayabileceği düşüncesini ortaya çıkarmıştı. Gelişen son olaylardan sonra ise, gerilim iyi yönetilemezse, AK Parti iktidarı süresince el altından devamlı işlenen “gizli ajanda” argümanı çerçevesinde AK Parti iktidarının “revizyonist” bir dış politika izlediği düşüncesi uluslar arası kamuoyunda yer edinebilir. Ayrıca İsrail’in GKRY ile geliştireceği ilişkiler in Kıbrıs sorununun çözümünü zorlaştıracak olması da Türk dış politikasının mesai alanları ve dikkat yoğunluğu açısından dikkate alınması gereken bir unsurdur.
Türkiye ise kısa vadede Ortadoğu’daki Arap ülkelerle olan ilişkilerini ilerleterek İsrail’e aynı şekilde tepki verecek gibi görünmektedir.
Bu kapsamda Başbakan Erdoğan’ın Tunus, Libya ve Mısır’a yaptığı ziyaretler büyük önem arzetmektedir. İsrail’in Doğu Akdeniz’de Güney Kıbrıs’la
yapacağı tatbikatlara misilleme olarak Türkiye ve Mısır’ın da Doğu Akdeniz’de askeri tatbikat yapması seçeneği masada bulunmaktadır.
Türkiye’nin Mavi Marmara saldırısını UAD’a götüreceğini açıklaması da sonuç vermeyecek gibi görünmektedir. Statüsüne göre iki devlet arasında ortaya çıkan uyuşmazlıkları görüşen UAD’da bir davanın görülebilmesi için her iki devletin de olumlu irade beyanına ihtiyaç bulunmaktadır.
İsrail Türkiye tarafından bu açıklama gelir gelmez sorunu kesinlikle UAD’a götürmeyeceğini ifade etmiştir.
< Türkiye AK Parti iktidarı altında geçen on yıl boyunca dış politikasını bölgesindeki tüm devletler tarafından güven duyulan bir bölgesel güç
ve bu güçten aldığı güvenden kaynaklanan bir global aktör olmak üzere belirlemişti.
Türkiye AK Parti iktidarı altında geçen on yıl boyunca dış politikasını bölgesindeki tüm devletler tarafından güven duyulan bir bölgesel güç ve bu güçten aldığı güvenden kaynaklanan bir global aktör olmak üzere belirlemişti. >
Son dönemde BM’de Filistin’in devlet olarak tanınma başvurusu, HAMAS
-El Fetih uzlaşısı gibi kendisini doğrudan ilgilendiren konularla birlikte bölgesinde Arap Baharı ile yaşanan değişim ve dönüşümlerle baş başa kalan İsrail’in bu dönemde en fazla ihtiyaç duyduğu ülke hiç kuşkusuz Türkiye’dir. İsrail’i doğrudan ilgilendiren Suriye gelişmelerinin nabzını tutan, Ortadoğu’daki değişim rüzgârına etki edebilme potansiyeline sahip bir Türkiye ile ilişkilerin gerilmesi İsrail’in çıkarları ile ne kadar örtüşmektedir?
Bu soruyu İsrail yönetimi de kendisine sormakta; Tel-Aviv yönetimi içinde bazı odaklar bölgesinde dominant güç olmaya başlayan Türkiye ile ilişkilerin daha fazla bozulmadan yeniden şekillendirilmesini istemektedirler. İsrail’in bu süreçte Türkiye ile ilişkilerinin daha da kötüleşerek derinleşmesine göz yumacak bir durumda bulunmadığını ve böyle bir lüksünün olmadığını görmesi gerekmekte dir.
Yaşanan kriz sonrasında Türkiye -İsrail ilişkilerinin alacağı seyrin daha sağlıklı analiz edilebilmesi için krizin ilk semptomlarının geride kalması ve ABD’nin sorunda nasıl bir tutum takınacağının netleşmesi gerekmektedir. Türk -İsrail ilişkilerinde bugünlerde en sihirli sözcük “NATO” gibi gözükmektedir. Türkiye’nin batı ile devam etmekte olan askeri ittifakının Türkiye ve İsrail arasında sıcak çatışma riskini en asgari düzeye indirdiğinin altı ayrıca çizilmelidir. Bu çerçevede ABD, bölgede İsrail ve Türkiye arasındaki ilişkilerin sıcak temasla geri dönülemez bir noktaya gelmesini önleme gayreti içerisinde olacaktır. Obama yönetiminin iş başına geldikten sonra büyük bir reklamla başlattığı yeni Ortadoğu Barış Süreci’nin âkim kalmaması açısından İsrail - Türkiye ilişkilerinin bugün geldiği nokta ABD açısından tahammül edilebilir en son sınır gibi görünmektedir. “Yes! We can...” sloganıyla ve büyük bir umutla işbaşına gelen, ancak geçen sürede hem iç hem de dış politikada kayda değer bir başarı gösterememiş olan
Obama yönetimi, yaklaşan seçimler sebebiyle Ortadoğu Barış Süreci’ni ve sonrasında başlayan Arap Baharı’nı bir fırsata çevirmeye uğraşmaktadır.
Irak’tan da kademeli olarak asker çekecek olan ABD’nin bölgede daha fazla prestij kaybetmemek için çatışma alanlarına doğrudan müdahil olmadığına
dikkat çekmek gerekir. Son Libya olayında da ABD’nin müdahalenin başında görünmeme gayreti, Suriye sorununa Fransa ve Türkiye eliyle çözüm üretme arayışı Obama yönetiminin en azından geçiş sürecinde “perde arkasından liderlik” stratejisi izlediği izlenimi oluşturmaktadır. Bu sebeple ABD yönetiminin bu süreçte yardım alabileceği en stratejik ülke konumundaki Türkiye ile Ortadoğu’da tarihsel varlığının temel sebebi olan İsrail arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi için ilerleyen günlerde aktif bir şekilde çalışacağı düşünül mektedir. Nitekim BM’nin 2011 yılı Genel Kurul çalışmaları sırasında ABD Başkanı Barack Obama ile Başbakan R. Tayyip Erdoğan’ın yaptıkları görüşmenin ana maddelerinden birisinin İsrail-Türkiye gerginliği olduğu her iki tarafça da açıklanmıştır. Önümüzdeki aylarda da ABD’nin Türk-İsrail ilişkilerini bir kriz yönetimi stratejisiyle yakından izleyeceği ve gerektiğinde müdahale edeceği öngörülebilir.
< Yaşanan kriz sonrasında Türkiye -İsrail ilişkilerinin alacağı seyrin daha sağlıklı analiz edilebilmesi için krizin ilk semptomlarının geride kalması ve ABD’nin sorunda nasıl bir tutum takınacağının netleşmesi gerekmektedir.
ABD yönetiminin bu süreçte yardım alabileceği en stratejik ülke konumundaki Türkiye ile Ortadoğu’da tarihsel varlığının temel sebebi olan İsrail arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi için ilerleyen günlerde aktif bir şekilde çalışacağı düşünülmektedir. >
4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder